Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Allah İçin Allah'ın Kullarını Sevmenin Fazileti ve Bir Hadis-i Şerifin Hükümleri:

38- (2567) Bana Abdü'l-A'lâ b. Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme Sâbit'ten, o da Ebû Râfi'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber Efendimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki:

«Bir adam başka bir köydeki kardeşini ziyaret etmiş. Bunun üzerine Allah onun için yoluna bir gözcü melek oturtmuş. Adam meleğin yanına gelince (ona) :

— Nereye gitmek istiyorsun? diye sormuş. Adam :

— Şu köydeki kardeşime gitmek istiyorum! cevâbını vermiş. Melek :

— Onun üzerinde ıslâhına çalıştığın bir nimetin var mı? diye sormuş. Adam :

— Hayır! Şu kadar var ki ben onu Allah (Azze ve Celle) için sevdim, cevabını vermiş. Melek :

— O halde ben senin o kardeşini Allah için sevdiğin gibi, Allah da seni sevdiğini bildirmek üzere Allah'ın sana gönderdiği elçiyim, demiş.»


(...) Şeyh Ebû Ahmed demiş ki: Bana Ebû Bekr Muhammed b. Zen-cûyete'l-Kuşeyrî haber verdi, (Dedi ki) : Bize Abdü'l-A'lâ b. Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme bu isnadla bu hadîsin benzerini rivayet etti.

Medrace: Yol demektir. Ulemânın beyânlarına göre Allah'ın kulunu sevmesinden murad; ona rahmet etmesi, ondan razı olması ve ona hayrı irâde buyurmasıdır. Kullar hakkında muhabbet kalbin meylidir.


Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

1- Hadis-i şerif Allah için birbirini sevmenin faziletine ve bu muhabbetin Allah'ın kulunu sevmesine sebep olacağına delildir.

2- Sulehâyı ve dostları ziyaret müstehabdır.

3- İnsanlar bazen melekleri görebilirler.

 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Besâiru’l-Kur’an Tefsiri:

'Tezkiye', zekât kelimesinin de aslı olan "zekâ" fiilinden gelir. Zekâ, sözlükte temizlik, paklık, artıp büyümek mânâsında nemâ, feyiz ve bereket anlamlarına gelir. 'Tezkiye' ise temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak demektir.

'Tezkiye', kavram olarak, nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak, rics, cehâlet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvâyı öğretmek demektir.

Tezkiye, takvâya ulaşmak için bir çaba, insanı Allah'tan uzaklaştıracak her şeyden kaçma, nefsi fücur sayılan şeylerden alıkoymaya gayret göstermektir. Onu kirletecek her türlü küfür, cehâlet, yanlış inançlar, kötü duygular ve kötü huylardan temizlenmek. Bu gibi kötü şeylerden temizlendikten sonra ona; iman, irfan, güzel ahlâk, iyilik duygusu, takvâ gibi güzel şeyleri aşılayıp çevresine hayır ve bereket yayacak duruma getirmektir.

İnsanı tezkiye edip arındıran önce Allah’tır. Çünkü fâil-i mutlak O’dur. İnsana takvasını da, fısk u fücurunu da gösteren, onu buna müsait yaratan ve bu konuda yol gösteren O’dur.

Allah'ın insanları tezkiye etmesine aracı olanlar şerefli elçilerdir. Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz de bunu yaşayarak bize öğretmiştir.

Bu tezkiye işi, yapması yönüyle kişiye, sebep olması yönüyle irşad ve terbiye ediciye (Resûle), yaratma yönüyle de Allah'a nispet edilir.

Tezkiye olan Mü’minler şüphesiz temiz bir kalbe sahip olurlar
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Furkan Tefsiri:

Nefsini arındırıp geliştiren ve yücelten kimse kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklerle örterek hayvanlara eş hale getiren kimse ise kayba uğramıştır, insan aklını hakem kılıp nefsini şehvetlerin kandırmacalarından kurtarıp yüceltmekle, derece bakımından yükselir ve hayvanlardan ayrılır. Ama masiyetler çukuruna düşüp de alçalır ve nefsine şehvetini hakim kılarsa hayvanlarla eşit hale gelir. O zaman ona, nefsini kötülüklerle örtmüş, mertebesini düşürmüş, akıllarının değil de şehvetlerinin boyunduruğu altına girmiş olan hayvanlar sırasına girmiş demek uygun olur.

Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Kurtubi Tefsiri:

Onu temizleyen yani yüce Allah'ın itaat ile nefsini arındırdığı kimse "muhakkak felah bulmuştur. Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır." Yüce Allah'ın masiyet ile örttüğü nefis ziyana uğramıştır, demektir.

