Saİd Nursİ Hata Yapar Mi ?

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Asil Çaresİzlİk Şeyhİnİ Yalanlamaktir!

"Efendimiz: “Bendeniz Kelami dergahında hizmet ederken Bediüzzaman hazretleri başında poşusu, belinde silahıyla, efevari bir kıyafetle ziyarete gelirdi. Bediüzzaman hazretleri o zaman gençti. Esad efendimize sorular sorardı. Cevabını alınca “Allahü ekber” der, hemen ayağa kalkardı. Esad efendi’den Kadiri dersi aldı. Bir defasında Bediüzzzaman gittikten sonra, Esad efendi “Bu genç,gençlere hizmetle görevli. İstikbalde gençlere iman davasında çok büyük hizmetler yapacak.Ama hala kendisi bunu bilmiyor, kendisine söylenmedi” dedi.Altınoluk-204/11

Erbilli Esad Efendi'yi ve Ramazanoğlu Üstadını yalanlayabildiğine göre bayağı güçlüsün.Tarikat silsilesini aşıp hakikat silsilesine varmışsın.Şeyhin falan seni ilgilendirmiyor.Yoksa postta sen oturuyorsunda haberimiz mi yok?

O sözlerde Hristiyanlar islamiyete iltihak edecekler diye bir şey yazmıyor.Bunları sen risalelerin değişik yerlerinden toplayıp aynı mevzu ile ilgili imiş gibi değerlendiriyorsun.Orada iseviler şu tarihte müslümanlara iltihak edecek diyor mu?Mevzuları birbirine karıştırmak tarikat terbiyesinden midir?
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Maalesef Nurcu kardeşlerin büyük hatalarından dolayı Bediüzzaman İslam Alimi değilde Nurcu Alimi olarak algılanır oldu. Bu şekilde takdim edildi. Tasavvufa üstün gelme gayretleri onları yalnızlığa mahkum etti. Ehli Kitabı saymazsak :D

Es'ad Efendi, Said-i Nursi'nin büyük hizmet edeceğini söylemiş (keşfen). Dediği gibi de büyük hizmetleri olmuştur ve hala da devam etmektedir. Bu demek değildir ki hatasızdır. Herkes hata yapabilir. Hata yapmak gayet insanidir. Yanlış olan hatada ısrar etmekdir. Mustafa İslamoğlu'nun dediği gibi çok iş hatasız olmaz. Bediüzzaman'da çok iş yapmıştır. Elhamdülillah...

Nurcuların belki en büyük hataları tasavvufa sataşmaları ve yollarını üstün gösterme gayretleridir. Eğer böyle olsa idi Es'ad Efendi yerlerine halife bırakmaz gidin risale okuyun derdi. Geylani hz.leri, Sami Efendi'ye benim yolumu ihya et demezdi. Ama yeni bir yol çıkmış. Bu yola da yolcu lazım. Bunun için de insanlara bu yolu en üstün göstemek gerekir ki yola dahil olsunlar. İşte iş burda düğümleniyor. Susmak mı lazım hakikati söylemek mi?
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hasan abi rica ederim,

Sohbetimizi mecrasından savurup uzaklara fırlatıyorsun... Lütfen mevzudan çekilmenizi en azından sizdeki bu helecan geçinceye kadar rica ediyorum.. O nakilleri izah edecek, yanılıyorsam gösterecek kardeşlerim muhakkak vardır.. Hatamı, yanıldığımı görürsem zaten özür dileyeceğim, hiç endişen olmasın..

Başkalarını da uyarıyorum ki belden aşağı vurmanın alemi yok.. Aklı başında insanlara yakışan bu değildir..

Bir kere bu alıntıyı kullanıp filan şahsın Mehdiliğine delil olarak kullananlar var.. Meseleyi anlamak bunlara karşı bir fikir edinmemizi de sağlayacaktır.. Neden kendinizden başka herkesi düşman olarak görüyorsunuz ki? Bu nasıl bir ruh halidir? Yani iyi niyetli olamaz mıyız?


******

HUTBE-İ ŞÂMİYE Mukaddeme - s.1961

Bu Hutbe-i Şâmiye eseri, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin otuz beş yaşında iken, Şam'da, Şam ulemasının ısrarı üzerine Câmi-i Emevîde irad ettiği bir hutbedir. Çok büyük bir ehemmiyeti haiz olması hasebiyle, o zaman Şam'da bir hafta içinde iki defa tab edilmiştir. Bilâhare müellif Bediüzzaman Said Nursî tarafından tercümesi neşredilmiştir.

Arabî Hutbe-i Şâmiye'nin Mukaddemesidir


Aziz, sıddık kardeşlerim,

Kırk sene evvel Şam'daki Cami-i Emevîde, Şam ulemasının ısrarıyla, içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin adama yakın bir azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatleri, bir hiss-i kablelvuku ile Eski Said hissetmiş, kemâl-i kat'iyetle müjdeler vermiş ve pek yakın bir zamanda o hakikatler görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumî ve yirmi beş sene bir istibdâd-ı mutlak, o hiss-i kablelvukuun kırk-elli sene tehirine sebep olmuş; ve şimdi o zamandaki verdiği haberlerin aynen tezahürleri âlem-i İslâmiyette başlamış. Demek, bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya, 1327'ye (1909) bedel 1371'de ve Cami-i Emevî yerine âlem-i İslâm camiinde, üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir diye, tercümesini neşretmek zamanıdır tahmin ederim.

