Cübbelinin ebubekir sifil hocaya reddiyesi

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Bu iftiranı unutma bu mesajı beyenen sende unutma.

Sen de unutma:

Avrupa’da faiz meselesi
Dâr-ül-harbde, müslümanın, kâfirlere ödünç vererek, onlardan faiz almasının caiz olduğu bütün kitaplarda yazılıdır. Dâr-ül-harbde, gayrimüslimlerin mallarını faiz, kumar, fâsid bey’ ile almak helaldir. Bu yollarla müslümanın zarar etmesi ise, helal değildir. (Redd-ül Muhtar)

İmam-ı a’zam ve imam-ı Muhammed, (Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz olmaz) buyurdu. (Mültekâ)

 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Gayrimüslim diyarında Faiz hakkında pek çok hadis-i şerif vardır. Kur'an-ı kerimde Bekara suresi 275. âyet-i kerimesinde, (Alışverişin helal, faizin haram)olduğu bildirilmektedir. Ecnebi ülkelerde, müslümanların, gayrimüslimlere ödünç verip, onlardan faiz almalarının caiz olduğu Mülteka’da yazılıdır. Mecmaül enhür ve Dürer’deki hadis-i şerifte, gayrimüslim ülkelerde, müslümanların kâfirlerden faiz almalarının caiz olduğu bildirilmiştir. Bundan başka zaruret dışında faiz her yerde her zaman haramdır.(Cevhere)
Faiz yalnız İslam dininde değil, semavi dinlerin hepsinde haramdı.Fetava-i Hayriyyede buyuruluyor ki: (Zimmi [gayrimüslim] zimmiye elli lira ödünç verip, faizi ile birlikte ellibeş lira alsa, beş lirayı geri vermesi gerekir. Çünkü, faiz her dinde haramdır.)

Avrupa’da faiz meselesi Dâr-ül-harbde, müslümanın, kâfirlere ödünç vererek, onlardan faiz almasının caiz olduğu bütün kitaplarda yazılıdır. Dâr-ül-harbde, gayrimüslimlerin mallarını faiz, kumar, fâsid bey’ ile almak helaldir. Bu yollarla müslümanın zarar etmesi ise, helal değildir. (Redd-ül Muhtar)
İmam-ı a’zam ve imam-ı Muhammed, (Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz olmaz) buyurdu. (Mültekâ)
Dâr-ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül Muhtar, Redd-ül Muhtar) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de, (Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur) hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Fakat, mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir. Diyanet Ansiklopedisi’nin faiz maddesinde de böyle yazmaktadır. Dâr-ül-harbde, yalnız kâfirlerden faiz alan bir bankaya para yatıran bir müslümanın, bu paranın faizini alması helal olur. Bu bankadan ödünç para alıp faiz verenlerin hepsi müslüman ise, bankaya yatırılan paranın faizini almak haram olur. Bankadan para alıp faiz verenler, müslüman ve harbi kâfir karışık ise, o bankadan alınan faiz ve hizmet karşılığı alınan maaş mekruh olur. Müslüman müşterisi çok ise, harama yakın, harbi kâfir müşterisi çok ise, helale yakın mekruh olur. Meşihat-i islamiyyenin çıkardığı Ceride-i ilmiye kitabının 55. sayısının 1744. sayfasında yazılı fetvada da, (Dâr-ül-harbde kâfir bankasına para yatırıp, bankadan faiz almak, şer’an helal olur) buyuruluyor. Sigortacı ile Dâr-ül-harbde sözleşme yapmak ve vereceği paraları almak helal olur. (İbni Âbidin) Diyanet Ansiklopedisi’nde ise şöyle diyor: Ebu Hanife ve imam-ı Muhammed’e göre dâr-ül-harbde müslümanla harbi arasında faiz muamelesi caizdir. Aynı şekilde Hanefi mezhebine göre, fâsid kabul edilen alışveriş ve ticari muameleler, bahse girmek ve kumar oynamak da caizdir. Ancak müslümanın bu işlemlerden kazançlı çıkması şarttır. (Faiz maddesi s.121)
Bu vesikalardan da anlaşıldığı gibi, faiz almak caiz olan yerlerde, banka reklamı yapmak da caizdir. Üstelik bankalar, sadece faizli işlem yapmaz, fabrikalara, şirketlere hissedar olmak, bina yapıp satmak, alacaklıların senedini tahsil etmek, para havalesi yapmak gibi birçok faizsiz işlem de yapar. Böyle kazancı haram-helal karışık bir kimsenin verdiği hediyeyi almak, onunla alışveriş ve kira işlemleri yapmak caiz olur. (Hadika)
Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmek, yani bir nevi kumar oynamak da caizdir. Rum suresinde, (Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir) buyurulmaktadır. Müşriklere göre ise, bu, inanılacak şey değildi. Halbuki Allahü teâlânın vaadi mutlaka gerçekleşecekti. Hazret-i Ebu Bekir, sure-i celilenin inişinden sonra, müşriklere, (Bu galibiyet, sizi sevindirmesin. Birkaç yıl sonra Roma, Farsa mutlaka galip gelecektir) demişti. Müşrikler, (Bu birkaç yıl ne kadar zaman?) diye sordular. Üç yıl diye cevap verdi. Übeyy ibni Halef, (Yalan) diyerek, on deveye Hazret-i Ebu Bekir ile bahse tutuştu. Hazret-i Ebu Bekir, durumu Resul-i ekreme haber verdikleri zaman, Peygamber efendimiz, (Birkaç yıl, 3-9 yıl arası demektir. Deve adedini çoğalt ve müddeti de uzat) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir, Übeyy’i arayıp buldu. Übeyy, (Ne o, pişman mı oldun?) dedi. Hazret-i Ebu Bekir, (Hayır pişman olmadım. Seninle bahsi artıralım. Yüz deve yapalım. Müddeti de dokuz yıla çıkaralım) dedi. Übeyy, durumdan çok emindi. Romalıların hiçbir vakit, yeniden savaş edebileceklerine ihtimal vermediği için, (Peki yüz deve, dokuz yıl olsun) dedi. Dokuz yıl sonra, Bedir’de Müslümanlar, müşriklere Allahü teâlânın yardımı ile galip geldikleri sırada, Romalılar da Farslılarla, tekrar giriştikleri savaştan muzaffer olarak çıkmışlardı. Hazret-i Ebu Bekir bahsi kazanmıştı. Fakat develerini bizzat Übeyy’den isteyemedi. Übeyy, Uhud’da yaralanmış ve Mekke’ye dönüşünde ölmüştü. Develeri Übeyy’in vârislerinden aldı. Bu durum müşrikleri iyiden iyiye düşündürdü. İçlerinden birçoğu, müslümanlığı kabul etti. Böylece Kur’an-ı kerimin bir mucizesi daha meydana çıktı. (Medarik,Tibyan)
Mekke-i mükerreme, o zaman İslam ülkesi olmadığı ve Hazret-i Ebu Bekir’in kazanması garanti olduğu için bu bahis işi caiz görülmüştü. Bunun için İmam-ı a’zâm ile İmam-ı Muhammed’e göre, ribâ ve kumar gibi şeylere ait fâsid akidler, dâr-ül-harbde, müslümanlar ile kâfirler arasında caizdir, yapılabilir. (Mülteka)
Dâr-ül-harbde, kazanmak şartı ile bahse girmenin caiz olduğunu gösteren bir misal daha verelim: Meşhur bir pehlivan olan Rükâne, koyunlarının üçte birini bahse koyarak Peygamber efendimize güreş teklifinde bulundu. Resulullah efendimiz, defalarca Rükâne’yi yenip koyunların tamamını aldı. Sonra da ihsan ederek hepsini geri verdi. Rükâne müslüman oldu. (Mebsut, Mevahib-i ledünniyye, Şevahid-ün-nübüvve)


"Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”"

Bak iyi oku öğren...


Bizim onlar hakkında daha önce de açıklamalarımız vardı:
(Bakınız: Hakikat İle Dalâlet'I Bilmemiz Lâzım, İstanbul 1991 tarihli 5. baskısı)

HAKİKAT İLE DALÂLETİ BİLMEMİZ LÂZIM

Sual: “Süleymancılar doğru yolda mıdır?”
Cevap: Hayır.
Sual: “Doğru yolda olmadıkları nasıl bilinir?”
Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’ı tebliğ ettikleri, hakikata çağırdıkları topluluklara:
“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbine aittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)
Onlar topladıklarını zevk ve safâ yolunda süse ve lükse harcarlar.
İsraf ise haramdır.
Âyet-i kerime’de:
“Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” buyuruluyor. (A’raf: 31)
Talebeleri âlet ederek topladıklarını kendi arzuları istikametinde harcadıkları için, emanete hıyanet etmiş oluyorlar. Bu ise münafıklık alâmetidir.
Hadis-i şerif’te:
“Münafıklık alâmeti üçtür. Söylediği zaman yalan söyler, vâdederse sözünü yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.” buyurulmaktadır. (Buhârî-Müslim)

Sual: “Onlara yardımda bulunmak caiz midir?”
Cevap: Hayır.
Sual:“Niçin caiz değildir?”
Cevap: Hazret-i Allah ve Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- ile harp ettikleri için.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Fâsıka ihsan eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyuruyorlar. (Münavî)
Hatta tevbe edip rücu etmedikçe kız da alınıp verilmez.

Sual: “Şu halde daire-i saâdette midirler?”
Cevap: Hayır.
Sual: “Ne ile ispat edersiniz?”
Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.
Aslında hiçbir bölücünün daire-i İslâm’da olmadığını şu Âyet-i kerime’ler açıklamaktadır:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Hadis-i şerif’te ise:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruluyor. (Münâvî)
Bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere göre Hazret-i Allah kulluğuna, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğine kabul etmiyor. Nasıl daire-i İslâm’da olabilirler?
Allah-u Teâlâ bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir:
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)
“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.
Ve de ki: Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.
Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)
Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. Emr-i İlâhî çiğnendiği için, dinde ayrılık yapmanın suç ve cezası çok büyüktür.

Sual:“Süleymancıların lideri durumundaki Kemal Kacar’ın bir gazetede “Faiz alınabilir” şeklinde bir beyanı var.” (Bakınız: 7.12.1989 tarihli Tercüman Gazetesi)
Cevap: Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:
“Fâizi yemeyiniz!” (Âl-i İmran: 130)
“Fâiz yiyenler ‘Fâiz ticaret gibidir’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.
Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.
Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.” (Bakara: 275-276)
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

Fâizciler hakkında buyurulan hem lafzî hem de mânevî bu şiddetli tehditler, hemen hemen hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.
Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise fâizin her çeşidinin günahını otuzaltı zinâya eşit saymıştır.
Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)
“Fâiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele.” (Münâvî)
Hazret-i Allah’ın hükmü bu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emri de bu. Onların kitabı başka mı?
Kemal Kacar bu Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için, otomatikman küfre kaymıştır. Kendisi küfre kaydığı gibi, ona tâbi olanlar da küfür batağına kaymıştır.

Sual: “Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”

Cevap: Hayır. Burası İslâm diyârı olduğu için dâr-ül harp olamaz. Helâli helâl, haramı haram bilmek gerekir. Kimse helâli haram, haramı helâl yapamaz.

Dar-ül harp demekle Kur’an-ı kerim’in hükmünü kaldırmak istiyorlar. Madem ki dar-ül harp diyorlar, neden harp açmıyorlar? İslâm diyarıdır. Çünkü hükümet erkânı ve milletin çoğunluğu, elhamdülillah yüzde doksandokuzu müslümandır. O hâlde nasıl dar-ül harptir diyebiliriz? Temsil olarak Almanya’yı ele alalım. Bu kadar Müslüman Türk işçisi çalıştığı halde; İslâm diyarı mıdır? Küfür diyarı mıdır?

Elbette küfür diyarıdır. Niçin? Bütün hükümet erkânı ve milletin ekserisi gayr-ı müslim olduğu için. Burada haramı haram, helâli helâl bilmek gerekir. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı haramdır. Harama helâl demek küfürdür. Üstelik dar-ül harptir diyenler, bütün hükümet erkânına ve millete de küfür damgasını vuruyorlar da, şu Hadis-i şerif’in kapsamına girdiklerinin farkında bile değiller.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruyorlar. (Buharî)
Onlar yalnız kendilerini müslüman zannediyorlar ve her bölücü de bunu bahane ederek halkı kendine çekip-çevirmeye çalışıyor. Bu suretle din kardeşliğini, İslâm birliğini, güzel vatanımızı paramparça yapmak istiyorlar. Parçalamak isteyenleri değil suçlamak, elimizden gelse elini ve dilini uzatanları hemen men ederiz.
Biz bunu daha evvel de izah etmiştik. “Ben, hükümet Hazret-i Allah’ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Hükümeti medih ve müdafaa etmiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka davet ediyorum.”
Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bari kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır. (Müslim)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.
Nihayet o bize geldiği zaman der ki ‘Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen.” (Zuhruf: 36-37-38)
Gerçek mânâda bütün bu sözlerimiz, bilmeyerek bir bölücü grubun içine girip hakikat zannıyla çalışan temiz ve nezih kardeşlerimize izah ve ikna maksadıyla söylenmiştir.
Yarın huzur-u ilâhiye çıktıklarında büyük vebal altında kalıp şiddetli azap göreceklerinden, vicdanımızdan kopup gelen hislerimizi beyan ediyoruz.