İbn Abbas da şöyle demiştir: "Saptırdığı ve azdırdığı bir nefis hüsrana uğramıştır." Bir diğer açıklama da şöyledir: Allah'a itaat etmek ve salih ameller işlemek suretiyle kendisini (nefsini) arındıran kimse kurtuluşa ermiş, buna karşılık masiyetlerle nefsini örten kimse de hüsrana uğramıştır. Bu açıklamayı da Katade ve başkaları yapmıştır.

Temizlemenin (zekatın) asıl anlamı, artmak ve gelişip çoğalmak demektir. Verimi bol olan mahsûlü anlatmak üzere kullanılan: "Zekâ’z-zer’i" "Mahsûl bollaştı" ifadesi buradan geldiği gibi "hakimin şahidi tezkiyesi" ifadesi de buradan gelmektedir.

… Kendi nefislerini gizleyip, üstünü kapatmış oldular. İşte günahkar da her zaman için öyledir. Mertliği azdır, kişiliği zayıftır, masiyetler (isyan ve günahlar) işlediğinden ötürü başı önünde eğiktir. "Onu örten"in onu azgınlığa götüren anlamında olduğu da söylenmiştir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: "Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır" buyruğu, kendi nefsini -onlardan olmadığı halde- salihler arasına katan kimse (hüsrana uğramıştır), demektir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Razi Tefsiri:

Dördüncü Soru: Cenâb-ı Hak zâtını tarif ederken, niçin üç şeyden, yani gökten, yerden ve nefisden bahsetmiştir?

Cevap: Çünkü görülemeyen şeyler hususunda ancak görünür şeyler ile istidlal edilir. Görünür şeyler ancak maddi şeylerdir. Bunlar da basit ve mürekkeb diye ikiye ayrılır. Basit, ulvî ve süflî diye ikiye ayrılır. Ulvisine, "göğe...", süflisine de, "yere yemin olsun ki..." ifadesiyle işaret edilmiştir. Mürekkeb olan varlıklar da kısımlara ayrılıp, bunların en kıymetlileri de, nefis, yani can sahibi olan varlıklardır ve buna da, "Her bir nefse ve onu düzenleyene yemin olsun ki.." (Şems, 91/7) ayetiyle işaret edilmiştir

Sa'îd b. Cübeyr, Atâ, İkrime, Mukatil ve Kelbî'den rivayet edildiğine göre mana, "Allah Teâlâ'nın tezkiye edip, tertemiz yapıp ıslah ettiği nefisler, mutlaka felah bulmuş ve mutlu olmuştur" şeklinde olur ki bunlar, Allah Teâlâ'nın, kendisine taata muvaffak kıldığı nefislerdir.

Bil ki "tezkiye", temizlemek yahut da eğitip büyütmek, yetiştirmek demektir:

1) Taatta bulunmak ve günahlardan uzak durmak suretiyle, nefsini günahlardan arındırarak, kendisini tezkiye eden, tertemiz yapanlar, felaha erer, umduğunu elde eder.

2) Kâdî'nin, "Bu tezkiye, ‘Allah'ın böyle hükmetmesi, onları temiz olarak sayması’, manasınadır" şeklindeki görüşü zayıftır.

Vâhidî'nin, "Kitâbu'l-Basîf'inde, Sa'îd b. Ebî Hilâl'dan rivayetine göre, "Hz. Peygamber (s.a.s)'in şu hadisi: Hz. Peygamber (s.a.s), “Kad efleha men zekkâhâ” ayetini okumuş. Sonunda vakfederek (durarak) "Allah'ım, nefsime takvasını ver. Sen o nefsin velisi ve Mevlasısın. Nefsimi temizle. Sen, nefsi temizleyenlerin en hayırlısın.

Alimlerimiz de, ayetteki mananın, "Allah Teâlâ'nın saptırdığı, azdırdığı, facirlerden kıldığı, batıl şeylere sürüklediği ve böylece de helak ettiği nefs bin pişman olmuş ve hüsrana uğramıştır" şeklinde olduğunu söylemişlerdir.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nefsini Tezkiye Eden Kurtuluşa Ermiştir

Eş-Şems 9. Nefsini kötülüklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiştir.

Bu naklettiklerime bunlar haricinde diğer tefsirlere baktığımızda nefs tezkiyesi şudur:

- Nefsi, temizlemek, geliştirmek, yüceltmek, feyizlendirmek, hayrını çoğaltmak, makamını artırmak, eğitip büyütmek, yetiştirmek ve temize çıkarmak.

- Günahtan, nifaktan, kötü duygulardan ve kötü huylardan temizlemek, nefse Allah’a ve Resulüne itaati ve takvâyı öğretmek, ona salih ameller işletmek.

- Nefsini şehvetlerin (dünya arzularının) kandırmacalarından kurtarmak.

- Takvâya ulaşmak için bir çaba, insanı Allah'tan uzaklaştıracak her şeyden kaçınmak.

