Kapitalizm Ölüm Saçıyor

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Güzel bir röportaj olmuş, güzel bilgiler mevcut..



Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu ile Bir Röportaj

Prof. Ahmet Tabakoğlu, İslam ekonomisinin İslamî bir zihniyetin ve yaşam tarzının ürünü olabileceğini vurgularken hem kurumsal olarak ve hem teorik olarak zengin bir mirasının olduğunu ifade etti. İslamî ilke ve değerlere dayanmayan bir ekonominin fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapan kapitalist sistemin parçası olacağının altını çizen Tabakoğlu gayri adil olan kapitalizmin kendini tehlikeye attığını savundu.
İslam ekonomisi dediğimizde ne anlamalıyız?Doğuşundan günümüze süreklilik arz eden temel ilke ve kurumları var mıdır?
İslam ekonomisi, ekonominin doğduğu tarihlere kadar indirgenebilir. 18. yüzyılın sonlarında Batıda kapitalist iktisat bilimi doğdu. Daha sonraki dönemlerde de İslam iktisadı ortaya çıktı. İslam iktisadının nüvelenme ve ortaya çıkış dönemi de yaklaşık bir yüzyıl sonrasına, yani 1900`lü yıllara rastlar. 1800`lerde modern kapitalizm doğdu ve iktisat ilmi modern kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde gelişirken bundan aşağı yukarı bir yüzyıl sonra da İslam dünyasında İslam iktisadı ile ilgili çalışmalar başlamıştır.
Bununla İslam iktisadı teorisini kastediyorsunuz, değil mi?

O, İkinciMeşrutiyet dönemine rastlar. Biliyorsunuz, “Batılıların yaptığı şeyler İslam`da da vardır” diye genel bir kabul vardır. Buna uygun olarak onlar neyi iyi yapıyorlarsa biz de yaparız yaklaşımıyla İslam iktisadı ile ilgili çalışmalar başlamıştır. “İslam sosyalizm ve kapitalizmi hüsn-i telif edebilir” gibi kitaplar, makaleler yazılmıştır.Yani İslam’ın adil bir ekonomik sistem getirdiğini ortaya koyan çalışmalar yapılmıştır.
Daha Tanzimatdöneminden başlayarak kapitalizm karşısında İslam hakkında yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Burada esas düşüncenin İslam`ın terakkiye veya kalkınmaya engel olmadığı fikri olduğunu söyleyebiliriz. İslâm`ın geri kalmışlıkta, daha doğrusu az-kapitalistleşmekte bir rolü olmadığı genellikle kabul görmüş, Batının ahlâkını değil sadece tekniğini, kültürünü değil medeniyetini almamızın mümkün ve muteber olduğu safdilliği yerleşmiştir.
İLK İKTİSAT KİTAPLARIMIZDA YERLİ VE DOLAYISIYLA İSLAMİ OLMAK ENDİŞESİ VARDI

