İki Gün Bir Değil! (Her Güne 1 Ayet, 1 Hadis)

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Bayram Günlerini Değerlendirmek

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın! Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lûtfundan isteyin! Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.”

(Cuma, 9-10)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:
“…Şunu iyi bilin ki, bu bayram günleri; yeme, içme ve Allah -azze ve celle-’yi zikretme günleridir.”


(Ebû Dâvud, Edâhî, 9-10/2813, 2812)

“Bayramlarınızı, tekbir getirmek sûretiyle zînetlendiriniz!”

(Heysemî, II, 197)

Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) şöyle anlatır:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kurban ve Ramazan bayramı günleri namazgâha çıkar ve evvelâ namazla işe başlardı. Namazı kılıp selâm verdiğinde ayağa kalkarak cemaate dönerdi. Cemâat namaz kıldıkları yerde otururdu. Eğer herhangi bir yere müfreze gönderme ihtiyacı olursa onu cemaate söyler veya bundan başka yapılacak bir iş olursa onu kendilerine emrederdi. Hutbe esnâsında:
“–Sadaka verin, sadaka verin, sadaka verin!” buyururdu.


“En ziyâde sadaka verenler de kadınlar olurdu.” Ondan sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namazgâhtan ayrılırdı.

(Müslim, Iydeyn, 9)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Kurban İbadeti

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:
“Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a sadece sizin ihlâs ve samimiyetiniz ulaşır.”
(Hac, 22)

Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde de "imkanı olup da kurban kesmeyenler bizim mescidimize yaklaşmasın!" buyuruyorlar. Çünkü İslamiyet, istikamet dinidir. Müslüman'ın bir hareketi, diğer hareketini tasdik etmelidir. Kalp Allah'a muhalefet ederken kalıbın secde etmesinin bir manası olmayacağından Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böyle buyurmuştur.

Kurban ibadetinde de edeceğimiz kusurları gören ve bunların nasıl mağfiret olunacağını düşünen Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dünyaya veda ettiği haccında yüz deve kurban ettiler. Bunlardan altmış üçünü bizzat kendileri kesip, geriye kalan otuz yedisini de kurban etmesi için Hazret-i Ali -radıyallahu anh-’ı vazifelendirdiler. Ali'nin "Ya Resûlallah, bunlar kimin içindir?" diye sorması üzerine Rahmet Peygamberi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: "Benden sonra gelecek ümmetim için" diye cevap verdiler.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Kurban ve Hikmetleri

“Kurbân” kelimesi Arapça’da gerek maddî gerekse manevî her türlü yakınlığı ve yakın olmayı ihtivâ eder. Istılahta, kendisiyle Allah’a yaklaştıran şeyi, husûsi olarak da Allah’a yakınlık sağlamak, yani ibadet (kurbet) maksadıyla belli vakitte belirli cinsten hayvanları kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder. Belli bir miktarın üzerinde mala sahip olan zenginlerden, senede bir defa, Kurban Bayramı günlerinde kurban kesmeleri istenir. Kesilen hayvanın etinden ev halkı yiyebildiği gibi eşe dosta ve fakir fukaraya da dağıtılması îcâb eder.


Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.

(Kevser-2)

Kurban, insanı cimrilik ve mal sevgisinden kurtarır. Toplumdaki kardeşlik, yardımlaşma, paylaşma ve fukarayı sevindirme duygularını geliştirir. İnsanları muhabbet ve merhametle birbirine bağlar. Allah’ın nîmetlerinden bütün kullarının istifade etmesini sağlar. Toplum hâlinde yerine getirilen ferdî ve ictimâî ibadetlerle Allah’ın rızâsını kazanmaya ve O’na yaklaşmaya vesîle olur.

Hz. Âişe (radıyallahu anha) validemizden nakledilen bir hadiste şöyle buyurulur; “Âdemoğlu için Allah katında kurban bayramı gününde kurban kesmekten daha sevimli bir amel yoktur. Bu hayvan, kıyamet günü boynuzları, kılları ve tırnakları ile gelecektir. Şüphe yok ki kurbanın kanı yere düşmeden önce, Allah’a ulaşır. Bu yüzden kurbanlarınızı gönül hoşluğu ile kesiniz.”