Sual:O halde memleketimiz Dar-ül İslâm mıdır?
Cevap: Dar-ül İslâm’dır denilebilmesi için ilâhi hükümlerle hükmetmek şarttır. Bir hükümet erkânı bu hükümleri değiştirmeye ve azınlıkta olan küfürü savunanları kaldırmaya gücü yetmezse Dar-ül İslâm’dır denilemez. O halde nedir? Dar-ül harptir denilemediği gibi Dar-ül İslâm’dır da denilemez.
O halde ne yapmamız lâzım? Bunu bizzat Allah ve Resulü’nden öğrenelim.
Bir Hadis-i kudsi’de şöyle buyuruluyor:
“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.
Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.
Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, bedduâ etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)
Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.
Bir insanın kendini beğenmesi veya haset etmesi ilâhi emirleri dinlememek olacağından helâkine vesile olur. Halbuki Hazret-i Allah:
“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyurmuştur. (Mâide: 2)
O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken, bizim Allah ve Resulü’nde birleşmemiz mi daha hayırlıdır? Yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tâbi olup, paramparça olmamız mı? “Elbet birliktir” diyeceksiniz. O halde davet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için. Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Bir mümin diğer mümin kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” buyuruyorlar. (Münâvi)
Bir Ayet-i kerime’de de:
“Allah ve Resulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ve zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” buyurulmuştur. (Enfâl: 46)
Aslında fâiz alan, kumar oynayan, içki içen, tesettüre riayet etmeyen bir kadın, bunlar haramdır diyemez. Niçin? Kendisi yaptığı için.
Aslâ kimseye garaz ve düşmanlığımız yoktur. Sorulan sualleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle cevaplandırmak zorundayız.
Daha evvel de söylediğimiz gibi, biz Hazret-i Allah ve Resulü’nden mâdâ kimseden çekinmeyiz. Hüküm Hazret-i Allah ve Resulü’nündür. Mahlûkun da hiçbir hükmü yoktur, sözleri de muteber değildir.

Bölücüler gaye ve menfaatları uğruna halkı etraflarına toplayabilmek için, nefse cazip gelen şeyleri ortaya atarlar. Böylece Din-i Mübin’imizi paramparça yapıp zayıf düşürürler. Bunların cihadı İslâm dini’ni tahrip ve tahrif etmektir. Bunlar cep cihatçısıdır, cihadı ceplere açmışlardır.
Biri çıkar “Cuma kılınmaz!” der. Öbürü “Faiz alınabilir.” der. Diğeri “Zekâtı bize verin” diyerek fakirin kapısını kapatır. Öteki “Bugün hacc emiri olmadığı için yapılan hacc sahih değildir.” der. Bir başkası kumar oynar, kumarın câiz olduğunu söyler. Bir diğeri “İçki hakkında kesin âyet yoktur.” der. Kimi de tesettürün Kuran-ı kerim’de olmadığını iddia eder. Kimisi “Refahtan başka İslâm yok.” der. Kimisi “En büyük benim.” der, büyüklük taslar.
Ve buna mümasil Hazret-i Kur’an’ın birçok ahkâmını esasından çıkarmaya, içten içe yıkmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İnsanlar kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri, Rableri katında hükümsüzdür.
Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.” buyuruyor. (Şura:16)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şüphesiz bu ilim, (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer’i ve şer’i hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz.” (C. Sağir)
“Bir kimse ilmi olmadan Kur’an âyetlerine mânâ verirse cehennem ateşinden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)
“Kur’an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)
Bu gibi kimseler İslâm göründüklerinden, tahripleri dış düşmandan daha büyüktür ve daha tesirlidir.
Müminun Sûre-i şerif’inin 53. ve 54. Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere süleymancıların bu gibi yanlış fikirleri kendi kitaplarına göredir. Bunlar Ahkâm-ı İlâhî’yi hükümsüz hale getirmeye çalışıyorlar, kendi hükümlerini Ahkâm-ı İlâhî yerine koymak istiyorlar. Buna rağmen hiç kimseden de tepki yok. Bunun içindir ki cidden büyük bir gadab-ı ilâhî’ye uğramaktan korkuyoruz.
Kurtuluşu arayanlar Hazret-i Allah ve Resulü’nün emirlerine dikkat etsinler. Zira yetmişüç fırka olduğuna göre, o bir fırkayı bulmak gerçekten kolay değil.

Süleymancılar Adapazarı’ndan iki kardeşe “Biz imamız, içtihadımız var, cevap vereceğiz.” demişler. Onlar da “O ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i esas tutar, lâfa itibar etmez. Böyle bir deliliniz varsa cevap verin.” karşılığını vermişler.
Onlara deyin ki; bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ’ya âittir, mahlûkun hükmü yoktur.

Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)
“Doğrusu birçokları bilmeden hevâ ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’am: 119)
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız.” (Secde: 22)
Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’lerine karşı gelmek fakihlik değil fâsıklıktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Gerçekten herşeyin bir esâsı vardır. Bu din-i mübinin esası ise fıkıh ilmidir. Binaenaleyh ahkâma bağlı bir fakihin vücudu, şeytan için bin âbidin vücudundan ağırdır.” (Tirmizi)
“Allah-u Teâlâ bir kimsenin hayrını murad ederse, o kimseyi dini meselelerde âlim eder.” (Buharî)
“Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını ulemâ ve fukahâdan öğrenmek her bir müslümana farzdır.” (Münavî)
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:
“Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu bir hakikat olarak kabul ediniz. O’nun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesnâ. Çünkü harp hiledir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den kulağımla duydum şöyle buyurdular:
“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebliğatından, Âyet ve Hadis’ten bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.
Siz onlara nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Zira bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1472)
Ebû Said-i Hudri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)
Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar, okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buhârî-Tecrid-i Sarih: 1783)
Zan, nam, makam ve menfaate taptıkları için dinden kaymışlardır.
İşte bu Hadis-i şerif’ler “Âlimim” diye, “Fakihim” diye geçinen bu gibi fâsıklar hakkındadır.
Bir Âyet-i kerime’de de:
“Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” buyuruluyor. (En’am: 91)
Siz gerçekten süleymancılığı bırakıp hidayete mazhar mı olmak istiyorsunuz, yoksa Allah-u Teâlâ’nın buyurduğu gibi dalâlet batağında yüzmek mi istiyorsunuz?
Umarım bu kadar açık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerden sonra şuurlu bir müslüman süleymancı olamaz.
Kendilerini haklı zannediyorlarsa, her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e cevap vermek zorundalar. Nasıl ki biz Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle onları tenvir ediyorsak...
Doğru ise kabul edip hidayete ersinler, değilse cevap versinler. Fakat asla lâf kabul etmeyiz.
Bu bölücüler Müminun sûresi 53. Âyet-i kerime’si mucibince kendi kitaplarına dayanarak Hazret-i Allah’ın âyetlerine cevap vermekle Hazret-i Allah ve Resulü’ne karşı mı çıkacaklar? Yoksa dinden kaydıklarını kabul mü edecekler?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların imanlarını artırır ve yalnız Rabblerine tevekkül ederler.” buyuruyor. (Enfâl: 2)
Neden bunların kalpleri titremek şöyle dursun, kılları kıpırdamıyor? Ruhları öldüğü için... Ruhları öldü, işleri bitti. Artık onlar duymazlar.
Biz sadece Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a ücretsiz davet edenlerdeniz. Hiç kimseye garazımız, düşmanlığımız olmadığını söyleriz. Fakat kimsenin küfrüne rıza gösterenlerden de değiliz. Eğer bu müdahalemiz olmasaydı, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hafife alanlar gibi olurduk.
Ey halk! Siz susuyorsunuz. Amma küfre rızâ gösterdiğinizin farkında bile değilsiniz. Acaba bu vebâlin altından nasıl kurtulacaksınız?
•••
Sık sık sorulan bir sual var. “Müslüman olan küfürle itham edilebilir mi?”
Cevap:
Allah-u Teâlâ Müminun Sûresi 52-56’ncı, En’am Sûresi 159’uncu, Şurâ Sûresi 14’üncü Âyet-i kerime’leri ile kulluğuna; Resulullah Aleyhisselâm “Ayrılık yapan bizden değildir.” Hadis-i şerif’i ile ümmetliğine kabul etmediği halde, siz bu bölücüleri bize kabul ettirmeye mi çalışıyorsunuz?
Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân etmiş olan bu fâsıklar hakkında bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif var iken, hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i yersiz buldunuz ki, bunu soruyorsunuz? Bütün bunları hafife alıyorsunuz. Veyahut bu Âyet-i kerime’lere imanınız yok mu?
Oysa Âyet-i kerime’de:
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” buyuruluyor. (A’raf: 54)
Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hepsi kâfir olurlar. Onlar ise bunca Âyet-i kerime’lere karşı çıkıyorlar da hâlâ İslâm gözü ile bakıyorsunuz.
Doğrusu büyük bir gaflet! Yetmişüç fırkadan yetmişikisi cehenneme böyle gidecek.

Kemal Kacar’dan 6 sayfalık cevap gelmiş. Hangi Âyet-i kerime’ye cevap veriyor? Hiçbir Âyet-i kerime yok.

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin; Dinim İslâm, Kitabım Hazret-i Kuran, Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm’dır. Eğer o da müslümansa Hazret-i Kur’an’la ve Hadis-i şerif’le cevap versin.

Biz süleymancılık kitabına inananlardan değiliz. Hazret-i Allah ve Peygamber Aleyhisselâm’ın kitabına iman ettiğim için bütün beyanlarım Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’tir. "

http://www.hakikat.com/nur/risaleler/suleym/sul7.html


 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir



HAKİKAT İLE DALÂLETİ BİLMEMİZ LÂZIM

Sual: “Süleymancılar doğru yolda mıdır?”
Cevap: Hayır.
Sual: “Doğru yolda olmadıkları nasıl bilinir?”
Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.





Senin öngüt arapça bile bilmiyorken siz onu müçtehid gözüyle görüyorsunuz.

Senin öngütün önce hangi mezhepten olduğunu bize söyle.

Siz ayet ve hadislerden hüküm çıkaracak durumda değilsiniz. Siz mukallid olmak zorundasınız. Eğer ehli sünnetiz diyorsanız.

Çok cahilsiniz çok...
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Senin öngüt arapça bile bilmiyorken siz onu müçtehid gözüyle görüyorsunuz.

Senin öngütün önce hangi mezhepten olduğunu bize söyle.

Siz ayet ve hadislerden hüküm çıkaracak durumda değilsiniz. Siz mukallid olmak zorundasınız. Eğer ehli sünnetiz diyorsanız.

Çok cahilsiniz çok...
Hiç unutmuyorum,
Hatem-i Veli Ömer ÖNGÜT (K.S.)'lerinden bahsederken, LAFONS araya girip, arapça bile bilmiyor, okul okumuşluğu olmayan ayakkabı tamircisi diye küçümsemişti...
Aslında küçümseyerek hem kendi cehaletini ortaya döktü, hem de mekkeli müşriklerin aynı yaptığı tarz ve sözler ile alaya aldı... (Onlarda Alemlerin gurur ve süruru Peygamber Efendimizi "peygamberlik gele gele bir çobana mı geldi" diye alaya alırlardı)

* Doğru hiçbir zahiri ilmi yok amma batıni ve leduni ilmi ile dolu eserleri bugün dünyanın dört bir yanına dağılıyor...
* Doğru ayakkabı tamircisi, yıllarca el emeği ile çalışmış, çalışamayacak yaşa gelince de kenara biriktirdiği kadarı ile geçimini sağlamış, kimileri gibi kendini HALK'a değil, HAKK'a bağlamış...Ne zekata göz dikmiş, ne de ilmi ile dünyalık peşinde koşmuş...


Bakın bu gerçekliği,
Şeyh-ül EKBER Muhyiddin Hazretleri 800 sene evvelden nasıl izah etmişti..

Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Fusûsu'l-Hikem" adlı eserinde Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın rûhî yapısına temas ederek şöyle buyurmuştur:
"Hâtemü'l-evliyâ her ne kadar unsurî olan terkîbi cihetinden bunu bilmezse de, hakikat ve mertebesi bakımından bunun hepsini bilir.
Şu hâle göre Hâtemü'l-evliyâ hakikat ve derecesi itibâriyle âlim, cismânî ve unsurî benliği itibâriyle câhildir. Demek oluyor ki asıl olan varlık birbirine benzemeyen sıfatlarla vasıflanmayı kabul ettiği gibi, Hâtemü'l-evliya da birbirine zıt sıfatlar takınmayı kabul eder. Celîl ve Cemîl, Zâhir ve Bâtın, Evvel ve Âhir gibi. Halbuki o kendi nefsinin aynıdır, kendisinden başka değildir. Fakat o hem bilir, hem bilmez; hem anlar, hem anlamaz; hem görür, hem görmez."
("Fusûsu'l-Hikem ve't-Ta'likat aleyhi", s. 65-66. Ebu'l-Ala Afifi'nin ta'lik ve tahkîkiyle. Beyrut, 1946)

Yaaa....
Görmek isteyene herşey açık,
amma nefis de şeytan da icraatını yapacak ki imtihan olunsun...