İslâm dünyası da, aslında yeni iktisat bilimini veri olarak almıştı. Oysa ilk iktisat kitaplarımızda yerli ve dolayısıyla İslamî olmak endişesi vardı. Mesela, Ahmet Mithat Efendi, eserinde bir iktisat kitabını aynen tercüme etmenin büyük bir hata olacağını ve bu yüzden “bizim için mutavassıt bir yolda ve hal ve şanımıza münasib bir surette bir ekonomi-politik yazmak lüzum ve mecburiyeti”ni duyduğunu belirtmişti. Bugün Türkçe`deki iktisat kitaplarının pek azı bu türden bir “lüzum ve mecburiyet” duymaktadır.
İslam dünyasında ilk başlangıç Türkiye`de, Osmanlı Devletinde olmuştur. Bunu net olarak biliyoruz. İkinci Meşrutiyet döneminde başlamıştır. Meşrutiyet döneminde çıkartılan gazete ve mecmualarında konu ile ilgili çok sayıda yazı bulabilirsiniz. Bu dönemle birlikte Müslüman-Türklerin ticarete atılmaları oluşmaya başlayan millî iktisat düşüncesinin de etkisiyle teşvik edilmeye başlamıştı.
İkinci Meşrutiyet`in İslamcı dergilerinde artık ticaret ve sanatla ilgili yazılara rastlanıyor, kâr, faiz gibi kavramlar yeniden yorumlanıyordu. İslam`ın temelde dünya hayatına değer vermediği görüşünün yanında bunun çalışmayı ve ticarete atılmayı engellemeyeceği vurgulanıyordu.
Daha sonra Cumhuriyet döneminde “yerli malı kullanmalı” kampanyaları bile İslam iktisadıyla desteklenmişti. Hep bunlar İslam`a atfedilerek yapılmaya çalışılmıştır. İslam`da da bunların esası var şeklinde yazılıp çizilmiştir.
Fakat asıl İslam ekonomisi tabirinin ortaya çıkışı 1945`ten sonradır. O tarihte ortaya çıkışının sebebi de Hindistan alt kıtasındaki bağımsızlık hareketleri, Hindistan`ın bağımsızlığını kazanması ve o sırada Müslüman Hint aydınlarının yeni bir sistem oluştururken İslam`dan nasıl faydalanacaklarını düşünmeleridir. Bu çerçevede İslam ekonomisi ortaya çıkmıştır. Bunların çoğu İngilizce yazmıştır. İngilizce kitaplar, makaleler neşrediyorlar. Bunların başında Mevdudi gelir. Hindistan halkı dediğimiz zaman Pakistan`ı da dikkate almak lazım. Fakat Mevdudi başlangıçta Pakistan`ın kurulmasına karşıydı. Yani Hindistan bölünmeyip, Pakistan ayrı bir devlet olmadan konfederasyon şeklinde olabilirdi. Sonuçta kendi içlerinde bölünme oldu. Fakat yeni kuracakları devlette, Müslümanların olduğu devlette İslam`dan faydalanmak gerekti. O yüzden İslam ekonomisi çalışmaları ortaya konmuştur.
Daha sonra Hint alt kıtasından çok sayıda ilim adamı ortaya çıkmıştır. Ve bunların bir kısmı Hindistan`ın ve ardından Pakistan`ın bağımsızlığından sonra dünyaya yayılmış, bir kısmı Türkiye`ye gelmiştir. Mesela bunların başında Muhammed Hamidullah gelir. İslam ekonomisi tarihinin önemli isimlerinden biridir. Çalışmaları, eserleri oldukça kapsamlı ve derindir. Bunların arasında ilim adamı özelliğini taşıyan belki en önemli isim Muhammed Hamidullah`dır. Ama iktisatçı dağil hukukçu ve tarihçidir. Daha sonra Hindistan kökenli olup hala yaşayan sırf iktisatçı olan ilim adamları var. Bunların başında Muhammed Necatullah Sıddiki gelir. 1950`li yıllardan itibaren hala İslam ekonomisi konusunda yazar. Yine Abdulmennan var. Ama fıkıh ve tarih endişesi de olan Necatullah Sıddiki hariç bunlar daha çok modern kapitalist iktisat bilgiyle İslam`a yaklaşan yazarlardır. Demek ki, bugün İslam ekonomisi olarak bildiğimiz disiplinin kökeninde Hintli Müslüman aydınların eserleri vardır.
Arap diyarında Hasan el Benna hareketiyle yani Müslüman Kardeşler hareketi çerçevesinde olmuştur. Mesela Seyyid Kutub bu alanda yazdı. Bunlar, Nasır`ın etkisi ve Nasır`a tepki mahiyetinde ortaya çıktı. Başlangıçta etkisiyle meydana geliyor ama daha sonra Nasır`a karşı cephe olmuşlardır. Bu çalışmalarda İslam toplumculuğu ağırlığı vardır. Pakistan ve Hindistan`dakilerde biraz daha kapitalizm etkisi hakimdir.
Yine günümüzün Müslüman iktisatçılarının veri olarak kabul edip benimsedikleri bazı iktisadî yaklaşımlar çok kere Batı sisteminden kaynaklanmıştır.
Teorik gelişme bu şekilde olmuş. Peki, uygulama sahasında doğuşundan günümüze İslam ekonomisinde süreklilik arz eden ilke ve kurumlar var mıdır?
Evet, asıl problem de odur şu noktada. Çünkü İslam iktisadı tabiri yaklaşık bir tabirdir yani göreceli bir tabirdir. Batılıların iktisat bilimi varsa bizim de İslam iktisadımız var demektir. Fakat bu kabataslak bir yaklaşım. Gerçekte İslam tarihi içinde birçok ilke ve kurum oluşmuştur. Bunlar üzerinden tırnak içerisinde bile olsa bir İslam ekonomisinden bahsedebiliyoruz. Bu alanın bir sürü birikimi var. Mesela Osmanlının başlangıcından itibaren görülen toprak sistemini nasıl açıklayacağız. Mutlaka İslam iktisadı içerisinde konu edeceğiz. Bir İslam toprak sistemi oldukça önemlidir. İslam maliye bürokrasisi, Osmanlılarda, Selçuklularda, Abbasilerde, Emevilerde müthiş bir birikimdir. Yine “divan” kurumu, ahkam defterleri, şikayet defterleri bunlara baktığımız zaman İslam ekonomisiyle ilgili büyük bir birikimin olduğunu görürüz.
İSLAM TARİHİ BOYUNCA SERVET VE
MÜLKİYET YAYGINLAŞTIRILMIŞTIR
O halde İslam`ın doğuşundan itibaren Müslümanların kurduğu siyasi oluşumlarda ekonomi alanında İslami ilkeleri ve kurumları takip edebiliyor muyuz? Veya İslam ekonomisinin bir ilkesinin tarihi serüvenini takip etsek bir süreklilikle karşılaşır mıyız?
Mesela İslam`ın ekonomik ilkelerinden servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılması ilkesini vurgulayabiliriz. Gerçekten de İslam tarihi boyunca servet ve mülkiyet yaygınlaştırılmıştır. Orta sınıflaşma, tabakalaşma gerçekleştirilmiştir. Örnekleri Ahiler. Ahilerden sonra bir yönüyle esnaf teşkilatının oluşması. Diğer yönüyle toprak sistemi, çifthane sistemi bunlar orta sınıflaşmayı gösteren, servet ve mülkiyetin yaygınlaştırılmasını gösteren örnekler.
Yaygınlaştırma
, tekelleşmeyi önleme anlamında, değil mi?
Evet, ne yüksek gelirli insanlar vardır, ne düşük gelirli insanlar vardır. Orta sınıflaşma esastır. İşte İslam tarihinde bunu çifthane sistemiyle, esnaf sistemiyle gerçekleştirmişlerdir. En önemlisi budur ve bu orta sınıflaşma olayı sosyal yapının da ekonomik yapının da bel kemiğidir. Bu yüzden Batılı toplumlarda gördüğümüz burjuvalaşma veya aristokratlaşma gibi bir sınıflaşma da yoktur. Bir proleter sınıf görülmemiştir. Burjuva-proleter çatışması veya feodal dönemlerin serf-senyör çatışması yoktur İslam tarihinde. Her karmaşık toplumda olan idare eden ve edilenler vardır. Batı toplumlarında gördüğümüz tabakalaşmaya rastlanmaz.
İslam tarihinde farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda aynı ilkelerle benzer kurumların oluşturulmuş olması İslam ekonomisi için bir teori ve sistem üretilmesini sağlamaz mı? İslam ekonomisinin 1945`lerden sonra meydana geldiğini söylediğiniz için soruyorum bunu
.
Modern anlamda kapitalizme tepki olarak dedim onu. Ama gerçekten İslam tarihinde büyük bir birikim vardır. Kurumsal anlamda da bir birikim vardır. Ve bu sistemleştirilebilir. Zaten yapılıyor da.
İkincisi düşünce anlamında da bir birikim var. Mesela 7. 8. yüzyıllar biliyorsunuz, Şarlman devrinden sonra Avrupa`nın feodal döneme girdiği yüzyıllardır. 13. yüzyıla kadar, yaklaşık beş yüzyıl Avrupa entelektüel bir boşluk içine girmiştir. Buna The Great Gap(büyük boşluk) diyorlar. Oysa bu dönemde İslam dünyasında büyük bir entelektüel birikim yaşanmıştır. İslam iktisadı diyebileceğimiz saha dahi vardır. Abbasiler döneminde Yunan`dan çevrilen eserler de var. Onun yanında özgün eserler de var. Kaldı ki, Yunan`dan çevrilen eserlere de İslami renk verilmiştir. O kadar büyük bir birikim ki, bunun sınıflandırılmasında bile güçlük çekiyoruz. Fiyat tarihinden ticaret tarihine, toprak tarihine kadar düşünce alanında bir sürü eser yazılmıştır.
Yine evrensel olabilecek iktisadî tahlillere ve ilkelere ulaşabilmek için İslâm bilginlerinin bu eserlerine başvurmak gerekecektir. Bu eserler bizim için “İslâm iktisadı”, İslâm iktisadî düşünce tarihi” ve “iktisat teorisi” alanlarında çok verimli kaynaklardır.
KAPİTALİZMİ ORTAYA ÇIKARAN OLAYLAR
İSLAM TOPLUMUNDA NİYE ORTAYA ÇIKMADI DİYE ÜZÜLEMEYİZ
İslam iktisadının olmazsa olmaz diyebileceğiniz temel ilkeleri nelerdir? Mesela asr-ı saadette bu alanda ilk uygulamalar arasında neler vardır
?
Emeğin yüceltilmesi durumu var. En yüce değer emektir. Bu çok açık bir şekilde görülebilir. Hz. Peygamber emekle geçinmeyi ön planda tutuyor. İnsanın en önemli kazanç sahası emeğiyle olandır. Yani sermaye diye bir değer yoktur. Yani sermaye de bir noktada birikmiş emek olarak görülebilir ama asıl önemli olan emektir. Toplumsal alanda da kul hakkı kavramı çok önemlidir. Yani insanların birbirlerinin haklarını yememesi önemlidir. Hz. Peygamber`in emek uygulamaları da bunu yani kul hakkı yememeyi esas almıştır. Mesela fiyat konusunda başkasının hakkını geçirmemek gerekir. Böyle bir yaklaşım vardır. Kul hakkı yememek İslam ekonomisinde çok önemlidir.
Oysa kapitalizm kul hakkı yiyerek ve ahlaksızlıkla gelişmiştir. Ahlaksızlığın en üstünde insan öldürme vardır. Kapitalizm insan öldürerek gelişmiştir. İnsanları köleleştirerek gelişmiştir. Sombar`ın o ünlü sözünü biliyorsunuzdur: “Zengin olduk, çünkü kıtalar ve ülkeler bizim için ıssızlaştı. İnsanlar bizim için öldüler.” Katliamlar, köleleştirme, kıtaların boşaltılması olmasaydı, Aztek ve İnka medeniyetleri yok edilmeseydi kapitalizm olmazdı. Bu yüzden kapitalizmi ortaya çıkaran olaylar için, mesela sanayi devrimi İslam toplumunda niye ortaya çıkmadı diye üzülemeyiz. Çünkü o kendi süreci ve mantığı içinde ve belirtilen yollarla gerçekleştirilen sermaye birikimi ile ortaya çıkmıştır. Bu Müslümanların kabul edemeyeceği bir olgular zinciridir.
İSLAM FARKLI KÜLTÜRLERİ YOK ETMEMİŞ
SİSTEMLE BÜTÜNLEŞTİRMİŞTİR
İslam`ın uluslararası ilişkilerde hakim olduğu dönemlerde
Akdeniz ticareti canlanmış ve Batının iktisadi gelişmesine zemin hazırlanmışken bugün Batı hakimiyeti altındaki dünyada ekonomik göstergeler hep Batı lehinde oluyor ve en çok Afrika ülkelerinin bazılarında ortaya çıktığı gibi ülkelerin kendi gelişimlerini gerçekleştirmelerine izin verilmiyor. Bu iki durum arasındaki zıtlık nereden kaynaklanıyor?
Merkantilist dönemler tüccarla devletlerin işbirliği yaptığı dönemlerdir. Mesela İngiliz tüccarları yabancı sahalarda, denizlerde çaba sarf ederken bunun garantisi İngiliz krallığı idi. Fransızlar ve İspanyollar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yani devlet destekli ticaret söz konusuydu. Ve bu noktada üretim olayının çok fazla olmadığını söyleyebiliriz. İngiltere yavaş yavaş üretim aşamasına geçiyor ama asıl üretimi gerçekleştiren Osmanlı sistemidir. Hem sanayi ve hem tarımsal üretim anlamında Osmanlı “üretimi” önemli bir olgu olarak görür. Sistemli bir ekonomisi vardır. Bütçelere baktığınızda en önemli gelir kalemlerinin hiçbir zaman ganimet olmadığını görürsünüz. Bu ancak Batı toplumları için geçerlidir. Batı devletleri savaş yapar, savaşta ya galip gelir ya mağlup olur. Galip olursa bir ganimet elde eder. Mağlup olursa ekonomi biter. Oysa Osmanlılarda birçok mağlubiyet olmasına rağmen varlığını sonuna kadar sürdürmüştür. 1918`e kadar sürdürmüştür diyebiliriz. Hatta 1908`de Meşrutiyet ilan edildiği sıralarda bile Osmanlı bütçesinde açıklar azalmıştır. Yani II. Meşrutiyet dönemi açıkların azaldığı, ekonominin iyiye gittiği zamanlardandır. Başından sonuna kadar varlığını üretim yapısıyla, serbest ticaret yapısıyla ve sağlam bürokratik yapısıyla devam ettirir. Bürokratik yapı kendini kanun-i kadim anlayışıyla sürdürür. Osmanlı gücünü bu anlayışa borçludur.
Peki, bu iki medeniyeti kültürel olarak ve zihniyet olarak karşılaştırdığımızda İslam`ın hakim olduğu dönemlerde Batı`da durum neydi ve Batı`nın hakim olduğu dönemlerde
Doğu`da durum nedir? Bu iki medeniyet karşı medeniyetin ekonomik gelişimine nasıl tepki veriyor?
İslam medeniyeti kendi dışındaki güçlerin hakim olduğu dönemde gelişmiştir. Mesela İran-Sasani İmparatorluğunu yıkarak gelişti. Bizans İmparatorluğunu gerileterek gelişti. Fakat şöyle düşünmek lazım. İslamiyet bunların kültürlerini ve geleneklerini yok etmemiştir. Biraz önce kanun-ı kadim demiştik. Geçmişten gelen gelenek İslam tarafından devam ettirilmiştir. Yani İslamiyette devrimci bir anlayış yoktur. İyi gelenekleri devam ettirme anlayışı vardır. Kendi ilkelerine uygun gelenekleri devam ettirir. Kendi ilkelerine uygun değilse değiştirir. Bunu çok net olarak söyleyebiliriz.
Bu noktada devrimci oluyor?

