Mahmud Samİ Ramazanoglu(k.s) Hazretlerİ

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Yahyalılı Ali Ramazan Dinç Hocaefendi Hazretleri "Sami Sultanı" Anlatıyor;

"Evimizde misafir edemedik ama gönül evimiz muhabbet ateşiyle yanıyordu.Bir kırıntı da bize verildi.Ayak havlusu bize düştü.Ayrılık zamanı geldi,başkalarını bilmem ama ben çok ağladım.Sanki içim kaynıyordu.Gündüz hayalimizde,gece hayalimizdeydi.Kademi Saadetlerini öpmeye cesaret edemeyip,temas ettikleri taşı öptüğümde,mübarek ayaklarını öpmem için uzattığı rüyayı hiç unutamam.Lutfedip gönderdikleri şekeri,tükenir korkusuyla azar azar tattığımız günleri,Develinin Tombak köyünden,H.Mehmet Efendi'ye "Ali Ramazan'a bizden selam söyle,benim için gözlerinden öp." diye iltifat buyurdukları mübarek sözleri."
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı devamı

Sohbetlerinde bir

ara Rûhûl-beyan Tefsirinden naklen köpeğin on hasletinden ısrarla
bahsetmişlerdi de (bk Musahabe VI) hal sahibi bir ihvan “Biz henüz
köpeğin mertebesine gelemedik” demekten kendini alamamıştı.

Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseden ve
ihsana nefislerinin tehlikesinden korunabilmek için şunları tavsiye
buyururlardı:

1-Açlık ve az yemek, oruca devam,

2-Az uyumak ve teheccüde devam,

3-Huşû ile ibadet, mânâsını düşünerek Kur’an okumak,

4-Zikr-i daim içinde bulunmak,

5-Salih ve sadıklarla beraber olmak.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı devamı

Sâmi Efendi, daima huzûr-i ilahîde bulunduğu ve her nefesinin son
nefesi olabileceği düşüncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest

üstüne abdest almaya büyük itina gösterirdi. Nitekim onun muhasebesini
tuttuğu bir zatın tesbitine göre Efendi defterleri abdestli yazardı.

Yazma işi bitince defterleri kaldırır, abdest alır, biraz Kur’ân
okurdu. Az sonra ezan okununca bu sefer namaz için tekrar abdest
alırlardı.

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı devamı

Onun irşaddaki usûlü Nebevî
üslûpta idi. insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, hatalarından
dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi için hiç kızmazdı. Onlara örnek

olmak sûretiyle irşad etmeyi tercih ederdi. İrşadda en geçerli yol da
budur. Çünkü irşad halkaları merkezden muhite doğru yayılır. “Önce
nefsinden başlamak’ esastır. Hiç kimseye açıkça “şunu yap, şunu yapma”

demez, dolayısıyla bunu ihsas ettirmeye çalışırdı. Hiç kimseye “Bizden
ders al, bizim sohbetimize katıl gibi emirler vermezdi. Hatta kendileri

dikkat çekecek, fitne uyandıracak ve riyâya dâvetiye çıkaracak şekle
müteallik şeylerden husûsiyle sakınırdı.

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı devamı

Ancak yakınlarını helal kazanca, faize bulaşmamaya teşvik ederler,
bazan bunu samimi bulduklarına açıkça söylerlerdi. Değilse dolaylı
olarak ifade buyururlardı.

Şöhretten ve aşırı
hürmetten çok rahatsız olurlardı. Nitekim İstanbul Tahtakale’de

çalıştığı yıllarda önceleri öğle ve ikindi namazlarında Rüstempaşa ve
Marpuççular camilerine cemaata devam ederlerdi. Camide kendisini

tanıyanların aşırı tâzim ve hürmeti onu rahatsız etmiş, bilâhare bu
namazları yazıhanede kılmaya başlamışlardır.
http://seyyahin.wordpress.com devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı devamı

ihvâna;

- Siz cemaata devam edin, o şeref ve faziletten mahrum kalmayın, buyurmuşlardır.

Reisü’l-kurra ve hâdimu’l-Kur’ân Gönenli Mehmed Efendi onun hakkında
“Sâmi Efendi bu ümmetin en büyüğü idi. Başka ne söylense boştur “
demişti.

Ali Yakub Hoca Efendi de:”Takva
bâbında bütün evsâfıyla selef-i salihin zâhid ve âbidlerini andıran bu

zatın kemâlât-ı mâneviyesi hakkında söz söylemek bizim gibi naçîz bir
abdı acizin kârı değildir.” der.

Mâhir İz
Hoca Efendi, gördüğü bir rüya üzerine muhıbb ve bağlıları arasına
katıldığı H. Sâmi Efendi Hazretleri hakkında “O Hazreti Sami’dir. Biz

devri pâdışâhîden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik”
diyordu.

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı devamı

Bekir Haki Efendi de Sâmi Efendi’yi sevip takdir edenlerdendi ve Sâmi Efendinin bir sohbetinden dönerken şunları söylüyordu.

“Bu zenginleri saatlerce diz üstü sessizce oturtmak. Boğazdan gelen bir
gemiyi Sarayburnu’nda bağlamaktan daha zordur. Bizler bu işi yapamayız.
Bunu ancak Sâmi Efendi yapabilir.”

Bekir Haki
Efendi belki bunları söylerken Es’ad Efendi’nin Sâmi Efendi’ye verdiği
icazetnamede çizdiği irşad stratejisinden habersizdi.
devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi (k.s.)

Es’ad Efendi şöyle diyordu:

İcazetnamede “Ne ticaret, ne
de alışverişin Allah’ın zikrinden alıkoyamadığı kimseler vardır.” (Nur,
37) ayeti celîlesinin ilan hükümlerine vakıf olan muhterem ihvanımıza

arz edebilirim ki, bâtınını tasfiye ve nefsini tezkiyeye talib
olanların… Sâmi Efendi’nin sohbetlerine devam ve açıklayacağı usûl ve

adaba gösterecekleri gayret ve ihtimam sayesinde bu isteklerine
kavuşacaklarda şüphe yoktur. ” (Mektubat, 134 Mektup sh. 361)
http://seyyahin.wordpress.com

 

Hoşsadâ

Üye
Katılım
30 Eyl 2006
Mesajlar
32
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İstanbul
Kıymetli gönül dostlarımız,Allah'ın izniyle 24 Temmuz Salı akşamı saat 21:00'den itibaren Hakk'a yürüyüşünün 8.sene-i devriyesinde Sahibül Vefâ Musa Topbaş(k.s)ile özel bir anma programı yapacağız..Pek muhterem Abdullah Sert,Ahmet Taşgetiren ve Hasan Kâmil Yılmaz beylerin katılacağı İZ BIRAKANLAR programında Merhum Üstadımızı tüm yönleriyle konuşacak çok daha yakından tanımaya ve anlamaya çalışacağız..Hilal tv ekranlarından yayınlanacak programımızda Musa Efendimizin bugüne kadar hiç yayınlanmamış resimlerini ve görüntülerini izleyebilirsiniz...Yapımcılığını ve sunuculuğunu bendenizin üstlendiği programa tüm kardeşlerimizi bekliyorum..Programın tekrarını ise Çarşamba günü saat 12:30'dan itibaren yine Hilal tv ekranlarından izleyebilirsiniz...Uydusu olmayan dostlarımız www.hilaltv.org sitesinden programı takip edebilirler...Tüm eş dost ve ihvan kardeşlerimize hatırlatmanız duası ile...
 

Hoşsadâ

Üye
Katılım
30 Eyl 2006
Mesajlar
32
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
İstanbul
Kıymetli gönül dostlarımız,Allah'ın izniyle 24 Temmuz Salı akşamı saat 21:00'den itibaren Hakk'a yürüyüşünün 8.sene-i devriyesinde Sahibül Vefâ Musa Topbaş(k.s)ile ilgili özel bir anma programı yapacağız..Pek muhterem Abdullah Sert,Ahmet Taşgetiren ve Hasan Kâmil Yılmaz beylerin katılacağı İZ BIRAKANLAR programında Merhum Üstadımızı tüm yönleriyle konuşacak çok daha yakından tanımaya ve anlamaya çalışacağız..Hilal tv ekranlarından yayınlanacak programımızda Musa Efendimizin bugüne kadar hiç yayınlanmamış resimlerini ve görüntülerini izleyebilirsiniz...Yapımcılığını ve sunuculuğunu bendenizin üstlendiği programa tüm kardeşlerimizi bekliyorum..Programın tekrarını ise Çarşamba günü saat 12:30'dan itibaren yine Hilal tv ekranlarından izleyebilirsiniz...Uydusu olmayan dostlarımız www.hilaltv.org sitesinden programı takip edebilirler...Tüm eş dost ve ihvan kardeşlerimize hatırlatmanız duası ile...
 