Esasen Evliyâullah Hazerâtının birçoğu "Hâtemü'l-evliyâ"yı haber verdikleri gibi, onu inkâr eden inkârcıları da haber vermişlerdir:
"Hatmü'l-evliyâ üzerine inkârın çok ve fazla oluşu, tam mazhar oluşundandır."

(İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri,
"Kitabu'n-Netice")





Mezheplerin Ortaya Çıkışı
http://www.ihvanforum.org/showthread.php?153371-Mezheplerin-Ortaya-Çıkışı&highlight=

Sadır İlmi Satır İlmi
"...Sadır ilmi bâtınîdir, satır ilmi zâhirîdir.

Sadır ilmi hususidir, satır ilmi umumidir.

Sadır ilmi hallere mahsustur, satır ilmi fiillere mahsustur.

Sadır ilmi murakaba içindir, satır ilmi muamele içindir.

Sadır ilmi burhan ilmidir, satır ilmi beyan ilmidir.

Sadır ilmi hidayet ilmidir, satır ilmi rivayet ilmidir.

Sadır ilmi o bilgiyle hakikatte O’na O’ndan başka bir delil olmadığını bilmektir, satır ilmi ise Allah-u Teâlâ’nın kâinattaki sanatını görmektir.

Zâhir ehli; ilim okur, okutmak için okur. Okudukça büyür, kendisini dev gibi görür.

Bâtın ehli; okur, okudukça küçülür, küçüldükçe küçülür.

Birisi halk için okur, birisi Hakk için okur. Birisi halktan ücret alır, birisi Hakk’tan ücret alır.

Birisi kendini görür Hakk’ı görmez, birisi Hakk’ı görür kendini görmez. "
http://www.hakikat.com/dergi/118/bsyz11803.html

HERKEZ YAPTIKLARININ HESABINI GÖRÜCEKTİR.ALLAH HESAP SORUCU OLARAK YETER.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Mezheplerin Ortaya Çıkışı



Sadır İlmi Satır İlmi
"...Sadır ilmi bâtınîdir, satır ilmi zâhirîdir.

Sadır ilmi hususidir, satır ilmi umumidir.

Sadır ilmi hallere mahsustur, satır ilmi fiillere mahsustur.

Sadır ilmi murakaba içindir, satır ilmi muamele içindir.

Sadır ilmi burhan ilmidir, satır ilmi beyan ilmidir.

Sadır ilmi hidayet ilmidir, satır ilmi rivayet ilmidir.

Sadır ilmi o bilgiyle hakikatte O’na O’ndan başka bir delil olmadığını bilmektir, satır ilmi ise Allah-u Teâlâ’nın kâinattaki sanatını görmektir.

Zâhir ehli; ilim okur, okutmak için okur. Okudukça büyür, kendisini dev gibi görür.

Bâtın ehli; okur, okudukça küçülür, küçüldükçe küçülür.

Birisi halk için okur, birisi Hakk için okur. Birisi halktan ücret alır, birisi Hakk’tan ücret alır.

Birisi kendini görür Hakk’ı görmez, birisi Hakk’ı görür kendini görmez. "
http://www.hakikat.com/dergi/118/bsyz11803.html

HERKEZ YAPTIKLARININ HESABINI GÖRÜCEKTİR.ALLAH HESAP SORUCU OLARAK YETER.

Hah şöyleeee, öngütün mezhepsiz olduğunu çünkü sizce öngütün bizzat sadır ilmi sahibi olduğunu kabul ettin.


Arapça bilmeyen, eline kağıt tutuşturulup, kağıttan okuyan bir sadır ilim sahibi.


Memlekette sizin gibi saflar olmasa bunlar 18 yaşında kızla nasıl evlenirdi?
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Bu sözü dedin de senin daha önce yazin aklima geldi sana o zaman bunu bir soracaktim ve bir nasib olmadi.

Öngüt birgün rüya görmüş, sabah müridini yanına çağırmış, senin kızı rüyamda bana nikahladılar demiş, mürd de teslimiyyet gösterip 18 yaşındaki kızını 80 yaşındaki öngüte nikahlamış..

19413.jpg



Dünyayı elinin tersiyle iktirmiş, sadır ilmi sahibi öngüt...


Öngütün gözlerinden biri kalk gidelim diyor öbürü otur yerine diyor...
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
senin öngüt arapça bile bilmiyorken siz onu müçtehid gözüyle görüyorsunuz.

Senin öngütün önce hangi mezhepten olduğunu bize söyle.

Siz ayet ve hadislerden hüküm çıkaracak durumda değilsiniz. Siz mukallid olmak zorundasınız. Eğer ehli sünnetiz diyorsanız.

çok cahilsiniz çok...
hakkaten doğru ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri yaziyorlar yorumluyorlar ehli sünnet alimlerinin kitaplarindan nakletmiyorlar
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
Senin öngüt arapça bile bilmiyorken siz onu müçtehid gözüyle görüyorsunuz.

Senin öngütün önce hangi mezhepten olduğunu bize söyle.

Siz ayet ve hadislerden hüküm çıkaracak durumda değilsiniz. Siz mukallid olmak zorundasınız. Eğer ehli sünnetiz diyorsanız.

Çok cahilsiniz çok...
AYNEN BİZ mukallidİZ ayeti kerimelerin muhattabı peygamber efendimiz hadisi şeriflerin muhattabı eshabı kiram ve müctehid alimlerdir
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Hah şöyleeee, öngütün mezhepsiz olduğunu çünkü sizce öngütün bizzat sadır ilmi sahibi olduğunu kabul ettin.


Arapça bilmeyen, eline kağıt tutuşturulup, kağıttan okuyan bir sadır ilim sahibi.


Memlekette sizin gibi saflar olmasa bunlar 18 yaşında kızla nasıl evlenirdi?

Bu kişiye cevap vermeye bile değmez.
Cahilce sözlerine zaten herkez alıştı.

Mezhepsiz demiş iftira atıyor.Zannına uyuyor işine geldiği gibi anlıyor.


