Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Mürşid-i Kamillere, Allah Dostlarına eğri gözle bakanlar lütfen bir önceki iletimi çok dikkatli bir biçimde okusunlar..

Bu başlıkta defalarca gösterdiğimiz gibi, onların eğri gözle baktıkları Evliyaullah'tan olan hakiki Mürşid-i Kamillerin hem kendileri hem de hususiyetleri hakkında hükmü ve lafzı açık Ayet-i Kerimeler, Hadis-i Şerifler ve mütevatir rivayetler vardır.. Bu konuda kesin bir icma (çoğunluk ve muteber olanların ortak görüşü) söz konusudur.. Yani binlerce muteber ehli Sünnet alimi bu konuda tereddüt etmeden, bu rivayetleri benimseyip kendileri de rivayetleri sürdürmüş eserlerine almışlardır..

Bu saatten sonra, bütün bu delilleri bir kenara atıp zanna tabi olmak hem bahsi geçen arkadaşların kendine hem de bize zulüm olacaktır.. İslam dini zanlara tabi olma dini değildir.. Asla.. Ben kabul edemiyorum ya da topu topu bir kaç kişi kabul edememiş öyleyse onlara tabi oluyorum demekle İslam dini bağdaştırlamaz! Zira İslam dini delil dinidir.. İslam dini isnad dinidir.. İslam dini alimlere tabi olma dinidir.. Bizler Ayetin Hadisin ve rivayetin Müslümanlarıyız.. Bizler Vahiy inerken ve Resulullah efendimiz en güzel biçimde vahyi açıklarken; ayrıca kendine verilmiş hikmeti insanlara bahşederken, saçtığı nurları ile karanlıkları dağıtırken orada değildik! Ama Allah nasip etti, vahiy bugün iniyormuşçasına ve Peygamber Efendimizle muhatapmışızcasına bütün bunlara inandık, iman ettik; kalmadı, Allah muvaffak etsin, boynumuz ile de inkiyaz etme azim ve niyetindeyiz.. Peki biz dinimizi kimlerden öğreneceğiz? Sağlam bir rivayet zinciriyle bu haberleri, bu bilgileri bizlere ulaştıran muhterem Alimlerimizden.. Sağlam ve kesintisiz bir silsile ile hikmet ve nur menbaından feyzimizi nurumuzu alıp hikmet ve irfanımıza kavuşacağız.. Bu sağlam ve kesintisiz zincirleri bir kenara atıp kendi zanlarımıza ve birbirimizin istidlali çıkarımlarına tabi olmak hiç bir akılın karı değildir..

Bu ara sonucu bildirdikten sonra bir sonraki mesajımızda abdallar ile ilgili rivayeti acizane kendi cümlelerimizle biraz daha açmaya çalışacağız..
 

Edibe Ziyâi

Agâh ol ey nefsim..
Katılım
13 Kas 2006
Mesajlar
2,550
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Mahmud Esad Coşan-Güncel Meseleler1


--Rabıta yapılırken mürid şeyhi ne olarak görmelidir? Rabıtaya şirk diyenlere verilecek aklî ve naklî deliller nelerdir?

Rabıta ile ilgili Necib Fâzıl merhumun güzel bir kitabı vardır. Hâlid-i Bağdâdî Efendimiz'in Rabıta Risâlesi'nden faydalanarak, kendisi de birtakım görgülerini katarak yazmış. Onu okumanızı tavsiye ederim.

Allah-u Teâlâ Hazretleri,

(Ve kûnû maas sâdıkîn) "Sadık kullarımla beraber olun!" buyuruyor. Yâni "Onlar gibi olun, onların yanında olun, onların cephesinde olun, onların gittiği yolda, onların safında bulunun!" mânâsına geliyor. Onun mânevî tatbikatı, mânevî bakımdan beraber olmak, böyle rabıta ile sağlanıyor.

İnsanın hocasıyla beraber olması, vaazını dinlemesi, nasihatını dinlemesi, dinini ondan öğrenmesi lâzım!.. Bu her zaman mümkün olmuyor. Hem insanlar muhtelif yerlerde oturuyorlar, uzak diyarlara gitmiş oluyorlar. Hem de, günün bir kısmının istirahatle geçmesi gerekiyor. Günün her saatinde insanın hizmette olması da kolay olmuyor. O bakımdan rabıta yapılıyor.

Rabıta yapıldığı zaman, mürid şeyhinin huzurunda olmuş oluyor. Onu denetleyici olarak da düşünebilir. Sevdiği bir kimse olarak, hocası olarak onu karşısında hayal edecek, zikri beraber yaptığını düşünecek.


