Müslüman Dünyasında Yaşananlar...

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Ermenistan’la Sancılı Normalleşme ve Açılım Tartışmaları

1752.jpg

Türk kimliği nasıl ki İslam ve Kürt kimliklerinin ötekileştirilmesiyle beraber, aynı zamanda süreç içerisinde “emperyalist uşağı hain Ermeni” üzerine bina edilmişse Ermeni kimliği de “zalim Türk” ve “soykırım” nitelemeleri temelinde kurulmuştur.
BAHADIR KURBANOĞLU'nun Haksöz Dergisinin Kasım 2009 Sayısındaki Yazısı:


Adeta sihirli bir kelime haline gelen ancak yıllar yılı uygulanan ulus-devlet politikalarıyla tortulaşmış olan meselelerin tartışılmasının kapılarını aralayan “açılım” süreçlerinden biri de “Ermenistan açılımı”.


Söz konusu süreçler, ulusalcı kesimlere göre tıpkı “Kıbrıs açılımı” ve “Kürt açılımı” gibi uluslararası emperyalizmin güdümünde AK Parti eliyle uygulanan planlara; muhafazakârlara göre ise Ahmet Davutoğlu liderliğinde gündemleşen “komşularla sıfır problem” politikalarının başarıyla hayata geçirilmesi ve Türkiye’nin Ortadoğu’da merkez, Kafkaslar’da etkin ülke konumuna ulaşması yolunda atılan önemli adımlara tekabül ediyor.


Nereden bakılırsa bakılsın, Ortadoğu ve Kafkasya’da ABD, Rusya ve AB ülkelerinin çeşitli hesaplarının yer aldığı süreçlerden geçildiği vakıa. Ulus-devletleşme sürecinde kemikleştirilmiş ve çift kutuplu dünya politikalarının geçerli olduğu dönemlerde üzerine fazlaca gidilememiş pek çok mesele, plan ve projeyle ilgili olarak taşların yerinden oynatılmak istenildiği tartışılmaz bir gerçek. Bütün bu hercümercin içerisinde “açılım” adı altındaki gelişmelerin Türkiye’de iç ve dış siyaset açısından ne anlama geldiği, nasıl algılatılmaya çalışıldığı ve Müslümanların bu meselelere nasıl bakmaları gerektiğine ilişkin değinilerimizi bir sonraki aşamaya bırakarak, bölgedeki gelişmelerin kısa vadeli geçmişine ve aktörlerin amaçlarına göz atmakta fayda mülahaza ediyoruz.


Uluslararası İlişkilerde Kim Neyin Hesabını Yapıyor?


Azerbaycan’ın SSCB’den bağımsızlığını kazandığı aynı yıl Dağlık Karabağ bir referandum oldu-bittisiyle tek taraflı bağımsızlığını ilan etmişti. Gerilimli süreçlerin ardından Ermeniler, Dağlık Karabağ’daki Ermeni nüfusunun Azeri nüfusa oranla daha fazla olduğunu, dolayısıyla Karabağ’ın Ermeni toprağı olarak tanınması gerektiğini iddia ederek Karabağ’ı işgal etmişti. Ermeni ordusu, 1992’de Karabağ’daki Hocalı’da 600 kadar Azeri’yi öldürüp Karabağ etrafındaki Azeri bölgeleri işgal etmeye başladı. 1994’te Karabağ ve etrafındaki beş bölgenin (Azerbaycan’ın yüzde 20’si) Ermenistan güçleri tarafından işgali tamamlandı. Azerbaycan ve Ermenistan, Rusya’nın arabuluculuğu ile ateşkes ilan etti.


Bu sürecin ardından Azerbaycan’ın bölgeye ilişkin siyaseti, “toprak bütünlüğünde ısrar etmekle birlikte, özerkliğe sıcak bakmak” şeklinde gelişti. BM nezdinde başlattığı girişimler teoride olumlu sonuçlar verdi ve BM Genel Kurulu, 14 Mart 2008’de;


1-Ermenistan’ın Karabağ’dan çekilmesi.


2-Evlerinden sürülen Azerilerin tazminatlarının ödenerek yeniden topraklarına dönmesi maddelerini karara bağladı.


Azerbaycan da Karabağ’daki yoğun Ermeni nüfusunu da gözeterek, Azeri toprağı sayılmak şartıyla Karabağ’a özerklik statüsü verilmesine sıcak baktığını resmen açıkladı.


Burada bir noktaya açıklık getirmek gerekiyor ki, o da Karabağ’ın ve Ermeni işgali altındaki rayonların (illerin) farklı statülerde olması meselesidir. Bu da Karabağ’la birlikte Azerbaycan topraklarının yaklaşık yüzde 20’sinin Ermeni işgali altında olduğunu belgeliyor. Bu bölgeler Ağdam, Laçin, Kelbecer, Fizuli, Cebrayıl, Zengilan ve Gubadlı adlı yerlerdir. Ermeniler ilerleyen süreçlerde pazarlık masasında ellerini güçlendirmek için işgal sırasında buraları da ele geçirdi. Ermeniler, beş rayondan çekilme karşılığında Karabağ’ın statüsünü garanti altına almaya çalışırken, Azerbaycan ise bu yedi rayonun geri verilmesini istiyor. Petrol gelirleriyle güçlenen Bakü, son yıllarda ‘Karabağ için savaşırız’ mesajı vermekteydi; ancak Gürcistan-Rusya savaşı bölgede hesapları değiştirdi.


Türkiye, ilk dönemde ‘bir millet iki devlet’ yaklaşımı güderek, Azerbaycan’a destek politikasıyla birlikte Nisan 1993’te önce sınır kapılarını, ardından 1994’te de hava sahasını Ermenilere kapattı ve Ermenistan’la diplomatik ilişki kurulması ve sınırın açılması için üç ön şart belirledi:


1-Karabağ’daki işgalin sona ermesi.


2-Ermenistan’ın Türkiye sınırını tanıması.


3-1915 olaylarına ilişkin soykırım iddialarından vazgeçilmesi.


Ermenistan ise Türkiye’den soykırımı tanıması ve sınırı açmasını istiyor.


Ön şartlar iki ülkenin masaya oturup sorunlarını konuşmasını engellerken, İsviçre’deki gizli görüşmelerle birlikte sürece yönelik somut adımlar atıldı.


Türkiye’nin Ermenistan Açılımındaki Temel Hedefleri


1-Ermenistan ile ilişkileri normalleştirme sürecini işleterek Ermeni diasporasının Erivan üzerindeki etkisini minimize etmek. (Diaspora’nın 1915 olaylarının 100. yılına hazırlandığı uluslararası süreci Türkiye lehine akamete uğratmak ve bu sürece destek veren ülkeleri yanına çekmek. Zira şimdiye kadar 21 ülkenin meclisinde onaylanan tasarı, halen ABD Kongresi’nde bekliyor.)


2-Erivan’a Doğu-Batı enerji koridorunda yer alma fırsatı tanıyarak Moskova’nın güdümünü azaltmak. (Bu AB ve ABD’nin de gündeminde yer alan bir strateji. Sürece destek vermelerinin en önemli sebebi de bu.)


3-Karabağ’da kendisini de içine çekecek muhtemel bir çatışmayı önlemeyi hedeflemek. Türkiye, Ermenistan’la normalleşmenin Azeri-Ermeni ihtilafının da aşılmasına yardımcı olacağını düşünüyor. Bu nedenle sınırın açılmasıyla Karabağ’daki görüşmeleri birbirine bağlı iki süreç olarak görüyor.


Rusya Sürecin Karşısında mı Yanında mı?


İlişkilerin normalleşmesi sürecinde Rusya kilit bir konuma sahip. Zira Ermenistan pekçok açıdan Moskova’ya tam bağımlı bir konumda. Ermeni sınırlarını bile Rus askerleri koruyor. Doğu-Batı enerji hattı projeleri (Nabucco gibi) ve Ermenistan’ın yörünge değiştirebilmesi gibi noktalar göz önüne alındığında Rusya’nın bir yandan, ne Karabağ ihtilafının çözülmesine ne de Ankara-Erivan normalleşmesine yeşil ışık yakmayacağı yorumları yapılırken; diğer yandan, sanıldığının aksine Rusya’nın süreci lehine işletme anlamında müdahil ve süreci onaylar mahiyette faaliyetler içerisinde olduğuna dair görüşler serdediliyor.


Nitekim Zürih’te, Türkiye ile Ermenistan arasındaki son dakika krizini, elindeki iki telefonla tarafları defalarca arayan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın çözdüğü söylentileri basına yansımıştı. Ancak sonradan ortaya çıkan farklı bilgiler krizi çözen asıl hamlenin Rusya’dan geldiğini ortaya koymuştu. Rus Kommersantgazetesine göre, Nalbandyan’ın protokolü imzalamasını, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un ilettiği “Sakince protokolleri imzala ve çık.” notu sağlamıştı.


Rusya’nın neden böyle bir sürece destek verdiğinin yanıtı, belki de Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan’la ilişkilerini normalleştirmesi, Azerbaycan ve Gürcistan’dan sonra Ermenistan’ın da Batı çizgisine kayması endişelerinde saklı olabilir. Rusya’nın sürece destek vermesini sağlayan şu 3 faktör önemli:


1) Uluslararası sistem Kafkaslar’da statükonun değişmesinden yana. Rusya dışında kalamaz.