(Tirmizî, Edâhî, 9, 14, İbn Mâce, Edâhi, 3; A. İbn Hanbel, v, 239)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İhramlı İken Dikkat Edilecek Husus

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ’be’ye hediye olarak varmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”
(Mâide, 95)


Kurban bize, Hazret-i İbrahim ve İsmail’in teslimiyetini ve kulluktaki üstün hâllerini hatırlatır. Allah’ın her şeyi insanlara musahhar kıldığını fiilen gösterip bunlardan usûlünce istifade ve infak etmeyi öğretir. Zira Allah’ın emrimize verdiği nîmetlerden faydalanmamak doğru olmadığı gibi, onları israf etmek de son derece yanlıştır. Bunun için İslâm kurbanı emretmiş, ancak diğer taraftan da israfı ve hayvanlara eziyeti yasaklamış, hatta kurban edilecek hayvanlar için belli bir yaş sınırı koymuştur. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- koyunu kulağından çekerek kesmeye götüren bir kimseye rastlamıştı. Hemen müdâhale ederek:

“Hayvanın kulağını bırak, boynunun kenarından tut!” buyurdu.
(İbn-i Mâce, Zebâih,3)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Emâneti Yerine Getirmek

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allâh’ın rızasını kazanma uğrunda kendisini ve malını fedâ eder...” (el-Bakara, 207)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:
“İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, II, 8)


Halk ağzında kıssa olarak anlatılagelen Süleymân -aleyhisselâm- ile serçe kuşu arasındaki şu hâdise de çok ibretlidir:

Birgün Süleymân -aleyhisselâm-, serçe kuşunu azarlamıştı. Bunun üzerine serçe,
Süleymân -aleyhisselâm-’ı tehdid ederek:

“–Senin saltanatını mahvederim!” dedi.


Süleymân -aleyhisselâm-:


“–Senin cüssen ne ki, benim saltanatımı mahvedeceğini söylüyorsun!..” dedi.


O küçük kuş şöyle cevap verdi:


“–Kanatlarımı ıslatır ve bir vakıf toprağına sürerim. Sonra da kanatlarıma bulaşan bu toprağı sarayının damına taşırım. Böylece benim taşıdığım o vakıf toprağı, senin sarayını çökertmeye yeter!..”

Kıssadan hisse olarak bu hâdise, vakıf mallarına karşı ne kadar hassas ve dikkatli davranmak gerektiğini göstermektedir.


[Osman Nuri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, Erkam Yayınları ]

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Bizim Dergâhımız Ümitsizlik Kapısı Değildir

Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretleri bir beyitinde şöyle demiştir:

"... Gel, yine gel! Ne olursan ol yine gel. Mecusi, putperest olsan da gel. Çünkü bizim dergahımız ümitsizlik kapısı değildir!.."

Müminle münkir arasında hiçbir fark gözetmemiştir. Aynı sevgiyi her iki cenaha da göstermiştir.

Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretleri bu çağrısıyla:

"Bize, yani İslâm'a gel.. Gel ve kurtul. Geçmişteki kötü halini düşünüp ümitsizliğe kapılma!" demek istemiştir.

Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretlerine "Dünya nedir?" sorusuna: "Ruhlar hapishanesidir!." diye cevap verir.

Yine bir gazalinde:


"Ben iş görmek ve halkı irşad etmek vazifesiyle mükellef dünya hapishanesinde bulunuyorum. Yoksa zindan nerde, ben nerdeyim? Kimin malını çalmışım ki, mahpusum?" der.


Dünyada her adım attıkça arzu edilen menzile varılır. Her nefes aldıkça da dünyadan gitme yaklaşır. Diğer cihetten de ruhların aslı, alem-i ervahtır. Her nefes aldıkça da aslına yaklaşır. Havuzdaki suyun buharlaşıp kaybolması gibi sessiz sedasız alınan verilen nefesle ömür de zamanını tamamlar.
İnsan olsun, hayvan olsun aslı toprak olduğu için onun içinde çürür. Ve kaybolur. Toprağa dönüşür.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Ölüm Kaşla Göz Arasında!

Mevlânâ -kuddise sirruh-, fenâfillah (İlahi aşkın en üst) mertebesine kavuşabilmenin sırrının mutlak teslîmiyette olduğunu şu şekilde ifâde eder:


“Deniz suyu, kendisine bütünüyle teslim olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri olan ve en ufak tereddüdü bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur? Aynı şekilde Ölmeden evvel ölünüz. sırrı ile beşerî sıfatlardan soyunarak ölürsen, esrâr denizi seni baş üzerinde gezdirir.”


O büyük Allah dostu şöyle buyurur:


“İrfân ehli, kılavuza benzer; yola girenlere faydalı olur. Ancak yola girmeyenlere kılavuzun bir faydası olmadığı gibi, o gâfiller de kılavuzun kadrini bilmezler!”


“Yine bir hekim, hastalara şifâ dağıtır; bunu ağlayıp inleyen hastalar iyi bilirler. Ancak bir ölü, hekimin kıymet ve değerini nasıl idrâk edebilir?”


“Ömür, yarınlara bağlanan ümitlerle geçip gitmede, gâfilcesine kavgalarla, gürültülerle, didinmelerle tükenip durmadadır.”


“Sen aklını başına al da, ömrünü, şu içinde bulunduğun gün say!.. Bak bakalım, bugünü de hangi sevdâlarla harcıyorsun?..”


