İki Gün Bir Değil! (Her Güne 1 Ayet, 1 Hadis)

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Helak Sahilinden, İlim Hakikatine

İmamı Gazali Hazretleri ilmin zirvesinde iken kendini anlatır:


"Aklî ve şer'î ilimlerle iştigaldeydim. Çok talebelerim vardı. Halimi düşündüm. Gördüm ki, çeşitli iptilalar ile sarılmışım. İlimdeki niyetimi düşündüm. Halis Allah’ın rızası için olmayıp, makam sevdaları ve şöhretlerle karışık buldum. Yakînen anladımki, helak sahilindeyim. Uçurumun kenarındayım.” Kendi kendime:


"Hadi çabuk ol, ömründen çok az kaldı. Kazandığın ilim hakîkate geçmez ise, bir aldatmacadan ibarettir. Şimdi gereksiz alakaları kesmez, engelleri kaldırmaz isen sonun ne olacak?" dedim.


“O zaman bir hal oldu. Dünya ve dünyacılardan kaçmak, dünya arzuları ve Ahiret isteği arasında hayret vadisinde altı ay şaşkın, inler ve ağlar halde kaldım. Kalbim muzdarib oldu. Aczimi gördüm ve anladım. İhtiyarınını bütün sükütunu ve düşüşünü seyrettim. Devasız derde, çaresiz hastalığa duçar olan bir kimse gibi Allah'a yanarak, yalvararak ve sızlanarak iltica ve tazarruda bulundum.”


Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

"Muzdar olan (sıkıntıya düşen) kimse dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip fenalığı kaldıran..." (Neml, 62) buyurulduğu gibi, Allah duamı kabul buyurup kalbimi uyandırdı. İçimdeki mal, makam arzusu kaldırıldı. Hepsine yüz çevirdim.

İmamı Gazali Hazretleri'nin bazı nasihatları:

"Allah'ın verdiği nimetleri, O'nun yolunda harcamak şükür, sevmediği yerde harcamak küfranı ni'mettir."


"Bela ancak günah ve küfürdedir. Musibetler asıl bela değildir. İçinde senin bilemediğin hayırlar vardır."


"Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün. Söylemediğin zaman mes'ul olacaksan söyle. Aksi halde sus."


"Akıllı olan kimse nefsine demelidir ki:


'"Benim sermayem yalnız ömrümdür. Çıkan her nefesin geri gelmesi mümkün değildir. Nefesler sayılıdır. Azalmaktadır. O halde gününü istikamet üzere kullanmamaktan daha büyük zarar olur mu?


Yarın ölecekmiş gibi azalarını haramdan koru.


"Tevbe ederim, ameli salih işlerim" dersen, ölüm daha evvel gelebilir. Pişman olur, kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten daha kolay zannediyorsan, yanılıyorsun."
[Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 1994-Ekim, Sayı:104, Sayfa:034]


Her Güne Kelime
ilticâ: sığınma, barınma.
tazarru’: kendini alçaltarak yalvarma.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Gecelerimizin Kıymeti

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahiplerine gerçekten ibretler vardır. Onlar ayakta iken de, otururken de, yatarken de Allah’ı anarlar.”

(Âl-i İmrân, 190,191)

Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz geceleri ibadet etmek üzere kalktığı zaman pencerenin önüne oturup gökyüzüne bakarak bu âyet-i kerîme ile devamındaki on âyeti okurdu.
[Buhârî, Tesîru sûre (3), 17, 18].


Haftanın geceleri içinde sadece cuma gecelerini ibadete ayırmak Peygamber Efendimiz tarafından hoş karşılanmamış olup, böyle bir uygulama mekruhtur.


Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayat tarzına harfi harfine uyma ve onun emirlerini aynen yerine getirme konusunda bir benzeri daha yoktu. Abdullah İbni Ömer -radıyallahu anh- bir gün gördüğü bir rüyayı ablası Hz. Hafsa -radıyallahu anha- aracılığıyla Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e arz etti.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in:


“Abdullah ne iyi insan, bir de gece namazı kılsa!” buyurması üzerine, o günden itibaren gece namazını hiç terk etmedi. Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefatından sonra ona olan sevgisinden dolayı, Fahr-i Cihân Efendimiz --sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in namaz kıldığı yerleri öğrenip oralarda namaz kılar, yürüdüğü yollarda yürür, gölgelendiği ağaçların altında oturur, kurumasınlar diye onları sulardı.
(İbn-i Ömer)


Her Güne Kelime
âbâd:
mâmur, şen, bayındır.
âfâk: 1. Ufuklar. 2. Görüş ve dönüş sınırları. 3. Dış âlem.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Din Eğitimin Fazileti