2) Rusya, Erivan’ın bir çatışmaya girmesine karşı. Çünkü böyle bir durum, kendisini de sıkıntıya sokar.


3) Gürcistan savaşı, Moskova’nın stratejik ortağı Ermenistan’ı daha da izole etti. Erivan, Türkiye üzerinden rahatlatılabilir.


Ermenistan ve Diaspora Açısından Açılımın Anlamı


Ekonomik açıdan iflasın eşiğinde olduğu belirtilen Ermenistan’da yüzde yetmişlik bir nüfusun ülkeyi terk etmiş olması da normalleşme konusunda Sarkisyan hükümetini icbar eden en temel etkenler arasında sayılmakta.


Ermenistan içinde üç kesim normalleşme tartışmalarında başat rol oynamakta:


Bunlardan ilki Diaspora’nın ihanetle suçladığı, ayağına gelmiş bulunan bu tarihî fırsatla Diaspora’nın elini zayıflatma ve Ermenistan’ı içine düştüğü acziyetten çıkarmaya çalışan Serj Sarkisyan gelmekte. Sarkisyan ve liberal kesimler protokolleri bir zafer edasıyla kamuoyuna sunmaktalar.


Sarkisyan’ın istifa etmesi gerektiği, zira Türkiye ile ilişkilerin rahatlıkla taviz vermeden yürütülebileceğini savunan muhalif unsurlar ise “Soykırım” ve “Dağlık Karabağ” hususunda tavizler verildiğini düşünmekteler. Protokolleri anayasa mahkemesine götüreceklerini ilan eden kesimlerin bu tutumu da Türkiye versiyonlarıyla izdüşer mahiyette. AK Parti’yi “açılım” konularında toprak satmaktan emperyalizmle işbirliğine, ihanet senaryolarıyla Yüce Divan’da yargılanmalarını gündemleştirmeye kadar varan ulusalcı tepkimelerin benzerleri bugün Ermenistan’da Sarkisyan hükümetine karşı dillendirilmekte. Taşnaklar, bu grubun başını çekmekte. “Milli Dava”ya (Haydat) ihanet edildiğini ifade ederek açlık grevleri başlatan mezkur grup aynı zamanda iktidardaki politikacılara tehdit içeren mesajlar yollamaktalar.


Sürecin en şedit muhalifleri ise Diaspora’dakiler. Osmanlı mirasçısı olarak gördükleri Türkiye’den hem maddi tazminat hem de toprak talebinde bulunan bu gruba göre, mezkur süreçte “Soykırım bahsi tartışmaya açıldı!” ve “Mevcut sınırlar da zımnen onaylandı!” Yani onlara göre de bu süreç Milli Dava açısından tam bir hezimet belgesi.


Bu meyanda bazı analistler, Diaspora’nın özellikle son on yıl içerisinde hız verdiği Erivan’ı başta Rusya, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi olmak üzere pek çok ülke ile stratejik işbirliği içerisine sokarak Türkiye’yi çember içine alma planlarının, Ankara tarafından hem de bizzat Diaspora’nın önde gelen destekçileri ABD, Fransa, İsviçre ve Rusya’yı da bu çabaya ortak edilerek kırıldığını ifade etmektedirler.


Yani Ermenistan’ın SSCB’den ayrılmasından itibaren ülkenin ekonomik ve siyasi gücünü ipoteği altına almış, 800 bin genç olmak üzere nüfusun dörtte birini ülkeyi terk etmeye zorlamış ve ülkeyi güçlendirmek yerine kendisine bağımlı kılmaya çalışmış; daha ötesi uluslararası platformlarda Erivan’ın sözcüsü rolüne soyunmuş olan Diaspora’nın elindeki kartlar, aynı zamanda Türkiye sayesinde Sarkisyan lehine zayıflatılmış bulunmakta. Bu açıdan yaşanan gelişmeler, şimdiye kadar Diaspora’nın yönlendirmesinden kendisini kurtaramayan Erivan’ın bağımsız bir hareket kabiliyeti kazanması ve Sarkisyan’ın elini güçlendirmesi sürecini de beslemektedir.


Beyrut’un “Burc Hammud” semtinde yıllar boyunca yakılan Türk bayraklarının yerini; Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan ve Zürih’te diyalog masasına oturan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan’ın kuklalarının almış olması, sürecin Diaspora açısından ifade ettiği anlamı da ortaya koymaktadır. Buna mukabil, bazı ılımlı Ermeni grupların müzakerelere açıktan destek vermemekle birlikte söz konusu protesto eylemlerine katılmaktan kaçınması, Diaspora içinde görüş ayrılıklarının parçalanmalara kadar gidebileceği yorumlarını da beraberinde getirmiştir.


Azerbaycan ve Normalleşme Süreci


Benzer kırılmalar bu dozajda olmasa da Azerbaycan için de söz konusu. Aliyev’in şahin görünümüne karşılık, bölgede aktif rol üstlenen bir Türkiye ile birlikte, normalleşme sürecinden Azerbaycan’ın da kârlı çıkacağını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Tüm milliyetçi çığırtkanlıklara rağmen, aklı selimle hareket edilmesini, Türkiye’ye yönelik tehditkâr tutumdan ziyade daha sık diyalog ve yapıcı politikalar üreterek sürece dahil olunmasını salıkveren ciddi bir kesim de var Azerbaycan’da. Hatta milliyetçi ve liberal unsurlar arasında, Türkiye’nin girişimlerine şüpheyle bakılmasını gerektirecek gelişmelerin olmadığını ve süreçten en kârlı biçimde çıkmanın çözümlerini üretmek gerektiğini ifade edenler de cabası. Yani Azerbaycan adına çizilmeye çalışılan resim, kartel medyanın ulusalcı Azeri milletvekilleri üzerinden tek yanlı yansıtmaya çalıştığı gibi sadece şahinlerin görüşlerinden oluşan bir muhtevaya sahip değil. Aliyev’in de içinde bulunduğu şahinler safında bile temkinli bir bekle-gör politikasının hâkim olmadığını tespit ettirecek vahim gelişmeler söz konusu değil. Popülist birtakım ifade ve girişimler haricinde (bayrak ve şehitlik meselesi, doğalgaz tehdidi gibi) kaçınılmaz olarak ilerleyen değişim-dönüşüm sürecinde elini Türkiye ve Rusya sayesinde (Aliyev’in Kremlin’i ziyareti gibi) güçlendirmeye çalışan bir Azerbaycan görüntüsü hâkim.


Normalleşme Süreçleri Emperyal Bir Tuzak mı?


Ulusalcı Kriz Diplomasisinin Sonu mu?


“Ermenistan açılımı”na gerek Ermenistan ve Diaspora’da ve gerekse Türkiye içerisinden ortaya konan ulusalcı tepkimeler son 90 yıllık tarihi süreç hesaba katıldığında anlaşılır bir durum arz ediyor.


Türk kimliği nasıl ki İslam ve Kürt kimliklerinin ötekileştirilmesiyle beraber, aynı zamanda süreç içerisinde “emperyalist uşağı hain Ermeni” üzerine bina edilmişse (PKK’nın başında ve içinde ASALA’nın devamı olduğuna inanılan Ermenilerin bulunduğu tezi yıllarca dillerden düşürülmemişti.) Ermeni kimliği de “zalim Türk” ve “soykırım” nitelemeleri temelinde kurulmuştur. Hatta Ermeni kimliğinden “mağduriyet-mazlumiyet” ve “soykırım” anlatılarını çekip aldığınızda modern anlamıyla geriye neredeyse hiçbir şey kalmaz.


Ulusları inşa sürecinde siyasetin temeline ve halkların belleğine kazınan bu söylemler, bugün ulusalcı politikaların açmazlarına toslamış durumda. Bu anlamıyla ulusalcı seküler kimlikler yeni düzenlemelere uygun hale getirilmeye, küresel gelişmelere ve çıkarlara uygun bir tarzda yeniden kodlanmaya çalışılmaktadır.


Öte yandan, 90 yıl önce oluşturulan ve zalimane olduğu kadar, kin ve nefret içeren, cahili saikleri besleyen, halklar arasında kadim düşmanlıkları artıran kurgunun, küresel ve yerel birtakım güçlerin menfaatlerinin sürdürülmesinden başka bir işe yaramadığı yaşanan gelişmelerle ortaya dökülmüştür.


Konuyu Türkiye açısından özelleştirecek olursak şu ya da bu şekilde “açılım” olarak lanse edilen hususlar hedeflerine ne ölçüde varır bilinmez ama şişeden çıkan cinin ulusalcı-Kemalist kadroları ve ulusal kimliklerin kutsallığı büyüsünü iyiden iyiye yıprattığı, ulusalcı kesimlerin kadim kozlarını ellerinden alıp zayıflattığı ve tartışmaya açtığı bir vakıa.


Bu noktada, Türk-Müslüman-Seküler ve Sünni unsurlarla bileşik ve aynı zamanda Kürt, Alevi, İslamcı, Ermeni, Rum ve Batılı ötekileştirmelerine dayanan Türk ulusal kimliğinin -küresel dönüşümlerle uyumlu- bir yeniden tanımlanması, eğitilmesi ve dönüştürülmesi sürecinin altını kalınca çizmemiz gerekiyor.


Bölgede yaşanması istenen dönüşümlerde hiç şüphesiz küresel güçlerin önemli hesapları söz konusu. Tıpkı bir önceki geleneksel durumda da olduğu gibi. Verili kimlikleri, sınırları ve problemleri inşa edenler/ortaya koyanlar, bugün bunları yenileriyle değiştirme zorunluluğunu hissetmekteler.