Said Nursî


--------------------------------------------------------

Gayet mühim bir suale verilen çok ehemmiyetli bir cevabı burada yazmaya münasebet geldi.1

Arabî Hutbe-i Şâmiye eserinin tercümesi


Bütün zîhayatlar hayatlarının lisan-ı halleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri mânevî hediyelerini ve lisan-ı halle hamd ve şükürlerini, o zât-ı Vacibü'l-Vücuda biz de takdim ediyoruz ki, demiş:

2 Yani, rahmet-i İlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz. Hem hadsiz salât ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm üzerine olsun ki, demiş:

3 Yani, "Benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır."

Hamd ve salâttan sonra: Ey bu Cami-i Emevîde bu dersi dinleyen Arap kardeşlerim! Ben haddimin fevkinde, bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım. Çünkü size ders vermek haddimin fevkindedir. Belki içinizde yüze yakın ulema bulunan cemaate karşı benim misalim, medreseye giden bir çocuğun misalidir ki, o sabî çocuk sabahleyin medreseye gidip, okuyup, akşamda babasına gelip, okuduğu dersini babasına arz eder. Tâ doğru ders almış mı, almamış mı? Babasının irşadını veya tasvibini bekler. Evet, bizler size nispeten çocuk hükmündeyiz ve talebeleriniziz. Sizler bizim ve İslâm milletlerinin üstadlarısınız. İşte, ben de aldığım dersimin bir kısmını, sizler gibi üstadlarımıza şöyle beyan ediyorum:

Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber; bizi maddî cihette kurun-u vustâda durduran ve tevkif eden, altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:

Birincisi: Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.

Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.

****



Sonra Van'dan Şam'a gider. Şam ulemasının ilhahı ve ısrarı üzerine, Câmiü'l-Emevîde on bine yakın ve içerisinde yüz ehl-i ilim bulunan azim bir cemaate karşı bir hutbe irad eder. Bu hutbe fevkalâde takdir ve tahsin ile kabule mazhar olur Bilahare, buradaki hutbesi, Hutbe-i Şâmiye namıyla tab edilmiştir.

Bu Hutbe-i Şâmiye, İslâm âleminin içinde bulunduğu maddî mânevî hastalıkların nelerden ibaret bulunduğunu, felâket ve esarete hangi sebeplerden dolayı maruz kaldıklarını bildiren ve buna karşı çare-i halâs gösteren ve bundan sonra, İslâmiyetin zemin yüzünde maddî mânevî en yüksek terakkiyi göstereceğini, İslâmî medeniyetin kemal-i haşmetle meydana geleceğini ve zemin yüzünü pisliklerden temizleyeceğini delâil-i akliye ile ispat eden, müjde veren çok kıymettar, bütün Müslümanlara, hattâ insanlığa şâmil bir derstir, bir hutbedir.

Hutbe-i Şamiye'nin baş taraflarında diyor:

Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber; bizi maddî cihette kurun-u vustâda durduran ve tevkif eden, altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:

Birincisi: Ye'sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.

Üçüncüsü: Adâvete muhabbet.

Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

Beşincisi: Çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdat.

Altıncısı: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.

Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da, bir tıp fakültesi hükmünde, hayat-ı içtimaiyemize, eczahane-i Kur'âniye'den ders aldığım "altı kelime" ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum.

BİRİNCİ KELİME: "El-emel." Yani, rahmet-i İlâhiyeye kuvvetli ümit beslemek.

Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey İslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâmın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâmın terakkisi onların intibahıyla olan Arabın saadetinin fecr-i sadıkının emâreleri inkişafa başlıyor. Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin burnunun rağmına olarakHAŞİYE 1 ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat'iyemle derim:

İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş.

Bu dâvâma çok burhanlardan ders almışım. Şimdi o burhanlardan mukaddematlı bir buçuk burhanı zikredeceğim. O burhanın mukaddematına başlıyoruz:

İşte, İslâmiyetin hakaiki hem mânen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.

Birinci cihet olan mânen terakki ise: Biliniz, hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir. İşte, tarih bize gösteriyor. Hattâ, Rus'u mağlûp eden Japon Başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:

Hakikat-i İslâmiyetin kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâmın hakikat-i İslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve hercümerc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir...
.........

Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef'âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.

.........

Hâsıl-ı kelâm: Biz Kur'ân şakirtleri olan Müslümanlar, burhana tâbi oluyoruz, akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklit için burhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette burhan-ı aklîye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur'ân hükmedecek.

Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak.

Evet, hakaik-i İslâmiyetin mazi kıt'asını tamamen istilâsına sekiz dehşetli mânialar mümanaat ettiler.

Birinci, ikinci, üçüncü mâniler: Ecnebîlerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassuplarıdır. Bu üç mâni, mârifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmaya başlıyor.

Dördüncü ve beşinci mâniler: Papazların ve ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebîlerin körü körüne onları taklit etmeleridir. Bu iki mâni dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharrî-i hakikat nev-i beşerde başlamasıyla, zeval bulmaya başlıyor.

Altıncı, yedinci mâniler: Bizdeki istibdat ve şeriatın muhalefetinden gelen sû-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdat kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile sû-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mâni de zeval buluyor ve bulmaya başlamış. İnşaallah tam zeval bulacak.

Sekizinci mâni: Fünun-u cedidenin bazı müspet mesâili, hakaik-i İslâmiyenin zahirî mânâlarına muhalif ve muarız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilâsına bir derece set çekmiş. Meselâ, küre-i arza emr-i İlâhî ile nezarete memur "Sevr" ve "Hût" namlarında iki ruhanî melâikeyi dehşetli cismânî bir öküz, bir balık tevehhüm edip, ehl-i fen ve felsefe hakikati bilmediklerinden, İslâmiyete muarız çıkmışlar.