“Kâh cüzdanını, keseni para ile doldurmak kaygısı, kâh yemek içmek endişesi ile bu âciz ömür geçip gitmede, verilen her nefes de eksilmede...”

“Ölüm, bizi birer birer çekip alıyor. Onun heybetinden akıllıların beti benzi sararıp solmada...”


“Ölüm, yolda durmuş bekliyor. Efendi ise gezip tozma sevdâsında...”
“Ölüm, kaşla göz arasında, onu hatırlamaktan bile bize daha yakın... Fakat gaflete dalanın aklı nerelere gitmede?.. Bilmem ki!..”
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Cennet Annelerin Ayakları Altındadır.

Câhiliye devrinde kadınlar, hanımlık haysiyetini rencide edici bir muâmele görüyorlardı. Kız çocukları, merhametsizce diri diri toprağa gömülüyordu. Taşlaşmış vicdanlarla, cehâletin sebep olduğu bir musîbetten korunmak için daha kötü bir cinâyet irtikâb ediliyordu. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de Nahl Sûresi’nin 58. âyet-i kerîmesinde onların hâllerini şu şekilde tasvîr eder:


“Onların birine kız (çocuğu) müjdelendiği zaman öfkesinden yüzü simsiyah kesilir!”
(Nahl, 58)


Kadın ve kızlar, onur kırıcı biçimde bir eğlence âleti gibi görülerek aşağılanıyordu.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in emri ile hanımlar hukûku tesîs edildi. Kadın, toplumda iffet ve fazîletin bir örneği oldu. Annelik müessesesi, şeref buldu.

“Cennet annelerin ayakları altındadır!”

(Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429; Suyûtî, I, 125.)


Hadîs-i şerîfindeki iltifât-ı Muhammediye ile de kadın, lâyık olduğu değere kavuştu.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kadınlara olan nezâketine âit şu misâl ne güzeldir:


Bir seyâhette Enceşe adlı bir hizmetçi şarkı söyleyerek develeri hızlandırdı. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, hızlanan develer üstündeki hanımların zayıf vücûdları incinebilir düşüncesiyle, zarîf bir teşbîhte bulunarak:


“Yâ Enceşe! Dikkat et, camlar kırılmasın!” buyurdular.
(Buhârî, Edeb, 95; Ahmed, III, 117)


Kadın, toplumun gerçek mîmarı olarak yetiştirilmelidir. O, fâtihler büyüten bir semâvî kucak olmalıdır. Bizleri bir müddet karnında, sonra kollarında, ölünceye kadar da kalblerinde taşıyan böyle gerçek annelere sevgi ve saygı husûsunda onlara denk olacak başka bir varlık yaratılmamıştır. Kendisini âilesine hasr ve hîbe eden vefâkâr anne; engin bir sevgiye, derin bir saygıya, ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İster misin Rasûlullah Baban Olsun?

Enes bin Malik anlatıyor:


- “Bir bayram günü idi. Biz Nebî -sallallâhu aleyhi ve selem- ile camiden çıkmış menzillerimize dönüyorduk. Çocuklar bayramın neşesi içinde oynuyorlar, kuşlar gibi cı­vıldaşıyorlardı.”


“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocukları çok severdi, onların bu neş'elerini bir zaman seyretti. Fakat, karşıda bir yavru mahzun bir vaziyette durmuş o da oynayan çocukları seyrediyor ve yüzünde hiç bir neş'e, sevinç eseri görülmü­yordu. Rasûlullâh -aleyhisselâm- bu yavruya doğru gitti. Ona se­lâm verdi. Neden diğer çocuklar gibi oynamadığını kendinden sordu. O yavrucak cevabında:”


– “Efendim, bugün bayram onların, neş'eli günler onların. Elbetteki bayram onlara. Zira, kendilerinin ana ve babaları var. Benim ise kimsem yok. Babam bir muharebede şehit düşmüş, annem bir zata vardı, üvey babam bana bakmıyor, beni sokağa bıraktılar. Benim de babam olsaydı şimdi ben de bayram yapardım. Bayram benim neyime? Garibin bayramı ekmek bulduğunda, sırtına elbise, ayağına ayakkabı giydiğinde olur. Benim ise babam yok, karnım aç, ayağım çıplak, sırtım açık nasıl oynayabilirim? dediğinde;
“Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem- gözyaşlarını tutamayıp mübarek sakalı üzerine dökülüverdi. Nasıl dökülmesin, bu yetimin zârından arş-ı âlâ titremiş, kürsiy-i ilâhî yerinden oynamıştı. O raûf, rahîm olan onsekiz bin âleme rahmet olarak gönderilen şefik, bu hale ağlamaz mıydı? Kalbinde merhamet, şefkat, iman bulunan her insan bu hale ağlardı.


