Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

kılıçustası

Asistan
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
1
Puanları
0
aynı müfessir 64. ayetin tefsirinde de şunları söylemektedir :

Öyleyse gelin ey müslümanlar Allah dostu olmaya, Allah velîleri olmaya çalışalım. Biz Rabbimizi dost bilelim, biz Rabbimizi velî bilelim. Velîmiz olarak bizim adımıza aldığı kararları öğrenelim, bizim adımıza gönderdiği hayat programına sahip çıkalım, hayatımızı vahiy kaynaklı yaşayalım, böylece Rabbimizin velâyeti altına girelim ki Allah da bizi velî kabul buyursun. Allah velîleri olarak birbirimizin de velîleri olmaya çalışalım. Birbirimize Allah kararlarını duyurarak, birbirimize emri bil’ma’ruf ve nehyi anil’münker yaparak birbirimizi hakta tutmaya, birbirimizi cennete ulaştırmaya çalışalım.

Böyle yaşarsak, böyle yaparsak bilelim ki hem dünyada hem de âhirette müjdeler, mutluluklar bizim için olacaktır. Çünkü unutmayalım ki Allah’ın kelimelerinde, Allah’ın kelâmında, Allah’ın yasalarında asla değişiklik olmaz. Dünya başarısını da âhiret başarısını da yakalayan müslümanlar işte bunlardır.

Evet demek ki Evliyaullah’tan olmak için ne yapmak lâzımmış? Nereye girmek lâzımmış? Hangi yola, hangi tarikata sulûk etmek lâzımmış? Bunun için tek yol var, o da İslâm yoludur, Allah’a kulluk yo-ludur. Girersin İslâm yoluna, girersin sırat-ı müstakîme ve evliya olursun.

İslâm yolundan başka kutsanacak yol yoktur. Allah ve Resûlünün yolunda gidenlere müjdeler olsun. Kur’an’ı tanıyan, sünneti tanıyan ve hayatını bunlarla yaşamaya çalışanlara müjdeler olsun. Bütün müslümanlar da bunun içindedirler.
 

kılıçustası

Asistan
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
1
Puanları
0
YUNUS 62-64 TEFSİRİ

Büyük Kur’an Tefsiri:

«Evliya» kelimesi, -veli-nin çoğuludur ve -veliy- kökünden gelir. Yakınlık demektir. Allah’ın velileri o kimselerdir ki ibadeti sadece O’na tahsis etmek, sadece O’na tevekkül etmek suretiyle O’na yaklaşırlar.


Onlar o kimselerdir ki, iman ile takvayı bir araya getirmişlerdir. O iman ve takva da kendilerini hep hayra sevk eder ve her şeyden alıkoyar.



Bazıları «Veli»yi şöyle tarif etmektedir: «Veli o kimsedir ki, Allah bizzat onun tüm işlerini idare eder. Onun kendi başına tasarrufu yoktur. Çünkü onun adeta varlığı, fiili ve özellikleri, zâtı yok gibidir.» Bu tarif, «Vahdet-i Vücud» görüşüne sahip kimselere aittir. Kuşeyri’den gelen rivayete göre, Allah’ın kulunun işlerini idare etmesi, kulun da Allah’ın ibadetini üstlenmesi veliliğin gereklerindendir. Ancak ilk vasıf, kastedilen meczup bir kimsede galipken, ikincisi kast edilen sâlik’de galiptir. Gerek Kuşeyri’nin bu sözlerinden, gerekse daha önce naklettiğimiz sözlerden anlaşılıyor ki veli’den günahın sadır olması, bizzat veliliğe terstir. Ve birçok kıymetli sözler de buna işaret etmektedir.

...

yukarıdaki tefsirden devam edelim :


Velî'den Ne Kasdedilir?


Açıkça anlaşılmaktadır ki, -veliler, ile kastedilen muttaki müminlerdir. Bir mümine veli demek için; onun en azından farzları yerine getirmesi, Allah'ın emirlerini uygulaması, yasaklarından kaçınması gerekir. En mükemmeli ise onun Allah'a yakınlaşmak için imkân dahilindeki tüm yolları denemesi ve uygulamasıdır.

Veliler hakkında en aşırı görüş, onların Allah tarafından korunduğu iddiasıdır ki nitekim bazıları velilerin korunduklarını söylemişlerdir. Yani imkân dahilinde olmakla birlikte, onlardan günah sadır olmamıştır. İmkân dahilinde denilmesinin nedeni; ismet vasfını onlara izafe etmemek içindir. Çünkü peygamberlerden günahın sadır olması mümkün değildir.

Bazıları da günahın sadır olmasının veliliğe ters düşmeyeceğini öne sürmüşler ve Cüneyd-i Bağdadî'den hikâye edilen şu muhavereyi delil olarak göstermişlerdir:

Soru — Arif bir insan zina yapar mı?

Cevap — Evet, edebilir; zira Allah Kur'an'ında «Allah'ın emri takdir edilmiş bir kaderdir» (Ahzab : 38) buyurmuştur.
.....................................................................

not : dikkat edilirse burada sorulan soru küçük günah değil , büyük günahtır...ve cüneyd- i bağdadi hz. leri bu soruya " hayır onlar korunmaktadırlar diye cevap vermiyor" ...

zaten günümüzde tarikat işleriyle ilgilenen saliklerin en büyük problemi sekr halindeki velilerin sözlerini sahv halindekilerin sözlerine tercih etmeleri...halbuki diğerinin ( sahv) hem makamca ve hem de gerçeklik bakımından daha doğru olduğu ortadadır...
 

kılıçustası

Asistan
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
1
Puanları
0
YUNUS 62-64 TEFSİRİ

Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir:

Bunun eserden deliline gelince, Ebû Bekr el-Esamm şöyle demiştir: “Allah’ın velileri, Allah’ın aklî delili ile kendilerini hidayete erdirmeyi deruhte ettiği, kendilerinin de Allah’a kulluğu ve O’nun yoluna davet etme işini deruhte ettikleri kişilerdir.


GARİP BİR SÖZE İLİŞKİN

TEFSİRLER BURADA NİHAYET BULMUŞTUR:

Tefsirlerden daha çokca örnek verilebilir ama zaten uzun oldu daha da uzatmayalım.. Hepsini okumakta zorlananlar sadece altı çizili ve kalınlaştırılmış yerleri okusalar bile yetecektir inşallah..