Bu misal gibi yüz misal var ki, hakikati bilindikten sonra, en muannid filozof da teslim olmaya mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mucizat-ı Kur'âniye risalesinde, fennin iliştiği bütün âyetlerin herbirisinin altında Kur'ân'ın bir lem'a-i i'câzını gösterip, ehl-i fennin medar-ı tenkit zannettikleri Kur'ân-ı Kerîmin cümle ve kelimelerinde fennin eli yetişmediği yüksek hakikatleri izhar edip en muannid filozofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadır, isteyen bakabilir. Ve baksın,

bu mâni, kırk beş sene evvel söylenen o sözden sonra nasıl kırıldığını görsün.

Evet, bazı muhakkıkîn-i İslâmiyenin bu yolda telifatları var. Bu sekizinci dehşetli mânianın zîr ü zeber olacağına emareler görünüyor.

Evet, şimdi olmasa da, otuz-kırk sene sonra fen ve hakiki mârifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip, o sekiz mânileri mağlûp edip dağıtmak için taharrî-i hakikat meyelânını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmaya başlamış. İnşaallah, yarım asır sonra onları darma dağın edecek.

Evet, meşhurdur ki: "En kat'î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin."

Bediüzzaman, misal olarak İslamiyetin hakkaniyeti hakkında takdirkar ifadelerde bulunan Prens Bismark ile Mister Karlayl'ın sözlerini naklettikten sonra diyor:


İşte Amerika ve Avrupa'nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:

Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

Ey Cami-i Emevîdeki kardeşlerim ve yarım asır sonraki âlem-i İslâm camiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kıt'alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'ân'a tâbi olur, ittifak eder.

İkinci cihet: Yani, maddeten İslâmiyetin terakkisinin kuvvetli sebepleri gösteriyor ki, maddeten dahi İslâmiyet istikbale hükmedecek. Birinci cihet, mâneviyat cihetinde terakkiyatı ispat ettiği gibi; bu ikinci cihet dahi maddî terakkiyatını ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünkü âlem-i İslâmın şahs-ı mânevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli ve kırılmaz "beş kuvvet" içtima ve imtizaç edip yerleşmiş.HAŞİYE 3

Birincisi: Bütün kemâlâtın üstadı ve üç yüz yetmiş milyon nefisleri birtek nefis hükmüne getirebilen ve hakikî bir medeniyetle ve müspet ve doğru fenlerle teçhiz edilmiş olan ve hiçbir kuvvet onu kıramayacak bir mahiyette bulunan hakikat-i İslâmiyettir.

İkinci kuvvet: Medeniyet ve san'atın hakikî üstadı ve vesilelerin ve mebâdilerin tekemmülüyle cihazlanmış olan şedid bir ihtiyaç ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki, susmaz ve kırılmaz.



Üçüncü kuvvet: Yüksek şeylere müsabaka suretinde beşere yüksek maksatları ders veren ve o yolda çalıştıran ve istibdâdâtı parça parça eden ve ulvî hisleri heyecana getiren ve gıpta ve hased ve kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelânıyla teçhiz edilen üçüncü kuvvet, yalnız hürriyet-i şer'iyedir. Yani, insaniyete lâyık en yüksek kemalâta olan meyil ve arzu ile cihazlanmış olmak.



Dördüncü kuvvet: Şefkatle cihazlanmış şehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek, haksızlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani, hürriyet-i şer'iyenin esasları olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir.



Beşinci kuvvet: İzzet-i İslâmiyedir ki, i'lâ-yı kelimetullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda i'lâ-yı kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf; medeniyet-i hakikiyeye girmekle i'lâ-yı kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiyenin iman ile kat'î verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı mânevîsi, o kat'î emri istikbalde tam yerine getireceğine şüphe edilmez.

Evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyetin terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def etmek, silâhla, kılıçla olmuş. İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin mânevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak.

Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip malımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.

Evet, Avrupa'nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.

Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve mânevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl meyus olup ye'se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i mâneviyesini de kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümitsizlikle zannediyorsunuz ki, "Dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır. Fakat, yalnız biçare ehl-i İslâm için tedennî dünyası oldu" diye pek yanlış bir hatâya düşüyorsunuz.

Mâdem meylülistikmal (tekâmül meyli) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten derc edilmiş. Elbette, beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâmda nev-i beşerin eski hatîatına kefaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşaallah.

Evet, bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehâsı birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedennî içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz......

İKİNCİ KELİME: Ki, müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur:

Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, âlem-i İslâmın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i mâneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i mâneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde, o kuvve-i mâneviye-i harika meyusiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeisle, başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip neme lâzım der, "Herkes benim gibi berbattır" diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.

Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor. Biz de o kàtilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz.
2 kılıcıyla o yeisin başını parçalayacağız. 3 hadisinin hakikatiyle belini kıracağız inşaallah.

Yeis, ümmetlerin, milletlerin "seretan" denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemalâta mâni ve
4 hakikatine muhaliftir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe'nidir, bahaneleridir. Şehamet-i İslâmiyenin şe'ni değildir. Hususan Arap gibi nev-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtâz bir kavmin şe'ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arabın metanetinden ders almışlar. İnşaallah, yine Araplar ye'si bırakıp, İslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip Kur'ân'ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir.

ÜÇÜNCÜ KELİME: Ki, bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla, hülâsa ve zübdesi bana kat'î bildirmiş ki: Sıdk, İslâmiyet'in üssü'l-esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyleyse, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz.

Evet sıdk ve doğruluk İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir.

Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; Şark ve Garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki, gaddar siyaset ve zâlim propaganda birbirine karıştırmış, beşerin kemâlâtını da karıştırmış.HAŞİYE
.................

Ey bu Cami-i Emevideki kardeşlerim! Ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dört yüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü'l-vuska sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur.Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş.

