Kissa Dan Hisse

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Kirli sepet


Bir öğrenci bilgeye durumundan şikayetçi oldu. Her defasında derse gelip gitmekten bıktığını söyledi." Çünkü aklımda hiç bir şey kalmıyor" dedi.

Bilge bunun üzerine eski ve kirli bir sepeti öğrencinin eline verdi. Biraz ilerideki su kuyusunu işaret etti." Bu sepeti su ile doldur ve gel "dedi. Öğrenci kendisine denileni yapdı. Sepeti suya daldırdı fakat geri dönünceye kadar su boşaldı sepette hiç su kalmadı.

Bilge öğrenciyi üç kez kuyuya yolladı.Öğrenci her seferinde itirazsız gitti fakat eli boş döndü. Boş yere suya gidip geldiğini düşünen öğrenci bilgenin vereceği dersi merak ediyordu.

Bilge gülümsedi ve dediki " Önemli olan kuyudan boş yada dolu sepetle gelmen değil, kuyuya gidip gelmendir. Bak suya daldırıp çıkardıkça sepetin temizlendi.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
apple.jpg


Bir gün bir derviş,
Bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış…

Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları..

“Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?”
Diye sormuş derviş.

Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız:
“Sevdiğim çalışıyor orada…
Ona elma götürüyorum.”

“Kaç tane” diye soruvermiş derviş.

Kız şaşkın:

“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş..

Ve usulca koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini!
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
520671448_05986bf556.jpg


Sultan Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplayıp, bana bir yüzük yaptırın ve üzerine öyle birşey yazdırın ki ona her baktığımda, hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim diye buyurmuş.
Vezirler toplanmışlar dört bir yana haber salmışlar. Sonunda bir gün yüzükle sultanın karşısına çıkmışlar, yüzüğü vermişler. sultan mahmut tamam işte bu demiş. yüzüğün üzerinde
" bu da geçer ya hu"
yazıyormuş....
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Mevlana, müridlerinden biriyle giderken, birkaç köpeğin sarmaş dolaş uyuduklarını görür. Müridi: Güzel bir kardeşlik örneği der. Keşke insanlar da bunlardan ibret alsa. Mevlana, tebessüm ederek karşılık verir. Aralarına bir kemik atıver de gör kardeşliklerini....


(kim üzerine alırsa artık :eek:leyo: )
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
“Ben seninleydim ya sen kiminleydin?”


Bir hoca çevresine toplananlara öğütler vermekteymiş.

“Öldüğünüzde Allah size, bilgini nerede kullandın, paranı nasıl harcadın, ibadetlerini hakkıyla yaptın mı, etrafınızdakilere şefkatle yaklaştınız mı, ahlaklı davranmaya özen gösterdiniz mi, diye soracak”

derken hoca… Oradan geçerken hocanın sözlerine kulak misafiri olan Şeyh Şıbli sözünü kesmiş;

“hayır” demiş, “o kadar çok soru sormaz… Sadece der ki; ben seninleydim ya sen kiminleydin?“
 
K

Kaçak

Guest

apple.jpg


Bir gün bir derviş,
Bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış…

Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları..

“Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?”
Diye sormuş derviş.

Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız:
“Sevdiğim çalışıyor orada…
Ona elma götürüyorum.”

“Kaç tane” diye soruvermiş derviş.

Kız şaşkın:

“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş..

Ve usulca koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini!



Hayırda neden kopartmış tesbihi ...
İsraf Üstelik ...
Kaç tur döndügünü saymayıversin yani ...
Ritmik ve düzenli olur tesbihle ...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Bilgeye sormuşlar


Bir bilgeye sormuşlar:
“Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?”
“Terzimi severim”, diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
“Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?”
“O da nereden çıktı? Neden terzi?”

Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
“Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim
Ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.”



Bir bilgeye sormuşlar:

- Bir insanın zekasını nereden anlarsınız?

- Konuşmasından.

- Ya hiç konuşmazsa?

- O kadar akıllı insan yoktur ki!..



Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar, “Deneyim”

demiş. “O deneyimi nasıl kazandın”, diye sormuşlar “Hatalarımla” demiş.



