Müslüman Dünyasında Yaşananlar...

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Şebbiha Mantığı: "Lokum Dağıtanlara Kurşun Dağıtacağız!"

64343.jpg


İdlib ve Cisreş Şuğur’un fethini kutlamak için camiden çıkanlara lokum dağıtan gençleri hedef gösteren sol medyanın kışkırtma çabaları bilinçli bir kampanyanın ürünü!
HAKSÖZ HABER
Suriye kıyamı sözde hak, hukuk, insanlık sözcülüğünü elden bırakmayan solun ikiyüzlülüğünü her şeyiyle ortaya çıkardı. Beşşar vahşetini görmezden gelip direnişçileri cani, terörist ilan eden bu çevreler tam 4 yıldır rejimin işlediği insanlık suçlarının üstünü örtmek için elinden geleni ardına koymadı. Bu kirli mantık bir yandan zulme arka çıkarken, aynı paralelde direnişçilere iftirada da sınır tanımadı.
Nasıl kirli bir zihin yapısına sahip olduklarını ortaya koyan son örnek birkaç gündür yaptıkları yayınlarla bir kez daha sergilendi. Rejimin arka arkaya aldığı darbelerle bunalmış görünen şebbihalar hezimeti örmek amacıyla Cisreş Şuğur’un fethinden sonra İstabra köyünde direnişçilerin Alevi sivilleri katlettiği yalanını yaydılar. Düpedüz iftira olan bu tür haberlerle direnişçilere yönelik küresel karalama kampanyasına ivme kazandırmayı hedeflediler.
İlginçtir, iftirada sınır tanımayan bu şebbihalar Fatih Camiinde direnişin son başarılarını ve fetih sevincini kutlamak için cemaate lokum dağıtan gençleri “Alevi katliamını kutladılar” şeklinde haberleştirme ahlaksızlığından da geri durmadılar. Her şeyiyle yalana, iftiraya batmış alçak bir zihniyet hali!
Ve tiyatronun bir sonraki perdesinde kışkırtma çabalarının tehdide dönüşmesi durumu sahnelenmekte. Aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Alevi Gençlik imzalı tehdit yazısı sol şebbiha mantığının mezhepçilik ve işbirlikçilik batağında nasıl debelendiğinin bir belgesi gibi adeta!

11173409_979455285422565_8620618284846257087_n.jpg

 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Esed'in Son Savaşı: Kalamun

64539.jpg


Kalamun, hem rejim hem muhalif gruplar açısından stratejik öneme sahip bir bölge. Burada kontrolü muhaliflerin ele geçirmesi hâlinde, rejimin kalesi Şam da çok yakın bir tehdit altına girmiş olacaktır.
Mario Ebu Zeyd / Al Jazeera
Hizbullah ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'e bağlı güçler ile Suriyeli isyancılar arasında uzun süredir planlanan Kalamun savaşı geçen günlerde başladı. Esed rejimi ve Hizbullah, yeniden hareket gücü elde edebilmek adına zafer kazanmanın gayreti içinde; fakat ortada ellerindeki kabiliyetleri daha da zayıflatacak uzun ve bedeli yüksek bir savaş var. Öte yandan, savaşla birlikte Kalamun'daki Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gerçeği ve [grubun] Suriye rejimi istihbaratı tarafından yönetildiği de ortaya çıktı.
Kalamun, her iki taraf açısından da stratejik öneme sahip bir bölge. M5 Şam-Halep karayoluna taktik mesafede bulunan bölge, Suriye ile Lübnan toprakları arasında hayati bir tedarik hattı.
Burada [muhalif] savaşçıların kontrolü ele geçirmesi hâlinde, rejimin kalesi Şam da çok yakın bir tehdit altına girmiş olacak; ayrıca Hizbullah'ın rejime lojistik destek sağlaması ve savaşçılarını Suriye topraklarına ulaştırması da ciddi şekilde engellenecektir.
Her iki taraf da bunları dikkate alarak, geçen yıl boyunca bu sınır bölgesindeki mevzilerini güçlendirdi; hedefleri belirlemek için bölgede devriye gezerek saldırı için doğru anı bekledi.
Kalamun kritik bölge
Hizbullah, Kalamun savaşını bir varoluş mücadelesi olarak görüyor. Aslına bakılırsa, burası, Hizbullah'ın Tahran-Şam arasındaki tedarik hatlarını güvence altına tutarak Lübnan'da güçlü olduğu noktalara ulaşabilmesi için geriye kalan son bölgelerden biri.
Sınır ötesi çatışmalar,
Hizbullah'ın İran kaynaklı silahları Lübnan'a aktarmasının önünü ciddi şekilde kesti. Dolayısıyla, güneydeki Lübnan cephesinde yaşanacak bir çarpışmada, Hizbullah, arka bahçesi sayılan Suriye ile bağlantısını kaybederek Lübnan topraklarına hapsolacaktır.
Buna ek olarak, Hizbullah, Suriye'deki çatışmalara katıldığından beri burada aşırı bir yük altında. Sürekli ve giderek artan sayılarda kayıp veren, savaşın aşırı derece yüksek maliyetinden muzdarip Hizbullah, aşamalı olarak sınır bölgesine geri çekiliyor.
Hizbullah bu savaşı kazanamazsa, çok geçmeden Suriye topraklarına doğrudan ve kolayca erişim imkânını kaybedecek. Bu yüzden de Lübnan'daki Şii toplumunu "aşırılık yanlısı Sünni işgaline karşı kendini savunma" söylemi altında seferber ederek savaşın saflarına yeni insanlar katmaya çalışıyor.
Geçen yıl Suriye savaşının yükselen en güçlü unsuru olarak öne çıkan Nusra Cephesi de benzer şekilde Kalamun'dan vazgeçmeyerek Sünnileri seferber etme gayretinde.
Nusra, Suriye'de Esed'e ve Hizbullah işgaline karşı yürüttüğü kampanyaya destek toplamak için Lübnan'ın Sünni mahallelerine, sınır kentlerine ve mülteci topluluklarına yatırım yapıyor. Rakibi IŞİD'in hatalarından ders alan örgüt, son derece esnek ve faydacı bir tutum sergiliyor.
Geçen iki haftada Lübnan'daki Sünni gençleri ve mültecileri savaşa katılmaya davet eden açık bir mesaj, özellikle de gruba destek toplama amaçlı cep telefonu mesajları yayıldı.
Nusra ayrıca Kalamun'daki muhtelif militan grupları birleştirmek için yeni ittifaklar oluşturmaya çalışıyor. Burada amaç, savunma operasyonlarını ve saldırı manevralarını daha iyi koordine etmek.
Suriye'deki son gelişmeler, isyancılara daha önce İdlib ve Cisr eş Şuğur'da elde ettikleri başarıları yeniden yakalamak adına işbirliğine gitme cesareti verdi.
Bu işbirliği sayesinde savaşın başından bu yana ilk kez Esed ve müttefikleri karşısında üstünlük sağlayan muhalifler, başarılı oldukları takdirde hem Kalamun'daki mevzilerini koruma, hem de Şam ve Kuneytra bölgelerine ilerleme şanslarını artırmış olacak.
Gizli taktikler
Suriye rejimi ve Hizbullah, her ne kadar Kalamun cephesine ezici bir askerî güç tahsis etmişse de, başka bir taktiğe daha başvurarak, burada kalan IŞİD savaşçılarını kullandı. Amaç, kapasite ve hazırlık durumunu test etmekti. Bu nedenle geçen hafta çatışma iki kamp arasında doğrudan, topyekûn çarpışmalarla başlamadı.
Nitekim Kalamun'da kalan IŞİD savaşçıları, Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) mukabele kabiliyetini ölçmek ve dikkatlerini Hizbullah ve rejime karşı verilen ana savaştan uzaklaştırmak için çatışmalara girişti.
Yaptığım saha araştırmaları, Kalamun'daki IŞİD savaşçılarının Suriye istihbaratı tarafından yönetildiğini ortaya koyuyor. Kalamun cephesindeki IŞİD güçleri, geçen aylarda yeniden Suriye içlerine ve Irak'a konuşlandırıldı. IŞİD'in şu anda en önemli önceliği, özellikle de Suriye'nin kuzeyindeki Kobani ve Irak'taki Tikrit yenilgilerinin ardından, elinde bulunan yerleri savunmak.
Söz konusu savaşçıların nereden geldiklerine baktığımızda,
Suriye istihbaratının 2011 yılında muhalefeti çökertmek için ülkedeki hapishanelerden salıverdiği mahkûmlar arasında olduklarını görüyoruz. Suriye istihbaratının, bu savaşçıları yönlendirerek muhalefeti içeriden bölmek için kullandığı belirtiliyor, ki aynı taktiğe Kalamun'da da başvuruldu. Askerlerinin morali iyice çöken Esed rejimi, muhafeleti zayıflatmak için benzer numaralara giderek daha fazla başvurur oldu.
Kalamun muharebesi, sınır bölgelerini kurtarıp denetim almaya yönelik klasik bir çarpışma olmayacak. Buradaki çatışma, giderek karmaşık bir mevzi savaşına dönüşmekte. Tepe ve zirveleri kontrolü altında tutan taraf, elinde ne kadar toprak bulunduğundan bağımsız olarak önemli bir avantaj sahibi olacak.
Başarısızlıklar ve kayıplar
Esed rejimi ve Hizbullah'ın isyancı mevzilerini şok saldırılarla çevreleyip ele geçirme planları rekor sürede suya düştü. Muhalif grupların Kalamun Fetih Ordusu adıyla kurduğu, Kalamun dağlarının yüksek zirve ve tepelerine yerleşen yeni koalisyon gücü, Suriye rejiminin düzenlediği hava ve top saldırılarına ve Hizbullah füzelerine sert karşı saldırılarla cevap verdi.
Hizbullah'ın güney Lübnan'da İsrail'e karşı çarpışırken kullandığı stratejinin aynısını uygulayan militanlar, mağaralar, yeraltı tünelleri ve siperler kazarak oluşturdukları karmaşık ağ sayesinde, mevzilerine yönelik her türlü sızma girişimini püskürtüp karşı tarafa ağır kayıplar verdirdi.
Son birkaç günde hem Esed rejimi askerlerinin, hem de Hizbullah'ın ağır kayıplar verdiği belirtiliyor. Bir diğer bilgi de Hizbullah'un saldırıdan sorumlu bazı önemli saha komutanlarının görev sırasında öldüğü yönünde.
Bu durum, Hizbullah yönetimini, ilk kayıplar nedeniyle morali bozulan askerlerini daha da demoralize etmemek için, Kalamun saldırısı başladığı hâlde bunu duyurmaktan vazgeçmek zorunda bıraktı.
Bu çarpışma, Suriye rejiminin hayatta kalma şansını daha da azaltacak ve Hizbullah'ın askerî kapasitesini tüketecektir.

