Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İmam Kurtubi, Kehf Suresinin Tefsirinde buyurmuştur:

4. Hayır ve Salâh Sahibi Kimseleri Sevmenin Bereketi:

İbn Atiyye dedi ki, Babam -Allah ondan razı olsun- bana şunu anlatmıştı:

"Ben, Mısır camiinde, Ebu'l-Fadl el-Cevheri'yi, 469 yılında vaaz kürsüsünde şunları söylerken dinledim:

'Hayır ehli kimseleri seven kimse, onların bereketinden bir şeylere nail olur. Bir köpek, fazilet ehli kimseleri sevdi ve onlarla birlikte arkadaşlık etti, Allah da indirdiği muhkem Kitabında ondan söz etti.' "

Derim ki:

Bir köpek, salih ve veli kimselerle arkadaşlık edip bunlarla birlikte bulunduğundan dolayı bu üstün dereceye nail olup yüce Allah Kitabında söz konusu ettiğine göre, mü'min ve muvahhid olup Evliyayı ve Salih kimseleri seven kimselerle birlikte oturup kalkanlar hakkındaki kanaatimiz ne olabilir!

Hatta bu, Peygamber Efendimize sevgi besleyen, bununla birlikte kemal derecelerine kusurları sebebiyle ulaşamayan mü'min kimselere bir tesellidir.

Sahih-i Buhârî ve Müslim, Enes b. Malik'den şöyle dediğini rivayet etmektedir(ler):

"Ben, Allah Rasûlü (sav) ile birlikte mescidden çıkıyorken, Mescid'in kapısında bir adam bizimle karşı karşıya geldi ve: 'Ey Allah'ın Rasûlü' dedi, 'Kıyamet ne zaman kopacak?' Rasûlullah (sav): 'Kıyamet için ne hazırladın?' diye sordu. Adam, boyun eğer gibi oldu, sonra da 'Ey Allah'ın Rasûlü ben, kıyamete çokça namaz, oruç ve sadaka hazırlamış değilim. Ancak Allah'ı ve Rasûlünü seviyorum.' Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Sen, sevdiklerinle berabersin."

Bir rivayette de Enes b. Malik şöyle demiştir:

İslâm'a girdikten sonra Peygamber'in:

"Sen, sevdiklerinle berabersin"

buyruğundan daha çok hiç bir şeye sevinmiş değiliz. Enes dedi ki: "Ben, Allah'ı, Rasûlü'nü, Ebu Bekir ve Ömer'i seviyorum. Her ne kadar onların amelleriyle amel etmediysem de onlarla birlikte olacağımı ümid ediyorum."

Derim ki:

Enes'in sözünü ettiği bu husus, nefis sahibi her bir Müslümanı da kapsar. Her ne kadar biz de kusurlu kimseler isek de bunu ümid ediyoruz. Ehil kimseler olmasak dahi rahmet-i rahmanı umarız. İşte bir köpek, bazı kimseleri sevdiği için Allah da onu o kimselerle birlikte zikretti.
 

Savm

Profesör
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
3,874
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Allah Razı Olsun Kardeşim Hirahos ..


Selam ve Dua ile...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Beni İsrail'in Veli gençlerine tabi olan, İsa AS. Ümmetinin Velilerine tabi olup onların peşinden sadaketle ayrılmayan bir köpek, Allah'ın ayetlerine dahil olmuş, afedersiniz, mükellef olmayan bir hayvan olarak onlarla birlikte uyutulmuş ve onlarla birlikte uyandırılmıştır.. Rivayet edildiğine göre, yok edilmeyip Cennet'e dahil olacak 10 hayvandan birisi de bu köpektir..

Ashab-ı Kehf'in köpeğine olan bu iltifat Ashab-ı Kehfin şerefindendir.. Ve Allah asla abes bir iş işlemez..

Peki ya Ümmet-i Muhammed'in Velilerinin peşinden sadakatle ayrılmayan kimseler ne ile taltif olunur? Acaba onlar mükellef varlıklar olarak hangi derecelere iltifat olunurlar?

Rastlıyorum; hakkında kesin ve yakin bir bilgiye sahip olmadıkları halde, sadece dillerini ağızlarının içinde serbestçe oynatmayı marifet sayan bazı nasipsiz kimseler, "İslam'da özel sınıf yok, Mü'minlerin hepsi özeldir, hepsi velidir; özel kulları, veliliği, sadıklığı, vesileyi, tabiyeti, salihlerle arkadaşlığı Tasavvufçular icad etmişlerdir! Dinde yeri yoktur.." diyerek insanları kendi hevalarına davet etmektedirler..