Bir bilgeye sormuşlar:

“Efendim canınız ne istiyor?” Bilge cevaplamış:

“Canım hiçbir şey istememeyi istiyor..” ve devam etmiş.. “Bu ruh halinin adı

gönül yorgunluğudur…”



Bir bilgeye “Nasıl insan oluruz?” diye sormuşlar ya.
“Üç adım atlama” gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
“Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir,
İnsanlığa attığın ilk adım budur…
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun.”



Bilgeye sormuşlar dünya da en güzel şey ne diye?

“Sevmek” demiş…

“Peki sonra?” demişler…

“Sevilmek” demiş…

“Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor?” demişler…

O da demiş ki “insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir.”



Bilgeye Sormuşlar;
+ insan neden dilek diler?
+ insan gerçekleşmesi için diler, ama bilmez ki gerçekleştirmek için dilemek gerek.


Bir bilgeye sormuşlar en mutlu insan kimdir. “İşte o dağdaki çobandır” demiş.

Neden diye sormuşlar. “Çünkü” demiş “insan bildikleriyle yaşar, onun

bildikleri koyunları ve çevresiyle sınırlı kendisini mutsuz edecek veya

kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil.”
 

MAV!M

muamma
Katılım
16 Kas 2009
Mesajlar
3,735
Tepkime puanı
1,163
Puanları
0


Zünnun-ı Misri şöyle der: İçi yemyeşil bir bağa uğradım, bir de baktım ki genç bir, elma ağacının altında namaz kılıyor. Kendisinin namaz kıldığının farkına varmadan selam verdim. Selamımı almadı. Tekrar selam verdim. Yine selamımı almadı. Sonra namazını uzatmadı. Namazını bitirdikten sonra parmağı ile toprak üzerine şu şiiri yazdı:
“Dil konuşmaktan men olundu. Çünkü o düşmanlığa sebebtir, belki afetleri celbedendir. Konuştuğun vakit, Rabbini zikret. O’nu unutma ve her halinde O’na hamd et”.
Bunu okuduğum vakit uzun uzun ağladım. Sonra ben de parmağımla yere şu şiiri yazdım:
“Hiçbir yazan yoktur ki, yerde çürümesin, fakat zaman, ellerin yazdığını, devamlı saklar. Elinde kıyamet günü gördüğün vakit seni sevindirecek, olandan başka bir şey yazma.”
O genç, bunu okuduğu vakit, şiddetle haykırdı, sonra vefat etti. Onu kefenleyip defnetmek istedim, fakat:
“Onun cenazesini melekler kaldıracaktır” diye bir ses işittim. Bunun üzerine çekilip ağaca doğru yürüdüm ve ağacın altında iki rekat namaz kıldım. Sonra cenazenin bulunduğu yere baktım. Cenazeden ne bir eser gördüm ve ne de bir haber alabildim. Kullarına istediği gibi ihsan eden Allahü Teala’yı tesbih ederim.
 
Katılım
22 Ağu 2009
Mesajlar
40
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
48
Bir kimse hakla meşgul olmazsa batıl onu işgal eder.İmamı şafii.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
HER İŞİN BİR “PÜF NOKTASI” VARDIR!

4aan1a11sd7iqz7ic57.gif


Fincancı ustası, ülkede çok haklı bir üne sahipti. Ürettiği fincanlar hemen satılıyor, hatta müşterilerin sıra beklediği bile oluyordu.

Yaşlı adam, seramik fırınına eğilmiş, merakla biraz önce fırına attığı fincanların pişmesini izliyordu. Genç yardımcısı, ustasının etrafında adeta bir pervane gibi dolanmaktaydı. Genç adam, bir taraftan ustasından kapacağı ayrıntıları yakalamaya çalışırken diğer taraftan da gelecekte kendi tezgahını kurmanın tatlı düşlerini kuruyordu. Fincanlar tam zamanında fırından çıkarıldı, genç kalfanın yakalayamadığı bir andan geçti ve sonuç her zamanki gibi mükemmeldi.