 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Esed’in Şebbihası Bu Kez Libyalı Darbecilerin Sözcülüğüne Soyunmuş!


64997.jpg


Fehim Taştekin Türkiye’yi dış politikasından ötürü muaheze ederken aslında Ortadoğu’da İslami hareketlere düşmanlık ortak paydasında buluşanların kimlere sözcülük yaptığını itiraf ediyor.
HAKSÖZ HABER
Türkiye’nin Mısır’dan Suriye’ye Filistin’den Libya’ya kadar her yerde Müslüman halklardan yana tavır takınması sadece emperyalist çevreleri rahatsız etmiyor. İçeride de Kemalistinden solcusuna, ulusalcısından İrancısına kadar geniş bir çevre had safhada rahatsız. Bilhassa Esed rejiminin savunuculuğunu üstlenmiş bu çevreler Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta her yerde öncelikle AK Parti’ye vurma kaygısıyla ve elbette İslami hareketleri karalama mantığıyla en kirli ilişkilere, girmekten, en olmadık iftiraları atmaktan çekinmiyorlar. AKP düşmanlığı gözleri kör etmiş, aklı örtmüş halde adeta! Atılan her adım karalanıyor,
her türlü söylenti, iftira önce iddia diye öne çıkartılıp ardından , fasit bir daire şeklinde üretilen bu yalanlar dolaşıma sokulmak suretiyle köpürtülüyor.
Libya’da Amerikan-Sisi uşağı darbeci Hafter’in sivil bir Türk gemisini uçaklarla vurma alçaklığı bile bu tipler nezdinde AKP dış politikasının zaaf görüntülerinden biri olarak okunmaya müsait bir gelişme! İşte bu yeminli AKP düşmanı tipler arasında öne çıkan isimlerden biri olan Fehim Taştekin’in Monitor sitesinde yazdıkları. Bir dizi laf kalabalığını aradan çıkardığınızda özetle gemi vurulmayı hak etti diyor! Suç ise tabi ki, darbeci zorbalarda değili her zamanki gibi AKP hükümetinin omuzlarında!
Şebbihanın yazısında kendi tezlerine destek sağlamak için başvurduğu isim de ilginç. Gülen yapılanmasının akademisyenlerinden Savaş Genç. Uyanık Fehim, her akşam Samanyolu’nda hükümete söverken izlediğimiz bu çok bilmiş uluslararası ilişkiler uzmanının, çok orijinal görüşleriyle yazısını süslemiş! Yakışmış da! Ne demişler? Körler, sağırlar birbirini ağırlar!

Fehim Taştekin'in Al-Monitor'daki yazısının tamamı:

Bir Türk şirkete ait gemi Libya Hava Kuvvetleri tarafından vuruldu

Türkiye ile Libya'nın uluslararası toplum tarafından tanınan hükümeti arasındaki gerilim açık düşmanlığa dönüşüyor. Bir Türk şirketine ait Cook Islands bayraklı Tuna-1 isimli kuru yük gemisi, 10 Mayıs akşamı Tobruk’a giderken Derne açıklarında Libya hükümetine bağlı güçler tarafından vuruldu. 15 kişilik mürettebattan üçüncü kaptan İlker Büyükdere ölürken Türkiye ve Gürcistan uyruklu 5 kişi yaralandı.
Türk Dışişleri “Uluslararası sularda sivil bir gemiye karşı gerçekleştirilen bu alçakça saldırıyı şiddetle kınıyor, saldırıyı gerçekleştirenleri lanetliyoruz” derken Deniz Kuvvetleri Komutanlığı gemiyi Fethiye limanına getirmek üzere iki firkateyn gönderdi.
Saldırıyı üstlenen Tobruk merkezli Abdullah el Sini hükümetine bağlı Hava Kuvvetleri Komutanlığı, geminin Derne’ye yaklaşmaması konusunda uyarıları dinlemediği için 10 mil açıkta vurulduğunu açıkladı. Hava Kuvvetleri Komutanı Sakr Curuşi, ‘Türk gemisinin Libya açıklarında sınır ihlalinde bulunduğunu ve uyarılara rağmen seyrine devam ettiği gerekçesiyle vurulduğunu’ söyledi.
Tobruk hükümeti 5 Mayıs'ta Derne şehrinin doğusundaki Ras el Tin ila batısındaki Ras el Hilal bölgeleri arasındaki sahil bölgelerinde balıkçı tekneleri dahil tüm deniz araçlarına dolaşım yasağı getirmişti. Türkiye’yi Libya’daki bazı gruplara silah göndermekle suçlayan Sini hükümeti ayrıca şubatta ülkede projeleri olan tüm Türk şirketlerini uzaklaştırma kararı almıştı.
Tuna Holding’e ait olup Bergen Denizcilik tarafından işletilen gemiye saldırıyla ilgili Türk tarafının hikâyesi biraz farklı. Türkiye uyarı yapılmadan ateş edildiğini söylerken Tuna-1’in İşletme Müdürü Refik Yeğiner “Onlar kendi dilinde uyarı yapmış olabilir. Ancak herkesin Arapça bilmesi söz konusu olmayabilir. Bizim gemimizin adı dahi kullanılmış olsaydı arkadaşlarımız gerekli uzaklığa çekilirlerdi zaten” dedi.
Ankara’da Libya dosyasıyla ilgilenen bir hükümet kaynağı, Al-Monitor’a şu bilgileri verdi: “Bu saldırıyı bilerek yaptılar. Kaptanla detaylı bir şekilde konuştum. Meselenin problemli tarafı şu: Kaptan diyor ki ‘Bize uyarı yapılmadı. Biz kıyıya 10 mil uzaktayken önce füze atıldı. Alarm sinyalleri verdik. Yunanistan, Fransa ve Malta cevap verdi. Taşıdığım yükün askeri mühimmat olmadığını söyledim. Ama ateş durmadı, biz daha da açıldık, 10 dakika geçtikten sonra bu kez uçaktan bombalar yağdırıldı. 17 mil kadar öteye gittik üçüncü saldırı oldu. Makine dairesini ve mürettebatın yaşam mahallini hedef aldılar.’ Bu iki yerin seçilerek vurulması geminin batırılmasına yönelik hamledir. Gemi Tobruk merkezli bir şirkete teslim edilmek üzere inşaat malzemesi taşıyordu.”
Bu saldırı karşısında Türkiye’nin seçenekleri nedir? Türkiye saldırıya misilleme yapma niyetinde değil. Diplomatik yollarla tepkisini koymak, tazminat talep etmek ve uluslararası mekanizmalarla baskı oluşturmaktan yana.
Dışişleri Bakanlığı yazılı açıklamasında saldırının 10 değil 13 mil açıkta yani uluslararası sularda gerçekleştiğini vurgularken “Bu menfur saldırı ilgili Libya makamları nezdinde şiddetle protesto edilmiş, Türk gemilerinin güvenliğine yönelik eylemlerin derhal sona erdirilmesi ve saldırının sorumluları hakkında gerekli hukuki işlemlerin yapılması talep edilmiştir. Uluslararası hukuktan kaynaklanan tazminat dahil her türlü hakkımız mahfuzdur” ifadelerini kullandı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, Libya’nın İstanbul Başkonsolosluğu ve Ankara Büyükelçiliği nezdinde gerekli uyarıların yapıldığını ve nota verildiğini belirterek “(Londra’daki) Uluslararası Denizcilik Örgütü nezdinde girişim yapıyoruz. BM Daimi Temsilcimize aynı şekilde talimatımızı verdik. Onlar da BM nezdinde girişimlerini yapıyorlar. BM Özel TemsilcisiBernardino Leon’a bilgi verildi. Bir ticari gemiye, yük gemisine hiç uyarı yapmadan; hele hele karaya yanaşırken herhangi bir şey varsa kendileri kontrol altında da tutabilirlerdi. Gerekli araştırma, soruşturma neyse bunları yapabilir ama doğrudan böyle karadan bombayla saldırmaları, toplarla saldırmaları barbarca bir yaklaşım” dedi.
Al-Monitor’a konuşan hükümet kaynağı da, Türkiye’nin Libya hükümetine vereceği yanıtla ilgili “Türkiye, Tobruk tarafını dövmek gibi bir eyleme kalkışmayacak. Bütün Libya halkının yanında durduk, durmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Söz konusu kaynak, ‘Neden kasten yaptılar’ sonucuna varıldığı sorusu üzerine saldırının arkasında siyasi hesaplar olabileceğine dikkat çekti:
“BM Libya Özel Temsilcisi Bernardino Leon’un Trablus ve Tobruk hükümetleri arasındaki krizi çözmek için getirdiği çözüm önerisi tamamen Tobruk lehine. Trablus buna karşı. Türkiye de bu teklifin kalıcı barışı hedeflemediğini düşünüyor. Britanya da Türkiye gibi düşünüyor. Tobruk hükümeti, Trablus hükümetinin tek uluslararası dayanağının Türkiye olduğunu düşünüyor. Onlara göre Türkiye geri çekilirse Trablus hükümeti de Leon’un önerisini kabul etmek zorunda kalır. Belki bu açıdan gemiye saldırı Türkiye’ye bir mesaj amacı taşıyor olabilir. Ancak beri tarafta şöyle bir durum da var: Abdullah Sini hükümeti Türkiye’nin etkisini kullanarak Trablus tarafının ikna edilmesini arzuluyor. Çünkü ülkenin iç savaşa gittiğini görüyorlar. Ayrıca uzlaşma sürecini hükümetin görev süresinin dolacağı 16 Ekim’e kadar tamamlamaları gerekiyor. Eğer tamamlamazlarsa (Onur Operasyonu Güçleri Komutanı) General Halife Hafter’in tüm yönetime el koyacağından korkuyorlar. İş o noktaya varmadan Türkiye’den çözüm için devreye girmesini ve Trablus hükümetini ikna etmesini umuyor. Bu yüzden Tobruk hükümetinin Dışişleri Bakanı Muhammed el Dairi Ankara’dan randevu talebinde bulundu.”
Türkiye'nin Libya Özel Temsilcisi Emrullah İşler de Ankara’nın bundan sonraki politikasına ilişkin “Türkiye, Libya'daki mevcut krizin sona erdirilmesi için tüm taraflarla iyi niyetli görüşmelerini sürdürecektir" dedi.
Türkiye’de hükümet yetkilileri Tobruk hükümetinin Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin esiri olduğunu düşünüyor. Hatta saldırıyı ‘Sisi’den Türkiye’ye dolaylı mesaj’ olarak okuyanlar da var.
Libya Başbakanı Abdullah el Sini, şubatta Eş-Şark-ul Evsat gazetesine demecinde Libya’da güvenlik ve istikrarın sağlanamamasından dolayı Katar ve Sudan ile birlikte Türkiye’yi sorumlu tutmuştu. Ardından Sini hükümeti, Türk şirketleriyle yapılan kontratların iptal edileceğini duyurmuştu.
Bu karar daha çok Tobruk hükümetinin kontrol ettiği Tobruk, Beyda, Ecdebiye, Zintan ve Zaviye kentlerinde etkisini gösterdi. Tobruk’un kararını reddeden Trablus hükümetinin kontrol ettiği Trablus, Misrata ve Beni Velid gibi yerlerde doğrudan Türk şirketlerine yönelik bir tehdit yok. Ancak çatışmalar nedeniyle buralardaki Türk şirketleri de çekilmek zorunda kalmıştı. Peki Türkiye’nin Libya’daki gruplara silah gönderdiği suçlamasının kaynağı nedir?
Ocak 2013’te Türkiye’den Libya’ya giderken fırtınaya tutulduğu için Yunanistan’ın Volos limanına yanaşan gemide av tüfekleri, ses silahları ve fişekler bulunmuştu. Bu olayın ardından ‘Türkiye silah sevkiyatı yapıyor mu sorusu gündeme gelmişti. Yine ocakta Ansar el Şeria’nın lideri Muhammed El Zehavi’nin Bingazi’de yaralandıktan sonra Türkiye’ye getirildiği ve burada bir hastanede öldüğü öne sürüldü. Bu olay da Türkiye’nin radikallerle ne tür bir ilişki içinde olduğu sorusunu gündeme taşıdı.
Ankara’daki yetkililer ısrarla Türkiye’nin Libya’ya silah göndermediğini ve her hangi bir tarafı tutmadığını savunuyor. Türkiye’nin taraf tutmadığı savına inanmak için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın defalarca Trablus hükümeti lehine yaptığı çıkışları ve krizin nedenlerine dair Türk hükümetinin Trablus lehine kullandığı argümanları görmezden gelmek gerekiyor.
Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Savaş Genç, Al-Monitor’a yaptığı değerlendirmede Libya’da nükseden Türkiye düşmanlığını AKP yönetiminin Trablus hükümetinin baş aktörü Müslüman Kardeşler’e koşulsuz desteğine bağladı. AKP yönetiminin Arap Baharı sürecinde Suriye, Libya, Tunus ve Mısır’da ‘düzen kurucu’ olmak için sabırsızlanan Müslüman Kardeşler’in yanında yer alıp diğer demokratik aktörleri görmezden gelerek tek zarda bütün kazanımlarını yitirdiğini anlatan Genç, “Aslında Tük gemisi Libya açıklarında vurulmadı. O gemi Ankara’nın evrensel demokratik değerler yanında değil de sadece ‘Müslüman Kardeşler’in yanında durması ile vurulmuştu” dedi. Erdoğan’ın Tobruk hükümetine karşı açıkça Trablus hükümetini desteklediğini hatırlatan Genç şunları kaydetti: “Bölge halkının büyük çoğunluğu Ankara’yı Libya’nın içişlerine müdahil olmakla suçluyor. Libyalı entelektüellerle yaptığım mülakatlarda edindiğim izlenim Türkiye adına hiçte iç açıcı değil. Bir Türk gemisinin vurulması Ankara’ya yönelik duyulan nefretin dışa yansımasıdır. Daha önce uçağı düşürülen, sınır kapıları havaya uçurulan Türkiye’nin Mavi Marmara’dan sonra ikinci kez sivil bir gemisi hedef alındı. Türkiye askeri ve ekonomik kapasitesinin çok üstünde bir dış politika hedefine odaklandı. AKP iktidarının kredisi, bir iki Körfez ülkesi haricinde büyük ölçüde tükendi.”
Bütün bunların ışığında Libya’da sadece Türk gemisinin değil Türkiye’nin taraflı ve tartışmalı dış politikasının bir kez daha vurulduğunu söylemek abartılı olmaz.

