Mahmud Samİ Ramazanoglu(k.s) Hazretlerİ

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
musa topbaş efendi sami efendiyi anlatıyor

Muhterem Üstaz hazretleri, "istikamet farz-ı daim" buyururlardı. Diğer ibadetlerin muayyen zamanlan olur. Fakat istikametten bir an ayrılındı mı, insan hem dinini,

hem ihlâs üzere işlediği amellerini, hem iz'ânını, hem de irfanını kaybeder. Allahü teâlâ muhafaza eylesin! Hüsrana uğrayanlardan olur.

Ali bin Şihab kuddise sirruh der ki:
– Duyduğuma göre helâl yoldan alınan gıda ile gelişen bedeni kat'iyyen toprak eritmez... çürütmez... yemez...

Oğlu diyor ki:
– Babamın bu sözüne beldesinde bulunan bazı fakihler itiraz ettiler.

Dediler ki:
– Bu durum peygamberlere ve şehitlere has bir şeydir.

Babam vefat etti. Aradan tam yirmi bir sene geçti. Babamın:
"Duyduğuma göre: Helâl yoldan alınan gıda ile gelişen bir bedeni kat'iyyen toprak,

eritmez... çürütmez... yemez..." sözü dillere düştü... yine itirazlar başladı. Gerçeği anlamak ve anlatmak babında, çareyi babamın kabrini açmakta buldular.

Açıp bakdıkları zaman: İlk gün koydukları gibi buldular... ve Lahdi yapan mezarcı, o itirazcı fakihlere adam yolladı, çağırttı.

– Durumu gözlerinizle görünüz... dedi.
Gördüler, inandılar...
Allah'dan bağış talebinde bulunup tevbe ettiler.
altınoluk
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
« Ramazanoğlu Mahmud Sami (k.s) Hz.leri’nin Hayatından Bize YansıyanlarSami Efendi »Bir Gönül Sultanı Mahmud Sami Ramazanoğlu (ks)
Yazan: seyyahin 26 May 2007

Sami efendiyi zahiren tanıyamadım. Onun yetiştirdiği insanlarla, dostlarıyla ve eserlerinin feyz ve bereketiye tanıştığım için kendimi bahtiyar hissediyorum.1892 yılında Adana’da dünyaya gelmişler ve 1984 senesinde Medine’de Dar-ül Beka’ya göçüp Cennet-ül Baki’ye defnolunmuşlardır.

Dergahta hocasının yanında bulunduğu yıllarda herkesten önce kalkar ve temizliği yapardı. Hocasının yanına her sabah gusül abdesti almadan çıkmazdı. Adana’da bulunduğu zamanlarda dergaha götürmek için elleriyle buğday ayıklarlardı. Bir gün

babası ambarlar buğday dolu niye uğraşıyorsun dediğinde, babacığım en güzel hediye kişinin kendieliyle hazırladığı hediyedir buyurmuşlardır. Kendisini yetiştiren insana ne derece önem verdiği, gönlüne girmek için her türlü hizmet ve fedakarlığa

gösterdiği görülmektedir. Bu yüce şahsiyet bizlere” Hz. Ali’nin bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözünün yaşantısının, hal ve zuhurunun böyle olması gerektiğini mi gösteriyordu?
DEVAMI VAR
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
« Ramazanoğlu Mahmud Sami (k.s) Hz.leri’nin Hayatından Bize YansıyanlarSami Efendi »Bir Gönül Sultanı Mahmud Sami Ramazanoğlu (ks)
Yazan: seyyahin 26 May 2007 DEVAMI

Kendisine gelen iş teklifini ince eleyip sık dokuyup Hakkın rızasına muhalif olmadıklarını anlayınca kabul etmişlerdir. Helal kazanıp helalinden yiyebilmek. Biz ne kadar dikkat ediyoruz. Yediklerimizden, hayatımızı idame ettirebilmek için tüm

kullandığımız eşyayı helalinden kazanmazsak ahlakımızın değişeceğini, şeytanın ve nefsimizin oyuncağı olacağız. Yüce yaradan asi olacağımıı ve şeytanlaşıp huzurdan kovulacağız.Ne kadar farkındayız ne kadar gafletindeyiz. Hiç tefekkür ettik mi?

Ailesinden kalan mirası kişi için en iyi kazanç kendi eliyle kazanıp yediğidir diye reddetmişlerdir. Bir gün otururlarken kapıya bir kişinin geldiğini ve kendisine yemek verilmesini istemişlerdir. Kimseyi görmediklerini söylediklerinde dikkatli

bakılmasını istemiştir. Kapı açılınca bir köpekle karşılaşılmış ve karnı doyurulmuşyur. Bir hayvana dahi ismiyle hitap etmiyerek küçük görmemişlerdir.