Bakınız, haklarında anlamı ve hükmü açık Ayetler bulunan, haklarında Peygamber Efendimizin "Peygamberler ve Şehidlerin gıbta edeceği Nurdan tahtlar üzerinde oturan kimseler" beşaret ve tasviri bulunan ALLAH'ın Velilerinden bahsediyoruz.. Naklettiğim Kurtubi tefsirinde bunların insanları hidayete davet eder ve ALLAH'a kavuşturur vasıflarından da bahsedilmiştir.. (Şu ifadeye dikkat ediniz: kendilerinin de ALLAH’a kulluğu ve O’nun yoluna davet etme işini deruhte ettikleri kişilerdir)

hirahos ,

bir önceki mesajında ebubekir el esamm ın sözünü "fahrettin razi" nin tefsirinden naklederken , bir sonraki mesajında bu alıntıyı kurtubi den yaptığını söyleyecek kadar copy-paste yaptığı konularda ne kadar malumatlı olduğunu bize göstermiş olmaktadır...

ayrıca sanki çok önemli bir söz ve öok manalı bir kelam bulmuş gibi EBUBEKİR EL ESAMM ın sözlerini delil getirmiş...bu kimsenin kim olduğunu ve ne maksatla bu sözleri söylediğini bilmeden...

ikici mesajında önemle dikkat çektiği "kendilerinin de ALLAH’a kulluğu ve O’nun yoluna davet etme işini deruhte ettikleri kişilerdir" ibaresinin bir önceki mesajdan evveline bakalım...ne demiş ebubekir el esammm :

Ebû Bekr el-Esamm şöyle demiştir: “Allah’ın velileri, Allah’ın aklî delili ile kendilerini hidayete erdirmeyi deruhte ettiği, kendilerinin de Allah’a kulluğu ve O’nun yoluna davet etme işini deruhte ettikleri kişilerdir.

iyice anlaşılsın diye mesajı büyütüyorum ki gözlerden kaçırılmaya çalışılan yerler ortaya çıksın...

ne demiş el esamm ; ALLAH ın akli delili ile kendisine hidayet ettiği kişilere veli demiş....dikkat dikkat....

seyri suluk dememiş , tasavvuf dememiş...zaten diyemez de neden mi...

geldik işin en önemli meselesine...tabii ki el esamm böyle diyecek çünkü kendisi ehli sünnet değil MUTEZİLİ dir...yani aklı naklin önünde tutanlardan...ve "AKLİ DELİİLLERLE HİDAYETE ERENLERE VELİ" demesinden daha doğal bir şey olamaz...

hirahos ne yapmış ; kimin ne olduğunu bilmeden kim hangi delilleri kullanıyor hangi mezheptendir necidir...bilmeden yani kısacası "İLİM SAHİBİ OLMADAN BİR İNSAN FİKİR SAHİBİ" olmaya kalkarsa işte böyle "veli" için mutezileden delil getirir..ne yaptığının farkında da olmaz...

ve el esamm ın sözünün ikinci kısmından "KENDİ KAFASINDA OLUŞAN BİR VELİ" yi çıkarır...

ne acı bir durum...

meselelere hakim olmadan copy-paste lerle hiç bir şey olmaz...
 

kılıçustası

Asistan
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Evet İslam'ın ana kaynaklarında üstün mertebeleri çok açık Ayet, Hadis, İcma ile bildirilmiş Velilerin, "Bir kişinin imanını kurtarmak, 10 Veli yetiştirmekten sevaptır" gibi bir ifade ile tahfif edilmesi rahatsızlık vermektedir.. Bu tür sözler İslam'ın kaynaklarına ve ruhuna açıkça aykırıdır.. Böyle bir tavır Ehl-i Sünnet geleneğinde asla ve kat'a olmamıştır..

Bir insan Veli olunca imanı kurtulmuyor mudur yani? Bunları bu şekilde karşı karşıya getirmek; zıt ve de birbirini engeller faaliyetler imiş gibi göstermek ne derece doğrudur?

Bahsi geçen azim iddiada "Veli" kelimesinin tam olarak ifade edilmesi bile tek başına ondan daha üstün bir makamın, ondan daha üstün bir halin tasavvur ve tarif edilmesinin ne kadar isabetsiz olduğunu ele vermektedir:

İşte bu, en büyük kurtuluşun tâ kendisidir.” Yani, Allah’ın velilerinin, gerçek dostlarının vardığı sonuç, büyük kurtuluşun tâ kendisidir

Hemen belirteyim ki Ehlullah'tan olduğuna hiç şüphem olmayan Üstad Hazretlerinin bu Ayet, Hadis ve Tefsirleri bilmediğine ya da bilerek göz ardı edeceğine asla ihtimal vermiyorum.. Ya nedir? Risalelerin tahrif edilerek, Üstad'a kimi sözlerin söyletildiği çok açıktır.. Bu garip ve İslam'ın ruhuna aykırı sözler Üstad'ın değil; onu takip edenlerin eseridir.. Muhtemelen, cemaat gayretiyle; insanlar cemaate bağlandıktan sonra Tasavvufa girmesin, bir Mürşid-i Kamile bağlanmasın diye yazıldığını zannediyorum.. Aksi hal, bir mübarek Alimin Ehl-i Sünnet çizgisinden saptığını düşünmek olur ki bu büyük bir zulümdür..

Tabi "zaman değişti, ahir zamandayız; bazı hususiyetler değişmiştir; bu zamanda eski sözler geçerliliğini yitirmiştir, Veliliktense imanı kurtarmak daha önemlidir" gibi bir açıklamanın geçersiz olduğunu da üzülerek belirtmek zorundayım.. Çünkü:

Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme söz konusu değildir” buyurmuştur ki bu, “(Yunus 62-64'de geçen Evliyaullah'ın derecesi ile ilgili) "Bu kelimelerden caymak söz konusu değildir” demektir.

Müslümanlar olarak, kardeşler olarak sevelim sevilelim ama aynı zamanda Nur Mensubu gardaşlarımın bu sözlerin nasıl olup da Risalelerde yer aldığını izah etmelerini beklemek hakkımızdır.. Bu sözlerin başka kaynak ve alimlerce doğrulatılması (veya yanlışlatılması), yanlış ise mutlaka tashih edilmesini beklemek de hakkımızdır..

hirahos ,

ayetlerin tefsirini işine gelen sözlerden derleyip hakiki manasından anlamını kaydırdıktan sonra yani bir nevi kuran ı kerimi başkalaştırdıktan sonra...ki ayette açıkça velilerin vasıfları zikredilmektedir...