- Ona; iman, irfan, iyilik duygusu, takvâ gibi güzel şeyleri aşılayıp çevresine hayır ve bereket yayacak duruma getirmektir.

İrfan, kalbe ait marifetler, kalbe ait ilimler demektir. Her ilmin bir öğreneni bir de öğreteni olur. Olacaktır da. Bu ilmin kendisinin ve öğreteninin delili Kur’an’daki Kehf Suresinde geçen Musa AS. Hızır AS. Kıssasıdır.

- İnsanı tezkiye edip arındıran Allah ve Resulüdür. Resulullah’ın ümmetini tezkiye ettiğini bildiren Ayet-i Kerimeler de nazil olmuştur.

Alimler, Peygamberlerin varisleri olduklarına göre, tezkiye işinde de alimlerin vazifeleri vardır.

- Temiz bir kalbe sahip olmak.

Kalb ancak zikrullah ve Allah sevgisiyle temizlenip temiz kalabilir. Kalbin itminanı da ancak zikrullah iledir.

- Kişinin mertliğini artırmak, kişiyi güçlendirmek

- Nefsini -onlardan olmadığı halde- salihler arasına katmamak.


Yani gerçek anlamında özü sözü bir olmak. Olduğu gibi görünmek. Riyadan benlikten gururdan uzak durarak haddini bilmek. Muhtaçlığını zayıflığını idrak ve itiraf etmek.

Bu çerçeve listeyi sayıp uzatabiliriz.

Lütfen şimdi tek tek tezkiyeyi tarif eden şıklara bakınız. Dikkatlice inceleyiniz. Düşünerek bakınız.

İşte bütün bu saydığım ve sayamadığım nefis terbiye ve tezkiyesine ait nakil ve açıklamalar Tasavvufun başlıca hedef ve uğraş alanıdır.

Tasavvufu Tarikati inkar eden kimseler, amacı, niyeti emredilen bir amel ve ibadeti işlemek yani zalim nefisleri tezkiye etmek olan bir topluluğu İslam dışı saymaktan vazgeçsinler.. Tan etmekten artık uzak dursunlar..

Bu işi başaran nice tasavvuf ehline, umuma mal olmamış birkaç zatın sözüyle eğri bakarak kendinize zulmetmeyiniz. Evet, sizi temin ederim ki İslam tarihi, Tasavvuf ve Tarikat cihetiyle bu işi başarmış nice tanınmış örneklerle doludur.. Öyle olduğu herkes tarafından bilindiği gibi, bizler de acizane bu işi başarmış nice güzel insanı tanımışızdır..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Şeyh Şerafeddin Dağıstani Hazretlerinin halifesi, Hasan Burkay Hz. buyurmuştur:

Bâtın ilim sahibi âlimler, sahih hadislere de bâtınî mânâlar vermişlerdir. Nitekim, Ebû Hureyre (r.a.) şöyle buyurmuştur:

"Ben Resûlullah'tan iki çeşit ilim öğrenip hıfzettim. Bunlardan birisini dinleyenlere okudum, neşrettim ve isteyenlere öğrettim. Çünkü bu kısmın açıklanması lâzımdı. İkincisini açıklamış olsaydım, şu boğaz damarlarım kesilirdi."

Bâtın âlimlerine göre, Ebû Hureyre (r.a.)'nin bahsettiği birinci ilim şeriat yani zâhirî ilim; ikincisi hakikat ve mârifetten ibaret olan bâtınî ilimdir.

Kur'ân-ı Azimüşşân, Şeriat, Tarikat, Hakikat ve Mârifet olarak dört ilim üzerine mahfuzdur. Şeriat zâhiri, diğerleri bâtınî ilimlerdir. Bâtın zâhiri tamamlar, onu kemâle erdirir. Bâtınî ilme sahip olan kimse, zâhirî ilme de vâkıftır. Cenâb-ı Hakk'a bu dört kapıdan geçilerek ulaşılır. Cenâb-ı Hakk:

"Ya eyyühel-lezine âmenuttekullahe vebtegu ileyhil vesilete ve câhidu fisebilihi leal-leküm tüflihun- Ey İmân Edenler! Allahü Teâlâ'dan korkun. O'na yaklaşmaya vesile arayın" (5:35); "Kullinel fadle biyedillahi yudillu men yeşa'ü ve yehdi ileyhi men erab- Rabb'in murâd ettiği kimseyi delâlette bırakır, inâbe alarak biat edenlere hidâyet eder"; O hidâyette bulunanlar, ehl-i biat ederek imâna gelen ve zikrullah ile kalpleri mutmain olan âşıklardır", bir diğer mânâsı ise; "Ehl-i imân olan âşıkların gönüllerine Vâcib-i Teâlâ, kendisi tarafından cezbe bırakır; o cezbe ile Hakk'a vâsıl olup, kalpleri mutmain olur. Zira Mü'min Hakk'a vâsıl olmadıkça rahatı yoktur" buyuruyor.