Onlara Kıyamete yakın olduğumuzu zannettiğim bu zamanda "Kehf Suresini" bol bol okumalarını salık vermekten başka yapabileceğim bir şey yok.. Tabi, muteber Tefsir Kitaplarını da ihmal etmesinler..

Allah'a Sadık olmak isteyen Sadıkları sever, Onlarla beraber olur..

Ves'selam..
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Onlara Kıyamete yakın olduğumuzu zannettiğim bu zamanda "Kehf Suresini" bol bol okumalarını salık vermekten başka yapabileceğim bir şey yok..
Allah'a Sadık olmak isteyen Sadıkları sever, Onlarla beraber olur..

Ves'selam..

Kehf SuresiDeccal'e karşı da okunması tavsiye edilmiş...
Şimdi Allah dostlarını inkar edenler de bir nevî deccal hükmüne giriyorlar...
Çünkü Peygamberimiz hadisi şerifte ümmetimden yalancılar deccaller çıkar buyuruyor...
Sizin bu Sureyi okuyun demenizden ben bunu anladım..
Doğru mu acep...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Velileri, Tasavvufu, Tarikati İnkar edenlerin Deccal olduğunu söylemedim.. İnşallah bu Müslüman kardeşlerim de hakikati en kısa sürede idrak ederler..

Bunlar Deccal olmasa da, kendi hevalarından söyledikleri sözlerle zihinleri iğfal ve kalbleri idlal etmeye çalıştıkları açıktır.. Veballeri vardır.. Bilerek bir şerre sebeb olan o şerri işlemiş gibidir..

Fakat, Ehli Tasavvuf, terbiye olmamış nefsi Deccale teşbih ederler.. Ruhu da Mehdi AS'a.. Bu manada kendi nefslerine karşı bahsi geçen Sureyi bol bol okumalarını bir kez daha nasihat ediyorum..

Efendim, Kehf Suresinde mesela Ashab-ı Kehf gibi Musa AS. Hızır AS., Zülkarneyn AS. vs.. kıssaları vardır.. Bunların suretlerine ve manalarına vakıf olmaya çalışmak gerekir..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
FAHREDDİN RAZİ TEFSİRİ:

Fahruddin Razi, Ashab-ı Kehf Ayetlerinin tefsirinde buyurmuştur:

Sufi ulemanın, ‘keramet’ görüşünün doğruluğuna, bu ayetle istidlal etmişlerdir ki bu apaçık bir istidlaldir.”

İstidlâl (Arapça): delil ile hüküm çıkarma, akıl yürütme, delillerin ışığında

"Velî", araya hiçbir günah girmeksizin, taatları birbirine eklenen ve birbirini takip eden kimse demektir. ... Velî, Cenâb-ı Hakk'ın, korumasına aldığı ve onu, her türlü günah nevinden koruduğu; kendisine itaata muvaffak kılmayı sürdürdüğü kimsedir. ...

Ben derim ki: Arapça'da "velî" kelimesi, yakın olan demektir. Buna göre kul, tartlarının çokluğu, ihlasının fazlalığı sebebiyle Allah'a yaklaşıp; Rab Teâlâ da rahmet, lütuf ve ihsanıyla ona yaklaştığında, işte o noktada velîiik tahakkuk eder.

... Salih ve veli kulların, kerameti … Alimlerimiz bunun caiz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Veli kulların kerametlerinin caiz olduğuna, Kur'ân, hadis, eser ve aklî deliller delâlet etmektedir. Kur'ân'a gelince, bu hususta bize göre delil olabilecek pekçok ayet bulunmaktadır..

***

Ayetteki "Köpekleri de ön ayaklarını uzatıp yatmıştı" cümlesinin izahında İbn Abbas ve ekseri müfessirler, "Onlar, krallarından, bir gece vakti kaçmışlardı. Yolda köpeği olan bir çobana rastladılar. Çoban da onların dinine tâbi oldu ve köpeği ile birlikte onlara katıldı" demişlerdir. Ka'bul Ahbâr ise: "Onlar yolda bir köpeğe rastladılar. Köpek havladı. Onlar da onu kovaladılar. Ama o, döndü. Onlar onu yine kovaladılar. Bu iş defalarca oldu. Bunun üzerine köpek (dile gelip): 'Benden ne istiyorsunuz. Benden korkmayın. Ben, Allah'ın sevgililerini severim. Siz yatıp uyuyunca, ben sizi beklerim' dedi" demiştir.