 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İslami Direnişin Zaferleri ABD ve Rusya'yı Birleştirdi

50656.jpg


Esed rejimine karşı İslami direniş örgütlerinin kazandıkları zaferler ABD ve Rusya'yı Suriye'de ortak hareket etme noktasına getirdi.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rus mevkidaşı Sergey Lavrov, Rusya'nın Soçi kentindeki görüşmelerinin ardından ortak basın toplantısı düzenledi.

Kerry, ABD ve Rusya’nın, Suriye’den kimyasal silahların çıkartılması konusunda önemli işbirliği yaptığını ama ülkede hala masum insanlara yönelik potansiyel saldırı haberlerini iki tarafın da gördüğünü kaydetti.

Bunun yanında, bölgede aşırılık yanlılarının yaydığı tehdidin büyüdüğüne işaret eden Kerry, “ABD olarak, siyasi bir dönüşüm, çözüm olana kadar Suriye’ye barışın gelmeyeceğine inanıyoruz. İhtiyaç duyulan, Suriyeliler tarafından ve Suriyeliler için müzakere edilen ve dış güçler tarafından da desteklenen ve kolaylaştırılan bir siyasi çözüm. Dolayısıyla, bugün, ABD ve Rusya’nın önümüzdeki günlerde bu konuda nasıl birlikte çalışabileceğini ayrıntılı şekilde konuştuk” dedi.

Bir soru üzerine, iki tarafın da Suriye’deki durumun giderek daha sürdürülemez ve bölge için tehlikeli olduğunu kabul ettiğini ifade eden Kerry, sözlerini şöyle sürdürdü:

“(ABD ve Rusya) İki taraf da Suriye’de IŞİD’in yükselişi ve diğer aşırılık gruplarının artan çabalarının sadece Esed rejiminin kendisini değil, neticede bölgeyi de tehdit ettiğinde mutabıkız. (Bu nedenle), Laik, devlet kurumlarını muhafaza eden, barış ve istikrara dönüşüm sağlayan ve Suriye halkı ile tüm azınlıkları koruyan bir hükümeti (öngören) Cenevre ilkelerini uygulayabilmek için gerekli olan her şeyi yapmaya hazır, istekli ortaklar bulmak hepimiz için daha da ivedi hale geldi. Amacımız bu ve buna ulaşmak için çabalarımızı müşterek olarak iki katına çıkarmaktır.”

"IŞİD ve Nusra Cephesi çok tehlikeli"

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da Suriye meselesinin çözüme kavuşturulmasını konuştukları dile getirerek, “Cenevre’de 30 Haziran’da (2012) benimsenen mutabakatın yerine getirilmesine yardımcı olacak bir sürecin başlatılmasını sağlamaya dönük çabalarımızı sürdürmeyi veya hatta artırmayı kararlaştırdık” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye krizine ilişkin bir soru üzerine de Lavrov, bu noktada Moskova’nın Washington ile pozisyonunun çok benzer olduğuna vurgu yaptı. Lavrov, Suriye’deki muhalifler arasında ayrılıklara bakıldığında, bu gruplar üzerinde etkisi olan dış aktörlerin onları müzakerelere devam etmeye ve Cenevre mutabakatını uygulamaya teşvik etmesi gerektiğini savunarak, “Soruna ilişkin çeşitli düşüncelerimiz var. Rusya ve ABD arasında ve bu süreçte yer alabilecek bölgedeki diğer ülkelerle görüşmelerimizi sürdüreceğimizi ümit ediyorum” dedi.

IŞİD ve Nusra Cephesi’nin eylemlerini görüşmede ele aldıklarını ifade eden Lavrov, bu grupların etkinliklerini "çok tehlikeli" olarak nitelendirdi.

Lavrov, “Bu silahlı gruplar daha da güçlü hale geliyor ve sadece Ortadoğu’daki barışı değil bunun ötesindekini de tehdit ediyor. Çabalarımızı birleştirmenin ve birlikte daha etkili biçimde eylemde bulunmanın gerekliliğine mutlak surette inanıyoruz” yorumunu yaptı.

AA
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İsrail’de Esed Sonrası Kaygısı

64876.jpg


İsrail Esed rejiminin aniden çökmesi durumunda yapacaklarını planlıyor.

Hasan Soylu / HAKSÖZ HABER

İsrail ordu sözcüsü Alon Ben David Pazar günü yaptığı açıklamada askeri istihbaratın Beşşar Esed rejiminin çökmesi durumunda imha edeceği hedeflerin tespitine çalıştığını açıkladı.

İsrail Beşşar rejiminin yerini alacak direnişçilerden kaygı duyuyor.

Sözcü son dönemlerde İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah güçlerinin ülkenin güneyinde başarısız kaldıklarını, başkent Şam’da ise rejimin sınırlı sayıda yerleri kontrol edebildiğini, buralın da muhaliflerin yoğun hedefi haline geldiğini belirtti. Ayrıca bu bölgelerde yaşayan Alevi nüfusun ülkenin sahil bölgelerine göç etme eğiliminde olduğunu da ekledi.
Ben David sözlerine şöyle devam etti:

“İsrail askeri istihbaratı Lübnan Hizbullahı ve İran Devrim Muhafızlarının Suriye rejimini koruma çabalarının ciddi manada gerilediğini tespit etti. Suriye rejimi hızlı bir şekilde çökebilir ve bu da sınırımızda radikal cihatçıların hakimiyetine yol açabilir ki, bu durum İsrail ordu komutanlığını çok dikkatli olmaya itiyor.”