Zâhir ve bâtın ilmine sahip olanlar, insan-ı kâmil olan mürşidlerdir.


http://hudaverdi.org/zikir_ve_tasavvuf.htm
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Şeyh Şerafeddin Dağıstani Hazretlerinin halifesi, Hasan Burkay Hz. (1930-2005) yine buyurmuştur:

İnsan-ı kâmil, Cenâb-ı Hakk'ın eminidir; gönlünde Hakk'ın emaneti vardır. Cenâb-ı Hakk, "İnna cealneke halifeten fil ardı - Yeryüzünde kendimiz için bir halife yarattık" (38:26) buyurmuştur. Yani "zâhir ve bâtın tasarrufumuz, insandan zuhûr eder" demektir.

Hakk Teâlâ'nın zâhir mutasarrıfı ehl-i dünya, bâtın mutasarrıfı evliyâullahtır. Dünya talebinde olanlar, dünya ehlinin gönlüne girerek, dünyayı elde ederler. Hakk'a tâlip olanlar ise, evliyâullah gönlüne girmeye çalışmalıdır. Böylece, Allahü Teâlâ'nın ahlâkıyla ziynetlenerek Hakk'a vâsıl olurlar.


(kaynak aynı yer)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Yine aynı yerde bildirilmiş:

Otuzu aşkın fıkhî ve tasavvufî eseri olan ve zamanımızın büyük mutasavvıflarından Hasaneyn-il Hüdâverdi Hasan Burkay Hazretleri k.s. (1930-2005), şöyle buyurmuşlardır:

"Şerîat; ilim, amel ve ihlâstır. Tarikat ve Hakikat; İhlâsın olgunlaşmasında şeriata hizmet ederler. Şerîat tarikattan, tarikat hakikatten, hakikat de mârifetten ayrı değildir."

"İhlâsı elde etmek, 'Fenâ' makamına yükselmek lâzımdır. İhlâsa Tevhîd-i Hakikî ile ulaşılır."

"İslâm tasavvufu, tezkîye-i nefs ve tasfiye-i kâlp yolu; Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından açılmıştır. İlk mutasavvıf O'dur. İlâhî tefekkür ve zikir, o pınardan nûş etmiş; kâinat, mânâ susuzluğunu, o kaynaktan gidermiştir."

"Tasavvuf, İslâm dininin aslıdır, özüdür. Dışını, ilâhî emirlerin gereği olan iyi ahlâk; içini de bu iyi ahlâkın getireceği mücâhede, istifâ ve huzurla süsleyen, tasavvuf ehlidir."

"Bu yol hâl yoludur. Sözle değil, bizzat yaşamakla anlaşılır. Hizmet, gayret ve azîmetle anlaşılır."

"Dünya ve ukbânın tadı, zikrullah ile çıkar."

"Tevâzu, mânevî hasletlerin yücesi, kemâl hazinesinin incisidir. İnsan, tevâzu ile rahmet-i Hakk'a erişir."

"Benlik, kendini beğenmişliktir. Özünü, başkalarından üstün ve olduğundan fazla görmektir. Bu hâl, gururun ve cehlin dışa vurmuş bir ifâdesidir. Benlik davasına düşen bir kişinin, hakikat gözü kör, irfan kulağı sağırdır."

 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
İslam Büyüklerine Göre Tasavvuf

Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötülüklerden temizlemek demektir. İnsanın kalbini, Allahü teâlânın muhabbetine bağlamak, Resûlullahın söz, hareket ve ahlâkına uymak, yolundan gitmektir. Kalb ile yapılması ve sakınılması gerekli şeyleri ve kalbin, rûhun, kötülüklerden temizlenmesi yollarını öğreten ilme, tasavvuf ilmi denir. Îmânın yerleşmesini, fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin severek, kolaylıkla yapılmasını ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşmayı sağlar. Tasavvuf ilmine, Ahlâk ilmi de denir. Âlimler tasavvufu çeşitli şekillerde ta'rîf etmişlerdir. Ba'zıları şöyledir:
Tasavvuf, güzel ahlâktır. (İ. Kettânî)
Tasavvuf, kalbi temizlemektir. (Ebû Ali Rodbârî)
Tasavvuf, edebe riâyettir. ( Ebû Muhammed Cevîrî)
Tasavvuf, i'tirâzı bırakıp, emredilene peki demektir. (Ebû Sehl Sa'lûkî)
Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)
Tasavvuf, faydasız işleri terk etmektir. (Ebû Saîd İbni Arabî)
Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir. (İbni Osman Mekkî)
Tasavvuf, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. (Cüneyd-i Bağdâdî)


İmâm-ı Mâlik hazretleri buyurdu ki:
Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at sahibi, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur

Hamid Hamidettin Efendi, bir yazısında tasavvufu veciz ve edebi bir dille şöyle tanımlıyor:
"Kur'an ve sünnet gibi iki temiz ve saf kaynaktan beslenen tasavvuf nehri,Asr-ı Saadetten beri coşkuyla akmakta,geçtiği havzaları bol rahmetle sulamaktadır.İnsanlığın hayat nehri tasavvuf;çorak gönülleri yemyeşil vadilere çevirirken,rengarenk gül bahçelerini ve başakların,yığın yığın harmanlarını oluşturmaktadır.Öyle bir hayat kaynağı ki,bütün dünya onun yaydığı bereket zerrelerine muhtaç,bütün insanlığın gönül derdine ilaç.Aşk ile cereyan eden bu nehirden içenler,yapraksız ağaçların yeniden can bulması gibi,dal dal yeşermekte,meyvesiz ağaçlar bile meyve vermektedir.

Zemzem gibi tükenmeyen,Kevser gibi leziz,kar gibi beyaz ve aziz mi aziz.Asırlardır akan bu cennet nehri ezelden ebede doğru yürürken coştukça coşuyor,aktıkça akıyor ve uçsuz bucaksız bir derya olarak görünüyor.Bu deryanın derununda inciler,mercanlar saklı.Tasavvuf deryası bu defa vahdet ummanı olarak seyre doyum olmayan bir güzellik arzediyor.
(....)
"
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
"Bir mürşidden icazet almıyarak mürşidim diye araya girenden kaçıp Hakka gidelim, Cemali ba Kemale seyredelim." İsmet Garibullah Hz.

Bunlar bir şeyhin elinden tutmadıkları halde "Ben de Şeyhim" diye ortaya çıkarlar. İşte dünya böyle bozulur.

Dağdan gelen su künklerden geçmese o su dışarı akar. Künkler birbirine ekli olmalıdır ki o su çeşmeye veya depoya akıp gelsin. Arada bir tane künk olmasa o su, başka yere akar.

İşte Mevla Teala ile mürşid arasını böyle anlayın. Yani Mevla Teala'ya kavuşmak için İLLA TARİKAT LAZIMDIR. Ve tarikatın vermiş olduğu vazifeyi illa yerine getirmek lazımdır. BAŞKA TÜRLÜ OLMAZ.

Başka bir tabirle her bir şeyh bir halkadır. Bir mürşide eklenmeyen yani elinden tutmayan BOŞTADIR. O, ŞEYH OLAMAZ, ONDAN KAÇ.

Müşrikler, Sahabe-i Kiram'ı ne kadar dinden ayırmaya çalıştılarsa onlar dinlerine o kadar daha sağlam sarıldılar. Çocuğun emmeye haris olduğu gibi bizim de TARİKATA SON DERECE HARİS OLMAMIZ LAZIMDIR."


Mahmut USTAOSMANOĞLU (k.s)

Risale-i Kudsiyye Tercümesi (Beyt 194)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
EBUL FARUK HAZRETLERİNİN MÜRŞİD-İ KAMİLİ TARİFİ

"Ağaç nasıl ki gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişiler de gösterişli zâhir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu sûretle kendilerine tâbi olmak, mânevî feyzinden her hususta istifâde etmek câiz ve sahih olur. Şöhreti arşa çıksa, hakîki mürşidin misâli, meyvesidir."

TENVİRUL KULUB’ DA

Tenvirul kulub sahibinin izahına göre ise, hakiki mürşide bulunması gereken vasıflardan bazıları şunlardır:

1- Mürşid-i kamil şer'i ve dini ilimlere tam vakıf olacak. (Cahil kimseden mürşid olmaz)

2- Kitaba ve sünnete tam uyacak.

3- Dini yayacak. İlim okutacak, ilim okutturacak.


Abdülkadir Dedeoğlu (Osmanlı Yayınevi)

(Alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Abdullah Baba (ks) Hazretleri buyurmuştur:

Âşık olmak bir iddiadır, ispatı sadakattir. Sadık olan kişi aşkını ispat etmiş ve doğruyu bulmuştur. Aşk bazen dengesiz bir hal alır. Sadıklık onu dengeye oturtur. Âşık olan bazen ölçüyü kaçırabilir ama sadık olursa ona himmet gelir. Çünkü insan hem aşk ve sadıklıkla hizmet edebilir.


Abdullah Baba (ks) Hazretleri yine buyurmuştur:

"Gaye, Allah ve Resulüne vasıl olabilmektir. Bunun gayrın da, kendisine menfaat sağlamak için çalışanların sonu, hem bu dünyada hem ahirette hüsrandır. İnsanlar bu hüsrana uğramak istemiyor iseler, kendilerine, Allah Teâlâ’nın sıfatlarında fani olmuş, Resulullah (sav) Efendimizin varisi olan, Velayet veya Veraset nuruyla kemale ermiş, irşada yetkili bir Zât bulmalıdır. Değilse Hakikate ermek mümkün değildir."