Üsve-i Hasene

Asistan
Katılım
21 Haz 2007
Mesajlar
414
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Esselamunaleykum . Bu bölümde bazı düzenlenmeler yaparız diye düşünmüştüm fakat bu mümkün değil gibi gözüküyor .Açılan bölüm içerisinde farklı başlıklar altında konu açılamıyor..Forum yöneticileri yardımcı olabilirlerse belki yapılabilir.Kıbrısın sıcağnda yaz okulunda boğuluyorum dualarınızı bekliyorum .Allaha emanet olunuz :)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Esselamunaleykum . Bu bölümde bazı düzenlenmeler yaparız diye düşünmüştüm fakat bu mümkün değil gibi gözüküyor .Açılan bölüm içerisinde farklı başlıklar altında konu açılamıyor..Forum yöneticileri yardımcı olabilirlerse belki yapılabilir.Kıbrısın sıcağnda yaz okulunda boğuluyorum dualarınızı bekliyorum .Allaha emanet olunuz :)

hayırlısı olsun siyah beyaz kardeş siz inşaallah paylaşımlarınızı yapın.
selam ve dua ile.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Gönüller Sultanı Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri

Takdim

Bir asra yaklaşan ömrünü istikamet, takvâ ve verâ ölçülen içinde, kullarını Allah'ın yoluna irşâdla ikmal eden Sâmi Efendi Hazretlerini nebiler nebisinin âğûşunda sevgilisi Allah'a uğurlayışımızın ardından 10 yıl geçti O'nu, vefâtının sene-i devriyesinde söz kalıpları içine sokmak ve lâfızlarla anlatmak bizim kârımız değil. Lâkin "Sâlihlerden bahsetmenin rahmet nüzûlüne medâr" olacağı düşüncesiyle kısa çizgilerle merhûmu anlatmaya çalışacağız.

Hayatı

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu, nüfus kayıtlarına göre 1892 yılında Adana'da dünyaya geldi. Babası tarihte Ramazanoğulları diye bilinen âileden Müctebâ Bey, annesi ise Ümmügülsüm Hanım'dır. Sâmi Efendi'nin büyük ceddi Abdülhâdi Bey'in tesbit ettiği âile şeceresine göre, Ramazanoğullarının aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden olduğu ve Hz. Halid b. Velid (r. A.) nesliyle münâsebettar bulunduğu anlaşılmaktadır.

İlk, orta ve lise tahsilini Adana'da tamamlayan Sâmi Efendi, yüksek tahsil için İstanbul'a geldi Darûl-fünun Hukuk Mektebine girdi. Hukuk Fakültesini birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini zâbit vekili (yedek subay) olarak yine İstanbul'da yaptı.

Zâhir ilimlerini devrin ulemâ ve müderrislerinden tamamlayan Sâmi Efendi için sıra manevi ilimlere ve bâtın imârına gelmişti. Fıtrat-ı necîbesinin şiddet-i meyli sebebiyle tasavvuf yoluna sülûk etti. Devrin meşhur Nakşi tekkesi Gümüşhâneli dergâhında bir müddet erbaîn ve riyâzatla meşgul olduktan sonra arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad Efendi'nin babası Rüşdü Efendi'nin delâletiyle Kelâmî dergâhı şeyhi ve meclis-i meşayıh reisi Erbilli Es'ad Efendi'ye intisab etti. Kısa zamanda kesb-i kemâlât eyleyip seyr u sülûkunu ikmalden sonra hilâfetle irşâda mezun oldu. Bir müddet daha mürşidinin yanında kaldı ve bilâhere memleketi Adana'ya irşâda muvazzaf olarak gönderildi.

Mahmûd Sâmi Efendi Hazretleri tekkelerin kapatılmasından sonra memleketi Adana'da bir yandan Câmi-i Kebir'de vaaz ve husûsi sohbetleriyle irşâd hizmetini yürütürken, bir yandan da maişetini temin için bir kereste ticârethanesinin muhasebesini tutuyordu. O, babasından ve âilesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve "Hiçbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir" (Buharî) hadîsi şerîfi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih etmiştir. Sûfiler içinde baba mîrasını almayanlar içinde ilk olarak Hâris Muhâsibi'yi görüyoruz. O da Kaderiye mezhebine bağlı bulunan babasının mirasını almamıştı.

Adana'da uzun yıllar müştâk gönüllere aşk-ı ilâhî şerbeti sunarak hizmet etti. Yazları Adana'nın Namrun ve Kızıldağ yaylası ile bazan da Kayseri'nin Talas'ında geçirirdi. Hac yolunun açıldığı 1946 yılında ilk defa hacca gitti.

1951 yılında İstanbul'a geldi. İki yıl kadar İstanbul'da kaldıktan sonra 1953 yılında hac mevsiminde önce hacca, dönüşte de arkadaşı Konyalı Saraç Mehmed Efendi'yle Şam'a geldi ve oraya yerleşti. Bilâhere âilesi, damadı ile birlikte yanına gitti. Ancak bu Şam hicreti dokuz ay kadar sürdü. Dokuz ay sonra tekrar İstanbul'a geldi. İstanbul'a bu gelişlerinde önce Bayezid-Lâleli'ye, sonra da Erenköy'üne yerleşti. Şamdan İstanbul'a bu gelişlerinde zevceleri Valide Hanım'a "İstanbul'a tekrar geldik. Gönlümüz Medine'de atıyor. Ahîr ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz," buyurmuşlar

İstanbul'da bulunduğu yıllarda da Adana'daki gibi bir yandan Erenköy Zihnipaşa Camiindeki vaazları ve husûsi sohbetleriyle irşâd hizmetini yürütürken diğer yandan da Tahtakale'de bir ticârethanenin muhasebesini tedvirle maîşetini temin etmekteydi. O' nun bu vaaz, irşâd ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından, fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnâf, işçi, memûr, tüccâr ve fabrikatör binlerce insan istifâde ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir. İhvanını mânevi himâye kanatları altında toplayarak onları cemiyetin her türlü kötü cereyanından korumaya çalışmıştır.

Ömrünün son yıllarında şöhretinin artması ve dışarıda kendisine iltifatın nazar-ı dikkati celbedecek seviyeye ulaşması sebebiyle kûşe-i uzlete çekildi. İhvanı ile gerek devlethanesinde ve gerekse Ramazan'da hatimle kılınan teravih namazlarında görüşüyordu. Bu vesile ile onlara İslâmî düsturları Muhammedi hakikatları ve Nebevî ahlâkı anlatarak hâliyle, kaliyle irşâd ediyordu.

1979 yılında gönlündeki muhabbeti-i Resûlullah ateşi onu Belde-i Tâhire'ye hicrete mecbûr etti. Çünkü onun son arzusu Peygamber şehrinde Hakk'a varmaktı. Nitekim 1957 senesinde yakınları kendilerine Eyüp Sultan'dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde:

- Herkesi arzusuna bıraksalar biz Cennetü'l-Baki'yi arzu ederiz, buyurmuşlardır. Cenab-ı Hak sevdiği kulunun arzusunu kabul buyurdu. Nitekim İstanbul'da bulunduğu yıllarda mübtelâ oldukları amansız hastalık, orada da yakasını bırakmadı. Fakat en acılı, ağrılı zamanlarında bile o, hiçbir şikayette bulunmamış, yüzünden tebessümü eksik olmamıştır. Vefatı 10 Cemaziyelevvel 1404 /12 Şubat 1984 Pazar günü saat: 4.30'da vâkî olmuş ve Cennetü'l-Baki'ye defnolunmuştur. Rahmetullahi aleyh.

Vefatına şu ifadelerle tarih düşüldü. Kutb-i vâsılîn ü gavs-ı şuyûh-ı ızâmı Nûr-i hüdâ mürşid-i merdüm-ı ihtirâmi Belde-i Tahire'de tevhidle deyüp Allah Vasl-ı cinan eyledi Şeyh Mahmûd Sâmi (1404 H.)