(11 Mayıs 2015 Ara News'den Çeviri)

 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
"S. Arabistan ve Türkiye'nin 'Cihatçılara Desteği' Batı'yı Endişelendiriyor"


64930.jpg


Independent gazetesi, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın, aralarında El Kaide bağlantılı örgütlerin de bulunduğu Suriyeli 'cihatçıları' desteklediklerini ve bu durumun Batılı hükümetleri endişelendirdiğini yazıyor.
Kim Sengupta imzalı haberde, 'Batı müttefikleri Suudi Arabistan ve Türkiye'nin, El Nusra Cephesi'ni de içeren Fetih Ordusu'na desteklerinin, Suriye'de cihatçı örgütlere silah ve para yardımı yapılmasına kesinlikle karşı çıkan ABD'nin yaklaşımına da ters düştüğü' belirtiliyor.
Haberde ilgili satırlar şöyle: "(Bu destek), ABD Başkanı Barack Obama tarafından bir yıl önce açıklanan fakat ancak geçen hafta başlayan, Washington'un Batı yanlısı muhalif savaşçıları eğitme girişimini de gölgede bırakma tehdidi yaratıyor. Mücadeleye dâhil olan savaşçıların sayısı az ve asıl önemli olan, ABD Dışişleri Bakanlığı savaşçıların rejime karşı değil IŞİD'e karşı sahaya sürülmeleri konusunda ısrarcı olması."
BBC Türkçe'de yayımlanan habere göre, "Independent'a konuşan diplomatlar, yeni ortak girişimin Mart ayı başında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Riyad'da Suudi Arabistan Kralı Selman'ı ziyaretinde varılan anlaşmanın ardından geldiğini söyledi."
Haberde, Türkiye'nin Suudi Arabistan'ın 'tehdit' olarak gördüğü Müslüman Kardeşler'e olan desteği nedeniyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ocak ayında hayatını kaybeden Kral Abdullah arasındaki ilişkilerinin sorunlu olduğu belirtiliyor:
"Fakat Erdoğan Suudi yetkililere, Batı'nın Suriye'ye müdahale etmemesi, özellikle de 'uçuşa yasak bölge' oluşturulmamasının, artık bölgesel güçlerin bir araya gelip muhalefete yardımda öncülük etmesi anlamına geldiğini vurguladı."
'ABD'nin çıkarlarına ters'
Ahrar-üş Şam ve Cund el Aksa dâhil yedi radikal örgütü içeren Fetih Ordusu'nun İdlib'in kontrolünü elinde bulundurulduğu hatırlatılan haberde Türk yetkililerin de örgüte 'lojistik ve istihbarat desteği sağladıklarını itiraf ettikleri' belirtiliyor: "El Nusra'ya doğrudan yardım ettiklerini reddetseler de, örgütün (yardımlardan) faydalanabileceklerini kabul ediyorlar."
"Suriye'nin bazı bölgelerinde El Nusra gibi IŞİD'e karşı savaşan ve ABD tarafından radikal örgüt sayılan Ahrar-üş Şam ile bağlantılar olduğunu da kabul ediyorlar. Türk yetkililer, Ahrar-üş Şam'ı desteklemenin El Nusra'nın etkisini zayıflatacağını öne sürüyor.
"Yetkililer ve muhalifler, silah ve para desteğinin Suudilerden geldiğini, Türklerin de geçişini kolaylaştırdığını söylüyor. Muhalif kaynaklara göre, sınır köyleri Güveççi, Kuyubaşı, Hacıpaşa, Beşaslan, Kuşaklı ve Bükülmez en çok tercih edilen yollar."
Independent yazarı Sengupta'ya göre, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın ortak yaklaşımı, bölgedeki Sünni güçlerin Suriye'deki çıkarlarının, ABD'nin çıkarlarından ayrıştığını ortaya koyuyor. ABD'nin
IŞİD'e karşı başlatılan hava operasyonunda Halep'te El Nusra mevzilerini de vurduğu hatırlatılıyor. Haber şöyle devam ediyor:
"Suudilerin tarafında, Irak'ta IŞİD'e karşı Şii İran'ın desteğine ihtiyaç duyan ve İran'ın nükleer programıyla ilgili anlaşmayı uman ABD'nin, Tahran'a bağımlı Şam rejimine son vermekte giderek daha isteksiz hale geldiği şikâyetleri yapılıyordu."
"Sünni devletler arasında ABD'nin yaklaşımından duyulan memnuniyetsizliğin bir kanıtı da dün, Kral Selman'ın bu hafta Beyaz Saray'da Barack Obama ile yapılacak İran nükleer görüşmelerinden çekilmesi oldu. Kral Selman'ı, veliaht prensi Muhammed bin Nayef temsil edecek. Altı Körfez ülkesi liderinden yalnızca Katar emirleri ve Kuveyt katılacak."
Haberde, ABD'nin muhalifleri eğitme programının geç kaldığı yorumu yapılırken, CIA'in geçmişte oluşturduğu bazı 'ılımlı' milis grupların radikal örgütlere direnmekte başarısız oldukları ve geri çekildikleri, silahlarını da çoğunlukla arkalarında belirtiliyor. Bu duruma da Hazm Hareketi'nin geçen yıl üslerini terk etmeleri ve ABD'nin sağladığı gelişmiş silahları El Nusra'ya bırakmaları örnek gösteriliyor.
'Suriye'de Müslüman Kardeşler'
Ayrıca bölge halkı da, Batı destekli grupların insan hakları ihlalleri yaptığına dair iddialar öne sürüyor.
Independent'a göre, Amerikalıların hafif silahlar temin edeceği ve eğitim vereceği muhalif savaşçıların sayısı 400. Bunlardan 90'ı, Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan'da eğitilmeye başlanacak ve anca birkaç ay sonra savaşmaya yeterliliğe ulaşacak. ABD Savunma Bakanlığı, 15 bin kişilik bir kuvvetin konuşlandırılmasının üç yıl alacağı tahminini yapıyor.
Gazetenin haberinde Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşmanın önemli işareti olarak Müslüman Kardeşler gösteriliyor.
Haber şöyle devam ediyor:
"Suudiler Mısır'da Muhammed Mursi hükümetine karşı darbeyi memnuniyetle karşılamıştı fakat Müslüman Kardeşler, Erdoğan iktidara geldiğinden bu yana Türkiye'nin desteğini alıyor. Diplomatlar ve yetkililer şimdi ise, Suudi Arabistan'ın Müslüman Kardeşler'in Suriye muhalefeti içindeki rolünün devamını kabul ettiğini söylüyorlar."
"Suriye'deki muhalif savaşçılar, Batı destekli grupların El Nusra'ya karşı yenik düşmelerinden sonra Washington'un ılımlı sayılan çoğu gruba kaynaklarını kesmeye başladığını iddia ediyor. Bunların içinde en favori gösterilen Hazm Hareketi'nin nakit yardımı yarıya düştü. El Faruk Tugayı'nın ise tüm para kaynakları kesildi."
"Ahrar-üş Şam yetkilisi Abdüllatif el Sabbah şunu söyledi: 'Amerikalılar devrimci olduklarını söyledikleri kişiler destekledi fakat o kişiler yozlaşmış ve beceriksizdiler… Fetih Ordusu başarılı çünkü hepimiz birlikte savaşıyoruz. Hepimiz Beşar'a olduğu kadar IŞİD'e de karşıyız. Amerikalılar, IŞİD'i bombalıyor fakat rejime karşı hiçbir şey yapmıyorlar. Biz de bu yüzden, onlara karşı savaşmak için bir araya geldik.'"
Haberde Fetih Ordusu'nun İdlib'i ele geçirip Şam rejiminin kontrolündeki bölgelere ilerlediği belirtiliyor. El Nusra'nın operasyona 3 bin savaşçı temin ettiği ve Lazkiye'ye yönelik bir saldırı konumuna ulaştıkları da aktarılıyor.
Independent haberini, "Fetih Ordusu'nun da Halep'in rejim kontrolündeki bölgelere saldırı hazırlığında olduğu söyleniyor" diye bitiriyor.
Kaynak: BBC

 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Direnişçiler Esed'in 7 Km Uzağında Geçit Töreni Düzenledi

64893.jpg


Suriye’deki direniş örgütlerinden İslam Ordusu Esed'in sarayına 7 kilometre uzakta resmi geçit töreni gerçekleştirdi.
HAKSÖZ HABER
Suriye'deki en etkin direniş örgütlerinden İslam Ordusu lideri Zehran Alluş, Türkiye’den döndükten sonra Şam’daki cumhurbaşkanlığı sarayına 7 kilometre mesafede geçit töreni düzenledi.
İslam ordusu lideri Zehran Alluş, Doğu Guta’da düzenlenen resmi geçit töreninde yaptığı konuşmada hedeflerinin Şam olduğunu açıkladı.
Konuşmasında mücahidlere nasıl kutlu bir davanın erleri oldukları bilincinde olmalarını gerektiğini Alluş, bugüne kadar sadece Allah'ın yardımıyla ayakta kaldıklarını bundan sonra da Allah'ın yardımıyla zafer elde edeceklerini söyledi.

 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İsrail askerlerinden korkunç itiraflar

İsrail'in geçen yaz Gazze'de yaptığı katliamda görev alan 60 askerin kan donduran ifadeleri yayınlandı.

israil_askerlerinden_korkunc_itiraflar_1431591103_6578.jpg


14 Mayıs 2015


İsrail'de 'Sessizliği Kırmak' adlı insan hakları örgütü, İsrail ordusunun geçen yaz Gazze'ye düzenlediği 'Koruyucu Hat' operasyonuna katılan ve yaptıklarından pişmanlık duyan 60'tan fazla askerin tüyler ürperten ifadelerini 'Gazze'de işte böyle savaştık' isimli bir raporla yayınladı.

2 BİNDEN FAZLA KİŞİ HAYATINI KAYBETMİŞTİ

İsrail'in Gazze'ye 7 Temmuz 2014'de başlattığı, 51 gün süren saldırılarında 2 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş, 11 binden fazla kişi yaralanmıştı. Saldırılarda 17 bin 200 ev, 73 cami ve 24 okul tamamen yıkılmış, binlerce bina hasar görmüştü.

ASKER, HEDEF GÖZETMEKSİZİN BOMBA YAĞDIRIYORDU, İSRAİL YALANLIYORDU

Gazze'den dünya ajanslarına yansıyan fotoğraflar İsrail askerlerinin hedef gözetmeksizin ateş ederek bomba yağdırdığını, ölenlerin büyük bölümünün çocuk olduğunu gösteriyordu. İsrail yönetimi ise bu iddiaları hep yalanladı. Gazze operasyonunu sorgulayan ordu komisyonu da askerlerin kurallara uygun davrandığı kararına vardı.

israil-askerleri-kadin-sivil-ambulans-ne-7308538_1935_m.jpg


ASKERLERİN İTİRAFLARI ŞÜPHELERİ DOĞRULADI


Ancak İsrailli eski askerler tarafından kurulan 'Breaking The Silence' (Sessizliği Kırmak) isimli örgüt, operasyona katılan 60'tan fazla askerle yaptığı görüşmelerin kayıtlarını yayınlayınca tüm şüphelerin doğru olduğu anlaşıldı.

"HAREKET EDEN HER ŞEYİ VURUN" EMRİ

Merkezi Kudüs'te bulunan örgüt, "Koruyucu Hat" adı verilen saldırılara katılan 60'tan fazla İsrail askerinin tanıklıklarına dayanan raporunda, İsrail'in "rastgele ateş açma" politikasının endişe verici olduğunu, birçok askerin "hareket eden her şeye ateş etme" emri aldığını kaleme aldı.

sPr33_1431590996_2336.jpg


Tanıkların beyanlarının, İsrail'in savaş politikalarının değiştiğine işaret ettiğine değinilen raporda, şu ifadeler yer aldı:

"Askerlerin açıklamaları, ordunun savaşma ilkelerinde köklü değişimler olduğunu, asgari güç kullanılmasını öngören silahların masumluğu ilkesi ve savaşta dahi insanlığın korunması gibi değerlerin kaybolduğunu gösteriyor. Askerlere, şimdiye kadarki en kolaylaştırıcı savaş kuralları verildi. Birçok asker, bölgede gördüğü herkesi öldürmek üzere ateş açma emri aldığını söylüyor."