Orda devrimci diyebiliriz ama devrim makbul bir kelime değildir. Son zamanlarda makbul karşılanıyor. Devrim dendiğinde karışıklık, kaos anlaşılır. Oysa İslamiyet istikrar ister. İslamda religion (din) ile tradition (gelenek) arasında doğrusal ilişki vardır. Devrim anlayışı aydınlanma çağının getirmiş olduğu bir şeydir. Temelde dini devre dışı bırakır. Mesela ansiklopedide “tanrı” “t” harfindedir. Tanrı o alanla sınırlıdır. Ama İslamiyette sistemin bütün esasını Allah inancı oluşturur. Siyasi yapıyı da Allah inancı şekillendirir. Tevhid inancının siyasi yansıması da vardır. Üniter ve merkezi devlet anlayışı bunun, vahdet (birlik) anlayışının bir yansımasıdır büyük ölçüde. Bunları çok net görebiliyoruz. Bu olgu Batı için bir örnek teşkil etmiştir. Yani nasıl üniter ve merkezî bir devlet oluşturabiliriz diye bir örnek aradıklarında karşılarında Osmanlıyı bulmuşlardır. Üniter devlet anlayışı bakımından Osmanlıyı örnek almışlardır.
Aslında iki medeniyetin de iktidar mücadelesi vardır. Bunu kesin olarak söylememiz lazım. Müslümanlar 18. yüzyıldan sonra bu iktidar mücadelesini kaybediyorlar. Batılılar kazanıyor. Ama daha önce Müslümanlar iktidar mücadelesini kazanmışlar ve fakat karşılarındakilerin haklarını yememişlerdir. Onları da bir şekilde sistemle bütünleştirmişlerdir.
İSLAM TOPLUMLARINDA
SÖMÜRGE-ANAVATAN AYRIMI OLMAMIŞTIR
İslam tarihinde Müslümanlar büyük bir coğrafi alanda hakim oldular, fetihler gerçekleştirdiler. Batı medeniyeti de 19. yüzyılda bilfiil, daha sonra yerel aygıtları kullanarak dünyada hakim olmaya çalışıyor. Bu iki medeniyet arasında hakim oldukları bölgelerin maddi kaynaklarını kullanma açısından ne tür farklar vardır?
Şunu net olarak söylememiz lazım.
Mehmet Genç`in vurguladığı bir şey vardır. İslam toplumlarında sömürge anavatan ayrımı yoktur. Bu ayrım Batıda vardır. İslam toplumlarında darulharb ve darulislam vardır. Sömürge anavatan ayrımı yoktur. Dolayısıyla Müslümanlardaki fetih harekatı kurtarma harekatıdır. Bunu bu şekilde vurgulamamız lazım. Yani sömürgeleştirme harekatı, kolonizasyon harekatı değil bir kurtarma harekatıdır. İlk fetihlerde bunu çok net olarak görüyoruz. Osmanlı fetihlerinde de, özellikle Balkan fetihlerinde de bunu görüyoruz. Eğer öyle olmasaydı önce ilk Müslüman devletlere karşı sonra Osmanlı devletine karşı gizli kapaklı harekat başlardı. Oysa Osmanlı devletine, İstanbul`a karşı harekatın başlatılması sonradan olmuştur.
Buradan maddi kaynakların kullanımında adil olduklarını çıkarıyoruz?

Sömürü değil oraya hizmet götürmüşlerdir. Ta Selçuklulardan beri görüyoruz. Selçuklular halkı muhayyer bırakıyor. İsterseniz Bizans idaresine geçebilirsiniz, isterseniz burada kalabilirsiniz diyorlar. Gayrimüslim halk Selçuklu idaresini tercih ediyor. Nedeni daha adil olmalarıdır. Osmanlılar için de aynı durumu söyleyebiliriz. Balkanlarda Osmanlıya karşı bir kin nefret uyanmıyor. Çünkü daha adil bir düzen getiriyor. Adalet kaybolunca da problem ortaya çıkmıştır.
İNSAN
-İ KAMİL KUL HAKKINA ÖNEM VEREN KENDİ EMEĞİYLE GEÇİNENDİR
Osmanlı ekonomik sisteminin merkezinde duran ahiliği zihniyet yapısı açısından değerlendirdiğinizde
Homoekonomikus`dan farkı ve Homoislamikus`a yakınlık derecesi nedir?
Şöyle diyelim isterseniz. Osmanlı sistemini veya İslam ekonomik sistemini ahilik yapmıştır. Oysa Batı ekonomik sistemini, kapitalizmi burjuva yapmıştır. Buna homoekonomikus yapmıştır diyebiliriz.
Yani burjuva zihniyeti eşittir homoekonomikus diyorsunuz.
Evet. Veya şöyle diyebiliriz. Burjuvazi, homoekonomikusun muşahhas, somut halidir.
Peki, ahiliğin homoislamikusla örtüştüğü ve ayrıştığı durumlar nasıl ortaya çıkmıştır?
Homoislamikus lafı bana ağır geliyor. Mümkün olduğu kadar kendi tabirlerimizi tercih ediyorum. Ahilik, kanun-i kadim veya kanun-i kadimin tercümesi olan klasik dönem bizim kendi tabirimiz sayılabilir. Ama homoislamikus dediğimizde soyutlama oluyor. Mesela insan-i kamil diyebilirsiniz. Yani kul hakkına önem veren kendi emeğiyle geçinen bir insan tipi olarak düşünebilirsiniz. Yani kendi emeğini kazanç vesilesi olarak gören ve başkalarının hakkına saygı gösteren rekabetten öte dayanışmayı öngören bir insan tipi. İsterseniz homoislamikus demenizde bir sakınca yok. Ama ben bu lafı kullanma taraftarı değilim.
Siz “
Tanzimat bir noktada ticari kapitalizmi, yani merkantalizmi yaşamadan sanayi kapitalizmine geçme arzusunu ifade ediyor” diyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?
Tanzimat liberalist bir harekettir. Tanzimat bir devletleştirme ve merkezleştirme hareketidir. Devletin her şeye karışma, her şeyi tekeline alma hareketidir Tanzimat aslında. Çünkü modern kapitalist devlet her şeye karışan devlettir. Yani kendi bilgisi dışında hiçbir şey olmamasını isteyen devlettir. Tanzimat da büyük ölçüde bunu hedef almıştır. Mesela bugün devlet her şeye karışıyor diyoruz. Her şey devletten bekleniyor diyoruz. Buna karşın özelleştirme söz konusu olmaya başlıyor. İşte bunun temelinde aslında Tanzimat vardır. Tanzimat, burjuva oluşturulmasını hedeflemesine rağmen, bireysel teşebbüs gücünü dışlayan anlayışı getirmiştir. Çelişkili gibi görünür ama klasik dönemde ekonomik faaliyetlerin çoğunu sivil toplum örgütleri yapıyordu. Vakıflar yatırımları gerçekleştiren tek kurumdu. Osmanlı döneminde devlet yatırım yapmıyordu. Kamu yatırımını yapan, sosyal hizmetleri yürüten vakıflardı. Fakat Tanzimat bunları devlete mal ederek sivil toplum örgütlerini bertaraf etti. Vakıflar 1826`dan itibaren yavaş yavaş ortadan kalkmıştır ve gücünü yitirmiştir. Sivil toplum örgütleri ekonomiden yavaş yavaş geri çekilmişlerdir.
Tanzimat sivil toplum örgütlerini devre dışı bırakıp kapitalist ekonomiyi yerleştirmek için mi devletçi yapıyı kurmaya çalışmıştır?