Bununla birlikte AK Parti’nin gerek Suriye açılımı ya da Kıbrıs sorunu, gerekse demokratik açılım ya da Kürt açılımı olarak ifade edilen konularda sanki tamamen inisiyatif dışı saiklerle hareket ettiği görüşünü dillendirenlerin çok da sağlıklı düşünmediklerini ifade etmek gerekiyor. Değişim-dönüşümleri proaktif bir tarzda okuyup, ülkenin kemikleşmiş sorunlarını o ülkenin statüko yanlılarının menfaatlerini törpüler, kutsallarını sorgulatırcasına çözümlemeye çalışmak, birilerince AK Parti’nin uluslararası emperyalizmin güdümünde hareket ettiği şeklinde değerlendirilebilir. Ama o birilerinin yıllardır sürgit devam eden “komşularla sürekli problem” sloganına dayalı sorunların hangi farklı(!) temelde ve hangi meşru(!) saiklerle bugüne değin gelip ülkenin bağrına saplanıp kaldığını izah etmelerini de gerektirir.


Belki dünden bugüne biz Müslümanların da ayırdına varması gereken farklılık, küresel güçlerin yerinden oynattığı taşlar arasında, Türkiye’nin kadim sorunlarının önündeki birtakım engellerin de yer aldığının görülmesinin gerekliliğidir!


Dün emperyalizmle işbirliğinden hiçbir biçimde gocunmayıp, sözde bağımsız bir seküler-ulusal Türk kimliği söylemiyle bu gerçeğin üzerini örttüklerini vehmedenlerin Suriye ile yakınlaşmayı “AB’den çark edip Araplara yönelme”; İsrail’le ilişkilerin eskisi gibi olmayışını “İsrail’siz bir Ortadoğu politikası düşünülemez”; Ermeni ulusal kimliğinin inşacısı Diaspora’nın elini belki bir parça zayıflatmış olmayı “ihanet antlaşması”, “bir millet iki devlet” anlayışını baltalama; Kürt açılımını, ucu yüce divana uzanacak ölçüde “teröristlere kucak açma”, HSYK ve Yargı reformunu “Cumhuriyetçi olmaktan başka bir günahı(!) olmayan kadrolara açılmış bir savaş” gibi lanse etmeleri ve kendi aleyhlerindeki gelişmeleri ‘halkı aldatma ve bölme çabaları’ gibi propaganda konusu yapmaları normal karşılanmalıdır.


Açılım sadedindeki gelişmelerin istikameti, seyri, niteliği ve içeriği elbette yeterli görülmeyebilir ama bunlara yönelik reflekslerimizin milliyetçi/ulusalcı saiklerle örtüşmemesi, endişelerimizin aşırı beklentilerin vehimlerine de kurban edilmemesi gerekir.


Unutmamak gerekir ki, bu süreçler işlerken dahi askeri-sivil elit bürokrasinin bunları akamete uğratma, darbe süreçleriyle gelişmelerin önünü tıkama, ulusalcı çığırtkanlıklarla halkı yanlarına çekip gelişmelerin seyrini çarpıtma; en temel hak ve özgürlükleri düne kadar şiddetle savunageldikleri AB emperyalizmine teslim olma söylemi altında engelleme; değil anayasa ve reform paketlerini, başörtüsüne ilişkin yönetmeliksel değişikliklerin dahi önünü yargı kılıcıyla kesme girişimleri devam etmektedir.


Dolayısıyla “açılım” adı altında işletilen süreçlerin yetersizliklerle malul olduğunu belirtmek ve olması gerekenleri sarih bir tarzda ortaya koymak başka bir şey, mezkûr süreçlerin ardında ulusalcı tepkime ve psikolojik harekât mekanizmalarının etkisinde kalarak türlü hinlikler ve “başımıza örülecek çoraplar” aramak başka bir şeydir. Ve yine unutmamak gerekir ki, inisiyatifimiz dışında da olsa hiçbir gelişme, tüm insani potansiyellerimizi eriten ve başımızda demoklesin kılıcı gibi onlarca yıldır sallanan egemen ideoloji ve mensuplarından daha vahim olmayacaktır.


Ergenekoncu yapılanmanın tasfiyesi ve paradigmasının özgürce sorgulanması süreçleri gereğince desteklenmeden, ülke insanının melekelerinin sağlıklı işlemesini beklemek mümkün görünmemektedir.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Uluslararası Dayatmalar, ‘Ermeni Mes’elesi’ne Hayır Getirir mi?

Selahaddin E. Çakırgil
[email protected]


‘Ermeni Mes’elesi’, kelimenin tam mânâsıyla, bir mes’ele olarak Türkiye’nin karşısında.. Hele de, 24 Nisan 1915’de, (yani Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı’nın girmesinden 7 ay kadar sonra..) İstanbul dışındaki ermenilerin, ‘tehcîr’i- (zorla göçettirilmesi) için İttihad -Terakkî Cemiyeti’nin Dahiliye Nâzırı / İçişleri Bakanı Tal’at Paşa tarafından verilen emrin 100. yılındaki anma törenleri dolayısiyle bu yıl, daha bir çarpıcı şekilde.. Bu mes’eleyi daha iyi anlamak için, bazı kilometre taşlarını bir kez daha gözönünde bulundurmak gerekiyor.


Hatırda tutulması gereken ilk husus, İttihad-Terakkî Cemiyeti / partisi’nin devletin idaresine, Osmanlı Devleti’nin kaderine entrika ve zor yoluyla el koymuş olduğudur.


28 Haziran 1914’de Saraybosna’da, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Veliahdi Franz Ferdinand ve eşinin bir sırb genci tarafından bir suikasdde öldürülmesinden hemen sonra, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş açması ve Rusya Çarlığı’nın Sırbistan’ın yardımına koşup savaşa girmesi; bunu Almanya’nın Avusturya -Macaristan İmparatorluğu’nun yanında; İngiltere, Fransa ve İtalya’nın da Almanya ve Avusturya Macaristan imparatorluğu’na karşı Rusya’yla birlikte hareket etmesiyle bütün Avrupa bir yangın yerine dönüşmüştür.


Osmanlı Devleti’nin yönetiminde bulunan İttihad-Terakki Cemiyeti liderleri, giderek yayılmakta olan Birinci Dünya Savaşı’na girmekten kaçınılamıyacağını düşünmektedirler. Ama, kimin tarafında girmesi gerektiği konusunda aylarca süren tereddüdler içindedir.


1909’daki 31 Mart Hadisesi’nden sonra tahtından indirilen ve Selanik’de sürgünde bulunan ve diplomasi ve siyaset dehâsı denilebilecek üstün niteliklere sahib 33 yıllık eski sultan 2. Abdulhamid ise, savaştan kesinlikle uzak durulmasını istemekte ve bunu sorumlulara duyurmaya çalışmaktadır.


O sırada, Saray’ın damadı olması dolayısiyle Osmanlı’nın Sultan Reşad’dan sonraki en güçlü adamı durumunda olan Başkumandan Vekili Enver Paşa, Londra’ya yaptığı, İngiltere’nin soğuk davranmasından dolayı, eli boş döndüğü 20 günlük bir ziyaretten sonra.. Tereddütler daha bir artar.. (Bu arada, İngiliz Hükûmeti, Osmanlı’nın, daha önce İngiltere’ye sipariş ettiği ve yapımı tamamlanmış ve bedelleri ödenmiş olan iki savaş gemisini vermiyeceğini de açıklamıştır.. Ki, bu mes’ele, hâlâ da halledilmemiştir.)


Bu durumdan faydalanan Almanya, birçok zaafları olmasına rağmen Avrupa ve dünyanın yine de sayılı güçlerinden sayılan Osmanlı’yı kendi safına çekmenin planlarını yapmaktadır. Ama, savaş planlayıcıları daha etkindirler ve İttihadçı’ların tecrübesizliklerinden ve onların son zamanlarda kaybedilmiş geniş toprakları geri almak hayallerinden de faydalanmak istemektedirler.


Ve plan uygulanır..


Almanya’nın zırhlı savaş gemileri Akdeniz’dedir ve İngiltere’nin savaş gemilerince takib edilmektedir. Alman gemilerinden ikisi Goben ve Breslau Çanakkale Boğazı’ndan geçerler, Osmanlı bayrağını çekip, Midilli ve Yavuz adıyle Karadeniz’e açılırlar ve Rusyanın (bugün Ukranya elinde kalan) Odesa liman şehrini topa tutarlar.


Rusya, derhal özür dilenip tazminat ödenmediği takdirde, bunu savaş sebebi sayacağını açıklar.


İttihadçıların, müslüman kamuoyunu tatmin etmek için Sadâret’e /Başbakanlığa getirdiği Sadrâzam Said Halim Paşa, bu saldırıyı, İttihad-Terakki’nin liderlerinden, Enver- Tal’at ve Cemal Paşa üçlüsü’nden sorar. Sadrâzam Paşa, Rusya’dan özür dilenmesi ve tazminat ödenmesi fikrindedir ve aksi halde, istifa edeceğini söylemiştir.


Ama, İttihadçı liderler, Osmanlı gibi bir büyük devletin özür dilemesi ve tazminat ödemesinin diplomasi tarihi açısından emsalinin bulunmadığını söylerler.