DÖRDÜNCÜ KELİME: Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeden kat'î bildiğim ve tahkikatların bana verdiği netice şudur ki:

Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adâvet, herşeyden ziyade nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır.....

.........

BEŞİNCİ KELİME: Meşveret-i şer'iyeden aldığım ders budur: Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Birtek hasene bazan bir kalmıyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:

Hürriyet-i şer'iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyettir. Ve Hilâfet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kalesi hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeş, o kale-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.

İşte, bu kudsî milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslâm birtek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi, İslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olur. Birbirine mânen-lüzum olsa maddeten-yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.

Nasıl ki bir aşiretin bir ferdi bir cinayet işlese, o aşiretin bütün efradı, o aşiretin düşmanı olan başka aşiretin nazarında müttehem olur. Güya herbir fert o cinayeti işlemiş gibi, o düşman aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eğer o aşiretin bir ferdi, o aşiretin mahiyetine temas eden medar-ı iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder. Güya herbir adam, aşirette o iyiliği yapmış gibi iftihar eder.

İşte bu mezkûr hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kırk-elli sene sonra, seyyie, fenalık işleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u İslâmiyenin hukuklarına tecavüz olur. Kırk-elli sene sonra çok misalleri görülecek.

Ey bu sözlerimi dinleyen bu Cami-i Emevîdeki kardeşler ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm camiindeki ihvân-ı Müslimîn! "Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarımız yok. Onun için mazuruz" diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tembelliğiniz ve neme lâzım deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.

İşte, seyyie böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene-yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik-yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana mânen fayda verebilir. Hayat-ı mâneviye ve maddîyesinin rabıtasına kuvvet verebilir. Onun için, neme lâzım deyip kendini tembellik döşeğine atmak zamanı değil!

Ey bu camideki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizden olan hakkımızı dâvâ ediyoruz. Yani, küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuzla, biz biçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan, ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar, en evvel bu sözlerle sizinle konuşuyorum. Çünkü, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyetin mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.

Onun için tembellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.

Sakın kardeşlerim, tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki, ben su sözlerimle siyasetle iştigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâşâ! Hakikat-i İslâmiye bütün siyâsâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin.

Ben kusurlu fehmimle şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi, çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için, ittihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.

Bunu da teessüf ve teellümle size beyan ediyorum ki: Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar, onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar, terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane seciyeleridir.

Meselâ, bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: "Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bakiyem var." İşte, bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki, ecnebîlerden içimize giren pis ve fena seciye itibarıyla bir hodgâm adam bizde diyor: "Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun." İşte bu ahmakane kelime dinszlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor.

Hem o ecnebîlerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle, bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü, bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebîlerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes "Nefsî, nefsî" demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşünmekle, bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.



Yani, kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü, insanın fıtratı medenîdir. Ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ, bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri mânen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşayamadığından, ebnâ-yı cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara mânevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, mâsum olmayan câni bir hayvan olur. Birşey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna...

ALTINCI KELİME: Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer'iyedir.
2 âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor.

Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.

Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir ki, o hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır.

İmandan gelen hürriyet-i şer'iye iki esası emreder:

Yani,

İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek...

Allah'a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.

Birbirinizi, Allah'tan başka kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah'ı tanımayan, herşeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder.
Evet, hürriyet-i şer'iye Cenab-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.

Yaşasın sıdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Şûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin.

**************

Bunlar bahsi geçen Hutbenin ilgili sayfaları.. Ordan burdan alıntı mı değil mi, başkaları karar versin..
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
talip efendi ezbere konuşma!

Bu siteye risalei nurun tasavvufa bakışı ile ilgili iki yazı aldım.Onları bulda oku.Bulamazsan karakalem.net adresinden ulaşabilirsin.Bütün nurcuları aynı kefeye koyarak bir yere varamazsın.
Şeyh efendi'nin tarikatten vazgeçtiğini söyleyende yok.Ama risale-i nur hizmeti olmasaydı ve bid'atlere ve küfür rüzgarlarına karşı koymasaydı Türkiye'de tarikate mensup olacak müslüman bulamazdın.
Türkiye ,Türkmenistan gibi olurdu.Türkmenbaşı'nın cenazesinden ibret al.Kimlerin adetlerine göre cenaze töreni yapıldı.Bugün türkmenistan'a gitsen tarikatine adam bulamazsın.Adamın imanla şeriatle alakası kalmamış ki,nefsini kötülüklerden arındırmayı düşünsün....
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Küfür rüzgarı her yerde esti ve risaleler türkiyeden çıktı. Risaleler olmasa idi müslüman bulamazdın da ne demek?! Avrupada, Amerikada İslam, ehli tasavvufun önderliğinde yayılıyor. Haberin yok galiba. Reklamsız olunca böyle oluyor. Tasavvufun meyveleri diye bir program mı yapılsa acaba? Herhalde risaleler büyük hizmet etmiştir ve ediyor.. Bu demek değildir ki onsuz da olmazdı. Bu Nasuhi Bilmen olmasa idi hanefi fıkhını öğrenenemezdiniz demek gibi birşey. Komik di mi? Ama risaleler için söyleyince sana komik gelmiyor anlaşılan...
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
şeriatsız islam!!!

amerika'da yayıldığını söylediğin şey islam değil,mistisizm'dir.onların islamla alakası olsa islam şeriatını kabul ederler.şeriatsiz tasavvufun hükmünü Erkam yayınlarının kitaplarından araştır.namaz yok yok oruç yok, mevlanayı seviyormuş, türkiyeDe de mevlana yı seven çok zındık var.bırakın o saçamalıkları.diyalogun meyveleri programı ise beni bağlamıyor.çünkü islamın kurtarılmaya ihtiyacı olduuğunu düşünenlerin zoraki hareketleri beni ilgilendirmiyor,talip efendi...
türkiyenin dışındaki batı ile teması olmuş islam ülkelerinin durumuna da bak,türkmenistan mesala....

not:başörtüsü düşmanı deniz baykal bile mevlanacı...
 
