İki Gün Bir Değil! (Her Güne 1 Ayet, 1 Hadis)

13.savaşcı

Paylaşımcı
Katılım
22 Eki 2009
Mesajlar
120
Tepkime puanı
4
Puanları
0
google "zekat kimlere farzdır "yazarsanız sorunuza cevap bulursunuz

:)

Zekat Kimlere Farzdir?
Bir kimsenin zekat vermekle mükellef olabilmesi için bazi sartlar vardir.Bu sartlari söylece siralayabiliriz:
Müslüman Olmak: Zekat,akli basinda, ergenlik çagina ermis ve hür olan Müslümanlara farzdir.
Hanefi mezhebi disindaki diger mezheplere göre çocuklarin ve delilerin de zekat vermeleri gerekir.Onlarin zekatini onlara ait olan maldan velileri verir.Bunlar çocuklarin malina zekat düsmesine delil olarak su hadisi zikrederler: " Mali bulunan bir yetimin velisi olan onun adina ticaret yapsin.Ta zekat onu yemesin." ( Tirmizi, Zekat:15 )

Zekarın farz olabilmesi için aklı başında olmak ve ergenlik çağı şart koşuluyor sonrada delilere ve ergenlik çağına ulaşmamış kişilere zekat verdiriliyor.
Ben bu çelişkiyi soruyorum.

Burada yetim sabilerin ve delilerin mallarını işletmek isteyen velilerinin lehine yetimlerin aleyhine bir hüküm verildi gibime geliyor.
 

emustafa

Profesör
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
1,782
Tepkime puanı
428
Puanları
0
ZEKATIN YÜKÜMLÜLÜK ŞARTLARI


Bir kimsenin zekâtla yükümlü (mükellef) tutulabilmesi için gereken şartlar, ilmihal dilinde, vücûb şartları veya zekâtın farziyetinin şartları olarak da anılır. Zekâtla yükümlülük için gereken şartların bir kısmı mükellefte, bir kısmı da malda aranan bazı özelliklerdir.
Mükellef ile İlgili Şartlar
Zekât, İslâm'ın beş esası arasında yer alan bir ibadet olması sebebiyle, namaz ve oruçla mükellefiyette söz konusu olan şartlar, ilke olarak, zekâtta da aranır. Ancak zekât, sosyal yardımlaşma ve dayanışma içeriği de taşıyan malî bir mükellefiyet olması ve üçüncü şahısların haklarını da ilgilendirmesi sebebiyle, diğer ibadetlerde aranan akıl ve bulûğşartının bunda aranıp aranmayacağı tartışma konusu olmuştur.
Zekât bir ibadet sayıldığı için, öteden beri, zengin gayri müslim vatandaşların, zekâtla yükümlü olmaları hiç gündeme gelmemiş, bunun yerine onlardan başka isimler altında başka vergiler alınmıştır.
Çocuk ve akıl hastalarının "öşür" denen toprak ürünleri zekâtından sorumlu olduklarında görüş birliği bulunmakla birlikte, bunların zekâta tâbi diğer mallarından zekât alınıp alınmayacağı konusunda farklı iki görüş ileri sürülmüştür. Ebû Hanîfe akıllı ve bâliğ olmayanları, toprak ürünleri ve kamu hukukunun bir parçası olarak alınan zekât türü hariç, zekâtla mükellef tutmamıştır. Fakihlerin çoğunluğuna göre ise akıl hastalarının ve çocuğun malları zekâta tâbidir. Bu borcu veli ve vâsileri öderler. Zekât vekâletle yerine getirilebilen malî bir ibadettir. Veli zekâtta çocuğun ve akıl hastasının vekilidir. Bu vecîbeyi yerine getirmede onun yerini almaktadır, dolayısıyla onlar adına zekât verir.
Bu iki farklı görüşten, çoğunluğun görüşü daha güçlü ve tercihe şayan görünmektedir. Çünkü zekât netice itibariyle zenginliğin borcudur, topluma karşı bir yükümlülük mahiyetindedir ve sosyal adaletin gerçekleşmesine hizmet etmektedir.