"Şeriatı bulmayınca, Tarikatı bulmak imkânsızdır. Tarikatı bulmayınca, Hakikati bulmak imkânsızdır. Hakikati bulmayınca, Marifeti bulmak imkânsızdır. Öyle olduğu için Şeriattan zerre kadar ayrılmak, diğer güzelliklere ulaşmaya engeldir. Şeriatı olmayan insan, Tarikattan koku alamaz..."


Abdullah Baba (ks) Aziz Hz.leri Mürşid-i Kâmile olan ihtiyacın önem ve ehemmiyeti hakkında da şöyle buyurdular:

"Bazı âlimler, ulemalar; “Kur’an’a ve sünnete bağlı olduğu müddetçe ehli tasavvuf gibi yaşayanlarda da Cenab-ı Zülcelal Hazretlerinin evliyası olur” diyorlar. Evet, doğrudur. Fakat bu nadirattandır.

Tarikata girenler ile girmeyenlerin arasındaki fark dağdaki olan meyveyle bahçedeki olan meyvenin arasındaki fark gibidir. Çünkü bahçede yetişen meyvenin bir bahçıvanı olur. Toprağını havalandırır, temizler, gübresini atar, suyunu verir, aşısını yapar. Çiçeklendiği zaman onun flitini verir, haşerelerden korur. Mümbit bir şey olur.

Ama diğer taraf da kendi başına zikreden, ne nefsi levvamede olduğunu bilir ne mülhimede olduğunu bilir. O da meyvedir ama bu meyve kendiliğinden olur, sahibi olan meyve gibi olmaz. Doktoru olan hastayla doktoru olmayan hasta gibidir. Doktoru olan hasta ilaçlarla ameliyatla tedavi olur. Doktoru olmayan da "sabır Allah sabır Allah" der. O hastalığı çeker. Yine de Allah’a dost olur ama çeke çeke gider.

Mürşid-i Kamile bağlı olan ise sıhhatli gider.

... Tarikata giren insan manevi askerdir. Manevi askerinde bir arayanı olur. Maneviyat, evliyaullah da onları arar, onları kollar ve gelecek hadiseleri onlara bildirir ve uyarır. Aradaki fark budur.
"

http://www.abdullahbaba.com/soru/soru.asp?islem=kayitlar&shf=8
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İmam-ı Şa’rani Hazretleri:

“Ehl-i tarik, insanı Allah’ın huzuruna kalb huzuru ile çıkmaktan men eden kötü sıfatlardan temizlenmeye irşad edecek bir mürşid-i kâmile intisab etmenin mutlaka zaruri olduğunda icma ve ittifak etmişlerdir” (Adab)

Alıntıdır..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mevlana Halid el-Bağdadi (ks) Hazretleri:

“Kalb ehli tarafından gözetilmek isterseniz, inkâr ehlinin sözlerine kulak asmayınız. Allah'ın bir kulundan yüz çevirdiğinin alametlerinden biri de, o kulun Evliyaullahın haysiyet ve şereflerine dil uzatmasıdır. Bu söz büyüklerin kelamıdır. Kim velilerin aleyhinde konuşulan sözlere kulak verirse, o da onlardan sayılır.”

(Alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Miftahu'l-Kulûb'dan Bir Hatırlatma:

"Yeryüzünden ALLAH için irşada ehil evliyaullah asla eksik kalmaz; her asırda asgari (en az) 15 tane mürşid-i kamil olmağa layık veli var olacaktır; ta ki kıyamet saatine kadar !..."

(alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Maide 48. li küllin cealna minküm şir'atev ve minhaca* ve lev şaellahü le cealeküm ümmetev vahıdetev ve lakil li yeblüveküm fı ma ataküm festebikul hayrat

48. Her birinize bir şerîat ve bir yol (Minhac) verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı).


'Ey müminler! Her birinize bir Şeriat ve Minhac tayin ettik' (Maide 48)

Fahreddin Razi, Hazin, Alusi ve Ebussuud tefsirlerinde zikredildiğine göre, Ayet-i Celile'de geçen "Şir’at" kelimesi Şeriat manasındadır.

...

Arapçada Şeriat insanların su içmek için girdikleri yol anlamındadır. Buna göre Şeriat'dan maksat; Allah Tealanın kullarına girmelerini emrettiği dindir. Su, fani hayata sebep olduğu gibi, din de ebedi hayata sebep olduğundan "Şeriat" diye adlandırılmıştır.

Ya da su gibi din de kendisiyle amel edeni manevi kirlerden temizlediği için "Şeriat" kelimesi "din" manasında kullanılmıştır.