S

SaLtan

Guest
Maalesef Nurcu kardeşlerin büyük hatalarından dolayı Bediüzzaman İslam Alimi değilde Nurcu Alimi olarak algılanır oldu. Bu şekilde takdim edildi. Tasavvufa üstün gelme gayretleri onları yalnızlığa mahkum etti. Ehli Kitabı saymazsak :D

Es'ad Efendi, Said-i Nursi'nin büyük hizmet edeceğini söylemiş (keşfen). Dediği gibi de büyük hizmetleri olmuştur ve hala da devam etmektedir. Bu demek değildir ki hatasızdır. Herkes hata yapabilir. Hata yapmak gayet insanidir. Yanlış olan hatada ısrar etmekdir. Mustafa İslamoğlu'nun dediği gibi çok iş hatasız olmaz. Bediüzzaman'da çok iş yapmıştır. Elhamdülillah...

Nurcuların belki en büyük hataları tasavvufa sataşmaları ve yollarını üstün gösterme gayretleridir. Eğer böyle olsa idi Es'ad Efendi yerlerine halife bırakmaz gidin risale okuyun derdi. Geylani hz.leri, Sami Efendi'ye benim yolumu ihya et demezdi. Ama yeni bir yol çıkmış. Bu yola da yolcu lazım. Bunun için de insanlara bu yolu en üstün göstemek gerekir ki yola dahil olsunlar. İşte iş burda düğümleniyor. Susmak mı lazım hakikati söylemek mi?


talip yanılıyorsun. tasavvufcular nurcu kesimi dışlıyolar. tasavvufcularda şu hakim grüş belirgin. islami ben yaşıyorum. benim yaşadığım islam katıksızdır, öz islamı yansıtıyor. diğerleri yanlış yoldalar gibiisinden.. devam ediyor.
şema şöyle

a tarikati= benim tarikatim diyor.

a ve b tarikatleri birbirlerine hasımlar

fakata a ve be tarikatleri cemaat karşıısnda c cemaatini dışlıyor.

a ve b tarikati olayı mezhepsel isdişümlere götürüyor ve bu kısır döngü tasavvuf dairesi (dünyası )içinde önüyor.

inşallah benim bu görüşümü yanıltırsuınzı. gözlemlerime dayanarak söyledim..
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Keşke "Mevlanacı" olsalar... Onlar "İstismarcı"...

Dediğiniz gibi düşünce olarak Mevlana'dan hümanistlik devşirenler vardır. Bu sui misaldir bizim için emsal oluşturmaz. Çoğunluk ise dediğiniz gibi şeriatsız değildir. Kamil insanlar vardır orda da. Pek çoğu kamil şeylerle İslam ile tanışmıştır. Bu zamanda tasavvuf hem imanları kurtarıyor hem de Allah dostları yetiştiriyor. Vaktin edebi sözünü çok severim. Bu zamanda ve her zamanda insanları düşmüş odukları küfr bataklığından kurtarmak en mühim hizmettir. Risaleler de bunu yapmaktadır. Avrupa, Amerika ve Anadolumuzdaki mürşidler de... Bir kısım istidatlı insanların ihsan makamına ulaşması gerekir ki bu vazifeyi de yapan yine tarikatlardır. Menzil de bir şeyh var ve akın akın insanlar oraya gidiyor. Kıbrısi insanları dünyanın dört bir yanında İslam ile buluşturuyor. Afrikadan gelen mürşidler Avrupa'da İslam'a hizmetlerde bulunuyor...

Ehli Kitap da nurcu desem nasıl anlarsınız bu cümleyi... İstismarcı demek en güzeli di mi?
 
S

SaLtan

Guest
Keşke "Mevlanacı" olsalar... Onlar "İstismarcı"...

Dediğiniz gibi düşünce olarak Mevlana'dan hümanistlik devşirenler vardır. Bu sui misaldir bizim için emsal oluşturmaz. Çoğunluk ise dediğiniz gibi şeriatsız değildir. Kamil insanlar vardır orda da. Pek çoğu kamil şeylerle İslam ile tanışmıştır. Bu zamanda tasavvuf hem imanları kurtarıyor hem de Allah dostları yetiştiriyor. Vaktin edebi sözünü çok severim. Bu zamanda ve her zamanda insanları düşmüş odukları küfr bataklığından kurtarmak en mühim hizmettir. Risaleler de bunu yapmaktadır. Avrupa, Amerika ve Anadolumuzdaki mürşidler de... Bir kısım istidatlı insanların ihsan makamına ulaşması gerekir ki bu vazifeyi de yapan yine tarikatlardır. Menzil de bir şeyh var ve akın akın insanlar oraya gidiyor. Kıbrısi insanları dünyanın dört bir yanında İslam ile buluşturuyor. Afrikadan gelen mürşidler Avrupa'da İslam'a hizmetlerde bulunuyor...