Sadrâzam Paşa’nın istifası ise, başta yakın dostu Mehmed Âkif ve diğerleri tarafından önlenir, ‘Sen gidince yerine kim gelecek ki?’ gibi gerekçelerle..


Ve, Rusya önceden açıkladığı üzere, beklediği özür gelmeyince. savaş açar..


Böylece, savaşın başlamasından üç ay sonra, 27-28 Eylûl 1914 tarihinde Osmanlı da girer savaşa.. (İki sene öncesinde, Balkan savaşlarında Osmanlı’ya karşı savaşmış olan Bulgaristan Krallığı da, Osmanlı, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun safında, Rusya’ya ve Sırbistan’a karşı girmiştir, savaşa..)


Rusya orduları, Balkanlar ve Kafkaslar’dan hızla ilerlemektedir..


İttihadçılar, içerdeki en büyük zaafiyet noktası olarak, özellikle (Hicrî-qamerî takvimin 1293 yılında olması hasebiyle, kısaca) ‘93 Harbi’ diye bilinen ve Osmanlı’nın ağır yenilgisiyle neticelenen 1877-78 Rus- Osmanlı Savaşı’ndan beri düşmanla işbirliği yapan ve bütün Doğu Anadolu’nun kolayca istila edilmesinde düşmana üstün hizmetler sunarak daha bir güçlenen ‘ermenici’ Daşnaksutyun ve Hinçak vs. silahlı mücadele örgütlerinin, içerde ve dışarda uygulayacakmları yeni terör eylemlerinden endişe etmektedirler. Çünkü, onlar ermenilerin 800 yıl birlikte yaşadıkları Selçuklu ve Osmanlı topraklarında bir Ermeni Devleti kurmak heyecan ve hayaliyle bileylenmektedirlmer..


Ki, bu örgütler, Osmanlı Bankası Soygunu’nu gerçekleştirecek ve dahası, Yıldız Camii’nde bir Cuma Selâmlığı esnasında, Sultan 2. Abdulhamid’e bombalı bir suikasd düzenleyecek kadar büyük eylemlere imza atmışlardır.


(Şair Tevfik Fikret, o zaman, bir ‘Lâhza-i Teehhur’ / Bir anlık gecikme) isimli şiirinde, Abdulhamid’in bir anlık gecikme ile, o bombalı saldırıdan kurtulmasından dolayı büyük bir esef yaşadığını, mısralara dökmüş ve duygularını ‘Ey şanlu avcu, dâmını (tuzağını) beyhûde kurmadın, / Attın, attın, fakat, yazıklar ki, vurmadın!..’ diye dile getirmiştir..)


İçerde, kendilerini münevver /aydın olarak niteleyenlerin bir örneğidir Fikret ve durum bu..


Keza, Noradunkyan Paşa’nın Osmanlı Hariciye Nazırlığı’na bile getirilmişken, nasıl ihanet ettiği de görülmüştür. Müslüman halk ise, her taraftan gelen düşman saldırılarına karşı koymak azminde olsalar bile, en fazla da, kendilerine asırlarca kavm-i necîb veya millet-i sadıqâ olarak baktıkları ermeniler adına sergilenen ihanetlerle daha bir yaralanmaktadır. Ve iç düşman olarak en fazla da, o ‘ermenici’ silahlı mücadele ve terör örgütleri adına, neredeyse bütün ermeniler görülmektedir. Bazılarınca bütün kürdlerin PKK’lı sanılması örneği gibi..


Öyle bir durumda, Doğu Anadolu’da oldukça yoğun olarak yaşayan ermeniler içindeki ‘ermenici çeteler’in Rus ordusuyla 35 sene öncelerdeki 93 Harbi’nde olduğu gibi, yeniden işbirliği yapmaması ve hem de ülkenin her yanında, halkın ermenilere karşı bir saldırı düzenlememesi için, İstanbul dışındaki ermenilerin belli yerlere sürgün edilmesi planlanır.


Savaş başlayalı, 7 ay olmuştur ve böyle bir tedbirin düşünülmesi tabiîdir..


Ama, bu çok kolay olmayacaktır..


Çünkü, tren ve otobüs vs. araçların ya hiç olmadığı ya da yetersiz kaldığı bir zaman diliminde, taşınabilir varını-yoğunu kağnılara yükleyip kışta-kıyamette veya yazın kavurucu sıcağında, yollara dökülen yüzbinlerin nasıl bir perişanlık ve acı çektiği ortadadır. Ki, o insanların büyük çoğunluğu hain değildi, ama, evlerinden-barklarından sürülürken, halkın tepkisi, ‘ermenici silahlı örgütler’ adına, o halkın tamamına yönelecekti..


Ermenilerin, ülkenin daha uzak köşelerine, Suriye- Lübnan taraflarına gönderilmesi planlanmıştı. Ama, binlerce km.lik o yollar o şartlarda nasıl kat’edilcekti?


Yüzbinler, o şehirden bu şehre, güvenlik güçlerince, sürü gibi teslim edilir-alınırken, elbette yol boylarında hastalık, yorgunluk, açlık, soğuk-sıcak gibi etkenlerle onbinler can veriyorlardı. Ayrıca, özellikle genç kız ve gelinlere yönelik alçakça tasallutta bulunan bir takım kimselerin her toplum içinde olacağı da unutulmamalıdır.


Onların evlerini de İttihadçılar ve onların kemalist dönemdeki uzantıları da, yeni bir zengin sınıfı oluşturmak için, belli kesimlere vermişlerdir. Halbuki, İslam huhuku, savaşa katılmayan insanların can, ırz ve mal, mülkünü garanti altına almaktadır.


Ama, ilginç olan şu ki, o zamanki resmî rakamlarla, 1 milyon 200 bin kadar olan ermeni nüfus, Anadolu’daki genel nüfusun onda birini oluşturuyordu.. Ve, Ermeni Hadiseleri’nin 50. yılında, 1965’lerde, 500 bin ermeninin öldü(rüldü)ğü yazılırdı, dünyada. O zaman, Türkiye’nin nüfusu 30-32 milyon civarındaydı..


Sonra.. Ülkenin nüfusu arttıkça, ermenilerin ölü sayıları da arttırıldı, ve 75. yılında bir milyona ulaştı. Şimdi, 100. yılında ise, ölen ermenilerin sayısı 1,5 milyona yükseltildi.


Amerikan Başkanı Obama bile, son mesajında, 1,5 milyon ermeninin ölümünden sözetti..


Şimdi, uluslararası siyasetin bütün mezar kazıcıları, işte o facialı yılların üzerine yeni planlar kurmak peşindeler.. Sezonu Papa Françesko attı.. O soykırımdan sözetti.. Onu Alman ve (zımnen) Fransa devlet başkanları takib etti.. Onları, Rusya lideri Putin takib etti..


Obama ise, mesajıında, sadece ermenice ‘Meds Yeghern/ Büyük felaket’ demekle yetindi, soykırım’dan, jenosid’den sözetmemekte ısrar etti, Türkiye’yi yyanında tutmak için..


Ermenistan Devlet Başkanı Serc Sarkisyan ise, Hürr. gazetesinde 24 Nisan günü yayınlanan uzun mülakatında Türkiye’den toprak taleblerinin olmadığını iddia ediyor.. Adım adım gidiyorlar..


Eğer öyleyle, Ermenistan Anasayasası’ndaki Batı Ermenistan’ı kurtarmak neyin nesi? Şimdilik, mâsum şekilde soykırım kabul ettirilebilirse, sonrası, sonra gelecek..


Onları da gelecek nesillerin gerçekleştirmesi düşüncesiyle..


*


Pekiy, bunlar olurken, müslüman halkın sadece o savaş anındaki 5 milyondan fazla can kaybı n’oldu? Onlar insan değil mi? Sadece ermeniler mi, o ağır facianın yükünü taşıyanlar?


Hulâsa-i kelâm, bu uluslararası dayatmalar, savaşsız olarak bir çözüm ve hayır getirmez. Savaşta hayır görenler ise, nelerle karşılaşır; onu önceden kestirmek zordur.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Nepal'da Ölü Sayısı 3 Bin 300'e Yükseldi

64044.jpg


Nepal'de cumartesi günü meydana gelen 7,8 büyüklüğündeki depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin 300'e ulaştı.
Nepal'de cumartesi günü meydana gelen 7,8 büyüklüğündeki depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin 300'e ulaştı.


Nepalli yetkililer, depremde hayatını kaybedenlerin sayısının Nepal'de 3 bin 218'e yükseldiğini bildirdi. Yetkililer, Hindistan'da 61 ve Tibet'te 20 kişinin yaşamını yitirdiğini açıkladı.


Başkenti Katmandu'nun 80 kilometre kuzeydoğusundaki Lamjung'da cumartesi günü yerel saatle 11.56'da meydana gelen 7,8 büyüklüğündeki depremin ardından orta büyüklükte çok sayıda artçı sarsıntı kaydedildi.


Depremin merkez üssüne yakın yerleşim birimlerine giden yolların heyelan ve çatlaklar yüzünden kapandığı, bu nedenle buralara ulaşım sağlanamadığı aktarıldı. Bu yerleşim birimlerine ulaşılmasıyla ölü sayısının daha da artmasından endişe ediliyor.