İşte yaptıklarından pişman oldukları için itiraflarda bulunan er ve subay rütbesindeki askerlerin tüyler ürperten ifadelerinden satır başları:

boYYW_1431591007_0649.jpg


''DERHAL ÖLDÜRÜN''


- Orada sadece ölüler var. Orada zaten canlı olmamalı çünkü vatandaşlara bölgeden ayrılmaları gerektiği bildirildi. Bu nedenle'mahallelerde 200 metre mesafe içinde gördüğünüz her şeyi izin beklemeden derhal öldürün' diye talimat aldık. Sokaklarda yürüyenlere ateş açmamız gerekiyor mu diye sorduğumuzda ise cevabı evet oldu.

EVİN RENGİNİ BEĞENMEYİNCE...

- Mora boyanmış bir ev gördüm. Beni rahatsız ettiğine karar verdim. Komutanıma 'ateş edebilir miyim' diye sordum. 'Tabii ki' diye yanıt aldım. Vurdum ev yerle bir oldu. Kimsenin umrunda değildi.

SlGSD_1431591021_5467.jpg


- Meyve bahçesinde iki Filistinli kadın vardı. Telefonla konuşuyorlardı. Ateş ettik öldüler. Yanlarına gidip cesetlerine baktığımızda silahsız olduklarını gördük. Ama onları terörist olarak kayda geçirdik. Orayı terk etmemişlerse bizim için düşmandılar.

''SİLAH OYUNUNDA HİSSEDİYORDUK''

- Gazze'de mahallelerin içinden geçerken kendimizi Call of Dutyoyunu içinde gibi hissediyorduk. Ama bu gerçekti. Burada gördüğüm yıkım bana delilik gibi geldi. Bir film setini andırıyordu ama gerçekti.

"AMBULANSLARA BİLE ATEŞ ETTİK"

- Gazze operasyonunda Vahşi Batı'da gibiydik. Arabalara ambulanslara bile ateş ettik. Hepsi komutanlarımızın onayı dahilindeydi. Eğer bunları yaptıysak bu ordu ahlaken çökmüş demektir. Çünkü askerlikte ilk kural sebepsiz yere öldürmemektir. Buna rağmen'Yakınındaki herkesi öldür' emri verildi. Bu emri uyguladım ve pişmanım.

Destroyed_ambulance_in_the_CIty_of_Shijaiyah_in_the_Gaza_Strip.jpg


''EĞLENCE İÇİN TOP ATIŞI''


Bana hiçbir şey yapmamış insanları vurdum. Çatılardaki, arabalarının içindeki, ambulanstaki, evlerindeki insanları öldürdüm. 'Hadi eğlence için bir top atışı yapalım' dediğimiz zamanlar oldu.

"MASUM SİVİL DİYE BİR ŞEY YOKTUR"

- Ateş ederken sivil kaybı umrumuzda değildi çünkü bize verilen emir şuydu: Masum sivil diye bir şey yoktur. Çevrenizde gördüğünüz herkes eğer şu ana kadar Gazze'yi terk etmedilerse düşmanınız demektir. Tankların geldiğini görüp kaçmayan insanların başka amaçları vardır. Sizin hayatınız için tehdit oluştururlar ve öldürülmeleri gerekir.

- Operasyona sürekli bir dini kimlik verme çabası vardı. Askerlere dini kitaplar kipalar dağıtıldı. Provokatifti. Komutan operasyonel detayları anlattıktan sonra her grubun hahamı kalkar bize ders verirdi. Garipti...

"KİMSE BİZE ATEŞ ETMİYORDU AMA, BİZ ETTİK!"

- Gazze'de bir mahalleye tanklar eşliğinde girdik. Kimse yoktu kontrol altına aldık. Sabah 07:00-08:00 dolaylarıydı. Tankları durdurup dinlenmeye başladık. O anda telsizden 'Tankları tek sıra yapın' diye emir geldi. Tankların namlusunu El Buraij isimli Filistin mahallesine çevirmemiz ve ateş etmemiz emredildi. Komutana, 'Nerede ateş edeyim?' diye sordum. 'Nereye istersen' diye yanıt verdi. Her tank kendine bir evi hedef seçti. Telsizden 'Şimdi El Buraij'e günaydın diyeceğiz' diye ateş emri verildi. Kimse bize ateş etmiyordu, ama biz ettik.

"KAPAYIN ÇENENİZİ"

'Sessizliği Kırmak' (Shovrim Shtika) adlı insan hakları örgütü, İsrail ordusunun Filistinli sivillere uyguladığı aşırı şiddeti duyurmak ve buna karşı kamuoyu oluşturmak için eski İsrailli askerler tarafından kuruldu. Raporun yayınlandığı gün örgütün binasının önünde 'Kapayın çenenizi' pankartları taşıyan ağırı sağcı İsrailli bir grup örgütü protesto etti.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Darbeci Mısır mahkemesi, Mısır'ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye idam cezası verdi...
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
İsrail askerlerinden korkunç itiraflar

İsrail'in geçen yaz Gazze'de yaptığı katliamda görev alan 60 askerin kan donduran ifadeleri yayınlandı.

israil_askerlerinden_korkunc_itiraflar_1431591103_6578.jpg


14 Mayıs 2015


İsrail'de 'Sessizliği Kırmak' adlı insan hakları örgütü, İsrail ordusunun geçen yaz Gazze'ye düzenlediği 'Koruyucu Hat' operasyonuna katılan ve yaptıklarından pişmanlık duyan 60'tan fazla askerin tüyler ürperten ifadelerini 'Gazze'de işte böyle savaştık' isimli bir raporla yayınladı.

2 BİNDEN FAZLA KİŞİ HAYATINI KAYBETMİŞTİ

İsrail'in Gazze'ye 7 Temmuz 2014'de başlattığı, 51 gün süren saldırılarında 2 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş, 11 binden fazla kişi yaralanmıştı. Saldırılarda 17 bin 200 ev, 73 cami ve 24 okul tamamen yıkılmış, binlerce bina hasar görmüştü.

ASKER, HEDEF GÖZETMEKSİZİN BOMBA YAĞDIRIYORDU, İSRAİL YALANLIYORDU

Gazze'den dünya ajanslarına yansıyan fotoğraflar İsrail askerlerinin hedef gözetmeksizin ateş ederek bomba yağdırdığını, ölenlerin büyük bölümünün çocuk olduğunu gösteriyordu. İsrail yönetimi ise bu iddiaları hep yalanladı. Gazze operasyonunu sorgulayan ordu komisyonu da askerlerin kurallara uygun davrandığı kararına vardı.

israil-askerleri-kadin-sivil-ambulans-ne-7308538_1935_m.jpg


ASKERLERİN İTİRAFLARI ŞÜPHELERİ DOĞRULADI


Ancak İsrailli eski askerler tarafından kurulan 'Breaking The Silence' (Sessizliği Kırmak) isimli örgüt, operasyona katılan 60'tan fazla askerle yaptığı görüşmelerin kayıtlarını yayınlayınca tüm şüphelerin doğru olduğu anlaşıldı.

"HAREKET EDEN HER ŞEYİ VURUN" EMRİ

Merkezi Kudüs'te bulunan örgüt, "Koruyucu Hat" adı verilen saldırılara katılan 60'tan fazla İsrail askerinin tanıklıklarına dayanan raporunda, İsrail'in "rastgele ateş açma" politikasının endişe verici olduğunu, birçok askerin "hareket eden her şeye ateş etme" emri aldığını kaleme aldı.

sPr33_1431590996_2336.jpg


Tanıkların beyanlarının, İsrail'in savaş politikalarının değiştiğine işaret ettiğine değinilen raporda, şu ifadeler yer aldı:

"Askerlerin açıklamaları, ordunun savaşma ilkelerinde köklü değişimler olduğunu, asgari güç kullanılmasını öngören silahların masumluğu ilkesi ve savaşta dahi insanlığın korunması gibi değerlerin kaybolduğunu gösteriyor. Askerlere, şimdiye kadarki en kolaylaştırıcı savaş kuralları verildi. Birçok asker, bölgede gördüğü herkesi öldürmek üzere ateş açma emri aldığını söylüyor."

İşte yaptıklarından pişman oldukları için itiraflarda bulunan er ve subay rütbesindeki askerlerin tüyler ürperten ifadelerinden satır başları:

boYYW_1431591007_0649.jpg


''DERHAL ÖLDÜRÜN''


- Orada sadece ölüler var. Orada zaten canlı olmamalı çünkü vatandaşlara bölgeden ayrılmaları gerektiği bildirildi. Bu nedenle'mahallelerde 200 metre mesafe içinde gördüğünüz her şeyi izin beklemeden derhal öldürün' diye talimat aldık. Sokaklarda yürüyenlere ateş açmamız gerekiyor mu diye sorduğumuzda ise cevabı evet oldu.

EVİN RENGİNİ BEĞENMEYİNCE...

- Mora boyanmış bir ev gördüm. Beni rahatsız ettiğine karar verdim. Komutanıma 'ateş edebilir miyim' diye sordum. 'Tabii ki' diye yanıt aldım. Vurdum ev yerle bir oldu. Kimsenin umrunda değildi.

SlGSD_1431591021_5467.jpg


- Meyve bahçesinde iki Filistinli kadın vardı. Telefonla konuşuyorlardı. Ateş ettik öldüler. Yanlarına gidip cesetlerine baktığımızda silahsız olduklarını gördük. Ama onları terörist olarak kayda geçirdik. Orayı terk etmemişlerse bizim için düşmandılar.

''SİLAH OYUNUNDA HİSSEDİYORDUK''

- Gazze'de mahallelerin içinden geçerken kendimizi Call of Dutyoyunu içinde gibi hissediyorduk. Ama bu gerçekti. Burada gördüğüm yıkım bana delilik gibi geldi. Bir film setini andırıyordu ama gerçekti.

"AMBULANSLARA BİLE ATEŞ ETTİK"

- Gazze operasyonunda Vahşi Batı'da gibiydik. Arabalara ambulanslara bile ateş ettik. Hepsi komutanlarımızın onayı dahilindeydi. Eğer bunları yaptıysak bu ordu ahlaken çökmüş demektir. Çünkü askerlikte ilk kural sebepsiz yere öldürmemektir. Buna rağmen'Yakınındaki herkesi öldür' emri verildi. Bu emri uyguladım ve pişmanım.

Destroyed_ambulance_in_the_CIty_of_Shijaiyah_in_the_Gaza_Strip.jpg


''EĞLENCE İÇİN TOP ATIŞI''


Bana hiçbir şey yapmamış insanları vurdum. Çatılardaki, arabalarının içindeki, ambulanstaki, evlerindeki insanları öldürdüm. 'Hadi eğlence için bir top atışı yapalım' dediğimiz zamanlar oldu.