Buradan da anlaşılacağı gibi fakihlerin maksadı akıl ve baliğ olmayan yetimlerin ve akıl hastalarının velayetini üstlenmiş veya üstlenmek zorunda kalmış kişilere sorumluluklarını öğretmektir,hatırlatmaktır.
Yoksa ard niyetli kişilere sui istimal kapısı aralamak için böyle hüküm konulmuş değildir.
olamazda
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Azdan Veren Candan Verir - 1

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

Allah yolunda mallarını infak edenlerin misâli, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lûtfu geniştir, O her şeyi bilir.” (Bakara, 261)

* * *

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!” (Buhârî, Zekât, 10; Rikak, 51; Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 66-70)

* * *

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, bu nasıl olur?” diye sordular.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi:

“–Bir adamın iki dirhemi vardı, bunlardan birini tasadduk etti. Diğerinin ise çok malı vardı, malının kenarından yüz bin dirhem aldı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49/2526)
 

emustafa

Profesör
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
1,782
Tepkime puanı
428
Puanları
0
Allah (CC) kuran-ı kerimde Mâ’ûn Suresinde şöyle buyuruyor

4/5/6 Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır



Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:

Allah Resulü (a.s.) Mescide girdi. Derken biri de girip namaz kıldı. Sonra Allah Resulü'ne gelip selam verdi. Allah Resulü selamı aldıktan sonra: "Dön de yeniden kıl. Çünkü sen namaz kılmış olmadın," buyurdu. O kimse dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı. Sonra Peygamber'e gelip selam verdi. "Sana da selam olsun," dedikten sonra: "Dön de yeni baştan kıl. Çünkü sen namaz kılmış olmadın," buyurdu. Ta ki Allah Resulü bunu üç kere yaptı. Nihayet o kimse: seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki bundan daha iyisini bilmiyorum. Bana (doğrusunu) öğret dedi. Allah Resulü (a.s.) buyurdu ki: "Namaza durduğun vakit başlangıç tekbirini al, sonrada Kur'an'dan kolayına geleni oku. Sonra rükuya varıp ta beden azaların yerleşmiş oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta (büsbütün) doğruluncaya kadar dur. Sonra secdeye var ve azaların yerleşinceye kadar kal. Sonra başını kaldırıp ta azaların yerleşinceye kadar otur. Sonra namazının bütününde de (aynen böyle) yap."

Sahih-i Müslim
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Azdan Veren Candan Verir - 2

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

Güzel söz ve affetme, arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır. Allah zengindir, hilim sahibidir, yani cezâ vermekte acele etmez.” (Bakara, 263)

* * *

Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd -radıyallâhu anha- Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“–Ya Rasûlullah, Allah’ın salât u selâmı sizin üzerinize olsun! Bazen fakir biri gelip kapımın önünde duruyor da, ona verecek bir şey bulamıyorum?..” demişti.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şöyle buyurdu:

“–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile, onu fakirin eline ver!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383)

* * *

Bir gün fakir biri Hz. Osman’a gelerek:

“–Ey mâl sahibi zenginler! Bütün hayrı alıp götürdünüz; malınızdan sadaka veriyor, köle âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infakta bulunuyorsunuz!” dedi. Hz. Osman -radıyallâhu anh-:

“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu. O zât:

“–Evet, vallâhi size gıpta ediyoruz!” dedi. Bu sefer Hz. Osman -radıyallâhu anh-, şu açıklamada bulundu:

“–Allah’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk çekerek infak ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infak edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır.” (Beyhakî, Şuab, III, 251; Ali el-Müttakî, VI, 612/17098)
 

berraksu

Aşafatlı
Katılım
2 Eyl 2006
Mesajlar
3,652
Tepkime puanı
85
Puanları
0
Yaş
36
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Herhangi bir erkek hanımına (haksız yere) bir tokat atarsa, Allah azap meleği olan Malik'e cehennemde ona yetmiş tokat atmasını emreder..." (Tabi ki bunların hepsi tevbe etmeyip de helâllik almayan kimseler içindir.) (Müstedrek-ül Vesâil, C.2, S.55)
 

ziruh

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2007
Mesajlar
5,245
Tepkime puanı
1,279
Puanları
0
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki:

"Cenneti özleyen hayırlara koşar. Cehennemden korkan da şehvetlerden kaçar."