Rabıtanın şirk olmasının hiç bir aslı, esası, dayanağı yoktur. Çünkü, insanın gözünü kapatması serbesttir. Gözünü kapattığı zaman sevdiği bir insanı düşünmesi serbesttir. Bunun şirkle hiç bir ilgisi yoktur. Onlar herhalde tasavvufu bilmiyorlar veya rabıtayı bilmiyorlar, böyle bir görüşe saplanıyorlar. Ya da İbn-i Teymiye'nin filân kitaplarını iyi okumuyorlar.

Ben şöyle onların kitaplarını ve o kitaplardan alınan özetleri okuyunca, baktım o da bizim gibi düşünüyor. Tasavvufa saygılı, bu gibi pek çok konuda oldukça güzel ifadeleri var... Demek ki yarım bilgili olan insanlar, meseleyi anlamadıkları için yalan yanlış konuşuyorlar.

Şirk Allah'a ortak koşmak demektir. Allah'a ortak koşmakla ilgili herhangi bir şey burda olmadığı için, öyle bir husus yoktur. İnsanın sevdiği bir kimse ile beraber olmak istemesi, beraberliğini düşünmesi şirk değildir.

Birçok mânevî faydaları var... Feyz almak bakımından, insanın yetişmesi bakımından fevkalâde önemli...


Râmûzül Ehâdis'te bir hadis-i şerif var; Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: ÇBir geniş arazide, çölde giderken hayvanınız ürktü, kaçtı. Yardım edecek bir kimse de yok... Çölde uçsuz bucaksız dağların, kum tepelerinin arasında kayboldu. Bulmanız mümkün değil... Kaldınız çaresiz... Sular orda, yiyecek orda... Kumların üstünde bata çıka sizin yürümeniz mümkün değil... Yandınız, mahvoldunuz. Böyle bir durumla karşılaştınız. Ne yapacaksınız?..

--Deyiniz ki: "(Yâ ricâlallah!) Ey Allah'ın erleri, Allah'ın ricâli!.. (eğîsûnî) Bana yardım edin! (eînûnî) Bana yardımcı olun, benim imdadıma yetişin!" diye böyle söyleyin! Çünkü, Allah'ın sizin görmediğiniz maddî mânevî erleri olur, evliyâullahı olur; onlar imdada yetişirler." diye Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.

Onun için, Peygamber Efendimiz böyle deyin dediğine göre, Allah'ın evliyâsına da böyle selâhiyet verildiğine göre; hani ondan yardım istese bile, yine bir mahzuru yoktur. Çünkü, mahzuru olsaydı, Peygamber Efendimiz tavsiye etmezdi. Onun için bu şirk lafı bir taassubdan kaynaklanıyor.


Bir takım insanlar tasavvufa düşman olmuşlar. Bu tasavvuf düşmanlığını İngilizler körüklemiş. Meselâ geçtiğimiz asırda, İngilizler Osmanlı'yla çeşitli cephelerde harb ederken, iki büyük tehlike tesbit etmişler:
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Altını çizdiğim yerlere dikkat ediniz efendim.. Bu çizili yerler de iki mana da aynı anda geçerlidir.. Demek ki iki yoldan, iki tarzdan her ikisini ya da kolayına gelen herhangi birini seçebilmek mümkündür: Her ikisi derken: Şifa Allah'tandır.. Diler, sebebsiz şifa verir.. Fakat birilerini, doktoru şunu bunu da sebeb edebilir.. Burada ikisi de geçerlidir.. 1- Sebeblere muhtaç olmayan Allah şifa verdi.. 2- Sebebleri yaratan Allah, doktor eliyle şifa verdi.. Her ikisi de aynı anda haktır.. Kalb her halkiyetin Allah'tan olduğuna mutlaka inanacak; beden de sebebler dairesinde dönüp duracak..

"Ebdallar (Evliyaullah)" ile ilgili yukardaki Rivayetlere baktığımızda bu iki yolu, bu iki manayı seçmeye çalışalım:

1- Allah, ebdal (Evliyaullah) sebebiyle arzı ayakta tutuyor, yağmuru indiriyor, nebatı çıkarıyor, azabı azaltıyor, doğduruyor, öldürüyor, rızık indiriyor.. Buradaki "sebebiyle" lafzında "onların hatırına, onların hürmetine" ya da "onların duası, isteği üzerine" manası vardır..

2- Bununla birlikte, biliyoruz ki Kudret Allah'ındır; öyle olması, Melekleri eliyle de Allah iş görmektedir.. Bunların bu vazifeleri yapması, Allah'ın Halikliğine ve Kudretine mani değildir.. Mesela yerlerin, göklerin, denizlerin, dağların, depremlerin müekkili melekler var.. Tabiat olaylarını mesela bulutları sevk eden, yağmur damlalarını indiren melekler var.. Mesela arşı taşıyan melekler var.. Bunlara bu görevler verilmiş.. Allah'ın izni kuvveti yardımıyla hiç aksatmadan bu vazifelerini yapıyorlar.. Ve Allah, amenna ki bu vazifelerini yerine getirecek her türlü özelliği meleklerine bahşetmiştir.. Yoksa görevlerini nasıl yerine getirsinler! Neticede asıl işlerin sahibi Allah, bu işlerini melekleri eliyle de yapmaktadır..

"Arz ebdal üzerine ayaktadır" derken, "onlar arzın direkleridir" derken ya da "yağmur, nebat, rızık, ölüm, dirim onlar sebebiyle" derken; meleklerde olduğu gibi ebdalın bizzat bu vazife ile Allah'a hizmet edebilecekleri manasını da görmelisiniz.. Burada hürmetin, duanın, isteğin yanında bizzat ebdalın bu vazifelerde görev alması manası da vardır..

Altını çizdiğim yerde Münâvi'den şu ibare vardı:

"Onlar arz ehline yardım ederler"..

Bir de İbnu Arabi'den şu ibare vardı:

"Velayet sahibi, kalbi üzerinde olduğu Peygamberden aldığı feyzi, kalbi kendi kalbi üzere olan bu kalplere ifaza eder. (feyiz verir)"

İfaza eder, yani verir, aktarır.. İşte bunları bizzat yapar..

Efendim, burada "yardım ederler" derken, bu kelimeyi tamamen zahire yormak, yani maddi alemde, maddi sebeb ve şartlara hasretmek hem konunun ruhunu zedeler, hem de verilmek istenen manaya ters olur.. Yani senin elinde ağır iki bavulun var.. Birini Allah rızası için, sana teklifle ben yükleniyorum.. Beraber, gideceğimiz yere kadar gidiyoruz.. Bu tamamen bir maddi yardımdır..

Bir kere Mürşid-i Kamil olan Evliyaullah'ın asli vazifesi maddi değildir.. O manevi görev icabı bulunduğu postu şereflendirir..

Öyleyse "yardım" kelimesinden aynı zamanda "manevi" yardım, yani bilmediğimiz cihetten kalbi bir muameleyi ve de insanların gıyabında manen yardımı da anlamak icap ediyor.. Halihazırda İbni Arabinin kalbi muameleyi işaret ettiğini görmüş olduk.. Bu muameleyi hiç bir maddi göz doğrudan göremez zaten..

Hem "yardım" özelliğinin sayıldığı satırlardaki diğer hususları göz önüne alırsak, zaten kendiliğinden anlaşılıyor: “Arzın direkliği”, “arzın ayakta durması ya da tutulması”, “rızkın inmesi”, “yağmurun yağması”, “nebatın bitmesi”, “azabın kalkması” vs.. vs.. Bunların hiç biri beşeriyet sınırlılıkları ile yerine getirilebilecek, beşerin yapabileceği hizmetler değildir.. Öyleyse "yardım" kelimesinin Mürşid garbde, mürid şarkta iken olabileceğini söylemek, diğerlerinin yanında neden mümkün olamasın ki? Diğerleri bu yardımdan daha da anlaşılması, daha da kabul edilmesi zor işlemlerdir.. Arzın direkliği olmanın yanında, rızkın inmesine sebeb olmaklık yanında, uzaklardaki müridanından haberdar olmak, ona el uzatmak hafif kalır..

Netice:

Evliyaullah'ın manevi yardımları, maddi yardımlarından ziyade ve daha önemlidir.. Ve kalbi muamele için bedenlerin yakın olması şartı yoktur.. (Veysel Karani Hazretlerini hatırlayınız; o Peygamber aşığı Zat'ın Peygamber Efendimizce yetiştirildiği çok açıktır ve birbirlerini de bir kere olsun zahirde görmemişlerdir.. Eee zahiren hiç görüşmemişlerse Hicaz'dan Yemen'e Veysel Karani Hazretlerini nasıl yetiştirdi, efendim?)

Mürşidin müridini feyziyle beslemesi haktır ve bu kalbi bir muameledir.. Kabul edilmekte zorlanılan bu husus yetişmenin/yetiştirmenin (genel anlamda yardımın) bir aracıdır..

Halen, tereddütü olanlara sormak isterim:

Rızık, yağmur ebdal sebebiyle nasıl iner? Ölüm, dirim Ebdal sebebiyle nasıl vuku bulabilir? Ebdal (Evliyaullah, Sadıklar) arzın direği nasıl olurlar, arz onlarla nasıl ayakta kalır?

Bütün bu haberlere de bir makul ve makbul yorumları olması gerekecek..

Evliyaullahtan işitmişim: Peygamber Efendimiz buyurmuştur,

"İnsanlar ulvidir, insanlar suflidir. Ulviliği şudur ki siz o kadar yükselirsiniz, gökleri aşar melekleri geçersiniz. Sufliliği şudur ki siz o kadar alçalırsınız, hayvanlardan da aşağı düşersiniz."