Mezheplerin Ortaya Çıkışı
http://www.ihvanforum.org/showthread.php?153371-Mezheplerin-Ortaya-Çıkışı&highlight=
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
Öngüt birgün rüya görmüş, sabah müridini yanına çağırmış,senin kızı rüyamda bana nikahladılar demiş,mürd de teslimiyyet gösterip 18 yaşındaki kızını 80 yaşındaki öngüte nikahlamış.Dünyayı elinin tersiyle iktirmiş, sadır ilmi sahibi öngüt.Öngütün gözlerinden biri kalk gidelim diyor öbürü otur yerine diyor.
Bende o gün sok olmustum bu yazidan ve sanada soracaktim bu nasil olur diye.

Ben oysa ki arasindaki bu yas farkini bu Kadar bilmiyordum.

Daha önce senin yazina bakmis ve kendi kendime demistim ki muridinin 40 gibi olsa onun da kizi 20 gibi olur ve kendiside 60 yasinda olsa arada olur 40 yas gibi ve bu yas da ayni zamanda onun bir dedisi gibi bir yas da oldugu bize gösterir diye diyecektim.

Lafons7275 nin dedigine bakarsam.

80 e 18 aradaki yas farki böyle ise olur 62 yas.
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
Sadir nedir bilmiyorum ve de bu konuda bir cahilim.

Bunu bir arastirayim elimdeki olandan ilkönce biiznillah.
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
SADIR : Sudur eden, cikan, meydana gelen.
(Osmanlica- Türkce Ansiklopedik Büyük Lügat Sf.844/Heyet)
 

ALI25

Kıdemli Üye
Katılım
9 Nis 2015
Mesajlar
7,509
Tepkime puanı
106
Puanları
0
Konum
Almanya
Sadir sözüne bakarsak: Ömer Öngüt, sudur eden, cikan, meydana gelen.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Bir kişinin beyanıyla bütün Süleymancıları tekfir etmek hangi dinde var?

Vallahi kendinize yazık ediyor, büyük vebal yükleniyorsunuz?
@Ebu Computer
“Hacı Süleyman Efendi’ye hatem-ül evliya derler. Kendilerinin irfan ve mehdi ordusu olduklarını, Hacı Süleyman Efendi’ye rabıta yapanın doğrudan doğruya cennetlik, sırlarını dışarıya çıkaranların katli vacip, iftira, hakaret, yalan söylemenin helal olduğunu söylerler. Sırrı söyleyen dinden çıkar, kâfir olur, manevi darbeyi yer. Gökten atılanın bir parçası belki bulunursa da, bizim sırrımızı söyleyenin dünyada ve ahirette bir parçası dahi bulunmaz, derler. Hacı Süleyman Efendi’nin mehdi olduğuna kati delille inanırlar.” (Kısaltılmıştır. Vesikalarla süleymancılığın içyüzü, sh: 33, “Ben bir Süleymancı idim” isimli kitaba da bakılabilir.)

Bunlardan ayrılanlara asla sözümüz yoktur. Onlar küfre sapanlardan değildir. Küfürlerine rızâ göstermedikleri için onlardan ayrıldılar ve inşaallah imanlarını kurtardılar.

Bu sözlerimiz ancak gasp edici, soyguncu ve dilenci olanlara, süleymancılık dinine tapanlara âittir.

Nitekim Süleyman Efendi’nin yakın talebelerinden olan Hüseyin Kaplan Hoca onlardan ayrılmıştır. Yaptığı beyanlarda Süleyman Efendi’nin vefatından sonra, damadı Kemal Kacar’ın kendisini öne çıkartmak için bir takım saptırmalar yaptığını, peşinden gidenlerin makam, mevki, maddî menfaat ve garaz peşinde olduklarını söylemiştir. (5. 3. 1988)
Hilmi Türkmen ise şunları söylüyor:
“Diyorlar ki Kemal Kacar imamdır, onu tanımayan câhil olarak ölür. İşte bu tamamen sapıklıktır.
Kemal Kacar’a emirül-müminiyye diyorlar. Yani yalnız Türkiye’deki değil, ne kadar müslüman varsa bunların hepsinin başı mânâsına. Bu tâbir, bir art niyeti ortaya koymaktadır.
Hocamız Süleyman Efendi’ye Mehdi-resul diyorlar. Biz kesinlikle kendi ağzından böyle bir şey duymadık. Yeni çıktı bunlar. Sebebi de şu: Kemâl Kacar’a İsâ’lık kapısını açabilmek için, Mehdi-resul, yani Süleyman Efendi geldi, ondan sonra da arkasında İsâ olarak Kemal Kacar geldi...”
“Maddi çıkar sağlayanlar vardır. Bir misâl vereyim. Bir insan düşünün: Ticaret yapmaz, ziraat yapmaz, devletten maaş almaz. Anası babası fakirdir, ölmüşse miras kalmamıştır, ölmemişse bir şeyi yoktur. Amma bu adam devamlı mal artırmakta, zengin olmaktadır. Eğer böyle bir kimse, yetkilisi olarak başında bulunduğu bölgede bir şey almıyorsa, nasıl zengin olabilir? Kendisine sorulduğu zaman cevabı hazırdır. ‘Efendim Allah veriyor!’ Tabii ki bu işin kaçamak yönü, uydurma yönü...”
“Telkin etmiş oldukları dinen sakat olan, Kuran’a ve Hadis’e uymayan fikirleri, kesinlikle dışarıya açıklamazlar. Kabule müsait olmayan kimseye katiyen söylemezler. Bu bir gizliliktir. Çünkü bilinmiş olsa, buna karşı geçilecektir.” (5. 3. 1988)
Yine bu ayrılanlardan Vahid Garib, Kemal Kacar grubuna yazdığı altı sayfalık mektubunda ezcümle şöyle söylüyor:
“Bunlar bazı meselelerde İslâm’ın dışına çıkmışlardır. Bu derece İslâm’ın ve ehl-i sünnetin dışına çıkmış insanlarla İslâm’a ve ehl-i sünnete hizmet etmek, elbette ki mümkün değildir. Mâturidî ile Eş’arî mezhepleri arasında onüç meselede ihtilâf vardır, bu ihtilafların hiç birisi İslâm ve ehl-i sünnet dışı değildir. Buna rağmen ayrı birer mezhep olmuşlardır. Bu duruma göre bunlar mensubu bulunduğumuz ehl-i sünnet mezhebinden çıkmışlardır. Yeni mezheplerinin ismi ya henüz konmamıştır, veya kondu da biz duymadık, veyahut ileride millet tarafından konacaktır.”
Vahid Garib mektubunda sapma ve saçmalardan misaller veriyor:
“Şeriat Kemal Kacar abimizin emrine verildi, o ne yaparsa haktır.”
“Peygamberler hakkında bilinmesi vâcip olan sıfatlar vardır. Sıdk, emanet, fetanet, tebliğ, ismet. Bunların hepsi Kemal Kacar abimizde mevcuttur, abimiz için de geçerlidir.” (Mehmet Yufkayürek - Köln)
“Kemal Kacar abimiz Hazret-i üstadımızı bulmakla şereflenmedi, Hazretimiz onu kendine damat edinmekle şereflendi.” (Hüsnü Yılmaz)
“Kemal Kacar abimiz gelmiş geçmiş velilerin en büyüğüdür. Hatta Ebu Bekir Sıddık’tan daha büyüktür.” (Namık Hoca)
“Arkadaşlar! Kemal Kacar abimiz emirül-mümindir, halifedir. İtaat vaciptir, itaat etmeyen kâfirdir.” (M. Emin Hoca, Emekli Müftü)
“Dünyada vuku bulan hadiselerin hepsi zamanın sahibinden izin almadan meydana gelmezler. Bir yaprak dahi Kemal Kacar abiden izinsiz yere düşmez.” (Abdurrahman Akgül, Köln)
“Kemal Kacar abinin izin vermediği hizmetleri Allah kabul etmez.”
“Kemal Kacar abimiz ayda iki defa bütün peygamberlerin ruhuna, bir defa da meleklerin ruhuna başkanlık etmektedir.” (Hüseyin Karaosmanoğlu, İzmit)