Devletçi yapı sonradan ortaya çıktı. Tanzimatçılar liberalist yaklaşıma sahipler. Mesela Osmanlılarda niye sanayi devrimi diye sorulduğunda burjuva sınıfı olmadığı için cevabını veriyorlar ama burjuva sınıfı nasıl yetiştirilir? Tanzimat devletçi yaklaşımla burjuva sınıfı yetiştirmeye çalışmıştır. Liberal sınıf yetiştirelemediği için de eski sivil toplum örgütlerinden istifade etmeniz gerekiyor ki bunların başında da esnaf geliyor. Mesela İttihat-Terakki şirketleri esnafa kurduruyor. Demirciler esnafı, dericiler esnafı, vs. yani Osmanlıda tek örgütlü halk teşebbüsü esnaftan ibarettir. Burjuva yoktur. Ama Tanzimat`ın daha sonra Jöntürklerin sonra da 30`lardan itibaren Cumhuriyetin oluşturmak istediği şey, devlet eliyle burjuva. Bunun da ne kadar başarılı olduğunu günümüzde görüyoruz.
Sizce neden başarılı değil?
Çünkü burjuvanın geleneği yok. Mesela Sabancı bile “bu mülk bana emanettir” diyordu. Burjuvada emanet zihniyeti olmaz. Bu zihniyetle burjuva olunmaz. Ancak biliyorsunuz burjuva tarihi başka bir olaydır. Kültürel ve geleneksel tarafı vardır. Bir nesilden bir nesile burjuva olunmaz. Birkaç neslin geçmesi lazım.
O halde bir geleneği olmadığı halde bu süreçler yine kapitalistleşmemizi sağlar diyebiliyor musunuz?
Olayı globalizasyon süreci içerisinde ele almak lazım. Kapitalizm eski tanımlarını kaybetti. Yeni tanımlar yapılıyor. Türkiye`de bir zamanlar ağır sanayi tartışması vardı. Şimdi bakıyorsunuz, öyle bir şey yok. Ağır sanayi hamlesi gibi bir durum yok artık. Dünyada bize biçilen bir rol var. O rol de nedir? Dünyada ileri kapitalist ülkeler finans sektörüne hakimdirler. Bize de sanayi düşüyor. Türkiye otomobil, beyaz eşya üretecek bunları satacak. Biz de sizin zenginliğinizi kontrol edeceğiz. Finans sektörüne hakim olacağız. Dünyadaki kapitalizmin vardığı nokta şu an finans kapitalizmidir. Yani ileri kapitalist ülkeler şu anda finans kapitalizmini temsil ediyorlar.
KAPİTALİST SİSTEM ADİL BİR SİSTEM DEĞİLDİR VE KENDİSİNİ TEHLİKEYE ATMIŞTIR
Bu adil bir işbölümü müdür? Herkes pastadan payını adil bir şekilde alıyor mu?
İstersen olaya yukardan, uzaktan bakalım. Günümüzde açlıktan ölenlerle tokluktan ölenler bir arada yaşıyor. Tokluktan ölenlerle mide fesadından değil kalp ve damar hastalıklarından ölenleri kastediyorum. Bir yandan Batı dünyasında kalp ve damar hastalıkları artıyor bir yandan Afrika`da açlık oranı. Böyle bir çelişki var. Bireysel bazda bir çelişki var. Bir de toplumsal bazda bir çelişki var. Gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler var. Evvelden medeniler ve barbarlar vardı. Şimdi onun yerini gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler aldı. Ama bir süre sonra aradaki mesafe kapanacak ve gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkeler olacak değiller. Çünkü gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki mesafe gün be gün büyüyor. Azgelişmişlik bir süreç değil, bir kategoridir. Dolayısıyla kapitalist sistem adil bir sistem değildir ve kendisini tehlikeye atmıştır.
Küreselleşme de devamı olarak aynı şekilde&
Aynı şekilde. Terör, vs olaylarının temel sebebi budur. Sistemin kendisini tehlikeye atmasından kaynaklanıyor.
Sistemin kendisini tehlikeye atmasıyla ne kastediyorsunuz?
Yani adaletsiz bir sistemdir. Gelişmekte olmak bir kategoridir. Ülkelerin bir kısmı bir süre sonra gelişmişlik düzeyine ulaşacak diye bir olay yoktur.
Çünkü yarışa aynı çizgiden başlamıyorlar&
Hem ondan kaynaklanıyor. Hem de gelişmekte olan ülkeler için bir rol biçilmiştir. O rolü oynamaktalar. Şimdi burada problem şudur; bu rol yanlış bir roldür. Yani gelişmekte olmak veya kalkınmak bir aldatmacadır. Kendimize uygun yeni bir sistem oluşturmalıyız. Yeni bir uygarlık oluşturmalıyız. İşte bunlar gündeme gelmeye başladığı zaman adil bir sistem gerçekleşebilir. Evvela bu soruları sormak lazım. Bir tuzak içerisindeyiz. Kalkınma sloganı altında aldatılmışlığı oynuyoruz. Bundan vazgeçip kendimize yeni bir uygarlık oluşturma niyetlerini teorileştirirsek o zaman ilk adımı atmış oluruz.
BATININ İSTEDİĞİ İSLAMIN EHLİLEŞTİRİLMESİDİR
Avrupa İstikrar Girişimi, geçtiğimiz günlerde hazırladığı raporda Kayseri`yi “İslam Kalvinizmi”nin merkezi olarak gösterdi. Weberci görüşe istinaden İslam`ın tasarruf ilkesi ve yine çalışmayı manevi bir değer olarak görmesi İslam`ın kapitalizmle bağdaşmasını sağlayabilir mi? Yani İslam`ın bazı değerleri araçsallaştırılarak İslam kapitalizmi oluşturulabilir mi? Bu durumu İslam ekonomisinin ilkeleri açısından değerlendirir misiniz?
Evet, tam olarak bunu yapmak istiyorlar. Yani Batının istediği İslamın ehlileştirilmesi, İslam kapitalizmi, İslam kalvinizmidir. Batının İslama biçtiği değer budur.
Bu bağlamda İslam dünyasındaki durumu nasıl görüyorsunuz?
Bu da bir aldanıştır. Teorik olarak İslam kapitalizmi var belki ama fiilen İslam kapitalizme dönüşmüş durumda. İslam bankacılığı bunun en somut örneğidir.
Bu bankalar faizsiz bir sistem kuruyorlar&
Kredi mekanizması hakimken faizsiz sistem uygulamışsınız uygulamamışsınız hiç önemli değildir. Orada bir aldatmaca var.
O noktada İslami ilkeler hayata geçmiyor diyorsunuz.
Hayır. Bunun İslam ekonomisiyle hiçbir ilgisi yok. Bu bir aldatmacadır.
Hangi ilke ve değerlerle çelişir?
İslam bankacılığı veya katılım bankacılığı az kapitalistleşmiş bir sistemin ürünüdür. Yani İslam ekonomisinin bir ürünü değildir. İslam tarihinde mesela Emeviler, Abbasiler& dönemlerinde cehbezler, sarraflar var. Fakat bunlar marjinal kurumlardır. Ticareti geliştirmek için sistemin dayandığı kurumlar değildir.
Ama belli dönemlerde devletin bile kredi aldığı kurumlar olmuşlar&
Sâsânîler döneminden beri Ortadoğu`da bilinen Cehbezlerin mevduat topladıklarını ve bazen devlete kredi verdiklerini biliyoruz. Ancak bunlar nicelikle ticaretin kolaylaştırılmasını sağlayan bazı kurumlardır. Yani sistemin kalbinde yer almamışlardır. Osmanlıda bu tür kurumlar da yoktur. Para vakıfları gibi benzer kurumlar var ama sosyal güvenlik amacıyla çalışıyorlar. Bari bu gelenekten kopamıyoruz toplumsal yarar adına kullanalım anlayışı var. Oysa günümüzde İslam bankacılığının böyle bir derdi yoktur. Veya ikinci planda vardır. Birinci planda olan kar maksimasyonudur. Katılım bankacılığı ticari kurumlardır. Yani hayır kurumları veya vakıf kurumları değiller. Dolayısıyla adil gelir dağılımını sağlayıcı bir mekanizmaya sahip değillerdir. Fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapan mekanizmanın kurumlarıdır.
İSLAM EKONOMİSİ FAİZSİZ VE ZEKATLI KAPİTALİZM HALİNE GELMİŞTİR
Buradan şu sonuca varabilir miyiz: İslamın bir sistem olarak hayata geçirilmesinin yerine bir ilkesinin kapitalist sistem içinde uygulanmaya çalışılması kapitalizmi daha işler kılıyor.
Aynen öyle. Başka bir deyişle, günümüzde İslam ekonomisi faizsiz ve zekatlı kapitalizm haline gelmiştir. Teorik anlamda buna İslam kapitalizmi diyebilirsiniz. Maalesef böyle bir durum var. Fiili durum budur. Oysa İslam ekonomisinde adil gelir dağılımını öngören, emeği önemseyen, işsizliği yok etmeye çalışan sosyal bir ekonomi anlayışı vardır. Yoksa fakiri daha fakir yapan zengini daha zengin yapan bir ekonomi anlayışı kesinlikle yoktur.
İslam tarihinde ve özelde Osmanlıda üretim-tüketim dengesi nasıl sağlanmıştı?
İhtiyaca göre üretim ekonomisi vardır. Kitlevî üretim anlayışı söz konusu değildir.
Asıl olan az tüketmek midir?
Kanaatkarlık da diyebiliriz. Kanaatkar insan tipi ön plandadır. Kitlevi üretim zaten sanayi devriminin bir sonucudur. Osmanlıda kitlevi üretim yok. Fakat çok net olarak şunu söyleyebiliriz; yüksek bir üretim potansiyeli vardır Osmanlıda. Esnaf sisteminde de, tarım sisteminde de. Tarımda ikta ve tımar sistemi vardır. Bu sistemler içerisinde yüksek bir üretim potansiyeli oluşturulmuştur. Ve şunu da vurgulamamız lazım, 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar, yani 1770`lere kadar Osmanlı ihracatı ithalatından fazladır. Ancak yüksek üretim potansiyeli bunu gerçekleştirebilir. Dışarıdan mal getiren tüccar para değil mal götürmek zorundadır. Özellikle dokuma ürünleri ihraç edilirdi.
