Fakir, Mevlanâ’nın dışında çok yararlandığım bir veliden de bahsetmek isterim.
Son dönem Nakşî büyüklerinden Hacı Sami Ramazanoğlu’nu tanımak bendenize nasip oldu. O’nun Afrika’dan gelen İngilizce mektuplarını Türkçeye tercüme ederdim. Müridleri Pakistan’dan, Cenûb-i Afrika’dan, ona İngilizce mektuplar yazarlardı. O zât da bana verirdi. Onları Türkçe’ye tercüme eder zât-ı âlilerine götürürdüm. Damadı Ömer Kirazoğlu Beyfendiyle de yakınlığımız oldu. Sami Efendi, gerçek bir velî idi. Vapur gişesine giderken parayı avucunda bozuk olarak hazırlar, hemen verirdi; isterdi ki parayla meşgul olurken insanları bekletmeyeyim. Bu kadar ince düşünen bir insandı. Tertemiz bir hayatı vardı.
Bendeniz nerede, hangi tarikatta olursa olsun böyle tanınmış kişileri ziyaret ederdim. Bir dostum vardı. Sonra kayın pederim oldu, Suphi Bey. Seni Hacı Sami Bey’e götüreyim, dedi. Hacı Sami Efendi, Esad Efendi’nin halifesidir. Kubilay hadisesinde, Menemen’de, Esad Efendi’yi asacaklardı. Erenköy’deki köşkünden aldı götürdüler. Oğlu Ali Efendiyle beraber Menemen’e gitti. Çok yaşlıydı. Ali Efendi’yi astılar. Kendisi, hasta yatağında öldü. O’na götürdü beni. Sirkeci’de, bir tüccarın katipliğini yapıyordu. Girdik içeriye. Efendim bu albay sizinle görüşmek istedi, getirdim, dedi. O zât benim üzerimde çok etki bıraktı. Bazı sıkıntılarım vardı. Çocuklarımın annesinden ayrılmak üzere olduğum senelerdi. Çok perişandım. Onları keşfen bildi. Beni teselli etti; heyecanlandım, ağlamaya başladım. Bana Mevlânâ’dan şiirler okudu:
“Dünya nedir, dünya Allah’tan gafil olmaktır.” diyordu okuduğu bir şiirde. Zengin olmuşsun, kadınların, çocukların, servetin var. Bu değil dünya. Dünya Allah’tan gafil olmaktır. Beni çok tesir altına aldı. Orada bir saat kadar sohbetini dinledim, içime bir ateşi düştü Hazretin. Nasıl göreceğim diye düşünür oldum. Patronu olan tüccar, Alemdar Amca isminde Kayserili birisi idi, ona, haftaya gelsem dedim. Yok Efendim, dedi. Zaten Nakşî şeyhlerinden olduğu için takipte. O zamanlar Halk partisinin takipli zamanları. Toplantıları izliyorlar. Ben size tâ aylar evvel izin aldım, gördünüz, dedi. Benim bu heyecanlı görüşme arzumu, özlemimi görünce, O’nunla görüşmenin sana bir kolaylığını söyleyeyim, dedi. Sen, cuma günleri bana telefon et, hangi camiye gittiğini öğrenirsem sana söylerim, sen o camiye gidip, camide görürsün onu, dedi. Ben artık Cuma günlerini iple çeker oldum. Cuma günü geliyor, Alaaddin Bey’e telefon ediyorum. Yeni Cami’ye gidecekler, diyor. Ben kalkıp Yeni Cami’ye gidiyorum. Arkasından Arpacı Camii’ne gidecek diyor. Başka gün Arpacı Camii’ne gidiyorum. Uzaktan görüyorum. O da beni görüyor. Tebessüm ediyor. Çok mütevazı biri. Onu görünce babamı görmüş gibi seviniyorum.