Rasûlullâh -aleyhisselâm- o yavruyu saçlarından okşayarak:”

– “İster misin bundan sonra senin baban Rasûlullah, anan Aişe, ablan Fatıma, enişten Haydar-ı kerrar, kardeşlerin cennetin delikanlıları olan Hasan ve Hüseyin olsun deyince, çocuk efendimize hitaben:”

- “Sen Allah’ın Rasûlü Muhammed -aleyhisselâm- mısın?” deyip Efendimiz’in ellerine sarıldı. Efendimiz bu yavruyu elinden tutup hane-i saadete götürdü. İşte, Muhammed ümmeti olan, önderine uyarak Rasûlünün yaptığını yapar.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Allâh Teâlâ Hakîmdir

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:


“… “Ben sizin bilmediğinizi bilirim”

(Bakara, 30)

Cenabı-Hak, Azrail -aleyhisselâm-a hitap buyurur:

“-Yâ Azrail! Bir kulun ruhunu alırken, merhamete geldiğin oldu mu?” Melekü’l-mevt cevap verir:


“-Yâ Rab! Her şeyi bilen sensin, semavatta ve arzda olanlar Zât-ı ülûhiyetine âyan ve malûmdur.”


“-Evet bilirim; alîm benim, hakîm benim. Lâkin, benim bildiğim bana, senin bildiğin de sana. Seni, mazhar-ı kelâm kıldım, konuşalım ki, kullarım da bilsinler.”


“-Yâ Rab! Şiddetli bir fırtınada bir gemi batmıştı, içinde bulunanların ruhlarını kabzeyledim. Kundakta bulunan bir çocuğun ruhunu kabzetmekle emrolunmadığımdan, o yavru bir tahta parçası üzerinde sağ ve salim kaldı, anası boğuldu. İşte, o öksüz yavrunun annesinin ruhunu acıyarak aldım.” Allahu zü’l-celâl tekrar buyurdu:


“-Yâ Azrail! Ruhunu sevinerek kabzeylediğin kimse oldu mu?”


“-Evet yâ Rabbî! Zâlim bir hükümdarın ruhunu sevinerek aldığımı hatırlıyorum. Zira, halkı onun şerrinden ancak bu suretle kurtarabilmiştim.”


“-O zâlim hükümdar kimdi, biliyor musun?”


“-Bilmem yâ Rab. Ancak, sen bilirsin.”


“-Hani, annesinin ruhunu acıyarak aldığını söylediğin yavru vardı ya. Sular üzerinde, bir tahta parçası ile kurtulan o kundaktaki çocuk, ruhunu sevinerek aldığını söylediğin hükümdar idi.”

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Mü’min Dâimâ Allah’ı Zikretmeli

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam aralıksız tesbih edin!”
(Ahzâb, 41-42)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah’ı unutarak çokça konuşmak kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.”
(Tirmizî, Zühd, 62/2411. Ayrıca bkz. Muvatta’, Kelâm, 8)


Abdullah bin Büsr -radıyallahu anh- anlatıyor:

İki bedevî, soru sormak üzere Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e geldi. Birisi:


“–Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanların hangisi daha hayırlıdır?” diye sordu.


Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- :


“–Ömrü uzun, ameli de sâlih olandır” buyurdu.


Diğeri de:


“–Ey Allah’ın Rasûlü! İslâm’ın hükümleri çoğaldı, bana öyle bir amel söyle ki, ona sıkıca yapışayım” dedi.


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona da:


“–Dilin dâimâ Allah’ın zikriyle ıslak olsun!” buyurdu.
(Ahmed, IV, 188; Tirmizî, Deavât, 4/3375)


Hz. Âişe vâlidemizin bildirdiğine göre, biricik örneğimiz Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah Teâlâ’yı her hâlinde zikrederdi.


(Müslim, Hayz, 117; Ebû Dâvûd, Tahâret, 9/18; Tirmizî, Deavât, 9/3384; İbn-i Mâce, Tahâret, 11)


Hz. Ali -radıyallahu anh- de şöyle der:


“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah’ı zikretmedikçe ne oturur, ne de kalkardı...”
(İbn-i Sa’d, I, 424)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Ölüyle Dirinin Farkı Gibi

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“…Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.”
(Raʻd, 28)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Rabbini zikredenle zikretmeyen kimsenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.”
(Buhârî, Deavât, 66)

“Gâfiller arasında Allah’ı zikreden kişi, harpten kaçanların arkasında savaşan kimse gibidir. Gâfiller içinde Allah’ı zikreden kimse, kapkaranlık bir evdeki lâmba gibidir. Gâfiller arasında Allah’ı zikreden kişi, kuru ağaçların ortasındaki yeşil ağaç gibidir. Gâfiller içinde Allah’ı zikreden kimseye Allah, daha ölmeden cennetteki makâmını gösterir. Allah, gâfiller arasında kendisini zikreden kulunun günahlarını, bütün insanlar ve hayvanlar sayısınca mağfiret eder.”
(Ebû Nuaym, Hilye, VI, 181)