Yaratılmışlara rahmet ve merhametle muamelede bulunulması gerektiğini anlatmak mı istemişlerlerdir?
DEVAMI VAR
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
« Ramazanoğlu Mahmud Sami (k.s) Hz.leri’nin Hayatından Bize YansıyanlarSami Efendi »Bir Gönül Sultanı Mahmud Sami Ramazanoğlu (ks)
Yazan: seyyahin 26 May 2007

İnsanların yanlışlarını yüzlerine vurmamış onları hali ve tavrıyla irşad etmişlerdir. Bir öğrencisinin evine ziyarete gittiklerinde gördüğü yanlışı yüzlerine

vurmamışlardır. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra gidildiğinde yanlışlığın düzeldiği görülmüştür.

İşe gelip gittiği yıllarda vapur ücretini bozuk para olarak önceden hazırlar ve gişe memuruna takdim ederdi. Bizlere zorlaştırmayın kolaylaştırın mı diyordu?

Bir asırlık Hak,Sırat-ı Müstakim ve Resülü Zişan aşkıyla geçmiş bir hayatı birkaç satıra sığdırmak mümkün değil. Gönül ve mana ikliminin yüce sultanlarından İnsan-ı

Kamil Mahmud Sami Hazretlerinden bahsedebildiğim için Cenab-ı Allah’a Hamd-ü Senalar olsun. Kendilerine olan muhabbetimi paylaşabilmenin mutllluğunu yaşarken Sami efendiyi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
 

sufice2

Üye
Katılım
15 Haz 2007
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Allah Razı Olsun Kardeşim.Onu okumakta çok güzeldi.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Mahmut Sami Hz.lerin yanında bozuk para taşımasındaki ruhuyitı beni oldukça etkilemiştir.

Bozuk para taşıyarak arkasından gelen kişilerin zamanını saygı göstermesi Kul hakkı olarak görmesi daha ne denilebilirki ??
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi

seyyahin970ar7.jpg
Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi


Bir asra yaklaşan ömrünü istikamet,
takvâ ve verâ ölçülen içinde, kullarını Allah’ın yoluna irşâdla ikmal
eden Sâmi Efendi Hazretlerini nebiler nebisinin âğûşunda sevgilisi

Allah’a uğurlayışımızın ardından 10 yıl geçti O’nu, vefâtının sene-i
devriyesinde söz kalıpları içine sokmak ve lâfızlarla anlatmak bizim
kârımız değil. Lâkin “Sâlihlerden bahsetmenin rahmet nüzûlüne medâr”
olacağı düşüncesiyle kısa çizgilerle merhûmu anlatmaya çalışacağız.

Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu, nüfus kayıtlarına göre 1892 yılında Adana’da
dünyaya geldi. Babası tarihte Ramazanoğulları diye bilinen âileden

Müctebâ Bey, annesi ise Ümmügülsüm Hanım’dır. Sâmi Efendi’nin büyük
ceddi Abdülhâdi Bey’in tesbit ettiği âile şeceresine göre,

Ramazanoğullarının aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçoklar kabilesinden
olduğu ve Hz. Halid b. Velid (r. A.) nesliyle münâsebettar bulunduğu
anlaşılmaktadır.

İlk, orta ve lise tahsilini
Adana’da tamamlayan Sâmi Efendi, yüksek tahsil için İstanbul’a geldi

Darûl-fünun Hukuk Mektebine girdi. Hukuk Fakültesini birincilikle
bitirdikten sonra askerlik hizmetini zâbit vekili (yedek subay) olarak
yine İstanbul’da yaptı.

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi devamı

Zâhir ilimlerini

devrin ulemâ ve müderrislerinden tamamlayan Sâmi Efendi için sıra
manevi ilimlere ve bâtın imârına gelmişti. Fıtrat-ı necîbesinin

şiddet-i meyli sebebiyle tasavvuf yoluna sülûk etti. Devrin meşhur
Nakşi tekkesi Gümüşhâneli dergâhında bir müddet erbaîn ve riyâzatla
meşgul olduktan sonra arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuad Efendi’nin

babası Rüşdü Efendi’nin delâletiyle Kelâmî dergâhı şeyhi ve meclis-i
meşayıh reisi Erbilli Es’ad Efendi’ye intisab etti. Kısa zamanda kesb-i
kemâlât eyleyip seyr u sülûkunu ikmalden sonra hilâfetle irşâda mezun

oldu. Bir müddet daha mürşidinin yanında kaldı ve bilâhere memleketi
Adana’ya irşâda muvazzaf olarak gönderildi.
devamı var
 

Üsve-i Hasene

Asistan
Katılım
21 Haz 2007
Mesajlar
414
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Çok hoşuma giden farklı bir anlatım ilk defa okudum umarım sizinde hoşunuza gider..
MAHMUT SAMİ RAMAZANOĞLU (k.s.)
Ramazanoğulları’ndan Müctebâ beyin evinin kapısını biri çalar. Kapıyı evin hizmetlisi açar. Kapıda bir kimsenin beklediğini görür ve ne istediğini sorar.