"MASUM SİVİL DİYE BİR ŞEY YOKTUR"

- Ateş ederken sivil kaybı umrumuzda değildi çünkü bize verilen emir şuydu: Masum sivil diye bir şey yoktur. Çevrenizde gördüğünüz herkes eğer şu ana kadar Gazze'yi terk etmedilerse düşmanınız demektir. Tankların geldiğini görüp kaçmayan insanların başka amaçları vardır. Sizin hayatınız için tehdit oluştururlar ve öldürülmeleri gerekir.

- Operasyona sürekli bir dini kimlik verme çabası vardı. Askerlere dini kitaplar kipalar dağıtıldı. Provokatifti. Komutan operasyonel detayları anlattıktan sonra her grubun hahamı kalkar bize ders verirdi. Garipti...

"KİMSE BİZE ATEŞ ETMİYORDU AMA, BİZ ETTİK!"

- Gazze'de bir mahalleye tanklar eşliğinde girdik. Kimse yoktu kontrol altına aldık. Sabah 07:00-08:00 dolaylarıydı. Tankları durdurup dinlenmeye başladık. O anda telsizden 'Tankları tek sıra yapın' diye emir geldi. Tankların namlusunu El Buraij isimli Filistin mahallesine çevirmemiz ve ateş etmemiz emredildi. Komutana, 'Nerede ateş edeyim?' diye sordum. 'Nereye istersen' diye yanıt verdi. Her tank kendine bir evi hedef seçti. Telsizden 'Şimdi El Buraij'e günaydın diyeceğiz' diye ateş emri verildi. Kimse bize ateş etmiyordu, ama biz ettik.

"KAPAYIN ÇENENİZİ"

'Sessizliği Kırmak' (Shovrim Shtika) adlı insan hakları örgütü, İsrail ordusunun Filistinli sivillere uyguladığı aşırı şiddeti duyurmak ve buna karşı kamuoyu oluşturmak için eski İsrailli askerler tarafından kuruldu. Raporun yayınlandığı gün örgütün binasının önünde 'Kapayın çenenizi' pankartları taşıyan ağırı sağcı İsrailli bir grup örgütü protesto etti.

Zaten muharref Tevrat'da müthiş bir ırkçılık yapılmaktadır.Yahudilerin tamamı bu ırkçılığı bilinçaltına atıp ona göre çocuklarını yetiştiriyorlar.Bu böyle nesilden nesile sürmektedir.Yahudiler müslüman kanını içmeye doymazlar.Allah'ın ve meleklerin laneti onların üzerine olsun.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Afganistan'ın çeşitli kentlerinde ordu tarafından Taliban'a düzenlenen operasyonlarda 138 militanın öldürüldüğü, 83'ünün yaralandığı öne sürüldü.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Şişani: 'En Çok Zararı IŞİD'den Gördük'

65459.jpg


Suriye'ye Kafkasya'dan giden savaşçılardan oluşan Çeyşul Muhacirin vel Ensar lideri Selahaddin Şişani, "IŞİD ile aynı fikir ve eylemlere sahip olmamamıza rağmen onların eylemlerinden dolayı zarar görüyoruz" dedi.

Yılmaz Bilgen / Al Jazeera

Uzun yıllar Çeçenistan’da savaştıktan sonra 2012 yılında Suriye’ye geldiğini söyleyen Ceyşul Muhacirin vel Ensar Tugayı Komutanı Selahaddin Şişâni, cephede Al Jazeera Türk’e konuştu.
Suriye'de savaşan 36 yaşındaki komutan, hedeflerinde yalnızca Beşşar Esed ve Şii milislerin bulunduğunu söylüyor.
Çeçen komutana göre IŞİD, sergilediği tutumla en çok yabancı savaşçılara zarar verdi.
Gürcistan doğumlu olan Selahaddin Şişâni, IŞİD’in Suriye Askeri Komutanı Ömer Şişâni ve Lazkiye bölgesinde Esed rejimine karşı savaşan Müslüm Şişâni de aynı köyden.
Suriye’den önce hangi cephelerde savaştınız?
Savaşmaya Çeçenistan’da efsane komutanlardan Hamza Galeyav grubunda başladım. Bir süre Abhazya cephesinde bulundum. Gürcülerin 12 bin kişilik bir ordu ile Çeçenistan yolunu kapatmasından sonra Kafkasya Emirliği’nin “genel cihad” talimatı çerçevesinde Suriye’ye geldim.
Uzun yıllar Rusya’ya karşı savaşan Çeçen savaşçıların Suriye sahasına etkisi hangi düzeyde oldu?
Savaş tecrübesi ve kendine has usulleri itibarı ile Kafkas asıllı savaşçıların geride kalan 4 yıllık savaş sürecine önemli etkisi olduğunu söyleyebilirim. Bu etki halen devam etmekte. Suriyeli Ensar kardeşlerimizin yanında, aynı hedef doğrultusunda savaşmaktan da şeref duyduk.
Kafkas kökenlilerden IŞİD’e hatırı sayılır bir katılım oldu. Sonrasında yaşanan gelişmeler sizin Suriye halkı nezdindeki itibarınızı nasıl etkiledi?
Suriye halkı ilk başta bizi büyük bir özveri ile bağrına bastı. Sonrasında yaşananlar ise kelimenin tam anlamı ile bir fitneydi. IŞİD, tüm Mücahit gruplarına savaş açtı ve yeni bir cephe oluşturdu. Bizim (Kafkas kökenli) bir çok gencimiz de IŞİD’in aldatıcı propagandasına kandı ve onlara katıldı. Önce isimlerinin sonra da propaganda cazibesine kapılarak
maalesef halen onlara katılan gençler var. IŞİD’in çok iyi kullandığı ve önemsenmesi gereken bir propaganda gücü var. Özü itibariyle gençlerimiz bu topraklara Esed’le savaşmaya geldi. Fakat IŞİD’e katılanlar örgütün Suriye halkına savaş ilan ettiği için suçsuz insanları öldürdü ve öldürmeye devam ediyor.
Elbette bu durumdan dolayı IŞİD ile aynı fikriyata ve pratiğe sahip olmadığımız halde biz de büyük zarar görüyoruz. Şayet Suriye’den ya da Türkiye’den insanlar ülkemize gelip -hem de bizi kurtarmak gerekçesi ile- Kafkas halkımızı öldürmeye başlasaydı, Çeçenler ne düşünürse şu an Suriye halkı da bizim hakkımızda onu düşünüyor. Maalesef hem burada Suriyeli Mücahit kardeşlerimiz hem de onların aileleri IŞİD tarafından haksız yere öldürülmekteler.
Siz bir kaç ay önce çatışmaların durması için Rakka’ya arabulucu olarak gittiniz. Neler konuşuldu ve neden herhangi bir anlaşma olmadı?
Rakka’ya gittim ve aralarında Ömer Şişâni’nin de olduğu üst düzey IŞİD yöneticileriyle görüştüm. Doğrusu herhangi bir diyalog zemini ve dili oluşmadığı için görüşmeler başlamadan bitti.
Daha konuya girerken Nusra Emirine hakaret ederek söze başladıkları için ben müdahale ettim. Onlarda bu durumdan geri adım atmadılar. Ümitsiz bir girişimdi ve sonucun böyle olacağını bildiğim halde muhalif kanatta yer alan grupların ısrarını kıramadığım için böyle bir girişimde bulundum. Sonuçta tahmin ettiğim gibi oldu.
Sizi arabulucu tayin eden muhalif grupların beklentisi ve talepleri neydi?
Öncelikle Halep’in sıcak cephelerinden Handarat, o günlerde büyük tehlike arz ediyordu ve Halep her an kuşatma riskinin altındaydı. Buradaki mücahitler, ‘aramızdaki savaşa en azından 3 veya 6 ay ara vererek rejimi bölgeden çıkaralım’ teklifini götürmemi istediler. Her iki tarafta da Esed varken birbirleri ile çatışmak istemeyen gençler vardı. Onların isteği, Esed ordusuna karşı birlikte savaşma azmine uygun bir sulh zemini oluşturmaktı. Ancak bu teklif IŞİD tarafından yok sayıldı.
IŞİD muhalif grupların önemli isimlerine birçok saldırı düzenledi ve öldürdü. Siz oraya giderken ne gibi önlemler aldınız?
Detay vermek istemem ancak biz de boş gitmedik. Onların böyle bir şeye kalkışmaları kendilerine çok ağır bedel ödetirdi. Nihayetinde sözlü sataşmalar dışında fiili bir saldırı olmadan kendi bölgemize geri geçtik.
Sonrasında size yönelik bir suikast eylemi gerçekleştirildi bu olayın arka planında kim vardı?
Kesin olmamakla birlikte bu IŞİD’in bir eylemiydi. O saldırıda bir kardeşimiz şehit oldu. Bize kendilerine biat etmemiz yönünde baskı yapıyorlar. Ben ve grubum Kafkas Emiri Ebu Osman’a biat ettik ve bu bağlılık bildirgemizi bozmayacağımızı defalarca söylediğimiz halde vazgeçmediler. Kendilerine tabi olmayanları da öldürerek saf dışı etmeye çalışıyorlar. Bu konuda Müslüman kanı dökmekten de çekinmiyorlar.
Şam rejimi ve İran, Suriye’deki Şii grupların varlığını, sizin gibi muhaliflerin yanında yer alan ve Suriyeli olmayan yapılar üzerinden savunuyor. Sizin Suriye’deki varlığınız diğer tarafa da aynı hakkı vermiyor mu?