Ehli Kitap da nurcu desem nasıl anlarsınız bu cümleyi... İstismarcı demek en güzeli di mi?


ahh sen menzil dedinde. o şeyhi gavs yapıyolar. kendilerine özel ekmek dağıtıyolar. öyle efsaneler varki. dudakların ucuklar.. babama sorsan bu şeyh evliyalerın en üstünü demekmiş.. bitkilerle, diğer canlılarla konuşuyomuş felan filan.. bunun mantıklı, tutarlı tarafı nedir talip?
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
talip yanılıyorsun. tasavvufcular nurcu kesimi dışlıyolar. tasavvufcularda şu hakim grüş belirgin. islami ben yaşıyorum. benim yaşadığım islam katıksızdır, öz islamı yansıtıyor. diğerleri yanlış yoldalar gibiisinden.. devam ediyor.
şema şöyle

a tarikati= benim tarikatim diyor.

a ve b tarikatleri birbirlerine hasımlar

fakata a ve be tarikatleri cemaat karşıısnda c cemaatini dışlıyor.

a ve b tarikati olayı mezhepsel isdişümlere götürüyor ve bu kısır döngü tasavvuf dairesi (dünyası )içinde önüyor.

inşallah benim bu görüşümü yanıltırsuınzı. gözlemlerime dayanarak söyledim..


Kimseyi dışladığımız yok saltan kardeş. Ehli tasavvuf içerisinde de yanlış anlamalar ve söylemler vardır. Lakin başında kamil bir şeyh var ise bu cehaletin izalesi kolaydır. Öz İslam söylemi ise yanlış değil doğrudur. Nakşibendi hz.leri bizim yolumuz sahabe yolunun aynısıdır der. Elhamdülillah...

Bırakın nurcuları, hiçbir cemaatte olmayanlar da bizim kardeşimizdir. Hatta küfre düşmemiş olan şiilerde, vehhabilerde... Hatta meyhane, kerhane köşelerinde günlerini gafletle geçirenlerde... Müslüman olan herkes kardeşimizdir. Bunun için bizim cemaatten olması gibi bir şart yoktur. Keşke insanların hepsi risale okusalarda yollarını şeriate çevirseler... Bediüzzaman hz.lerinin kudsi nefesini solusalar...
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Geç anladım,kim mehdi kavgası yapıyormuşsunuz?

Kırk sene evvel Şam'daki Cami-i Emevîde, Şam ulemasının ısrarıyla, içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin adama yakın bir azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatleri, bir hiss-i kablelvuku ile Eski Said hissetmiş, kemâl-i kat'iyetle müjdeler vermiş ve pek yakın bir zamanda o hakikatler görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumî ve yirmi beş sene bir istibdâd-ı mutlak, o hiss-i kablelvukuun kırk-elli sene tehirine sebep olmuş; ve şimdi o zamandaki verdiği haberlerin aynen tezahürleri âlem-i İslâmiyette başlamış. Demek, bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya, 1327'ye (1909) bedel 1371'de ve Cami-i Emevî yerine âlem-i İslâm camiinde, üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir diye, tercümesini neşretmek zamanıdır tahmin ederim.
...

Evet, şimdi olmasa da, otuz-kırk sene sonra fen ve hakiki mârifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip, o sekiz mânileri mağlûp edip dağıtmak için taharrî-i hakikat meyelânını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düşman taifesinin sekiz cephesine göndermiş. Şimdi onları kaçırmaya başlamış. İnşaallah, yarım asır sonra onları darma dağın edecek.
...

Ey Cami-i Emevîdeki kardeşlerim ve yarım asır sonraki âlem-i İslâm camiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kıt'alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'ân'a tâbi olur, ittifak eder.


Bu paragrafların hepsi aynı tarihte olacak olaylardan mı bahsediyor.son paragrafta bahsedilen şeyin 30- 40 sene sonra olacağını söyleyen kim?30 kırk sene sonra sekiz maninin yenileceği söyleniyor.sekiz mani arasında hristiyanlarla niye müttefik değiliz diye bir şey mi var?Üçüncü paragrafta bahsedilen isevilerin müslümanlaşmasına zaman kaydı var mı?Gelecekte diyor,değil mi?40 sene sonraki insanlar bunu görecekse yarım asır sonraki insanlara gelecekte iseviler islama iltihak edecek niye desin.50 sene sonraki insanlara siz bunları göreceksiniz demiyor.Onları daha ilerideki bir geleceğe yönlendiriyor.
Sonuç olarak,elma ile armut toplanıyor.birileri birini mehdi ilan etmek için elma ile armutu topluyor.Anladığım kadarıyla bu yüzden başka birileri de bediüzzaman'ı yalanlama ihtiyacı duyuyor.kendilerine mehdi arayanlar bediüzzaman'ın arkasına saklanmasınlar.
Artı bu mehdi arayanlar Hz. İsa'nın cismen yeryüzüne ineceğini söylüyorlar.Oysa bu sözleriyle Bediüzzaman'ı yalanlamış oluyorlar.
Yani iki tarafın niyeti de orada yazanı anlamak değil.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Peygamberler Dışında Kimse Hatasız Değildir...

Bu ne saçma bir soru?

Biz Şeyhimize Tam Teslimiyetle Beğlanınca Haşa Onu Peygamber gibi görüyosunuz diyorlar...

Şimdi size soruyorum...

Bu soruyu sormak demek Said Nursi'yi bir insandan başka bir varlık olarak görmek değil midir?
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
bediuzzaman rahimehullah bediuzzamandir.

mehdi aleyhisselam'dan once mehdiyyunlar gelecektir. bediuzzaman rahimehullah mehdiyyundur. hazreti mehdi aleyhisselam'in davasi icin calisan, ona asker hazirlayan demektir mehdiyyun...

mehdi aleyhisselam'in alametleri, vasiflari bircok hadiste acik acik ifade edilmistir. en acik sekliyle mehdi aleyhisselam'in adi muhammed babasinin adi abdullah'tir. bir ara bu konu (mehdi) ile ilgili bir yazi paylasiriz insallah sizlerle.

siz mehdi kimdir ile mesgul olmayiniz.

mehdi gelse bizi asker kabul eder miydi? meselemiz bu olmalidir...

wesselam..


hak - dilaram kardeşimizden ALLAH (CC) razı olsun..