Aradan zaman geçti. Damadı Mühendis Ömer Kirazoğlu vasıtasıyla Efendi Hazretlerine hizmet etmek nasip oldu. Biraz önce arz ettiğim gibi, mektuplarını İngilizce’den Türkçe’ye tercüme ediyordum. O zaman haftada bir defa görüşüyordum. Evinde görüyordum. Erenköy’de Kazım Karabekir caddesinde 5 numarada oturuyordu. O zaman çok yakınlık duyduk birbirimize. Hacca gidecekti; her sene hacca gidiyordu, bana da, gitmen lazım, dedi. Ben de O’nun emriyle kalktım hacca gittim. İlk haccım onun tavsiyesiyle 1975’te oldu. Fakat hacda Sami Efendi’nin hâli bana çok tesir etti.
Sami Efendi birgün bana, sen hangi tarikattansın, tarikatın ne dedi. Ben evvelden beri Mevlevi’ye mensubum dedim. Mevlevi’lerin okudukları dua kitabı vardı. Onu çıkardım. İçinde Es’ad Efendi ile oğlu Ali Efendi’nin beraber çekindikleri bir fotoğraf da vardı. Sami Efendi o fotoğrafı görünce gözleri doldu, ağladı. Sonra ders kağıdımı aldı-baktı; sen buna devam et, fakat şu vazifeyi de yap, dedi. Bana bir vazife verdi, kısa bir vazife. O vazifeyi yaptıktan sonra bende namaza karşı bir şevk uyandı. O zamana kadar namazım alaca idi. Sabah namazını kılarım, subayım, bazen hiç kılmam. Bazen cumadan cumaya giderim. O Hazretten vazifeyi alınca adeta namaza âşık oldum. Aç kalayım namaz kılayım istiyorum.
Her neyse, beni Kuleli’den Konya’ya tayin ettiler. 1964 senesi. Gittim, Hacı Sami Efendi’ye Allah’a ısmarladık dedim, Konya’ya gideceğimi söyledim. Okumak için hangi kitapları götürüyorsun yanında, dedi. Efendim, Mesnevi’yi, Abdülkadir Geylâni Hazretlerinin Sohbetlerini götürüyorum, dedim. İyi, iyi, bir de Kuşeyrî Risalesi al, dedi bana. Peki Efendim, dedim. Allah’a ısmarladık diyerek ayrıldım. Elini öptüm. Dua etti bana.
Harcırah işim uzadı. İki üç gün sonra gidecekken 15 gün sonraya kaldım. O zaman da bir dostun evindeydim. Çünkü kiralık evimi boşaltmıştım. Kanlıca’da belli bir zaman için bu dostun evinde oturuyordum. Nasıl olsa yolcu olacağım, yatağımı hazırlamışım. Bir gün Kadıköy’e gideceğim bir işim var, dolmuşa bindim. İçime Hz. Sami’nin hayali düştü. Görme isteği içimde çoğaldıkça çoğaldı. 15 gün evvel gittim, veda ettim artık. Kendi kendime, ne göreceksin yahu; sıraya girmiş bekleyenleri var, diyorum. Ama içimde bir ateş, git Hacı Sami’yi gör diyor. Ben böyle tereddütler içindeyken Üsküdar’da dolmuştan indim. Kendimi vapurda buldum. Kadıköy’e gidecektim. Vapura bindim. Sirkeciye, köprüye geldim. Sirkeci’de Hacı Sami Efendiye gidiyorum. Artık tereddüt kalmadı. Efendim harcırahım gecikti, onun için gidemedim, tekrar size Allah’a ısmarladık demeye, bir görmeye geldim, diyeceğim. İçimden böyle karar verdim. Dükkana gittim, kimse yoktu. Patron beni tanıdı. Albay rütbeliyim. Kapıyı çaldım, gel, dedi içeriden, seni bekliyordum, dedi. Burada, Konya’da Dişçi Mehmet Efendi’ye yazılmış bir mektup var. Sana ev bulsunlar, dedi. Bakın keramete. Sana ev bulsunlar, dedi. Şaşırdım kaldım.