Ziyaretçi:

- Evin hanımı ile görüşmek istiyorum der.
Hizmetçi hanım, Ümmügülsüm validemize durumu bildirir. Ümmügülsüm validemiz:
- Kızım ne isterse kendilerine ver
diye tembihte bulunur. Hizmetçi ziyaretçinin isteğini sorar ise de
- Muhakkak kendileri ile görüşmem lazım
diye ısrar eder. Bu ısrar karşısında Ümmügülsüm validemiz kapıya gelir ve kapının arkasından konuşur. Ziyaretçi:
- Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek, sol eğe kemiği üzerinde büyük bir ben bulunacak ve uzun müddet İslamiyet’e hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve şüpheli şeylerden sakın. İsmini de Mahmut Sami koy.
der ve bir gömlek ister. Validemiz gömleği getirene kadar ziyaretçi ortadan kaybolur. Ziyaretçinin aslında Hızır aleyhisselam olduğu sonradan anlaşılır.


Yıl 1892, Adana'nın üzerine sanki bir nur doğar, Mahmut Sami Efendimiz dünya hayatına merhaba demiştir. Anne Ümmügülsüm Hanım ve Baba Müctebâ Bey evlatlarının üzerine doğumundan itibaren büyük bir titizlik gösterirler. Onun dini mübine hizmet edecek önder bir insan olarak yetiştirmek için ellerinden gelen gayreti sarf ederler. Onu Muhammedi ahlâk ile yetiştirirler.
İlk, orta ve lise tahsilini memleketi Adana'da tamamlayan Mahmut Sami Efendimiz, yüksek tahsil için İstanbul'a giderler. Burada İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesine kayıt yaptırırlar. Üstadımız Hukuk fakültesini birincilik ile bitirirler.


Zahiri ilimleri devrin ulema ve müderrislerinden tamamlayan Sami Efendimiz için sıra manevi ilimlere gelmiştir. Dünya diplomasını alan Üstadımız için sıra ahiret diplomasına idi. Nakşi tekkesi olan Gümüşhaneli Dergahına gider ve manevi vazife alır. Bir müddet Gümüşhaneli dergahına devam eder.
Daha sonra Kelami dergahı şeyhi Erbilili Es'ad Efendimizin talebesi olur. Dergaha devam ederlerken bir taraftan üstadına bir taraftan da dergaha hizmet eder. Daha o yaşlarda geceleri uyumaz, yorulmak nedir bilmezdi. Gündüzleri gelen misafirlerle ile ilgilenir, hizmetlerinde bulunur, geceleri uyumaz dergahı temizlerdi.
Kelami dergahı müridanından Hacı Mustafa Efendi dergahı bir gün de ben temizleyeyim diye erken kalkar. Lakin dergah temizlenmiştir. Ertesi gün biraz daha erken kalkar, fakat yine temizlenmiştir. Ertesi gün yine kalkar, yine temizlenmiş. Bu gece yatmayayım da kim temizliyor bu dergahı bakayım der. Hacı Mustafa efendi oturduğu yerde dalar, ayıktığında Mahmut Sami efendimiz dergahı süpürmüş, çöpü atmak üzeredir.
- Vay mübarek! Bu işi her gece sen mi yapıyordun? Müsaade buyur da çöpü de ben atayım.
der nezaketle. Mahmut Sami efendimiz:
- Siz zahmet buyurmayın efendim, ben atarım
der. Hacı Mustafa efendi:
- Hayır, siz müsaade buyurun derken Üstadımız Es'ad Efendi Hazretleri odasından çıkarak:
- Durun, durun beraber atalım. Melekler sizin şu halinize hayran oldular,
diyerek yanlarına gelir, üçü birden beraberce çöpleri çöp kutusuna atarlar.

Sami Efendimiz geceleri yatmaz, kıbleye karşı oturur, üzerine bir örtü örter, örtünün altında huzur ile meşgul olurlardı. Her sabah Üstadımızın karşısına boy abdestti ile çıkarlardı.

Bir gün dergahtaki Ali Baba vasıtası ile Adana'daki ebeveynini ziyaret etmek için, vapurla gitmek üzere Üstadından izin istedi ve eşyalarını toplayıp bavuluna yerleştirdi. Haberi beklerken Ali Baba gelmiş Efendimiz:
- Gitmesin dedi, deyince eşyalarını çıkarıp yerlerine yerleştirmiş ve “niçin?” diye hikmetini sormaya lüzum görmeden yerine oturmuştu. Sonradan duyuldu ki, o gideceği vapur denizde batmış. O zaman üstadımızın gitmesin sözünün hikmeti anlaşılmıştır.
Aradan bir zaman geçtikten sonra yine Adana'ya gitmek için Üstadından izin istemiş, müsaade edilince de ebeveynini ziyarete gitmişlerdi.
Adana'da bulunduğu devrelerde , oradan İstanbul'daki üstadına hediyelere gönderirdi. Gönderdiği hediyelerin de , bizzat kendi elinin emeği olmasına itina gösterirdi.
Rivayete göre ekinler biçildikten ve hasat yapıldıktan sonra tarlalarına gider, yerlere dökülen başakları toplar, samanından tanelerini mübarek elleri ile ayırır, onları bulgur yapıp İstanbul'a gönderirdi. Onun bu halinin işiten babası:
- Oğlum, benim ambarlarım buğday ile dolu, niçin Hocana onlardan göndermiyorsun, kendine eziyet ediyorsun? deyince. Üstadımız:
- O kapıya layık olan el emeği göz nurudur. diyerek cevap vermişlerdi.