7,8 büyüklüğündeki deprem, ülkede 1934 yılında meydana gelen ve 10 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği 8,1 büyüklüğündeki depremin ardından kaydedilen en şiddetli sarsıntı oldu.
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
Siyonist Cumhurbaşkanından “Soykırım” Hamlesi
51934.jpg

Siyonist İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, 1915 yılı olaylarına ilişkin olarak, ''Ermeni halkı modern toplu cinayetin ilk kurbanıdır'' dedi.
“Ermeni soykırımı” gündemi ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı Rezidansı'nda bir tören düzenleyen Siyonist Cumhurbaşkanı Rivlin, "Biz belli bir ülkeyi suçlamaya çalışmıyor, katliamın kurbanları ve korkunç sonuçları ile kendimizi özdeşleştirmeye çalışıyoruz" ifadesini kullandı.


"Ermeni halkı modern toplu cinayetin ilk kurbanıdır" değerlendirmesinde bulunan Rivlin, 1915 yılı olaylarına ilişkin İsrail’de ilk kez resmi tören düzenleyen cumhurbaşkanı oldu. Törene, İsrail işgali altında bulunan topraklardaki Ermeni toplumunun temsilcileri ve dini liderleri katıldı.

Bu kafirler 73 seneden beri Filistinli müslümanları katletmeye doymuyorlar ki.bir tek bunlar değil ki?Dünyanın her tarafında oluk oluk müslüman kanı akıtanlardan hesap soramıyor bu bizimkiler...

Bu gavurlar şimdi kalkmış ermeni soykırımından bahsediyorlar.Herkes gerçek yüzünü gösteriyor.Türkiye bunlara karşı çok sert politika üretmelidir.Irın, kırın kem kümler, "acınızı paylaşıyoruz" gibi söylemler bunların cesaretini artırıyor.Bu yüzden üzerimize geliyorlar."BİZİM ERMENİ SOYKIRIMI DİYE VERECEK HESABIMIZ HİÇ YOK SİZ KENDİ KATLETTİĞİNİZ MÜSLÜMANLARIN HESABINI HELE VERİN BAKALIM"diyemiyor.

Başımızda ki idareciler tam pısırık bir politika ile koskoca Osmanlı'nın şan ve şerefini ayaklar altına aldıklarından habersiz bir gaflet içindeler...Bu gavurlardan biz hesap soracağımıza onlar bizden hesap soruyorlar.Zalimler bizden hesap soruyor biz ise maalesef savunmaya geçiyoruz.Böyle dış politikanın ta içine tüküreyim ben...
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Karadavi: İşgalcilerin Ermenilere Ağlaması Garip
38705.jpg


Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Karadavi, 1915 yılı Ermeni olaylarına ilişkin Türkiye aleyhinde yürütülen kampanya ve yapılan açıklamaları kınadı.
Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Karadavi'nin resmi internet sitesinde yer alan açıklamada, Ermeni iddialarıyla ilgili Türkiye aleyhinde kasıtlı kampanyalar yapıldığı belirtilerek, "Müslüman, gelişmiş ve adil bir ülke olan Türkiye'yi uluslararası konulardaki ahlaki rolünü hedef alan kinli akımlar karşısında destekliyoruz" denildi.


Açıklamada şunlar kaydedildi:


"Tarihi çarpıtarak, 1915 yılı olaylarında öldürülen Ermenilerin sayısını abartmanın yanı sıra Osmanlı vatandaşı Müslümanların sayısını gözardı etmek, gerçekleri değiştirmeyeceği gibi özgürlükler, gelişme ve kalkınma dönemini yaşayan Türkiye aleyhinde kasıtlı olarak başlatılan kampanyalar insaf sahibi kimseleri Türkiye'yi savunmaktan alıkoyamaz. Türkiye'nin, olaylarla ilgili arşivlerin bağımsız tarihçi ve insaf sahibi araştırmacılar tarafından araştırılması ve çıkan sonuçların dünya kamuoyuna açıklanmasına yönelik davetinin kabul edilmemesi, iddiaların yalanlardan ibaret olduğuna en büyük kanıttır."


"İşgal ettikleri topraklarda ellerini kana bulayanların, Ermeniler için gözyaşı dökmesinin garip bir durum olduğu" vurgulanan açıklamada, "Canlı duran tarih unutulmadı. Tarih Avrupa askerlerinin, Haçlı Seferleri döneminde Kudüs ve Şam'da uyguladığı katliamları unutmadı. Endülüs (İspanya) Müslümanlarına karşı yapılan katliamlar da akıllardan silinmedi daha. Yakın tarih ile yaşadığımız bu dönem ise şu farklı renklere bürünen dünyanın desteklediği işgal yönetimi (İsrail) tarafından savunmasız Filistin halkına karşı işlenen menfur uygulamalara tanıklık ediyor" ifadelerine yer verildi.


Türkiye aleyhindeki kampanyaları kınayan Karadavi, söz konusu iddialar karşısında "Guantanamo ile Ebu Gureyb hapishanelerinin yanı sıra Myanmar ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Müslümanlara karşı yapılan katliamları" örnek göstererek dile getirilen açıklamalara tepki gösterdi.


(AA)
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Mısır Tampon Bölgeyi 2 Kilometreye Çıkarıyor

64129.jpg


Mısır, Gazze sınırında daha önce 1 kilometre olarak belirlediği "tampon bölgenin", 2 kilometreye çıkarılmasına karar verdi.
Mısır yönetiminin, Gazze sınırında daha önce 1 kilometre olarak belirlediği "tampon bölgenin", 2 kilometreye çıkarılmasına karar verdiği bildirildi.
Mısır resmi haber ajansı MENA'nın haberinde, Başbakan İbrahim Mihlib'in, Kuzey Sina'da bulunan Refah bölgesindeki Gazze sınırında daha önce 500 metreden 1 kilometreye genişletilen tampon bölgenin 2 kilometre olarak belirlenmesine ve bölgenin boşaltılmasına karar verdiği belirtildi.
Haberde, alınan karar gereğince "söz konusu bölgede yaşayanların alternatif yerleşim birimlerine kaydırılacağı, karara uymayanların taşınmazlarına cebren el konulacağı" dile getirildi.
Söz konusu karar, Mısır'ın geçen yılın ekim ayından bu yana Gazze sınırındaki tampon bölge konusunda alınan 3'üncü karar olma özelliği taşıyor.
Sina'da 24 Ekim'de Mısır Silahlı Kuvvetlerini hedef alan saldırılarda 31 kişinin ölümü ve 30 kişinin yaralanması sonrasında yönetim, bölgedeki önlemlerini artırdığını açıklamıştı. Bu çerçevede uzunluğu 14 kilometre olan Mısır-Gazze sınırının sıfır noktasında bulunan yerleşim birimlerinin kaldırılıp bölge sakinlerinin başka yerlere taşınması ve 500 metrelik "tampon bölge" oluşturulmasının planlandığı açıklanmış daha sonra da Mısır ordusu, sözü edilen bölgelerdeki evlerin yıkımına başlamıştı.
Mısır ile Gazze arasında 800 ila bin metre uzunluğunda tünellerin ortaya çıkarılmasının ardından ülkenin ulusal güvenliğinin sağlanması için daha önce 500 metre olarak açıklanan tampon bölgenin bir kilometreye çıkarılmasına karar verilmişti.
(AA)
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Mısır'da 4 Darbe Karşıtına Müebbet

54543.jpg


Mısır’da askeri mahkeme, 4 darbe karşıtını müebbet hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme darbe karşıtı diğer dört kişi hakkında ise 15 yıl hapis cezası verdi.
Askeri mahkeme, Süveyş kentinde Valilik Binası yakınında gösteri yaparken yakalanan sanıklara ‘Vatandaşları korkutmak, yönetime karşı gelmek, trafiği durdurmak ve yasaklı örgütlere üye olmak suçlamalarını yöneltti.


Altras hakkındaki davada yetkisizlik kararı


Kahire Acil İşler mahkemesi, Altras ismiyle bilinen taraftar grubunun bürolarının kapatılması ve faaliyetlerinin yasaklanması talebiyle açılan davada yetkisizlik kararı verdi.


Mısır’da mahkeme, şimdiki Cumhurbaşkanı Sisi liderliğinde 2013 yılında yapılan darbe ile görevinden uzaklaştırılan eski cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin yargılandığı ‘İttihadiye olayları’ davasında kararını 21 Nisan'da açıklamıştı. Mursi 20 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.


Darbenin geçmişi


Mısır’da Hüsnü Mübarek’e karşı başlatılan ayaklanmalar sonrası ülkede yapılan ilk demokratik seçimlerde Müslüman Kardeşler'in adayı Muhammed Mursi kazanmıştı.


Mursi’nin göreve gelişinin birinci yıldönümünde istifası için sokağa dökülen muhalifler ve Müslüman Kardeşler arasındaki çatışmaların birinci haftasında ordu yönetime el koymuştu.


Muhammed Mursi'nin 3 Temmuz 2013 tarihinde darbeyle devrilmesinin ardından Mısır ordusu Müslüman Kardeşler'in önde gelen isimlerini tutukladı.


Darbe karşıtı protesto gösterileri esnasında yüzlerce kişi öldürüldü.


Mısır yargısı aralarında Müslüman Kardeşler liderlerinin de bulunduğu çok sayıda darbe karşıtı hakkında idam ve müebbet hapis cezaları verdi.