Konya’ya gittikten sonra mektubu Dişçi Mehmet Efendi’ye ilettim. Bana yardımcı oldular. Dişçi Mehmet Efendiyle ilgili de bir hadiseyi anlatayım size:
Mevlana’nın türbesinin yakınında bir camide abdest alıyordum. Akşam da Yorgancı lakaplı birinin evinde bir sohbet var, ben de oraya davetliydim. Abdest alırken yan tarafımda da iki kişi abdest alıyordu. Yorgancı denilen o zat da oradaydı. O iki kişi Yorgancı’ya Mevlana Hazretlerinin türbesini sordu. Yorgancı da, onlara nereden geldiklerini sordu. Onlar, Niğde’den geldiklerini söylediler. O da onlara, ne işiniz var burda, ta oralardan bu adamı görmeye gelmişsiniz, dedi. Benim Mevlana Hazretlerine karşı ayrı bir muhabbetim var. Yalnızca, niçin öyle söylüyorsunuz, diyebildim. Ama bu söz içimde bir ukde olarak kaldı. Akşam da Yorgancı’nın evindeyiz, o sebeple de birşey diyemedim. Akşam sohbete gittik. Ben mahzun olarak bir köşeye çekildim. Herkes geldi. Dişçi Mehmet Efendi de geldi. Daha hiçkimse ile görüşmeden direkt olarak yanıma gelerek bana, Mevlana’nın kıymetini herkes bilmez, değer bilmez insanlara aldırma dedi. Daha sonra Yorgancı’ya dönerek, sen bilmez misin ki, Es’ad Efendi Hazretleri, Yenikapı Mevlevihanesi’ne devam ederdi, dedi. Bendeki mahzuniyeti giderdiği gibi Yorgancı’yı da ihtar etmiş oldu.
Sami Efendi’ye bağlı olduğunu bildiğim Ladikli Ahmet Ağa ile de beni Dişçi Mehmet Efendi tanıştırdı.
İlk görüşmemizde Ahmet Ağa aynı Yunus gibi çok güzel şiirler okudu, adeta kendinden geçti. Ben edebiyat hocalığı yaptığım için şaşırdım bu coşkunluk karşısında. Daha sonraki zamanlarda tek başıma onu ziyarete gitmeye başladım. Bir defasında yalnızca ikimizin bulunduğu ortamda ona, Ahmet Ağa, sen bu hali nasıl elde ettin, dedim. Ahmet Ağa, bende bir hal yok, ben ümmi bir çobanım, dedi. Kendisine, ama zaman zaman siz, göreve çağırıyorlar diyorsunuz, çıkıp gidiyorsunuz, sizi göremiyoruz deyince, anlatmak zorunda kaldı: “Seferberlik zamanında Gazze’de savaşıyorduk. Düşman bizi muhasara altına aldı. Bir hafta boyunca ne su, ne yiyecek bulabildik. Daha sonra yardım ulaştı, kazanlar kaynamaya başladı. Yemek dağıttılar bize. Bir ekmeğin içine tahin koymuşlardı. Ben, ekmeği ısırdım, bir lokma ağzıma aldım. O sırada karşımda bir deri bir kemik kalmış bir köpek gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Biraz ekmek bölüp ona attım. Yanımdakiler, Ahmet delilik etme, ye yemeğini, diyorlardı. Ancak benim gönlüm bu hale elvermedi. Bir lokma kendim yedim, bir lokma köpeğe verdim. Gece uykuya dalınca Peygamber Efendimiz (s.a.v.) teşrif ettiler, sırtımı sıvazlayıp, “Ahmet! Evladım, Ben seni sevdim.” buyurdular. Daha sonra uyandığımda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e karşı büyük bir aşk başladı içimde. O günden beri bu haldeyim.”