Bizler bir ordunun farklı kollarında hizmet eden neferler gibiyiz ve öyle

olmalıyız bence; bir kere Rabbimiz (CC) bir, Peygamberimiz (SAV) bir,

kıblemiz bir, inançlarımız bir..birler içinde binlerce bir..


Yaşadığımız toprağımız bir, vatanımız bir, bayrağımız bir... bu kadar

birler içinde tarıkımız RABBİMİZE (CC) ULAŞAN YOLLARIMIZ AYRIYSA

BİRBİRİMİZE CEPHE ALARAK VE AYNI GEMİNİN YOLCUSU

OLDUĞUMUZU unutarak gemiyi batırmaya çalışmak inanın ki çok

korkunç neticeye neden olur..


Bizler elifler gibi tek tek, ayrı ayrı değil yan yana gelmeliyiz ki çokluk

oluşturalım, yani beş elifin değeri 5 dir ama yan yana gelirse 11111,

yani 11 bin 111 yapar..


Şimdi Üstad (RA) hazretleri kardeşimizin belirttiği gibi HAZRETİ MEHDİ

nin davası için çalışarak Ona yol açan çalışmalara yol açmıştır, arkasından yine risale-i nurların devamı bir hizmetle tüm dünya müşerref olacak ve tahminen ki geleceğe en iyi Rabbimiz (CC) bilir-, 15-20 sene sonra beklenen KUTLU şahıs gelerek İSTANBUL da DÜŞEN halifelik bayrağını kaldırarak hadislerde belirtilen KUTSAL EMANETLERLE ki çoğu İstanbul dadır- harekete geçecektir. *-allah-u alem bis-sevap-*

MEHDİ (AS) askerlerinin 3 veya 4 de biri TÜRKLERDEN, diğer çoğunluğnun bir kısmı da AFKANLI kardeşlerimizden olacak ve çoğunun da ağaçların arkasındaki yahudiyi bu kişilere söylemesinden ehl-i kalp tam Mü'min olacağını okumuştum...

Rabbim (CC) bizlerin o güzel ve kutlu günlere görmemize ve O şahsa asker olarak ittiba etmemize sağlasın....

yani bizler küçük bir meselede dahi ihtilafa düşerken, neredeyse birbirimize girecekken

kahrında hoş lutfun da hoş

demeden nasıl olacak bilmiyorum ama İNŞAALLAH-U TEALA bu günler gerçekleşecektir.....selam ve muhabbetlerimle..

(..Lütfen bildiklerimizi paylaşalım, ortak bir noktada da olsa buluşalım..)
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
ahh sen menzil dedinde. o şeyhi gavs yapıyolar. kendilerine özel ekmek dağıtıyolar. öyle efsaneler varki. dudakların ucuklar.. babama sorsan bu şeyh evliyalerın en üstünü demekmiş.. bitkilerle, diğer canlılarla konuşuyomuş felan filan.. bunun mantıklı, tutarlı tarafı nedir talip?

Abdulbaki Hz.leri için Gavs diyorlar. Ben menzile değil başka bir Efendi'ye intisablıyım. Bununla birlikte ordaki insanların Abdulbaki Hz.leri için Gavs demeleri beni hiç rahatsız etmez. Halbuki ben başka bir yere bağlıyım ya hasmane tavırlar içinde olmam lazım di mi?! Abdulbaki hz.lerinin Gavs olmasından da rahatsız olmam. Olabilir de olmayabilir de.. Bunlar sübjektif yakıştırmalardır. Eşyanın zikrini duymak pek çok yerde zikredilir. Canlılarla konuşmak da mucize olarak anlatılır. Dolayısıyla bir şeyh efendide de bu keramet olarak zuhur etmiş olabilir. Bunlar için bişey diyemem. Tek bir şey diyebilirim. Olabilir... :D
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Kusura kalmayın aynı yazıyı 2 defa göndermiş... Bari yeni birkaç şey söyliyeyim :D

Ey nurcular, tasavvuf ehli kardeşler ve sair insanlar... Gidin risale okuyun, menzile veya başka bir şeyhe bağlanın. Yeter ki benim Efendim ile Üstaz'ım ile yalnız bırakın... . . .
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Peygamberler Dışında Kimse Hatasız Değildir...

Bu ne saçma bir soru?

Biz Şeyhimize Tam Teslimiyetle Beğlanınca Haşa Onu Peygamber gibi görüyosunuz diyorlar...

Şimdi size soruyorum...

Bu soruyu sormak demek Said Nursi'yi bir insandan başka bir varlık olarak görmek değil midir?



EVET SORUYU SORAN KARDEŞİMİZ CEVAPLASIN..



SİZİN BU SORUYU SORMAKDAKİ AMACINIZ NEDİR KARDEŞİM ?,

İHTİLAF-AYRILIK- İÇİN Mİ ?

YOKSA

BİRLİK BERABERLİK VE KARDEŞLİK

DUYGULARIMIZIN ARTMASI İÇİN Mİ ?..



DİĞER BİR İFADEYLE ŞER İÇİN Mİ ? HAYIR İÇİN Mİ ?

SORUYORSUNUZ..



LÜTFEN CEVAPLAYINIZ Kİ NİYETİNİZİ ANLAYALIM..



evet ANTİ-TAGUT kardeş cevap bekliyoruz..
 

ANTI_TAGUT

Üye
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İhtilaf çıkartmaya çalışıp nifak tohumları saçmak münafıkça bir hareket , imanı bir tavır değildir tabiki .