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak âlimler düşünüp anlayabilir.”
(Ankebût, 43)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:
“-İnsanlar size tâbî olacaklar. Dünyanın dört bir yanından size gelip dini iyice öğrenmek ve onda derinleşmek isteyecekler. Onlar size geldiğinde kendilerine îtinâ gösterin ve hayırla muâmele edin!.”
(Tirmizî, İlim, 4/2650; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17, 22)

Ebû Abdullah Muhammed b. İdrîs elKureşî el-Hâşimî el-Muttalibî b. Abbas b. Osman b. Şâfi' olup H. 150'de Gazze'de doğmuştur. Hz. Peygamber'in dördüncü batından dedesi Abdu Menâf'ın dokuzuncu göbekten torunudur. İmam Şafiî'nin doğum yılı Ebû Hanîfe'nin vefat yılına rastlar.
İmam Şafiî mutlak, bağımsız bir müctehid olup, fıkıh, hadis ve usûlde imamdı. O, Hicaz ve Irak fıkhını birleştirici bir yol izledi. Ahmed b. Hanbel onun hakkında; "Şafiî, Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünneti konusunda insanların en fakihi idi" demiştir.
(Vehbe ez-Zühaylı, el-Fıkhu'l-İslâmi ve Edilletüh, Dimask 1405/1985, I, 36,37).
[Hamdi Döndüren, Mezhepler Tarihi]

Her Güne Kelime
âlicenap: 1. Cömert. 2. Şerefli, haysiyetli kimse
âmâde: Hazır, hazırlanmış, emir bekleyen, emre hazır, müheyyâ
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Allah Korkusu

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Peki, inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?”

(Müzzemmil, 17)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Güneş, kıyamet gününde insanlara bir mil mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır.”
Hadisin râvîlerinden Süleym bin Âmir -radıyallahu anh-:

“Allah’a yemin ederim ki, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- -mil- ile yeryüzündeki mesafe ölçüsünü mü yoksa göze sürme çekmek için kullanılan mili mi kastetti bilmiyorum.” demiştir.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz sözüne devam ederek:
“İnsanlar, işledikleri kötü amelleri kadar tere batarlar. Onlardan bir kısmı topuklarına, bir kısmı dizlerine, bazıları kuşak yerlerine kadar ter içinde kalır; bazılarının da ter âdeta ağızlarına gem vurur” buyurmuş ve eliyle ağzına işaret etmiştir.
(Müslim, Cennet, 62. Ayrıca bkz. Tirmizî, Kıyamet 6)


Ashâb-ı kirâmdan biri:

“Hiç şüphesiz bizim yanımızda (onlar için hazırlanmış) ağır bukağılar, boyunduruklar, yakıcı ve alevli ateşler vardır. Boğaza tıkanıp kalan bir yiyecek ve elem verici bir azâb vardır.” (Müzzemmil, 12-13) âyet-i kerimelerini okuyordu.
Bu âyet-i kerimeleri işiten Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Allah korkusu sebebiyle kendinden geçti ve bayıldı.
(Beyhakî, Şuab, I, 522/917)


Her Güne Kelime
bediî: 1. Güzel. 2. Güzellik.
basîret: 1. Kalp ile görme, doğru ve ölçülü görüş, uyanıklık. 2. Sezgi, uzağı görme. 3. Firâset, kavrayış.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Korku İle Ümid Arasında

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Mü’minler ancak, Allâh zikredildiği zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allâh’ın âyetleri okunduğunda îmanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”
(Enfâl, 2)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allâh katında iki damla ve iki izden daha sevimli bir şey yoktur: İki damla; haşyetullâh yani Allah korkusu sebebiyle akan gözyaşı ile Allâh yolunda akıtılan kan damlasıdır. İki iz de; Allâh yolunda (cihâd ederken) bırakılan iz ile Allâh’ın farzlarından birini edâ esnâsında bırakılan izdir.”
(Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 26/1669)


Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatır:

“Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalbleri ürpererek yapanlar var ya, işte hayır işlerine koşan ve hattâ bunun için yarışanlar onlardır” (Mü’minûn, 60-61) âyet-i kerimeleri nâzil olmuştu.


Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:
“–Âyette zikredilenler, zinâ, hırsızlık ve içki gibi haramları işleyenler midir?” diye sormuştum. O da şöyle buyurdu:


“–Hayır, ey Sıddîk’ın kızı! Âyette anlatılmak istenenler, namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve sadaka verdiği hâlde, bu ibâdetlerinin kabûl olup olmama endişesiyle korkanlardır.”
(Tirmizî, Tefsîr, 23/3175; İbn-i Mâce, Zühd, 20)


Her Güne Kelime
beliğ:
1. Fasih, düzgün söz söyleme. 2. Fasih, düzgün.
belâğat: Edebiyat kâideleri ilmi. Söz ve yazıda düzgün, sanatlı ve tesirli ifâde.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Yalan Yere Yemin Etmek