Şemail ve Ahlâkı


Merhum Ramazanoğlu Sâmi Efendi, uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, ela gözlü mücessem bir nûr heykeliydi. Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kâbil olmazdı. Etrafa ziyâlar saçan gözlerinin isabet ettiği vücûd, tir tir titrerdi. Hatta O' nun nazarlarından müteessir olup cezbeyle düşüp bayılanlar bile olurdu. Temiz ve düzgün giyinirdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını ya tamamen kestirir veya kulak memesine kadar uzatırdı. Bütün bunlar sünnet-i seniyyeye imtisâllerindendi.

Sâmi Efendi, çok az yer, içerdi. Sohbetlerinde sıkça az yemenin faziletinden çok yemenin zararlarından bahseder bunu âyet, hadis ve hikmetli sözlerle anlatırdı. Kendisi sünnet üzere günde iki öğünden fazla yemezdi. Yediği zaman da yarım dilim ekmek ve bir kaç lokma katıkla kifâf-ı nefs ederdi. İhvanla birlikte yenildiğinde "ihvanla yenilende bereket vardır ve bundan suâl olunmayacaktır" buyurarak fazlaca yenilmesine müsâade, hatta teşvik ederlerdi.

Az uyurlardı Seher vaktini ihyâ etmek en büyük zevkleriydi. Evinde misafir kalanlar veya kendileriyle bir yolculuğa çıkanlar, gecenin hangi saatinde kalksalar onu ayakta bulurlardı. Hatta onun anlayışına göre yatıp uyumanın adı bile istirahattı. Nitekim bir defasında bağlılarından birinin evinde misafir bulunduklarında gecenin ilerleyen saatlerinde hâne sahibi kendilerine:

-Efendim artık yatarsanız yatak hazırlayalım, der. O:

-Yatmanın adı istirahattır, buyururlar. Bir müddet sonra ev sâhibi tekrar:

-Yatar mısınız? deyince O yine:

-Yatmanın adı istirahattır. Fakir istirahat edeyim, sizi de eksik kalan dersinizi tamamlayın, buyurur. Hâdiseyi anlatan zât diyor ki, "gerçekten o sabah dersim yarıda kalmış ve akşama kadar da tamamlamaya fırsat bulamamıştım."

Az konuşurlardı. Konuştukları zaman ya hikmet söylerler veya nasihat ederlerdi. Değilse sukûtu ihtiyar ederlerdi. Nitekim Merhûm Ali Yektâ Efendi şöyle diyor: "Evliyâullah'ın tasarrufları ya kavlen ya da hal ile olur. Sâmi Efendi'nin tarassufu hal iledir. Kelâmi dergâhının en feyizli günlerinde oraya devam eden pek çok ulemâ ve fuzalâ vardı. Fakat Sâmi Efendi o zaman pek genç olmasına rağmen bugünkü gibi kâmil ve hâl sâhibi idi."

Ali Yektâ Efendi, müftülüğünün yanısıra Kelâmî dergâhında seyr u sülûkunu Es'ad Efendi'den tamamlayarak hilâfet icâzetnâmesi almış bir zattır. O, bu icâzetnâmesini ömrü boyunca saklamış ve bir gün tesâdüfen o icâzetnâmeye muttali olan yakınlarına "Onu sakın kimseye söylemeyin. O vazifenin ehli ve salâhiyetlisi Sâmi Efendi'dir." Demişti.

Edeb

Sâmi Efendi'nin bütün hayatı edeb çizgisi içinde geçmiş, her an hadis-i şerifde ifade buyrulan "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etmek ve O' nun muşâhedesi altında bulunduğu duygusuna sâhib olmak" (Buhârı, Tefsir Sûre, 31) mânâsına gelen ihsan duygusu içinde yaşamıştır. En ciddi insanların, en otoriter simaların bile bir zaaf ve hafiflikleri bulunabilir. Fakat onun hayatında böyle bir zaaf ve hafiflik hiçbir zaman görülmemiştir. İstikamet ve edebi her yerde ve her an muhafaza edebilmek keskin kılıcın üzerinde yürümeye benzer. Bu ancak kemâl ehli, tevfik-ı ilâhiye mazhar kimselerin kârıdır. Allah Rasûlü (s.a.) Efendimiz'in "Emrolunduğun gibi istikamet üzre ol!" (Hûd, 112) ayeti beni ihtiyarlattı"

buyurması, bu işin güçlüğüne en güzel delildir.

O' nun sohbetlerine devam edenler bilirler ki, O hiçbir zaman ayak ayak üstüne atarak, ayak uzatarak veya bağdaş kurarak oturmamıştır. Daima dizüstü oturmayı tercih etmiştir. Sohbetlerinde sık sık:

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ'dan Giy o tâcı emîn ol her belâdan

beytini okuyarak edebden bahsederlerdi. Sohbetlerde Kur'ân tilaveti esnasında kendileri koltuk kanepede bile olsa hemen dizüstü oturur Kur'ân okuyacak kimse yerde ise hemen koltuk ve sandalyeye oturtulurdu.

Bir gün Halep meşâyıhından Muhammed en-Nebhânî İstanbul'a gelir. Sâmi Efendi Hazretleri bazı ihvânıyla kendilerini ziyarete giderler. Nebhânî ve arkadaşları gayet rahat ve serbest otururken Sâmi Efendi ve ihvanı dizüstü otururlar. Onların bu halini gören Muhammed Nebhanî:

Rahat oturun, der Efendi Hazretleri ve ihvânı oturuşlarını değiştirmeden:

Biz böyle daha rahatız, derler, Nebhânî de bu edeb karşısında:

Edeb, Türklerde dir, demekten kendini alamaz.

Kalb-i Selîm


Sohbetlerinde sık sık "O gün kalb-i selîm'den başka ne evlâd, ne mal; hiçbir şey fayda vermez." (Şuarâ Süresi: 88-89) ayetini okuyarak kalb-i selîmi îzah ederlerdi. O'nun tefsirine göre kalb-i selîm, ne incinen, ne de inciten kalbdi. "İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir amma incinmemek elde değildir," derlerdi. Ve ilâve ederlerdi: Fakir hiç kimseden incinmem ve kimseyi incitmemeye çalışırım." Gerçekten de bir asra yaklaşan ömrü boyunca O'nun hiç kimseyi incittiği görülmemiştir.

Kapısına gelen herkesi kabul edip onlarla görüşmek onlara iltifat ve ikramlarda bulunmak adetleriydi. Bir defasında ziyaretine gelenlere bir yakîninin: "Efendi'nin istirahata ihtiyacı var" diye geri çevirmesine muttali olunca:

- Burası Hak kapısıdır. Kimse geri çevrilmez. Hem de ihvanın kötüsü olmaz, buyururlar. Bu tavır, onun insana ve müslümana verdiği değerin en güzel ifadesidir. Torunu yaşındakilere bile hitab ederken isimlerinin sonuna Efendi, Bey sıfatlarını ekleyerek konuşması aynı anlayıştan kaynaklanmaktadır. H. Sâmi Efendi, kendini Allah'a ve Allah'ın kullarına hizmete adamış bir Hakk dostu idi. Daha sülûkünün ilk yıllarında "Yaratılanı Yaratan'ından ötürü sevmek" esasına bağlı kalarak, hizmeti sohbete, gayreti de himmete vesile bilerek şevkle çalışırdı.

Nitekim Kelâmî dergâhı bağlılarından Cide müftüsü H. Hüseyin Efendi'ye yaptığı hizmetler her türlü takdirin fevkindedir. Kelamî dergahında bulunan H. Hüseyin Efendi son zamanlarında hastalanır. Hastalığının şiddeti her geçen gün artar. Ve nihayet Müftü Efendi yatağından kalkamaz olur. Müridân birer hafta nöbetleşe bakmaya başlarlar. Hastalığın şiddeti daha da artırınca acele ailesine bir telgraf çekilmesi kararlaştırılır. Bu haberi duyan o zamanlar dergahın en genç müridi bulunan Sami Efendi mürşidi Es'ad Efendi'ye:

- Efendim, müsaade buyurursanız da Müftü Efendi'ye ben baksam ve âilesine telgraf çekilmese, der. Es'ad Efendi de bu teklifi memnûniyetle kabûl eder. H. Sami Efendi bundan sonra tam on sekiz ay Müftü Efendi'ye en güzel şekilde hizmet ederler. Görenler onun bu hizmetine imrenirler. Müftü Efendi de yaşlı gözlerle:

- Allah'ım! Bana ne ihsanda bulunmuşsan hepsini Sami Efendi'ye bağışlıyorum, diye münacâtta bulunur. Ve Es'ad Efendi ile görüştüklerinde de:

Sami Efendi evladımız, bize hizmette inşallah Hakk'ın rızasına erdi, diye tebşiratta bulunur.