Kaynak: Al Jazeera
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Siyonistler Doğu Kudüs'te İşgali genişletiyor

64114.jpg


İşgal altında olan Doğu Kudüs'te 77 yeni yerleşim birimi kurulacak. Bunlardan 41'inin Pisgat Ze'ev'de, 36'sının Neve Yaakov'da olacağı belirtildi.
Tel Aviv Merkezli "Peace Now" Yahudi Yerleşim Yerleri İnşaasını İzleme Komisyonu Başkanı Hagit Ofran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 17 Mart'taki genel seçimlerinden bu yana ilk kez İsrail'in işgal altındaki Doğu Kudüs'te yerleşim yeri inşa kararı aldığını ifade etti.

Buna göre, 77 binanın inşa edileceğini kaydeden Ofran, bunlardan 41'inin Pisgat Ze'ev'de, 36'sının Neve Yaakov'da olacağını belirtti.

Öte yandan, Peace Now örgütünden yapılan yazılı açıklamada, "Doğu Kudüs'te yapılması planlanan yeni yerleşim birimleri, bize bir dahaki hükümetin bu konudaki politikaları hakkında ipuçları vermektedir. Netanyahu, iki devletli çözümü ve barışı imkansız kılan yerleşim yerleri inşa politikasını devam ettirmektedir" denildi.

Dünyanın farklı ülkelerinden getirilerek Siyonist yönetiminin işgal politikası çerçevesinde Batı Şeria ve Doğu Kudüs'e yerleştirilen Yahudi yerleşimcilerinin silah taşımaları ve Filistinlileri sözlü ya da fiziksel olarak taciz etmeleri, sorun yaşanmasına neden oluyor.
AA
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Sudan'da Yine Beşir Kazandı

64118.jpg


Sudan’da muhalefet partilerinin boykot ettiği, seçmenlerin yarısından fazlasının oy vermediği devlet başkanlığı seçimini, 25 yıldır ülkeyi yöneten Ömer Beşir yüzde 94 oy oranıyla kazandı.
25 yıldır ülkeyi yöneten 71 yaşındaki Ömer Beşir, 13 Nisan'da yapılan seçimin sonuçlarına göre bir kez daha beş yıllığına göreve seçildi.
Seçim komisyonu katılım oranını yüzde 46.4 olarak açıkladı.
Sudan’daki muhalefet partileri devlet başkanlığı seçimlerini boykot etme kararı almıştı
Ülkede hükümet güçleri ile kendilerine Sudan Halk Özgürlük Hareketi (SPLM-N) adını veren silahlı gruplar arasında bir önceki seçimden bu yana çatışmalar yaşanıyor.
1989’da darbeyle iktidara gelen Sudan Devlet Başkanı Ömer Beşir, soykırım suçu iddialarıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından tutuklama emriyle aranıyor.
Kaynak: Al Jazeera
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Vatan Partisi İran’da

64120.jpg


Eski adı İşçi Partisi olan Vatan Partisi üyeleri İran'a gitti, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile görüştü. Parti daha önce de Suriye’ye gitmişti.
Vatan Partisi Heyeti üç günlük bir ziyaret için İran'a gitti. İlk görüşmelerini İran eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile gerçekleştiren heyet başka temaslarda da bulunacak.
Ahmedinejad’ın başkent Tahran’daki çalışma ofisindeki görüşmede, heyet adına ilk sözü alan Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Genelkurmay Eski İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, bölgesel işbirliğini geliştirmek amacı ile İran’da bulunduklarını söyledi.
Heyeti dinleyen İran Eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ise heyete “Emperyalizmin bölgeden kovulması için Suriye, İran, Irak, Türkiye ve Azerbaycan’ın birlikteliği yeterli olacak” yanıtını verdi.
Daha önce de Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek Suriye’ye gitmiş ve Devlet Başkanı Beşar Esed ile görüşmüştü
Kaynak: Al Jazeera
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Siyonist İsrail'in BM Binalarını Hedef Aldığı Belgelendi

64122.jpg


Birleşmiş Milletler, İsrail'in Gazze saldırılarında BM yerleşkelerinin 7 kez hedef alındığını, bu saldırılarda 44 Filistinlinin öldüğünü, 227'sinin de yaralandığını belirledi.
BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun tarafından oluşturulan ve İsrail'in Gazze saldırısında sivillerin sığındığı BM kurumlarını hedef almasına ilişkin iddiaları soruşturan komisyonun raporu BM Güvenlik Konseyi'ne sunuldu.
BM Genel Sekreteri Ban, rapora yazdığı özette, İsrail'in saldırıları sırasında Filistinlilerin sığındığı BM yerleşkelerinin 7 kez isabet aldığını belirterek, "İsrail'in eylemleri neticesinde BM yerleşkelerine sığınmış 44 Filistinlinin ölmesi 227'sinin de yaralanmasından derin teessür duyuyorum. BM yerleşkelerinin dokunulmazlığı vardır ve özellikle çatışma dönemlerinde güvenli bir sığınak olmalıdır. Bu saldırılar, son çare olarak BM'ye sığınmış kişilerin güvenine yönelik de bir saldırıdır" ifadelerini kullandı.
Ban raporda, Gazze'deki BM okullarında yapılan incelemelerde çatışmalar sırasında sivillerin barınmadığı 3 okulda silah bulunduğunu da ifade ederek, Filistinli silahlı grupların BM okullarına silah saklamasının okulların güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü vurguladı.
Rapordaki bulgulara ilişkin atılacak adımlar konusunu BM Güvenlik Konseyi'nin değerlendirmesi bekleniyor.
AA


 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Esed Güçlerinden Hastaneye Saldırı: 10 Ölü

64125.jpg


Esed güçlerine ait savaş uçağının başkent Şam'ın Ceyrud kasabasında bir hastaneye düzenlediği saldırıda 10 Suriyeli kardeşimiz hayatını kaybetti.
Esed güçlerine ait bir savaş uçağının başkent Şam'ın Kalamun bölgesindeki Ceyrud kasabasında bir hastaneye düzenlediği saldırıda 10 kişinin öldüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi.
Suriye Genel Devrim Konseyi'nden (SRGC) yapılan açıklamada, Esed güçlerine ait savaş uçağının başkent Şam'ın kuzeydoğusunda yer alan Kalamun bölgesindeki Ceyrud kasabasında bir hastaneye düzenlediği saldırıda 10 kişinin yaşamını yitirdiği onlarca kişinin de yaralandığı belirtildi.


 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Bağdat'ta Bomba Yüklü Araç İnfilak Etti

64131.jpg


Bağdat'ta meydana gelen patlamalarda 13 kişi öldü, 30 kişi yaralandı.
Irak'ın başkenti Bağdat'ta meydana gelen patlamalarda 13 kişinin öldüğü, 30 kişinin yaralandığı bildirildi.
Güvenlik kaynaklarından alınan bilgiye göre, Bağdat'ın güneyinde El-Beya semtindeki tapu dairesi yakınında bomba yüklü bir aracın infilak etmesi sonucu 7 kişi hayatını kaybetti, 13 kişi yaralandı.
Başkentin batısındaki Mansur semtinde de bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 6 kişi yaşamını yitirdi, 17 kişi yaralandı. Patlama sonucu çevre dükkanlarda yangın çıktı.
Güvenlik zafiyetinin yaşandığı Irak'ın birçok kenti, sık sık şiddet olaylarına ve bombalı saldırılara sahne oluyor.
(AA)
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
ordaki 2 km`lik tampon bölgede bizde gidip bir devlet mi kursak, devlet kurmak zaten en iyi bildigimiz is :D
balkanlardaki tampon bölgede gecen birisi devlet kurmustu.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Kerry: Anlaşmaya Her Zamankinden Daha Yakınız

64145.jpg


ABD Dışişleri Bakanı Kerry, İran'la nükleer müzakerelerde bazı temel konuların halen çözülemediğini ancak nihai bir anlaşmaya her zamankinden daha yakın olduklarını söyledi.
Kerry, BM Genel Kurulu'nda düzenlenen Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'nın 2015 gözden geçirme konferansının açılışında yaptığı konuşmada, İran'la sürdürülen nükleer müzakerelere ilişkin açıklama yaptı.


İran'la anlaşmaya varılması halinde dünyanın daha güvenli duruma geleceğini kaydeden Kerry, "İran'la nihai anlaşma için hala katedilmesi gereken önemli bir mesafe var. Bazı temel konular halen çözülmedi. Buna rağmen kapsamlı bir anlaşmaya her zamankinden daha yakınız" dedi.


İran'la varılacak bir anlaşmanın verilecek sözlere dayalı olmayacağını da vurgulayan Kerry, "Bu anlaşma sözlere değil delillere dayalı olacak. NPT, sözlerin yerine getirildiğini denetleme konusunda merkezi işlev görecek" diye konuştu.


Kerry, ABD'nin, nükleer silah stoklarının azaltılması ve imhası konusunda önemli çalışmalar yaptığını da kaydederek, Başkan Obama'nın, kullanım dışına çıkarılmış nükleer silah başlıklarının imhasını yüzde 20 hızlandırma kararı aldığını duyurdu.


Dünyadaki nükleer silahın yüzde 90'dan fazlasına Rusya ve ABD'nin sahip olduğunu vurgulayan Kerry, Rusya'ya da NPT anlaşmasına bağlı kalıp adım atma çağrısı yaptı.


Kerry, Zarif'le görüştü


John Kerry, BM'deki toplantının ardından New York'ta İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile basına kapalı görüşme gerçekleştirdi. Görüşmenin ardından açıklama yapılmazken, iki bakanın nükleer anlaşma konusunu ele aldıkları belirtildi.