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“ Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azâp vardır.”
(Âl-i İmrân,77)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:
“Yalan yere yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbeden kimseye Allah cehennemi vâcip, cenneti de haram kılar.” Bunun üzerine bir kişi:
Eğer o hak önemsiz bir şey ise yine böyle midir, yâ Rasûlullah? diye sordu.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Misvak ağacından bir dal parçası olsa bile böyledir” buyurdu.
(Müslim, Îmân 218 Nesâî, Âdâbü’l-kudât 30; İbni Mâce, Ahkâm 9)

Her Güne Kelime
gasb:
(a.i.) 1. zorla alma, zaptetme; kapma. 2. s. zorla alınan şey.
vâcib: (a.s. vücûb'dan) 1. terki caiz olmayan, yapılması gerekli. 2. yapılması şer'an lüzumlu olan, farz derecesine yakın bulunan. [Kur'an'da zımnî delille emredilen bayram namazları, adaklar gibi]. 3. fels. zorunlu.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İman İle Ölebilmek

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Ey îman edenler! Allah’a karşı, O’na yaraşır şekilde takvâ sahibi olun ve ancak müslümanlar olarak can verin!”
(Âl-i İmrân, 102)


Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kimin son sözü, «Lâ ilâhe illallah: Allah’tan başka ilah yoktur» olursa, o kişi cennete girer.”
(Ebû Dâvûd, Cenâiz 20/3116; Ahmed, V, 247; Hâkim, I, 503)


Bir defasında Süfyan-ı Sevrî Hazretleri ağladı ve bayıldı. Ona:

“–Neden ağlıyorsun?” denildiğinde:


“–Bir zamanlar işlediğimiz günahlara ağlardık, şu anda ise sahip olduğumuz İslâm’ın bizden alınması korkusuyla ağlıyoruz.”


Ebû Hanife Hazretleri der ki:
“Ölüm ânında insanlardan en çok zorla çekilip alınan şey, îmândır.”


Her Güne Kelime
ahsar:
(a.s.) en kısa, pek kısa.
ahseb: (a.s.) 1. (daha, en, veya çok) iyi hesâbedilmiş, uygun, münâsip. 2. çok hasis, cimri. 3. cüzamlı, miskin.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Kibir İnsanı Helâk Eder

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Kendilerine gelmiş hiç bir delil olmadığı halde Allah’ın âyetleri hakkında mücâdele edenler, gerek Allah katında gerek îmân edenler yanında büyük bir nefretle karşılanırlar. Allah Teâlâ, kibirlenen yani büyüklük taslayan her zorbanın kalbini böyle mühürler.”
(Mü’min, 35)


Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kalbinde hardal tanesi kadar îmân olan hiç bir kimse cehenneme giremez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hiçbir kimse de cennete giremez.”
(Müslim, Îmân, 148, 149)


Ahmed er-Rufâî Hazretleri şöyle buyurur:

İblis, nefsini gördü:


“–Ben Âdem’den hayırlıyım!” dedi. Bu sözü onun helâkine sebep oldu. Karun mâlına bakıp:


“–Bunu kendi ilmimle kazandım!” dedi. Bu sözü, bütün hazineleriyle birlikte yerin dibine batmasına sebep oldu.


Melekler, Allah’ı tesbih ve takdise yönelerek:


“–Biz Sen’i tesbih ve takdis ederiz!” dediler. Bu sözleri sebebiyle Allah, onları Âdem -aleyhisselâm-’a secde ettirdi ve yüceltti.


Bu yüzden, bir kimsenin ağzından: “Ben!” lâfzı çıkarsa, Allah Teâlâ:
“–Hayır, Ben!” buyurur, sonra da benlik sahibi insana karşı varlık ve kudretini ispat eder. Lâkin bunu idrak edecek akıl ve işitecek kulak lâzımdır… Hâsılı Cenâb-ı Hakk’ın:
“–Ben!” diyen kullarını yerin dibine geçirdiğini bilmek îcâb eder. Her kim:
“–Sen’sin Allah’ım!” derse, Allah onu yücelerin yücesi eyler.
(Ahmed er-Rufâî, Onların Âlemi, s. 258-259)


Her Güne Kelime
Karun: (“ka” uzun okunur, a.h.i.) 1.benî israil’de zenginliğiyle meşhur olan bir insan, Krezüs. 2.[bu isimden kinaye olarak] çok zengin kimse.
Lâfz: (a.i.c elfâz) söz. [manâlı olursa “kelime”, mânâsı, edatlarda olduğu gibi, başkalarıyla meydana gelirse “harf” kısmına ayrılırı.]
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Âşure Günü