16. yüzyılda, Kanuni zamanında dört türlü malın ihracatı yasaktı. Ondan evvel şunu söyleyelim; Osmanlılarda ihracat seferberliği kavramı yoktu zaten. İthalat seferberliği, piyasanın mala doyması anlayışı vardır. Bu yasak olan maddelerden biri; temel gıda maddeleridir. Bunların başında buğday, zeytinyağı gelir. Sonra sabun gibi temel temizlik maddelerinin ihracatı kısıtlanmıştır. Sonra pamuk ipliği gibi sanayi hammaddelerinin ihracatı yasaktır. Ve savaş araçlarının ihracatı yasaktır. Bir de altın, gümüş gibi kıymetli maden ihracatı yasaktır. Üretim arttıkça bu yasaklarda daralmalar olduğunu görüyoruz. Mesela 17. yüzyılda üretimde artış vardır. 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar ihracatın fazla olduğunu söylemiştik. İşte o dönemde üretim artışları var. Maliyede bir gelişme var. Bütçelerde açıklar azalmış. Hatta bazen fazla veriyor. Osmanlı devletinin ekonomik anlamda yükselme dönemi 17-18. yüzyıldır. Sanırım Mehmet Genç hoca da aynı fikirde. Lale devrini içine alan dönem Osmanlı ekonomisinin ve maliyesinin zirve yaptığı dönemdir diyebiliriz.
OSMANLI İNSANI HİÇBİR İHTİRASI OLMAYAN İNSAN OLARAK TANIMLANIR
Osmanlıda insanın kendisiyle, doğayla, toplumla barışık yaşamasını sağlayan zihni yapıdan bahseder misiniz?
Osmanlı insanı kanaatkardır. Dünyada görevlerinin olduğunu bilen ve öbür dünyada hesap vereceği bilincinde olan insan tipi vardır. Dolayısıyla dünyaya bakışında ihtiras, daha çok kazanmak, kar maksimasyonu veya tüketiciysen fayda maksimasyonu diye bir şey yok. İncelmiş bir anlayış vardır. Özellikle sanat eserlerinde bunu görebilirsiniz. Ama bu ihtiras anlamında değildir. Kanaatkarlık ön plandadır. Dingin, durağan bir insan tipi ortaya çıkmıştır. Dışarıdan gelen gözlemciler öyle söylüyor. Osmanlı insanını hiçbir ihtirası olmayan insan olarak tanımlıyorlar. Mesela Edmondo De Amicis diye meşhur bir İtalyan yazar vardır. “Çocuk kalbi” adlı kitabın yazarı. Onun bir gözlemi var; bir Osmanlı kahvehanesine giriyor. Sanki mumya müzesine girdim diyor. İnsanlarda hareket yok. Yarım fincan kahveyi bütün gün içiyorlar. Durgun bir insan tipi. Ama bu hayattan bezmiş bir insan tipi değil. Yani ihtiyaçsız& Buradan hareketle diyorlar ki, bunun sebebi vakıflardır. Teşebbüs gücünü öldürmüştür diyorlar. Aslında böyle değildir. Vakıflar bir yandan insanların güvencesiyken bir yandan da sanayi altyapısını oluşturmuşlardır. Yani esnaf çalıştığı, iş yaptığı dükkanları vakıflardan almıştır. Vakıflar dükkanları hazırlamışlar ve onlardan elde ettikleri gelirlerle kamu hizmetlerini finanse etmişlerdir. Sistem farklı bir sistemdir. Bu sistemi anlamak gerekiyor. Anlamak için de önümüzdeki buzlu camların kaldırılması gerekiyor. Bu yine Mehmet Genç`in bir sözüdür. Tanzimat insanının önünde klasik Osmanlı zihniyetini anlamalarına engel bir buzlu cam vardı der. O buzlu camın arkasından bakıyorlardı. Her dönemde bu buzlu camlar artmıştır. Günümüzde beş on tane buzlu cam var herhalde. Arkasında görülen hayaletlere bakarak durumu tahmin etmeye, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Problemimiz budur.
Osmanlıda kendiyle barışık bir insan modeli var. İhtirassız yapısıyla üretim ve tüketimde dengeyi sağlayarak doğayla ve toplumuyla da barışık yaşamış bu insan. Peki, bu modelden kalkarak günümüze yönelik bir İslam ekonomisi teorisi üretmek mümkün müdür?
Tabi, bu bireylere bağlıdır. Mesela insanlar kendileri kul hakkı yemeyecek, kötülük düşünmeyecek, birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışmayacak, rekabet yerine dayanışmayı ön planda tutacak, az yiyecek, az konuşacak& bunların hiç birisi bizde yok. Bu gerçekleştirilirse yeni bir uygarlık oluşuyor demektir.
İYİ BİR MÜSLÜMAN OLUNMADAN İSLAM EKONOMİSİ HAYATA GEÇMEZ
Önce bireyden başlar diyorsunuz.
Tabii. Bireyden başlar. Başkasına bakıp da kendimizi unutmamamız lazım. Kuran da bu duruma işaret eder biliyorsunuz; başkalarına iyiliği emrediyorsunuz ama kendinizi unutuyorsunuz diyerek. İnsanların önce kendilerinden başlaması lazım. Bu iş böyledir. Kendileri ne kadar gerçekleştirebiliyorlar? Yani iyi bir Müslüman olmadan İslam ekonomisi filan olmaz.
Peki, bunlar yapılırken siyasi örgütlenme de paralel olarak yürütülmeli midir? İslam ekonomisinin ilkelerinin hayata geçirilebilmesi için mesela D8 uygulaması veya İslam Ortak Pazarı düşüncesi birer adım olabilirler mi?
Belli bir hedefe doğru arayışlar içinde olmak önemlidir. Hatta faizsiz bankacılığı bile bu açıdan değerlendirebiliriz. Ancak hedefin çok net olmadığı ve sonuçta az kapitalistleşmiş bir sistemin öğesi olunduğu görülüyor. Bu yüzden belirttiğiniz uygulamalara pek inanmıyorum. Yine de önemli olan bu uygulamaların sonuçta modern kapitalizmin dışına çıkmadığıdır.
Onun dışına nasıl çıkılır?
Bireysel olarak çıkılır. Mesela Gandhi insanlarla savaşmadı ama onları rahatsız etti. Çıkrıkla, dokuma tezgahıyla bağımsızlık hareketini örgütledi. Bu önemli bir şeydir. Şöyle diyelim; Müslümanlar örnek alınacak. Bu adamdan bana zarar gelmez deniyorsa bu önemlidir işte.
Siyasi örgütlenme bazında düşündüğümüzde&
Bunun dışındakiler daha sonra gelir. Yani kafamızı, zihnimizi bu noktaya yoğunlaştırıp da asıl görevlerimizi unutmamalıyız. Benim görüşüm şudur; hep siyasi örgütlenmeye ağırlık veren insanlar kendilerini unutuyorlar. Dünyayı kurtarmaya çalışırken kendilerini unutuyorlar maalesef.
Yani o yönde bir model arayışına gerek yoktur mu diyorsunuz? Bireyler kendilerini düzelttiklerinde bu da kendiliğinden gerçekleşecek midir?
Tabii. Kendiliğinden olur bunlar. Başkaları örnek alır. Şimdi İslam hızla yayılıyor diyemezsiniz. Entelektüel bazda bir gelişme vardır ama Müslümanları örnek alarak bir İslamlaşma yok dünyada. Eğer bu olursa bir takım gelişmeler yaşanır.
MÜSLÜMANLARIN TEMEL ÇEKİNECEKLERİ GÜÇ ALLAH OLMALIDIR
Ama şöyle bir handikap var hocam. Kapitalizm ve onun ürettiği kültürel ortam bütün aygıtları kullanarak bireyin üzerinde tahakküm kuruyor. Medya aracılığıyla, eğitim aracılığıyla ve hatta sokağa çıktığınız anda reklam panoları aracılığıyla hakimiyet sağlıyor. Bu nasıl aşılır? Birey bu ortamda kendini nasıl özgürleştirir?
Bu hepimizin başında. Ben üniversitede öğrenciyken şimdiki gibi değildi. Hocaların karşısında şimdiki gibi konuşamazdık. Bir ayet vardır: “İnsanlardan korkmayın Ben`den korkun” der Allah Teala. Günümüzde tam tersidir. Müslümanlar, insanlar ne der diye yaşıyor, bütün korkuları insanlar. Oysa Müslümanların temel çekinecekleri gücün insanlar değil Allah olması lazım. Eğer bu yer değiştirirse işte hal böyle olur.
İslam ekonomisi bazında düşündüğümüzde, insanların bu sistemden bağımsız ve bu sistemin içinde İslam ekonomisinin ilkelerine bağlı kalarak faaliyet göstermeleri mümkün müdür?
Mümkündür tabii.
Kurtarılmış adacıklar oluşturmak gibi bir şey mi?
Çok basit bir şey. Hz. Peygamber tüccarlık yaptı. Bir sıfatı vardı onun. Hatırlıyor musunuz?
“Emin”
Evet. Müslümanlar emin insanlar olurlarsa biter bu iş. Bu Müslümandır, bundan yamuk iş çıkmaz dendiği zaman tamamdır. Mesela elini vicdanına koy söyle, “hacı” tipinin olumlu bir çağrışımı mı var olumsuz mu?
Medyada olumsuz bir çağrışıma sahip.
Bütün sorun bu işte. Müslümandan zarar gelmemesi lazım, bu imajın oluşturulmaması lazım. Demek ki, yapılacak çok iş var. Hz. Peygamber “Allah doğru tüccarı Peygamberlerle birlikte haşreder” diyor. Allah, Peygamberlerin yanına koyduğuna göre tüccar çok önemli bir şeydir. Öyle bir tüccar varsa ben gidip elini öperim. Çok önemli bir şeydir. Peygamberin yanında çünkü. Böyle tüccar yok maalesef. Geçen cumartesi İGİAD`da ekonomi ve iş ahlakı çerçevesinde yaptığım konuşmada bu tür şeyler söyledim. Rahatsız olanlar oldu. Birisi “hocam zihnimizi allak bullak ettiniz” dedi. Ben kolay konuşuyorum ama kolay değil tabii. Hatta İlahiyat Fakültesinde iktisat dersi verdim bir ara. Öğrencilerden biri dedi ki, iktisat okuyoruz, çünkü nasıl zengin olunur öğrenmek istiyoruz. Siz burada bize fakrı tavsiye ediyorsunuz. Dedim ki, ekonomide zengin olmayı öğrenerek zengin olunamaz. O başka bir şey. Kul hakkı yiyerek zengin olunabilir belki ama bunu yapmadan nasıl zengin olunur, önemli olan budur işte.