Aslında hayli zamandan beri dergahtaki hizmetlerin ekserisi bu genç ilmiyeli derviş tarafından görülmekte imiş meğer. Gece herkes yatağına yattığında o, gizlice kalkar, yapılacak hizmetleri ifâ eder, her tarafı temizler, suları ısıtır ve öyle yatağına yatarmış. Nitekim Cide müftüsü Hüseyin Efendi, sağlıklı zamanlarında erken kalkmaya çalışıp bu hizmetlerin kimin tarafından yapıldığını öğrenmek istermiş. Fakat ne mümkün. Bir sefer akşamdan yatmamağa karar vererek bir kenara gizlenmiş. Yatağından kalkıp bu hizmetleri gören Sami Efendi tam çöp tenekesini alacağı sırada Hüseyin Efendi tenekeyi kapar ve:

- Evladım bu hizmeti de fakîre müsaade buyur, der.

Sami Efendi nezaketle almak isterse de Hüseyin Efendi:

- Allah aşkına bırak deyince Sami Efendi de bu hizmeti ona bırakır.

İrşad vazifesiyle memleketi Adana'ya gönderildiğinde oradan İstanbul'a mürşidine hediyeler göndermek adetiydi. Fakat o, hediyelerinin bizzat kendi elinin emeği olmasına büyük itina gösterirdi. Rivayete göre ekinler biçildikten hasad toplandıktan sonra tarlalara gider, yerlere dökülen başakları toplar, onları güzelce bulgur yapar ve İstanbul'a gönderirdi. O'nun bu hâline muttali olan babası:

- Oğlum, benim ambarlarım buğday oldu. Niçin Efendi'ne onlardan göndermiyorsun? dedi. O da:

- O kapıya lâyık olan el emeği, göz nurudur, buyururlar.

H. Sami Efendi Hazretleri kendisini sevenleri ve bağlılarını eski kültürümüze ve bâ-husûs eski harflerle okuyup yazmayı öğrenmeye sevk ederlerdi. Hatta bu yüzden son yıllara kadar eserlerini yeni harflerle neşre müsaade etmemişti.

Ayrıca kendileri iyi derecede Fransızca bildikleri halde Batı kökenli kelimelerin Türkçe'de kullanılmasından hoşlanmazlar, böyle Fransızca veya Latince asıllı kelimeleri asla kullanmazlardı. Mesela ilaçların isimlerini bile Latince adıyla değil, kendilerinin ona taktıkları bir ad veya sıfatla zikrederlerdi. Kırmızı hap, pembe şurup gibi. Bu davranış lisanda özenti merakıyla Batı kökenli veya uydurma kelime kullanmayı itiyad edinenlere bir ibrettir.

Sohbetlerinde bir ara Rûhûl-beyan Tefsirinden naklen köpeğin on hasletinden ısrarla bahsetmişlerdi de (bk Musahabe VI) hal sahibi bir ihvan "Biz henüz köpeğin mertebesine gelemedik" demekten kendini alamamıştı. Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseden ve ihsana nefislerinin tehlikesinden korunabilmek için şunları tavsiye buyururlardı:

1-Açlık ve az yemek, oruca devam,

2-Az uyumak ve teheccüde devam,

3-Huşû ile ibadet, mânâsını düşünerek Kur'an okumak,

4-Zikr-i daim içinde bulunmak,

5-Salih ve sadıklarla beraber olmak.

Sâmi Efendi, daima huzûr-i ilahîde bulunduğu ve her nefesinin son nefesi olabileceği düşüncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest üstüne abdest almaya büyük itina gösterirdi. Nitekim onun muhasebesini tuttuğu bir zatın tesbitine göre Efendi defterleri abdestli yazardı. Yazma işi bitince defterleri kaldırır, abdest alır, biraz Kur'ân okurdu. Az sonra ezan okununca bu sefer namaz için tekrar abdest alırlardı.

Onun irşaddaki usûlü Nebevî üslûpta idi. insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi için hiç kızmazdı. Onlara örnek olmak sûretiyle irşad etmeyi tercih ederdi. İrşadda en geçerli yol da budur. Çünkü irşad halkaları merkezden muhite doğru yayılır. "Önce nefsinden başlamak' esastır. Hiç kimseye açıkça "şunu yap, şunu yapma" demez, dolayısıyla bunu ihsas ettirmeye çalışırdı. Hiç kimseye "Bizden ders al, bizim sohbetimize katıl gibi emirler vermezdi. Hatta kendileri dikkat çekecek, fitne uyandıracak ve riyâya dâvetiye çıkaracak şekle müteallik şeylerden husûsiyle sakınırdı.

Ancak yakınlarını helal kazanca, faize bulaşmamaya teşvik ederler, bazan bunu samimi bulduklarına açıkça söylerlerdi. Değilse dolaylı olarak ifade buyururlardı.

Şöhretten ve aşırı hürmetten çok rahatsız olurlardı. Nitekim İstanbul Tahtakale'de çalıştığı yıllarda önceleri öğle ve ikindi namazlarında Rüstempaşa ve Marpuççular camilerine cemaata devam ederlerdi. Camide kendisini tanıyanların aşırı tâzim ve hürmeti onu rahatsız etmiş, bilâhare bu namazları yazıhanede kılmaya başlamışlardır. Yalnız, ihvâna;

- Siz cemaata devam edin, o şeref ve faziletten mahrum kalmayın, buyurmuşlardır.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Sevenlerinin Dilinden Sami Efendi (KS)...

• Gönenli Mehmed Efendi’nin Sami Efendinin bağlılarından Lütfi Eraslan’a söylediği sözler bu özel konumu aydınlatıcı mahiyette:

"Öyle bir zata sahipsiniz ki bütün kafirler bir araya gelse, gökyüzünden onu yere atsalar, yine ayakları üstüne düşer. Hiçbir kafir ona bir şey yapamaz. Zira Cenab-ı Hak tarafından teyid edilen bir vazifesi vardır… Sami Efendi bu ümmetin en büyüğü idi başka ne söylense boştur."

Esad Erbilli Hazretleri

"Yeryüzünde melek görmek isteyen Sami evladımızın yüzüne baksın. Sami evladımın edebine melekler gıpta ederler. Mahviyeti benden fazladır.''

Bediüzzaman Hazretleri de gençliğinde Esad Erbilli Hazretlerinden Kadiri dersi alırdı. Bir defasında Bediüzzaman gittikten sonra, Esad efendi “Bu genç, gençlere hizmetle görevli. İstikbalde gençlere iman davasında çok büyük hizmetler yapacak. Ama hala kendisi bunu bilmiyor, kendisine söylenmedi” dedi.

Abdülvehhab es-Selâhi (Şam’da Halbuni camii imam-hatibi, Nakşibendi meşayihinden)

“Şam ehlüllah diyarıdır. Ben bu mübarek zatı daima derin bir hayranlıkla temaşa ederim. Sebebi ise bütün güzel sıfatları üzerinde toplayan bu zât kadar Ebu Bekir es Sıddık meşrebinde bir insan görmedim.”

Muharrem Harrânî

Şam’da 1965 senesinde hacca giden bir topluluğa şunları söylüyordu: “Siz Mahmut Sami Efendi’yi bilirsiniz. Ben arzı tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstaz gibi Muhammediyyü’l meşreb bir veli kimseyi göremiyorum. Bu zat asırlar içinde ender görülen bir yüce zâttır. Kadir ve kıymetini biliniz.”

Seyyid Şefik Arvasi (Sultanahmed camii İmam hatiplerinden,Bediüzzaman’ın talebesi):

“Ben yüzlerce meşayih gördüm. Fakat bu zata karşı sevgim başka.”