Rubeyyi' binti
Muavviz -radıyallahu anha'nın- rivayet ettiğine göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahü aleyhi ve sellem- Ensar'ın köylerine Aşure Günü kuşluk zamanı haber gönderdi ve;
"Her kim sabahleyin iftar ettiyse günün geri kalanını imsak etsin, yani bir şey yemesin, her kim oruca niyet etti ise orucunu tamamlasın," (Buhari, Savm, 69) buyurdu.
Rubeyyi' -radıyallahu anha- der ki, biz artık Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'ın bu emrinden sonra Aşure gününün orucunu tutardık ve küçük çocuklarımıza da tuttururduk ve onlarla mescide giderdik ve çocuklarımıza boyalı yünden oyuncak verirdik, bunlardan yemek için ağlayan olursa iftar vakti erişinceye kadar bu oyuncaklarla eğlendirirdik."
( Tecrid-i Sarih Terc. 6/288)


Bu günün faziletleri cümlesinden olarak, Allah'ın, Adem -aleyhisselam-ın tevbesini bu günde kabul ettiği, ve Adem'in bu günde (Safiyyullah' olduğu, İdris -aleyhisselam-ın yüce bir mekana bu günde refolunduğu, Nuh'u gemiden bu günde çıkardığı, İbrahim'i ateşten bu günde kurtardığı ve Muhammed -aleyhi's-salatü ve's-selam'ın geçmiş ve gelecek günahlarının bu günde mağfiret olunduğu rivayet olunur. Dünyanın yaratılmağa ilk başlandığı, yeryüzünde yağmurun ilk yağdığı gün aşure günüdür, diye de rivayet olunmuştur.

Bu günde eve çeşitli ve bol erzak almak, muhtaçlara tasaddukta, komşu ve akrabaya ikramlarda bulunmak sene boyunca berekete vesile olur. Yine bu günde oruçlu bulunup gecesini de ihya etmenin büyük ecir ve rizay-ı ilahiye sebep olacağı ifade buyurulmuştur.


Yahudilere benzememek için dokuzuncu ve onuncu günleri yahud onuncu ve on birinci günleri beraber oruç tutulması gerektiği İbn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir.
[Altınoluk Dergisi, 1990-Ağustos, Sayı: 054, Sayfa: 033]
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Herkes Kendi Ettiğini Bulur
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.”
(Şûrâ, 30)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervâneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.”
(Müslim, Fedâil, 19. Bkz. Buhârî, Rikâk 26; Tirmizî, Edeb 82)

Ehlullahtan Behlûl Dânâ, bir gün halife Harun Reşit ile karşılaşır. Kendisini tanıyan hükümdar, bu mübarek zata:
“–Ey Behlûl! Nereden geliyorsun böyle?” diye sorar. Hazret, hiç düşünmeden:
“–Cehennemden geliyorum” cevabını verir.
Harun Reşit, şaşırarak tekrar sorar:
“–Ne işin vardı orada?”
Behlûl Dânâ anlatır:
“–Efendim; ateş lâzım olmuştu. Cehenneme gideyim de biraz isteyim dedim. Fakat oradaki memur bana:
“–Burada ateş yoktur” dedi.
“–Nasıl olur, Cehennem ateş yeri değil mi?” diye sorunca:
“–Evet; gerçekten burada ateş yoktur. Her gelen, ateşini dünyadan getirir» cevabını verdi.”
Dehşete kapılan Harun Reşit büyük bir üzüntüyle sordu:
“–Behlûl! Ne yapayım ki, oraya ateş götürmeyeyim?” Behlûl Dânâ, hızla uzaklaşırken haykırdı:
“–Adâlet! Adâlet! Adâlet!”


Her Güne Kelime
pervâne:
1. (pervânegân) geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. 2. fırıldak. 3. çark.4. haberci, kılavuz.
Dehâ-perver: dehâ öğreten, dâhî yetiştiren.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Bir Lokmanın Bedeli

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“…Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Zaten siz, Allah rızasını aramaktan başka bir gâye ile infak etmezsiniz. Hayra dâir her ne infak ederseniz, karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.”
(Bakara, 272)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Sadaka vermekte acele edin! Çünkü belâ, sadakanın önüne geçemez.”
(Heysemî, III, 110)


“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!”

(Buhârî, Zekât, 10; Rikak, 51; Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 66-70)


Fakir bir köylü kadın, kendisine müracaat eden bir fakiri elinde kalan son lokması ile memnun eder. Fakir ona:

“–Allah, bu verdiğin lokmayı dünya ve âhirette önüne çıkarsın, sana hayırlar ihsân buyursun!” diye dua eder.


Bir zaman sonra o köylü kadın ta
rlada kocasına yardıma vardığında, nur topu gibi evlâdını bir ağacın altında yatırıp uyutur.