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah Teâlâ, kıyamet günü bir topluluğu diriltir. Yüzleri son derece nûrludur, inciden yapılmış minberler üzerine otururlar ve bütün insanlar onlara gıbta eder. Bunlar, ne peygamber ne de şehîddir!” buyurmuştu. Bir bedevî hemen dizleri üzerine çökerek:

“–Yâ Rasûlallah! Ne olur onları bize anlat da bilelim!” diye yalvardı. Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu açıklamayı yaptı:

“–Onlar, çeşitli kabile ve beldelerden olup Allah için birbirlerini seven ve Allah’ı zikretmek üzere toplanarak O’nu ananlardır.”
(Heysemî, X, 77)

Her Gün İki Kelime

Cüdâ: Ayrı, ayrı düşmüş, ayrılmış
Mağfiret: Allah’ın Kullarının günahlarını bağışlaması
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İslâm İnsanın İhyâsıdır

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
(Hûd, 85)

Bir mü'minin gönül ufkunu gösteren şu misâl ne ibretlidir:
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, bir yolculuğu esnasında mola verdiği bir ağaç altında yemek yemiş, sonra yoluna devam etmişti. Epey bir müddet sonra da torbasının üzerinde dolaşan bir karınca gördü ve üzülerek:
"-Bu hayvanı vatan cüdâ ettim!" dedi.


Derhal geri döndü ve yemek yediği mekâna varıp o karıncayı yerine bıraktı. Zîrâ o, "şefkat li-halkıllâh" (yaratandan ötürü yaratılana merhamet) şuûruyla bir karıncanın dahî hakkına riâyetin ehemmiyetini idrâk hâlindeydi.


İşte hayvanata karşı dahî insana böylesi bir incelik kazandıran İslâm, insanı azîz bir varlık olarak bilir ve bu kıymeti muhâfaza yolunda beşerin süfliyâta düşmeyip ulvîliklere doğru mesâfe alması için gayret sarfeder. Yâni insana kıymet yönü, onu hayvanlardan aşağı mertebelere düşüren nefsânî azgınlıkları tahrîk ve uyandırma değil, meleklerin bile gıpta edip imreneceği ulvîliklere nâil kılan gönül âlemini tezyîndir.

Bugün binbir zulüm ve anarşiye sahne olan dünyânın durumu, hiç şüphesiz insanların azgınlaşan nefsânî ihtiraslarına tâbî olarak aşk ve muhabbet gibi ferdi yükselten hasletlerden uzaklaşılmış olmaktandır. Bu durumda İslâm'ı iyi anlamak ve onun ilâhî sadâsına can ü gönülden kulak vermek ve hayatın bütün îcâb ve dekoruyla fânîliğini kavramak, binbir girdap ve sefâlette kıvranan insanlığa elbette pek büyük bir fayda sağlayacaktır. Zîrâ onun bereketli nefhası, kıyâmete kadar insanlığın muhtaç olduğu en feyizli bir kaynaktır. Yûnus Emre Hazretleri'nin gerçek aşk sebebiyle:

“Nazar eyle ilerü, pazar eyle götürü,
Yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü!”

şeklinde bütün mahlûkâtı kucaklayan beyânı, dünyânın neresinde olursa olsun her zâlim ve anarşiste onu dünyâ ve âhıret planında kurtaracak bir can simidi değil midir?

Demek ki bugün, zulüm ve gaddarlıkta bulunanlar, Yûnus'un bahsettiği aşktan biraz nasîb alsalar, kurbanlarına revâ gördükleri eziyeti aslâ icrâ edemeyip onu kendi vicdan ve idrâklerinde hissedecekleri için adâlet ve merhametin bereketine nâil olurlar.



Her Gün İki Kelime
Riâyet: gütme, gözetme. sayma; saygı. ağırlama
Süfliyyat: dünya ile ilgili bayağı işler, hususlar, şeyler
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İkinci Bin Yılın Yenileyicisi
Arşivden…


İmam-ı Rabbânî (öl. Hicri 1034/ Miladi 1624), ehil hocaların elinde yetişmişti. Hocaları, bozuk çevreyle açıktan savaşamıyorlardı ama en azından iman ve amellerini; bu azgınlık ve sapıklık seli içinde korumayı başarabilmişlerdi. Başkalarını da durmadan güçlerinin yettiği kadar düzeltmeye çalışıyorlardı. 971/1563 yılında Sihrind (Sehrend, Sirhind, Serhend) dünyaya gelen İmam Rabbânî, akli ve nakli bütün ilimleri başta babası Şeyh Abdülehad Efendi olmak üzere Fazlullah Burhanfuri, Hasan el-Gavsi gibi büyük alimlerden okumuştu.