1- iman etmişlerdir.. 2- müttaki dirler ...

yani iman edip "muttaki" olan ve bu yolda devam eden her kişi ayeti kerimelere göre "VELİ" iken bu kardeş ayetin anlamını daraltarak sadece günümüzde "EVLİYA" denilen zatların bu ayete girdiğini söylemektedir ki bu ne büyük hatadır...

bu büyük hatadan sonra ; bediuzzaman hz. lerinin sözüne gelmektedir ki , İMANIN HAKİKATİNDEN BİHABER gibi konuşmaktadır...

her şey imana tabiidir..imanı olmayan her şeyi kaybetmiştir...veliliğin varlığı dahi imana bağlıdır...dolayısıyla varlığı kendisine bağlı olan şey mi daha değerlidir yoksa bu temel üzerine bina edilen mi ?

imandan daha değerli hiç bir şey yoktur...iman her şeyden üstündür...iman olmadan salih amel mümkün değildir...iman amelden öncedir ve ondan üstündür...iman her zaman olması gereken BİR FARZ-I AYN dır...devamlılığı vardır...sürekli bir ibadettir...

cüzi manada ve bazı husustan dolayı veli müminden üstün olsa dahi , geniş manada imanın her şeyden üstün olduğu açıktır...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım.
Nedir deyip sorana, bandım verdim özünü.



Yunus (Allah sırrını takdis etsin) hazretlerinin bu beyitten muradı, kendiliğinden riyazet edenlerin riyazetinin hâsılını temsil tariki ile beyandır. Yani bu gibilerin hâli hemen poyraz ile çamur kaynatıp, yemeğe ve yedirmeğe benzer. Zira bu kimse kendi her ne yerse isteyene de ondan verir.

Pes imdi, poyraz, yemeği pişirmek değil, belki dondurur. Faraza pişirir olduğu takdirde çamur yenmeğe yaramadığı gibi, perhizden gıda-i ruh hasıl olamaz. Ruhun gıdası olmayınca, Marifetullah ve Allah’ın ilhamı ve varidat-ı ilahiye hâsıl olmaz. Belki çamur yiyenlere maraz-ı cisim hâsıl olduğu gibi, ol riyazetten de kalp rahatsızlığı hâsıl olur ki fena itiyatlar ve dahi vesvese-i şeytaniye ve efkâr-ı faside misilleridir ki bunlar kalbi ve ruhu helak eder.

Poyraz ile dediği Hazreti Muhammed’in (S.A.V) mayası ve Mürşidin telkini olmadığına işarettir.

İmdi mürşidin nefesi ateşinden telkin çakmağı ile talibin kalb-i kavına bir kıvılcım yetişmezse yahut büyüklerin nazar-ı billuruna talip kendini teslim-i tam ile mukabil gelmezse emeği hebadır. Her ne kadar çalışsa da boştur. Ol ateşi bulup ciğerini pişiremez. Nitekim yönünü ocağa dönmeyen her ne kadar üfürse ocağı yakamaz ve yemek pişiremez. Lazım gelir ki çamur yiye. Pes imdi bunun emsali kimseler daima çamur yerler. Ve akıbet küfre düşerler. Ve kendilerine muhtaç olanlar daima çamur yedirirler. Allah saklaya.

Ekseriya küfre düşenler bunlardan zuhur eder. Bir ehl-i sülûk bunlardan birisine sataşırsa, bu onu kar gibi soğutup, buz gibi dondurur. Sülûk ehline her bunun gibi soğuk nefeslilerden kaçınmak lazımdır.

Azizin bu beyitten muradı, talibi indî mücahadeden men ve bunun emsali kimselerle yaklaşmaktan önlemektir.


Niyazi Mısri Hazretleri
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İşin gerçeğini anlamaya ya da görmeye sevdalı olanlar bu başlıktaki hiç bir iletiyi okumasalar dahi, mutlaka 301. ve 307. iletilerimize dikkatle baksınlar..

Niyazi Mısri Hazretleri, Yunus Emre Hazretlerinin beyitlerini şerh ederken işin hakikatini güzel bir biçimde göstermiştir..

Gerisi Allah'a kalmıştır..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İlk baştaki Tefsirleri, belli bölümleriyle de olsa bazı nakil ve rivayetleri göstermek için yazmış idim.. Bütün tefsirleri, olduğu gibi her sözüyle, öncesiyle sonrasıyla yazmamın hem anlamı faydası yoktur, hem de forum tekniğine uygun, takip edilebilir değildir.. Hatta Kısım Kısım yazdığım yerlerin dahi kimilerini çizip kimilerini kalınlaştırdım ki okuyamayacaklara, yeterince vakti olmayanlara önemli nakil ve görüşleri bir seferde göstermeyi murad etmiştim..

İşte o yerlerden kimileri:



Haberiniz olsun ki Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlar için müjdeler var. Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme söz konusu değildir, işte bu, en büyük saadetin ta kendisidir." (Yunus, 62-64).

Ebu Hureyre’ den rivayet edilen şu hadis de buna işaret etmektedir: «Allah Teâlâ der ki: “Benim bir veli kuluma düşmanlık eden bir kimseye savaş ilan ederim. Kulumun kendisine farz kıldığımı yerine getirmekle bana yakınlaşması bana her şeyden daha sevimli gelir. Kulum sürekli nafile ibadetlerle bana yaklaşırsa Öyle bir dereceye gelmiş olur ki, onu severim. Onu sevdiğimde, dinleyen kulağı, gören gözü, çalışan eli ve yürüyen ayağı ben olurum.» (Buharî)

İbn Abbas’tan rivayet edilen şu hadistir:

«Ey Allah’ın Resulü! Allah’ın velileri kimlerdir?» diye sorulduğunda Hz. Peygamber (s.a); «Allah’ın velileri o kimselerdir ki, görüldükleri zaman insanın hatırına Allah gelir.» (İbn Mübarek, Tirmizi, «Nevadır’ul-Usûl», Ebu Şeyh, İbn Merduveyh). Yani onların güzel yüzleri, güzel ibadet ve davranışları olduğundan dolayı, görenler hemen Allah’ı hatırlarlar.