Mahmut Sami Efendimiz kısa zamanda kesb-i kemalat eyleyip seyru sülûkünü tamamladı. Es’ad Efendimiz mü'minlere hizmet etmesi için icazet vererek kendi yerine varis eyledi.

Sami Efendimiz uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, çukurca ela gözlü, zayıf olmasına rağmen mütenasip vücutlu idiler. Halim selim yumuşak ahlâklı, melek sıfat idi. Yakinen tanıyanlar Ona melek Sami Efendi derlerdi. Yerine göre gayet yiğit ve cesurdu. Yüzleri mütebbessim olmasına rağmen, içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Vakar, temkin ve itidâl ehli idi.
Temiz, sade ve düzgün giyinir, sakalı bir tutamı geçmezdi. Az yer, az uyur, zaruret olmadıkça konuşmazdı. Konuştukları zaman muhataplarının seviyelerine göre konuşur, mühim olanları üç kez tekrar ederlerdi. Daima kıbleye karşı iki dizi üzerine otururlardı. Ayağını uzattığı, bağdaş kurup oturduğunu gören olmamıştır.
Hiç kimseden incinmemişler, hiç bir kimseyi de incitmemişlerdir. Kendisi ile bir konuda istişare edenlere:
- Büyükler şöyle yaparlarmış, veya biz sizin yerinizde olsak şöyle yaparız diyerekten emir vermekten kaçınırlardı.
Hayatı belli bir düzen, nizam ve intizam içerisinde idi. Nitekim Erenköy'deki evlerinden Tahtakale'deki iş yerine gidişlerinde vapur ve trene aynı saate biner, gişe memurlarını meşgul etmemek, yolcuları bekletmemek için bilet ve jeton paralarını devamlı surette bozuk olarak verirlerdi.



Mahmut Sami Efendimizin Peygamberimizin manevi emaneti devir almasını Üveysi veli Ladikli Hacı Ahmet Ağa (k.s.) anlatıyor:
"Veraseti Nebeviyye makamına ait emaneti devir almak için Mahmud Sami Efendimiz Medine-i Münevvere'ye davet edilmişti. Haberi kendilerine tebliğ etmiştim. Birlikte Adana'dan Ravza'yı Mudahhara'ya dört dakikada yetişmiştik. Bütün ricaller, kutublar orada toplanmışlardı... Hocamda orada idi.
Makam'ı Rasulullah’dan...
'Evladımız Mahmut Sami Efendiyi varisimiz olarak makamımıza tayin ettik!'
emri peygamberiyyesi mühürlü olarak, icazetnamesi kendisine verilir.
Toplanan ricaller ve kutuplar kendilerine hemen orada biat ederler...
Hac dönüşü, Gavs-el Azam Abdülkadir Geylani (k.s.) Hazretleri ile görüşmüş ve kendilerine:
- Sami Efendi; evlatlarına benim Kadiri dersimi de tarif et ve yolumu ihya et!' diye tavsiye etmiş ve mübarek Sultanım memleketlerine dönünce ihvana Kadiri dersini tarif etmişlerdir.


Sami Sultanımız bir taraftan irşad derslerine devam ederken, bir taraftan da Adana'nın senelerce ilim ve irfan meclislerinden uzak kalan camilerinde vaazı nasihatlarda bulunuyorlardı. İnsanlar gurup gurup derslerine koşuyor, manevi ikliminde feyz buluyorlardı.
1953 senesinde İstanbul’a hicret eder. Bir müessese sahibi kardeşimiz muhasebe işlerine bakması için rica ederler. Muhterem üstadım evvela, o kardeşimizin defterlerini tetkik etmişler. Alış veriş nasıl, meşru mu, yoksa karışık mı, faizle alakası var mı? Bu hususları iyice tetkik ve tespit ettikten sonra, tam arzularına uygun görünce, muhasebe işlerine başlamışlar ve
" Bir insanın muttaki olduğu yaptığı nafile ibadetlerde değil, muamelatının temiz, kazancının helal olup olmadığından anlaşılır." buyurmuşlardır.


