Murat TÜRKER | Hadislerin Asr-ı Saadet’ten çok sonra yazıldığı, Sahabenin de ‘bizim gibi’ insanlar olduğu, bize Kur’an’ın yeteceği, Din’de tek teşri kaynağının Kur’an olduğu, Kur’an’ın korunması İlâhî teyid ile garanti edilse de, Sünnet’in böyle bir tekeffülden mahrum olduğu gibi ‘modern’ tezler, Sünnet ve Sahabe konusundaki bakışımıza tesir eden ve dolayısıyla Din algımıza ârız olan olumsuzluklar olarak karşımızda duruyor.
“Din’in ruhu” dedikleri terkip üzerinden ahkâmı istedikleri tarzda yorumlamanın önünü açmak isteyenler, modern kıymet hükümleriyle paralel ve modern zihinlerce kabule şayan bulunan bir algıya zemin kazandırma adına, önlerine çıkan engelleri bir şekilde bertaraf etme konusunda kararlı görünüyorlar.
Karşılarına dikilen ve nevzuhur projelerini hayata geçirme hususunda önlerini kesen en temel iki meseleyi, Sünnet ve Sahabeyi, mücadele gündemlerinin ilk sıralarına oturtmalarının sebeplerini de burada aramak gerekiyor.
Sahabeye ilişen bir tasavvurun süreç içerisinde teselsül ederek Sünnet algımıza ve daha genel manada Sahabe kanalıyla bize intikal eden bütünün tamamına râci olacağını görmek için ise kehanette bulunmaya gerek yok.
Geçmişteki ve günümüzdeki tüm bid’at cereyanların davalarını Kur’an’la refere ettikleri düşünüldüğünde, Kur’an’la yetinmeyi öneren tasavvurun doğuracağı muhtemel sonuçlar kestirilebilir; herkesin zihnî arka planına göre şekil verebileceği ‘yoruma açık’ bir din telakkisine zemin hazırlanacağı rahatlıkla müşahede edilebilir.
Bu ümmetin itikat boyutunda en büyük fitnesi Sahabe ve Sünnet algısına ilişen yaklaşım biçimleridir. Sünnet, bu Din’in murâd-ı İlâhiyeye göre anlaşılıp yaşanmasının yegâne yolu, Sahabe de bu Din’in sigortasıdır. Bâtıl bir zihnî koordinattan yola çıkan her kişi ve zümre bu iki meseleyle ‘hesaplaşmadan’ yol alamayacağı için, tarihte ve günümüzde bid’at ehli olarak tesmiye olunan tüm oluşumlar, Sünnet ve Sahabe ile problemli bir anlayışı dava etmişlerdir.
‘Tarihte ve günümüzde’ derken, bu problemin geçmişte de modern zamanlarda olduğu kadar ‘kurcalandığını’ söylemiş olmuyoruz. Bilakis yaşadığımız dönem, özellikle oryantalist etkiyle Sünnet ve Sahabe konusunun maksatlı bir takım okumalara ve ilmîlik görüntüsü altında taarruzlara muhatap kılındığı bir dönem olarak paranteze alınmayı hak ediyor.
Müsteşrikler ve içimizdeki ‘kötü kopyaları’ tarihte hemen hiçbir aklı başında isim/grup tarafından dile getirilmemiş uç yorumları dillendiriyorlar ve bunlar ilmî çalışma etiketiyle terviç ediliyor.
Tüm fıkhî hadislerin 2 ve 3. Asırda ‘uydurulduğunu’ ve ‘Peygambere izafe edildiğini’ iddia eden Schacht gibiler konumuz için bir misal teşkil ediyor.
Kader inancını, kabir azabını inkâr eden, hadislerin itikada konu yani hüccet olamayacağı düşüncesini neşreden mâlûm zevat, oryantalistlerin misyonunu tamamlayıp, nöbeti yerli ortaklarına devrettiğini âşikâr kılan bir durumu haber veriyorlar.
Ne bunlar yeni iddialar, ne de ehil olan ulema tarafından cevapsız bırakılmışlar.
Biz de Dost TV’de bu zümrelerin argümanlarını ve reddiye sadedinde ifade edilen karşı yaklaşımları ele alıyoruz.
Genel anlamda Sünnet’in teşri boyutu olduğu, hadislerin tesbiti ve naklinin güvenilir kanallardan gerçekleştiği, Sahabe’nin adaleti ve hadis aktarımındaki titizliği, hadis yazımının daha Efendimiz (sav) hayattayken başladığı, hicrî birinci asrın sonunda gerçekleşmeye başlayanın ise hadis yazımı değil resmî-devlet kanalıyla olan tedvin olduğu, rivayetin evreleri, hadislerin kabul-red noktasında hangi hassas kriterlere riayet edildiği gibi hususları, bir seri program çerçevesinde işlemeye gayret ediyoruz.
Sünnet ve Sahabe bilincimizi diri tutmaya vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz.