Günlük Sohbetler

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
günün sohbeti 25,07,2006

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ



Âyetlerimizi akıllarınca boşa çıkarmak için birbirleriyle yarışanlar ise, azap içinde kalıcıdırlar.


Sebe’ Sûresi: 38


25.07.2006




HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ



Ahlâkı kötü olan, nefsine azap eder. Kaygısı çok olanın bedeni hasta olur. İnsanlarla sürtüşmeye girenin şerefi gider, kişiliği yok olur.

Câmi'ü's-Sağîr c: 3-3651


25.07.2006




İnsanlığın kurtuluşu Kur'ân hakikatlerinde



Bediüzzaman, kendisini sıkıştıranların vatan ve millet zararına, anarşilik ve dış güçler hesabına hareket ettiklerini söylemekten de geri durmamış ve şöyle demiştir: “Katiyen size beyan ediyorum ki, dinsizlik hesabına bizi ezen sizler, vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müthiş bir ecnebî hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; asayiş, idare lehinde sabır ve tahammüle karar verdim. Elbette dünya daimi olmadığı gibi, hadisâtı da fırtınalı, daima değişir. Birkaç saat cinayetlerle, dünyevî ve uhrevî binler zakkum ve azapla karşılaşanlar var. O zaman, faydasız yüz binler teessüf diyeceksiniz. Ben, resmî makamâta ve bizimle tam alâkadar vazifedarlara yazdığım gibi, sizin gibi bedbahtlara dahi derim:

“Biz, Risâle-i Nur’la, bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini def etmeye çalışıyoruz ve bilfiil çok emarelerle, hatta mahkemede de kısmen ispat etmişiz. Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeye çalışan anarşiliğe karşı sed çekiyoruz.

“İkincisi: Üç yüz elli milyon Müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir.”21


4- Dinsizlik akımlarına kuvvet verilmesi

Yukarıda saydığımız olumsuzluklardan, anarşi ve terörden ülkeyi kurtarmak için din ve ahlâka, din eğitim ve öğretimine çok çok kuvvet verilmesi gerekirken din ve ahlâka pranga vurulmuş, dinsizlik akımlarına kuvvet verilmiştir. Bunlar da—komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik—Said Nursî’ye göre doğrudan doğruya anarşistliği doğurmuştur. Bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak Kur’ân hakikatları etrafında İslâm birliği dayanabilir. Beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile, ancak bu birlik olabilir. Bu vatanı yabancıların işgal ve istilâsından ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.22

Hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasranî olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur. İnşaallah, Maarif ve Adliye Vekilleri (Millî Eğitim ve Adalet Bakanları )gibi, sair erkânlar da bu ehemmiyetli hakikati tam anlayacaklar. Sağ-sol tâbiri yerine, hak ve hakikat, Kur’ân ve iman kuvvetine dayanıp bu vatanı mutlak küfürden, inkârdan, anarşilikten, dinsizlikten ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmaya çalışmalarını Allah’ın rahmetinden bütün ruh u canımızla niyaz ve rica ediyoruz.”23

Bediüzzaman anarşinin kaynağının inkârcılık ve sekülerizm; ondan kurtulmanın çaresini de iman hizmetindeki ihlâsın sonucu olan asayişi korumada gördüğü için bütün ömrünü iman hizmetine ve asayişi korumaya harcadığını söylüyor ve diyor ki: “Bir câni yüzünden on mâsumu zulümden kurtarmak için rahatımı, şerefimi, haysiyetimi, hattâ lüzum olsa hayatımı feda etmekle, her bir tazyikata, mânâsız, lüzumsuz şeylere karşı sabır ve tahammül ettim. İşte, benim otuz kırk senedir bu hizmet-i imaniye için, benim hakkımda habbeyi kubbe yapıp, bir bardak suda fırtına çıkarıp beni tâciz ettikleri halde, sırf hizmet-i imaniyenin bir neticesi olan âsâyiş için sabır ve tahammül ettim… “Madem iman hizmetinde tam ihlâsla, anarşiliği durdurmakla, âsâyişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerektir. Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum. Onları da helâl ediyorum.”24

Hiçbir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasranî olmamış ve olmaz, belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de, bir Müslüman bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez. Biz Nur talebeleri hem idareye, hem âsâyişe, hem vatan ve milletin saadetine çalışıyoruz. Karşımızdaki dinsiz anarşistler, millet ve vatan düşmanlarıdır. Hükûmet için bize ilişmek değil, tam himaye ve yardım etmek elzemdir.25


5- Hürmet ve merhamet gibi ahlâkî esasların sarsılması

Dinin en önemli esaslarından biri hürmet, diğeri de merhamettir. Bu esasların ciddî anlamda sarsıldığını ifade eden Bediüzzaman, bazı yerlerde, biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli boyutlara vardığını ve son derece acı neticeler verdiğini dile getiriyor ve şöyle diyor:

Cenâb-ı Hakk’a şükür ki, Risâle-i Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Zülkarneyn seddinin yıkılmasıyla Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, Muhammed (a.s.m.)’a ait olan Kur’ân seddinin sarsılmasıyla Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşistlik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.26


Anarşi ve teröre karşı Bediüzzaman’dan çözümler

1- Kur’ân hakikatlerine sarılmak

Bediüzzaman nerede olursa olsun anarşi ve terörün sadece silah zoruyla halledilecek bir mesele olmadığını ortaya koyuyor, çözüm noktasındaki görüşlerini şu şekilde ortaya koyuyor: “Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan dinsizlik, anarşizm ve materyalizme karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var. O da Kur’ân’ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i az bir zamanda komünistliğe çeviren beşerî musibet, siyasî, maddî kuvvetlerle susmaz. Yalnız onu susturan Kur’ân hakikatleridir.”27


—Devam edecek—


Dipnotlar:


21. Nursî, Emirdağ Lâhikası, 111

22. Nursî, Emirdağ Lâhikası, 271

23. A.g.e, 301

24. A.g.e, 416

25. A.g.e, 358

26. Nursî, Kastamonu Lâhikası, 111

27. Nursî, Emirdağ Lâhikası, 297

Dr. Vehbi KARAKAŞ

25.07.2006




Ben dindar bir cumhuriyetçiyim



Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vâkıa-i müdafaayı aynen beyan ediyorum.

Orada benden sordular ki:

“Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim:

Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim.

İşitenler benden soruyordular; ben de derdim:

“Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.”

Sonra dediler:

“Sen Selef-i Sâlihîne muhalefet ediyorsun.”

Cevaben diyordum:

“Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”

Mevkuf Said Nursî

Târihçe-i Hayat, s. 357


Lügatçe:



Hulefâ-i Râşidîn: Doğru yolda olan dört büyük halife.

Sıddîk-ı Ekber: En büyük sıddık; Hz. Ebû Bekir (ra).

Aşere-i Mübeşşere: Cennetle müjdelenen on sahabe.


25.07.2006
 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
günün sohbeti 26,07,2006

nevî ticaret mevsimi: Üç aylar



Aziz, sıddık kardeşlerim,


Bugün mânevî bir ihtarla sizin hesabınıza bir telâş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği aynı dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevaplı ibadet ayları olan şuhûr-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar. Bu pekçok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir.

İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten—kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla—bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nurun derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar fayda verir. Hem Nurun sırr-ı ihlâsı, siyasetkârâne kahramanlık damarını taşıyan, Nurun tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus biçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maişet ciheti ise: Zaten bu üç ay âhiret pazarı olmasından, herbiriniz çok şakirtlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.

Said Nursî

Şuâlar, s. 424


26.07.2006
 

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
Allah razı olsun bunun devamını nasıl okuyacağız yani kaçıncı şuadan alıntı acaba merak ettim kusura bakmayın
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Günün önemini çok güzel açıklıyor üstad acaba 3. şuadanmı?
 
M

Murat Sâki

Guest
arkadaşlar sayfa no verilmilmiş isteyen konuya evden devam edebilir teşekkürler nur talabesi
 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
27,07,

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ



O gün Allah onların hepsini huzurunda toplar, sonra da meleklere, “Bunlar size mi ibadet ediyorlardı?” diye sorar.


Sebe’ Sûresi: 40


27.07.2006




HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ



İhtiyacı olmadığı halde dilencilik yapan, ateş yiyor gibidir.

Câmi'ü's-Sağîr c: 3-3654


27.07.2006 Peygamberimizin (a.s.m.) ana rahmine düştüğü gece



Mevsimler birbirini kovalıyor, kıştan sonra bahar ve yaz yeşil sayfaları, bir bir önümüze açılıyor. Durgunlaşan zirâî ve ticarî hayat böylece yeniden canlanıp hareketleniyor. Mânevî hayatımız da böyledir. Zaman çarkı dönerken, her yıl manevî hareket ve bereket mevsimi dediğimiz ayları önümüze getiriyor. O bereketli zeminde ve zamanda ekilen sevap ve hayır tohumları bire yüz, bire üç yüz ve hatta bire bin sevap meyveleri veriyor. Ruhların derinliklerinde yeni bir heyecan, taze bir canlılık, gönüllerde lâhutî bir huzur başgösteriyor. Bu mevsimde feyiz pınarları çok daha gür, çok daha bol akıyor.

Üç aylar birbiri ardınca dizilmiş, mü’minler için âdetâ kademeler halinde yükselen mânevî bir terakkî merdiveni teşkil etmektedir. Bu merdivenin ilk basamağı Receb-i Şeriftir. Ardından Şaban-ı Muazzama gelmekte, sonra da Ramazan-ı Mübarekle mevsim en feyizli ve bereketli devresine girmektedir. Bu aylara “çok sevaplı ibadet ayları” diyen Bediüzzaman, onların sevap ve mânevî kazanç bakımından mü’minlerin önünde nasıl bir kademeli yükseliş vesîlesi olduklarına şöyle işaret ediyor: “Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamada üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde (Kadir Gecesinde) otuz bine çıkar.”1

Üç aylarla birlikte, herbirinde mübarek hadiseler cereyan etmiş olan nurlu kandiller peş peşe gelir, mü’min gönülleri aydınlatmaya hazırlanır. Hayır ve iyiliklerin herbirine yüz sevap yazılan Recep ayının ilk Cuma gecesi Regaib kandilidir. Regaib, rağbet edilen, değeri çok, çok atâ ve çok ihsan mânâlarına gelmektedir. Bu gece, değerini, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) bir cihette, görünen âleme teşrifi demek olan anne rahmine düşmesinden almaktadır.

Nasıl ki, o Peygamberlik Güneşinin doğuşuyla kâinat mânevî karanlıklardan, inançsızlık zulmetlerinden kurtulup büyük bir sevinç ve sürura gark oldu, o gelişi nasıl mânen alkışladıysa; aynen öyle de, dünyaya teşrifinin ilk basamağı olan bu geceyi bütün kâinat ve varlıklar alkışlamış, coşkun bir sevinçle karşılamışlardır.2

Regaib gecesi, Peygamber Efendimizin (asm) hayatının yükseliş basamağı olduğu gibi, yine bu ayın 27’nci gecesine rastlayan Mirac Kandili de onun mânevî tırmanışının en yüksek noktasını teşkil etmektedir. Her iki gecenin Receb ayında bulunması, bu ayın kudsiyetini daha da artırmaktadır.

“Pekçok uhrevî (ahiret hayatına dair) faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi (üç ayları)”3 ebedî kazancımız için bulunmaz bir fırsat olarak kabul etmeliyiz. Bu fırsatın ilk basamağına bu gece ile kavuşmuş bulunuyoruz.

Öyle ise bu geceyi nasıl ihyâ etmeliyiz ki, onu hakkıyla değerlendirmiş olabilelim? Onun sonsuz feyzinden, mânevî kazancından istifade etmiş olalım? Aslında üç aylardan olmak hasebiyle Receb ayının her gecesi kıymetlidir. Ancak Cuma gecelerinin fazileti buna ilâve olduğunda Regaib kandilinin üstünlüğü daha da artmış olmaktadır.

Bu geceye mahsus hususî bir ibadet olmamakla birlikte, kaza namazı olanların kaza, sairlerin nafile namaz kılmaları; Kur’ân okumaları; tesbih ve zikirle meşgul olmaları; duâ ve ilticada bulunmaları şeklinde özetlenebilecek bir ihyâ programı tatbik edilebilir. Ayrıca Receb ayının ilk Perşembe gününü oruçlu geçirmenin de müstehab olduğu ifade edilmektedir.

Akıl ve kalblerin İlâhî feyze mazhar olduğu bu mübarek gecede imanî bilgilerle meşgul olmak, Kur’ân’ın yüksek hakikatlerini tefekkür etmek, geçmiş ve gelecek hakkında muhasebeye dalmak, Allah’a tevbe ve istiğfarda bulunmak gerekir. Duânın makbul olduğu böyle gecelerde Allah’tan dünya ve ahiret hayrı dilemek ve geceyi mümkün mertebe uyanık geçirmek gerekir.

Böylesine manevî feyiz ve bereketlerle dolu olan geceler, bizi yeni bir silkinişle kendimize ve dolayısıyla Rabbimize döndürmeye en güzel vesilelerdir. Yoksa sair gecelerden farksız bir monotonluk içinde bu fırsatları kaçırmak büyük bir kayıptır. Zira ömür durmuyor, gidiyor. Ebedî hayatımız için önümüze açılan fırsatlar bir bir geçiyor. Akan fırsatları değerlendirerek o fırsatlardan kazançlı çıkmaya çalışmak gerekiyor. Nitekim Cenâb-ı Hak da biz kullarına olan merhameti dolayısıyla önümüze böyle fırsatlar açmakta, kullarının günahlardan kurtulup büyük mânevî kazançlara nâil olmasını murad etmektedir.

Geceyi ihyâ etmek, diriltmek demektir. Kandillerde gözler ve gönüller uyanık olmalı, lisanlar zikirle canlanmalıdır. Gecenin ihyâsı ancak böyle mümkün olabilir. Hayatımızda idrâk ettiğimiz bütün üç ayların ve Regaib Kandillerinin, bütün Müslüman kardeşlerimiz ve İslâm âlemi için hayırlar, saadetler getirmesini niyaz edip, seksen senelik bir ömür sevabına vesîle olmasını diliyoruz.

(Güleçyüz K., Üç Aylar ve Kandillerimiz, Y.A.N., s. 25)


Dipnotlar: 1- Şuâlar, s. 416; 2- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 166; 3- Şuâlar, s. 416


27.07.2006




Delâili'n Nur



Bismillâhirrahmânirrahîm

“Peygambere Allah rahmet eder, melekler de duâ eder. Ey îman edenler, siz de ona teslimiyetle salât ve selâm getirin.” (Ahzab: 56)

1. Peki ey Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline öyle bir salât ve rahmet eyle ki; onunla bizi bütün korku ve âfetlerden kurtar, bütün ihtiyaçlarımızı yerine getir, bütün kötülüklerden temizle, katındaki derecelerin en yücesine yükselt, gerek hayatta ve gerekse öldükten sonra bütün hayırların en yüksek gayesine ulaştır! Duâmızı kabul eyle, ey duâlara cevap veren! Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.


27.07.2006




Çocuğa önemli olduğunu hissettirmek



Üstadın mâsum çocuklarla sohbet ve muhaveresi ise çok ibretli ve saadetlidir. Emirdağı ve civarı köylerinde, yanına gelen mâsumlara büyükler gibi ehemmiyet verip, kalben onlara müteveccih olurdu. “Evlâtlarım, siz mâsumsunuz, daha günahınız yoktur. Ben çok hastayım, bana dua ediniz; sizin duânız makbuldür. Ben sizi mânevî evlâtlarım ve talebelerim olarak duâma dahil ettim” derdi. O çocuklar, gözlerinden akan muhabbet nurlarıyla Üstadı selâmlarlar, Üstad, gafil büyüklerden ziyade onlara samimî ve ciddî selâm ederdi. Ve “Bunlar istikbalin Nur talebeleridir. Bana olan bu alâka ve teveccühlerinin sebebi ise: Mâsum ruhları hissediyor ki, Risale-i Nur, onların imdadına gelmiş. Ben de o Nurun bir tercümanı olmam hasebiyle, gayr-ı ihtiyarî bu fedakârane muhabbet ve alâkayı gösteriyorlar” derdi.

Tarihçe-i Hayat, s. 404


 

derya

Üye
Katılım
22 Tem 2006
Mesajlar
178
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
35
Allah razı olsun kardeş inş.bu geceyi en güzel şekilde geçiririz.selametle...
 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
28,07,2006

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ



O gün birbirinize ne bir fayda vermeye güzünüz yeter, ne de bir zararı uzaklaştırmaya. Zulmedenlere de "Yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını tadın" deriz.


Sebe’ Sûresi: 42


28.07.2006




HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ



Kim ki, kendisinden ilmî bir mesele sorulur da söylemeyip gizlerse, Kıyâmet günü Allah onu ateşten bir gem ile gemler.


Câmi'ü's-Sağîr c: 3-3655


28.07.2006




Çok sevaplı ibadet vakti



Aziz sıddık kardeşlerim,


Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maîşet meşgalesi hengâmı ve şuhûr-u selâsenin çok sevaplı ibâdet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silahla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metânet ve vazife-i nûriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risâle-i Nûr’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.

Aziz kardeşlerim, siz katî biliniz ki, Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merakâver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.

Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fânî hayatta zâlimâne olan düstûr-u cidal dâiresinde, gaddarane, merhametsiz ve mukaddesât-ı diniyeyi dünyaya fedâ etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor. Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin çalıştıkları ve vazifedâr oldukları fânî hayâta bedel, bâkî hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imânın saâdet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde katî ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz.

Elhasıl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücâdele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nûr-u Kur’ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi—muvakkat olduğu için—bizim meselemizin en küçüğüne—bekaya baktığı için—mukabil gelmiyor. Madem onlar divânelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?

Bu âyet “Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez. (Mâide Sûresi: 105.)” ve usûl-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan “Er-râzî bi’z-zarari lâ yunzeru lehû.”

Yani, “Başkasının dalâleti sizin hidâyetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız”; düstûrun mânâsı: “Zarara kendi râzı olanın lehinde bakılmaz, ona şefkat edip acınmaz.”

Madem bu âyet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek râzı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun hâricindekileri mâlâyânî bilip, vaktimizi zâyi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecâvüz edemeyiz. Bize tecâvüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevî nûrânî müdafaadır.


Emirdağ Lâhikası, s. 41

Bediüzzaman Said NURSİ

28.07.2006
 

Ahsen84

Üye
Katılım
12 Haz 2006
Mesajlar
116
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allah Razı olsun nur talebesi risaleden güzel bir yer paylaşmışın...
Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz,ona şefkat edip acınmaz düsturu çok güzel...
 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
29,07,2006

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ



Onlara ap açık âyetlerimiz okunduğunda, “Bu, ancak atalarınızın taptıklarından sizi vazgeçirmek isteyen bir adamdır” derler...



Sebe’ Sûresi: 43


29.07.2006




HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ



Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti, Ashabıma dil uzatanların üzerine olsun.


Câmi'ü's-Sağîr c: 3-3656


29.07.2006




Üç aylar mânevî havayı safîleştiriyor



İkinci cihet: Nasıl ki çok mübarek ve kudsî, büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkârâne, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçare adam, o pek büyük zâta karşı hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediyeyle gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zâtın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hatta o hediye içindeki cevizlerin sert kabuklarını da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitap gibi öpse ve başına koysa, israf olmadığı gibi; aynen öyle de, Risâle-i Nur yüzünde irade-i âmme, inayet-i hâssa, iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat, fiilî teşekküratın bir nev’idir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır.

Kusura bakılmaz. Evet, böyle bir zâtın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşekkür edilse israf değil.

İkinci mesele: Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risâle-i Nur talebelerinde şuhur-u muharremeden sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhan bilmiyordum. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:

Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor; mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o şuhur-u mübareke gittikten sonra, âdeta o ahiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o mânevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.

Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risâle-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkilât ziyadeleşse, kudsî vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.

Kastamonu Lâhikası, s. 41


Lügatçe:


şuhur-u selâse: Üç aylar.

tesmim: Zehirleme.

buharat-ı müzahrefe: Pis ve zararlı gazlar.


29.07.2006
 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
30,07,2006

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ



...Yine derler ki: "Bu Kur’ân ancak uydurulmuş bir yalandır." Kendilerine hak geldiğinde, o kâfirler "Bu ap açık bir sihirden başka birşey değildir" derler.


Sebe’ Sûresi: 43


30.07.2006




HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ



Ali’ye dil uzatan bana dil uzatmıştır. Bana dil uzatan da Allah'a dil uzatmıştır.


Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3657.


30.07.2006




Üç aylarda Risâle-i Nur’la meşguliyet



Bu şuhûr-u selâse çok kıymettardır; leyle-i Kadrin sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım geliyor. İnşaallah, Kur’ân’a ait mesâille iştigal, bir nevî mânevî mütefekkirane Kur’ân okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-i Kur’ân mânâları risâlelerin istinsah ve mütalâalarında vardır itikadındayız.

Barla Lâhikası, s. 176

***

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu şuhur-u mübarekede, Nurcuların şirket-i maneviyesine inşaallah pek çok kudsî servet girecek. Herbir Nurcu, binler lisanla ve yüzer kalemle çalışacak gibi kâr kazanacak. Ve bu mübarek ve çok bereketli aylarda beş tarzda ibadet sayılabilen kalemle Zülfikâr-ı Mucizat mecmuasına hizmet edenler, tam bahtiyardırlar. Fakat yazıdan ziyade, sıhhatine dikkat etmek lâzım ve elzemdir.

Emirdağ

Lâhikası, s. 145

***

Aziz, sıddık, sarsılmaz, usanmaz, çekinmez, çekilmez kardeşlerim,

Evvela: Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selase, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilâkis, yazmaya şevk verir ve vermek gerektir. Çünkü Nurun hizmeti, hem maişet, hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi, ibadet-i tefekkürî nev’inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevaplarına büyük yardımı olur.

Emirdağ Lâhikası, s. 146


Lügatçe:


şuhûr-u selâse: Üç aylar.

leyle-i Kadr: Kadir gecesi.

mesâil: Meseleler.

mütefekkirane: Tefekkür edercesine.

kıraat-i Kur’ân: Kur’ân okuma.

istinsah: Yazarak çoğaltmak.

kitabet: Yazma.

ibadet-i tefekkürî: Tefekkür ederek ibadet etme.


30.07.2006
 

derya

Üye
Katılım
22 Tem 2006
Mesajlar
178
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
35
Sağol kardeş Rabbim her günü dolu dolu geçirmeyi nasip etsin.selametle...
 

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,243
Puanları
113
Konum
bâbil...
Allah razi olsun. Idrak edebilmemiz dilegi ile
 

melde

helina_roje
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
2,238
Tepkime puanı
24
Puanları
0
Konum
Ankara
Allah razı olsun ne güzel sohbetlerinizi bizimle paylaşıyorsun bizde bazen evde sohbet yapıyoruz hanımlar arasında inşallah sevabımız ortaktır
 

Risale-i Nur Talebesi

Diyar-ı Bekirli
Katılım
30 Haz 2006
Mesajlar
1,460
Tepkime puanı
11
Puanları
0
31,07,2006


Halbuki Biz onlara ders alacakları bir kitap vermemiş, senden önce bir peygamber de göndermemiştik; iddiâları ne bir kitaba dayanmaktadır, ne de bir peygambere.

Sebe’ Sûresi: 44


31.07.2006




HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ



İçki içen kimse Kıyâmet Günü susamış olarak mahşere gelir.


Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3665


31.07.2006




Nurlarla meşguliyet beş cihetle ibadettir



Bir kısım kardeşlerime hususî bir mektuptur



Yazıda usanan ve ibadet ayları olan Şuhur-u Selâsede sair evrâdı, beş cihetle ibadet sayılan(Hâşiye) Risâle-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadis-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim.

Birincisi: “Mahşerde ulema-i hakikatin sarf ettikleri mürekkep şehidlerin kanıyla muvâzene edilir, o kıymette olur.” (Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 1: 6)

İkincisi: “Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir.” (İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739)

Ey tembellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sofîmeşrep kardeşler! Bu iki hadisin mecmuu gösterir ki, böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Şeriat ve Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden mübarek, hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size fayda verebilir. Öyleyse onu kazanmaya çalışınız. Eğer deseniz: “Hadiste âlim tabiri var. Bir kısmımız yalnız kâtibiz.”

Elcevap: Bir sene bu risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risâle-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı mânevînin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsiz olduğum halde, haydi, hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebâiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmî ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır; hadiste gösterilen ecri alırsınız.

Hâşiye: Bu kıymetli mektupta Üstadımızın işaret ettiği beş nevî ibadetin kendilerinden izahını talep ettik. Aldığımız izah aşağıya yazılmıştır:

1. En mühim bir mücahede olan ehl-i dalâlete karşı mânen mücahede etmektir.

2. Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım sûretiyle hizmet etmektir.

3. Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmektir.

4. Kalemle ilmi tahsil etmektir.

5. Bazan bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî olan ibadeti yapmaktır. (Rüştü, Hüsrev, Refet)

Lem’alar, 21. Lem’a, s. 171


Lügatçe:


Şuhur-u Selâse: Üç aylar; Recep, Şaban ve Ramazan.

evrâd: Virdler, duâlar.

temessük: Yapışma, sarılma, sıkıca tutma.

sofîmeşrep: Tasavvuf ehli, riyazet ve nefisle mücadele ile hakikata varmaya çalışan kimse.

esrar-ı Şeriat: Şeriatın sırları.
 
Üst