Demek ki insan meleklerden de üstün olabiliyor, onlardaki özelliklerden fazlasını da elde edebiliyor.. E bütün bir mükevvenat Arşa düşse bir yüzüklük yer kaplarmış.. Arşı taşıyan meleklerden bahsediliyor.. İnsan melekleri de geçebiliyorsa ya bu insandaki üstünlüğü, şerefi, kuvveti nasıl anlayabileceğiz?
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Tevbe 119: “Ey İman edenler! Allah'tan korkun (sakının) ve sadıklarla (doğrularla) beraber olun” Ayet-i Kerimesinin Tefsirleri..

Oraya geçmeden, önemine binaen başka bir Ayet-i Kerimeyi de akılda tutmamız gerekiyor:

Nisa 69. Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine Lütuflarda bulunduğu Peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!

Renkli yerlere bakınız.. Şehidler bir sınıf, Sadıklar bir sınıf, Salihler bir sınıf.. Bazı çevreler, Ayetin nüzul sebebiyle yetinip bu konudaki tefsir ve rivayetlere bakmadıklarından buradaki “sadıklar” ifadesini sadece "savaşa gidenler" olarak almakta ve öyle göstermektedirler.. Peki, bu görüşleri isabetli midir? Evet, bu görüşleri doğrudur ama Ayetin rivayet edilmiş diğer manalarını vermedikleri için dar ve sınırlı bir isabettir.. Meydanlarda Allah için savaşanlar da Sadıktır.. Amenna.. Ve fakat "sadıklar" savaşan bu kimselerle sınırlı değillerdir..

Sıddıklar yani sadıklar ayrı bir sınıftır ve şehidlerden yani Allah yolunda ölenlerden de dereceleri yüksektir.. O yüzden Ayet-i Kerimedeki sıralamada Peygamberlerden sonra gelmişlerdir ve şehidlerden ayrı olarak sayılmışlardır..

Bununla birlikte bir kimse hem sadık hem de şehid olabilir.. Buna da engel yoktur..


-----------------------------------------------------------------

Bakalım Tefsirler ne diyor:

Tevbe 119: “Ey İman edenler! Allah'tan korkun (sakının) ve sadıklarla (doğrularla) beraber olun”

Elmalılı Tefsirine bakalım:

Tevbe 119- Ey iman etmiş olanlar! İmanlarında, ahitlerinde, hak dine olan bağlılıklarında, gerek niyet, gerek söz veya fiil olarak, yani her hususta doğru ve dürüst kişilerle beraber olunuz. Onlarla yakınlık kurunuz, onların tarafını tutunuz, hasılı onlardan uzaklaşıp ayrı kalmayınız. Açıkçası, münafıklardan sakınıp Hz. Peygamber'in ve Ashabının yanında olanların safında yer alınız. Onlar gibi, özü doğru, sözü doğru, işi doğru olunuz. Onlarla beraber olunuz ve onlara uyunuz.

-----------------------------------------------------------------

Besariul Kur'an:

Rabbınızın emirlerine karşı gelmekten sakının ve sadıklarla, doğrularla beraber olun. Doğru söyleyenlerle, doğru yaşayanlarla beraber olun. İman iddiasında sadâkat gösterenlerle beraber olun. İman iddialarını, teslimiyet iddialarını eyleme dönüştürenler safında yerinizi alın.

Sûre bütünlüğü içinde bu sadıklar Rasulullah ve beraberindeki Sahâbe-i Kirâm efendilerimizdir. Yalancılar da işte önceki âyetlerde özellikleri ortaya konulan münâfıklardır. Yalan söylemeyen bu üç ihlâslı mü’min önceden sadıklarla beraber olmamışlar, savaştan geri kalan yalancılarla beraber olmuşlardı.

İşte Rabbimiz onları uyararak, ama onlar şahsında kıyâmete kadar tüm mü’minleri uyararak sadıkların içinde yerimizi almamızı öğütlüyor. Kâfirlerle yapılan bir savaşta mü’minlerle beraber olun, arkada kalanlarla beraber olmayın buyuruyor. Sadıklarla, Kur’an ve sünnetin tasdikçileriyle beraber olalım. Sadıkane vahye bağlı olanlarla birlikte olalım. Değilse, bizi tam ve mükemmel kabul eden, bizim yaptığımız her şeyi yalayıp yutanlarla beraber olursak helâkin eşiğinde olduğumuzu unutmayalım.


-----------------------------------------------------------------

Büyük Kur'an Tefsiri:

Yani ey müminler! Allah'ın emrine uymak, gücünüz oranında onun emirlerine yapışmak, yasaklarını terk etmek, mutlak mânâda haram olarak ilân ettiklerinden kaçınmak suretiyle Allah'ın azabından ittika edin. Salih kimselerle beraber ve onlardan olun. Yalan söyleyerek günahlarından kurtulmayı düşünen ve bu kurtulmayı yeminleriyle destekleyen münafıklarla bir olmayın.