(Beyhaki, Şuabü'l-İman)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Allah Her şeyi Bilir - 1

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

Kıyamet vaktini bilmek O’na âittir. O’nun bilgisi ve izni olmaksızın ne bir meyve tomurcuğundan çıkabilir, ne her hangi bir dişi hâmile kalabilir, ne de hâmile olan biri yavrusunu doğurabilir. Gün gelir: «Neredeymiş bana ortak saydığınız şeyler?» diye nidâ eder de, müşrikler: «İçimizden buna şâhitlik edecek bir tek kişi bile olmadığını sana arzederiz!» derler.” (Fussılet, 47)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Allah Her şeyi Bilir - 2

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

De ki: İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olan bütün şeyleri de bilir. Allah, her şeye kâdirdir.” (Âl-i İmrân, 29)

* * *

Allah’ın, kullarının bütün fiillerinden haberdâr olduğunu ifâde için “Habîr” ismi Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca hatırlatılır. Meselâ “Muhakkak ki O, sizin yaptığınız her şeyden haberdârdır” buyrulur. (Neml, 88) Yani, sizlere akıl, temyiz ve eşyaya hükmetme gücü verdikten sonra Allah’ın, amel ve hareketlerinizden habersiz olmasını ve yeryüzündeki vazifelerinizi nasıl yaptığınızı bilmediğini zannetmeyin.

Cenâb-ı Hakk’ın “Habîr” ism-i şerifi, “Hiçbir şey gizli kalmayacak şekilde bilen”, “Gizli haberler kendisinden saklı kalmayan, mülkünde olup biten her şeyden, her zerreden haberdar olan” mânâlarına gelir.

* * *

İbn Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Karın yağları çok (şişman), kalblerinin anlayışı kıt iki Kureyşli ve Sakîf’ten bir hısımları Beyt’in yanında oturmuş konuşuyorlardı. Birbirlerine:

“–Ne dersiniz, acaba Allah bizim sözlerimizi duyuyor mudur?” dediler. Birisi:

“–Herhalde bazısını duyar, bazısını duymaz.” dedi. Bir diğerleri:

“–Eğer bir kısmını duyuyorsa hiç şüphesiz hepsini duyar; ya da açıktan söylediğimizi duyuyorsa gizli söylediklerimizi de duyar” dedi. Bunun üzerine şu âyetler nâzil oldu:

Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussılet, 22-23) (Buhârî, Tefsîr 41/1, 2, Tevhîd, 41; Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn 5; Tirmizî, Tefsîr 41/3248
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Allah Kalpten Geçen Düşünceleri Bilir

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:

Allah onların kalplerinde ne var, ne yok pekiyi biliyor.” (Nisâ, 63)

O bütün kalplerin künhünü (hakikatini) bilir.” (Hadîd, 6)

* * *

Mukâtil şöyle anlatır:

Mekke’nin fethi günü Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hz. Bilâl’e Kâ’be’nin üstüne çıkıp ezan okumasını emretmişti. Attâb bin Esîd:

“–Allah’a hamdolsun ki babam daha önceden öldü de bu günü görmedi” dedi. Hâris bin Hişâm:

“–Muhammed, müezzin olarak şu kara kargadan başkasını bulamamış mı?” dedi. Süheyl bin Amr:

“–Allah bir şeyi diledi mi onu değiştirir” dedi. Ebu Süfyân da:

“–Ben bir şey söylemeyeceğim. Çünkü semânın Rabbının bunları Muhammed’e haber vermesinden korkarım” dedi.