Genç kalfa, daha küçücük bir çocukken bu iyi ustanın yanında çalışma şansını yakalamış birkaç insandan biriydi. Çok azimli ve hırslıydı. Mutlaka o da kendi atölyesinde en güzel fincanlar üretecek ve uzun yıllardır beklediği şan, şöhret ve zenginliğe kavuşacaktı.


Aradan birkaç yıl daha geçti. Kalfa, kendisi için artık zamanın geldiğini düşünmeye başladı ve ustasına giderek el vermesini istedi. Yaşlı usta biran duraksadı, ancak bu tereddüt anı fazla uzun sürmedi ve genç adama dönerek "Yolun açık, başarın daim olsun!" dedi.


Genç adam kısa sürede atölyesini kurdu, fırınını yaktı ve ilk fincanlarını içeri verdi. Ustasının yaşadığı heyecanı şimdi daha iyi anlıyordu, kendisi de adeta fincanlarla birlikte fırında pişti. Artık zaman gelmişti. Heyecandan elleri titreyerek fırının kapağını açtı ve ilk fincanı eline aldı. Ancak o da ne? Fincan, dokunur dokunmaz çatlamıştı.



Genç adam; "Dokunmakta acele ettim, biraz beklemeliydim!" diye düşündü. İçinde yaşadığı telaşı bastırmaya çalışarak bekledi, bekledi. Sonuç yine olumsuzdu. Dokunmadığı fincanlar da birer birer çatlıyordu. Ne yapacağını bilemez bir halde paniğe kapıldı. Aklına gelen tüm yöntemleri uyguladı, olmadı.



Ustasından öğrendiği çözümleri düşündü, uyguladı yine olmadı. Artık ustalığından endişeye düşerek korkmaya başlamıştı ki, aklına ustasına danışabileceği geldi. Bu seçenek yüreğine su serpmişti; zaman geçirmedi ustasına koştu.

Yaşlı adam tezgahının başında, yaktığı fırının hararetinde ve yine aynı heyecandaydı. Eski kalfasını görünce hiç şaşırmadı, işine tüm sükunetiyle devam etti. Eski kalfa, yeni usta yaşadıklarını anlattı. Her şeyi doğru biçimde ve doğru zamanlama ile gerçekleştirmişti, ama olmamıştı. Anlatırken, sınavdan geçememiş bir öğrencinin utancını yaşıyordu ve mutsuzdu. Hayallerinin, parmaklarının arasından uçup gittiğini görmek onu bir kez daha kahrediyordu.

Yaşlı usta; genç adamı, sözlerini bitirene kadar sessizce dinledi ve başını sallayarak yerinden kalktı, gözleriyle kalfasına "Gel" dedi. Sessizce izledi ve ustasının yanında saygıyla durdu genç adam. Usta, fırının kapağını yavaşça açtı, yeni pişmiş fincanlardan birini alarak, kalfasının kendisini görebileceği bir pozisyon seçti ve nefesinin tüm gücüyle sıcak fincana "püf" dedi.

Kalfası, bu aşamayı daha önce hiç görmemişti, merakla ustasını izlemeye devam etti. Yaşlı ustanın elindeki fincanda, olumsuz bir gelişme yoktu ve sapasağlam avuçlarının içinde parlamaktaydı.

Genç adama dönerek, "Sana son bir ders! Fincanları, fırında gerektiğinden fazla tutarsan veya erken çıkarırsan çatlayacaklardır. Fincanlar piştiklerinde çok sıcaktır ve hemen dışarı alınmalıdır. Dışarıdaki hava ile fırın sıcaklığı arasındaki fark ortadan kaldırılmazsa, fincan çatlayacaktır. Ben, bu farkı nefesimin hararetiyle ortadan kaldırıyorum.

Her işin bir "püf noktası" vardır ve ustalar, onları usta yapan bu ayrıntıyı yılların deneyimleri ile öğrenirler" dedi.
 