... "Minhac" ise açık ve geniş yol demektir.

Alimlerden bir kısmı, Ayet-i Kerime'de geçen "Şir'at" ve "Minhac" lafızlarının aynı manaya geldikleri halde te'kid yani söze kuvvet vermek için tekrarlandıklarını ikisinden de maksadın din olduğunu döylemişlerdir.

Diğer bir takım ulema ise bu iki kelime arasında ince bir fark bulunduğu görüşündedirler. Şöyle ki;

Şeriat, Allah'ın kullarına uymalarını emrettiği din, Minhac ise o Şeriat'a ulaştıran açık yol demektir. İmam-ı Müberrid'e göre Şeriat yolun başlangıcı, Tarikat ise dosdoğru devam edip giden yoldur.

Bir kısım ulema şöyle demişlerdir; Şir'at mutlak manada Şeriat, Tarikat ise Şeriatın mekarimiyani bütün güzellikleridir ki Minhacdan murad Tarikatdır. Buna göre Şeriat evvel yani yolun başı, Tarikat ise yolun sonudur.

Müfessirlerin imamı olan Fahreddin Razi Hazretlerinin Şeriat ve Tarikat hakkında naklettiği görüş, tarikatı inkar edenlere karşı ehli tarik için büyük bir delildir.

Diğer bir manaya göre Şeriat Peygamber, Minhac ise Kitaptır.

İbni Abbas (r.a) nın buyurduğuna göre Şir'at Sünnet, Minhac ise Yoldur.

İmam-ı Katade'nin beyanına göre Şir'at Yol, Minhac ise Sünnetdir.

Ruhu'l Beyan sahibi İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri Kitabında buyurmuştur:

".. Şeriatın zahiri ile meşgul olman tamamlanınca Tarikata çok iyi çalış, çünkü Tarikat, Şeriatın batınıdır (iç yüzüdür, içidir) ve halis akıl sahiplerine uy!

Her Nebinin bir Şir'at ve Minhacı olduğu gibi her velinin de bir Tarikatı vardır. Onların yolundan sapan muhakkak ki hak yoldan sapmıştır
.."


Ahmet Mahmud Ünlü Hoca
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Maide 48. li küllin cealna minküm şir'atev ve minhaca* ve lev şaellahü le cealeküm ümmetev vahıdetev ve lakil li yeblüveküm fı ma ataküm festebikul hayrat

48. Her birinize bir şerîat ve bir yol (Minhac) verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı).



Kurtubi Tefsiri:

Sözlükte Şeriat: Kendisiyle suya ulaşılan yol demektir. Şeriat, Allah'ın kulları için din diye indirdiği hükümlerdir. Onlara şeriat yaptı, yapar demek, Sünnet, yasa yaptı, anlamındadır. Şâri' ise en büyük yol demektir. Yine, Şir'at, yay kirişi demektir. ... Bu açıklamalar Ebu Ubeyd'den nakledilmiştir, O halde bu kelime, müşterek bir lafızdır.

Minhac ise, devam eden yol demektir. Nehc ve menhec de aynı şeydir.

Ebu'l-Abbas ile Muhammed b. Yezid der ki: Şeriat yolun başı, Minhâc ise devam edip giden yol demektir. İbn Abbas, el-Hasen ve diğerlerinden ise: "Bir şeriat ve bir yol" buyruğunu, bir Sünnet ve bir Yol diye açıkladıkları rivayet edilmiştir.

Mücahid ise der ki: Şir'at ve Minhac, Muhammed (sav)'ın dinidir. O, bu din ile onun dışındaki bütün dinleri nesh etmiştir.

Fahreddin Razi Tefsiri:

Arapça'da "Şeriat", insanların su içmek üzere girdikleri yol manasınadır. Buna göre "şeri'at", "fa'îletün" vezninde bir kelime olup, ism-i mef'ûl mânasındadır. Binâenaleyh "Şerî'at", Cenâb-ı Hakk'ın, mükelleflerin girmele*rini emrettiği şeyler demektir. "Minhâc" ise, açık ve geniş yol demektir. Nitekim, "Sana yol açtım" denilir. Fiilin bu iki şekli de kulanılmaktadır.

Alimlerin ekserisi bu âyeti delil getirerek bizden önceki ümmetlerin şeriatlarının, bizim için geçerli olmadığını söylemişlerdir. Çünkü ayetteki “sizden herbiriniz için bir şeri'at ve bir yol ta'yîn ettik" buyruğu, her peygamberin kendisine ait müstakil bir şeriatının olduğunu göstermektedir ki bu da, bir peygamberin ümmetinin, diğer bir peygamberin şeriatı ile mükellef olmadıklarını gösterir.