***

… Denildiğine göre, o kral ve kavmi, Ashâb-ı Kehf'i görüp, hallerine vâkıf olunca, Ashâb-ı Kehf, mağaralarına geri döndüler ve Allah o zaman, onların canını aldı. İşte bu noktada o insanlar ihtilaf etmişler, bazıları, onların yine önceki gibi uyuduklarını; bazıları ise aksine artık öldüklerini söylemişlerdir. …

Cenâb-ı Hak sonra, "Rableri onları daha iyi bilendir" buyurmuştur. Bu hususta şu iki izah yapılmıştır:

1) Bu cümle, o çekişenlerin sözlerindendir. Buna göre sanki onlar, Ashâb-ı Kehf'in durumunu müzakere edip, isimleri, halleri ve ne kadar uyudukları hususunda Karşılıklı fikirler ileri sürüp, işin hakikatine ulaşamayınca, bunu elde edemeyince "Rableri onlan daha iyi bilendir" demişlerdir.

2) Bu cümle, Cenâb-ı Hakk'a âit olup, bunu, münakaşa eden o kimseleri Ashâb-ı Kehf hususunda bilgisizce ileri geri konuşmaktan alıkoymak için söylemiştir.

TABERİ TEFSİRİ:

Ashab-ı Kehf Ayetlerinin tefsirinde;

Ashab-ı Kehfin durumu anlaşıldıktan sonra sonucun ne olduğu hususunda çeşitli rivayetler vardır. Bu hususa Kur'an-ı Kerim kesin bir açıklık getirmemiştir. Bu sebeple "Bu hususu Allah daha iyi bilir" deyip geçmek daha isabetli olacaktır.


ÖMER NASUHİ BİLMEN TEFSİRİ:

Ashab-ı Kehf Ayetlerinin tefsirinde;

Onların öyle uzun bir müddet sağ olarak mağarada uyku halinde yaşayıp durmaları haddizatında bir hârikaî âdettir, bir ilâhî kudret eseridir. Öldükten sonra dirilmenin olabileceğini isbat edecek açık bir alâmettir. … Hak Teâlâ Hazretleri isteyince hangibir mahlûkunu gıdasız da pek uzun bir müddet yaşatabilir. “Ve hüve alâ küllî şey'in kadir” “O, her şeye kadirdir
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Ashab-ı Kehf’in, içinde 309 sene kalıp uyandırıldıkları mağarada yeniden kaldıkları kesindir.. Uyanışlarına şahid olan o zamanın insanları, yanı başlarına bir bina ki bunu kafirlerin talep ettiğine dair rivayetler var ya da inanan kimselerin görüşü olarak yanı başlarına bir Mescid yapılması konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.. İslam alimlerinden gelen bilgilere bakarsanız Mescid yani Allah'a secde edilen bir ibadet mahalli yapılmış olması ihtimali kuvvetlidir.. Nitekim, Ashab-ı Kehf’in mağarasını arayan kimseler, yanı başında ibadet edilen yani Mescid olan ve Ayetdeki ifadeler doğrultusunda güneşin doğuşundan batışına güneye bakan mağaraları aramışlardır..

Müfessirlerin kimi, canlarının alındığını söylemişlerdir ancak, yeniden uykuya daldırıldıkları ya da öldükleri yani canlarının alındığı hususunda kesin ve nakilli bir bilgi de vermemişlerdir.. Onları 309 sene uyku halinde yaşatan Allah elbette yeniden uyutmaya da kadirdir.. Canları da alınmış olabilir.. Alındıktan sonra yeniden canlandırmaları da Allah Teala’ya güç değildir.. Yeniden uyudular mı yoksa canları alındı mı; her ikisi de mümkün.. Tam bu noktada Ahir zaman alametleriyle ilgili haberler işi ilginç bir noktaya taşımaktadır..

Bu haberlere göre, Mehdi AS. zuhur ettikten sonra, Ashab-ı Kehf, yeniden mağaralarından çıkacak ve Mehdi AS’a destek olacaklardır:


Ashabı Kehf, Mehdi’nin yardımcıları olacaktır. (İmam-ı Suyûtî)

----------------------------

Ashab-ı Kehf, Mehdi'nin yardımcıları olacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 59)

----------------------------

Hz. Huzeyfe (ra) dan rivayete göre; Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Mehdi zuhur edinceye kadar ümmetim haşrolunmaz. Allah (cc) ona üç bin melek ile yardım edecektir… Ashab-ı Kehf de onunla beraber bulunup kendisinin yardımcılarından olacaklar."

-----------------------------------

Ebu İshak Es-Sa'lebi 'Tefsir'inde Ashab-ı Kehf hakkında diyor ki;

"Ahir zamanda Mehdi'nin zuhuru esnasında onlar, yattıkları yerden alınacaklar ve Mehdi'ye gelecekler. Mehdi, onlara selam verecek. Allah da onların selamını kendisine bildirecektir. Sonra onlar tekrar kabirlerine dönecekler ve kıyamet gününe kadar bir daha kalkmayacaklar."