K

Kaçak

Guest
Kıssadan hisse ...
-Fincanlar fırında piştigi halde , kahve fincanda pişmez ...
-Ustalar sır saklar , söylemek zorunda kalırlarsa , zurnanın zırt dedigi yerde söyler ...
-Ustalar kalfaları en önemli detayı bilmedigi halde hadi yolun açık olsun der ....
-Eğer gerçek bir ustanın yanında çalışıyorsan dahi işin teorisi öenmlidir , ustalarda teori degil pratik adamıdır ...
- Ustayı usta yapan üfürükcülügüdür ...
 

MAV!M

muamma
Katılım
16 Kas 2009
Mesajlar
3,735
Tepkime puanı
1,163
Puanları
0
kalp-aynasini-zikirle-kur_anla-salat-ve-selamla-ibadetlerle-cilalatip-parlatirsan-ve-de-yonunu-hakk_a-cevirirsen-cenabi-hakk_in-aski-feyzi-muhabbeti-o-kalbe-tecell.jpg


Vaktiyle bir padişah bir saray yaptırmış Ve sarayın büyük salonunu da bir tezhiple süsletmek istemiş. Ülkeden bu işi ehil iki usta çağırtmış. Salonun orta yerine de bir perde çektirmiş ve onlara ikiniz birbirinizden habersiz en güzel süslemeleri yapacaksınız ancak yaptıklarınız birbirini tamamlar tarzda birbirine yakın olmalı demiş…
Ustalar başlamış çalışmaya.. Ustanın biri önce duvara güzel bir cila çekerek ince sanatını konuşturarak bildiği en güzel işlemeleri ile duvarı süslemeye başlamış.. Öbür ustada duvara devamlı cilalamış..Sadece cila atmış.. Vakit tamam olur padişah gelir bir bakar ki bir tarafta çok güzel nakış nakış işlemiş bir duvar diğer yanda cilalanmış ayna gibi bir duvar..
Padişah sormuş bu ne sanattır usta.. Usta cevaben padişahım benim sanatım perde aradan kalktığı zaman belli olacak, emir verin perdeyi kaldırsınlar demiş.. Padişah perdeyi kaldırtmış ve diğer ustanın türlü renklerle motiflerle tezhip ettiği duvar cilalanmış ayna gibi duvardan aksetmiş.. Müthiş bir görüntü ortaya çıkmış..
İşte bu kalp aynasını zikirle, Kur’anla, Salat ve selamla ibadetlerle cilalatıp parlatırsan ve de masiva perdesini aradan kaldırıp yönünü Hakk’a çevirirsen Cenabı Hakk’ın aşkı, feyzi, muhabbeti, o kalbe tecelli eder ve o kalpten bütün dünyaya yansır.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Ah günah...Af Af...

c6ss7vann95f9rv7vj.jpg


Âriflerden biri,

çamurlu kaygan bir yolda, eteklerini toplayarak, dikkatli adımlarla yürüyordu.

Fakat bütün çabasına rağmen düştü.

Her tarafı çamur olduğu için, artık serbestçe yürümeye başladı.

Bir taraftan ağlıyor ve:

“İşte, günaha düşmeden önce günahlardan sakınan adamın hali budur. Bir defa, iki defa... Günaha düştükten sonra, artık aldırış etmeden onun ortasında yürümeye başlar!”

diyordu.
 

MAV!M

muamma
Katılım
16 Kas 2009
Mesajlar
3,735
Tepkime puanı
1,163
Puanları
0
bismillah_01___1440x900_by_muslimz.jpg


Hoca vaazında;

Bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden batmadan geçebilirsiniz.” der.

Bu söze inanan bir köylü, artık köprü yerine nehirden geçmektedir.

Bir gün hocayı evine davet eder. Kabul eden hocayla birlikte giderken, karşılarına nehir çıkar ve adam nehrin üzerinden yürüyerek geçer. Ama hoca suya girmeye cesaret edemez.

Şaşkın köylü:
“Hocam böyle dememiş miydiniz, gelsenize!”
diye seslenir.