Alıntı Kaynağı: Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu ile Bir Röportaj | ..:: İslam Ekonomisi Ta'lim ve Tedkik Merkezi ::.. http://islamekonomisi.org/prof-dr-ahmet-tabakoglu-ile-bir-roportaj/#ixzz1Sp5GxjYD
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
veri bak islam ekonomisinin anlatıldığı bir kitaptan başlıklar sunuyorum..bu günün bütün ekonu--omi uygulamalarına şeriatın ne dediğine dair durumlar anlatılıyor içinde zahmet et oku..islamın iktisadi siyasetini ve ne var ne yok öğren...bilmediği konuya atlayan sensin..üstelik islamın ekonomik modelinin olmadığını söyleyerek islama hakaret ediyorsun seni yine kınıyorum:Cool:
bak sana bir örnek devlet bütcesi ...

Devlet Bütçesi

Demokratik Parlamenter Nizam ile yönetilen ülkelerde Devlet için her sene genel bir bütçe hazırlanır. Demokratik devletlerin parlamentolarında her sene hükümet tarafından bir bütçe kanun tasarısı hazırlanarak parlamentonun görüşüne sunulur. Bütçe parlamentoda tartışılarak görüşüldükten sonra kanun teklifi halinde parlamentonun oyuna sunulur ve parlamentonun onaylamasının ardından “Bütçe Kanunu” ismi altında tatbike konur.
Bütçe bölümlere ayrılır ve her bölüm için parlamentoda bir bütün olarak oylama yapılır. Her ne kadar her bölümün içerdiği alt bölümler üzerinde de tartışılsa yine de bütçe tasarısı olarak bir bütün halinde oylamaya sunularak ya kabul, ya da reddedilir.
Bütçe, bilindiği gibi gelir ve gider bütçesi olarak iki kısımdan oluşur. Gelir bütçesi, Devlet’in, bütçenin hazırlandığımalî sene içindeki elde edeceği gelirleri, gider bütçesi ise yine Devlet’in o malî sene içinde yapacağı harcamaları kapsar. Bütçe Kanunu’ndaki bazı mallar çeşitli teşkilatların gelirlerini tahmin etmek için, bazı mallar da, Devlete bağlı çeşitli teşkilatların yapacakları harcama miktarının tespiti için konur. Bütçe Kanunu’nda ayrıca, Maliye Bakanlığı’na yetki veren maddeler de bulunur. Her malda, bütçe bölümlerinin içerdiği cetveli gösteren işaretler yer alır. O madde, ister gelirleri, isterse giderleri kapsasın fark etmez. Her cetvelde o bölümün teferruatları yer alır. Daha sonra her bölüme, o bölümün teferruatları için icmalî meblağlar konur. Bütçe, her sene meydana gelebilecek ufak tefek değişikliklere rağmen bu genel esaslara göre hazırlanır.
İslâm Devleti’nde ise, Demokratik ülkelerde olduğu gibi bütçe bir senelik değildir. Bu sebeple senelik olarak bütçe ile alâkalı bir kanun teklifinin Ümmet Meclisi’nde üyelerin oylamasına sunulmasına da gerek yoktur. Demokratik nizamlarda bütçe, ister bölümleri, ister esasî kaideleri ve isterse kapsadığı meblağ itibarıyla geçerliliğini bir sene için koruyabilen bir kanundur ve kanunları ancak parlamento yapar. Yani Bütçe Kanunu Tasarısı’nın parlamentoya sunulması zorunludur. İslâm Devleti’nde bunların hiç birine gerek yoktur. Çünkü Beytu’l-Mal gelirleri, delillerle (nasslarla) sabit olan Şer’î hükümlere göre tahsil edilir. Gelirlerde olduğu harcamalar da, Şer’î hükümlere göredir. Bu Şer’î hükümler sabit olduğundan kalıcı ve süreklidir. Bütçede gelir ve giderler için kesinlikle içtihada ve oylamaya gerek yoktur. Gelir ve gider bölümleri değişmez, Şer’î hükümlerin belirlediği daimî bölümlerdir.
Bu izahatlar, bütçenin geneli için geçerlidir. Bütçenin bölümlerine gelince; bu bölümlerin içereceği meblağ ve bunların tahsili ile alâkalı hâller ise Halife’nin rey ve içtihadına bağlıdır. Bunlar Şeriat’ın Halife’ye verdiği vazifeler içindedir. Halife, bütçenin bu kısımlarıyla alâkalı uygun gördüğü kararı alır. Halife’nin aldığı karara uymak da farzdır.
Bu izahatlardan da anlaşılıyor ki, Demokratik devletlerde olduğu gibi senelik bütçe hazırlanmasına İslâm’da gerek yoktur. Ne bütçenin geneli, ne bölümleri ve ne de bölümlerin teferruatları ve miktarları için senelik bütçe hazırlanmasına gerek yoktur. Nitekim bütçenin gelir ve giderlerine dair genel bölümlerini Şeriat belirlemiş, onun bölümlerini, teferruatlarını ve gereken meblağları belirleme işlerini de Halife’ye bırakmıştır.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
ve bir başka örnek şirketleşme:
İslâm’da Şirket

Lügatte şirket; biri diğerinden ayırt edilemeyecek şekilde iki veya daha fazla hissenin birbirine karışmış olmasıdır.
Şeriat’a göre şirket; iki veya daha fazla şahsın, kazanç sağlamak amacı ile mâlî bir iş yapmak üzere aralarında yaptıkları bir akittir.
Diğer akitler gibi şirket akti de “icab” ve “kabul”ün bir arada bulunmasını gerektirir. İcab, ortak olacaklardan birisinin diğerine; Şu hususta seninle ortak oldum demesidir. Kabul ise, diğerinin “Kabul ettim” demesidir.
Ancak bu lafızların aynen söylenmesi gerekmez. Önemli olan manadır. Yani ortakların icab ve kabul manasını ifade edecek şekilde sözlü veya yazılı bir davranış içerisinde olmalarıdır. Bu sebeple sadece ortaklık yapmak üzere anlaşmaya varmak akit sayılmaz. Aynı şekilde ortaklık için malın ödenmesi de akit sayılmaz. Akit, bir mal üzerinde ortaklık manasını içermelidir. Şirket akdinin sahih olmasının iki şartı vardır:
a- Üzerinde akdedilen husus “tasarruf” olmalıdır.
b- Bu tasarruf, vekil edinmeye elverişli olmalıdır. Böylece aralarında tasarruftan ortaklaşa istifade etme imkânı bulunsun.
Şirket Şer’an caizdir. Çünkü Rasul olarak gönderildiğinde, insanların ortaklaşa iş yapmalarına şahit olan Allahın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların bu davranışlarına ses çıkarmadı. Dolayısıyla Allahın Rasulü’nün herhangi gibi bir şey hakkındaki ikrarı, yapılan işin Şer’î zaviyeden caiz olduğunun delilidir.
Buharî, Ebu el-Minhâl’in şöyle dediğini rivayet eder:
“Ben ve benim ortağım peşin ve veresiye bir şey aldık. Bize Berâe ibni Azib geldi. Ona bunu sorduk. Bunun üzerine şöyle dedi: “Ben ve ortağım Zeyd ibni Erkam da aynı şekilde ticaret yapıyorduk. Bu faaliyetimiz hakkında Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e sorduğumuzda bize şöyle dedi:
مَا كَانَ يَدًا بِيَدٍ فَخُذُوهُ وَمَا كَانَ نَسِيئَةً فَذَرُوهُ
“Peşin olanı alın, veresiye olanı geri verin.[1]
Ebu Hurayra Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet eder:
إِنَّ اللَّهَ يَقُولُ أَنَا ثَالِثُ الشَّرِيكَيْنِ مَا لَمْ يَخُنْ أَحَدُهُمَا صَاحِبَهُ فَإِذَا خَانَهُ خَرَجْتُ مِنْ بَيْنِهِمَا
“Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bir diğeri arkadaşına ihanet etmediği müddetçe, ben iki ortağın üçüncüsüyüm. İhanet edince ben aralarından çıkarım.[2]
Müslüman’ın Müslüman’la, zimmînin zimmîyle, Müslümanların zimmîlerle şirketleşmeleri caizdir. Bir Müslüman’ın Nasranî, Mecusî veya diğer dinlerden olan zimmîlerle ortaklaşa iş yapmaları caizdir. Abdullah ibni Ömer’den:
“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Hayber halkı ile -ki onlar Yahudi idiler- Hayber’in meyve ve ekinlerinin yarısına karşılık akit yaptı.[3]
Aişe RadiyAllahu Anha’dan:
“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir Yahudi’den yiyecek satın aldı ve ona zırhını rehin olarak verdi.”[4]
İbni Abbas RadiyAllahu Anh’tan:
“Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem, zırhını ailesi için almış olduğu yirmi ölçek yiyecek karşılığı rehin vermiş olduğu halde vefat etti.”[5]
Aişe RadiyAllahu Anha’dan:
“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir Yahudi’ye, bedelini vaktinde ödemek üzere iki takım elbise ısmarladı.[6]
Bu hadislere göre; Yahudi, Nasranî ve diğer zimmîlerle ortaklık yapmak caizdir. Çünkü yukarıdaki delillerde de görüldüğü gibi zimmîlerle muamelede bulunmak caizdir. Ancak Müslümanlarla ortaklık halindeyken zimmîlerin şarap ve domuz gibi haram kılınmış şeylerin alım-satımını yapmaları caiz değildir. Fakat Müslümanlarla ortak olmadan önce şarap ve domuz satmışsa, karşılığında almış olduğu bedeli şirkete koyması caizdir. Ancak caiz tasarrufta bulunması halinde şirket sahih olur. Çünkü şirket, malda tasarrufa dayalı olarak yapılan bir akiddir. Malda tasarrufta bulunması kendisine caiz olmayan şahıs ile şirket kurulması sahih olmaz. Bu sebeple hacr altına alınan (tasarruftan men edilen) kimseler ve tasarrufta bulunmaları caiz olmayan kimselerle şirket kurulması caiz değildir.
Şirket, ya emlak şirketi olur ya da akit şirketi olur. Emlâk şirketi aynı zamanda mal şirketidir. İki adamın, miras düşen veya satın aldıkları veya birisi tarafından bunlara hediye edilmesi gibi bir “ayn”da ortak olmaları şeklindeki ortaklıklar.
Mülkün geliştirilmesi ile alâkalı hususlarda ise akit şirketi söz konusu olur. İslâm’daki akit şirketleri, bunlarla alâkalı Şer’î hükümler ve Şer’î deliller derinlemesine incelendiğinde akit şirketlerinin beş gruba ayrıldığı görülür.
1- İnân Şirketi,
2- Ebdân Şirketi,
3- Mudarebe Şirketi,
4- Vücuh Şirketi,
5- Mufavaze Şirketi.