Üstadımızın ahlâkı, adabı, her türlü hali Resulü Ekrem (a.s.) Efendimizin ahlâk ve adabına uygundu. Her işinde peygamberimizi örnek alırdı. Sohbetlerinde "Kim Resule itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiş olur" ayetini okurlar ve kendilerde günlerini peygamberimize itaat ile geçirirlerdi.
İmamı Rabbani Hazretleri'nin:
"Bizim yolumuzda edepten bir edebe riayet etmek, mekruhtan ictinab etmek velev ki mekruhatı tenzihiyyeden olsun; zikirden, fikirden, murakabeden, teveccühten bir kaç mertebe daha efdaldır" sözünü hatırlatarak edebin ne kadar mühim olduğunu sık sık vurgularlardı.
Muhterem üstadım sohbete çok önem gösterir, müridin manevi alemde yetişmesi, kemal bulması için sohbete ihtiyaç olduğunu beyan ederlerdi. Sık sık kendileri sohbet ederler, ihvanlarıda sohbete teşvik ederlerdi. Ehli hâl olan, manevi alemden istifade etmiş bulunan ihvanları da sohbet etmeleri için izin vererek onları görevlendirirdi. Bir sohbetlerinde buyurdular ki:
" Diğer tarikatlarda riyazat vardır, erbain vardır, kırk gün çile haneye koyarlar, ölmeyecek kadar yerler, zikirle fikirle meşgul olurlar. Kimse ile görüşmezler, ancak meşayıhları ile görüşürler. Kırkıncı gün çile haneden çıktıkları zaman, benizleri limon sarısı gibi sararırlar. Bizim yolumuzda riyazat yoktur, ne yersen ye. Erbain yoktur. Ancak az yemek, az uyumak, az konuşmakla beraber terakki. Şah-ı Nakşibend ve Mevlânâ-i Hâlid (k.s.) Efendilerimizin düsturları, sohbette terakki" buyurdular.
Sohbetlerine başlayacakları zaman, daima bir aşrı şerifle başlarlardı. Çoğu zaman sohbetleri esnasında hıçkıra hıçkıra ağlarlar, etrafındakileri de ağlatırlardı. Üstadımın ağlamasının sebebi; evlatlarının yaramaz hallerini gördüğü için dayanamayıp ağlarlar ve evlatlarını da ağlatıp, Allah'ın rahmetini coşturarak bağışlanmalarını sağlamak içindi.
Sohbetlerinde sık sık kalbden bahsederler, kalbin nurlanması, zikirle ünsiyet ederek hayat bulması için beş şey lazımdır derlerdi. Bunlar;
- Az yemek, az uyumak, az konuşmak.
- Zikre devamlı olmak, Kur'an okumak
- Seherde tazarru ve niyaz eylemek
- Salihlerle sohbet etmek
- Namazda huzur, huşu üzere bulunmak.


Efendimizin damadı Ömer Bey anlatıyor:
"İstanbul’da iken bir gün, Fransa’dan Müslüman olan bir genç evimize geldi, izin isteyerek huzura girdi. Lisanı Fransızca olup Türkçe bilmiyordu. Benim tercümanlık yapmam gerekiyordu. Lakin ana lisanım gibi konuşamamam, mahcup olurum diye korkuyordum. Bir şey için dışarı çıktım, tekrar içeri girdiğimde ne göreyim. Muhterem Pederim, o genç ile ana dili gibi Fransızca konuşuyordu.
Yine bir gün, Rumca konuşan Türkçe bilmeyen bir kimse geldi. Muhterem pederimle ana dili gibi Rumca konuşarak görüşüp gittiler."
Efendimizin damadı Ömer Bey anlatıyor:
Bir gün Muhterem Pederimle evimizin önünde bahçede idik. Bir köpek topallıyarak yanımıza geldi. Ayağı kırılmış, Muhterem Pederimin yüzüne bakarak kırılmış ayağını gösteriyordu. Pederim buyurdular ki:
- Ömer; ufak tahta parçası, bez, ip ve merhem getir
Hemen koşup evden, efendimizin istediklerini getirdim. Pederim mübarek elleri ile hayvanın ayağını yıkayıp güzelce sardılar. Bahçede bir gölgelik yapıp, hayvanı oraya yerleştirdi. Efendimiz:
- Şu kadar gün dursun, sonra ayağını çözün buyurdular.
Her gün bakıma devam ediyorduk. Söylediği gün gelince hayvanın ayağını çözdük. Ayağı iyi olmuş, yere basıyor ve aksaması kalmamıştı. Nihayet bir gün hayvan kaybolmuş bırakıp gitmişti.
Aradan bir zaman geçtikten sonra, yine Peder'i alimle bahçede idik. Birde baktık ki, hayvan yine bahçemize gelmiş, yanında da ayağı kırılmış bir köpek daha getirmişti. O hayvan da kırılan ayağını üstadımıza gösteriyordu. Yine üstadım onunda ayağını mübarek elleri ile sarmıştı. Yaptığımız gölgelikte, onun da bakımını yaptık. Ayağı iyi olunca o da bırakıp gitmişti.
Görülüyor ki hayvanat bile Allah dostlarını tanıyor...