İran ile P5+1 ülkeleri arasında İsviçre’nin Lozan kentinde yapılan nükleer müzakerelerde 2 Nisan'da uzlaşıya varılmıştı. 30 Haziran'a kadar nihai anlaşmaya varılması planlanan uzlaşıyla İran, yıllardır ABD, AB ve BM tarafından uygulanan yaptırımların kaldırılmasını istiyor.


Kaynak: AA
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Esed Rejimi İçin Cisr el Şuğur Yenilgisinin Telafisi Yok

64102.jpg


Suriye'de rejim güçleri direnişçilerin ele geçirdiği Cisr El Şuğur'a hava saldırılarını sürdürüyor. Al Jazeera İdlib'in Cisr El Şuğur kasabasına girdi.
Yılmaz Bilgen / Al Jazzera


Direnişçiler tarafından 25 Nisan Cumartesi ele geçirilen Cisr El Şuğur kasabasına yönelik rejim güçlerinin hava saldırıları aralıksız devam ediyor.


İdlib iline bağlı Cisr El Şuğur, dört yılı aşan iç savaş süresince Hama, İdlib, Halep, Haseke ve Lazkiye şehirlerine yönelik askeri sevkîyatın merkez noktasını teşkil etmekteydi.


Cisr El Şuğur’un direnişçiler tarafından ele geçirilmesi Esed kanadında büyük eleştiri konusu olurken, rejime yakın haber kaynakları Cisr’in düşmesini ‘rejim için telafisi olmayan büyük bir kayıp’ olarak duyurdu.


Lazkiye sınırında yer alan Cisr El Şuğur kara ve demiryolu trafiği açısından da köprü işlevi gören bir yerleşim birimi.


Bir yıldır saldırı hazırlığı yapılıyordu


Al Jazeera Türk’e konuşan Ahraru Şam komutanlarından Ebu Mücahit son yaşananlarla ilgili şunları söyledi:


“Bir yıldır Cisr El Şuğur’u üç yönden kuşatmıştık. Saldırı hazırlıkları içerisindeydik ancak rejim açısından çok büyük önemi olan kasabanın silah ve asker tahkimatı açısından çok güçlü olduğunu biliyorduk. Zafer için en iyi zamanı kolladık ve birçok grubun ittifakı ile dört gün savaştıktan sonra düşmanı buradan çıkardık.”


Lazkiye’de huzursuzluk başladı


İdlib bölgesinde Mastume ve Eriha dışında rejimin etkinliği kalmadığını ifade eden Ebu Mücahit sözlerini şöyle sürdürdü:


“Artık Lazkiye’de huzursuzluk başladı. Mesafe azaldıkça Nusayrilerin en yoğun yaşadığı Lazkiye’de tehdit limiti yükselecek. Bu durum Esed’in daha fazla köşeye sıkışması demektir. Cisr’i kontrol ediyor olmamız, İdlib’e yönelik rejim tehdidini de büyük oranda ortadan kaldırmış oldu. Hama yönünde rejimin tüm bağlantıları kesildi. Bu gerçekten çok büyük ve anlamlı bir zafer oldu.”


100 den fazla rejim askeri öldü


Cisr kasabasında dört gün süren çatışmalarda 30 direnişçinin şehit olduğunu duyuran direnişçiler, 100 den fazla rejim askeri ve rejime bağlı milisin öldürüldüğünü ve çok sayıda silah ve mühimmatın da ele geçirildiğini duyurdu.


Saldırılara çok sayıda grup katıldı


Halep, İdlib ve Lazkiye bölgesinden çok sayıda grubun katıldığı Cisr El Şuğur saldırılarında Ahraru Şam, Nusra Cephesi, Ceyşul İslam, Ceyşul Muhacirin, Ceyşul Mücahidin gibi büyük grupların yanında Fırka Sahiliyye el Uğla, Şam el İslam, Ehli Sünnet vel Cemaat gibi gruplar yer aldı.


Türkmen gruplar da destek verdi


Türkmen Dağı'nda savaşan Türkmen gruplarla birlikte Halep merkezli muhalif Türkmen gruplardan Liva Sultan Murat da Cisr El Şuğur saldırılarına katılan aktif gruplar arasında yer aldı.


Derkuş kasabası havadan vuruldu


İdlib’e bağlı Derkuş kasabası dün gece saatlerinde rejim hava unsurları tarafından bombalandı. Saldırılarda 50’den fazla kişi hayatını kaybetti, en az 140 kişi yaralandı.


Cisr’de yaşanan çatışmalardan kaçan sivillerin büyük çoğunluğunun sığındığı kasaba olan Derkuş kasabası, Cisr El Şuğur’a 12 kilometre uzaklıkta bulunuyor.


Yaralılardan bir kısmı bölgede bulunan hastanelerde tedavi altına alınırken, bir kısmı da Türkiye’de bulunan hastanelere sevk edildi.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Suriyeli muhaliflerden 5 maddelik yeni plan

suriyeli-muhaliflerden-5-maddelik-yeni-plan_m.jpg


Toplantıda beş maddelik bir plan üzerinde anlaşmaya varan taraflar, Esed rejimi alaşağı edilmeden siyasi hiç bir çözüme ulaşılamayacağı vurgusu yaptı.

Muhaliflerin diasporadaki temsilcisi Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Yönetim Kurulu'nun, Esed yönetimine karşı savaşan silahlı gruplar ve yerel temsilciler arasındaki 2 günlük koordinasyon toplantısı sona erdi.

Halid Hoca Başkanlığındaki SMDK Heyeti, devrimci güçler ve yerel meclis temsilcilerinin İstanbul toplantısında Suriye’deki askeri ve siyasi durum görüşülürken, silahlı muhalif güçlerin ülkenin güney ve kuzeyinde kazandığı başarılar üzerinde duruldu.

Geniş bir katılımla gerçekleşen toplantıda, Ahraru'ş Şam İslami Hareketi, Ceyş'ul İslam (İslam Ordusu), Şam Kolordusu, Şam Direnişçileri Taburları, Humus Kolordusu, Yermuk Ordusu, Ensar'ul İslam Cephesi, Ebabil Ordusu, Fe İstakim Kema Umirt (Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol) grupları, 24. Yaya Birliği, Habib Mustafa Tugayları, 96. Bölük, Hür Yargı Meclisi, İdlib Kent Meclisi, Halep Kent Meclisi, Şam Kırsalı Meclisi, Hama Meclisi, Bedr askerleri Grubu 313. Tugayı, Amud Huran Bölüğü, Mutez Billah Tugayı, Humus Kent Meclisi, Birinci Kolordu, Güney Tugayları Birliği, Hak Süvarileri Tugayı, 111'inci Bölük temsilcileri yer aldı.

Fetih Ordusu bileşenlerinden biri olan Nusra Cephesi ise toplantıya katılmadı.

Toplantı sonrası yayınlanan SMDK açıklamasında, "Fetih Ordusu'nun son günlerde kaydettiği ilerlemenin Esed rejiminin tüm temsilcileriyle ortadan kaldırılıncaya kadar mücadelenin süreceği anlamına geldiğini, nihayetinde Suriye halkının kendi kararlarını alabileceği, özgürce görüşünü dile getirebileceği bir düzen kurulmasını önünün açıldığını" ifade edildi.

Tahran ve Moskova'nın rejime verdiği sınırsız desteğe rağmen rejimin asla hedeflerine ulaşamayacağı belirtilen toplantıda, rejimin kurumlarının sarsıldığı, askeri gücünün zayıfladığı, ekonomisinin çöktüğüne vurgu yapıldı. Rejimin artık kendi canını korumak için getirdiği, paralı askerlerin, İranlı, Iraklı milislerin, Hizbullah militanlarının dış güçlerin iradesiyle hareket ettiği ifade edildi.

Toplantıda ayrıca, Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura'nın "Cenevre daveti" konusu da gündem maddeleri arasında yer aldı.

Taraflar uzlaştı

Beş maddelik bir plan üzerine anlaşmaya varan taraflar, ilk olarak Esed rejimi, temsilcileri ve güvenlik biriminin alaşağı edilmeden siyasi hiç bir çözüme ulaşılamayacağı vurgusu yaptı. Açıklamada, Rejimin hiçbir şekilde Suriye’nin ne geçiş sürecinde ne de geleceğinde rolü olmayacağı belirtildi.

Muhalifler arasında gerek siyasi gerekse askeri en üst düzeyde uyum ve koordinasyonun sağlanması için çaba sarf edilmesinin öngörüldüğü planda, bağımsız ulusal kararlar doğrultusunda devrimin müttefikleri ve dostlarıyla ilişkilerin sürdürüleceği yer aldı.

Ayrıca tüm Suriyeli tarafların ülkedeki kanın durması ve yıkımın sona ermesi için çaba harcamasını istenerek, ülkenin bölünmesinin önünde durmanın, teröre fırsat vermemenin ve ülkenin yeniden üretebilen bir noktaya taşınmasının herkesin görevi olduğu vurgusu yapıldı.

Planda, Suriye adına varılacak söz konusu çözümün ise eksiksiz ve kapsamlı olmasını gerekliliğine vurgu yapılarak, çözüm önerilerini ve orak çabaları değerlendirmek ve takip etmek üzere ortak bir komisyon kurulması noktasında anlaşmaya varıldığı belirtildi.