Ebu Musa el-Eş’arî’den rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

«Kuşkusuz ki Allah’ın bazı kulları vardır ki onlar peygamber değillerdir, şehid de değillerdir. Ancak peygamberler de, şehidler de onların meclislerinden ve Allah’a yakın olmalarından dolayı onlara gıpta ederler».

Bir bedevi «Ey Allah’ın Resulü! Onların özelliklerini bize tanıt» deyince Hz. Peygamber (s.a).şöyle dedi:

«Onlar insanların, dünya mertebesi yönünden düşük kabilelerinden ayrılmış, aralarında yakın bir sıla-i rahim olmayan, sadece Allah için seven, Allah için dost olan kimselerdir. Onlar için kıyamet gününde nurdan tahtlar konulacak ve onlar da o tahtlar üzerinde oturacaklardır. O gün insanlar korku içindeyken, onlar korkmazlar. İşte onlar Allah’ın veli kullandır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.» (İmam Ahmed, İbn Ebi Hatim, Beyhakî)

Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan ‘yani cehennemden’ uzaklaştırılmışlardır.. En büyük korku onları kederlendirmez.” (el-Enbiya)

Said b. Cübeyr’in rivayetine göre de Resulullah (sav)'a: Allah’ın velileri kimlerdir? diye sorulmuş, o da: “Görüldüklerinde Allah’ın hatırlandığı kimselerdir” diye cevap vermiştir.

Bu ayet-i kerime hakkında Ömer bin el-Hattab da şöyle demektedir:

Ben, Resulullah (sav)’ı şöyle buyururken dinledim: “Allah’ın kullan arasında Öyle kimseler vardır ki onlar ne peygamberdir, ne de şehiddirler. Fakat peygamberler de, şehidler de kıyamet gününde yüce Allah’ın nezdindeki üstün mevkileri dolayısıyla onlara gıpta ederler.” “Ey Allah’ın Resulü! Bize onların kim olduklarını ve amellerinin ne olduğunu bildir”, denildi. “Belki böylelikle onları severiz.”

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bunlar, aralarındaki akrabalık bağları ve alış veriş ettikleri mallar olmamakla birlikte Allah için bir birbirlerini seven kimselerdir. Allah’a yemin ederim, onların yüzleri bir nurdur. Ve şüphesiz onlar nurdan minberler üzerinde olacaklardır. İnsanlar korktuklarında onlar korkmayacak, insanlar kederlendiklerinde onlar kederlenmeyeceklerdir.” Daha sonra Hz. Peygamber: “Haberiniz olsun ki, Allah’ın velilerine hiç bir korku yoktur, onlar kederlenecek de değillerdir” ayetini okudu.

Ali b. Ebi Talib (r.a) da dedi ki:

Allah’ın velileri, uykusuzluktan yüzleri sararmış, ibret almaktan gözleri kamaşmış, açlıktan karınları nerdeyse sırtlarına yapışmış, susuzluktan da dudakları kırışmış kimselerdir.

Onlar İçin hiç bir korku yoktur” buyruğundan kasıt, geriye bıraktıkları zürriyetleri hususunda (korkmayacaklarıdır). Çünkü yüce Allah onlara riayet eder. “Onlar kederlenecek de değillerdir.” Yüce Allah, gerek dünyalarında, gerekse ahiretlerinde onlara dünyalıklarının karşılığını vereceğinden dolayı kederlenmezler. Çünkü onların gerçek dostları ve yardımcıları O’dur.


Onlar için dünya hayatında da... müjde vardır” buyruğu ile ilgili olarak Ebu’d-Derdâ’dan şöyle dediği nakledilmektedir:

Resulullah (sav)’a bu buyruk hakkında sordum, şöyle buyurdu: “İndirildiğinden bu yana buna dair senden başka bana soru soran olmadı. Buradaki “müjde”den kasıt, Müslümanın gördüğü yahut ona gösterilen salih (gerçek çıkan) rüyadır.” Bu hadisi Tirmizî, Câmi’i’nde rivayet edilmiştir.

ez-Zührî, Ata ve Katade de şöyle derler:

Buradaki müjdeden kasıt, meleklerin Ölüm esnasında dünyada iken Mü’mine verdikleri müjdedir.

Muhammed b. Ka’b el-Kurazî’den de şöyle dediği nakledilmektedir:

“Mü’min kulun canının çıkmasına yakın bir zamanda ölüm meleği gelir ve şöyle der: “Ey Allah’ın velisi, sana selam olsun, Allah sana selam gönderdi” der, sonra da Muhammed b. Ka’b, şu: “Onlar ki, melekler hoş ve temiz olarak ruhlarını alırken: Selam size... derler” (Nahl, 16/32) ayetini okudu. Bunu, İbnü’l-Mübarek zikretmektedir.

Katade ve ed-Dahhak da derler ki: “Bu müjdeden kasıt, ölmeden önce nereye gideceğini bilmesidir.

el-Hasen ise şöyle der: “Bu, yüce Allah’ın, Kitab-ı Keriminde kendilerine cennetine ve bol mükâfatına dair vermiş olduğu müjdedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rableri, onları, katından bir rahmet, hoşnutluk... ile müjdeler” (et-Tevbe, 9/21); ‘İman edip Salih amel işleyenlere de şunu müjdele; gerçekten onlar için... cennetler vardır” (.el-Bakara, 2/25); “Ve size vaadolunan cennet müjdesiyle sevinin...” (Fussilet, 41/30)

İşte bundan dolayı: “Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz” diye buyrulmaktadır ki “vaadinden caymaz” demektir. Çünkü O, vaadlerini sözleriyle dile getirir.

Ebu İshak es-Sa’lebî nakleder: Ben, Ebu Bekr Muhammed b. Abdullah el-Cevzakî’yi şöyle derken dinledim:

“Hafız Ebu Abdullah’ı, rüyamda üzerinde Taylasandan bir kaftan ve sarık sarınmış olduğu halde bir katıra binmiş olarak gördüm. Ona selam verip: "Hoş geldin dedim. Bizler hâlâ seni anmaya, senin güzelliklerini zikretmeye devam edip duruyoruz." O da: "Biz de hâlâ seni anmaya, senin güzelliklerini zikretmeye devam edip duruyoruz", dedi Yüce Allah: “Onlar için dünya hayatında da âhirette de müjde vardır” diye buyurmaktadır. Buradaki müjdeden kasıt, güzel şekilde övülerek kendisinden söz edilmesidir, deyip eliyle işarette bulundu: “Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz” yani, O’nun vaadinden cayma olmaz.