Tasavvufta piri Muhammed Bâkî billah'tı. Muhammed Bâkî billah, bir dostuna gönderdiği mektubunda "İmam Rabbânî'nin gelecekte dünyayı aydınlatacak bir ışık olabileceğine" dair kanaatler beslediğini yazmıştı.


Bu keşif doğru çıktı. Çünkü İmam-ı Rabbânî, sözü geçen fitne ve fesada karşı İslâm'a hizmet için harekete geçti. Hindistan'da bir çok alim, mutasavvıf kimse bulunduğu halde o, tahrip girişimine karşı dini ihya için tek başına mücadele vermek zorunda kaldı. Bu silahsız ve kimsesiz kişi hekim irade tarafından yürütülen ilhad hareketine bir başına karşı çıktı. İktidarın himayesindeki bütün çirkin ve gayr-i meşrû işlere muhalefetetti. İslâm'ı savundu. Geniş imkânlarına rağmen idare, onu mağlup etmekten ve susturmaktan âciz kaldı. Sonuçta İmam Rabbânî kötülük akımının yönünü değiştirmeyi başardı.


Ekber Şah'ın oğlu Cihangir, saygı secdesi yapmadı diye Kevalyar Hapishanesi'ne attırdığı İmam Rabbânî'nin fikirlerini nihayetinde kabul etmek zorunda kaldı ve Şah-ı Cihan adıyla yerine geçecek olan oğlu Hürrem'i de onun müridleri ve talebeleri arasına soktu. Artık devletin İslâm'a karşı kini, saygıya dönüşmeye başlamıştı.


İmam Rabbânî'nin başını çektiği hareketle, Ekber Şah'ın Din-i İlahi'si, adamları ve çevresi tarafından uydurulan bütün bidat ve sapıklıklarıyla beraber son buldu. İslâm, Hindistan'da da aslına rücu etti.


İmam Rabbânî, İkinci Bin Yılın Yenileyicisi (Müceddid-i Elf-i Sani) unvanını gerçekten hak etmiş bir büyük alim ve velidir. Bu nedenle Mektubat adlı eseri özellikle ilhadın arttığı devirlerde çok okunur.


[H. Ahmed Özdemir, Altınoluk Dergisi, 2001-Ekim, Sayı:188, Sayfa:021]


Her Güne Kelime
Cismani: bedenle ilgili, rûhanî karşılığı, dînî işlerden ayrı olan.
Rücu: dönme, geri dönme, cayma, sözünden dönme, sözünü geri alma
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Cennet Kapısındaki Yoksul

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:
“…Cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenler ekseriyâ fakirler idi. Zenginler de (hesap vermek için) mahpus idiler. Bunlardan cehennemlik olanların ise ateşe atılmaları emredilmişti….”

(Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, Zühd, 93.)

Hazret-i Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz çocukken bir hastalığa dûçar oldular. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ve Hazret-i Fâtıma efendilerimiz, üç gün oruç tutmayı adadılar. Birinci gün iftarlarını açacakları zaman bir yoksul geldi:

“–Allah rızâsı için yiyecek bir şeyler!..” dedi.


Sofralarındaki yiyeceklerini verdiler. Suyla iftar edip ikinci gün oruca niyet ettiler. İkinci gün iftar vaktinde, bir yetim kapıyı çaldı.


“–Allah için bir lokma!” deyince, yine sofradaki yiyeceklerini ona verdiler.
Kendileri suyla iftar edip, ertesi günkü oruca niyet ettiler.

Üçüncü gün aynı saatlerde bir köle gelerek yiyecek istedi. Yine sofralarındaki lokmalarını ona ikrâm ettiler ve yine suyla iftar ettiler. Bunun üzerine İnsan Sûresi’ndeki şu âyetler nâzil oldu:

“Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.”

(İnsan, 8)

“Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, sert ve belâlı bir günde Rabbimizden (Onun azabına uğramaktan) korkarız.” derler.
(İnsan, 9-10)


[Osman Nuri Topbaş, Hüdayi’nin Ziyafet Sofrası’ndan]
[Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası]


Her Güne Kelime

Ekseriya: çok defa olarak, çok zaman; sık sık.
Dûçar: tutulmuş, uğramış, yakalanmış
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Şükreden Zenginlerden Olmak

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:


“… Yiyiniz için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.”
(A’raf, 31)


Mekkeli muhâcirlerden Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- anlatır:
"Biz her şeyimizi Mekke'de bırakıp Medîne'ye hicret ettiğimiz sıralarda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, benimle Ensar'dan Sad bin Rebî arasında kardeşlik kurmuştu. Bunun üzerine, Sad bin Rebî:


"-Ben, mal bakımından Ensâr'ın en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım. İşte malım, buyur." dedi.


Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- ise bütün bunlardan müstağnî bir tavırla ona:
"-Allâh malını ve imkânlarını sana hayırlı ve mübârek eylesin kardeşim. Benim bunlara ihtiyâcım yok. Sen bana çarşının yolunu gösteriver, kâfî" dedi.


Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- çarşıya gidip ticârete başladı. Çok geçmeden epeyce bir kazanç sağladı ve ağniyâ-yı şâkirîn (şükreden zenginler) zümresine dâhil oldu.


Aradan yıllar geçti ve mü'minler İslâm'ın güçlü ve ihtişâmlı devrini idrâk ettiler. Birgün iftar vaktinde Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh-'ın önüne, oğlu birkaç çeşit yemek koyduğunda, o bundan mahzûn olarak:


"-Musab bin Umeyr şehîd olduğu zaman, cesedini örtecek bir kefen bulunamadı. Üzerine sarılan kefen kısa geldi; başı örtülse ayağı, ayağı örtülse başı açık kalıyordu. Sonunda kefenini başına doğru çektik ve ayaklarını da güzel kokulu bir ot ile örttük! Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh- şehîd olduğunda da, üzerini ihtiyar kadınların giydiği eski bir hırka ile örtmüşlerdi."


"Bana ise, Cenâb-ı Hak dünyâda bu kadar çok nîmet bahşediyor. Acabâ ukbâda tenkîs mi edecek?! Acabâ âhiretteki hakkımı bu dünyâda mı tüketiyorum? Yarın Allâh'ın huzûrunda bu nîmetlerin hesâbını nasıl vereceğim?!" dedi ve yaşlı gözlerle sofrayı terk etti.
[Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2001-Eylül, Sayı:187, Sayfa:028]

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Dünyalık Gafletten Sakınmak

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:


"Bu dünya hayatı bir eğlenmeden, bir oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurduna gelince; şüphe yok ki o, hayatın ta kendisidir, bunu bilmiş olsalardı."
(el-Ankebût, 64)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:
"... Allâh'a yemîn ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyânın sizin de önünüze serilip onların dünyâ için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyânın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum."
(Buhârî, Rikak, 7)


Mânen ham bir insan, dünya menfaatleri peşinde hırsla çırpınır durur. Bir şey elde edince de, gaflet sarhoşluğuna dalar. Şâyet elde edemezse bu sefer kedere boğulur. Mal, mevkî ve rızık için gereğinden fazla endişelenmek, kalbi dünyâya râm ederek ona köle hâline getirir. Dünyâ, kul ile Rabbi arasında perde olunca da, kulu mânen helâke sürükler. Bu gaflet devâm ettikçe kul o hâle gelir ki, zâhiren ifâde etmese bile hakîkatte Allâh Rasûlü'nün buyurduğu gibi:


"... Onların şerefleri servetleridir, dînleri paralarıdır, kıbleleri de kadınlarıdır. Onlar mahlûkâtın en şerlileridir..." (Deylemî, Kitâbu'l-Fiten) hükmünün muhtevâsına sürüklenir. Rabbimiz cümlemizi muhâfaza buyursun!


[Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2001-Eylül, Sayı:187, Sayfa:028]


Her Güne Kelime
Râm: itaat eden, boyun eğen, kendini başkasının emirlerine bırakan
Zâhir: görünen, görünücü, açık, belli meydanda. Elbette şüphesiz öyledir ya. Galiba, zannederim, umulur ki. Görünüşe göre, anlaşılan, meğer. Dış yüz, görünüş
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Her Canlının Rızkı

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:


"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca AIlâh'ın üzerinedir."
(Hûd, 6)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

“Allâh Teâlâ, âdemoğlunun rızıkları ile vazîfeli olan meleklere şöyle buyurur:


Herhangi bir kulu, bütün tasa ve düşüncesini tek bir şeye (yâni Rabbine) teksîf etmiş bir şekilde bulursanız, ona göklerin ve yerin rızkını garanti edin! Herhangi bir kulu da adâletle (istikâmetten ayrılmayarak) rızık ararken bulursanız, ona iyi davranın ve (yolunu) kolaylaştırın!.."
(75 Kudsî Hadîs'in Tercüme ve Şerhi, Ebû Hüreyre)


Bu hadîs-i kudsî gösteriyor ki, eğer bir kul, bütün gâye ve hedeflerini tek bir şeye, yâni Rabbine teksîf eder de O'nun rızâsı yolunda emr-i ilâhîye riâyet eder ve ibâdet ve tâat üzere bulunarak ihlâslı, sâlih kullardan olursa, ona göklerin ve yerin rızkı te'mîn edilir.
[Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 1999-Temmuz, Sayı:161, Sayfa:020]