-----------------------------------------------------------------

Taberi Tefsiri:

Ey iman edenler, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Daha dünyadayken Allah’a itaat edenlerden olun ki ahirette de cennete girip doğrularla beraber olasınız. Nâfı, Dehhak, Said b. Cübeyr buradaki doğrulardan maksadın, Resulullah, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve diğer Sahabiler olduğunu söylemişlerdir.

-----------------------------------------------------------------

Fahreddin Razi Tefsiri:

Doğru Kişilerle Beraber Olmanın Lüzumu

Bil ki Allah Teâlâ, bu üç kişinin tevbelerini kabul ettiğini bildirince, bahsi geçen şeyi, yani cihadda, Hz. Peygamber (s.a.s)'den geri kalmayı men etme sadedinde bir ifade zikrederek, "Ey iman edenler, Resûlullah'ın emrine muhalefet etme hususunda Allah'dan korkun ve savaşlarda (doğru olanlarla, yani Resul ve Ashabı ile birlikte olun. sakın savaştan geri kalanlardan ve münafıklarla birlikte evlerinde oturup kalanlardan olmayın" buyurmuştur.

Ayetle ilgili birkaç mesele vardır:

Ayetin İcmaa Delil Olması:

Allah Teâlâ, mü'minlerle, sâdıklarla beraber olmayı emretmiştir. Sâdıklarla birlikte olmak vâcib (şart) olduğuna göre, her zaman ve devirde, sadıkların var olması gerekir.

Bu da herkesin, bâtıl üzerinde ittifak etmesine mânidir. Herkesin bâtıl üzerinde ittifak sağlaması imkansız olduğuna göre, yine herkes bir şey üzerinde ittifak ettiklerinde, hakkı bulmuş olmaları gerekir. İşte bu da, icma-ı ümmetin bir hüccet olduğuna delâlet eder.


Bakınız, Ehl-i Tasavvufun dediği mana yanında Razi, buradan İslam'ın 4 Temel kaynağından biri olan İcmanın delilini de çıkarmıştır.. Hemen devamında Razi:

Eğer biri çıkıp derse ki: "Hak Teâlâ'nın, "Sadıklarla beraber olun" buyruğu ile, "Sâdıkların yolu üzere olun" manası kastedilmiş olabilir. Bu, tıpkı bir kimsenin, çocuğuna: "Salihlerle (iyi kimselerle) beraber ol" dediğinde, gayesi bu manayı ifade etmektir." Bunu kabul ederiz,..

"Sadıklarla beraber olun" emri, sâdıklara uyma hususunda bir emir, onlara muhalefet etme hususunda bir nehiydir. Bu ise, her zaman sâdıkların bulunması şartına bağlıdır. .. Binâenaleyh bu ayet, sâdıkların her zaman bulunacağına delâlet etmiş olur.


Yine Razi konuyu açarken bir Hadis-i Şerif naklediyor:

İbn Mes'ûd (r.a)'un şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Size doğruluk gerekir. Çünkü doğruluk insanı birre (iyiliğe) yaklaştırır. Birr de cennete yaklaştırır. Hiç şüphesiz kul doğru olur ve böylece Allah katında sıddîk (dosdoğru) olarak yazılır. Aman yalandan sakınınız! Çünkü yalan insanı fücura (günaha), fücur da cehenneme yaklaştırır. Hiç şüphesiz adam yalan söyler ve böylece Allah katında kezzâb (yalancı) diye yazılır. Baksana insanlar için (Doğru oldun, doğru söyledin); (iyi oldun), ve (azdın, günaha daldın), (yalan söyledin) ifadeleri kullanılır."


-----------------------------------------------------------------

Son olarak Ömer Nasuhi Tefsiri:

119. Bu mübarek âyetler, mü'minleri Allah Teâlâ'dan korkmaya, salih zatlar ile aynı hal üzere olmaya davet ediyor.

Gerek Medine ahalisi için ve gerek etrafındaki aşiretler için Rasûlü Ekrem'den ayrılmanın kendi nefislerini korumak için o Yüce Peygamber'in yolunu takip etmemenin, onunla beraber cihada çıkmamanın uygun olamayacağını ihtarda bulunuyor, ve Allah yolunda uğrayacakları sıkıntıların mükâfatını göreceklerini kendilerine müjdeliyor.


***

Sonuç:

Her halleriyle ve yaşantılarıyla; inançları, amelleri, ihlasları ile; hal tavır ve güzel ahlakları ile Allah'a Resulüne ve güzin Ashabına sadık olduklarını ispat etmiş olan hakiki Mürşid-i Kamiller ile olmak, onlara yakın bulunmak, meclislerine gidip gelmek, onlar ile yardımlaşmak bize Allah'ın emridir..
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Bu da bir Hak aşığından dökülen kelamlar....