Haberlerinde değiştirme olmaz”, anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani, “verdiği haberleri herhangi bir şey ile nesh etmez ve O’nun haberleri ancak haber verdiği şekilde gerçekleşir.”

İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.” Yani, Allah’ın velilerinin, gerçek dostlarının vardığı sonuç, büyük kurtuluşun ta kendisidir

Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)’in: ‘‘Onlar, aralarında bir akrabalık ve alıp-verecekleri bir mal olmadığı halde, birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Allah’a yemin olsun ki onların yüzleri nurdur ve insanlar korkup hüzünlendikleri zaman, onlar korkup hüzünlenmezler” dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.

Yine, Hz. Peygamber (s.a.s)’in: “Onlar öyle insanlardır ki onları görenler, Allah’ı hatırlarlar” buyurduğu rivayet edilmiştir. Muhakkik âlimler şöyle derler: “Bunun sebebi şudur: Onlarda görülen, huşu ve huzû alâmetlerinden ötürü, bir de Hak Teâlâ onlar hakkında, “Secde izinden nişanlan yüzlerindedir” (Fetih, 29) buyurduğu için, onların bütün bakıp müşahede edişleri, ahireti hatırlamaya yöneliktir.

Muhakkik âlimlerin çoğu “Kıyamet meydanında, mükâfat ehli için bir korku söz konusu değildir” demişler ve görüşlerine hem “Haberiniz olsun ki Allah'ın velileri için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir” ayetini, hem de “O en büyük korku bunları asla tasaya düşürmez..” (Enbiya. 103) ayetini delil getirmişlerdir.

Ebu Zerr (r.a)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ya Resulullah, bir kimse Allah için amel ediyor ve insanlar da o kimseyi seviyorsa (onun hakkında) ne buyurursunuz?” dedim, Hz. Peygamber(s.a.s) de: “İşte bu, müminin büşrasının (müjdesinin) peşin olarak verilmesidir” buyurdu.”

el-Büşra (müjde), onlar ölürken tahakkuk eden müjde, iyi haber demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, “Onların üzerlerine, “Korkmayın, tasalanmayın, vaad olunduğunuz cennetle sevinin” diye melekler inecektir” (Fussilet, 30) buyurmuştur.

İbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

İnsanların öyleleri vardır ki Allah'ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görüldükleri anda Allah hatırlanır.

(Taberâni’nin Kebir’inden)

Mersed el-Ganavî'den rivayetle:

Eğer namazınızın kabul edilmesini istiyorsanız, âlimleriniz size imam olsun. Çünkü onlar sizinle Rabbiniz arasında elçilerinizdir

(Taberâni'nin Kebirinden)

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ın öyle kulları vardır ki ‘Şu şöyle olacak’ diye yemin etse, Allah onu yalancı çıkarmaz.

(Buhari, Sulh: 8; Cihad: 12; Müslim, Kasame: 24; Tirmizi, Cehennem: 13.)


Başkaları ve devamı için lütfen dikkatle inceleyiniz:

http://www.ihvanforum.org/showthread.php?t=15927
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Aziz kardeşim,

Bilesin ki Şeriat, ilim, amel ve ihlastan ibarettir.. İlim bilmektir.. Amel bildiğini işlemektir.. İhlas ise bildiğinden ve amelinden beklemeyip nazarında ve kalbinde fazl u tevfiki yani ALLAH'ın lutuf ve inayetlerini beslemen ve onları istikamet üzere izlemendir.. İlim ve ameli her Müslüman başarabilir.. Başardığında da mutlaka nimeti olacaktır.. Ancak kul ile ALLAH arasında sır olan çok üstün bir nimet "ihlası" elde etmek için kendine canlı kanlı, ehil bir örnek bulmalısın..

Bir insanın kendi başına yola çıkması bir türlüdür, yolu bilenle yolculuk etmesi başka türlü.. Kendi başına yolun gereklerini yerine getiremeyebilir, yoldan çıkabilir, sarpaya vurabilir; ve hatta yolun tehlikelerine hemen kapılması mümkündür; ama yolu bileni izlerse emniyettedir, çünkü o seni düşmeden tutar, çıkmadan uyarır, eğlendiğin zaman yürümen için koluna girer..

Mürşid-i Kamiller, tamamı 50 bin sene süren o yoldan gitmişler sonra aynı yoldan geri dönmüşlerdir..

Sonra yolun gereklerinden biri de "Ben yürüyorum" duygusundan kurtulmaktır.. Ben yürüyorum duygusu Nefsin mutmain olmadan ayaklarına prangadır.. Bir kılavuzun olursa, dersin ki "ben nerden yürüyecem, kılavuzum olmasa şurdan şuraya adım atamazdım".. Böyle böyle her marifeti, her katettiğin mesafeyi Kılavuzuna verirsin.. "Ben"den, "gurur"dan, "kibir"den, "emniyet hissinden"ten kurtulursun.. İşte bilmiş ol ki İhlas'ın kendisinde bütün bunlardan halas olmak vardır.. İhlas zaten her bir şeyini halis kılmak, kirletenleden temizlemek demek..

Kemalat varlıkta değil, yokluktadır.. Güzellik Allah'ın Saltanatı karşısında kendini ve işlediklerini hiç mesabesinde görmektedir..

Sonra kendi başına yürüsen, ALLAH'ın "Beni zikredin" emrini işlesen olur ki kavuştuğun bir kaşık feyz sana umman görünür! Nereye ulaşılacağını da kestiremediğinden, o bir kaşıkla yetinir yolundan kalırsın..

Sonra, kendi başına yola çıksan sana bir "nur" zuhur eder.. Halbuki o "nur", sana nur görünen bir "şer", bir "zulmet" Şeytanın bir iğvası, Nefsin bir fendi olabilir.. Sen gıda sandığın o zehri içersin de yarası senden zamanlarca geçmez.. Yolundan kalırsın, aldanırsın..