Konya’daki bir konferansı sonrası Necip Fazıl:

“Sami Efendiyi tanırım.İki kere elini öpme şerefine erdim. Sami Efendi gökten inen taze yağmur gibidir,idrofilli pamuk gibidir, yaralara konur, tedavi edilir.”

Ali Yakup Cenkçiler Hoca efendi:

“Takva babında bütün evsafıyla selef-i salihinin zahid ve abidlerini andıran bu zatın kemalat-ı maneviyesi hakkında söz söylemek bizim gibi naçiz bir abd-i acizin kârı değildir.”

Mahir İz (v.1974)

“O Hazret-i Sami’dir. Biz devr-i padişahiden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik.

Ali Yekta Efendi (Esad Erbili'nin halifelerinden):

"Evliyâullah'ın tasarrufları ya kavlen ya da hal ile olur. Sâmi Efendi'nin tarassufu hal iledir. Kelâmi dergâhının en feyizli günlerinde oraya devam eden pek çok ulemâ ve fuzalâ vardı. Fakat Sâmi Efendi o zaman pek genç olmasına rağmen bugünkü gibi kâmil ve hâl sâhibi idi."

Ali Yektâ Efendi, müftülüğünün yanısıra Kelâmî dergâhında seyr u sülûkunu Es'ad Efendi'den tamamlayarak hilâfet icâzetnâmesi almış bir zattır. O, bu icâzetnâmesini ömrü boyunca saklamış ve bir gün tesâdüfen o icâzetnâmeye muttali olan yakınlarına "Onu sakın kimseye söylemeyin. O vazifenin ehli ve salâhiyetlisi Sâmi Efendi'dir." Demişti.

Süleyman Hilmi Tunahan:

Süleyman Efendi kendisini ziyarete gelen Sami efendi’yi gülümseyerek karşılar ve “Şeyh baba hoş geldin. Ben senin ziyaretine gelemedim ama”dermiş.

Mahmud Ustaosmanoğlu Efendinin Şeyhi Ahiskalı Ali Haydar Efendi:


Sami Efendinin kendisini mükerrer ziyaretlerinin birinde oradakilere şöyle demişler: “Bu zatın bizi sekizinci ziyaretidir. Biz henüz bir defa bile gidemedik. İşte Allah için ziyaret budur, kemalat da budur"

Abdülvahid Mutkan Bey anlattı:

“Sami Efendi Hazretleri benim tespit ettiğime göre Üstad Bediüzzaman Said Nursi'yi birkaç kez ziyaret etmiş. Birisinde Draman’da, birisinde zannedersem Akşehir palas otelinde...

Orada Üstadımız daha önceden ağabeylere tembihte bulunuyor ki: “Hocaefendi geldiğinde elini öpün” diye”

Lütfi Eraslan anlatıyor;

“Yunak müftüsü Süleyman efendi bir gün M. Sami Üstadımıza sormuş: “Efendim, Said Nursi hazretleri o karanlık günlerde nasıl korkusuzca cihada devam etti?

Mahmud Sami Üstadımız cevaben buyurmuşlar ki: “Bir insanın Allah korkusu her tarafını ihata ederse,sair korkular onun bedenine girmeye yer bulamaz.”

Sâdık Dânâ hazretleri:

“Muhterem üstaz hazretlerinin hiçbir fert ile çekiştiklerini; münakaşa ettiklerini, gıybetini yaptıklarını gören, işiten yoktu. O büyük Allah vesilesinin her an kader bahsine hakkıyla vukufları olduğu için hiçbir kimse hakkında su-i zanda bulunmazlardı.

Sevenlerini katiyyen ümitsizliğe düşürmezdi. Huzur-ı âlîlerine gelenler (her ne kadar ihmalci ve hatalı halleri var ise de) büyük bir huzur ve ümit içinde yanlarından ayrılırlardı. Sükût ve edeb ehlini çok severler, yanlarından yer ayırır, iltifatta bulunurlardı. Hülasa o, asırların yetiştirdiği ististani bir şahsiyetti.”

Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kâbil olmazdı. Etrafa ziyâlar saçan gözlerinin isabet ettiği vücûd, tir tir titrerdi. Hatta O' nun nazarlarından müteessir olup cezbeyle düşüp bayılanlar bile olurdu.

Sohbetlerinde sıkça az yemenin faziletinden çok yemenin zararlarından bahseder bunu âyet, hadis ve hikmetli sözlerle anlatırdı.İhvanla birlikte yenildiğinde "ihvanla yenilende bereket vardır ve bundan suâl olunmayacaktır" buyurarak fazlaca yenilmesine müsâade, hatta teşvik ederlerdi.

En ciddi insanların, en otoriter simaların bile bir zaaf ve hafiflikleri bulunabilir. Fakat onun hayatında böyle bir zaaf ve hafiflik hiçbir zaman görülmemiştir. İstikamet ve edebi her yerde ve her an muhafaza edebilmek keskin kılıcın üzerinde yürümeye benzer. Bu ancak kemâl ehli, tevfik-ı ilâhiye mazhar kimselerin kârıdır.

Allah Rasûlü (s.a.) Efendimiz'in "Emrolunduğun gibi istikamet üzre ol!" (Hûd, 112) ayeti beni ihtiyarlattı" buyurması, bu işin güçlüğüne en güzel delildir.

Şöhretten ve aşırı hürmetten çok rahatsız olurlardı. Nitekim İstanbul Tahtakale'de çalıştığı yıllarda önceleri öğle ve ikindi namazlarında Rüstempaşa ve Marpuççular camilerine cemaata devam ederlerdi. Camide kendisini tanıyanların aşırı tâzim ve hürmeti onu rahatsız etmiş, bilâhare bu namazları yazıhanede kılmaya başlamışlardır. Yalnız, ihvâna;

- Siz cemaata devam edin, o şeref ve faziletten mahrum kalmayın, buyurmuşlardır.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Hatıralarla Sami Efendi (KS)...
Ramazanoğulları’ndan Müctebâ beyin evinin kapısını biri çalar. Kapıyı evin hizmetlisi açar. Kapıda bir kimsenin beklediğini görür ve ne istediğini sorar.

Ziyaretçi:

- Evin hanımı ile görüşmek istiyorum der.
Hizmetçi hanım, Ümmügülsüm validemize durumu bildirir. Ümmügülsüm validemiz:
- Kızım ne isterse kendilerine ver
diye tembihte bulunur. Hizmetçi ziyaretçinin isteğini sorar ise de
- Muhakkak kendileri ile görüşmem lazım
diye ısrar eder. Bu ısrar karşısında Ümmügülsüm validemiz kapıya gelir ve kapının arkasından konuşur. Ziyaretçi:
- Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek, sol eğe kemiği üzerinde büyük bir ben bulunacak ve uzun müddet İslamiyet’e hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve şüpheli şeylerden sakın. İsmini de Mahmut Sami koy.
der ve bir gömlek ister. Validemiz gömleği getirene kadar ziyaretçi ortadan kaybolur. Ziyaretçinin aslında Hızır aleyhisselam olduğu sonradan anlaşılır.


Yıl 1892, Adana'nın üzerine sanki bir nur doğar, Mahmut Sami Efendimiz dünya hayatına merhaba demiştir. Anne Ümmügülsüm Hanım ve Baba Müctebâ Bey evlatlarının üzerine doğumundan itibaren büyük bir titizlik gösterirler. Onun dini mübine hizmet edecek önder bir insan olarak yetiştirmek için ellerinden gelen gayreti sarf ederler. Onu Muhammedi ahlâk ile yetiştirirler.
İlk, orta ve lise tahsilini memleketi Adana'da tamamlayan Mahmut Sami Efendimiz, yüksek tahsil için İstanbul'a giderler. Burada İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesine kayıt yaptırırlar. Üstadımız Hukuk fakültesini birincilik ile bitirirler.