----------------------------

İmam-ı Birgivi hazretlerinin vasiyetnamesinde ahir vakitte Mehdi zuhur edince Ashab-ı Kehf’in de dirilip ona hizmet edeceği haber verilmektedir.

---------------------------

Ashâb-ı Kehf âhir zamanda dünyâya çıkarılmış ve getirilmiş, böylece o zamanki ümmetten olmakla şereflendirilmiştir. İbn-i Asâkir Târîh’inde (Târîhu Dımaşk, el-İmâmu’l-Hâfız Ebü’l-Hüseyn Ali b. Hasan b. Asâkir ed-Dımaşkî ö. 571/1175. Keşf-I, 284) şöyle tahriç etmiştir:

İbn-i Merdeveyh Tefsîr’inde (Tefsîru ibn Merdeveyh, el-Hâfız Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ el-Isfahânî ö. 410/1019. Keşf-I, 439) İbn-i Abbas (r.anhümâ)’nın hadîsinden merfû olarak tahriç ediyor: “Ashâb-ı Kehf Mehdî’nin yardımcılarıdır.”

(Son nakiller Netten derlenmiştir)

Görüldüğü gibi, eğer bildirilenler anlaşıldığı gibi olacaksa, Mehdi AS. zamanında, Kıyametten önce, Ashab-ı Kehf’in yeniden uyandırılıp yahut yeniden diriltilip mağaralarından çıkması söz konusudur..
 

Savm

Profesör
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
3,874
Tepkime puanı
76
Puanları
0
“Ve hüve alâ küllî şey'in kadir” “O, her şeye kadirdir”



Kardeşim Hirahos Mevlam sizlerden gani gani razı olsun inşaALLAH ..



Selam ve Dua ile...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Amin efendim, ecmain inşallah..
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Ashab-ı Kehf'in ahirzamanda ortaya çıkacağının işaretlerinden biri de Kehf Suresinde bahsedilen Yecüc ve Mecüc ile ilgili mevzudur....
Hadislerde de ahirzamandan bahsedilirken Yecüc ve Mecüc'den bahsedilmesi bunun delilidir...
Demek ki Kur'an sadece geçmişteki gaybten değil aynı zamandaki gelecekteki gaybden de bahsediyor...
Kur'anın icazlarından biri de bu...
Allah sırrına mazhar edenlerden eylesin...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Sıcağı Sıcağına İsmail Arslan Üstadımdan nakledeyim de bu başlığım da şeref bulsunlar:

Üztaz İsmail Çetin Hazretleri buyurmuşlardır:


"Tevfîk ve hidâyette mürşîde ihtiyaç yoktur. Ama, kulun bunu kabûl etmesinde velî-i mürşîd şarttır."

"İrşâd ve velâyet kapısı kapanmayacaktır. Bunun kapanması, dînin ortadan kalkması demektir."

"Velî-i mürşîdi tanıyan, mutlaka hidâyete erer."

"İnsan yeryüzünde, yeryüzünü tâmir etmeye, siyasî işleri görmeğe, nefsini temizlemeğe ve kemâle erdirmeye memurdur."

"Nefsin sâfiye ve âşıkâ olabilmesi için, fenâdan sonra bekâ abasını giymesi şarttır."

"Sağ ve sol kanadı veya bir kanadı kırık olan kimse, âhiret yolunda uçamaz. Sağ kanada şeriat, sol kanada tarîkat ve iki kanat sahibine de hakîkat denilmiştir."

"Fıkhı inkâr eden, dînî cehâlete; tasavvufu inkâr eden de nifâka düşer. Fıkıh tasavvufa değil, tasavvuf fıkha tâbî olur."

"Tevhîd ilmini elde etmek farzdır."

"Ehl-i Sünnet vel Cemâatin ittifâkıyla enbiyâyı, evliyâyı vesîle edinmek, şeyhleri vâsıta etmek câizdir, meşhûrdur, emredilmiştir. Bunu inkâr eden Necdî olan Muhammed bin Abdilvehhâbın mezhebine girmiş, ehl-i sünnet vel cemâatin bütün mezhebinden çıkmıştır!"

"Kelâmcıların sözleri aklı bozar; ehl-i bid’atin sözleri ise kalbi bozar!"

"Sâlihlerin meclisini tercih etmek vâciptir."

"Mehdî aleyhisselâm geldiğinde, kişi ya Mehdî aleyhisselâmın yahut Deccâl’in askeri olur. Bunun ortası yoktur."