Aşkın şarabın içmeyen,mest olup hayran olur mu
Zenciri aşka düşmeyen,soyunup üryan olur mu

Akıt gözlerden yaşı,gör kimdir işleyen kişi,
Kul olursa bir kişi,bu mülke sultan olur mu

Aşka ciğerin yakmayan,mürşide doğru bakmayan,
Bahri muhite akmayan,göl iken umman olur mu

Gönül geçirme gel çağın,ko yansın yüreğin yağın,
Gülleri bitmeyen bağın,bülbülü nalan olur mu

''Nakşi''açıldı çün yüzün,Hakkı görürü oldu özün,
Lakin bilmem iş bu sözün,münkire inkar olur mu......



ALLAHA EMANET OLUN
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Allah razı olsun efendim.. Zannedersem bir baskı hatası da olmuş:

Kul olursa bir kişi,bu mülke sultan olur mu: Kul olmadan bir kişi..

münkire inkar olur mu: Münkire iman olur mu?

Ellerine sağlık...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Maide 35 “Ey İman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda savaşın (cihad edin). Ta ki muradınıza (felaha) eresiniz.” Ayet-i Kerimesinin Tefsirleri 1:

Diyanet, şöyle tefsir ediyor:

"Yol" diye tercüme edilen “vesile” kelimesi sözlükte "paye, rütbe, derece, muhabbet ve yakınlık" anlamlarına gelir. Bu son anlamından hareketle kişiyi Allah'a yaklaştıran amele “vesile” denilmiştir. Müfessirler Ayette kast olunan vesilenin, Allah'ın emrettiklerinin yerine getirilmesi ve yasakladıklarının terk edilmesi olduğunu belirtmişler, kişiyi Allah'a yaklaştıracak ve O'nun rızâsını kazanmaya yardım edecek her türlü ibadet ve eylemi vesile saymışlardır. “yaklaşmak, hedeflenen ve arzulanan gayeye ulaşmak için bir şeyi vasıta kılmak"

Ancak bu terim zamanla farklı bir anlam kazanmış; melekler, arş, kürsî vb. kutsal sayılan bazı varlıklarla peygamber ve velilerin Allah katındaki yüksek mertebeleri hürmetine dua etmeyi ve âhirete intikal etmiş sâlih insanlardan yardım istemeyi ifade eder hale gelmiştir. Kavrama yüklenilen bu muhteva âlimler arasında tartışılmış ve aşağıda sıralanan üç tür tevessül ihtilafsız olarak meşru kabul edilirken, diğer iki türünün meşruluğu hususunda farklı görüşler ortaya konmuştur. Meşru kabul edilen tevessül türleri şunlardır:

1) Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarıyla tevessül. (Bunları vesile ederek, bunları söyleyerek istemek ve yönelmek)
2) Peygamber ve velîlerin hayatta iken yaptıkları dualarla tevessül.
3) İyi ameller hürmetine tevessül.

Şu iki tür tevessül ise tartışmalıdır:

a) Hayatta olan sâlih insanların Allah katındaki mevki ve mertebeleriyle tevessül.
b) Vefat etmiş peygamberlerin ve velîlerin ruhlarıyla tevessül.

Bazı âlimler, a ve b bendleriyle sayılan her iki vesile türünün de caiz olduğunu belirtmişlerse de başta İbn Teymiyye olmak üzere diğer bir grup âlim buna karşı çıkmışlardır.

“A” bendindeki Salih insanların Allah katındaki mertebeleriyle tevessül hususunda ileri sürülen deliller karşılıklı olarak incelendiğinde bu tür vesilede de herhangi bir sakınca bulunmadığı söylenebilir. Nitekim tevessül konusunda İbn Teymiyye'nin kanaatlerini paylaştığı görülen Şevkânî de bu tür vesilenin caiz olduğunu söylemiştir.

İkinci tevessüle, yani “b” bendine gelince bunun meşruiyetini savunanlar, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma!" mealindeki âyetle ölülerin işitme melekelerinin yok olmadığını bildiren bazı hadisleri de dayanak göstererek, peygamberler ve velîlerin âhirete intikal etmelerinin, dünyadaki insanların kendilerinden yardım beklentilerini işitmelerine engel olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Buna göre onlardan hayatlarında yardım istemekle vefatlarından sonra yardım istemek arasında bir fark yoktur.

İbn Teymiyye ve onun görüşünü paylaşanlar ise onların artık başka bir âleme intikal ettiklerini, bu dünya ile bağlantılarının kalmadığını, kendilerinden yardım almak için ruhlarıyla tevessül edilemeyeceğini savunmuşlardır.


...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Maide 35 “Ey İman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda savaşın (cihad edin). Ta ki muradınıza (felaha) eresiniz.” Ayet-i Kerimesinin Tefsirleri 2:

Diyanet tefsiri haricinde Ahkam Tefsiri, Besâiru'l Kur'an, Büyük Kur’an Tefsiri, Furkan Tefsiri, En Kolay Tefsir gibi tefsirler “Vesile”yi “takvaya”, “taate”, “Salih amellere”, “Allah'ın razı olacağı işleri yapmaya”, “Allah yolunda cihat etmeye”, “yaşamak adına tüm gücüyle cehd u gayret göstermeye”, “teslimiyete”, “günahların terk edilmesine”, “Cennette bir dereceye”, “manevi ihtiyacını aramaya” hamletmişlerdir.. Bunların bir kısmı da böyle bir geniş yelpazenin ardından Ayetin sadece “Salih amel işlemekle” ilgili olduğuna karar vererek bitirmişlerdir..

Tefsirler içinde bu dar neticeyle bitirmeyenleri de vardır.. Mesela, Zemahşeri, Keşşafında, “Vesile, Allah’a yaklaştırmaya elverişli olan her şeye denir. Sonra Allah'a yaklaştıran taatların yapılması ve uzaklaştıran günahların terk edilmesi hususunda kullanılmıştır” diyerek vesile yelpazesini çok geniş tutmuştur.. Yine İmam Kurtubi, Vesileyi, istenmesi gereken yakınlık ve cennette bir derece olarak açıklamıştır.. Yine mesela, Et-Tefsir'ul Hadis, neticede tevessül konularına girse de başında “Mü'minleri Allah'tan korkup sakınmaya, Allah'ın rızası ve O'na yakınlık bulunan her şeyi araştırmaya ve Allah yolunda cihad etmeye teşvik etmiştir. … Allah'ın emirlerini her zaman geçerli kılmak uğruna sözlü, fiili, stratejik, maddi ve manevi tüm gayretlerin seferber edilmesi anlamındadır. Ve her zaman sabır ve mücadele ile göğüs germek anlamındadır.” diyerek geniş bir açıklama ile başlamıştır..

Tüm Tefsir Alimleri içinde en dikkat çekici olan Fahreddin Razi ise, Tefsir-i Kebirinde, bu Ayete iki mana vererek başlamıştır:

1- O halde ey mü'minler, siz Yahudiler gibi olmayınız. Allah'a isyan etmekten sakınıp, O'na tâatta bulunmak suretiyle, kendisine yaklaşmaya vesileler arayınız.

2- Ey İman edenler, siz babalarınızın ve cedlerinizin şerefli olmalarıyla övünmeyin. Sizin övüncünüz, kendi amellerinizle olsun. Binâenaleyh, Allah'tan korkun ve O'na ulaştıracak yolları arayınız.

Razi, “Kısaca evvela yasakları terk etmek, akabinde emredilenleri yapmak..” diyerek konuyu özetlemiş, peşine “Bununla birlikte, yapılması vacip olan şey, iyi huylardır; terk edilmesi gerekenler de, kötü huylardır; sonra terk edilmesi gereken şüphelerdir, yapılması gereken tefekkürdür; Binâenaleyh yapılması gerekli olan şey, Allah'ta gark olmaktır (fani olmak); yapılmaması gereken şey ise, Allah'tan başkasına dönüp bakmamaktır. Riyazatçılar (nefis terbiyecileri), fiil ve terki, ‘Tahliye ve Tezkiye’ ‘Nefy ve ispat’, ‘Fena ve beka’ diye adlandırırlar.” diyerek konuya hepsinden değişik bir açıklama getirmiştir.. Razi’yi özetlersek; Salih amel, güzel ahlak, tefekkür, Allah’ta fena bulmak Razi’nin tecelli makamında diye saydığı bütün bu hususlar Tasavvufun uğraş alanlarıdır..

Razi, bir fırkanın iddialarına cevap verirken, diğer umum tefsirler gibi “O'nun rızasını elde etmek için kendisine ulaştıran vesîleyi aramaktır ki işte bu da ibâdet ve taatlarla olur.” diye vurgulamasına rağmen neticeyi yine Tasavvufa işaret ederek bitirmiştir:

İşte bu âyet, ruhanî birtakım sırları ihtiva eden çok mübarek bir âyettir. Biz burada o sırlardan sadece bir tanesine işaret etmek istiyoruz ki o da şudur: Allah'a ibâdet edenler iki kısma ayrılır: Onların bir kısmı, başka hiçbir maksattan dolayı değil, sırf Allah rızası için O'na ibadet ederler. Bir kısmı ise, başka bir maksat için ibâdet etmiş olabilir. Birinci makam, çok yüce ve üstün bir makamdır ki Allah bu makama, ‘ve O'nun yolunda cihad edin’ buyruğu ile işaret etmiştir. Yani, ‘O'na kulluk yolunda ve O'nu tanıma ve O'na hizmet etmedeki ihlâs yolunda cihâd edin...’ demektir.