Eski zamanlarda Rumların Preteryan ordusu vardı. Bu kralın özel ordusuydu. Beşşar Esed Suriye’ye giren Şiilerin kendisine destek amaçlı girdiğini sanıyor. Oysa tüm bu gruplar tıpkı Preteryanlar gibi Tahran’ın özel ordusudur. Baas yöneticilerinden bazıları bunu görüyor. Fakat muhalifler karşısında tutunma güçleri olmadığı için bu seçeneği mecburen kabul ediyorlar. İran sadece kendi menfaati için lejyonerlerini sahaya sürüyor Nusayri rejim onun umurunda değil.
Bize gelince hiç bir güçten, dolaylı ya da direkt telkin ve destek almıyoruz. Bizi buraya getiren de savaştıran da Esed gibi bir belanın bu halka musallat olmasıdır. Hiç bir menfaat kaygısı gütmeden Suriye halkının özgürlüğü için canımızı, kanımızı feda ediyoruz. Burada Allah’ın razı olacağı bir idarenin tesis edilmesi için ölmekten de şeref duyuyoruz. Ancak Şii milisler İran’ın karanlık hesapları için burada hayatlarını heba ediyorlar. Aramızdaki fark bu.
Hiç bir yardım görmeden savaşı nasıl sürdürebiliyorsunuz?
Savaşçılığımıza güveniyor ve aldığımız ganimetlerle zulme karşı direniyoruz. Şu an elimizde Esed Ordusundan aldığımız tank ta dahil sayısız ganimet var. Rabbimiz bize Cihad nimetini nasip etti ve kendi katından bizi destekliyor. Sadece Maare dağına düzenlediğimiz operasyonda bir Arap Şeyh’ten maddi yardım görmüştük. Orada da başarılı olduk ve Rabbimiz bizi utandırmadı.
Hangi cephelerde savaşıyorsunuz?
Geçtiğimiz dönemde muhaliflerin eline geçen stratejik Cisr Şuur kasabasına ilk giren gruplardan biriyiz. Muhaliflerin İdlib kentini rejimden almak için oluşturdukları 'Fetih Ordusu' operasyonunda yer aldık. İdlib'in güneyindeki Mastume askeri kampında da varız. Ayrıca Halep çevresindeki Mellah, Leyramon, Ebu Duhur ve Cebeli Azzam ile Kantuman cephelerinde de savaşıyoruz.
Suriyeli gruplar ile diyaloğunuz hangi düzeyde?
Hiç bir grupla kavgamız yok. Ceyşul Muhacirin vel Ensar, Ensar ve muhacir kaynaşmasının iyi bir örneği olarak savaşını sürdürmektedir. Üstelik buradaki Ensar kardeşlerimizle ortak bir yapı oluşturduk. Adını ‘Ensarud Din’ koyduk. Biz bu çatı kuruluşun muhacir kanadındayız. Diğer kanadında ise Şam el İslam ve Fecruş Şam gibi Suriyeli ensar kardeşlerimiz yer alıyor.
Kafkas savaşçıların Suriye’de oluşturduğu en büyük grup özelliği taşıyan Ceyşul Muhacirin vel Ensar Komutanı, ‘şayet hayatta kalırsam Suriye’de savaşın bitmesinden sonra diğer beldelerde devam etmekte olan cihad meydanlarına koşacağım’ diyor.
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Muhammed Mursî: Müslümanların Yüzakı..
Selahaddin E. Çakırgil Elbette ‘müslümanların yüzakı’ndan söz edildiğinde bunun mefhum-u muhalifinden,‘müslümanların yüzkarası’ olanların varlığından da söz edildiği mânâsı çıkar ki bu da yanlış değildir. Çünkü, uygulamalarıyla Müslümanlar için yüzkarası olan nice rejimler, kişi veya kadrolar ya da iktidar sahibleri de vardır..
Bunları ayrı ayrı saymaya gerek yok belki, ama, söz gelimi IŞİD /DAİŞ gibi örgütler ya da onun yaptıklarını devlet adına ve İslam hesabına 100 yıldır uygulamakta olan Suûd rejimi başta olmak üzere yığınla güç odakları da öyle değil midir?
[FONT=Helvetica Neue, Helvetica, Arial, sans-serif]Gerek cumhurbaşkanı seçilişi ve - [/FONT]gerekse , henüz iktidarı [FONT=Helvetica Neue, Helvetica, Arial, sans-serif]devralışını[/FONT] 11. ayında- [FONT=Helvetica Neue, Helvetica, Arial, sans-serif] darbeyle indirilip hapsedilişi ve yargılanışı sırasında sergilediği şahsiyetli ve vakuur tavrıyla bütün [/FONT]Müslümanların yüzakı[FONT=Helvetica Neue, Helvetica, Arial, sans-serif] örnekler sergileyen [/FONT]Muhammed Mursi,[FONT=Helvetica Neue, Helvetica, Arial, sans-serif] geçen haftalarda 20 yıla mahkûm edilmişken; şimdi de, [/FONT]İkhwan[FONT=Helvetica Neue, Helvetica, Arial, sans-serif] lider ve üyelerinden 100’den fazlasıyla birlikte idâma mahkûm oldu.. Mahkemenin ne kadar düzmece, uyduruk bir mahkeme olduğunu söylemeye gerek bile yok.[/FONT]
5 yıllık bir süre için başkan seçilip, yarım iktidarının henüz 11. ayında pahalılığı önleyemediği (!) ya da bazı gösterilerde 5-6 kişinin ölümüne engel olamayışı gibi gerekçelerle, -ve elbette başta B. Amerika ve İngiltere olmak üzere-, uluslar arası emperyalist güç odaklarının yaktığı yeşil ışık’la harekete geçen şerr güçlerinin desteğindeki ve hem de ordu içindeki en güvendiği general olan A.Fettah Sisî eliyle bir askerî darbeye maruz kalan Muhammmed Mursî’nin en büyük suçu, halkı tarafından seçilmiş olmak ve halkının inanç değerlerine uygun bir dünya kurmak çabasına girişmesi idi.
Bu zâlimâne uygulamalar karşısında, dâvanın son duruşmasında Mursî'nin (Âl-i İmran Sûresi , 171 - 175.âyetler)ni okuyarak yaptığı konuşma örnek oluşturacak bir tablo sergilemektedir:
"Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, mü‘minlerin ecrini zâyi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler. Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamber‘in çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır. Bir kısım insanlar, müminlere: «Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!» dediklerinde ; bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve «Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!» dediler. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur.
Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz, onlardan korkmayın, Ben‘den korkun.‘
Bu âyetleri hatırlatan Mursî‘nin devamla söyledikleri de aynı şekilde örnek bir savunma..Mursî şöyle diyor:
‘İşte bu, Allah'tan başkasından korkmamamız için, Allah'ın hepimize çağrısıdır. Yolumuzdan asla geri dönmememiz, O'na sarılmamız ve sığınmamız üzerine, Allah'ın,yaptığı bu çağrı hepimizedir. Bu çağrı, her zaman 'Allah bize yeter. O ne güzel vekildir' deme çağrısıdır. Bu bize yeter. Allah, kuluna baktığı zaman kulunda emirlerine, sünnete ve ipine sımsıkı sarılmış bir hal ve davetçi bir şahsiyet görmek ister, bu Allah'ın hoşuna gider; bu nedenle Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve dağılmayın. Biz dünyaya barış ve selâmet mesajıyla geldik. Biz savaş ya da düşmanlık değil, ancak insanların hayrını istiyoruz ve bu hayır inşaAllah gerçekleşecek.‘
Evet, bu kadar özlü ve net..
İnancının şuûruna ermiş [FONT=Helvetica Neue, Helvetica, Arial, sans-serif]Müslüman[/FONT], fir’avunluk önünde baş eğemez, köleliği kabullenemez!
Bu idâm cezalarının, Mısır kanunları gereği Baş müftü tarafından tasdik edilmesi gerekiyor.. O Baş müftü ki, General Sisî haince darbesini gerçekleştirdiği zaman, o darbeye meşrûiyyet görüntüsü vermek için Ezher Şeyhi ve de Qıbtî Kilisesi Başpiskoposu ile birlikte, darbeci general Sisî’nin yanında görünmekten sakınmayacak kadar, iktidarperest, güce itibar eden birisi..
Ama, o, geçmişte verilen yüzlerce idâm kararını bozmuş gibi gözükerek, aslında bağımsız bir makamda oturduğunu göstermek de istiyor..
Şimdi de, bu, yüzlerce idâm kararını tasdik edecek veya bozacak.. Tasdik ederse, o zaman da General Sisî, bu idâmları kendi iktidarını pekiştirmek üzere kullanmak isteyecek.. ‘Benim iktidarımı rahatsız etmezseniz, idâmları uygulamam.. Rahatsız ederseniz, o zaman da onları sallandırırım .’ diye gözdağı verecek.. Yani, bu yargılama ve kararları General Sisî ile yargı kurumu arasındaki bir ‘danışıklı dövüş’ten ibaret.. Ve, hapsettiklerinin hayatı üzerine onları rehine almak oyunu üzerine kurulu bir diğer zâlim anlayış.. Kanseri gösterip, sadece bir uzvun kesilmesini gerektiren bir gangrene râzı etmek taktiği.. Nitekim, daha önceki idâm kararlarının çok büyük bir kısmıyla ilgili kararlar da Başmüftü tarafından bozuldu.. Yani, topluma, adâlete riayet edildiği kanaati telkin etmek. Pompalamak taktiği.. Bu yeni durumda da aynı taktik güdülebilir..
Ki, bu gibi uygulamaların başka yerlerde de böyle pek çok ilginç örnekleri görülmüş ve haklarında idâm hükmü verilen yüzlerce-binlerce kişinin hayatı rehine alınmış, onların dışarıdaki taraftarları uslu dururlarsa idâm edilmemişler; iktidarda olanları rahatsız eden eylemler yaptıklarında ise, içeridekiler, birer birer ya da küçük veya büyük gruplar halinde idâm edilmişlerdir.
Şimdi, bu idâm kararlarının nasıl bir tepki geliştireceği konusu da bir ayrı konu..
Nitekim daha ilk anda, o mahkemenin hâkimlerini taşıyan bir otobüse karşı yapılan bir saldırıda birkaç yargıç öldürülmüş bulunuyor..
Bu saldırı, bu idâm kararlarına karşı verilen gerçek bir tepki midir; yoksa silahlı eylemlere başvurmamayı şiar edinmiş olan İkhwan Hareketi’ni silahlı bir eylemin içine sürüklemek ya da bir terör örgütü olarak göstermek için ve de korkuyu, dehşeti toplumda yaygınlaştırıp kitlelerin daha fazla sindirilmesi için bir manipülasyon mudur; kestirmesi güç..
Her halükarda, Mısır'daki gelişmelerin, dikkatle izlenmeyi gerektirdiği ortada..
Hele de, arap diyarlarında, -başta Suûdîler olmak üzere-, kanlı rejimlerini, saltanatlarını sürdürmekte olan rejimler, Müslüman halkların az-biraz zincirlerini gevşetince kimleri, nasıl seçtiklerini tecrübe ettikleri için, ve kendileri açısından Müslüman kadroların işbaşına getirilmesinde kötü bir örnek oluşturan Mısır'daki durumun tekrar etmemesi ve kendi rejimlerinin pençesindeki Müslüman halklar için de bir örnek oluşturmaması açısından daha bir diken üstündeler ve bunun için de General A. Fettah Sisî gibi diktatörlerin iktidarını, verdikleri milyarlarca dolarlarıyla pekiştirmeye devam ediyorlar..
General Sisî’nin hâmileri elbette sadece arap rejimleri değil, onun ve benzerleri kuklaların asıl kukla oynatıcısı durumundaki başta B. Amerika olmak üzere bütün emperyalist ve şeytanî güçler.. Onları biz, Müslüman coğrafyalarındaki bütün darbeci ve sultacı diktatör güçlerin ardında, öteden beri hep görmekte olduğumuzdan, onların yabancısı değiliz.
Bütün bu şeytanî ve uluslarası entrikalar biz Müslümanları yıldırmak yerine, daha bir bileylendiriyor, bileylendirmelidir ve Hakk olduğuna, kesin doğru olduğuna inandığımız değerler adına verilecek mücadelelerin ne kadar çetin olduğunu bize hatırlatmaktadır, hatırlatmalıdır.
‘Her Firâvunâ karşı bir Mûsâ..’, Müslümanların ezelî ve ebediyete kadar da var olacak şiarları dır.
Muhammed Mursî, bu zamana kadar Müslümanların ve inandığı değerlerin hakkını veren bir yiğit Müslüman olarak öldürülse bile, onun ve benzerlerinin örnekliği Müslümanların zihninde ve düşünce dünyasında daha bir billûrlaşacak, daha bir unutulmaz sembol haline gelecek ve haklı insanların cellatlığına soyunan General Sisî ve benzerlerinin nasibi ise, tarihin utanç kervanının öncülerinden olan ve her zaman ve mekan diliminde örnekleri eksilmeyecek olanYezid’lerin safında yer almak olacaktır.
‘..Mekerû ve mekerallah.. Vallahu khayr-ul’mâkiriyn..’ (Onlar bir tuzak hazırlıyorlar.. Allah da bir tuzak hazırlıyor.. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır..)
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Cuma Namazında Kudüs Sokakları Hıncahınç Doldu
68130.jpg


