Müslüman oldugunu iddia edip Şeriata karsi olan insanlar aslinda seriattan degil,seriati tatbik edecegini iddia eden ahmaklarin islama aykiri yanlis tatbikinden korkuyorlar,
"seriat" maskesi altinda islenen zulümlerinden korkuyorlar.
Dolayisiyla seriat istemek veya seriat getirecegini söyleyenleri körü körüne desteklemek ölcü degildir.
Önemli olan serii hükümlerin tatbiki konusunda ehil olanlari desteklemek ve basa gelmesini istemektir.
Ben mesela konuyu acan kisinin bagli oldugu grubun (yanlis hatirlamiyorsam ibda-c) bu islerin ehli olmadiklarini düsünüyorum,seriat tatbiki konusundaki anlayislarina karsiyim.
Bu benim seriata karsi oldugum anlamina gelmez!
Şeriat denince kim ne anliyor,siz ne kastediyorsunuz???
Ilk basta bu acikliga kavusmali.
"Şeriat getirecegiz" diyerek islamdaki ceza hukukunu kastediyorsaniz,kusura bakmayin ama
bu anlayis eksiktir ve dinimizin dogru anlasilmasina ve tatbik edilmesine zarar vermektedir.
İSLÂM’da hükümler yasaklar helallar haramlar hepsi şeriâttır. Namaz kılma oruç tutmak zekat vermek zikretmek v.s. bunların hepsi şeriâttır.
islamiyetin tüm emir ve yasaklaridir.
Sevmek,sevdirmek, nefret ettirmemek,kolaylastirmak...bunlarda şeriâttır...
yemek yemeye baslarken Besmele çekmek,dua etmek, ALLAH’ı zikretmek...buda şeriâttır.
Ana babaya iyilik etmek, akrabaya deger vermek,dürüst ve alcak gönüllü olmak,yalan söylememek...buda şeriâttır.
"Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir" ölcüsüne göre yasamak,İyilik edene iyilik etmek, kötülük edeni affetmek...buda şeriâttır.
Adil olmak, zulüm etmemek,kimsenin hak ve hukukuna tecavüz etmemek,insan haklarini korumak,gayri müslimlere kendi dinlerini hürce yasama hakki tanimak...buda şeriâttır.
İslâm'da, bugünkü laik uygulamaların vermediği ölçüde insan hakları mevcuttur! Başkalarına bilfiil zarar verme söz konusu olmadıkça, İslâm kişiyi inancıyla baş başa bırakır ve zorlamaz; cezalandırmaz!
Şeriat ISLAMDIR.
Islam sadece ceza hukuku degildir,islam akaid-fikih-tasavvuf dengesidir,islam ayni zamanda baris ve huzur dinidir,ahlak dinidir,insanlara ahlaki receteler sunan, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini bildiren, dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturmak için Allah tarafından peygamberler aracılığı ile insanlara ulaştırılan ilahi bir nizamdır.
islam , dünya ve ahiret hayatında huzur ve mutluluk veren, bir düzendir. Bu düzen, Allah’ın koyduğu emir ve yasaklar ile ölçülenir, Rasulunun uygulamaları ve tavsiyeleriyle desteklenir,
bunu kavrayanlar ve öğrenenler ile yayılır, öğretilir, ders alınır, yetiştirilir.
Şeriat kol bacak kesmek değildir.
Şeriat kanunları içerisinde bunlar olsada bunları tatbik son derece zordur.
Yani Bir kişinin hırsızlık sebebiyle kolu kesilmesi için en az onu canlı canlı gören 4 şahit bulunması ve bu 4 şahidin namaz ehli olması, hiç yalan söylememiş müslüman kardeşini aldatmamış
olması gibi şartların hasıl olması son olarakda kolunun kesilip kesilmeyeceğini kadı’nın karar vereceği bir durumdur.
Bütün bu yaptırım düzeni sağlamak içindir ki herhalde buna karşı çıkan kişinin hırsız olması lazımdır. Öyleki Buna itiraz etsin. Hırsız olmayan kişinin ise karşı çıkıp üzülmesine ne gerek vardır ?
Kaldiki, Şeriat kanunlarini devlet eliyle uygulamaninda sartlari var.