Üstadım hazretleri gayet cömert idiler. Sehavetleri lisana gelmez, kalem ile tarif edilmezdi. Adana'da bulundukları zamanda babaları Mücteba efendi, Adana'nın eşrafından çiftlik sahibi, çok zengin idiler. Böyle iken Üstadımız babalarının malına el sürmemişler, babalarının vefatlarından sonra şer'i hakları olan miras hisselerini kardeşlerine hediye edip mirastan pay almamışlardır. Alın teri ile kazancının temin için, bir kereste mağazasının muhasebe işlerini yaparlardı. Bir gün müessese sahibi aylık maaşlarını bir zarf içerisinde kendilerine takdim ederler. Tam bu sırada bir fakir gelip Allah rızası için bir sadaka ister. Mahmut Sami Efendimiz , zarf içerisindeki maaşlarını olduğu gibi fakire verirler.


Yıl 1977, Sami Efendimiz muhterem validemiz Râbia hanıma:
- Medine-i Münevvere'ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartı ile buyururlar.
Bu hicret haberini duyan sevenleri için için üzülüyorlar, yanıp yakılıyorlardı. Ama elden ne gelir, ne yapsınlar, karar kati idi. Kader çerçevesi böyle çizilmişti.
Ayrılık muhabbet ehli için dayanılmaz, tahammül edilmez bir haldir. Haklı idiler. Asırların yetiştirdiği bu gönül sultanından ayrı, uzak kaldıkları müddetle o nurlu, o güzel yüzünü temaşa edemeyecek ve dertlere derman olan o lahûtî, ulvi, manevi sohbetlerinde bulunamayacaklardı.
Allahü Teâlâ'nın nusreti ile, arzuları, dilekleri semere vermiş Medine-i Münevvere'ye , Belde-i Tayyibe'ye, bütün aile efradı ile vâsıl olmuşlar ve salih bir zatın yaptırdığı yeni devlethanelerine yerleşmişlerdi.
Sevenleri yirmi beş sene evvel Eyüb Sultan Halid ibn-i Zeyd (r.a.) Hazretlerinin kabristanında kendileri için bir mezar yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan muhterem Üstadımız "Bizim reyimizi sorarsanız, gönlümüz Cennetü'l-Bâkîa'yı ister" buyurmuşlardır.



1980 yılında Hacı Hasan Efendimiz umreye gittiklerinde Sami Efendimiz ziyaret ederler. Hacı Hasan Efendimize birçok ikramlar yapılır. Ayrılacakları zaman üç defa müsafaha ederler, her defasında Hacı Hasan Efendimiz geriye doğru çekilirken "Hasan Efendi tekrar müsafaha edelim" buyurur. Her defasında VEKİLİMSİN der.
Sami Efendimizin Damadı Ömer bey,
- Bu iltifat hiç kimseye yapılmadı, siz sevinmiyor musunuz? deyince
- Ömer bey, kusurlarım gözlerimin önüne geliyor, buyurur.


İnsanı kamil, mürşidi mükemmel, Kavs-el Âzam, lekesiz ve has kul son anlarını yaşıyordu. Yıl 1984. Şubat ayının 12'si. Bir pazar gecesi saatler dört buçuğu gösteriyor. "sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl! Ve cennetime gir" emri ilahisi tecelli ediyor, Sami Sultanımız Allah, Allah, Allah... diyerek fani dünyaya 94 yayında gözlerini yumar.
Doksan dört yıllık ömrü boyunca bir kere ayağını uzatmamış, bağdaş kurup oturmamış olan O gül yüzlü melek, yine ayaklarını birbirine bitiştirip dizlerini dikmiş, arka üzeri Mevlâ'ya kavuşmuş ayağını uzatmamıştır.
Vefat haberi kısa zamanda dünyanın her yerinde duyulmuş ve gıyabi cenaze namazları kılınmıştı. O büyük Allah dostu uzun hayatı müddetince İslamiyet’e kendini vakfetmiş, yememiş, içmemiş maneviyata susamış olan gönülleri tenvir etmiş, asırların yetiştirdiği istisnai bir şahsiyet olduğunu Cenab-ı Hakkın yardımı ile ispat etmiştir.
Cenaze namazı Mescid-i Nebeviyye'de edâ edilip, Cennet-ül Bâkî'ye, Sahabeden Said'il Hudrî ve Said İbni Muaz (r.a.) Hazretlerinin yanına, doğu tarafına defnedilmiştir.
Vefatları evlatlarını ve sevenlerinin derin bir hüzün ve kedere gark edip, ayrılık firakı kalpleri yakmış, göz yaşları sel olmuş günlerce bu hal devam etmiştir. Ne var ki nizam-ı âlem böyle kurulmuş, böyle devam edecektir.
Peygamberi sevenler, peygamberlerle,
Sıddıkları sevenler, sıddıklarla,
Şehitleri sevenler, şehitlerle,
Salihleri sevenler, Salihlerle haşr olacaktır.
"Kişi sevdiği ile beraber haşr olacaktır" hadisi şerifi ile teselli bulup, Mevla’mızın emir ve hükümlerine boyun eğerek, Ona teslim olup, "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn..." diyoruz.