Çalışmaya dalan karı-koca birden azılı bir kurdun çocuğu kundağından dişine takarak ormana götürdüğünü farkederler. Çocuklarını kurtarmak üzere kurdun peşine düşerler. Epey bir takipten sonra kurt kendilerinden çok ileri gidince evlâdlarından ümidi keserek feryâd ü figân ile dövünmeye başlarlar. O esnâda bir zatın kurdu yakaladığını, çocuğu ağzından kurtarıp yere koyduğunu ve kurdu kuvvetle yere çalıp öldürdüğünü hayret ve dehşetle görürler. O zât daha sonra çocuğu kendilerine gösterip:
“–Fukarâya verdiğin o lokma, bu lokmaya bedel oldu” diye seslenerek oradan kaybolur.”


Her Güne Kelime
ihsân: 1. iyilik etme. 2. bağış, bağışlama. 3. verilen, bağışlanan şey. (bkz: atiyye).4. lütuf, iyilik.
İhsâr: 1. kısalma; kısaltma. [Arapçada "birini tazyik etme", "işinden alıkoyma" mânâlanndadır]. 2. kuşatma, sarma.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Merhametten Muhabbete

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“İşte O Allah’tır ki her bir dişinin neye gebe olduğunu, karnında ne taşıdığını ve rahimlerin neleri eksiltip neleri artırdığını bilir. Doğrusu O’nun katında her şey bir ölçü iledir. Gayb ve şehâdet âlemini (görünmeyen ve görünen bilinmeyen ve bilinen âlemleri) de bilen, büyük ve yüce olan O’dur. Sizden sözünü gizleyenle, açıkça söyleyen, geceleyin gizlenenle gündüzün meydanda gezen O’nun bilmesi bakımından hep aynı durumdadır.”
(Ra‛d, 8-10)


Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Sadaka, Rabb’ın öfkesini söndürür ve kişiyi kötü ölümden uzaklaştırır.”
(Tirmizî, Zekât, 28/664)


Ehlullahtan Cüneyd-i-Bağdadî -kuddise sirruh- anlatıyor:
Bir Mecusînin, karlı bir günde kuşlara yem verdiğini gördüm:
“–İman olmayınca ve İslam’a girmeyince bu yaptığının faydasını göremezsin. Allah, bu yaptığın iyiliği, ancak iman ile kabul eder” dedim. Mecusî bana:
“–Belki kabul etmez ama bu yaptığımı görmez, bil­mez mi?” dedi.
“–Elbette görür ve bilir” cevabını verdim.
“–Öyle ise, bu da bana kâfidir” dedi.


Yıllar sonra bir hac mevsiminde Beytullah’ı arzu ettim ve Mekke-i-Mükerreme’ye gittim. Kâbe-i-Muazzama’yı tavaf ederken bir zatın:


“Ey bu kâinatın sâhibi! Ey bu beytin Rabbi! Her şeyi gören, işiten, bilen sensin!” diye gözlerinden yaşlar dökerek Beytullah’ı derin bir aşk ve vecd içinde tavaf ettiğini fark ettim. Yüzünde iman nuru parlıyordu. Dikkat edince, bu nur yüzlü zatın, birkaç sene önce karlı bir günde kuşlara yem veren ateşperest olduğunu hatırladım. Tavaftan sonra, kendisine yetiştim ve usulca kolundan tuttum. Bana:


“–İşte, Allah gördü ve bildi” dedi. Hayretle yüzüme bakarak:


“–Allahu ehad, Rasûluhû Ahmed» diye bir sayha kopardı ve ruhunu teslim eyledi. O ânda bana hitap olundu ki:"


“–Ey Cüneyd! Sen beytimi arzu ettin, geldin beytimi buldun. O, bana geldi, beni buldu.”


Her Güne Kelime
vecd : 1. kendinden geçecek derecede dalgınlık. 2.tas. kendini kaybedercesine ilâhî aşka dalma. 3. aşırı heyecan. 4. Kederlenme
mecûsî: mecûs dîninde bulunan, ateşe tapan kimse veya mecûs dinine mensup, bu dinle ilgili olan
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Mekke’nin Fethi

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet), Mekke'deki (Kâbe)dir.”
(Âl-i İmrân, 96)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:
“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın.”


(Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85 Tirmizî, Siyer 32; Nesâî, Bey`at 15)

Peygamber (sav), yukarı Mekke'deki Ezakir geçidin­den şehre girdiğinde çatışma hemen hemen sona ermişti.

Ebu Rafi Peygamber'in kırmızı deriden çadırını Mescid'in yakınına kurmuştu. Peygamber (sav) bunu yanın­daki Cabir'e işaret ederek gösterdi.
Daha sonra Peygamber (sav) gusül abdesti aldı ve sekiz rek'at namaz kıldı. Namazdan sonra bir saat kadar dinlendi. Da­ha sonra Kesva'yı çağırdı. Zırhını ve miğferini giydikten sonra kılıcını da kuşandı. Elinde bir asa taşıyordu, miğfe­rinin yüz kısmı da açıktı. O sabah onunla birlikte yolculuk edenlerin bir kısmı çadırın dışında sıra olmuş bekliyorlar­dı. Peygamber, yanında Ebu Bekir (ra) ile konuşarak Mescid'e doğru ilerlerken onlar da eşlik ettiler.