Hoca şöyle cevap verir:
“Onu söyleyen dil bende; ama ona inanan kalp sende…!”
***
Ey Rabbimiz, hatalarımız bütün denizleri kirletecek kadar cesim ve ürpertici; Sana karşı tavırlarımız mahvolmuş kavimlerin hallerinden birkaç kadem daha ileri; kalbi, ruhi hastalıklarımız cüzzamdan, kanserden daha amansız; dertlerimizi dergahına açıyor, dermanı da Senden ümid ediyoruz. Sen kimsesizler kimsesi ve bizlerin melceisin. Senden başka ilah yok ki ona el açıp yalvaralım. Kapından gayri kapı yok ki varıp ona dayanalım. Senden başka sığınak bilmiyor, Senden başka güç ve kuvvet de tanımıyoruz. Gören, bilen, duyan sadece Sensin; aç ufkumuzu ve bize kendimiz olma idrakini lütfeyle.
Amellerimizi ihlasla derinleştir ve ümitlerimizi de ye`sin insafsızlığına bırakma…
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Kış başlamak üzeredir.
Kızılderililer toplanmis kisin nasil gececegini tartısırlar

Kızılderili topluluğu, şeflerine sorarak,
kışın sert mi yoksa yumuşak mı geçeceğini öğrenmek isterler.
Geleneksel yeteneklerini dedelerinden bu yana
çoktan kaybetmiş bulunan şef,
işi sağlama almak için kışın sert geçeceğini ve mümkün olduğunca
fazla odun toplamalarını söyler kabilesine.
Akıllı bir adam olan şef birkaç gün sonra yakınlardaki
Meteoroloji istasyonuna telefon eder:
"Bu kış soğuk mu geçecek sizce?"
Meteorolog cevap verir:
"Evet, oldukça sert geçeceğe benziyor."
Bu cevabı alan şef derhal kabilesine döner ve
kışın çok sert geçeceğini, daha çok odun parçası
toplamaları gerektiğini söyler.
Bir süre sonra Meteoroloji İSTASYONUNU tekrar arar ve sorar:
"Kış hala soğuk geçeceğe mi benziyor?".
"Evet" der karşıdaki: "Oldukça soğuk geçeceğe benziyor."
Şef kabilesine döner ve sadece odunları değil
bulabildikleri her çalı çırpıyı toplamalarını ister.
Bir kaç gün sonra Meteoroloji İSTASYONUNU tekrar arar:
"Kışın soguk geçeceğinden gerçekten emin misiniz ?" diye sorar.
Adam: "Kesinlikle der".
Bugüne dek yaşanan en sert kışlardan
birini yaşayacağız gibi görünüyor.
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? "
Diye sorar şef.
Meteorolog Yanıtlar:
"
Kızılderililer çılgınlar gibi odun topluyor!"
 

MAV!M

muamma
Katılım
16 Kas 2009
Mesajlar
3,735
Tepkime puanı
1,163
Puanları
0
tanri-misafiri.jpg



Evvel zaman içinde Batıda Yotan diye bir köy varmış. Köyde pek namazı niyazı olmayan Ali Mahmut diye bir köylü varmış. İşin doğrusu Ali Mahmut dönemin sayılı ateistlerindenmiş. Köyün imamı da, cemaat de bu durumdan pek hoşnut değillermiş. Gel zaman git zaman bızimkisi bir gün ölmüş. Köyün imamı ‘Ben bu adamın cenaze namazını kılmam” diye diretmiş. Köy halkı da “Allah’a inanmıyordu biz bu herifi gömmeyiz” diye tutturmuşlar. Durumu gören köyün yaşlılarından Müzeyyen Hanım, köyün dışındaki tepelerden birinde, tek başına yaşayan köylülerin İğdeli İsmail diye andıkları köylüye haber vermiş. İsmail’in de pek namazla ilgisi yokmuş. O köye gitmiş cenazeyi almış ve kendi evinin yakınlarında bir yere gömmüş. O akşam imam Nazmi Efendi, müezzin Mustafa efendi tüm cemaat aynı rüyayı görmüşler. Ali Mahmut Cennette çok iyi bir yerde keyif yapıyormuş. Sabah herkes birbirine rüyayı anlatmış. İmam, müezzin yanlarına bekçi Şinasi efendiyi de alıp sabah karanlığında yola çıkıp öğleye doğru İsmail’in yanına gelmişler. İmam sormuş
“Kardeşim sen nasıl bir dua ettin ki bu imansız Allah katında bu kadar iyi bir yere gitti?”
İsmail Efendi:
”Vallahi ben bir şey yapmadım, Rahmetliyi gömdüm. Sonra da “Allah’ım soğuk kış gecelerinde, sıcak yaz günlerinde insanlar kapıyı çaldı ve biz Tanrı misafiriyiz’ dediler, ben de senin misafirlerini en iyi şekilde ağırladım. Misafirleri güvenip bana gönderdiğin için onlara da neyim varsa yoksa yedirdim. Ben sana ilk defa bir misafir yolluyorum sen de benim güvenimi boşa çıkarma olur mu? dedim.”
 