Ruhları şad olsun.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi devamı

Mahmûd Sâmi Efendi Hazretleri tekkelerin kapatılmasından sonra
memleketi Adana’da bir yandan Câmi-i Kebir’de vaaz ve husûsi

sohbetleriyle irşâd hizmetini yürütürken, bir yandan da maişetini temin
için bir kereste ticârethanesinin muhasebesini tutuyordu. O, babasından

ve âilesinden kendisine intikal eden büyük serveti almamış ve “Hiçbir
kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir”
(
Buharî) hadîsi şerîfi gereğince kendi el emeğiyle geçinmeyi tercih
etmiştir. Sûfiler içinde baba mîrasını almayanlar içinde ilk olarak

Hâris Muhâsibi’yi görüyoruz. O da Kaderiye mezhebine bağlı bulunan
babasının mirasını almamıştı.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri

Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi devamı

yıllar müştâk gönüllere aşk-ı ilâhî şerbeti sunarak hizmet etti.
Yazları Adana’nın Namrun ve Kızıldağ yaylası ile bazan da Kayseri’nin

Talas’ında geçirirdi. Hac yolunun açıldığı 1946 yılında ilk defa hacca
gitti.

1951 yılında İstanbul’a geldi. İki yıl
kadar İstanbul’da kaldıktan sonra 1953 yılında hac mevsiminde önce
hacca, dönüşte de arkadaşı Konyalı Saraç Mehmed Efendi’yle Şam’a geldi

ve oraya yerleşti. Bilâhere âilesi, damadı ile birlikte yanına gitti.
Ancak bu Şam hicreti dokuz ay kadar sürdü. Dokuz ay sonra tekrar
İstanbul’a geldi. İstanbul’a bu gelişlerinde önce Bayezid-Lâleli’ye,

sonra da Erenköy’üne yerleşti. Şamdan İstanbul’a bu gelişlerinde
zevceleri Valide Hanım’a “İstanbul’a tekrar geldik. Gönlümüz Medine’de
atıyor. Ahîr ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz,” buyurmuşlar

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi devamı

İstanbul’da bulunduğu yıllarda da Adana’daki gibi bir yandan Erenköy
Zihnipaşa Camiindeki vaazları ve husûsi sohbetleriyle irşâd hizmetini

yürütürken diğer yandan da Tahtakale’de bir ticârethanenin muhasebesini
tedvirle maîşetini temin etmekteydi. O’ nun bu vaaz, irşâd ve

sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından, fakir, zengin, okumuş,
okumamış, esnâf, işçi, memûr, tüccâr ve fabrikatör binlerce insan

istifâde ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında
yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir. İhvanını mânevi himâye kanatları

altında toplayarak onları cemiyetin her türlü kötü cereyanından
korumaya çalışmıştır.
devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi devamı

Ömrünün son yıllarında

şöhretinin artması ve dışarıda kendisine iltifatın nazar-ı dikkati
celbedecek seviyeye ulaşması sebebiyle kûşe-i uzlete çekildi. İhvanı
ile gerek devlethanesinde ve gerekse Ramazan’da hatimle kılınan teravih

namazlarında görüşüyordu. Bu vesile ile onlara İslâmî düsturları
Muhammedi hakikatları ve Nebevî ahlâkı anlatarak hâliyle, kaliyle irşâd
ediyordu.

1979 yılında gönlündeki muhabbeti-i
Resûlullah ateşi onu Belde-i Tâhire’ye hicrete mecbûr etti. Çünkü onun

son arzusu Peygamber şehrinde Hakk’a varmaktı. Nitekim 1957 senesinde
yakınları kendilerine Eyüp Sultan’dan kabir yeri almayı teklif
ettiklerinde:

- Herkesi arzusuna bıraksalar
biz Cennetü’l-Baki’yi arzu ederiz, buyurmuşlardır.
devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Ramazanğlu Mahmud Sami Efendi devamı

Cenab-ı Hak sevdiği
kulunun arzusunu kabul buyurdu. Nitekim İstanbul’da bulunduğu yıllarda

mübtelâ oldukları amansız hastalık, orada da yakasını bırakmadı. Fakat
en acılı, ağrılı zamanlarında bile o, hiçbir şikayette bulunmamış,

yüzünden tebessümü eksik olmamıştır. Vefatı 10 Cemaziyelevvel 1404 /12
Şubat 1984 Pazar günü saat: 4.30′da vâkî olmuş ve Cennetü’l-Baki’ye
defnolunmuştur. Rahmetullahi aleyh.
devamı var
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri’nden

Edeb, incelik, nezâket, zarâfet gibi ahlâkî meziyetler, insanların ve özellikle Allah dostlarının en güzel süs ve meziyetleridir. Onlar, diğer üstün ahlâkî vasıfları yanında bu edeb ve zarâfetleri ile gönüllerindeki hassasiyet ve olgunluğu göstermiş olurlar. Sergiledikleri bu kemâl ve güzellikler sebebiyle de insanların gönlünde taht kurarlar.