Zahiri ilimleri devrin ulema ve müderrislerinden tamamlayan Sami Efendimiz için sıra manevi ilimlere gelmiştir. Dünya diplomasını alan Üstadımız için sıra ahiret diplomasına idi. Nakşi tekkesi olan Gümüşhaneli Dergahına gider ve manevi vazife alır. Bir müddet Gümüşhaneli dergahına devam eder.
Daha sonra Kelami dergahı şeyhi Erbilili Es'ad Efendimizin talebesi olur. Dergaha devam ederlerken bir taraftan üstadına bir taraftan da dergaha hizmet eder. Daha o yaşlarda geceleri uyumaz, yorulmak nedir bilmezdi. Gündüzleri gelen misafirlerle ile ilgilenir, hizmetlerinde bulunur, geceleri uyumaz dergahı temizlerdi.
Kelami dergahı müridanından Hacı Mustafa Efendi dergahı bir gün de ben temizleyeyim diye erken kalkar. Lakin dergah temizlenmiştir. Ertesi gün biraz daha erken kalkar, fakat yine temizlenmiştir. Ertesi gün yine kalkar, yine temizlenmiş. Bu gece yatmayayım da kim temizliyor bu dergahı bakayım der. Hacı Mustafa efendi oturduğu yerde dalar, ayıktığında Mahmut Sami efendimiz dergahı süpürmüş, çöpü atmak üzeredir.
- Vay mübarek! Bu işi her gece sen mi yapıyordun? Müsaade buyur da çöpü de ben atayım.
der nezaketle. Mahmut Sami efendimiz:
- Siz zahmet buyurmayın efendim, ben atarım
der. Hacı Mustafa efendi:
- Hayır, siz müsaade buyurun derken Üstadımız Es'ad Efendi Hazretleri odasından çıkarak:
- Durun, durun beraber atalım. Melekler sizin şu halinize hayran oldular,
diyerek yanlarına gelir, üçü birden beraberce çöpleri çöp kutusuna atarlar.

Sami Efendimiz geceleri yatmaz, kıbleye karşı oturur, üzerine bir örtü örter, örtünün altında huzur ile meşgul olurlardı. Her sabah Üstadımızın karşısına boy abdestti ile çıkarlardı.

Bir gün dergahtaki Ali Baba vasıtası ile Adana'daki ebeveynini ziyaret etmek için, vapurla gitmek üzere Üstadından izin istedi ve eşyalarını toplayıp bavuluna yerleştirdi. Haberi beklerken Ali Baba gelmiş Efendimiz:
- Gitmesin dedi, deyince eşyalarını çıkarıp yerlerine yerleştirmiş ve “niçin?” diye hikmetini sormaya lüzum görmeden yerine oturmuştu. Sonradan duyuldu ki, o gideceği vapur denizde batmış. O zaman üstadımızın gitmesin sözünün hikmeti anlaşılmıştır.
Aradan bir zaman geçtikten sonra yine Adana'ya gitmek için Üstadından izin istemiş, müsaade edilince de ebeveynini ziyarete gitmişlerdi.
Adana'da bulunduğu devrelerde , oradan İstanbul'daki üstadına hediyelere gönderirdi. Gönderdiği hediyelerin de , bizzat kendi elinin emeği olmasına itina gösterirdi.
Rivayete göre ekinler biçildikten ve hasat yapıldıktan sonra tarlalarına gider, yerlere dökülen başakları toplar, samanından tanelerini mübarek elleri ile ayırır, onları bulgur yapıp İstanbul'a gönderirdi. Onun bu halinin işiten babası:
- Oğlum, benim ambarlarım buğday ile dolu, niçin Hocana onlardan göndermiyorsun, kendine eziyet ediyorsun? deyince. Üstadımız:
- O kapıya layık olan el emeği göz nurudur. diyerek cevap vermişlerdi.

Mahmut Sami Efendimiz kısa zamanda kesb-i kemalat eyleyip seyru sülûkünü tamamladı. Es’ad Efendimiz mü'minlere hizmet etmesi için icazet vererek kendi yerine varis eyledi.

Sami Efendimiz uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, çukurca ela gözlü, zayıf olmasına rağmen mütenasip vücutlu idiler. Halim selim yumuşak ahlâklı, melek sıfat idi. Yakinen tanıyanlar Ona melek Sami Efendi derlerdi. Yerine göre gayet yiğit ve cesurdu. Yüzleri mütebbessim olmasına rağmen, içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Vakar, temkin ve itidâl ehli idi.
Temiz, sade ve düzgün giyinir, sakalı bir tutamı geçmezdi. Az yer, az uyur, zaruret olmadıkça konuşmazdı. Konuştukları zaman muhataplarının seviyelerine göre konuşur, mühim olanları üç kez tekrar ederlerdi. Daima kıbleye karşı iki dizi üzerine otururlardı. Ayağını uzattığı, bağdaş kurup oturduğunu gören olmamıştır.
Hiç kimseden incinmemişler, hiç bir kimseyi de incitmemişlerdir. Kendisi ile bir konuda istişare edenlere:
- Büyükler şöyle yaparlarmış, veya biz sizin yerinizde olsak şöyle yaparız diyerekten emir vermekten kaçınırlardı.
Hayatı belli bir düzen, nizam ve intizam içerisinde idi. Nitekim Erenköy'deki evlerinden Tahtakale'deki iş yerine gidişlerinde vapur ve trene aynı saate biner, gişe memurlarını meşgul etmemek, yolcuları bekletmemek için bilet ve jeton paralarını devamlı surette bozuk olarak verirlerdi.

Mahmut Sami Efendimizin Peygamberimizin manevi emaneti devir almasını Üveysi veli Ladikli Hacı Ahmet Ağa (k.s.) anlatıyor:
"Veraseti Nebeviyye makamına ait emaneti devir almak için Mahmud Sami Efendimiz Medine-i Münevvere'ye davet edilmişti. Haberi kendilerine tebliğ etmiştim. Birlikte Adana'dan Ravza'yı Mudahhara'ya dört dakikada yetişmiştik. Bütün ricaller, kutublar orada toplanmışlardı... Hocamda orada idi.
Makam'ı Rasulullah’dan...
'Evladımız Mahmut Sami Efendiyi varisimiz olarak makamımıza tayin ettik!'
emri peygamberiyyesi mühürlü olarak, icazetnamesi kendisine verilir.
Toplanan ricaller ve kutuplar kendilerine hemen orada biat ederler...
Hac dönüşü, Gavs-el Azam Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri ile görüşmüş ve kendilerine:
- Sami Efendi; evlatlarına benim Kadiri dersimi de tarif et ve yolumu ihya et!' diye tavsiye etmiş ve mübarek Sultanım memleketlerine dönünce ihvana Kadiri dersini tarif etmişlerdir.

Sami Sultanımız bir taraftan irşad derslerine devam ederken, bir taraftan da Adana'nın senelerce ilim ve irfan meclislerinden uzak kalan camilerinde vaazı nasihatlarda bulunuyorlardı. İnsanlar gurup gurup derslerine koşuyor, manevi ikliminde feyz buluyorlardı.
1953 senesinde İstanbul’a hicret eder. Bir müessese sahibi kardeşimiz muhasebe işlerine bakması için rica ederler. Muhterem üstadım evvela, o kardeşimizin defterlerini tetkik etmişler. Alış veriş nasıl, meşru mu, yoksa karışık mı, faizle alakası var mı? Bu hususları iyice tetkik ve tespit ettikten sonra, tam arzularına uygun görünce, muhasebe işlerine başlamışlar ve
" Bir insanın muttaki olduğu yaptığı nafile ibadetlerde değil, muamelatının temiz, kazancının helal olup olmadığından anlaşılır." buyurmuşlardır.