Kimya

İhvan Forum Üye
Katılım
23 Ağu 2009
Mesajlar
2,328
Tepkime puanı
431
Puanları
83
GERÇEK ZENGİNLİK

Başlangıçta Türkistan taraflarında bir bölgenin hükümdarı yani dünya sultanı iken vâkî olan bazı ikazlarla hükümdarlığını bırakıp maneviyat sultanı olmaya azmeden, bunu da gerçekten başaran İbrahim Edhem (VIII. y.yıl) dünya malına karşı o kadar tenezzülsüzdü ki kimseden bir şey istemez ve beklemezdi. Nefsini yokluğa ve mahrumiyete o derece alıştırmıştı ki bir benzerine
rastlanamazdı. Birgün büyük velilerden çağdaşı ve hemşehrisi Şakik Belhi ile karşılaştı ve ona sordu:
- Ey Şakik nasıl geçiniyorsun? Şakik Belhi cevap verdi:
- Bulunca yiyoruz, bulmayınca sabrediyoruz. İbrahim Edhem:
- Horasan'ın köpekleri de aynı şeyi yapıyorlar, bulunca yiyorlar, bulmayınca sabrediyorlar, diye karşılık verdi.
Belhi sordu:
- Peki siz ne yapıyorsunuz?
- Biz bulunca dağıtıyoruz, bulmayınca sabrediyoruz.
Bizim İbrahim Edhem Hazretleri hakkında söylemek istediğimiz bu değil. İbrahim Edhem'in, amaç edindiği ve ulaşmayı başardığı yokluk ve mahrumiyeti o derece aşikar, o derece göze batıcı idi ki görenlerde kendisine yardım hissi uyandırıyordu.
Varlıklı bir kişi İbrahim Edhem'e yardım etmek istedi. İbrahim Edhem:
- Yardımını gerçekten zenginsen kabul ederim, dedi.
Adam gerçekten zengin olduğunu, bir şeye ihtiyacı bulunmadığını söyledi. Büyük veli sordu:
- Ne kadar paran var?
- Üç bin altınım var.
- Dört bin olmasını istemez misin?
- Elbette isterim.
- Beşbin olmasını?
- İsterim.
- On bin altının olsa çok sevinirsin değil mi?
- Şüphesiz çok memnun olurum.
- Zengin olduğunu söylüyorsun ama, sen gerçekte züğürdün birisin. Sen, on bin değil yüz bin altının olsa yine kanaat etmez fazlasını istersin. Kanaati olmayan insan zengin sayılmaz. Gerçekten zengin olsaydın yardımını kabul edecektim.
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Farenin hikayesi

Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.

Kendi kendine:

İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü.

Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.

"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.

Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:"Zavallı farecik...Bu senin sorunun benim değil.Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi.

Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla koyunun yanına koştu ve,"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye adeta çırpındı. Koyun anlayışla karşıladı ama,"Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok.
Dualarımda olacağından emin ol"dedi.

Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve , "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!" dedi.

İnek ;Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor." dedi.Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü.

Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı.

Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu.

Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanınından
geliyordu.


Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu.
Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.

Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü.

Doktor,zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının
ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.
Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu.

Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler.

Onlara ikram etmek için çiftçi koyunu kesti.Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi.
Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü.


Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği
mezbahaya yolladı.

Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.


Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise O tehlike bir gün hepimiz içindir unutmayalım ...
alıntı
 
Üst