Şüphesiz bu edeb ve kemâlin zirvesi, Peygamber Efendimiz’dir. O, her hâliyle ümmetine örnek olduğu gibi edeb ve hayâsıyla da müstesnâ bir örnektir. O’nun hayatının her safhasına vâkıf olan Ashâb-ı Kiram, Allah Rasûlü’nün örtünün arkasındaki bâkire bir kızdan daha edepli olduğunu rivâyet etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanmaya gayret gösteren Allah dostları da her bakımdan O’nu taklit etmeye özen göstermişler ve zamanla O’nun -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ahlâkında fânî olmuşlardır.

Gerçekten böyle bir Allah dostunu tanıma bahtiyarlığına eremeyen kimseler, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebevî’nin çizdiği “kâmil insan portresi”ni kolay kolay zihinlerinde canlandıramazlar.

Biz de tam anlamıyla “kâmil bir insan”ı, muhterem Mahmud Sami Ramazanoğlu’nu tanıma şerefine erenlerdeniz. Onu tanıyan nice insanın da itiraf edeceği gibi, Mahmud Sami Efendi, Peygamber Efendimiz’in ahlâkının güzelliklerini hayatına aksettirmiş nadide şahsiyetlerden birisiydi. Oturması, kalkması, konuşması, sükûtu, edeb ve nezâketleri, misafir ağırlama ve seyahat esnasındaki hâl ve tavırları; devrimizde nasıl bir ahlâk yaşanabileceğinin en güzel örneği olmuştur.

Onu tanıyanlar arasında kendinden incinen, kırılan kimse olmadığı gibi onunla bir ömür beraber olma imkânına kavuşan, muhterem âilesi Râbia annemiz de, kendisinin edep ve zarâfetini anlatmakla bitirememiştir. Ev içinde, iki kişi olarak yaşadıkları hâlde annemizin kapısını tıklatmadan odaya girmemişler; seyahate çıkacağı veya bir misafiri eve dâvet edeceği zaman muhakkak annemizle istişâre etmişlerdi.

Kendileri genellikle sükûtu ihtiyar ettikleri gibi zaman zaman “sükut sohbetleri” yaparlardı. Herkesin kendi içinde derinleşip tefekkür âlemine daldığı bu kıymetli vakitler, feyz ve huzurun sağanak sağanak yağdığı “rahmet meclisleri” hâline gelirdi.

Sohbetlerinde âyet ve hadis-i şeriflerden istifade ederler, daha çok ashâb-ı kirâm menâkıbını naklederlerdi. İnsanın merkezi mevkiinde olan “kalb” üzerinde çok dururlardı. Bazen birkaç saat süren sohbetlerde bile dizüstü oturmaya devam ederlerdi. Her zaman Allah’ın huzurunda bulundukları şuuru içerisinde her türlü laubâlilikten, aşırılıktan, kabalık ve kırıcılıktan uzak bir hayat sürmüşlerdi.

Onların güzel ahlâkından hisseler alabilenlere ne mutlu!..
 

fuzuli

Yeni
Katılım
8 Kas 2006
Mesajlar
1,019
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Allah razı olsun kardeşlerim.. Gülün kokusunu siteye getirmişsiniz...
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı

Merhum Ramazanoğlu Sâmi Efendi, uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli,
buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, ela gözlü mücessem bir

nûridi. Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kâbil olmazdı.
Etrafa ziyâlar saçan gözlerinin isabet ettiği vücûd, tir tir titrerdi.

Hatta O’ nun nazarlarından müteessir olup cezbeyle düşüp bayılanlar
bile olurdu. Temiz ve düzgün giyinirdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi.

Saçlarını ya tamamen kestirir veya kulak memesine kadar uzatırdı. Bütün
bunlar sünnet-i seniyyeye imtisâllerindendi.

devamı var
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sami efendinin Şemail ve Ahlâkı devamı

Sâmi Efendi, çok az yer, içerdi. Sohbetlerinde sıkça az yemenin
faziletinden çok yemenin zararlarından bahseder bunu âyet, hadis ve

hikmetli sözlerle anlatırdı. Kendisi sünnet üzere günde iki öğünden
fazla yemezdi. Yediği zaman da yarım dilim ekmek ve bir kaç lokma

katıkla kifâf-ı nefs ederdi. İhvanla birlikte yenildiğinde “ihvanla
yenilende bereket vardır ve bundan suâl olunmayacaktır” buyurarak

fazlaca yenilmesine müsâade, hatta teşvik ederlerdi.
devamı var
 
Üst