Üstadımızın ahlâkı, adabı, her türlü hali Resulü Ekrem (a.s.) Efendimizin ahlâk ve adabına uygundu. Her işinde peygamberimizi örnek alırdı. Sohbetlerinde "Kim Resule itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiş olur" ayetini okurlar ve kendilerde günlerini peygamberimize itaat ile geçirirlerdi.
İmamı Rabbani Hazretleri'nin:
"Bizim yolumuzda edepten bir edebe riayet etmek, mekruhtan ictinab etmek velev ki mekruhatı tenzihiyyeden olsun; zikirden, fikirden, murakabeden, teveccühten bir kaç mertebe daha efdaldır" sözünü hatırlatarak edebin ne kadar mühim olduğunu sık sık vurgularlardı.
Muhterem üstadım sohbete çok önem gösterir, müridin manevi alemde yetişmesi, kemal bulması için sohbete ihtiyaç olduğunu beyan ederlerdi. Sık sık kendileri sohbet ederler, ihvanlarıda sohbete teşvik ederlerdi. Ehli hâl olan, manevi alemden istifade etmiş bulunan ihvanları da sohbet etmeleri için izin vererek onları görevlendirirdi. Bir sohbetlerinde buyurdular ki:
" Diğer tarikatlarda riyazat vardır, erbain vardır, kırk gün çile haneye koyarlar, ölmeyecek kadar yerler, zikirle fikirle meşgul olurlar. Kimse ile görüşmezler, ancak meşayıhları ile görüşürler. Kırkıncı gün çile haneden çıktıkları zaman, benizleri limon sarısı gibi sararırlar. Bizim yolumuzda riyazat yoktur, ne yersen ye. Erbain yoktur. Ancak az yemek, az uyumak, az konuşmakla beraber terakki. Şah-ı Nakşibend ve Mevlânâ-i Hâlid (k.s.) Efendilerimizin düsturları, sohbette terakki" buyurdular.
Sohbetlerine başlayacakları zaman, daima bir aşrı şerifle başlarlardı. Çoğu zaman sohbetleri esnasında hıçkıra hıçkıra ağlarlar, etrafındakileri de ağlatırlardı. Üstadımın ağlamasının sebebi; evlatlarının yaramaz hallerini gördüğü için dayanamayıp ağlarlar ve evlatlarını da ağlatıp, Allah'ın rahmetini coşturarak bağışlanmalarını sağlamak içindi.
Sohbetlerinde sık sık kalbden bahsederler, kalbin nurlanması, zikirle ünsiyet ederek hayat bulması için beş şey lazımdır derlerdi. Bunlar;
- Az yemek, az uyumak, az konuşmak.
- Zikre devamlı olmak, Kur'an okumak
- Seherde tazarru ve niyaz eylemek
- Salihlerle sohbet etmek
- Namazda huzur, huşu üzere bulunmak.

Efendimizin damadı Ömer Bey anlatıyor:
"İstanbul’da iken bir gün, Fransa’dan Müslüman olan bir genç evimize geldi, izin isteyerek huzura girdi. Lisanı Fransızca olup Türkçe bilmiyordu. Benim tercümanlık yapmam gerekiyordu. Lakin ana lisanım gibi konuşamamam, mahcup olurum diye korkuyordum. Bir şey için dışarı çıktım, tekrar içeri girdiğimde ne göreyim. Muhterem Pederim, o genç ile ana dili gibi Fransızca konuşuyordu.
Yine bir gün, Rumca konuşan Türkçe bilmeyen bir kimse geldi. Muhterem pederimle ana dili gibi Rumca konuşarak görüşüp gittiler."
Efendimizin damadı Ömer Bey anlatıyor:
Bir gün Muhterem Pederimle evimizin önünde bahçede idik. Bir köpek topallıyarak yanımıza geldi. Ayağı kırılmış, Muhterem Pederimin yüzüne bakarak kırılmış ayağını gösteriyordu. Pederim buyurdular ki:
- Ömer; ufak tahta parçası, bez, ip ve merhem getir
Hemen koşup evden, efendimizin istediklerini getirdim. Pederim mübarek elleri ile hayvanın ayağını yıkayıp güzelce sardılar. Bahçede bir gölgelik yapıp, hayvanı oraya yerleştirdi. Efendimiz:
- Şu kadar gün dursun, sonra ayağını çözün buyurdular.
Her gün bakıma devam ediyorduk. Söylediği gün gelince hayvanın ayağını çözdük. Ayağı iyi olmuş, yere basıyor ve aksaması kalmamıştı. Nihayet bir gün hayvan kaybolmuş bırakıp gitmişti.
Aradan bir zaman geçtikten sonra, yine Peder'i alimle bahçede idik. Birde baktık ki, hayvan yine bahçemize gelmiş, yanında da ayağı kırılmış bir köpek daha getirmişti. O hayvan da kırılan ayağını üstadımıza gösteriyordu. Yine üstadım onunda ayağını mübarek elleri ile sarmıştı. Yaptığımız gölgelikte, onun da bakımını yaptık. Ayağı iyi olunca o da bırakıp gitmişti.
Görülüyor ki hayvanat bile Allah dostlarını tanıyor...

Üstadım hazretleri gayet cömert idiler. Sehavetleri lisana gelmez, kalem ile tarif edilmezdi. Adana'da bulundukları zamanda babaları Mücteba efendi, Adana'nın eşrafından çiftlik sahibi, çok zengin idiler. Böyle iken Üstadımız babalarının malına el sürmemişler, babalarının vefatlarından sonra şer'i hakları olan miras hisselerini kardeşlerine hediye edip mirastan pay almamışlardır. Alın teri ile kazancının temin için, bir kereste mağazasının muhasebe işlerini yaparlardı. Bir gün müessese sahibi aylık maaşlarını bir zarf içerisinde kendilerine takdim ederler. Tam bu sırada bir fakir gelip Allah rızası için bir sadaka ister. Mahmut Sami Efendimiz , zarf içerisindeki maaşlarını olduğu gibi fakire verirler.

Yıl 1977, Sami Efendimiz muhterem validemiz Râbia hanıma:
- Medine-i Münevvere'ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartı ile buyururlar.
Bu hicret haberini duyan sevenleri için için üzülüyorlar, yanıp yakılıyorlardı. Ama elden ne gelir, ne yapsınlar, karar kati idi. Kader çerçevesi böyle çizilmişti.
Ayrılık muhabbet ehli için dayanılmaz, tahammül edilmez bir haldir. Haklı idiler. Asırların yetiştirdiği bu gönül sultanından ayrı, uzak kaldıkları müddetle o nurlu, o güzel yüzünü temaşa edemeyecek ve dertlere derman olan o lahûtî, ulvi, manevi sohbetlerinde bulunamayacaklardı.
Allahü Teâlâ'nın nusreti ile, arzuları, dilekleri semere vermiş Medine-i Münevvere'ye , Belde-i Tayyibe'ye, bütün aile efradı ile vâsıl olmuşlar ve salih bir zatın yaptırdığı yeni devlethanelerine yerleşmişlerdi.
Sevenleri yirmi beş sene evvel Eyüb Sultan Halid ibn-i Zeyd (r.a.) Hazretlerinin kabristanında kendileri için bir mezar yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan muhterem Üstadımız "Bizim reyimizi sorarsanız, gönlümüz Cennetü'l-Bâkîa'yı ister" buyurmuşlardır.

1980 yılında Hacı Hasan Efendimiz umreye gittiklerinde Sami Efendimiz ziyaret ederler. Hacı Hasan Efendimize birçok ikramlar yapılır. Ayrılacakları zaman üç defa müsafaha ederler, her defasında Hacı Hasan Efendimiz geriye doğru çekilirken "Hasan Efendi tekrar müsafaha edelim" buyurur. Her defasında VEKİLİMSİN der.
Sami Efendimizin Damadı Ömer bey,
- Bu iltifat hiç kimseye yapılmadı, siz sevinmiyor musunuz? deyince
- Ömer bey, kusurlarım gözlerimin önüne geliyor, buyurur.

İnsanı kamil, mürşidi mükemmel, Kavs-el Âzam, lekesiz ve has kul son anlarını yaşıyordu. Yıl 1984. Şubat ayının 12'si. Bir pazar gecesi saatler dört buçuğu gösteriyor. "sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl! Ve cennetime gir" emri ilahisi tecelli ediyor, Sami Sultanımız Allah, Allah, Allah... diyerek fani dünyaya 94 yayında gözlerini yumar.
Doksan dört yıllık ömrü boyunca bir kere ayağını uzatmamış, bağdaş kurup oturmamış olan O gül yüzlü melek, yine ayaklarını birbirine bitiştirip dizlerini dikmiş, arka üzeri Mevlâ'ya kavuşmuş ayağını uzatmamıştır.
Vefat haberi kısa zamanda dünyanın her yerinde duyulmuş ve gıyabi cenaze namazları kılınmıştı. O büyük Allah dostu uzun hayatı müddetince İslamiyet’e kendini vakfetmiş, yememiş, içmemiş maneviyata susamış olan gönülleri tenvir etmiş, asırların yetiştirdiği istisnai bir şahsiyet olduğunu Cenab-ı Hakkın yardımı ile ispat etmiştir.
Cenaze namazı Mescid-i Nebeviyye'de edâ edilip, Cennet-ül Bâkî'ye, Sahabeden Said'il Hudrî ve Said İbni Muaz (r.a.) Hazretlerinin yanına, doğu tarafına defnedilmiştir.
Vefatları evlatlarını ve sevenlerinin derin bir hüzün ve kedere gark edip, ayrılık firakı kalpleri yakmış, göz yaşları sel olmuş günlerce bu hal devam etmiştir. Ne var ki nizam-ı âlem böyle kurulmuş, böyle devam edecektir.
Peygamberi sevenler, peygamberlerle,
Sıddıkları sevenler, sıddıklarla,
Şehitleri sevenler, şehitlerle,
Salihleri sevenler, Salihlerle haşr olacaktır.
"Kişi sevdiği ile beraber haşr olacaktır" hadisi şerifi ile teselli bulup, Mevla’mızın emir ve hükümlerine boyun eğerek, Ona teslim olup, "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn..." diyoruz.​
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Sami Efendi'nin Eserleri...