Ahraru'ş Şam İslami Hareketi, İslam Ordusu, Şam el İslam, Nusra Cephesi, Türkmenistan Muhacirleri grubu ve Suriye Türkmenlerinin kurduğu birliklerinden oluşan Fetih Ordusu Nisan ayı içerisinde ülkenin kuzeyindeki İdlib'i ve Cisr eş-Şuğur kent merkezi ve kırsalını düzenlediği operasyonlarla ele geçirmişti.

Dera'da "Güney Cephesi" adıyla birleşen gruplar da Dera'ya bağlı tarihi Busra eş-Şam kasabası ile Suriye-Ürdün sınırındaki Nasib Sınır Kapısı'nı kontrolü altına altına almıştı.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
türkiye'den israil'e misilleme
turkiye-den-israil-e-misilleme_m.jpg


göktürk-1 keşif ve gözetleme uydusu'nun uğurlama töreni fransa'nın cannes şehrinde yapıldı. Israil 'ofek 10' isimli bir uydu fırlatmış ve özellikle türkiye başta olmak üzere ortadoğu ülkelerinin tamamını izleyebilme kabiliyeti kazanmıştı. Böylece türkiye de göktürk 1'i fırlatarak israil'e karşılık vermiş olacak.

yapımı tamamlanan göktürk-1 keşif ve gözetleme uydusu, fransa’nın cannes kentinde düzenlenen törenle dünya basınına tanıtıldı.

göktürk-1 keşif ve gözetleme uydusu'nun teslimatı için ankara'ya gönderilmesi öncesinde fransa'nın cannes kentinde uğurlama töreni gerçekleştirildi.

uğurlama töreninde konuşan, savunma sanayii müsteşarlığı (ssm) uzay daire başkanı celal sami tüfekçi, göktürk-1 uydusuyla türk silahlı kuvvetlerinin istihbarat kabiliyetinin önemli ölçüde gelişeceğini söyledi. Uydunun teslimatının mayıs ayında gerçekleşeceğini bildiren tüfekçi, projeye katılan şirketlere teşekkür etti.

thales alenia başkan yardımcısı herve hamy ise, uydunun yüksek teknolojili optik sistemlerle donatıldığını belirterek, uydu sistemlerinin performansının bütün yapım aşamalarında test edildiğini söyledi. Göktürk-1 uydusu'nu ankara'ya gönderecekleri için gurur duyduklarını dile getiren hamy, optik sistemlerin geliştirilmesi için 10 milyon avroluk yatırım yaptıklarını kaydetti.

proje ile türk silahlı kuvvetlerinin ihtiyaç duyacağı yüksek çözünürlüklü istihbarat görüntülerinin karasuyu ve hava sahası kısıtlamaları olmaksızın elde edilmesini, işlenmesini, depolanmasını ve değerlendirilmesini sağlayacak bir keşif gözetleme uydu sistemi ve türkiye'de üretilecek tüm uydulara hizmet edecek uzay sistemleri entegrasyon ve test merkezi (uset) tedarik edilmesi amaçlanıyor.

göktürk-1 görevi boyunca günde 278 fotoğraf gönderecek

ankara'ya 7 mayıs'ta gönderilecek göktürk-1 uydusu'nun, 2016 yılı ilk yarısında fransız guyanası'nın kourou kentinden fırlatılması planlanıyor.

göktürk-1 uydu sistemi ayrıca orman alanlarının kontrolü, kaçak yapılaşmanın takibi, doğal afet sonrası en kısa sürede hasar tespiti, ürün rekolte tespiti, coğrafi harita verilerinin üretilmesi gibi alanlarda da görüntü ihtiyacını karşılayacak. Göktürk-1 görevi boyunca günde ortalama 278 fotoğraf gönderecek.

uydu sistemi, uzay kesiminde 1 metre altı çözünürlüklü elektro-optik kamera, 1 sabit yer istasyonu ve 1 mobil yer istasyonundan oluşuyor. Projenin üstleniciliğini ve yer kontrol istasyonu bölümünü italyan telespazio firması yürütürken, üretim kısmını thales alenia space gerçekleştirdi. Projeye aselsan, roketsan ve tübitak bilgem doğrudan katılım yoluyla teknoloji transferi sağladı.

karincayi bile izleyebilecek

göktürk-1 türkiye'nin istihbarat toplama yeteneğini geliştirip, savunma topluluğuna, günün her saatinde her türlü hava koşullarında uzaktaki ve yakındaki tehditleri yönetmesine imkan sağlamasının yanı sıra, herhangi bir ülkede bir karıncayı bile yakından izleyebilecek.

türkiye uydunun yapılması için italya firması ile anlaştığında israil firmayı tehdit etmiş ve israil toprakları üzerinden görüntü alınmamasını istemişti. Ancak geçtiğimiz aylarda israil 'ofek 10' isimli bir uydu fırlattı ve özellikle türkiye başta olmak üzere ortadoğu ülkelerinin tamamını izleyebilme kabiliyeti kazandı. Böylece türkiye de göktürk 1'i fırlatarak israil'e karşılık vermiş olacak.

programi yazanlar kimler ????

Araştirin bakalim.

Soymour ünü mevzunlari bu proede yer almişlarmi ?
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
IŞİD'e katılan 3 kızdan ilk fotoğraf!

isid-e-katilan-3-kizdan-ilk-fotograf_m.jpg


Geçen Şubat ayında Türkiye üzerinden Suriye’ye geçerek IŞİD’e katıldıkları düşünülen üç İngiliz kızdan ilk kez somut bir haber çıktı.

Üç kızdan biri olan Amire Abase, Twitter üzerinden, bir lokantadan ısmarlandığı anlaşılan yemeğinin fotoğrafını paylaştı.

El Arabiya’nın haberine göre, Amira’nın ’devlet paket servisi’ altyazısıyla paylaştığı fotoğrafta, Ortadoğu’da olduğu konusunda fikir veren kebap, kızarmış tavuk ve lavaş gibi yemekler dikkati çekiyor.

IŞİD taraftarları, örgüte kısaca ’devlet’ derken Amira fotoğrafın altına, yemeği arkadaşı Um Eyüb ile birlikte yediklerini belirtiyor. Um Eyüb bir süre önce Twitter’den ’bazı kafirlerin kafalarını kesmeyi istediğini’ yazmıştı.

16 yaşındaki Amira Abase geçen Şubat ayında arkadaşları Şamima Begüm ve Kadiza Sultana ile birlikte Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmişti.

Üç kızın Suriye’ye gitmek üzere otobüse binerken çekilmiş görüntüleri ortaya çıkan kızların Rakka’da oldukları sanılıyor.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Esed rejimi çöküyor mu?

esed-rejimi-cokuyor-mu_m.jpg


Esed rejiminin son 4 yılın en zayıf noktasında olduğu belirtilirken stratejik önemdeki Cisr el Şuğur'un düşmesi, çöküşün habercisi olduğu öne sürüldü..

Suriye'de iç savaşa dönüşen halk ayaklanması 4 yılı geride bırakırken, muhaliflerin son haftalarda kaydettikleri beklenmedik ilerlemeler, Beşar Esad rejiminin geleceğine dair soru işaretlerini yoğunlaştırdı.

Ajanslarda yer verilen bilgiye göre;
Muhaliflerin, geçtiğimiz aylara göre fazla zorlanmadan bazı stratejik noktaları ele geçirmesi, Şam yönetiminin ülkenin çoğu bölümünde kontrolü giderek kaybettiğini gösteriyor.

Son olarak İdlib bölgesindeki Cisr el Şuğur kentinin muhaliflerce alınması, Esad rejiminin kuzey bölgelerle bağlantısının tamamen kesilmesi sonucunu doğurdu.

Konuyla ilgili geniş bir dosya hazırlayan Washington Post gazetesi de, Beşar Esad yönetiminin, iç savaşın seyri boyunca hiç olmadığı kadar zayıfladığını kaydederek, bölgeyle ilgili bazı değerlendirmelere yer verdi.

ESED'İN SONU GELDİ
Gazeteye konuşan Suudi Arabistanlı analist Cemal Kaşukci, "Şu anda sahada ciddi bir aktör var ve bu aktör başarı kazanıyor. Sanıyorum, Esad rejiminin sonunun geldiğini göreceğiz" yorumunda bulundu. Batılı diplomatlar da, gazeteye yaptıkları değerlendirmelerde, Esad rejiminin kendi içinde de ciddi çatlaklar yaşadığını vurguladı. İran'ın desteğine rağmen, rejim içindeki kopmalara engel olunamadığını vurgulayan kaynaklar, başkent Şam hâlâ yönetimin kontrolünde olsa da, diğer bölgelerdeki kontrolün bitmek üzere olduğunu belirtti. Washington Post'un haberanalizinde, ABD'nin eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford'un, "Rejimin sahadaki geri çekilmeleri ve insan kaynağındaki kuruma, zayıflığın bütün işaretlerini gösteriyor" şeklindeki yorumuna da atıfta bulunuldu.

100 KİŞİ DAHA ÖLDÜRÜLDÜ
Muhaliflerin ilerlemeleri devam ettikçe, Esad rejimi de onların kontrol ettiği bölgelere hava saldırılarını yoğunlaştırıyor. Suriye ordusuna ait savaş uçaklarının, son iki günde çeşitli kentlerde düzenlediği saldırılarda en az 100 kişinin hayatını kaybettiği belirtildi. İdlib, saldırılardan en fazla zararı gören bölge olarak kayıtlara geçti.
 
Üst