Bakınız: http://www.ihvanforum.org/showthread.php?p=440839#post440839
 

CENDEL

Asistan
Katılım
5 Nis 2007
Mesajlar
424
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.cendel.blogcu.com
Sıcağı Sıcağına İsmail Arslan Üstadımdan nakledeyim de bu başlığım da şeref bulsunlar:

Üztaz İsmail Çetin Hazretleri buyurmuşlardır:


"Ehl-i Sünnet vel Cemâatin ittifâkıyla enbiyâyı, evliyâyı vesîle edinmek, şeyhleri vâsıta etmek câizdir, meşhûrdur, emredilmiştir. Bunu inkâr eden Necdî olan Muhammed bin Abdilvehhâbın mezhebine girmiş, ehl-i sünnet vel cemâatin bütün mezhebinden çıkmıştır!"

İsmail Çetinin diğer sözlerini alıntılamadım çünkü bu cümle ayrımcılık için herşeye yetiyor. Kendisi sınırları çizmiş. Ya bizim gibi düşünür yada şucular, bucular olursunuz. İyide buna kendisimi karar veriyor ?


Diğer yazılanlar da, tasavvuf ve tarikat hep ön plana çıkarılmış. Öyleki; onlar gibi olmaz, inanmazsan doğruyu bulamaz şu olur bu olursun.

Bu yazılanlarla 2 farklı anlayışın bir toplulukta ittifak edebilmesi çok zor görünüyor. Aynı şiilerle bir toplulukta ittifak halinde yaşamak zor olduğu gibi.

Ama ne kadar ihtilaf olursa olsun bizler işgalci haclılara karşı birleşmeli beraber hareket etmeliyiz. Bunun için şii, sofi, selefi, vahabi vs vs olmasının hiç önemi yok. Çünkü işgalciler saldırdıgında mezhep ayrımı yapmıyor islam dinine saldırıyor.

Aramızdaki ciddi ihtilaflar hakkında da Rabbim hüküm verecek.
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
cendel azizim, bizi yaftaladığınızı, kendinizde gözlemleyememeniz, hakikaten üzücü...

tasavvufu reddetmek sizde neredeyse şart olmuş, vesileyi reddetmek, hızır'ı reddetmek , kabir azabı v.s...

şartlanmışlık hakikaten sizde de gözlemlenmekte... ithamınızla müsemma olmanızı sizin adınıza kabul etmek istemiyorum.

'vesileyi talep edin' bir ayettir. bu ayeti bir emr olarak ifade etmişlerdir. sizin kabul ettiğiniz tefsirin dışında böylesi anlayanları neden sizin gibi anlamaya mecbur tutucu ithamlarda bulunuyorsunuz.

siz onlar gibi düşünmeye mecbur değilsiniz de , onları niye sizin gibi düşünmeye mecbur kılıyorsunuz...

diğer sözlerinize tüm kalbimle katılıyorum. Allah, birlik dirlik nasib eyleye hepimize amin.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Halbuki bir üstte de Ashab-ı Kehf ve Kıtmirlerinden bahis etmiştim günahkar halimle.. Onlarla ilgili nakiller vermiştim..

Vesile nedir? Ashab-ı Kehf'in izince gitmek..

Vesile nedir? Onlar kovalasa da kapılarından ayrılmamak..

Vesile nedir? Onlarla beraber uyumak, onlarla beraber uyanmak..

Vesile nedir? Ashab-ı Kehfe yoldaşlık; onlar ile örtülmek, onlar ile haşr olmak.. Onların makamıyla müşerref olmak..

Allah görmek nasip eylesin.. Ve de tadmak..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Alemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun.. Elbette O, boşuna, tek bir iş dahi işlemez.. Bunları, yerleri gökleri, azim cisimleri, zerreyi, inananını münkirini, yakın olanını uzağını, görüneni görünmeyeni O halk eylemiştir.. Ayetlerini izhar eylemiştir..

Hepi bizim ibret devşirmemiz, hepi bizim kemalimiz için..

Seyr eyle Kudret-i Mevla neler eyler..
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
üstaz kısa anlattı; ama biz o anı size yaşatmak isteriz:

üstad necib fazıl'ı ziyarete gitmişlerdir: dört beş kişiler... evinin bahçe kapısını çalar, ziyarete öncülük eden zat ve ardarda dizilirler... üstaz ise aralarda...