Eserlerinin ve sohbet notlarının yeni yazıyla basılıp neşredilmesine senelerce müsaade etmemişlerdi. Kendilerine bu hususta yapılan ricayı kabul etmemişler, ısrarın devam etmesi üzerine şöyle buyurmuşlardı:

“Fakir, Türkçe’den başka üç lisan biliyorum. Urdu dilinde yazılmış bazı önemli eserleri takip etmek için şu yaşımdan sonra Urduca öğreniyorum. Bizim eserlerimizden istifade etmek isteyenler de zahmet edip kendi yazımızı öğrensinler.”

Ramazanoğlu Sami Efendi’nin yayınlanmış eserleri şunlardır.(Erkam yayınları)

1-Hz İbrahim(as)
2-Hz Yusuf(as)
3-Yunus ve Hud Sureleri Tefsiri
4-Bedir Gazvesi Ve Enfal Suresi Tefsiri
5-Uhud Gazvesi
6-Tebük Seferi
7-Hz.Ebubekir
8-Hz Ömer
9-Hz.Osman
10-Hz Halid
11-Ashab-ı Kiram(1-2)
12-Musahebe-(1-6)
13-Fatiha Suresi Tefsiri
14-Bakara Suresi Tefsiri
15-Mükerrem İnsan
16-Dua Mecmuası
• Dualar ve Zikirler
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Sami Efendi'den İnciler...

* Kulun duasına icâbet olunması için ilk şart; helâl lokma ile ıslâh-ı bâtın eylemek. Son şart ise ihlâs ve huzur-ı kalbdir. Yani Cenab-ı Hakk'a yönelmesi müşküldür. Evvelâ bunlara dikkat etmesi lâzımdır.

* İbadete ihlâs ile devam kalbin uyanmasına vesile olduğu gibi mâsiyete(günahlara) devam da kalbin hasta olup ölmemesine sebep olur.

* Başkalarının kusurunu taharri edenin kusuru taharri olunur. Başkalarını ta'yib edeyim derken kendi ta'yib olunur. Başkalarını rüsvay edeyim derken kendi rüsvay olur. Binaenaleyh başkalarının ayıbını arayan kendi ayıbını arar demektir.

* Âlimin teslimiyeti güç irşadı kolaydır. Cahilin teslimiyeti kolay irşadı güçtür.

* Her mü'min ilm-i hâlinî, ferâiz-i diniyyesini kendisi öğrenmesi farz-ı ayn'dır. İlmihalini Öğrenmeyen kimse günahkar olur. İslam diyarında cehalet mazeret sayılamaz.

*"Eğer ki âlim ilmiyle âmil olmazsa, cahil ilim öğrenmekten vazgeçerse, zengin malında buhl (cimrilik) ederse, fakir de dünyası için ahiretini satarsa; helak onlar için yetmiş kerre..."

* “Evlâdım, kabre insan olarak giriniz.”

* “Bir insanın muttaki olduğu, yaptığı nafile ibadetlerde değil, muamelatının temiz, kazancının helal olup olmadığından anlaşılır.”
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Sami Efendi'ye Şiirler...

Hazreti Sâmi

Kainat bahçesinde açtı dergahı Hami,

Bin vecd ile zikreder Yüce Allah'ı Sami.

İç gözüne Hak nurun sürmesi çekilmiştir,

İşte Kutb-ul Arifin, erenler şahı Sami!...


Her lütfü, her keremi O'na etmiş Erbili,

Kalb-i şerifine aşk, bina etmiş Erbili.

Cennet bağında öten can bülbülüdür Sami,

Mektubatında nice sena etmiş Erbili!...


Can kurban, cihan kurban, Hak Nura ermişlere,

Kalbi, gönlü, ve dili, Allah'a vermişlere..

Peygamber kucak açar, Melekler alkış tutar,

Ömür seccadesini dergaha sermişlere!.

(Mustafa Necati Bursalı)

...

Neden?

Dün yemyeşil baharken, solmuş neden bu bağlar?

Bilmem niçin siyahlar, giymiş dumanlı dağlar?

Sönmüş mü tüm emeller, matemler ufku sarmış?

Batmış mı hep güneşler, gökler neden kararmış?


Bülbüller ötmez olmuş, solmuş o gonca güller?

Hasretle yad ederken, ağlar yanar gönüller.

Zira o ünlü sultan, gülzarı yakdı gitti

Dünyada doldurulmaz, bir yer bırakdı gitti...


Hak kabrini nur etsin, kılsın cinan makamın;

Kurbundadır o zaten, ol Seyyid-i Cihanın!...

Örnekdi hal u kaali, maksud olan kemale

Hayrandı hep gönüller, hazretdeki bu hale


Bir bestedir ki ahım, ahengi şi're sığmaz...

Kabrinde diz çöküp ben, yıllarca ağlasam az...

Tarihe devir açarken, Fatih'lerin hayatı

Arş-ı cihanı sarsdı, üstadımın vefatı...

(Ali Kemal Belviranlı)

...

Can Gazeli

Canım öksüz bıraktı göğümden aktı cânım

Ölümsüzlük tacını başına taktı cânım

Şimdi sevdanın tahtı neylesin böyle bomboş

Aşkın zorlu yolunda son bir duraktı cânım

Seni böyle apansız gayrı gel'e koşturan

Bir ömür kavrulduğun sonsuz firaktı cânım

Biricik bakışınla yeşerdi kaç kerbela

Ki sen nazar etmeden içim kuraktı canım

Ölüm senin olmadan sevmemiştim bu kadar

Bir kez sığazlamışsın yüzü ap aktı cânım

Et kemiği bir hoş yele mi savurdun oy

Dost gelmiş diye toprak kınalar yaktı cânım

Bakışınla yıkanmak bir hayal oldu şimdi

Gönüle saplansa da gözden ıraktı cânım

Ateşin bir hükmünün kalmadığı dünyada

Gidişin yeryüzünün külünü yaktı cânım

Yaralı kuşlar artık uçmayı unutacak

Bunca yetim serçeyi kime bıraktı cânım

(Mustafa İslamoğlu)

...

Kemal Edip Kürkçüoğlu'nun Sami Efendiye yazdığı mükemmel şiir:

Düstûr-i zaman mefhar-i âl-i Ramazan'dır

Didâr-ı Muhammed ruh-ı pâkinde ayandır

Simâsı bir âyine-i envâr-ı nihandır.

Ey can kulak aç, onda beyan özge beyandır.


Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî

Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Samî


Devletlü Velî Hazret-i Halîd'den el almış

İrşadını mânend-i zıyâ her yana salmış

Efrâd-ı vatan berzah-ı fetrette bunalmış

Ümmid-i rehâ bir nazar-ı feyzine kalmış


Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî

Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Samî


Elbet bırakır öyle bir er, böyle halife

Ashab kadar hâdim olur şer'-i şerîfe

Her sohbeti bir zübde-i ahkâm-ı münîfe

Sorsan kime mazhardır O, der ism-i Lâtife


Hayru'l-halef-i Es'ad-i dergâh-ı Kelâmî

Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Samî


Fahru'l-urefâ bedr-i hafâ Hazret-i Sâmî

Etmiş ona Hakk pâye-i irfânı emânet

Sermâye-i pür kıymet imânı emânet

Ahmed Ağa etmiş ona yârânı emânet

Kılmaz mı erenler güher-kânı emânet
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Fotoğraf Albümü

9551ou8.jpg


9561uu6.jpg


9931ap0.jpg


11531nq5.jpg


20691cu0.jpg


seyyahin970ar71et1.jpg
 
Üst