[1] Buharî, Kitabu’ş-Şerikeh, 2317

[2] Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 2936; Darekutnî

[3] Muslim

[4] Buharî

[5] Tirmizî

[6] Tirmizî
 

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
alanyalı teşekkür ederim güzel bir çalışma
üç aşağı beş yukarı benim söylemek istediklerimi uzuncana anlatılmış

okunması dileğimizdir.

leyla saçmalamaya devam et:)
evinin bütçesini kendi mesajına göre ayarlıyorsan :)
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
hangi ekonomikdüzeni getirirseniz getirin.
her model de zengin daha zengin getirir.
zaten o yüzden zekat gibi bir düzenleme var. veya buna vergi de diyenler var.

asıl mesele bu toplanan vergilerin ihtiyaç sahipleri gözetilerek harcanmaması.
yani kurallarda değil uygulamada sorun var.


kesinlikle katılıyorum, kurallar net uygulama hatalı. bu aksaklığıda islam' ın getirdiği yükümlülüklerle aşmak mümkün. aslında hepimiz aynı şeyi söylüyoruz lakin hareket noktalarımız farklı. ekonomik düzelmemi istiyorsunuz VERGİ ÖDENSİN, ZEKAT VERİLSİN.
!!!ÇARPICI Bİ ÖRNEK!!!
leylinur kardeş;
TUİK VERİLERİNE GÖRE; Borç geri ödemede İzmir (bir çok kimse tarafından dinsiz kabul edilen) Türkiye birincisi. amaa dinin en yoğun yaşandığı doğu ve iç anadoludan bi örnek birde, Konya (şeyhlerin, önderlerin memleketi), aynı araştırmada neredeyse son sıralarda. Hani Müslümanlık, borcunu ödemeyen müslümanmı olurmuş. sistem doğru uygulama hatalı.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
kesinlikle katılıyorum, kurallar net uygulama hatalı. bu aksaklığıda islam' ın getirdiği yükümlülüklerle aşmak mümkün. aslında hepimiz aynı şeyi söylüyoruz lakin hareket noktalarımız farklı. ekonomik düzelmemi istiyorsunuz VERGİ ÖDENSİN, ZEKAT VERİLSİN.
!!!ÇARPICI Bİ ÖRNEK!!!
leylinur kardeş;
TUİK VERİLERİNE GÖRE; Borç geri ödemede İzmir (bir çok kimse tarafından dinsiz kabul edilen) Türkiye birincisi. amaa dinin en yoğun yaşandığı doğu ve iç anadoludan bi örnek birde, Konya (şeyhlerin, önderlerin memleketi), aynı araştırmada neredeyse son sıralarda. Hani Müslümanlık, borcunu ödemeyen müslümanmı olurmuş. sistem doğru uygulama hatalı.
size tavsiyem ferleri ve devleti birbirine karıştırmamanız.fertlerden yola çıkarak islamı küçümsemeyiniz:confused1:..ikincisi uyumun tam yaşandığı ecdadımızı hakkıyla araştırmanız...üçüncüsü bundan bir kaç sene sonra buda olmadı şimdi yeni şeyler deniyoruz bu sefer tutacak demiceniz ne malum...güven bitmiştir:Cool:...onun için zenginler türlü türlü alternatifler arıyor olmuştur...ha bu arada altına yatırım artıyor ben sebebin ilerde islam devleti kurulursa karlı çıkalım düşüncesinden olduğunu düşünüyorum:Cool:..zira siz beklemesenizde batı heran bir islam devletinin kurulacağı endişeesini yaşıyor..bakınız batılılar gözünde islam kitabına...kitaptan bazı alıntılar yapmış burda konu olarak açmıştım o alıntılarıda okuyabilirsiniz...:Cool:
selam ve dua ile...şimdilik bu kadar yeter tefekkürünüz bol olsun :)
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
ha bu arada altına yatırım artıyor ben sebebin ilerde islam devleti kurulursa karlı çıkalım düşüncesinden olduğunu düşünüyorum

bağışlayın, altının bununla ne gibi bi ilişkisi var, bi bağlantı kuramadım, açıklama yaparsanız sevinirim.
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
YA BİRDE ÇOK RİCA EDİYORUM BANA İSLAM DÜŞMANIYMIŞIM GİBİ DAVRANMAYIN. RABBİMİ SEVİYORUM VE HER BUYRUĞUNA ELİMDEN GELDİĞİNCE SIKI SIKIYA SARILIYORUM. EVET ABD' yi VE ONUN SİSTEMİNİ ÖVÜYORUM. AMA RİBA ve HARAM' dan KORKUYOR, KAÇINIYORUM. BUGÜNE DEK RİBA SİSTEMLİ İŞ YAPAN TEK BİR KURUMLADA ÇALIŞMADIM! REFAH GETİRECEK ZENGİN BİR MİLLET MODELİ KİMDE VARSA ONU ÖVÜYORUM. RAKAMLAR YALAN SÖYLEMEZ...
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
islamın para sistemi altın ve gümüş üzerine kuruludur;

Altın Sistemi
Devletin iç ve dış ekonomik ilişkilerindeki paranın kullanım politikası değişik şekillerde olabilir.
İçerde ve dışarıda ödemelerin altın ile yapılması,İçeride ve dışarıda altın endeksli para kullanımı,Yalnızca dış ödemelerde altına endeksli kağıt para kullanımı.
Bu şıkların tamamı o ülkenin altına endeksli ve konvertibilesi olan para kullanımı olduğunu göstermektedir. Kağıt paranın altına olan konvertibilesi sabit kur ile mümkündür. Doğal olarak ülke parasının altın değerine endekslenmesi (altın destekli olması) diğer mallardaki fiyat artışlarının ancak altına karşı olan değer dalgalanmalarına bağlı kalmasını sağlayacaktır.
Altın esasına göre ayarlanmış paralar, kanuni olarak belirli bir ölçüyle altına bağlanmış olur. İnsanın nakit olarak paraya sahip olması veya külçe altın veya gümüşe sahip olması ve bunları ihraç etmesi caiz olduğu için altının ihraç ve ithali serbest bırakılır.
Altın; uluslararası serbest dolaşımı olması nedeniyle kişilerin yabancı para veya altın bulundurma ve ödemelerini bunlarla yapabilme imkanı olacaktır. Bu konuda transfer maliyeti daha düşük olan ödeme şekli göz önüne alınır. Altının kur değeri dövize nisbeten piyasada yüksek ise ödemelerin altınla yapılması avantajdır. Tersi durumda ise ödemelerin dövizle yapılması uygun olacaktır.
Altın Sisteminin Faydaları
Kağıt para veya benzeri sistemlerle karşılaştırıldığında sistemin faydalarının başında, bütün dünyaya para sistemi olarak kendisini kabul ettirmiş olması gelmektedir. Bu faydanın altın ve gümüşten başka bir sistem için geçerliliğinin söz konusu olması düşünülemez. Çünkü tüm Dünya, paranın kullanılmasına başlanılmasından 1. Dünya Savaşına kadar geçen süre zarfında altın ve gümüşe dayalı para sistemini kullanmıştır. Fakat sömürgeci devletler, ekonomik ve mali sömürü vasıtalarını kullanmaya başlayıp, parayı da bir sömürü aracı olarak başka sistemlere bağladılar. Banka mevduatları, altın ve gümüşe dayalı olmayan kağıt paralara itibar etmeye başladılar. Böylece uygulanan para sistemi yerini başka sistemlere bırakmış oldu. Bu sistemlerde altın ve gümüşü diğer paralar gibi birer nakit aracı olarak görmeyerek para değerinin tespitinde altın ve gümüşü temel ölçü olarak almaz oldular.

geniş bilgi için bkn...
http://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Ekonomik_Sistem/index.htm
havada kalmasın sorunuz diye cevapladım selamet ile...
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
yok sorum bu değildi, benim kasteddiğim islam devleti ile olan doğrudan ilişkisi nedir. yani ben altına yatırım yaparken niye islam devletini düşünmeliyim?
 

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
leyla ya bakmayın.
kafasında kurgular var ona göre öyledir.
zaten dini bir grup olduklarından da artık şüpheli hale getirdi leyla

sorularıma cevap veremeyen bir zat.tan ne beklenir ki

altın ın islam dini ile bir alakası yok
altın ve din ile sıkı bir bağ kurulcaksa ancak yahudilikle kurulur.
altın sisteminin bugün kullandığımız kağıt para ile arasında bir fark yok zaten.

hele hele gümüşün hiç değeri yok
eskiden bir değeri vardı enflasyon olduğunda altının içine gümüş katılırdı.
teknik olarak o zaman değer kazanmıştı :)
tek başına zaten ne altının ne de gümüşün değeri olmaz
kağıt paranın olmadığı gibi.

ticaret yapmak istediğiniz insanın elinizdeki takas değerini kabul etmedikten sonra ne yapabilirsiniz ki.
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
tek başına zaten ne altının ne de gümüşün değeri olmaz
kağıt paranın olmadığı gibi.

ticaret yapmak istediğiniz insanın elinizdeki takas değerini kabul etmedikten sonra ne yapabilirsiniz ki.

kesinlikle :clap2:
 
Katılım
19 Ocak 2011
Mesajlar
440
Tepkime puanı
17
Puanları
0
Yaş
35
Kardeşler tartışmak yerine İttihad-ı İslam için dua edelim inşaAllah...
İttihad-ı İslam olduğunda ne ABD ne AB'nin sözü geçmez, Müslümanların sözü geçer ve dünyadaki zulümler durur inşaAllah...