üstad, kravat, yaka baş saç dağınık halde evin kapısından görünür; çok da memnun bir görüntüsü yoktur ziyaretten hani... onun her anı kıymetli ve bölmüşlerdir çalışmasını...

bahçe kapısına yaklaşır beğenisizliği belli bir suratla ve: buyrun! der.

ziyarete getiren, gelenleri takdim etmeye başlarken üstad, aniden en gerideki gence yönelir, bakışları keskinleşmiş, gözleri delici bir edayla, hiçbir şey söylemeden, hıçkırarak ağlamaya başlar ve gencin yanaklarını, boynunu ve dudaklarını öper!

bir deli gibi... aklı asla başında olmayan bir insan gibi... hatta artık o an insan mı değil mi bilinmez bir sıfatta:

senden efendi'min kokusu geliyor!

efendi'm kokuyorsun!

feryadlardadır üstad...

zamanı kaybetmiş mekanı, gelenleri kaybetmiş, gence sarılıyor, gencin içine girmek istiyor haldedir...

bir zaman geçince:

sen kimsin? ne olur söyle bana? kimsin sen? der.

herkes ağlamakta, gözler pınar olmuş çağlamakta... genç de ağlayarak:

ben üstad'ınızın -abdulhakim arvasi'nin- torunuyum! dedem, beni, ben bebekken, sizin öptüğünüz yerlerden öpmüş... der...

işte zamanın yok olduğu, mekanın, fiziğin, tabii kanunların iflas ettiği an, o an...

necib bey'in aşkına kurban olayım...

üstad'ının kokusunu 20 sene sonra bile alabilen o gönüle hayran olmayayım da kim olsun...


bu vesile ile söylemekten haya ediyorum; ama söylemeliyim:

ben, bu aşktan nasıl utanmayayım?

gözlerimden sızana nasıl mani olayım?


tasavvufun açıklarını bulma adına ne olduğunu irdeleyen, şudur budurlarla ömrünü heba edenlere yüreğim sızlamasın da ne yapayım?


şu hali gözleri ile görmüş olsalardı, bu sihirdir, büyüdür mü denilecekti?


işte tasavvuf tek kelime ile budur!

bu hadisenin birincil derece şahidi üstaz'ımdır...

aşk!

nerede tabii kanunlar, nerede sözler... nerede efendim bu aslında şudur budurlar...

aşk budur ve tasavvuf da sadece aşktır...

efendi'm derken neyi efendi edindiğine inşallah bir izah olmuştur...

aşk'tır onun efendisi... O'nun hediyesi, O'na yönü dönük, O'nunla manalanan aşk...

o, düşünür... o, filozof... o, şu... o, bu... olmazdan çok daha belirgin bir sıfatla; o, aşıktı.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü.
Bostan ıssı kakıdı, der ne yersin kozumu.

Bu beyitten murat oldur ki; her amel ağacının bir türlü meyvesi ve yemişi olur. Ve zahirde her meyvenin bir mahsus ağacı olduğu gibi, her ilmin bir mahsus aleti vardır. Anın ile hâsıl olur. Mesela ilm-i zahirin hulusüne alet; lügat ve sarf ve nahiv ve âdab ve mantık ve meani ve hikmet ve hey’et ve kelam ve hadis ve usül ve fıkıh ve tefsirdir. Ve ilm-i batının hulusüne alet; evvela hulus-ü daim ve olgun Mürşid nefesi ile fasılasız zikir ve az yemek ve az konuşmak ve az uyumak ve yalnız kalmaktır. Ve ilm-i hakikatin hulusüne alet; terk-i dünya ve terk-i ukba ve terki terk etmektir.

İmdi aziz merhum erik ve üzüm ve ceviz ile şeriat ve tarikat ve hakikate işaret ederler.

Zira eriğin taşrası yenir içi yenmez. Erik gibi olan meyvelerin cümlesi amelin zahirine işarettir.

Ve üzüm gibilerin cümlesi amelin batınına işarettir. Zira üzüm hem yenir ve hem nice türlü nimetler andan zuhura gelir. Sucuk ve köfte ve pekmez ve turşu ve sirke ve bunların emsali nice nimetler hâsıl olur. Ve lakin içinde bir miktar riya ve tezkiye çekirdeği olmakla amel-i batına denir hakikate denilmez.

Ve ceviz sırf hakikate misaldir ki; içinde asla yabana atacak bir şey yoktur. Hem yenir ve hem nice marazlara ve illetlere şifa hâsıl olur.

İmdi bir kimse erik talep ederse erik ağacından ister ve üzüm talep ederse bağından talep eder ve ceviz talep ederse ceviz ağacından talep eder.

İmdi her kimse üzümü erik ağacından talep ederse o kimse ahmak ve cahildir. Kuru yere zahmet çeker, külli emeği hebadır, hâsılı mahsulü ancak zahmettir.

Pes imdi bu malum olduysa bir kimse zahir amelinin doğru olup olmadığını bilmek isterse anı şeraitten ve erbabından talep eder. Ve fıkıh kitaplarına müracaat eder. Andan bilip, öğrenip amel eder. Ve eğer batın amelinin salahını ve fesadını ve tenezzülünü ve terakkisini bilmek isterse mürşidin telkini ile usül-ü esma ile gönül kitabına ve ilm-i tabire müracaat eder. Her gün rüyada ne görürse mürşidine arz eyler. Anlar da ona ahvali beyan eder. Andan ol müşkül hallolur. Sulûk edip perver olur.