Sen sözümüze itimad et ki: Hocası olmadan ilim mütaala edilmez.. En basit görünen bir sayfa, bir kitap dahi en iyi uzmanıyla, bileniyle anlaşılır..

Yine itimad et ki: Mürşid-i Kamil olmadan, ruh geldiği ulvi makamlara geri seyahat edemez.. Kılavuzsuz kalanı yolda haramiler çalar.. Ha yola hiç girmemişsin, ha yolundan kalmışsın; ikisi de birdir..

ALLAH'ı, Resulullah'ı, Din büyüklerini hakiki sevmenin yolu Sadık, Salih ve Ehil bir kimseyle arkadaşlık etmekledir.. Allah Teala tavsif etmiştir:

"Peygamberler, Sadıklar, Şehidler ve Salihler.. Bunlar ne güzel arkadaştır"

"Yoldansa refiki" demişler.. Yani her yola bir arkadaş lazım.. Lazım ki sana, hakikaten arka çıksın..

"Kişi arkadaşının dini üzerindedir"

Bu mübarek Hadis-i Şerifi tefekkür edene, delil olarak yeter..

Yoksa çok Ayet, çok Hadis, çok ibretli nakiller hadiseler misal gösterilebilir.. Anlayana bu Hadis-i Şerif kifayet eder..
 
Katılım
28 Kas 2007
Mesajlar
5
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
47
paylaşım

Kardeşler Alimler Peygamber Varisleridir.o Müberekler Sayesinde Feyzimizi Tazelemekteyiz.ömrü Boyunca "illa ümmetim Illa ümmetim"diyen Canlar Cani Muhammed Mustafa"s.a.v"efendimizin Yolunu Yol Tutan Bir Mürşide Hakki Ile Ihvan Olalim Inşaallah
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
-Abi biz bunları kardeşlerimze topluyoruz

Ne demek kardşelerim, biz kardeşin değimiyiz, dergaha hizmet edeceksin

-Abi onlar direnişçilerimiz için

Burda okuyan o kadar talebe var onalrdan bizim direnişçilerimiz

-Nasıl abi, onar ilim tahsil ediyorlar

Sizinkiler gibi fitne çıkarmıyorlar ya, bıraksınlar artık senelerdin halkada zulemdiyolar

-Ne diyorsun abi sen ne zulmü ne fitnesi

Cihad ediyoruz diye çıkmışlar, billetin kalbinede nifak sokuyorlar, bağlansınalr bir şeyhe görevlerini yapsınlar, önemli olan büyük chad.

-Peki abi İslam toprağını kim savunacak

Devir o devir değil, devir imanı kurtarma devri şimdi ne islam devleti var ne başka bişey, milletn kalbine nifak sokmayın

-Ne yapayım abi o zaman.

Git şeyhimziden tövbe al, elini çp, sorumluluunu al, takvaya ulaş.

-Ama abi kardeşlerim

Onalr kendi yanlışlarına yansınlar, gidip orda burda fitne çıakracaklarına şeyhlerini bulsunlar.

-Abi Şeyhten istesem, onun kerametler var diyorlar oturduu yerden ayakkabısını bir fırlatmış, mürdinin hanımının zinasına engel olmuş diyorlar

Evet öyle bizim şeyhimiz amma fitneye yardımmı olur hiç, o kerametini hayırdan yanna kullanır..

-Haklısın abi bizler fitneciyiz, elbet işimzi fitnedir, Hz Muhammed(s.a.s) ve ashaabı gibi... Ve elbet Allaha yakınlaşmak için putları kullanan esenlik ehilleri bulunur her çağda...
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
-
-Haklısın abi bizler fitneciyiz, elbet işimzi fitnedir, Hz Muhammed(s.a.s) ve ashaabı gibi... Ve elbet Allaha yakınlaşmak için putları kullanan esenlik ehilleri bulunur her çağda...
Yöneticiler senin bu mesajını okumazlar belki ama biz okuruz...
Şimdi bu söz üstüne var ya açarım ağzımı yumarım gözümü...
Artık bu tür imalardan vazgeç....
Ben ayrı bir konu açarım senin önder dediğin adamların haramları nasıl helal ettiklerini dökerim asıl PUT asıl İLAH kimmiş görürsün....
Vahdetten bahseden insanlar ne hikmetse ümmete nifak sokacak mevzuları ortaya açarlar...
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
İhvan kardeş, boş ver tartışmayı...
Ben çok tartıştım...
Bir sonuç alamazsın...
Bu kader...
Bu program...
Bu değişmez...
Sen de işi bir kaç sene sonra gırgıra verirsin...
Bu bir abi tavsiyesi...
Git sokakata bir çocuk bul, ona anlat, forumlarda ise gırgır!!!
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

İplik verdim çulhaya, sarıp yumak etmemiş.
Becit becit ısmarlar, gelsin alsın bezini


Bu beyit olgunlaşmamış Mürşid ahvalini beyan eder.

İmdi Hakk’ı isteyene olgun mürşit lazım olduğunu bildirdikten sonra, her mürşide gönül vermeyip bir üstadı akıl ve mürşid-i kâmil bulmaya çalışmak lazım olduğunu beyan buyururlar. Yani perişan kalbimi bir mürşide teslim ettim. Kalp selametini bulmak için henüz dertlerimin birine derman ve ilaç bulmadan bana “hilafet makamına erdin, işin tamam oldu” der. Bildim ki nakıstır. (noksan, kamil değil) Zira iplik tefrika-i ulâya işarettir. Yumak cem’e işarettir. Bez olmak fark bad-el cem’e işarettir ki kemal bundadır.

Bu beyit Şeyhe teslim olmaktan maksud nedir onu bildirir ki, tâ ki arayan bilip maksut ne idiğün bile, bir mürşide vardığı zaman kâmil mi değil mi malum ola. Zira dert bilinmeyince derman bulunmaz. Evvelâ talip bilmek gerekir ki mürşide varmaktan maksad kendi vücudunda bil kuvve her ne ise fiile gelmesine çalışmaktır. Meselâ bir çekirdek kendisini bir bahçıvana teslim eder, hâl bir dille der ki “ey bahçıvan lütfeyle, bana bir hoş terbiye eyle, benim derunuma konulan bil kuvve kemalatım taşra gele, birim bin ola ve sen dahi kemal ile yâd olasın

İmdi bahçıvanın iyisi terbiyesinden bellidir.