Sadece dua edip Allah'a yalvaralım bizlere İttihad-ı İslam'ı nasip etsin...

Olacak inşaAllah...

ABD ve AB gibi beşeri sistemleri övmek yerine Allah'a hamd edip İttihad-ı İslam için yalvaralım inşaAllah...

İnşaAllah ve maşaAllah zikirlerini dilimizden kalbimizden eksik etmeyelim inşaAllah, Allah'ın emridir..
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
kardeşim çok iyi çok hoş söylüyorsun DA hiç birşey yapmadan açılan el makbul olurmu? tevekkül bu mudur? önce çalışmalı gayret etmeli, onlara rakip olmalı işte o zaman islam devletinin mimarları zaten bizler oluruz, temelleri biz atarız. bakın şöyle bir örnek; kabul millet olarak üst üste talihsizlikler yaşadık tarih sahnesinde. ama aynını yaşayan japonya, güney kore gibi ülkeler bugün devler sahnesinde mücadele ediyorlar. Güney Kore' yi hep bize model olarak görmüşümdür. kısacası ÇALIŞMAK ÇALIŞMAK ÇALIŞMAK...noldu peygamber (sav) iki günü eşit olan bizden değildir (yaklaşık bu anlama geliyor) sözü. müslümanlık Rabbim abd'nin cezasını verdeyip yan gelip yatmak yahut iki yürüyüş yapıp daha ne için slogan attığını bile bilmemek değildir. islam ÇALIŞ, OKU der.
 

yusufsaid

Profesör
Katılım
17 Şub 2011
Mesajlar
873
Tepkime puanı
407
Puanları
0
Konum
Ankara
mal-paranın, satıanlma fonksiyonunu yerine getiren ya da değer biriktiren ya da zor günler için yastık altı yapılan kağıt paradan farklı bi değeri yok-belki sadece altını yastık altı yapması biraz güç:). Ancak bahsettiğimiz mal-para altın ise bu manada belki tek fark enflasyonu para basma yoluyla önleyebilmektir -çünkü altın kıt kağıt çok ve maliyeti altın çıkarmaya göre çok düşük- ve kur riskinden kaçınabilinir -tek para birimi ve kurun her ülke için sabit olduğunu düşünürsek-.
Kendi sistemimiz olması gerektiğine ben de katılırım, ancak 'olmalı' demek ne kadar yeterli? 'hadi kalkın ayağa' diyip yapılıverilecek iş değil bence bu. Öncelikle islam iktisat alimlerinin gerçekten tamamen sisteme alternatif bir çözüm öne sürebilmeleri, bu anlamda taaaa 'ihtiyaçlar sınırsızdır', 'azalan marjinal fayda', 'ürünler arasında farksız seçim' gibi konularda daha gerçekçi ve haklı olarak insan doğasına aykırı bulduğumuz gayriislami sistemlerin insan doğası ve sosyoloji hakkındaki önermelerini ilmi olarak çürüten hiç değilse teorik manada mükemmel bir alternatif getiren yepyeni 'x'-'y' düzlemlerine ve 'hiperbol eğrilerine':) ihtiyaç var.
Velhasılı kelam, ayaklar yere basmalı, uçmamalı, ancak sadece islam ülkeleri için değil küresel manada çözümler getirebilecek iktisadi sistemleri yeşertmek gerekiyor, artık koca bi köyde yaşıyoruz...çooook çalışmalı çoooook...
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
http://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Ekonomik_Sistem/index.htm
http://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Ideal_Ekonomi/index.htm

yusuf said kardeşim samimiyseniz bu iki kitabı okuyun.kapitalizm kominizm ve islam sisteminin günümüze dair tüm yönleri incelenmiş ve islami alternatifler boşluksuz doldurulmuştur...veri yeterrrr bilmediğin konuda sus...kitabları oku altının islamla alakasını öğren onca hadise hakaret etme:Cool:

tek soru;
biz size net cevaplar verirken, niçin siz yanıtı başka adresler göstererek veriyorsanuz. sizin kaleminizden okumak daha doyurucu olur kanımca
 

lafzen

Asistan
Katılım
22 Tem 2011
Mesajlar
219
Tepkime puanı
31
Puanları
0
Kapitalizm nedir? Öyle akademik bir yazıya falan gerek yok!
Kapitalizm güce tapan parayı her şey olarak gören hakikatte tanrısı para olan bir sistem, bana göre.İnsanı insanlığında çıkaran yükselmek için kardeşin dahi olsa sırtına basıp çık! deyen bir sistem.Paranın dini olmayan akrabağlık ve komşuluğu olmayan karşılıksız hiç bir şeyin olmadığı yaşlanınca işinin bitttiği artık üretmediğin için çok fazlada tüketemeyeceğin için işinin bittiği bir sistem(gençler gözbebeği oluyor bu durumda).Güzel bir sistem otoriteler için çünkü daha kolay yönetilebilir bir sistem.Yükselme için ilkin (lafzen manasına bakınız) ***liği kabul etmeniz gereken sonra faiz ve rüşveti içselleştirmeniz gereken karmaşık ve basit bir sistem.İnsanın erdemli bir hayat süürmesinden daha çok köle bir hayat sürmesini ister.Bu kölelik günüllük esasına dayanır.Kapitalizm köleleştirici aynı zamanda kölelerin de azat olacaklarını sandığı ve bu yüzden desteklediği (mechul çelişki) dinin kesin çizgilerle sistemden çıkarıldığı ancak işne geldiğinde para için dinide kullandığı bir değersizlikler bütünüdür.Başka nedir desem; Paran varsa saygı duyulursun felsefesi hakimdir.Adam derler bu sistemin mahkumları parası olana.Sistemin köleleri kendileri köleliği içselleştirdi için herkesin sistemi kutsamasını ve çıkış noktalarının olmadığını empoze ederler.Fikri ve vicdani reddi bile kümçümser gibi olurlar.İsterlerki herkes kötüyü içselleştirsin ve aynı onlar gibi olsun böylece bir kötülüğe ortak bulmanın hazzını yahut vicdan rahatlığını hissederler.Biz çalışmayalım dünya yan gelip yatma yeridir demiyoruz.Sadece pisliği reddediyoruz.Ve daha güzele gitmek istiyoruz inşaAllah...
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Kapitalizm nedir? Öyle akademik bir yazıya falan gerek yok!
Kapitalizm güce tapan parayı her şey olarak gören hakikatte tanrısı para olan bir sistem,
kavramlar üzerinden sonuç çıkarmayalım. batıda kapitalizmin kötü uygulanışı nedeniyle tepkici davranıp sistemin temelini suçlamak doğru değildir.
Kapitalizm kanunlarla kurallarla denetimlerle terbiye edilebilir.

Aslında kapital'ın sözlük anlamından hareket etmiş olsaydınız koministlerin kapitalizme karşı öfke derecesine yükselmiş olmazdınız. Kapital sermaye demektir. sınıfsız toplum özleminde olan kominizm sermayeye, özel mülkiyete karşı düşmandır.
Bir kısım Müslümanların, kapitalizme söylem düzeyinde olan düşmanlığı abesle iştigaldir. Koministler kapitalizme karşı çıkıyor evet ama sosyalist devrimi başardıklarında özel mülkiyeti ortadan kaldıracaklar. Peki Müslümanların kapitalizm karşıtığı hangi noktada son bulacak. Özel mülkiyeti ve sermaye sahiplerini ortadan kaldıracakmısınız.
Kapitalizmi yani sermaye düzenini yani para akışını dolaşımını yani değişim değerini kaldırırsanız yerine devlet kapitalizmini ikame edersiniz. Bu da yeşil sosyalizm gibi sapkın bir sonuca götürür.
Peygamber Efenedimiz SAV döneminde de tüccar sınıfı vardı. O dönem feodal üretim ilişkisine dayanıyordu. Ortada büyük toprak sahipleri yoktu, toprak sahiplerine bağlı köle sınıfı yoktu. ticaret esasında çevre ülkelerle kervanlarla yapılan ticarete dayanıyor.
gelişmiş kapitalist ülkelerde vahşi kapitalizmin uygulanışından hareketle antikapitalistlik ilkesine sarılmak müslümanları yanlışa iter. kapitalist üretim sistemini sömürüden arındıracak önlemlerle yolsuzluğu hırsızlığı önleyecek önlemlerle idame ettirirseniz kapitalizm ile İslami hükümler arasında uyumsuzluk kalmaz.
 

Ayaz594

Doçent
Katılım
21 Tem 2011
Mesajlar
568
Tepkime puanı
66
Puanları
28
ele almamız gereken sistemler olmalı, uygulamadaki hatalar değil. bu bir müslümanın hatası yüzünden tüm dini kötülemek gibi bir şey. sapık bir şeyh azgınlık yaptı diye tüm din alimlerine o gözlemi bakıcaz.
liberal ekonomi rekabeti doğurur, rekabet daha çok çalışmayı beraberinde getirir. alternatifler doğar. çalışan emeğinin karşılığını alır. oysa sosyalizm yanılgısı emeğin karşılığını kesinlikle veren bir sistem değil. herkes işçi konumunda adeta. liberal ekonomi düzgün denetlenirse -ki aslında pekte bir sıkıntı görmüyorum, sömürgecilikle hangi akla hizmet bağdaştıra biliyorsunuz anlamış değilim, o bambaşka bi hadise, bi ekonomi politikası değil ya- en yararlı sistem olur.
 
Üst