Cibrîl (a.s) Hz. Peygamber’e gelerek onların söylediklerini haber verdi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onları çağırıp ne söylediklerini sordu. Sözlerini kendilerine hatırlatınca gerçeği itiraf etmek mecburiyetinde kaldılar. Bunun üzerine Allah Tealâ Hucurât sûresinin 13. âyetini indirip onları soy sopla, mal ve mülkün çokluğuyla birbirlerine karşı övünmekten ve fakirlerle alay etmekten menetti. (Vâhıdî, Esbâb, s. 411; Kurtubî, XVI, 223, [Hucurât, 13])
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Ey Kendi kendine Zulmedenler!

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:

…Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur…” (Talâk, 1)

Onların her birini kendi günahları sebebiyle cezâlandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik (üzerlerine taş yağdırdık), kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Ankebut, 40)

* * *

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir sefer esnâsında Semûd kavminin memleketi olan Hicr mevkiine geldiğinde ashâbına şöyle hitâp etti:

“–Azâba uğratılmış olan şu milletin yurduna ancak ağlayarak girin! Ağlayamıyorsanız girmeyin ki, onların başına gelen sizin de başınıza gelmesin.” (Buhârî, Salât 53, Enbiya 17, Tefsîr, 15/2, Meğâzî 80; Müslim, Zühd 38-39)

Başka bir rivayette Hicr’e vardığı zaman Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğu bildirilmektedir:

“Kendilerine zulmedenlerin yurduna ağlayarak girin. Yoksa onların başına gelenler sizin de başınıza gelebilir.”

Sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- başını örttü; o vadiyi geçinceye kadar süratle yürüdü. (Buhârî, Enbiyâ 17, Tefsîr, 15/2; Müslim, Zühd 39)

* * *

Meymun bin Mihran -rahmetullâhi aleyh- şöyle derdi:

Kişi namazda kendisine lânet eder ancak farkında olmaz.”

“–Bu nasıl olur?” diye sorulduğunda şu cevabı verirdi:

“–Kişi şu âyeti okur: «Dikkat edin, Allah’ın lâneti zulmedenlerin üzerinedir!» (Hûd, 18) Hâlbuki bu âyeti okuyan kişi, bir taraftan da işlediği günahlarla kendisine zulmetmektedir. İnsanlarla alışveriş yaparken ticâret ahlâkına dikkat etmeyerek hem onlara hem de kendisine zulmetmektedir.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bütün Varlıklar Allah’ı Zikir Hâlinde

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

Yedi kat gök, yer ve bunlarda bulunan herkes, O’nu tesbîh eder. O’nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir varlık yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız. O, hilim sahibidir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ, 44)

* * *

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

Cennet ehli, başka hiçbir şeye değil, sâdece, dünyada Allah’ı zikretmeksizin geçirmiş oldukları anlara hasret ve nedâmet duyarlar!” (Heysemî, X, 73-74)

* * *

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yolda giderken bir grup insana rastlamıştı. Bunlar binek hayvanlarının üzerinde oldukları hâlde durmuş (muhabbet ediyorlardı.) Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara şöyle buyurdu:

–Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakıp istirahat ettirin! Onları, yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durup muhabbet etmeyin). Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Tebâreke ve Teâlâ’yı ondan daha çok zikretmektedir.” (Ahmed, III, 439)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
"Kalbim İslâm’a Meyletti"

Hazret-i Ömer (radıyallahu anh), Müslüman olmadan önce Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı, insanların en katı davrananı idi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir gün Dârü’l Erkam’da:

Allah’ım! İslâm’ı şu iki adamdan Sana sevgili olanı ile aziz kıl: Ebu Cehil ve Ömer b. Hattab!” diyerek duâ etmişti.

Onların Allah’a en sevgilisi olanı Hazret-i Ömer idi.” (Tirmizi, Menâkıb, 17/3681; İbn Hişam, I, 367)

Diğer bir rivâyete göre:

Allah’ım İslam’ı, hassaten Ömer b. Hattab ile kuvvetlendir!" buyurmuştu. (İbn Mâce, Mukaddime, 11)


Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) şöyle anlatır:

Müslüman olmadan evvel Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘i bulmak için evden çıktım. O, benden önce Mescid-i Haram’a gelmişti. Ben de varıp arkasında durdum.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hâkka sûresini okumaya başladı. Kur’an’ın insicam ve âhengine hayran olmaya başladım.