Ama azizin iplik verdim çulhaya diye temsili gayet lâtiftir. Zira her ne kadar insani olgunlukta tavırlar ve menziller çoksa da, usulü üçtür. Biri fark, biri cem’, biri cem-ül cem ki ona şeyhler fark bad-el cem derler. Pes imdi iplik farka işarettir. Yumak cem’e işarettir. Asıl maksut iplik, yumak olmak değil ahadühüma ile gayrisinden mahcup olmamaktır.

İmdi benim kalbimin perişanlığı dururken ve işimden dahi bir iş bitirmeden "sen kâmil oldun” diye beni laf ü güzaf ile halife edip kendi gibi şöhret ıssı edeyim der.

Becit becit ısmarlar diye gelip sigasıyla beyan ettiği mürşidin beyanıyla talibin maksudu arası uzak olup, talibin maksudu mürşide malum olmadığına işarettir. Zira talip yumak olmadığını bildi, mürşid talibin bildiğini bilmedi ve yahut caiz ki bir vasıta ile teklif etmiş ola, göreyim aldanır mı diye.

Bu fakir biçare Mısrî’den Yunus Hazretlerinin bu dokuz beytini şerh ve beyan etmeyi, bazı ihvan iltimas etmekle yazılıp sekiz ay miktarı evrak arasında şöyle perişan kalmıştı. Sebep ol idi ki acaba Azizin muradı üzere oldu mu veya olmadı mı?

Bir gece rüyada Yunus Hazretlerini gördüm. Bu fakire azim beşaret ile iltifat gösterip buyurdular ki; “benim ol sözlerime yazdığın şerhi çıkar fukara menfaatlensin” dedi. Ve “iplik verdim çulhaya beytine yazdığın sözü yazma, işte şu mânâyı yaz” diye bu yazılan mânâyı beyan buyurdular. Bu beyte başka mânâ yazılmış idi, ondan fariğ olup bu mânâ yazıldı.


Niyazi Mısri Hazretleri
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Bir serçenin kanadını, kırk kağnıya yüklettim.
Çifti dahi çekemedi, şöyle kaldı kazını…


Bu beyit tarikat ilminin şerefi ve lüzumunu ve süluk ehlini süluke teşvik beyanındadır. Ve dahi zahirin tashihten batıni tarafına ihtimam ziyade olması lazım idiğün beyan eder. Zira amelin zahiri kolay, batını ziyade güç olduğun bildirir.

İmdi kağnı ile yürümek zahir ameline misaldir. İmdi batın ehlinin ameli, dışı gören zahir ehline ziyade ağır gelir. Zira riyalı amel kolaydır. Ve dahi her ne kadar çok olsa bahası azdır, saman gibi. Ama hulûs ile olan amel güçtür ve ağırdır. Lâkin her ne kadar az olursa da pahası ziyadedir, altın gibi (Fikrü saatin hayrün minibadeti senetin ve cezp etün min cezbetirrahmani tüvazi amelessakaleyn)'dir. Ve dahi bunlarda terk var, kağnı ile gitmek gibi değildir, zira tarikat evvelin evveli ameli terk-i dünyadır. Terk melekût âlemine doğru uçmaya kanattır; murad yakin ile ibadettir.

ve ecrün tatirü bigayri rişin ilâ melekûti Rabbil alemiyna

Yani ehlullahın kanatları vardır, tüyü yoktur. Zira nurdandır. Melekût âlemine doğru uçarlar. Ol kanat bunlarda terkleri sebebiyledir. Ve Şeyhlerinin telkinleri ile ve Muhammed mayası ile ve usul-i esmaya müdavemet ile ve ağır perhizler ile biter. Hâsıl-ı kelâm demek olur ki tarikat ehlinin ednasını, hulusunu ve sıdkını ve yakinini ve hüsn-ü itikatını kırk Abidin gönlü çekemez. Zira bunlarda terk vardır; (hubb-ud-dünya re’sü külli hatietin ve terk-üd-dünya re’sü küllü ibadetin)dir.

İmdi bir kimse nohut kadar cevheri kırk kağnıya yüklettim çekemedi demiş olsa murad onun kıymetidir ki haddizatında yüz altın eder. Bu surette bir cevheri kırk elli kağnıya yükletmek kabildir.

Bu temsil ehl-i hâlin edna mertebesinde olanlarına göredir. Zira serçe kuşların zayıftır. Uzak sefer edemez. Yüksek mertebede doğanlar şahinler gibidirler. Onların birinin ameli ve yakini ve zevki yüz bin Abidin amellerinden, yakinlerinden ve zevklerinden ziyadedir. Onların kanadını değil belki yer, gök; arş kürsi çekemez.


Niyazi Mısri Hazretleri
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
İhvan kardeş, boş ver tartışmayı...
Ben çok tartıştım...
Bir sonuç alamazsın...
Bu kader...
Bu program...
Bu değişmez...
Sen de işi bir kaç sene sonra gırgıra verirsin...
Bu bir abi tavsiyesi...
Git sokakata bir çocuk bul, ona anlat, forumlarda ise gırgır!!!


Galiba haklısınız...
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Yöneticiler senin bu mesajını okumazlar belki ama biz okuruz...
Şimdi bu söz üstüne var ya açarım ağzımı yumarım gözümü...
Artık bu tür imalardan vazgeç....
Ben ayrı bir konu açarım senin önder dediğin adamların haramları nasıl helal ettiklerini dökerim asıl PUT asıl İLAH kimmiş görürsün....
Vahdetten bahseden insanlar ne hikmetse ümmete nifak sokacak mevzuları ortaya açarlar...
Kardeşim,boşver,hiç uğraşma...
Bir sonuç alamazsın...
Allah'ın dostlarının hiçbirinden bu zamana kadar feyz alamamış,bunca yazılmış kitaba,bunca yaşanmış olaya rağmen,mühürlü kalpleri açılmayan,taş olmuş gönülleri yumuşamayan insanlara forumdaki birkaç cümleyle ne anlatılabilir ki?
Düşmanlık düşünceye dayansa,düşünceyle ikna edersin.
Dine dayansa hadislerle,büyük insanların sözleriyle ikna edersin.
Fakat bu düşmanlık,körü körüne bir düşmanlık,ne yapabilirsin?
Boşver,Allah ıslah etsin de.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri tefsirinde şöyle buyurmuştur:

"Ey iman edenler! Allah' tan korkun ve sadıklarla beraber olun" Tevbe/119 Ayet-i Kerimesinden murad, mürşid-i kâmillerdir. Ciddiyetle bir insan, onların kapılarında hizmet eder, muhabbetiyle nazarlarında kabul olunursa, onların feyz ve bereketlerinden dolayı mâsivayı (Allah'tan gayrı arzuları, kötülüğü) terk etmeye muvaffak olur. Allahu Zülcelal' in yolunda olan, istikamette başarılı olur ve ilahi huzura kavuşur.