Misal, hayati boyunca islamdan habersiz bir sekilde yasamis,ögretilmemis ve ögrenme imkani bulamamis, dininden haberi olmayan,bilmeyen insanlar dinimizin emir ve yasaklarindan sorumlu tutulamaz.
Serii ölcülere göre yasak olan bir sucun suc oldugunu bilmeyenlere serii cezalari tatbik etmek caiz degildir, bunlara öncelikli olarak dinini ögretmek lazim.
Itikad,takva,helal ve haram ilimlerinin tahsili önceliklidir.
Misal ailesine dinini ögretmemis bir baba hidayete erip "bundan sonra ben seriata göre yasayacagim,
aileminde seriata göre yasamasi icin mücadele edecegim" kararini verip ardindan cocuklarini zor kullanarak dini emirleri uygulamalarini saglamaya calisirsa,kizina basini örtmeye zorlarsa,
uygulamadiklari takdirde onlari cezalandirirsa bu düpedüz ZULÜM olur ve nerticesi hüsran ve kaos olur,ya kavga cikar yada cocuklari evden kacar.
Şeriat bu degildir,insanlari dinden sogutur,nefret dogurur.
Böyle durumlarda egitim,ögretim yoluyla dinimizin emir ve yasaklarini sevdirerek ögretmek, insanlarin kalblerine hitab ederek gönüllerini feth etmek önceliklidir.
Türkiye'de sorun, "şeriat devleti" değil, gerçek "İslâm Dini" bilgisinin kasıtlı olarak örtülmesidir!
Tek bir anlayış, tek bir yorum insanlara ezberletilerek DİN öğretilmiş olmaz!
Kişinin imanı veya İslâm anlayışı, "İslâm devleti" veya "şeriat devleti" kapsamına bağlı olsaydı, bugün yeryüzünde imanlı veya İslâm'ı kabul etmiş tek kişi olmazdı! Oysa bugün binlerle evliyaullâh, "İslâmî olmayan rejimlerle" yönetilen ülkelerde yaşıyor yeryüzünde!
İSLÂM'ın yüceliği beşerî yanlışlar yüzünden karalanmaktan münezzehtir!
Kendi cemaatlerinden olmayanı olmayanı Müslüman kabul etmeyen; başı örtülü olmayan hanımı dinsiz, kâfir kabul edip, kendilerinden saymayan zihniyetler mi şeriat devleti kuracak da toplumları yönetecek elinde sopa ve satır ile?
Hangi mezhep ya da tarikat veya cemaat anlayışına göre şeriat devleti kurulacak?.. Böylece de, kaç kişi, kaç kişiye hükmedecek ALLÂH ve DİN ADINA, diyerek! Düşünebiliyor musunuz bunun sonucunu!
Bugün Müslümanlar, böylesine birbirini dışlayan veya arkasından kuyusunu kazan anlayış farklılıkları içinde kümelenmişken; kendi görüşünde olmayanların kitaplarını yasaklayan bir kafa yapısına sahipken; nasıl bir birlikten ve o birliğin yönetiminden söz edilebilir ki!
Gerçekçi olalım ve kendimizi aldatmaktan vazgeçelim. Köyümüz sınırları içinde düşünmekten arınıp, global bakmayı ve değerlendirmeyi öğrenelim!
İslâm yeryüzünde, dar kafalı, şekilci anlayışlı, robot beyinli, ezberlediğini tekrardan öteye gidemeyenlerle değil, işin hakikatini görüp yaşayan İmam Gazâli, Abdülkâdir Geylânî, İbrahim Hakkı Erzurumî, İmam Caferî Sadık, Hacı Bektaş Velî gibi "Tasavvuf" ve gönül ehliyle yayılmıştır!
Devleti değil, gönülleri fethetmeye çalışalım!
Allâh yolunda savaşmak demek, Din hakkında bilgi sahibi olup, insanları Rasûlullâh yolunda uyarmak demektir! İnsanların neye, neden, nasıl iman etmeleri gerektiğini onların anlayabileceği lisanla anlatmak, açıklamak; onları sürü olarak görüp gütmeye kalkışmamak demektir!