“Bu bolluk Hazret-i üstazın hürmetinedir. Nereden ve nasıl eline geçirebilirsen yiyebilirsin, helâldir.” (Halit Aydemir, Bolu)
“Yahudi ve Hıristiyanlara selâm verilir, Kemal Kacar abiyi sevmeyenlere selâm verilmez.”
“Secdede iken Kemal Kacar abimizi hatırınıza getiriniz ki feyziniz artsın.” (Hasan Arıkan, Trabzon)
İsim isim bu sözlerinden anlaşılıyor ki, süleymancılar bu kıpkızıl küfre kayıp, küfrünü ilân edeni putlaştırmışlar ve hâşâ Allahlaştırmışlar.

Biz size dememiş miydik “O da küfrünü ilân etmiştir, ona uyanlar da küfrünü ilân etmiştir.” diye.
Vicdanınızla bu sözleri inceleyin, siz de kararınızı verin!



http://www.hakikat.com/nur/risaleler/suleym/sul6.html
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Sadir nedir bilmiyorum ve de bu konuda bir cahilim.

Bunu bir arastirayim elimdeki olandan ilkönce biiznillah.

Sadır İlmi Satır İlmi:

Bir zâhirî hoca vardır, öğretmeye “Elif”ten başlar. Kişi günâ gün öğrenir. Daha derin hoca vardır, ilimden öğretir. Açıklayabildiği kadar Âyet-i kerime’leri açıklar. Hadis-i şerif’leri izah edebildiği kadar izah eder, en güzelini öğretmeye çalışır. Fakat bu öğrettiği şey satırdan alınmıştır. Satırdan aldığını nakletmeye çalışır.
Bir de Allah-u Teâlâ’nın öğrettikleri vardır. Allah-u Teâlâ’nın talebeleri sadırdan alır. Allah-u Teâlâ an be an yeni tecelliyatlarda bulunur. Nurunu kalbine akıtması ve nakşetmesiyle gizli sırlara muttali olur. Kalbindeki esrarı kitaba döktüğü zaman herkes hayret eder. Çünkü halk satır ilmini biliyor, bu ilim ise sadırdan çıktı. Satırın muallimi benî beşer, sadırın muallimi ise Allah-u Teâlâ’dır.
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez.” (Fâtır: 14)
Sana hakikatı bildirecek olan, her şeyden kemâliyle haberdar olan zât-ı kibriyâ’dır, diğer haber verenler değil.
Kime akıtırsa bu ilim onda bulunur. Hangi hazineye ne kadar cevher kondu ise, o kadar cevher olur. Fakat o cevher hazineye âit değildir. Koyana âittir.
Çeşmeden su akar, fakat o su çeşmeye ait değildir. Su kesildiği zaman çeşmeden hiçbir şey akmaz.
İlim ikidir: Sadır ilmi, satır ilmi.
Satır ilmi duymakla, okumakla öğrenilir, medreselerde tahsil edilir. Bu ilim sahipleri şeriatın zâhirine vâristirler. Şeriat ahkâmını tâlim ederler. Hakk’a vâsıl olmak bu ahkâmın tatbik edilmesine bağlıdır. Ahkâma uymayan her türlü çalışma ve ibadet nâkıstır. Bunun için çok mühimdir.
Sadır ilmi Allah-u Teâlâ’nın kalbe koyduğu ilimdir. Buna “Marifetullah ilmi” de denir. Marifetullah ehli bu gayeye ulaşmış ve bu faydalı olan marifetullah ilmine vâkıf olmuşlardır. Hem zâhirî hem bâtınî misal âlemine uçabilmek için çift kanatlı kuş mesabesinde olmuşlardır.
Sadır ilmi bâtınîdir, satır ilmi zâhirîdir.
Sadır ilmi hususidir, satır ilmi umumidir.
Sadır ilmi hallere mahsustur, satır ilmi fiillere mahsustur.
Sadır ilmi murakaba içindir, satır ilmi muamele içindir.
Sadır ilmi burhan ilmidir, satır ilmi beyan ilmidir.
Sadır ilmi hidayet ilmidir, satır ilmi rivayet ilmidir.
Sadır ilmi o bilgiyle hakikatte O’na O’ndan başka bir delil olmadığını bilmektir, satır ilmi ise Allah-u Teâlâ’nın kâinattaki sanatını görmektir.
Zâhir ehli; ilim okur, okutmak için okur. Okudukça büyür, kendisini dev gibi görür.
Bâtın ehli; okur, okudukça küçülür, küçüldükçe küçülür.
Birisi halk için okur, birisi Hakk için okur. Birisi halktan ücret alır, birisi Hakk’tan ücret alır.
Birisi kendini görür Hakk’ı görmez, birisi Hakk’ı görür kendini görmez.