Kendi kendime:

“-Vallahi bu, Kureyşlilerin dediği gibi bir şâir galiba” dedim. O sırada, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sûrenin:

Gördüğünüz ve görmediğiniz şeylere yemin olsun ki hiç şüphesiz o, çok şerefli bir Resul’ün (Allah’tan aldığı) sözüdür! O, bir şâir sözü değildir. Siz ne de az inanıyorsunuz!” (el-Hâkka, 38-41) âyetlerini okudu.

Ben, yine kendi kendime:

“-Galiba bu bir kâhindir! İçimden geçenleri anladı” dedim.

Bu kez:

O, bir kâhin sözü de değildir. Siz ne de az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir… (el-Hâkka,42-44) diye sûrenin sonuna kadar okudu. O esnâda gönlüm yumuşadı ve İslâm kalbime iyice tesir etti.” (Ahmed, I, 17; Heysemî, IX, 62)

Nihâyetinde Hazret-i Ömer (radıyallahu anh), kızkardeşi Fâtımâ’nın evinde okuduğu Tâhâ sûresinin ilk âyetleri ile kendinden geçti:

Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!” diyerek Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına gelip müslüman oldu. (İbn Hişam, I, 369-371)

İbn-i Abbâs (radıyallahu anh) der ki:

“Hazret-i Ömer Müslüman olduğu zaman, Cebrâil (aleyhisselâm) gelip:

-Ey Muhammed! Semâ ehli Ömer’in müslüman olması sebebiyle birbirlerini müjdelediler’dedi.” (İbn Mâce, Mukaddime 11/103)


ikigunbirdegil.com
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Emâneti Yerine Getirmek

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.”(Nisâ-58)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îman 107-108)

Hazret-i Ömer (radıyallahu anh):

Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünyaya meylettiği zaman helâl, haram gözetiyor mu, ona bakınız.” (Beyhakî, Sünenü’l kübrâ, VI, 288; Şuab, IV, 230, 326)

http://www.2g1d.com/
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Şahit Olun, Biz Müslümanlarız

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz müslümanlarız.”” (Âl-i İmrân,64)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

Allah’dan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Resûlü olduğuma şehâdet ederim. Allah’ın birliğine ve Muhammed’in peygamberliğine şeksiz şüphesiz inanmış olarak Allah’a kavuşmayan kimse, cennet(e girmek)ten mutlaka alıkonur.” (Müslim, Îmân 45)

Müslümanın yaşayışı Allah'a kulluk esası etrafında şekillenir. Onun hayat pratiğinin merkezinde ibadet kavramı vardır. Kendi özgün kültürünü; bütün kurum ve geleneklerini oluşturan ve anlamlandıran esas budur.

ikigunbirdegil.com'a Hoşgeldiniz...
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Kardeşine Göstereceğin Tebessüm

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.” (Münâfikûn, 10)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

Kardeşine göstereceğin tebessüm, bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp kenara atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36/1956)

Bazı fakir sahâbîler:

“-Ey Allah’ın Rasûlü! Zenginler bütün sevapları alıp götürüyorlar. Zira bizler gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor ve ayrıca mallarının fazlasından da sadaka veriyorlar” dediler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“-Allah size sadaka verme imkânı bahşetmedi mi (sanıyorsunuz)? Her tesbih sadaka, her tekbir sadaka, her tahmid sadaka, her tehlil sadakadır. İyiliği emretmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır.” (Müslim, Zekât, 53; Mesâcid, 142)

ikigunbirdegil.com
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Peygamberlerin Zanaatkâr Olmaları

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimelerde şöyle buyurur:

Şüphesiz ki Biz, Dâvud’a nezdimizden bir üstünlük verdik: “Ey dağlar ve kuşlar! Davud’la birlikte tesbih edin” dedik. Ona demiri yumuşak kıldık. Biz Dâvud’a; geniş zırhlar îmal et, dokumasını ölçülü ve sağlam yap, diye vahyettik. Davud’a ve ailesine şöyle dedik: Salih amellerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı görüyorum.” “Biz Davud’a, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatı öğrettik. Artık şükredecek misiniz?” (Sebe, 10,11)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

“-Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber mutlaka koyun gütmüştür” buyurdu.