Her Güne Kelime
Teksif: koyu ve sık yapma, bir sıvıyı koyulaştırma. Dokuma ve sâireyi sıklaştırma. Şeffaflığını giderme. Yığma, depolama
Emr-i İlahiye: Allah’ın emri.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Her Şeyin Başı Allah’ı Zikretmek
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Rabbini gönülden ve korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden olma!”
(A’râf, 205)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İnsanlar bir mecliste oturur da orada Allah’ın ismini anmazlarsa, eksik bir iş yapmış, bir günah işlemiş olurlar. Kim bir yolda yürür de Allah -azze ve celle-’yi zikretmezse, eksik bir iş yapmış, bir günah işlemiş olur. Kim yatağına girer de orada Allah’ı zikretmezse, yine eksik bir iş yapmış, günah işlemiş olur.”
(Ahmed, II, 432; Ebû Dâvûd, Edeb, 25/4855, 97-98/5059)

Muâz el-Cühenî -radıyallahu anh-’den rivâyet edildiğine göre bir kişi Peygamber Efendimiz’e geldi ve:
“–Hangi cihâdın ecri daha büyüktür?” diye sordu.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu. O zât:
“–Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” buyurdu.
Bundan sonra o sahâbî, namaz kılan, zekât veren, hacca giden ve sadaka verenler için de aynı soruyu tekrarladı. Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz bunların hepsi için de:
“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki!” cevabını verdi.
Bunun üzerine Ebû Bekir -radıyallahu anh, Hz. Ömer -radıyallahu anh’a:
“–Ey Ebû Hafs! Allah’ı zikredenler, hayrın tümünü alıp götürdü!” dedi. Bu sözü işiten Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onlara doğru yöneldi ve:
“–Evet, öyledir!” buyurdu.
(Ahmed, III, 438; Heysemî, X, 74)


Her Güne Kelime
tezâhür: 1. Zuhûr etme, meydana çıkma, belirme, görünme, gözükme. 2. Belirtili. 3. Birbirine yardım etme.
tevzî: 1. Dağıtma, dağıtılma. 2. Herkese payına düşeni dağıtma, üleştirme.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Hicri Yılbaşı

Hicri yılbaşı. İslam alemi için önemli bir gün.. Çünkü Müslümanların manevi hayatının vazgeçilmezi olan ibadetlerin bir kısmı hicri yıla göre yerine getirilir. Oruç, hac, kandil günleri gibi…

Ayın hareketleri esas alınarak hesaplanan hicrî yıl 354 gün sürüyor ve her ay, geçen senenin yaklaşık onbir gün öncesi başlıyor. Ramazan, Bayram, Hac gibi mübarek günler yıl içinde mevsimden mevsime dolanarak devrini tamamlıyor. Böylece oruç, hac gibi kendine göre zorlukları olan ibadetler 33 yılda bütün bir yılı dolaşarak aynı tarihe dönüyor.


Hicri takvimin başlangıç zamanı olarak Peygamber (sav) Efendimizin hicret ettiği tarih esas alınmıştır. Buna göre 1 muharrem 622 cuma günü hicri Takvimin başlangıç günü kabul edilmektedir.


Aşure Orucu

1 Muharrem gecesi, yeni senede belâ ve kötülüklerden korunmak amacıyla Rabbimize yalvarmak, dua etmek güzel âdetlerimizdendir. Bu saygın ay içinde 10 Muharrem gününün özel bir önemi vardır. Aşure günü denilen bu günde, gerek Musevîler, gerekse İslam öncesi cahiliye devri Arapları da oruç tutuyorlardı. Ramazan ayında oruç farz olana kadar müslümanlar da aşure günü oruç tutmuşlardır. Peygamber Efendimiz (sav) Yahudilere benzememek için müstehab olan bu orucun, Muharremin 9. ve 10. günü, ya da 10 ve 11. günü tutulmasını istemiştir.


Rivayetlere göre, 10 Muharrem birçok olayın meydana geldiği faziletli bir gündür. Yeryüzü ve göğün o gün yaratılması, ilk yağmurun yağması, Hz. Âdem’in tevbesinin kabulü, Hz. Nuh’un gemisinin Cudi Dağına oturması, Hz. Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşması, Hz. Yusuf’un zindandan kurtulması, Hz. Musa ve Beni İsrâil’in yarılan Kızıldeniz’den geçerek Fir’avundan kurtulması, Firavun ve ordusunun Kızıldeniz’de boğulması, Hz. Muhammed (sav) Efendimizin geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığı gün olması gibi. Aşure gecesi de duaların kabul edildiği kıymetli bir gecedir. Bu mübarek günde komşulara aşure dağıtmak, yoksulu doyurmak, iftar ettirmek büyük sevab kazanmaya vesiledir. Ayrıca bu günde eve çeşitli ve bol erzak almak, muhtaçlara sadaka vermek, komşu ve akrabaya ikramlarda bulunmak sene boyunca berekete vesile olur.
 
Üst