islâm'ın iktisadi politikası ; bir bütün olarak her bireyin temel ihtiyaçlarının karşılanması ve toplumun yaşam standartlarına bağlı olarak lüks sayılan ihtiyaçları karşılama imkanının da bireye sunulmasıdır. İslam, ülkesinde yaşayan bireylerin tümünü birden değil tek tek ele alır. Yani İslâm, bireyin öncelikle bütün temel ihtiyaçlarının mutlaka toptan doyurulması gerektiğine inanarak insanı ele alır.
Dolayısıyla İslâm'daki iktisadi politika: her bireyin hayattan yararlanmasını garanti altına almada sadece ülkenin genel anlamda yaşam seviyesinin yükseltilmesini amaçlamadığı gibi belli bir sınıf insanların güçlenmesi için değil, belirli ilişkiler içerisinde yaşayan insanın temel ihtiyaçlarını çözüme kavuşturmak ve yaşam standartlarını yükseltme imkanı sağlayarak onu özel yaşamı içerisinde refaha ulaştırmaktır. İşte bu yönü ile İslâm'ın iktisadi politikası diğer iktisadi politikalardan ayrılır.
Bunun için İslâm devletinin kanunlarında, kendi bireylerinin yiyecek, giyecek ve mesken gibi tüm temel ihtiyaçlarını toptan karşılaması gerektiğini ifade eden şer’i hükümler vardır Çalışacak gücü olan kimseye, kendisine ve bakmakla zorunlu olduğu kimsenin temel ihtiyaçlarını karşılaması için çalışmayı zorunlu kılar. Eğer kişi çalışmaya muktedir değilse, onun temel ihtiyaçlarının karşılanmasını çocuğuna ve varisine bırakır. Bununla İslâm, insan olarak giderilmesi zorunlu olan giyinme, barınma, yeme gibi ihtiyaçların karşılanmasını her birey için garanti etmiştir Bunlardan da anlaşıldığı gibi İslâm bireyi insan oluşundan, bunu da kişiliğinde (bireysel özelliklerden) ayrı tutmamıştır. Aynı zamanda toplumun üzerinde bulunması gerekli konumunu da her bireyin temel ihtiyaçlarını bir bütün olarak doyurulmasından ve lüks ihtiyaçlarını tatminine imkan sağlanmasından ayrı tutmamıştır. Lüks ihtiyaçların karşılanabilmesi ise insanların elerindeki ekonomik değerleri artırabilmeleri ile mümkündür. Bu da çalışmadan gerçekleştirilmez. Bunu için İslâm, kazanç ve rızk aramayı ve bu yolda çalışmayı farz kılmıştır. Allah şöyle buyuruyor:"Yerin sırtlarında yürüyün (dolaşın) ve Allah'ın rızkında yiyin.”(Mülk 15)İşte bu ve benzeri ayetler, iktisatla ilgili şer’i hükümlerin mal kazanmayı, temiz ve helal olan maldan gereği gibi faydalanılmayı ifade ede açık delillerdir.
İslâm, mülk edinme sebeplerini, mülkiyetin el değiştirilmesine dair sözleşme türlerini, bünyesinde birtakım şer'i kuralları ve şer’i hükümleri, barındıracak şekilde ilgili bir çok konuyu kendisine kıyas edilerek çözülebilecek nitelikte genel hatları ile vermiştir. insanların şeriatta geçen muamelatla sınırlı olmaları farzdır. onun için mülkiyette de çeşitli sınırlar vardır mesela kumarhane mülkünün islamda yeri yoktur. Bundan dolayı Müslüman, temiz ve helal olmak şartı ile mal edinme konusunda hiçbir engelle karşılaşmadan süratle amacına ulaşmaya çalışabilir. Böylelikle her bireyin karşılanması gerekli ihtiyaçlarını karşılayacak ortam ve şartlar sağlanmıştır. İslâm, bireyi çalışmaya teşvik etmekle yetinmediği gibi ihtiyaçlarının karşılanmasını sadece bireylerin kendi kazancına da bağlı kılmamıştır. Bilakis gerektiği zaman beytülmalda bireylere harcanma yapılmasını da gerekli kılmıştır. Çalışma gücünden yoksun aciz kimselerin geçimini devlete yüklediği gibi ümmetin ihtiyaçlarını karşılamayı da devletin görevlerinden biri olarak kabul etmiştir. Çünkü vatandaşların bu devlet üzerinde hakları vardır.
İslam iktisadının ilkeleri:
Mülkiyet,Mülkiyetin kullanımı,Servetin insanlar arasında dağılımı...
Mülkiyet:
Mülkiyet hakkı tümüyle Mâlikül Mülk (Mülkün Sahibi) olması ve malı kendisine ait kılmış olması itibariyle Allah'a aittir. Allahu Teâla şöyle dedi:"Size vermiş olduğu Allah'ın malından onlara veriniz.”(Nur 33)Dolayısı ile insanlar mallar üzerinde temsili yetkiye sahiptir. öyle ya kimine miras kalıyor kimi elindeki malı deprem yangın vs olaylar ile kaybediyor .
Ancak temsil yetkisi ile gelen bu mülkiyet hakkı insanoğlunun bütün bireylerine genel olarak gelmiştir. Böylece insanlar bununla fiilen değil temsilen mülkiyet hakkına sahip oluyorlar. Zaten insanlar ancak mülk edinebilme hakkında temsilen bir yetkiye sahiptirler.
Mülkiyetin kullanımı:
Eğer mülkiyet, kamu mülkiyeti ise ümmetin vekili olmasından dolayı devlet bu türlü mülkiyetin kullanım hakkına sahiptir. ancak devlet bu mülkiyet üzerinde şeriatın belirlediği kadar değiştirme hakkına sahiptir. Şari’, devlet ve özel mülkiyette, şeriatın sınırları dahilinde değiştirme ve bağış gibi taraflara istedikleri kullanımı yapabilme yetkisini vermiştir.
Servetin insanlar arasındaki dağılımı ise:
Şüphesiz bu konu, mülk edinme nedenleri ve bir dünya görüşünün ilkleri çerçevesinde şekillenir. Ancak insanların güç ve ihtiyaçları birbirlerinden farklı olduklarından servetin dağılımı da insanlar arasında çeşitli farklılıklara uğrar. Servet dağılımının yanlış ve hatalı uygulanması, malın belli bir sınıfın elinde birikmesi ve diğer bir sınıfın ondan yoksun kalması sonucunu doğurur. Örnek olarak sabit mübadele aracı olan altın ve gümüşün belli ellerde toplanması gibi. Bundan dolayı şeriat servetin yalnızca zenginler arasında dolaşan bir güç olmasını yasaklamış, bütün insanlar arasında dolaşan bir ekonomik güç olmasını emretmiştir.