Ebu Derda (R.A)' dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak alimler peygamberlerin varisleridir. Onlar dinar ve dirhemlere varis olmamışlardır. Ancak ilme varis olmuşlardır." (Ebu Davud: 3641, Tirmizi: 2681)

"Bana yönelenin yoluna uy.." (Lokman/15)

Bazı mufessirler bu ayeti kerime hakkında şunları söylemişlerdir:

"Burada geçen "Enabe" kelimesinin anlamı, "Meyletmek ve bir şeye rucu etmek" demektir. Bu inabe (Allah Teala'ya yönelmek), Peygamberlerin ve Salihlerin yoludur." (İbn-i Atiyye, el-Muhanaru'l-Veciz, 4/349, Kurtubi, el-Camiu' li Ahkami'l-Kur'an, 14/459)

(alıntıdır)


İnabe:

Görünür günahlardan öte, iç kusurlardan da arınıp Allah'a yönelme; halktan Hakk'a kaçmaktır.

Tevbenin bir üst mertebesi olan ve yönelmek manasına gelen fiildir.

Tevbeyle ayrıldıkları nokta şudur: Tevbe, filan filan günahın, bilinenlerin akabinde, o günahların affı umularak yapılır. Fakat, inabe, daha geniş bir zaman dilimi gözönünde bulundurularak, ayarı tutturulmuş bir korku-ümit dengesinde, işlenmiş veya işlenildiği düşünülen tüm günahların affı için yapılır. Bilemediğimiz günah ve noksanlarımızı da kapsar. Bilmediğimiz günah, kusur ve noksanlarımız bildiklerimizden daha çoktur.

Ayrıca tarikatlarda bir mürşidin müridi olma; bir mürşide bağlanma anlamında da kullanılmaktadır.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mehmed Zahid Kotku Hazretlerinin tercüme ettiği Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin Halidiye Risalesi önsözünde şunlar yazılıdır:

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Elhamdü lillâhi Rabbil Alemîn. Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Ashab-ı bâtından, yâni içleri temiz ve kemâle ulaşan bahtiyarlardan ve Enbiyâ aleyhimüs-salâtü ves-selâm Hazretlerinden feyz alabilmek, iki veya üç şeye bağlıdır. Bunlardan biri ihlâs, biri edeb, biri de ehlullaha muhabbet etmektir. Feyz ancak ehlullahın kalblerinden alınır. Onların kalbleri feyz ile doludur.

Bir müridin kalbi ihlâstan ârî, boş ve çıplak olursa, veyahut evliyâullah hakkında edebe mugayir hareketleri bulunursa, bu gibilere o velîlerden ne feyz gelir, ne de onların gönülleri onlara meyleder.

Muhabbet, feyzin artmasına başlıca sebeptir. Bir müridde bu üç şey ne kadar çok olursa, feyzin de o kadar artacağında hiç şüphe yoktur. Feyz alabilmenin birinci unsuru, mürşide muhabbettir. Ancak, bu muhabbetin sun'î ve tekellüfsüz, yâni gösteriş veya zorlanmakla değil, sıdk ve yakîn üzere olması lâzımdır.

Zira muhabbet, müridin içinden mürşidin içine akan bir nehr-i mânevî ve derûnî bir akıştır. İşte bu mânevî muhabbet ve akışla, mürşidin içinden (bâtınından) devamlı feyz alabilmek imkânı hasıl olur. Bu nehr-i mânevînin genişliği ve feyzin çokluğu, müridde olan muhabbetin az veya çokluğuna göredir.

Bazan muhabbetin artması sebebiyle, müridin kalbi mürşid tarafına teveccüh eder ve belki muhabbetin galebesiyle, mürid şeyhinde fânî olup şeyhinin ahvâli bir anda müridin kalbine akseder; aynaya geçen insanın aynada göründüğü gibi.

Muhabbet, edeb ve ihlâsı da müstelzimdir. Çünkü muhabbet eden kimse, sevdiği kimseye karşı edebe ve ihlâsa riayet edegelmiştir. Muhib olan kimsenin, sevdiğinde ayıp ve noksan görmesine ihtimal yoktur. Aksi takdirde ihlâs ve yakîni mahvolur. Çünkü muhabbet, ihlâs ve edeb, hakîkatte Cenâb-ı Vâcibül-Vücud Hazretleri tarafından gelir. Bu sebepledir ki her makama göre münâsib bir edeb vardır. Tasavvuf ise tamâmen edebden ibarettir.
"
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mehmed Zahid Kotku Hazretlerinin tercüme ettiği Mevlana Halid Bağdadi Hazretlerinin Halidiye Risalesi'nde şunlar da yazılıdır:

"Müridin Zât-ı Bârî'ye teveccühü anında sıfat-ı ilâhiyyeye teveccühü sahih olmaz demişlerdir. Zâte teveccüh künh ve hakîkat itibârıyla değildir. Zirâ künh ve hakîkat itibarı haramdır. Bu teveccüh, muhabbet-i zâtiye sahibi olanlara mümkün olur."

Yani Allah'ın Zatını hayal ve tefekkür etmek muhaldir ve haramdır.. Bu usül ile Allah'a yönelmeye çalışmak doğru değildir.. Allah'ın Zatına yönelmek için Zati Muhabbetullahı kalbinde taşıyan, yani kahırdan ve lutuftan etkilenmeyen Hakiki Allah sevgisine sahip Mürşid-i Kamil'e yönelmek, ona teveccüh etmek doğru olanıdır, mümkün ve makbuldür..

Nitekim, ibadet için Kabe'ye dönme emrinde de aynı selamet ve cevaz vardır..
 
Üst