Ramazan Ayı'nın son cuma namazını kılmak için Mescid-i Aksa'da yüz binlerce Filistinli vardı.
İşgal Devleti İsrail'in engellemelerine rağmen Kudüs’e ulaşan Filistinliler, Aksa’nın avlusunu ve Eski Kudüs'ün sokaklarını hıncahınç doldurdu.
Namazın ardından Aksa'nın kapılarında saatlerce yoğunluk yaşanırken, bugünün, Aksa'da bu yılki en kalabalık cuma olduğu ifade edildi.
Aksa'da Gösteri
Öte yandan, namazın ardından bir grup Filistinli, Kudüs Günü dolayısıyla gösteri düzenledi.
Aksa'nın avlusunda Filistin, Hamas ve Fetih bayraklarıyla yürüyüş yapan göstericiler, İsrail aleyhine slogan attı.
Gösterinin ardından kalabalık Aksa'dan ayrıldı.
Helikopter Ve Balonlarla İzlediler
Kudüs'ün üzerinde aralıksız olarak polis helikopterlerinin uçtuğu görülürken, şehrin belirli bölgelerine yerleştirilen uçan balonlardaki güvenlik kameralarıyla da izleme yapıldı.
Binlerce İsrail polis ve askeri de şehrin çevresinde ve belirli noktalarda hazır bekledi.
İsrail, 2000'de yaşanan Aksa İntifadası'nın (İkinci İntifada) ardından özel durumlar dışında Gazzelilerin Batı Şeria ve Kudüs'e geçişlerine izin vermiyor.
Cuma Namazı Yine Zorlaştırıldı
İşgal devleti askerleri, 16-30 yaş arası kadın ve 12-30 yaş arası erkeklerin Batı Şeria'dan Kudüs'e girişine izin vermemişti. Geçen haftalarda olduğu gibi sabahın erken saatlerinden itibaren askerî kontrol noktalarına ulaşan Filistinliler, İsrail'in güvenlik adı altındaki uygulamaları nedeniyle saatlerce beklemek zorunda kalmıştı. Şehre girişine izin verilmeyen binlerce genç ise ayrım duvarından atlayarak Aksa'ya ulaşmaya çalışmıştı.
Kaynak: Anadolu Ajansı
 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
"Soykırım Ülkesi" Bosna Hersek
68117.jpg


Srebrenitsa'daki soykırımın yanı sıra Bosna Hersek'in birçok şehrinde yaşayan Boşnak halk katliamlara, işkencelere ve sürgünlere maruz kaldı.
Avrupa'da, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından yaşanan en büyük insanlık trajedisi olarak kabul edilen ve 8 binden fazla Boşnak erkeğin katledildiği Srebrenitsa'daki soykırımın yanı sıra Bosna Hersek'in başta Saraybosna, Vişegrad, Priyedor, Zvornik, Foça ve Biyelina olmak üzere birçok şehrinde yaşayan Boşnak halk katliamlara, işkencelere ve sürgünlere maruz kaldı.
Bosna Hersek'in, Yugoslavya'nın parçalanmaya başlamasıyla birlikte, 29 Şubat - 1 Mart 1992 tarihlerinde düzenlenen referandumla bağımsızlığını ilan etmesinin ardından başlayan ve 1995 yılına kadar süren kanlı savaşta, yüzde 60'tan fazlası Boşnak olmak üzere, 100 bine yakın insan hayatını kaybetti, 50 bine yakın kadın tecavüze uğradı, 2 milyon insan evini terk etmek zorunda kaldı.
Savaşın başlamasının hemen ardından Sırp güçleri tarafından başkent Saraybosna'daki üç buçuk yıllık kuşatma, modern tarihin en uzun kuşatması olarak kayıtlara geçti. Saraybosna'daki kuşatma boyunca 10 binin üzerinde sivil hayatını kaybederken, 50 binin üzerinde insan yaralandı, her gün ortalama 329 bombanın düştüğü şehirde 100 bin bina zarar gördü.
Saraybosna kuşatması boyunca şehir merkezindeki Markale pazar yerine düzenlenen iki saldırı, insanların hafızalarında en çok yer eden katliamların başında geliyor. Sırp birlikleri tarafından 5 Şubat 1994 tarihinde düzenlenen ilk saldırıda 68 kişi hayatını kaybetmiş, 144 kişi ise yaralanmış; 28 Ağustos 1995 tarihindeki ikinci saldırıda ise 43 kişi hayatını kaybetmiş, 84 kişi yaralanmıştı. (AA)
bosnada-gerceklesen-katliamlar-soykirim.jpg

 

Ebu-Zer-1

Doçent
Katılım
10 Kas 2014
Mesajlar
575
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Srebrenitsa'da Son Hazırlıklar
67892.jpg

Soykırımın 20. yıldönümünde Srebrenitsa'da 136 kişinin daha cenazesi toprağa verilecek. Törene büyük katılım bekleniyor. Cumartesi günü yapılacak törene gelmesi beklenen yaklaşık 50 bin kişi için Srebrenitsalı anneler evlerini açtı.
Srebrenitsa Katliamı'nın 20’inci yıldönümünde, 11 Temmuz Cumartesi günü toprağa verilecek 136 kişi için Potoçari Mezarlığı’nda mezar yerleri açıldı. Bu sene defnedilecekler arasında daha 18’ini doldurmamış 18 kişi var. Bu yıl defnedilecek katliam kurbanlarının en yaşlısı ise öldürüldüğünde 75 yaşında olan Yusuf Smayloviç. Smayloviç, oğlu ve torunu ile birlikte toprağa verilecek.
Potoçari Mezarlığı’nda ilk cenaze töreni 600 Srebrenitsalı'nın defnedildiği Mart 2003’te yapılmıştı. Son cenazeyle beraber toplam 6 bin 377 kişinin mezar yeri olacak.
Cenaze namazı Cumartesi günü öğle namazını müteakip kılınacak.
Dünya Medyası Srebrenitsa’da Olacak
‘Güvenli bölge’ olarak Birleşmiş Milletler'in korumasındayken iki günde 8 bin 372 kişinin öldürüldüğü katliamın 20’inci yıldönümünde 40’ın üzerinde ülkeden en az 50 bin katılımcı bekleniyor.
Uzakdoğu ve Amerika kıtasından da olmak üzere cenaze törenini 140 yayın kuruluşu aktaracak. 450’den fazla gazeteci akredite oldu.
Sırbistan Başbakanı Da Törene Katılıyor
Çeşitli ülkelerden 30’dan fazla üst düzey yetkilinin törene katılması bekleniyor. Türkiye’yi temsilen Başbakan Ahmet Davutoğlu törende olacak.
Katılımıyla ilgili en çok konuşulan ve geleceğini salı günü onaylayan isim ise Sırbistan Başbakanı Aleksandar Vuçiç oldu.
Sırbistan adına ilk ziyareti 2010’da dönemin devlet başkanı Boris Tadiç gerçekleştirmişti.
Misafirler Srebrenitsalı Annelerin Evlerinde
Toplamda 50 oda kapasiteli sadece iki oteli bulunan kentte cenaze töreni için gelecek misafirler Srebrenitsalı ailelerin evlerinde kalacak. Belediye ise okullarda yer tahsis edecek.
Soykırımda iki oğlunu kaybetmiş olan Nazira Suleymanoviç bu yıl evinde 27 kişiyi ağırlayacak.
Suleymanoviç: “Evde 27 kişi kalacak, yan yana balık gibi dizileceğiz. Herhalde bütün gece uyumayız, bahçede otururuz. Ama Allah’a şükür insanlarımız geliyor. 20 yorgan, yastık aldım. Sadece yıldönümlerindeki misafirlerim için sakladığım kilimlerim var, onları bahçeye sererim. Oğullarım için buraya kadar gelen halkıma hepsi helâl olsun.” diyor.
Srebrenitsa'da Ne Oldu?
Bosna Savaşı'nda, Srebrenitsa ve çevresindeki 50 kilometrelik alan BM Güvenlik Konseyi tarafından "güvenli bölge" ilan edilmişti. Albay Tomas Karremans komutasındaki Hollanda birliği de, "güvenli bölgeyi hedef alabilecek saldırıları engellemek" göreviyle Srebrenitsa yakınlarındaki Potoçari'de, üsse çevrilmiş bir fabrikaya konuşlandırıldı.
Ancak 11 Temmuz 1995 günü Ratko Mladiç komutasındaki Sırp Cumhuriyeti ordusu Srebrenitsa'ya girdi. 8 bin 372 erkek öldürüldü. Srebrenitsa Soykırımı'nın üzerinden tam 20 yıl geçti. Bugüne kadar toprağa verilenlerin sayısı 6 bin 241. 11 Temmuz'da, katliamın yıldönümünde kimlikleri tespit edilen 136 cenaze daha toprağa verilecek. Bugüne kadar bulunan ceset sayısı 7 bin. Diğer 1372 kişiden hâlâ iz yok.
Uluslararası Adalet Divanı, Srebrenitsa'yı 2007'de “soykırım” olarak nitelendirdi. Ancak bu hafta Srebrenitsa'nın “soykırım” kabul edilmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konyesi'ne sunulan tasarı Rusya'nın vetosuyla karşılaştı.
Kaynak: Al Jazeera
 
Üst