Yaşadığımız devir, insanların imanlarının kurtulmasına hizmet etme devridir! Onlara anladıkları dilden anladıkları tarzda hitap etme devridir! Ehlinin anlamakta zorlandığı lisanla yazılmış kitap veya hitaplarla topluma hiçbir mesaj verilemez!
Rasûlullâh, devrinde "kılık-kıyafet Müslümanlığı" yapmamıştır! "Gardıropçuluk" ilkel kafalara mahsus bir haslettir! İlkel insanlar birbirlerinin kıyafetlerine ambargo koymaya kalkarlar! Rasûlullâh, Din gerçekleriyle ilgili olmayan konularda, yaşadığı putperest toplumun örf ve âdetlerine saygı göstermiştir! Bu bize açık örnektir!
Mevcut yönetimlerin yanlış, haksız ve belki de inançsızlıkları doğrultusunda amaçlı uygulamalarını, yerinde bulmamak ve karşı çıkmak ayrı şeydir; onun yerine bir başka yanlışı uygulamak uğruna ömrü heba etmek ayrı şeydir!
Devlet toplumun neticesi otoriter bir varliktir.
Toplumu ise insanlar olusturur. Devlet yönetimi islami degilse
bu, toplumun islami bir hayat yasamadigini gösterir. Yapilacak yeni bir
devlet kurmak degil toplumu irsad etmektir. Zira toplum islam olursa devlet
islam olur. Toplumu islam olmayan bir islam devleti düsünülemez.
Yüce Allah: “Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz” (Rad, 13/11) diyor. Eğer bir toplum sahip olduğu yüksek manevi değerleri korursa Allah Teâlâ onları çöküşten korur. O halde yapılacak şey müslüman toplumun kimliğini oluşturan manevi değerleri geliştirmek ve sağlamlaştırmaktır.
İnsanlar her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler, kendileri iyi olurlarsa yöneticileri de iyi olur, kötü olurlarsa yöneticiler de kötü olur. Zira yöneticiler halkın içinden çıkarlar ve onların bir parçasıdırlar. Tikel tümelin niteliklerini taşır. Bunun için “Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Siz nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar). “A’malüküm ummalükum” (amalleriniz yönetcilerinizdir, onlar sizlerin eseridir) (bkz. Acluni, I, 146, II, 127) denilmiştir....
Müslümanın görevi toplumları ayakta tutan değerleri, özellikle ahlak kurallarını ve Allah korkusunu, hak ve hukuka saygıyı tabana yaymaktır. Toplumu düzlüğe çıkarmanın yolu budur. Düzelen bir toplumda ister istemez, yöneticiler de düzelir.
Yaşamlarında, şeriatın ne olduğunu fark etmemiş insanların, devlete şeriat isteme duyguları ne kadar enteresandır!
Bütün bu konularda yanlış anlamanın gerçekte tek bir sebebi vardır:
Kur'ân işaretleri ve uyarıları ile Rasûlullâh uygulamasının bir bütün olarak ele alınmayıp; içinden seçilen âyet veya hadis doğrultusunda meseleye bakılması!
İslâm'ı ve Kur'ân'ı iyi anlamak için, Kur'ân'a ve Sünnet'e bir bütün olarak bakabilmek, parçaları bu bütünün içinde mütalâa edip, her birini yerli yerine oturtmak şarttır.
Nasıl insan vücudunun teşekkülünde, anne karnındaki partiküller ve zerreler şaşırmadan yerlerine gidiyor, göze gitmesi gereken bir zerre kulağa gitmiyor; öyle de, İslâmî bir hayatın teşekkülünde de, böyle her parçanın yerli yerine oturtulması elzemdir. Bu da, Kur'ân'ı ve Sünnet'i bütünlüğü içinde ve her parçanın bütün fonksiyonlarını bilmeye bağlıdır. Yoksa ceninde anomali oluşumlar ve sakat doğumlar ya da anne karnındaki teşekkül safhalarının herhangi birinde boğulup gitmeler söz konusu olduğu gibi, bu mevzuda da çarpık yorumlar, hatalı içtihatlar, hatta tenakuzlar-tesakutlar kaçınılmaz olacaktır.