Ve kimse ilm-i hakikatin ki kendini bilmek ve ayni Marifet-i Rabb’dır zevkine ve hâline ermek isterse, Mürşid-i Kâmil terbiyesi ve büyük perhiz ateşi ile nefsin cemi-i evsafını ve beşeriyetini ve benliğini yakıp masivayı reddederek tamamıyla mahv-ı vücud-i zılli kıldıktan sonra ayni vücud hakiki olup fenası aynı beka olmağile olur.

İmdi bu üç ilmin başka başka yolu vardır. Yolu ile talep edilirse ümittir ki az müddetle maksut hasıl olur. Nitekim erik ve üzümün ve cevizin başka semereleri olup her biri kendi ağacından talep olunduğu gibi.

İmdi bir kimse zahir amelini işlerken ben batın ilmini ve ilm-i hakikati zahir ameli ile ele geçirip tahsil ederim dese ve birçok zahmetler çekse, mesela kendiliğinden esmaullaha müdavemet eylese ve oruçlar tutup halvetler çekse ol kişinin hâli bu erik ağacından üzüm talep etmeye benzer.

Bostan ıssından murat Mürşid-i Kâmildir. “Niçin kozumu yersin?”diye çekişip, kakıdığı tembihtir ki; “Niçin olmaz yere riyazet ve olanları mücahade eder yorulursun? Üç ilmi bir amel ile ele geçireyim mi sanırsın? Her birinin başka ameli ve muallimi ve mürşidi vardır.”der.

Ehl-i kemal bunların gibi sülûk edenleri gördükte nazar edip “Niçin böyle edersin? Sana evvela lazım olan budur ki, var her bir meyvenin ağacından bittiğini bil ve andan amel eyle. Senin misalin buna benzer ki bir kimsenin bahçesinde uğrulayın erik ve üzüm yemeye ağaca çıka, ceviz taşlaya. Bostan ıssı anı gördükçe niçin yersin kozumu dediği gibidir.” Zira hakikat Mürşid-i kâmilin ilmi ve mülküdür. Ve anın ameli, aleti onu bilmeye meleke ve istidat hâsıl etmek ve Mürşid-i Kâmil izni ile terbiyesiyle ağır perhizler ve ona tam teslim ve kendi renginden çıkıp mürşidin rengi ile hemrenk olmaktır.

İmdi mürşit görse ki bir kimse kendiliğinden esmaya ve perhize devam eder; ona der ki, "sahibinden izinsiz bahçeye hırsızlığa niçin girersin?”

Pes imdi tarikat ve hakikat ilmi Mürşid-i Kâmilin bahçesi ve mülküdür. Ve Allah’ı zikretmek ve perhiz ol bahçenin kapısıdır. Her kim ki kendiliğinden sülûk eyler; bir gayrı kimsenin bağına hırsızlığa girmiş gibi olur.

Bunun hariçte bir misali de ona benzer ki; bir alay dülger âletlerini pazardan alsa ve kendiliğinden dülgerlik etmek istese; ol kimse ol sanatı işlemeye başladıktan sonra her murat ettiği işte hangi âlete, hangi pusata yapışacağını bilemez. Bir usta anı gördükte “Bire sanat uğrusu, küstah, hâm dest! Bizim sanatımızı uğrulamak mı istersin? Bizim âletimizi sen niçin aldın?”der. Eğerçi ki ol kimse ol âletleri pazardan akçesiyle almıştır.

İmdi azizin bu beyitten muradı, Mürşitsiz “ben tarikata ve hakikate kendi bildiğim ile amel etmekle vasıl olurum.”diye çalışanların ahvalini temsil tariki ile beyandır. Yani mesele böyle olan ve mürşitsiz yola giden kimsenin hâli; her meyve hangi ağaçta bittiğini bilmeyen ve gönlü üzüm istedikte erikte biter ve erik ağacı diye ceviz ağacına çıkan ve cümle renkleri siyah sanan kör gibi olur.

Yunus Emre (Allah sırrını takdis etsin) bu hâli kendisine nispet etti. Caizdir ki kendi böyle bir zaman Mürşitsiz çalışıp bir şey hâsıl edemeyip sonra mürşide varmış ola. Ve dahi caizdir ki; kendisinden muradı gayrilere tariz ve tembih ola.