Soruyu sormamdaki kasıt bu şekilde hatasız (hem kendisi hem yazıları) olduğuna inananları bildiğim için delilleriyle konusulsun , hakikatlar ortaya çıksın , hak üzere birleşilsin diyerektir .
aksi taktirde zaten insanlar fırkalara bölünmüş herkes kendi yanındakiyle övünmektedir. Bu da müslümanın değil müşriklerin sıfatlarındandır .
Rum suresi 32- O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir.

Gördüğümüz gibi vahy , ilham diyerek hatadan münezzehtir diyenler bile çıktı bu başlık altında. taasub sahiblerinin göz ve kalbleri ayarı kaçmış vaziyette ehli sünnet dısı itikadiyle (şia-12 imam itikadı gibi benzerini kendilerine ) savunma ve kutsiyet addetmektedirler.
Bu kişilerin bu konuları araştırıp hakikatlere ulaşması , ümmetin tevhid akidesinde buluşması niyetiyle hayr amaçlı yazılan delilli açıklamalar ve sorudur .
Her ne kadar zaman zaman bazılarının edebi aşan yazıları olsa da herkesin faydalanacağı bir yazı dizisi olduğu hakikattir .
Müslümanların cedel yerine münazara olgunluğuna erişebilmeleri vahdet için en büyük etkendir .
Mücadele bizlerden Tevfik başarı Allahtandır .
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Evet, neticede sukunet ve suhulet tecelli etmiştir.. Sebeb ve yardımcı olanlardan Allah razı olsun..

Orhan abim,

Üstad Hazretlerine yanılmaz değildir denilmesi nasıl seni üzüyorsa; Üstad Hazretlerini birilerinin Mehdiliğini ispat için kullanması da bu fakir kardeşini öyle üzüyor ve yaralıyor..

İnanın piyasadaki iki-üç Mehdi (!) sürekli Üstad Hazrelerinin eserlerine ve ebced hesaplarına gönderme yapıyorlar..

O satırları kullananlar da aynen soruyu sorduğum biçimiyle olaya yaklaşıyorlar.. O yüzden konuyu daha etraflıca izah etmeni rica ediyorum.. Açıklamalarından inan anlıyamadım..

Daha etraflıca açar mısın o paragrafları?

Misal 8 mani nedir?

8 düşman taifesi nedir? 8 düşman cephesi nedir?

Fen ve hakiki mârifet ve medeniyetin mehasini nedir?

Üç kuvvet nelerdir? Üç kuvveti tam teçhiz etmek nedir? Cihazatını vermek nedir ve nasıl olur?

Taharrî-i hakikat meyelânını ve insafı ve muhabbet-i insaniyeti; bunlar ne demektir?

İsevilerin Kur'an'a tabi olması ne demektir?

Dağıtmak ne demektir?

Kim ya da kimler tarafından ne dağıtılacaktır?

Bu sorulara ayrıntılı ve açıklayıcı cevap vermenizi rica ederim..

Belirteyim ki yolunuzdan ayrılın istemiyorum.. Hatta tam tersi yolunuza tam sıkı bağlanın.. Sizi filan Şeyhe çağırıyor da değilim.. Böyle bir çağrıdan daha anlamsız bir şey yoktur.. Herkes nasibini bulmuş ve bulacaktır; tam inanıyorum..

Olgunlukla, nedir, ne değildir konuşalım paylaşalım istiyorum.. Bilenlerden öğrenmek istiyorum..
 

Satuk Buğra

Profesör
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
1,121
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
İhtilaf çıkartmaya çalışıp nifak tohumları saçmak münafıkça bir hareket , imanı bir tavır değildir tabiki .

.
Rum suresi 32- O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir.

Gördüğümüz gibi vahy , ilham diyerek hatadan münezzehtir diyenler bile çıktı bu başlık altında. taasub sahiblerinin göz ve kalbleri ayarı kaçmış vaziyette ehli sünnet dısı itikadiyle (şia-12 imam itikadı gibi benzerini kendilerine ) savunma ve kutsiyet addetmektedirler.
Bu kişilerin bu konuları araştırıp hakikatlere ulaşması , ümmetin tevhid akidesinde buluşması niyetiyle hayr amaçlı yazılan delilli açıklamalar ve sorudur .

Bir itikadın ehli sünnete aykırı olması onu batıl yapmaz, İslama aykırı olması batıl yapar. İslam mezhepleri demek İslamın farklı anlayışlardaki ekolleri demektir. Ki ehli sünnette kendi içerisinde dört ekole ayrılmış, ictihad babında birinin haram dediğine başka bir müctehid helal diyebilmiştir. Allah Tealanın peygamberlerle irtibatı vahiy iledir. İmamlarla irtibatı ise ilham iledir. Bu şia islamının anlayışıdır. Masumiyet anlayışı da dinde masumiyettir. Hata ve zalle peygamberlerde de söz konusu olduğu gibi imamlar içinde sözkonusudur. Yani peygamber ve İmam dinde, din hakkında bir şey söylemişte onda hata yoktur, olmamalıdırda. Hata olursa din bozulur. Şahsi davranışlarında hatalar sadır olabilir. Yani masumiyet dinin korunması içindir. Bu inancın taassubla ne alakası vardır. Biz burada kısaca geçiyoruz, halbuki masumiyetin Kurani delilleri ve bu hususta yazılmış ilmi bir çok eser vardır. Konuyu ilmi olarak inceleyenler meseleyi kavrar ve hak verirler. Ki masumiyette Rasulullahın 12 evladı 12 imama hasredilmiştir. Her önüne gelen masum değildir.
 

ANTI_TAGUT

Üye
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
şia konusuna değinmek (burada) farklı sebeblerden dolayı şimdilik istemiyorum .
Şimdilik böyle kalsın .
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst