İki Gün Bir Değil! (Her Güne 1 Ayet, 1 Hadis)

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
logo.jpg


91113.jpg


13 Kasım 2009 26 Zilkâde 1430

Hac ve Hikmetleri

Hac; mal ve sıhhat yönüyle gücü yeten müslümanların, ömürde bir defa belirli günlerde Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret ederek ve bazı rükunları yaparak îfâ ettikleri bir ibadettir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

Gitmeye gücü yetenlerin Beytullah’ı haccetmesi (ziyârette bulunması), Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.”

(Âl-i İmrân, 3/97)


Hac Allah’ı, âhireti ve önceki peygamberlerin hâtıralarını akla getiren nişânelerle dolu bir ibadettir. İslâmî şuur, ibadet heyecânı, birlik ve beraberlik duygusu… gibi pek çok yönden büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Her bir rüknün çok derin mânâları vardır. Hacda insanlar büyük bir ibadet, dua ve zikir tâlimi görürler. Her hareketlerinde Allah’ı hatırlar ve O’nun muhabbetini gönüllerine yerleştirirler.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse, yiyecek, içecek ve binecek masraflarına mâlik olup da Beytullâh’a gitmek mümkün iken haccetmezse, onun yahûdî veya hristiyan olarak ölmesine hiçbir mânî yoktur!” (Tirmizî, Hac, 3)

Bu îkâz-ı ile haccetmenin bütün şartlarını hâiz olup da bu ibâdeti ihmâl edenlerin, dehşetli bir kayıp içinde olacaklarını beyân etmektedir. Hâl böyle iken, imkânı olan mü’minlerin hac ibâdetine bîgâne (ilgisiz) kalmaları, ne büyük bir gaflettir!..
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
logo.jpg


91114.jpg


Allah’ın Evinde Olmak

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.)

(Âl-i İmrân, 3/97)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

Allâh Teâlâ buyuruyor: Ben bir kuluma sıhhat ve âfiyet ihsân edip rızkını da bol verdiğim hâlde, o her dört senede bir Bana gelmezse (yâni hac veya umre ziyâretinde bulunmazsa) o kimse gerçekten mahrum biridir.

(Heysemî, III, 206)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- başka bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

Hacla umrenin arasını birleştirin. Zîrâ bunlar günâhı, tıpkı körüğün demirdeki pası temizlemesi gibi temizler.” (Nesâî, Menâsik, 6; İbn-i Mâce, Menâsik, 3)

İşte böyle bir mânevî arınmaya, yenilenmeye ve îman tâzelemeye vesîle olan ve hadîs-i şerîfte “hac ile arasının birleştirilmesi” tavsiye edilen “umre” ibâdeti de çok mühimdir.

Senede bir defâ olan ve muayyen günlerde îfâ edilen haccın dışında, yılın herhangi bir vaktinde ve istenildiği kadar yapılması mümkün olan “umre”, yüksek fazîletine binâen “küçük hac” olarak tâbir edilir. Bu ibâdetin fazîletini de iyi idrâk etmek lâzımdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş- Hacc-ı Mebrur Umre Eserinden
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Peygambere Misafir Olmak

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.

(Bakara, 125)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

Beni vefâtımdan sonra ziyâret eden kimse, sanki beni hayâtımda ziyâret etmiş gibidir!

(Dârekutnî, Sünen, II, 278)


Ziyâret esnâsında edebe riâyet pek mühimdir. Zîrâ hakîkî istifâdenin ilk şartı edeptir.

Nitekim bir gün İmâm Mâlik Hazretleri mihrab da iken, devrin halîfesi Ebû Câfer Mansur mescide geldi. Bazı suâller sordu. Aralarında ilmî bir müzâkere başladı. Ancak Ebû Câfer Mansur, konuşmanın seyrine kapılıp sesini yükseltince İmâm Mâlik Hazretleri:

“–Ey Halîfe! Burada sesini alçalt! Zîrâ Allâh’ın ihtârı senden daha fazîletli insanlar üzerine indi...” diye îkâz etti.

Şâhid olduğu bu yüksek edeb karşısında Halîfe:

“–Ey İmâm! Duâ ederken kıbleye mi, yoksa Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’a mı döneyim?” diye sordu.

İmâm Mâlik Hazretleri şöyle buyurdu:

“−Yüzünü niye O’ndan çevireceksin ki?! O, senin ve ceddin Hazret-i Âdem’in kıyâmete kadar Allâh’a vesîlesidir. Bilâkis sen, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yönel ve O’nun şefaatini iste ki, Allâh Teâlâ da O’nu sana şefaatçi kılsın!..

(Kâdı İyâz, Şifâ-i Şerîf, Beyrut 1404, c. II, s. 596)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Duâ İsteyen Nebi: Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

Ayetinde Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.

(Mü’min-60)


Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- umre için kendisinden izin isteyen Hazret-i Ömer (radıyallahu anh):

“–Kardeşim, bizi de duâna dâhil et, bizleri unutma!” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 109/3562)

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bu iltifatkâr talep karşısındaki hâlini:

“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’ın bu sözüne karşılık bana dünyâyı verselerdi bu kadar sevinmezdim.” diyerek dile getirmiştir. (Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1498)

İşte bu misâl, -diğer hikmetlerinin yanı sıra- umre ibâdetinde duâların sâir zamanlara göre çok daha makbul olduğunu da ifâde etmektedir. Demek ki feyizli bir umre ibâdetinde yapılan samîmî ilticâların çok büyük bir ecri bulunmaktadır.

Hacdan sonra ve bilhassa Ramazân-ı Şerîf’te yapılan umreler, mânen arınmanın en feyizli vesîleleridir. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde, Ramazan ayında yapılan bir umrenin, kendisiyle yapılmış bir hac gibi olduğunu beyan buyurmuştur.

(Buhârî, Umre, 4; Müslim, Hac, 221)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu?

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.

(Alak 1,2,3,4,5)


Rivâyete göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün evinden çıkıp mescide girdi. Mesciddeki insanlardan bir gurubu Kur'an okuyor, duâ ve zikirle meşgul oluyor, diğerleri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her iki gruptan da memnûn olarak:

"Her iki grup da hayır işliyorlar" buyurdu. Ardından da:

"Bunlar Kur'an okuyor, Allah'a duâ ve zikirle meşgul oluyor, Allah dilerse duâlarını kabûl eder, dilerse etmez. Ama şunlar ilim öğreniyor ve öğretiyorlar. Şüphesiz ben muallim olarak gönderildim." diye konuştu.

Bu iki gurubun ikisi de suffe ashâbındandı. Çünkü onlar gündüzleri mescidde ilim ve ibâdetle meşgul olurlar, suffeyi âdetâ bir konaklama yeri ve ilmî müzâkere ortamı olarak kullanırlardı.

(Ebû Dâvud, Büyû, 36)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
03 Aralık 2009 16 Zilhicce1430

Günün Tarihi: Engelliler Haftası

engelliwr0.jpg


Hiç Düşündünüz mü? Ya Özürlü Olsaydınız...

Siz hiç dış dünyayla irtibat kuramayan, iç dünyasında yalnızlık oyunu oynayan birini gördünüz mü?

Siz hiç oturma çağını ya da yürüme çağını geçtiği halde oturamayan, yürüyemeyen birini gördünüz mü?

Siz hiç konuşamayan, derdini anlatamadığı için alay konusu olan birini gördünüz mü?

Siz hiç göremediği için karanlık bir dünyada yaşayan, alay edilen hatta taciz edilen birini gördünüz mü?

Siz hiç yaşıtlarının anladığını anlayamayan, onlardan daha geç anladığı için bu durumun üzüntüsünü yaşayan birini gördünüz mü?

Siz hiç hareketlerini kontrol edemediği için sallanarak yürüyen, ama sağlıklı insanların deli diyerek korkup kaçtığı birini gördünüz mü?

Siz hiç en olmadık yerlerde (sokakta-otobüste) sara-epilepsi nöbeti geçirip kaskatı olan, çırpınan, etrafındaki insanları ne yapacaklarını bilemez hale getiren birini gördünüz mü?

Bu saydıklarımdan birini ya da birkaçını mutlaka görmüşsünüzdür. Şimdiye kadar görmediyseniz, dışarı çıktığınızda etrafınıza dikkatle baktığınızda mutlaka görürsünüz.

Şimdi bir dakikanızı bana ayırmanızı istiyorum. Sadece bir dakikanızı.

Kapatın gözlerinizi ve bu insanlar gibi bir engeliniz olduğunu düşünün.

Yürüme engelinizin olduğunu düşünün. Yürüyemiyor, koşamıyor hatta kendi işlerinizi bile yapamıyorsunuz. Yani, hep birilerinin yardımına ihtiyacınız var.

Konuşamadığınızı ve duyamadığınızı düşünün. Bir şeyler söylemek istiyorsunuz olmuyor, sesiniz çıkmıyor. Birileri size bir şeyler söylüyor ama duyamıyorsunuz. Duyamadığınızı da söyleyemiyorsunuz. Karşınızdaki yanlış anlıyor, size kızıyor. Üzülüyorsunuz ama elinizden bir şey gelmiyor.

Göremediğinizi düşünün. Hazır gözleriniz kapalıyken, biraz deneme yapın. Bir şeyler yapmaya çalışın gözleriniz kapalıyken, etrafınızdaki nesnelere çarpmamaya çalışarak. Karanlığın, insana güvensizlik verdiğini hissedin. Her an, başınıza gelebilecek tehlikeleri göremediğinizi düşünün. Sonra görme engelli insanların bu korkuları, bu duyguları hayatları boyunca hissederek yaşadıklarını düşünün.

Ya da fiziksel olarak sağlıklı olduğunuzu ama zihinsel olarak problemli olduğunuzu düşünün. Anlamıyorsunuz. Size söylenenleri anlamıyorsunuz. Bakkala gitmeyi beceremiyorsunuz. Otobüse yalnız binemiyor hatta yalnız dışarı çıkamıyorsunuz. Çünkü yalnız çıkarsanız kaybolabilirsiniz.

Zor değil mi? Bir dakika böyle olmak bile zorken, engelli insanlar hayatları boyunca engelleriyle yaşamak zorundalar, onların hayatlarını bir nebze olsun kolaylaştırmaksa biz sağlıklı insanların işi.

Engelli insanların sağlıklı insanlarla, aynı toplum içerisinde yaşayabilmeleri ve kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek duruma gelebilmeleri -ki bu, engellerini bir nebze kontrol altına almalarıyla sağlanabilir- için engellerine göre Özel Eğitim almalarıyla mümkün olabilir.


Arşivden…
 

emustafa

Profesör
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
1,782
Tepkime puanı
428
Puanları
0
03 Aralık 2009 16 Zilhicce1430

Günün Tarihi: Engelliler Haftası



Hiç Düşündünüz mü? Ya Özürlü Olsaydınız...

Siz hiç dış dünyayla irtibat kuramayan, iç dünyasında yalnızlık oyunu oynayan birini gördünüz mü?

..................

Arşivden…

Allah razı olsun kardeşim...
sözün bittiği yer mi demeli?
söze bir yerden başlamak gerek mi?
demeli bilemiyorum?
 

emustafa

Profesör
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
1,782
Tepkime puanı
428
Puanları
0
Cenab-ı Allah kuran-ı Kerimde Maun suresinde buyuruyor;


''Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar; Yoksulu doyurmaya teşvik etmez''

Resul-i ekrem efendimiz. şöyle buyuruyorlar;
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.


Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58

başka bir hadiste;

Ebû'd-Derdâ'dan rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle ri­vayet etmiştir:
Siz ancak zayıflarınız hürmetine rızıklandırılıyor ve yardım görü­yorsunuz.

Buhârî, Cihad: 76; Timizi, Cihad: 24; Müsned, 5:198.

.....................................................


Zayıflar, fakirler, garibanlar, kimsesizler, yetimler sevgiye, şefkate, ilgiye, yardıma en çok muhtaç olan kimselerdir. İnsandaki merhamet duygusunun veri­lişinin en önemli hikmetlerinden biri de. böyle kimseler üzerine eğilmek, prob­lemleriyle ilgilenmek, dertlerine derman olmaktır.
Birçok âyet ve hadis zayıflan övmekte, adetâ onları kâinatın manevî çekim gücü haline getirmektedir. Evet, o masum zayıf çocuklara Cenab-ı Hak anne babalarını hizmetkâr yapar. Yırtıcı kaplan elde ettiği rızkı kendi yemez, yavru­suna yedirir. Evdeki yaşlı ve zayıf anne ve babalar bolluk ve bereket vesilesi olur. Onlar hürmetine Cenab-ı Hak o aileye rahatlık, kolaylık bahşeder. Bilhassa aile reisi öylesine kolaylık görür ki, rızkının nereden ve nasıl geldiğinin bile far­kında olmaz.
O zayıflardan öyleleri vardır ki, Cenab-ı Hak onları azaplandırmaya haya et­mektedir. Meselâ rızası uğrunda saçını ağartmış ihtiyarlar bunlardandır.
Eli, ayağı tutmayan, dilsiz nice sakat kimseler, evlerinde bereket vesilesi olurlar.
Bir işyerinde patron bir ölçüde zayıf sayılan işçiler sayesinde işlerini yürüte­bilmekte, kazanç sağlayabilmektedir. Cenab-ı Hak onlar vesilesiyle işverene rızık ihsan etmektedir.
Madem ki Rabbimiz herkesten çok zayıflara önem vermekte, onlar sayesin­de rızıklanacağımızı, nzıklandığımızı bildirmektedir. Öyleyse hiçbir zayıf hor ve hakir görülmemeli, gereken sevgi ve hürmet gösterilmelidir.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Takvâ’ya ve Kurtuluşa Erme Fırsatı

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet (kulluk) ediniz. Umulur ki, böylece korunur, müttakîlerden olursunuz.” (Bakara, 21)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve selem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Yine Ramazân geldi. (Tüm mağfiret imkânlarıyla.) Cennet kapıları ardına kadar açılır, cehennem kapıları sonuna kadar kapatılır ve şeytanlar bağlanır, kısıtlanır. Ramazân’ı idrâk edip de bağışlanamamış olan kimseye yazıklar olsun. Kişi Ramazan’da da bağışlanamazsa peki ya ne zaman bağışlanacak?!..” (İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 270; Heysemî, Mecma, III, 143)
Osmanlı toplumunda Ramazan’a hazırlık, bir-iki ay öncesinden başlardı. Hemen her evde bayram havası eşliğinde tatlı bir telaş başlardı. Mutfaktaki sahan, tencere, sini gibi bakır kaplar kalaylatılır, hallaçlar çağrılıp yatak takımlarının yün ve pamukları attırılırdı. Hâli vakti yerinde olanların hısım, akraba, komşu ve fakir fukaraya Ramazanlık göndermesi âdettendi.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.” (Şûrâ, 25)


Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve selem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Kişi büyük günahlardan kaçındığı takdirde; beş vakit namaz, bir Cuma önceki Cuma’ya kadar, Ramazan da önceki Ramazan’a kadar arada (işlenmiş küçük) günahlara keffâret olur.” (Müslim, Tahâret, 16)
Hz. Ömer’in halifeliği zamanında bir Ramazan heyecânı başlamıştı. İnsanlar, hilâli görmek için bir dağın tepesine çıktılar. İçlerinden biri “Ey Ömer, işte hilal, şuracıkta!” dedi. Ne kadar baktılarsa da hilâli bir türlü göremedi. Hz. Ömer -radıyallahü anh- adama dönerek:
“–O, bahsettiğin hilâl senin hayâlinin mahsûlü olmasın! Sen elini ıslat da başına bir sür, ondan sonra hilâle tekrar bak” dedi. Adam denileni yaptı, saçını başını düzeltti ve semâya baktı. Ancak hilâli göremiyordu.
“–Ey Mü’minlerin Em­îri! Hilâl yok oldu, görünmüyor” dedi. Hz. Ömer -radıyallahü anh-:
“–Evet, kaşındaki beyaz kıllardan biri kıvrılmış, gözünün önüne gelmişti; o kıl seni vehme düşürmüştü” dedi.
Bu Ramazan hâtırasını nakleden Mevlânâ Hazretleri şöyle der:
“Kıvrılmış basit bir kıl gökyüzüne perde olursa, senin her uzvun, her cüz’ün eğri olunca hâlin nice olur? Doğrulara uy da, vücudunun eğriliklerini düzelt. Ey doğru gidişli ki­şi, bu hususta azimli ol, ihmalkâr davranma!”
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Ebedî Hayâta Hazırlık

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Ey iman edenler; Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve herkes, yarın için ne hazırladığına baksın! Allah’tan korkun, şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr, 18)



Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve selem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları affedilir.” (Buhârî, Îmân, 28; Savm, 6; Müslim, Sıyâm, 203)
Ebû Hüreyre -radıyallahü anh- şöyle anlatır:
“Bedevînin biri Peygamberimiz’e geldi ve:
«–Ya Rasûlallah, kıyamet günü mahlûkâtı kim hesaba çekecek?» diye sordu. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve selem-:
«–Allah -azze ve celle-» buyurdu. Bedevî:
«–Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki kurtulduk!» dedi. Rasûlallah -sallallahu aleyhi ve selem-:
«–Bunu nasıl anladın ey a‘râbî?» buyurdu. O da:
«–Çünkü kerem sahibi olan biri bir suçluyu cezalandırmaya muktedir olduğunda ona ceza vermez, affeder!» dedi.” (Beyhakî, Şuab, I, 246; Ali el-Müttakî, XIV, 628/39749)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Oruç Öyle Bir İbadettir ki Misli Yoktur


Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınan takvâ sahibi kullar olasınız diye, sayılı günlerde size de farz kılındı...” (Bakara, 183-184)


Ebû Ümâme -radıyallahü anh- der ki:

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i Vedâ Haccı’nda insanlara hitâb ederken işittim. Şöyle buyuruyordu:
“Rabbiniz olan Allah’a karşı takvâ sahibi olunuz! Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını hakkıyla ödeyiniz. İdârecilerinize itaat ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin cennetine girersiniz.” (Tirmizî, Cum’a, 80/616)
Ebû Ümâme -radıyallahü anh- Peygamber Efendimiz’e:
“–Bana öyle bir amel tavsiye et ki, Allâh Teâlâ beni onunla mükâfâtlandırsın” diye bir talebde bulunmuştu.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“–Sana orucu tavsiye ederim, zîrâ onun bir misli yoktur!” buyurdular. (Nesâî, Sıyâm, 43)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Mukâbele - 1

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.” (Fâtır, 29)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“…Bir grup insan, Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” (Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1455; Tirmizî, Kırâât, 10/2945; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

Abdullâh bin Abbâs -radıyallahü anh- şöyle anlatır:
“Rasûllullâh -sallallahu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun cömertliğinin coşup taştığı zamanlar da Ramazan’da Cebrâîl aleyhisselam’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl aleyhisselam, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile buluşur, karşılıklı Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Cebrâîl aleyhisselam ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fedâil 48, 50)

İbn-i Mes’ûd -radıyallahü anh- şöyle der:
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Cebrâil aleyhisselam birbirlerine Kur’ân okumayı bitirdiklerinde ben de Allah Rasûlü’ne okuyordum ve Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- benim okuyuşumun son derece güzel olduğunu söylüyordu.” (Taberî, I, 28; Ahmed, I, 405)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Mukâbele - 2

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“(Rasûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, âyetlerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sâd, 29)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Kim Kur’ân-ı Kerim’i okur ve muhtevâsıyla amel ederse, kıyâmet günü anne babasına bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş aranızda olsa, onun dünyadaki bir eve konulduğunda vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerim ile amel eden kişinin durumu nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” (Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1453)
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Cebrâîl aleyhisselam ile yaptıkları mukâbeleyi son sene iki defa yapmışlardı. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Fedâilü’l-Kur’ân, 7; Savm, 7)
Cebrail aleyhisselam ile yapılan son mukabelenin ardından; Peygamber Efendimiz, Zeyd bin Sâbit ve Übey bin Ka’b Hazretleri Kur’ân’ı birbirlerine okudular. Hatta Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Übey bin Ka’b’a iki kez okudu. (Mukaddimetân, nşr. A. Jeffery, s. 74, 227; Tâhir el-Cezâirî, et-Tibyân, s. 26)
Bu mukâbele âdeti günümüze kadar gelmiş ve hâlâ canlılığını muhafaza etmektedir.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Sahur’da Bereket Vardır

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“...Fecrin beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilecek hale gelinceye kadar yiyip içiniz; sonra akşama kadar orucu tamamlayınız...” (Bakara, 187)

* * *

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır.” (Buhari, Savm, 20; Müslim, Sıyâm, 45)

“Bir yudum su ile dahî olsa sahur yapınız.” (Abdurrazzâk, Musannef, IV, 227/7599)
“Gündüzün orucuna sahur yemeği ile, gecenin ibadetine de öğle uykusu ile yardımcı olunuz!” (Hâkim, I, 588)

* * *

Osmanlı döneminde Ramazan’ın, edebiyata, sanata, günlük hayata ve mutfağa tesir ettiği, bu alanlara damgasını vurduğu bilinmektedir. Ramazan’a mahsus ekmekler, başta güllâç olmak üzere tatlılar, iftar sofrasını süsleyen iftariyeler, büyüklerin konaklarında verilen diş kiralı ziyafetler dillere destandır. Minarelerde mahyalar kurulur, kandiller yakılır, hatta uçurulurdu. Daha ziyade gece bekçileri davul çalarak ve mâni söyleyerek halkı sahura uyandırırlardı.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İftar İçin Acele Etmek


Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Âl-i İmrân, 31)


* * *


Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Oruç açmakta acele ettikleri sürece müslümanlar, hayır üzere yaşarlar.” (Buhârî,
Savm, 45)


* * *


İftar Duâsı


“Allâh’ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana inandım, sana tevekkül ettim, senin rızkınla orucumu açtım. Yarınki Ramazan orucuna da niyet ettim. Geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla!”
Bir gün Mesruk -radıyallahü anh- Âişe vâlidemize:
“–Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbından iki kişi var. İkisi de hayırdan geri kalmıyorlar. Ancak bunlardan biri akşam namazını kılmakta ve oruç açmakta acele ediyor, diğeri ise hem akşam namazını hem iftarı geciktiriyor” dedi. Hz. Âişe -radıyallahü anha-:
“–Akşam namazını kılmakta ve oruç açmakta acele eden kimdir?” diye sordu. Mesruk -radıyallahü anh-:
“–(İbn-i Mes’ûd’u kasdederek) Abdullah’tır” cevâbını verdi. Bunun üzerine Hz. Âişe -radıyallahü anha-:
“–Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de öyle yapardı” dedi. (Müslim, Sıyâm, 49-50)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İftar’da Aşırı Yemekten Sakınmak

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allâh isrâf edenleri sevmez.” (A‘râf, 31)

* * *

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.” (Tirmizî, Zühd, 47; İbn-i Mâce, Et‘ıme, 50)

* * *

Ağniyâ-i şâkirînden, yâni şükredici zenginlerinden olan Abdurrahmân bin Avf t’ın oruçlu olduğu bir gün, iftar sofrasına birkaç çeşit yemek konulmuştu. O bundan müteessir oldu ve gözyaşları içinde şöyle dedi:
“–Mus’ab bin Umeyr -radıyallahü anh-, Uhud savaşında şehîd edildi. O benden daha fazîletli idi. Ama kefen olarak bir hırkadan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açık kalıyordu. Şimdi ise bize dünyâlık olarak her şey verildi. Doğrusu hayırlarımızın karşılığının dünyâda verilmiş olmasından korkuyorum. (Acaba kazandığımız ecirler âhiretten noksanlaştırılıp bu dünyâda mı veriliyor?!)”
Abdurrahman bin Avf -radıyallahü anh- bu sözlerinin ardından, mahzun bir şekilde sofrayı terk etti. (Buhârî, Cenâiz, 27)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Terâvîh

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:
“Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbih et!” (İnsân, 26)


“O’nu sabah akşam tesbih edin, (nâfile namaz kılın!)” (Ahzâb, 42)
“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz ki bu, huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Huşû sahipleri kendilerinin hakikaten Rab’lerine kavuşacaklarına ve O’na döneceklerine inanırlar.” (Bakara, 45-46)

* * *

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Kim, inanarak ve sevâbını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihyâ ederse, geçmiş günahları affolunur.” (Buhârî, Terâvîh, 46)
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Ramazan’da bir gün evinden çıktığında, mescidin kenarında namaz kılan bir grup görmüştü.
“–Onlar ne yapıyor?” diye sordu.
“–Onlar, ezberlerinde fazla Kur’ân olmayan kimselerdir, Übey bin Kâ‘b -radıyallahü anh- onlara namaz kıldırıyor!” dediler.
Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“–İsabet etmişler, ne kadar güzel ve iyi bir şey yapıyorlar!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Ramazan, 1/1377)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Çocukları Oruca Alıştırmalı

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Ey îman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun! Onun başında acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve emredildikleri her şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrîm, 6)

Hz. Ömer -radıyallahü anh-, Ramazan’da sarhoş olan birine:
“−Yazıklar olsun sana! Bizim çocuklarımız bile oruç tutmaktadır” demiştir. (Buhârî, Savm, 47)


Rubeyyi‘ bint-i Muavviz -radıyallahü anha- diyor ki:
“…Biz Aşûre orucu tutardık. Küçük çocuklarımıza da tuttururduk. Mescide gider çocuklara yünden oyuncaklar yapardık. Onlardan biri yiyecek için ağladığında bu oyuncağı verir, onu iftar vaktine kadar oyalardık.” (Buhârî, Savm, 47; Müslim, Sıyâm, 136)


Osmanlı sultanlarından VI. Mehmed Reşad, saraydaki hânedan çocuklarını yetiştirmek üzere Safiye Ünüvar’ı “Muallime-i Selâtîn: Sultanların Hocası” tâyin etti ve ona ilk olarak şunu emretti:
“–Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara yedirdiğim tuz ve ekmeği harâm ediyorum. Bu irâdem hoca hanım tarafından, talebe şehzâde ve hanım sultanlara söylensin.” (Safiye Ünüvar, Saray Hâtıralarım, İstanbul 1964, s. 21)
 
Üst