Bir temsil: Zâhirî ilim yumurtanın dış kabuğudur, kabuk olmazsa yumurtanın hükmü olmaz. Tarikat ilmi beyazıdır, bu ilmi elde etmek için kabuktan içeriye intikal etmek gerekiyor. Hakikat ilmi sarısıdır, daha da ileriye nüfuz edilerek elde edilir. Civcivin çıkması ise marifetullahtır, civciv çıkınca kabuk atılır, artık yumurtadan eser kalmaz. Kudsî ruh ile desteklenmiş olanlar marifetullaha nâil olduğu zaman ene kabuğunu deler, hiç olduğunu anlar, misal âlemine uçar.
Fenâfişşeyh tahsili esnasında birçok tecellilere mazhar olunur. Kişi bu tecelliyatlara mazhar olurken her şeyi bildiğini zanneder. Fenâfirrasul tahsiline geçtiği zaman hakikata ulaşır ve hiçbir şey bilmediğini burada öğrenir. Yumurta bir süre sıcakta kalıp, civcivin kabuğu delip çıktığı gibi; Fenâfillâh’a da geçtiği zaman vücut varlığını deler, yol bulur. Kudsî ruh ile desteklenen kimseler Lâhut âlemine kadar çıkar. Kabuk değersiz bir hiç olduğu gibi; o anda artık kendi varlığının hükümsüz ve bir kabuktan ibaret olduğunu, her şeyin O’nun ve O’ndan olduğunu gözü ile görür. Bu tahsilde hiç olduğunu öğrenir, var olan Allah-u Teâlâ insanda tecelli eder. Fakat bunu gören dünya yüzünde kaç kişidir?
Zâhirde iken insan hep bildiğini söyler, hakikata geçince içeriye nüfuz eder, hiçbir şey bilmediğini itiraf eder. Marifetullah’a geçmesi ile de hiçbir şey olmadığını bilir. Çünkü kurbiyet ve sıddıkiyete nâil olmuş olur.
Kabuk da O’nundur, yani zâhirî ilim de Allah-u Teâlâ’nın bir ihsanıdır, beyazı da O’nun ihsanıdır, sarısı da O’nun ihsanıdır. Civcivin çıkması da, mârifetullah ilmi de O’nun lütf-u ihsanıdır.
Aslında var olan Allah’tır. Var’ı bulunca varlık ifnâ olur, kişi hiç olduğunu öğrenir.
Zâhirde olanların ilmi satır ilmidir, halktan alır. Yani satırdan okumakla, bir hoca tarafından öğretilmekle alır.
Nasıl ki bin inşaat mühendisi bir araya gelse, bir doktorun işini yapamaz. Neden yapamaz? Branşları, tahsilleri ayrı olduğu için, birinin ilmini diğeri bilmez. Bu da böyledir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve anlayışlı kulaklar onu anlasın diye.” (Hâkka: 12)
Nice insanlar vardır ki, işitmesi de işitmemesi de birdir. İşittikleri sadece kulağında kalır, kalbine inmez, bunun için de duymamış gibi olur. Çünkü duymak başka, işitmek başkadır. Duyan kalp, işiten kulaktır.

Bâtınî ilim ilham vasıtası ile, Allah-u Teâlâ’nın nuru kalbe akıtması ve dilediğini duyurması ile husule gelir. Zâhirî yani dış ilimlerle iç âlemi bilmek mümkün değildir.
“Âlimler peygamberlerin varisleridir.” (Buharî)

Hadis-i şerif’i dikkatle incelendiği zaman bu hakikat açıkça görülür.
Nübüvvetin üstünde hiçbir rütbe olmayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük şeref tasavvur edilemez.
Hiçbir peygamberin ümmeti vâris-i enbiyâ mertebesine nâil olamamıştır. Bu vazife ancak Ümmet-i Muhammed’e tevdi ve ihsan buyurulmuştur.
Onlar vâris-i enbiyadır. Onlara “Vâris-i enbiya” denir.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Cenâb-ı Hakk benim göğsüme ne döktüyse, ben de onu olduğu gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.” (Risâle-i Es’adiyye)
Kalpten kalbe dökülen ilâhi emanetullah kıyamete kadar devam eder. İşte bütün bu sır buradan geliyor, bütün esrar, bütün gizlilik bu noktadan doğuyor.

Zâhirî ilmin çeşitleri çoktur. Bâtınî ilimlerinki ondan da çoktur. İlm-i iman, ilm-i İslâm, ilm-i ihsan, ilm-i tevbe, ilm-i zühd, ilm-i verâ, ilm-i takvâ, ilm-i ahlâk, ilm-i mârifet-i nefs, ilm-i mârifet-i kalp, ilm-i tezkiye-i nefs, ilm-i tasfiye-i kalp, ilm-i mükâşefat, ilm-i tevhid, ilm-i tecelli-i sıfat, ilm-i tecelli-i zât, ilm-i makamat, ilm-i vusûl, ilm-i fenâ, ilm-i bekâ, ilm-i sekr, ilm-i sahv, ilm-i mârifet ve benzeri ilimler.
Âlimler üç taifedirler: Bir taifesi zâhirî ilmi bilirler. İkincisi bâtınî ilmi bilirler. Üçüncüsü hem zâhirî ilmi bilirler hem de bâtınî ilmi bilirler. Bu üçüncüsünden çok azdır.
Fakir onları tarif ederken;
“Sehm-i nübüvvete vâris olanlar”
“Sehm-i velâyete vâris olanlar”
“Hem sehm-i nübüvvete hem de sehm-i velâyete vâris olanlar” olarak belirtmişizdir.
Adı üstünde vâris, çalışmakla elde edilen bir şey değil. Allah-u Teâlâ doğrudan doğruya nuru kalbine yazmış, Kudsî ruh ile desteklemiş, Resulullah Aleyhisselâm’ın emanetini ona boşaltmıştır. Bütün sırlar bu noktada toplanıyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar.
“Az bir tevfik, birçok ilimden hayırlıdır.” (Deylemi)
Hâtem-ül Enbiyâ -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizden sonra vahiy kesilmiş, ilham kapısı ise açık kalmıştır. Din, kıyamete kadar bâkidir. İnsanların yeni bir dine ihtiyaçları yoktur. Fakat zamanla vesveselere dalıp arzu ve heveslere kapıldıkları için, hakikatı hatırlatmaya, ruhlarını kuvvetlendirmeye ihtiyaçları vardır.
Marifetullah ancak tasavvuf yoluyla, ruhi zevk ile husule gelir. Diğer bilgilerle hâsıl olmaz. Daha doğrusu Allah vergisidir, bir lütf-u ihsandır.
“Bu Allah’ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.” (Cuma: 4)
Tasavvufun gayesi içi tahliye etmek ve temizlemektir.
http://www.hakikat.com/dergi/118/bsyz11803.html
 
Üst