Bunun üzerine sahâbîleri:

“-Sende mi güttün, yâ Rasûlullah?” diye sordular. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve selem-:

“-Evet, Mekkelilerin koyunlarını Karârît yöresinde güderdim” buyurdular. (Buhârî, İcâre 2, Enbiyâ 29, Et’ıme 50)

Eski çağlardan beri insanların ihtiyaçları çeşitli san’at ve mesleklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İlk insan ve ilk peygamber Âdem (aleyhisselâm)’in dokumacılık, İdris peygamberin terzilik, İbrahim (aleyhisselâm)’in kumaş ticareti, Nuh ve Zekeriya peygamberlerin marangozluk, Hazret-i İsa’nın ise kunduracılık mesleğinin öncüleri olduğu nakledilmiştir. Yine Musa (aleyhisselâm)’ın, Şuayb peygambere 8-10 yıl çobanlık yaptığı, birçok peygamber ve Allah dostu velîlerin de bu mesleği yaptıkları bilinmektedir.

ikigunbirdegil.com
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Allah’ın Yardımı ve Fetih Geldiğinde

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle buyurur:

Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.”

(Nasr 1,2,3)
İbni Abbas (radıyallahu anh) şöyle dedi:

“Ömer (radıyallahu anh) Bedir Savaşı’na katılmış yaşlı sahâbîlerle beraber beni de Danışma meclisine dâhil etti.” Sahâbîlerden biri buna içerledi ve Hazret-i Ömer’e:

“-Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var,” dedi.

Hazret-i Ömer (radıyallahu anh):

“-Bildiğiniz bir sebepten dolayı,” diye cevap verdi. Derken bir gün beni çağırdı ve büyük sahâbîlerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün benim bilgimi ve anlayışımı onlara göstermek istiyordu. Sahâbîlere:

“-Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde…” diye başlayan Nasr sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı:

“-Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız,” dedi. Kimi de hiçbir yorum yapmadı. Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) bu defa bana hitaben:

“-Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun?” Dedi. Ben:

“-Hayır,” dedim.

“-Peki, ne diyorsun?” diye sordu. Ben de:

“-Bu sûre, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir. “Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince -ki, bu senin ecelinin geldiğine alâmetidir-, Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü o tövbeleri kabul edendir” buyuruluyor, dedim.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahu anh):

“-Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum,” dedi.”

(Buhârî, Tefsîru sûre (110), 4; Menâkıb 25. Tirmizî, Tefsîru Sure(110))
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Kimse Nerede Öleceğini Bilemez

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.

(Lokman, 31/34)


Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

Allah Teâlâ bir kimsenin herhangi bir yerde ölmesine hükmettiğinde, o kimse için o yerde bir ihtiyaç zuhur ettirir.

(Tirmizî, Kader, 11/2146, 2147; Hâkim, Müstedrek, I, 102/127; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 780)


Ölüm Meleği bir gün, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)’ın yanına uğramıştı. Meclisinde bulunan bir kişiye dikkatle baktı. O zât bir ara Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)’a:

“–Bu kim?” diye sordu. Süleyman (aleyhisselâm) da, Ölüm Meleği olduğunu söyledi. Adam:

“–Sanki benim canımı almak istiyormuş gibi bakıyordu, rüzgâra emretsen de beni götürüp Hind diyârına bıraksa” diye ricâda bulundu. Süleyman (a.s) adamın isteğini yerine getirdi. Daha sonra Ölüm Meleği, Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm)’a:

“–Ona dikkatlice bakmam taaccübüm sebebiyle idi. Çünkü onun canını Hindistan’da almam emredilmişti ve o hâlâ senin yanındaydı” dedi.

(Ebu’s-Suûd, Tefsîr, VII, 78, [Lokmân, 34])
 
Üst