Peygamber (sav) doğruca Kabe'nin güney-doğu kö­şesine gitti. Ve tekbir getirerek Hacerü'l-Esved'e asasıyla dokundu, yanındakiler de tekbir getirmeye başladılar. “ALLAHU EKBER” sesleri Mescit’ten ve tüm Mekke'de yankılan­dı. Peygamber (sav) eliyle susmalarını işaret edene dek Müslümanlar tekbir getirmeye devam ettiler. Daha sonra Peygamber, devesinin ipi Muhammed bin Meslemenin elinde olduğu halde Kâ'be'yi tavaf etti. Umre'de bu şeref bir Hazreçliye verilmişti. Bu nedenle bu kez bir Evsliye ve­rilmesi uygun görülmüştü.


Peygamber (sav) Kâ'be'den ayrıldı ve onu geniş bir çenber şeklinde çevreleyen toplam üçyüzaltmış puta yö­neldi. Kâ'be ile o putların arasında şu ayeti okudu;
“Yine de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.”
(İsrâ, 81)

[Martin Lings, İnsan Yay. Hz. Muhammed’in Hayatı]

Her Güne Kelime
âb-ı hayât:
1.Hayat suyu. 2.İçine ebedî hayat bağışlayan efsânevi su.
âfitâb: 1.Güneş. 2.Güzel yüz.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İlim Kendin Bilmektir

Cenâb-ı Hak buyuruyor:


“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).”
(Nisâ, 126)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:

“…Bir kimse ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır.”
(Müslim, Zikr 38. İbni Mâce, Mukaddime 17)


Gönenli Mehmed Efendi’nin ömrü Kur'ân hizmeti ile geçmiştir. Gönenli Hoca bir örnek insandı. Kur'ân'a âşık, Allah yoluna âşık insandı. Gecesi, gündüzü Kur'ân'la, hizmetle doluydu. 87 yıllık ömrü güzel yaşadı. Bu güzelliğe binlerce mü'minin de tezkiyesi şehadet etti. Gönenli Mehmed Efendi, bir asra yakın ömrünü Hakka adamış, Hak yoluna hizmeti kendine şiâr edinmiş gerçek bir gönül eriydi.
Son derece mütevazi bir yaşam sürmüştür. Onunla ilgili olarak talebelerinden birisinin anlattığı şu olay dikkat çekicidir:


“Tahsilimi tamamlayıp İstanbul’da göreve başladığım yıllarda Gönenli Mehmet Efendi’nin davetlisi olarak evine gittim. Ağırlandığım odadaki bütün eşya, bir divan ile ortada bir halıdan ibaretti. Yirmi sene sonra vefatından bir süre önce tekrar ziyaret nasip oldu. Eşyası yine bir divan ve bir halıydı. Mütevazı hayatı hiç değişmemişti.”

Maddeye hiç önem vermeyen Gönenli Mehmet Efendi hassas, hatırşinas, yapıcı ve merhametli bir insandı. Gösterişi ve alâyişi hiç sevmezdi. Anlattıklarını hissederek anlatırdı, adeta yaşardı. Siyasete ve politikaya hiç rağbet etmezdi.
[Nesrin Zerey, Altınoluk Dergisi 1996-Ocak, Sayı:119, Sayfa:016]


Her Güne Kelime
beydâ':
1. tehlikeli yer. 2. sa
hra, çöl. 3. Mekke ile Medine arasında düz bir yer.
azâb-ı kabr: kabir azabı meç. büyük sıkıntı.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Şifa Veren O’dur.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
(İbrahim dedi ki) “Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni yediren, içiren O'dur. Hastalandığımda bana şifa veren O’dur.”
(Şu’arâ, 78,79,80)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:

"Bir yerde bulaşıcı hastalık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkarsa, oradan da çıkmayınız."
(Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100)


Verem, solunum yoluyla bulaşan verem mikrobunun yol açtığı bulaşıcı bir hastalıktır. Verem, en çok akciğerlerde olmak üzere bütün organlarda hastalık yapabilir. Verem mikrobu, aktif verem hastalığı olan bir kişinin öksürmesi, hapşırması ya da konuşması ile havaya saçtığı mikropların sağlam kişiler tarafından solunum yolu ile alınmasıyla bulaşır. Vereme genellikle verem hastası birisi ile uzun süre kapalı bir yerde birlikte bulunulması sonucunda yakalanılır. Verem mikrobu, yemek tabaklarından, bardaklardan ya da diğer nesnelerden başkalarına bulaşmaz.