Alimlerden bir kısmı, bu ifâdede geçen, Şir'at ve Minhac lafızlarının aynı mânaya geldiklerini, ama te'kid için (kuvvetlendirmek için) tekrarlanmış olup bunlardan maksadın "dîn" olduğunu söylerler.

Bazıları ise bu ikisi arasında fark bulunduğunu; buna göre "Şir'at" kelimesinin "mutlak mânada şeriat (yol)" anlamına gelip; "Minhac" kelimesinden kastedilen "yol"un ise, "şeriatın güzelliklerinin bütünü" demek olduğunu; buna göre de Şeriatın "yol"un başı, Tarikatın da devamı ve sonu olduğunu söylemişlerdir. Müberrid, "Şeriat yolun başlangıcı, tarikat ise devam eden yoldur" demiştir ki bu da bizim söylediğimizi ifâde eder.

Allah kendi sözünün sırlarının izahını en iyi bilendir.



 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Fahrüddin-i Râzi -rahmetullahi aleyh- Hazretleri ve diğer bazı müfessirler bu Âyet-i kerime’ye:
”Ey kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vâcip ettim. Evvelâ şeriat, sonra da tarikat.” mânâsını vermişlerdir. Çünkü “Minhac”ın kelime mânâsı “Münevver bir yol” demektir.
“Minhac” kelimesinden kastedilen münevver yol “Şeriatın güzelliklerinin bütünü” olduğuna göre, şeriat yolun başı, tarikat da devamıdır.
Tasavvufun Aslı ve Marifetullah İncileri
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bu Ayet-i Kerimeyle de sabittir ki Ümmet-i Muhammed için "Şir'at ve Minhac" dan başka üçüncü bir yol yoktur.. Yani muteber ulemanın anladığı gibi "Şeriat-ı Muhammediye" ve "Tarikat-ı Muhammediye"den başka bir yol açılmış değildir.. İslam dininin Hakikat ve Marifetlerine yükselmek isteyenler evvela Şeriatini ikmal eylemeli, bilahare bir Tarikat cihetini tutmalı; kendine, ulaştırabilecek bir vasıta ile kapalı olmayan selametli bir yol aramalıdır..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
18- KEHF SURESİ:

09. (Resûlüm)! Yoksa sen, bizim âyetlerimizden (sadece) Kehf (mağara) ve Rakîm sahiplerinin şaşırmaya şâyan olduklarını mı sandın?

10. O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: “Rabbimiz! Bize tarafından Rahmet ver ve (İşimizde doğruyu göster) bize (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” demişlerdi.

11. Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık.)

12. Sonra da iki taraftan (Ashâb-ı Kehf ile hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti (bekledikleri sonucu) daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.

13. Biz sana onların başından geçen gerçekleri anlatıyoruz. Hakikaten onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların Hidayetini arttırdık.

14. Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: “Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasına İlâh demeyiz! Yoksa bâtıl söz söylemiş oluruz!”

15. “Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka İlâhlar edindiler. Bari bu İlâhlar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?”

16. (İçlerinden biri tarafından: ) “Madem ki siz onlardan ve onların Allah’ın dışında tapmakta olduklarından uzaklaştınız, o halde mağaraya sığının ki Rabbiniz size Rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda ve kolaylık sağlasın.” denildi.

17. (Resûlüm! Orada bulunsaydın) Güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara dokunmadan geçerdi. (Böylece) Onların (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın (genişçe) bir köşesinde bulunduklarını da görürdün. İşte bu, Allah’ın âyetlerindendir! (mucizelerindendir!). Allah kime Hidayet ederse işte o Hakka ulaşmıştır; kimi de Hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost (rehber) bulamazsın.

18. Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.

19. Böylece biz birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık: İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız?” dedi. (Kimi) “Bir gün ya da daha az bir zaman kaldık” dediler. (Kimi de) Şöyle dediler: “Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş parayla şehre gönderin de baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise size ondan erzak getirsin; ayrıca, nâzik davransın (gizli hareket etsin) ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.”

20. “Çünkü onlar eğer size muttali olurlarsa ya sizi taşlayarak öldürürler ya da kendi dinlerine çevirirler ki o zaman ebediyen iflah olmazsınız.”

21. Yine de onlardan (insanları) haberdar ettik ki Allah’ın vaadinin Hak olduğunu, kıyametin şüphe götürmez olduğunu bilsinler. Hani onlar aralarında Ashâb-ı Kehfin durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üzerlerine bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir.” Onların durumuna vâkıf olanlar ise: “Bizler, kesinlikle onların yanı başlarına bir mescit yapacağız” dediler.

22. (İnsanların kimi: Karanlığa taş atar gibi) “Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler; yine: “Beş kişidir; altıncıları köpekleridir” diyecekler. (Bunlar) Bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de: ) “Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir” derler. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır.” Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde (bu anlatılanların dışında) bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) hiç kimseden malumat isteme.
 
Üst