Niyazi Mısri Hazretleri
 

kılıçustası

Asistan
Katılım
12 Ocak 2007
Mesajlar
417
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Besariu’l Kur’an Tefsiri:

62. “İyi bilin ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”

Evet dikkat edin, Allah’ın dostları, Allah’ın evliyası için korku yoktur. Onlar için her hangi bir keder, her hangi bir sıkıntı, üzüntü de yoktur diyor Rabbimiz. Onlar için ne cehenneme gitme korkusu ne de cenneti kaybetme üzüntüsü vardır. A’râf sûresindeki âyetle bunu anlayacak olursak böyle demek zorunda kalacağız. Orada deniyor ki bakın:

Girin cennete sizin üzerinize korku da yoktur mahzun olma da.” (A’râf: 49)

Sonra üçüncü bir kademede işte bu âyet-i kerîmede olduğu gibi Allah’ın velîlerinden söz edilir. Bunlar da Allah’ın kulları adına aldığı kararlarını Allah adına Allah kullarına duyuran kimselerdir. Allah dostlarıdır.

Çünkü Allah, kulları adına aldığı kararlarını bu mü’min kullarıyla yaptırır, bunlarla duyurur. Çünkü bunlar yeryüzünde Allah’ın velîleridirler. Konuşurlar Allah adına, yaptırırlar Allah adına, emrederler Allah adına, nehy ederler Allah adına, sakındırırlar Allah adına, emrederler Allah’ın emrettiklerini, sakındırırlar Allah’ın sakındırdıklarından, sevdirirler Allah’ın sevdiklerini, tebliğ ederler, duyururlar Allah’ın duyurduklarını, gösterirler, uygulattırırlar Allah’ın uygulayın buyurduklarını. Danışılır kendilerine yol gösterirler, hakkı emrederler. İşte bunlar yeryüzünde Allah adına konuşan, Allah adına emreden, Allah adına nehy eden, Allah’ın emirlerini, arzularını, âyetlerini, talimatlarını duyuran, uygulayan, uygulattıran Allah dostlarıdır. Bunlar, bu müslümanlar Allah’ın dostlarıdırlar Allah da bu mü’minlerin dostudur. Bu müslümanlar Allah’ın dostları olunca elbette Allah’ın dostluğundaki öteki müslümanlar da bunların dostlarıdırlar.

bu tefsirden alıntı yapmışsın lakin müfessirin "VELİ" den ne anladığını ve yukarıdaki beyanlarını kimler için yaptığını gizleyerek gözlerden kaçırmışsın...:pokey:

biz tamamlayalım...

tefsirden devam edelim söze :

Evet işte velî budur, Evliyaullah budur. Emr-i bil’ma’ruf ve nehy-i anil’münker görevini üstlenmiş her müslüman Evliyaullahtan-dır, Allah’ın velîsidir. Allah adına müslümanlara karar alabilecek kadar Allah yasalarını bilen, Kur’an ve sünneti tanıyan, Allah’ın dininin yaşanması, Allah’ın kanunlarının ve emirlerinin anlatılması adına, Allah’ın isteklerinin hakim olması adına çırpınırlar. Evin nasıl olmasını istiyor Allah? Ailenin, ticaretin, kazanmanın harcamanın, eğitimin, hu-kukun, sosyal yasaların, kardeşliğin, kulluğun nasıl olmasını istiyor Allah? Bunu bilen insanlardır bunlar. Allah’ın emirlerini yasaklarını bi-len, Allah’ın rızasının ve gazabının nerelerde olduğunu bilen insanlardır bunlar ve tüm dertleri yeryüzünde Allah’ın arzularının gerçekleşmesi, Allah’ın egemenliğinin hakim olmasıdır. Allah adına bunları isterler, bunları anlatırlar. Allah adına emr-i bil’maruf ve nehy-i anil-münker yaparlar. Allah’ın istediği tüm iyiliklerin yaygınlaştırılması ve tüm kötülüklerin kökünün kazınması adına çırpınırlar. İşte bunlar yeryüzünde Allah’ın velîleridirler.

Ama şu anda bizim toplumda velîlik bazı özel kişilere hasredilmeye çalışılıyor. İşte yerde alan gökte yiyen, gaybı bilen, denizde yürüyen, kalplere hükmeden, eteğinden yapışanları cennete ulaştıran, insanlara bir bakışıyla hidâyet eden, Allah yanında yetkileri bulunan, kendisine sığınılan, dua edilen bir varlık olarak algılanmaya çalışılıyor velî. Halbuki yeryüzünde mü’min olup da velî olmayan, Allah’a dost olmayan bir tek insan yoktur. Tâbi bu mü’minler arasında imanlarına, takvalarına ve teslimiyetlerine göre Allah’ın daha çok dostu, daha az dostu olanlar olabilir.
 
Üst