Mikropların aktif hale gelmeleri ve çoğalmaya başlamaları halinde, kişi artık verem hastasıdır. Bu durum bir yıl içinde ya da uzun yıllar sonra, genellikle vücudun HIV/AIDS, şeker hastalığı, böbrek hastalığı, zatürre ya da kanser gibi başka enfeksiyon ve hastalıklarla mücadele sonucu zayıf düştüğü bir sırada ortaya çıkabilir. Verem hastası olan kişi verem mikrobunu taşır ve hastalığın belirtilerini gösterir. Bu belirtiler; öksürük, yorgunluk, gece terlemeleri, kilo kaybı ve kan tükürme şeklinde olabilir. Verem olan bir kişi hastalığı başkalarına bulaştırabilir.


BCG aşısı, vereme yakalanma riski fazla olan ülkemizdeki tüm bebeklere (doğumdan sonraki 2. ayda) rutin olarak yapılmaktadır. Bu aşı çocukları, veremin kanla yayılması ve beyin zarını tutmasından korumaktadır.

Her Güne Kelime
ağniyâ-i şâkirîn:
şükreden zenginler.
ahd ü mîsâk: yemîn, and ve sözleşme, andlaşma.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Rahmeti Bol Rabbimiz

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
(İbrahim dedi ki) “Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Hesap gününde hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur.”
(Şu’arâ, 81,82)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:


“…Allah ancak, merhametli kullarına rahmet eder.”


(Buhârî, Cenâiz 33, Müslim, Cenâiz, 9, 11. Buhârî, Eymân 9, Merdâ 9, Tevhîd 25; Ebû Dâvûd, Cenâiz 24, Edeb 58; Nesâî, Cenâiz 22; İbni Mâce, Cenâiz 53)


Ömer İbnü’l-Hattâb (ra) şöyle dedi:


“(Bir keresinde) Rasûlullah (sav) (ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadının da aralarında bulunduğu bir esir grubunu getirdiler. Rasûlullah (sav) çevresindekilere (o kadını işaretle):

“-Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” diye sordu.
“-Aslâ, atmaz!” dedik.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
“-İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.
(Buhârî, Edeb 18; Müslim, Tevbe 22. Ebû Dâvûd, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd 35)


Her Güne Kelime
ihtimâl: 1. yüklenme, çekme. 2. mümkün olma, mümkünlük, bir şeyin olabilmesi. 3. belki.
rahmet: 1. acıma, esirgeme, koruma, yarlıgama.

 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Zulüm Payidar Olmaz

Ayet-i kerimede bildirildiği üzere kavmi Nuh’a şöyle demiştir;
“…Ey Nuh! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşlanmışlardan olacaksın!”
(Şu’arâ, 116)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:
“Zulüm yapmaktan sakının. Çünkü zulüm kıyamet gününde zâlime zifirî karanlık olacaktır.”
(Müslim, Birr 56)


Mâşıta’ya yaptığı zulümden sonra Âsiye vâlidemiz, Firavun’a çok kızdı, öfkelendi ve hattâ tavır koyarak hakâret etti. Bunun üzerine Firavun, Âsiye vâlidemizin de Mûsâ -aleyhisselâm-’a îmân ettiğini anladı. Âsiye vâlidemiz de, bu hakîkati artık saklamadı ve ikrâr etti:

“–Evet, ben de Mûsâ’nın Rabbine îmân ettim!” dedi.
Rivâyet edildiğine göre Firavun, Âsiye’yi dört direğe bağlattı. Sırt üstü yatırdı. Üzerine bir değirmen taşı koydurdu. Çeşitli zulüm ve işkencelerle şehîd etti.
Bir defasında Mûsâ (as), işkence mahallinden geçerken Âsiye vâlidemize çok ağır işkenceler yapıldığını gördü. Âsiye vâlidemiz, ıztırâbını ifâde etmek için Hazret-i Mûsâ’ya işâret etti. O da duâ etti. Bundan sonra Âsiye vâlidemiz, acı ve ıztırap duymaz oldu.
[Osman Nuri Topbaş, Erkam Yay. Nebiler Silsilesi-2]


Her Güne Kelime
ikrâr: 1. saklamayıp söyleme, 2. dil ile söyleme, bildirme. 3. tasdîk, kabul.
hakikat: 1. bir şeyin aslı ve esâsı, mâhiyeti. 2. gerçek, doğru; gerçekten, doğrusu. 3. sadâkat, doğruluk, bağlılık, kadirbilirlik..
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Amelleri Kolaylaştırma

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler. Halbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 25)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” (Buhârî, İlim 11)


Hz. Âişe anlatıyor:

“Rasûlullah (sav) ashabına emrettiği zaman, daima kolaylıkla üstesinden gelebilecekleri amelleri emrederdi” (Buhârî, İmân 13).


Enes ibni Mâlik (ra)’ın şu müşâhedeleri bunu göstermektedir:
“Rasûlullah (sav) hiç bir şeyi eksik bırakmaksızın, insanların en hafif namaz kıldıranıydı.”
“Rasûlullah (sav) namazdayken, annesinin yanında mescide gelmiş bir çocuğun ağlamasını işitir de kısa bir sûre okuyuverirdi” (Buhârî, Ezân 65; Müslim, Salât 37, 187)


Her Güne Kelime
müşâhede: 1. bir şeyi gözle görme. 2. Gayb ve sır âlemine vâkıf olabilme
amel: 1. iş. 2. niyet. 3. sürgün, içsürmesi.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
İmtihan Dünyasında Sabır

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“De ki: Ne dersiniz; eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka hangi tanrı geri verebilir! Bak, delilleri nasıl açıklıyoruz. Onlar hâla yüz çeviriyorlar!” (En’am, 46)

Rasûlullah (sav) buyuruyor:

"Bilmez misiniz, gerçekten Allah, gözyaşı ve kalbin hüznü sebebiyle insana azâb etmez.” (Buhârî, Cenâiz 45, Talâk 24; Müslim, Cenâiz 12)

Ani bir elektrik kesintisi olduğunda, bir tarafta, telaşla ortalığa dağılan, küçük bir sızıntı halinde de olsa ışığa ulaşmak için çabalayan, aceleden eşyalara çarpıp düşüren, bazen düşen biz... Diğer tarafta, hafif mütebessim haliyle her zamanki tedirginlik, tedbir, ama kararlılıkla sakince hayatlarına devam eden görme engelliler...

Kapkaranlık zannettiğimiz onların hayatı, kimi zaman gökkuşağından kaydırak misali renkli, çocuksu, umut dolu, neşeli... Kimi zaman, beyaz umutların hayaliyle heyecanlı, kimi zamansa narin kalpleri, dalında kırılmış gonca gül misali sessiz ama hüzünlü bir eda ile dolu... Kimi hiç görmemiş güneşi, denizi, mehtabı, anneyi, gözlerdeki parıltıyı... Kimi flu bir perdenin ardından seyretmiş hep hayatı... Kimi bir zamanlar senin benim gibiyken, baharda çiçeklerin rengini öylesine seyrederken, sevdiğine sayfalar dolusu mektuplar yazarken, halı dokurken, kuzuları severken, yolda yürürken... Bir kaza, bir ameliyat, takdîr-i ilâhî en nihayetinde, birden bire siyah bir dünyanın içinde kalakalmışlar... Şaşkınlık, bocalama... Ama hiçbir zaman isyana varmamış duyguları... Sabır istemişler Alemlerin Rabbinden. Önce musibet bildikleri ama sonra çoklarının nimet kabul ettiği bu imtihan karşısında... [Ayşe Kaya, Altınoluk Dergisi, 2006 Haziran, Sayı:244, Sayfa:018]


Her Güne Kelime
mütebessim: tebessüm eden, gülümseyen, gülen
takdîr-i İlâhî: Allah'ın takdîri, Allah'ın her şeyi daha önceden düzenlemesi.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Yoksa O Buraya mı Geldi?

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da.” (Bakara, 77)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:

"Mü'min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir." (Tirmizî, Birr 48. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 405, 416)

Mûsâ Efendi (ks) şöyle anlatırlar;

Bursa'da, Uludağ eteklerindeki muhterem Üstazımızın devlethanelerinde idik. Üç kişi İstanbul'daki bir kişinin aleyhinde konuşuyor, yani gıybetini yapıyorlardı. Fakir de , görüşlerine kalben iştirak etmiyor isem de sükût ediyordum. (Bu hareket, yersiz ve hatalı idi)


Çok alçak sesle konuşulmasına rağmen, keşfen bu hale muttali olan muhterem Üstazımız hazretleri yatak odalarının kapısını açtılar, koridoru geçerek bulunduğumuz odanın kapısını tıklattılar. Kapı açıldı, gadablı bir halde, gıybet edilen şahsın ismini zikrederek, "Yoksa o buraya mı geldi?" buyurdular. Hiç oturmadan tekrar yatak odalarına çekildiler.

Kendileri gıybet kokusundan o kadar kaçınırlardı ki bir defa olsun "Bu zat şu zattan daha bilgilidir, daha faziletlidir. Şu şahsın seviyesi şu şahıstan daha düşüktür. Şu eser şu eserden daha kıymetlidir, daha üstündür" gibi kıyaslamalar dahi yapmazlardı. İcabında "Şu eserleri okuyunuz, istifade edersiniz" buyururlardı. [Sâdık Dânâ, Altınoluk Dergisi, 1994 Nisan, Sayı:098, Sayfa:028]

Her Güne Kelime
muttali: öğrenmiş, haber almış, bilgili, haberli olan
iştirâk: ortak olma, ortaklık.
sükût: susma, söz söylememe.
 
Üst