İkinci makamın derecesi, birincisinden aşağıdır. Yüce Allah bu makama da ‘Umulur ki felaha erersiniz’ ifadesiyle işaret etmiştir. Felah, kötülüklerden kurtulup, sevilen ve umulan şeyleri elde etmeyi kapsayan bir isimdir.


Ehline malumdur ki birinci sınıfa Mukarrebun, diğer sınıfa da Ebrar deniyor.. Mukarrebun demek yani, Allah’ı tanıma ve her şeyi Allah’a halis kılan ihlası elde etmek demek Tasavvuf Ehlinin yolunu tarif etmektedir..

Tefsirul Munir de bu Ayete Salih amelden daha geniş bir mana vermiş ve açıkça Tasavvufi terbiyeye işaret etmiştir: “Bu ayet ile Yüce Allah müminlere takvayı, nefsi tezkiye edip arındırmayı emretmiştir” Makbul ve kavuşturucu bir Nefis terbiyesi (tezkiyesi, temizliği) ancak Mürşid-i Kamiller ile olur.. Terbiye söz konusu olduğunda Terbiye edici de söz konusu olur..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Maide 35 “Ey İman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda savaşın (cihad edin). Ta ki muradınıza (felaha) eresiniz.” Ayet-i Kerimesinin Tefsirleri 3:

Netice:

Meşhur olmuş tefsirlerin çoğu “vesileden” manayı sadece Salih amellere mahsus kılmaktadır.. Böyle olmasına rağmen tüm tefsirler “vesilenin” Salih amellerden de daha geniş bir kapsamı olacağını, olabileceğini bir şekilde vermek durumunda kalmışlardır..

Bu ilk başta çelişki gibi görünebilir ama değildir.. Salih amel işlemek bütün sayılan unsurların bir arada olmasına da bağlıdır.. Mesela güzel ahlak, tefekkür, nefsi cihad, takva, günahtan sakınmak, teslimiyet, yakınlık aramak, manevi ihtiyacını karşılamaya yönelmek, fena makamlarını elde etmek, Allah’ı tanımak; bunların hepsi Salih Ameli tamamlayan, Salih amelin şartlarını güçlendiren ya da yerine göre temin eden şeylerdir.. Ve hepsi de Salih insanların sıfatlarıdır.. Birinin eksik kalması ise düşünülemez..

Öyleyse, Allah yolunda Allah’a kurbiyet için Allah’ın emrettiği “vesile”yi, Tefsir ulemamızın bütün saydığı unsurları elde etmek olarak görürsek; bütün bunları öğrenebileceği “yaşayan” bir Salih kimseyi kendine örnek kılmak olarak anlamamız mümkündür.. Her işin bir ustası vardır.. Allah’a yaklaşma hususunda emredilen vesilenin de bir ustası olması akla uygundur.. Kişiye düşen, bu vesileyi en güzel ve en yerinde öğrenmek için bir Salih kimseye yakınlık kurmasıdır ki bu, “Sadıklarla olun” gibi diğer emirlere de muvafıktır, yani diğer emirlerle çelişir değildir..

Vesile - Tevessül konularında İsmail Aslan üstadımın geniş açıklamaları vardı.. Bu başlıkta da o konularda nakillerde bulunmuş linklerinden vermiş idi, sağ olsunlar.. Vesile konusunda, yaşayan bir kimse ile tevessül etme, onunla Allah’tan isteme, onunla Allah’a yönelme konusunda zaten bir icma vardır ki Diyanet tefsiri de bu icmayı göstermiş idi.. Biz de yaşayan Salih insanları kendine delil, örnek kılmak derken bu icmaya uygun bir ifadede bulunmuş oluyoruz.. Buna hassaten dikkat edilmesini istirham ederim..

Nitekim, Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri’nde bu Ayetle ilgili:


Allah'a yakın olmanın yol ve yöntemini, araç ve gerecini elde etmeğe çalışmak; Allah ile gören bir göze, Onunla işiten bir kulağa, Onunla tutan bir ele, Onun için yürüyen bir ayağa sahip olmak

Vesile, Yol, vasıta, yakınlık, istek ve arzu gibi mânalara gelir. Âyette de bütün bu mânalar söz konusu olabilir. İmân ve takva ile birlikte kalbi ilâhî sevgi ile doldurmak, düşünceleri bu doğrultuda berraklaştırmak, amelleri ilâhî hoşnutluğa uygun biçimde yerine getirmeğe çalışmak ve günlük hayatın her bölümünde Resûlullah Efendimizi örnek edinmektir. Bu geniş mâna aynı zamanda tasavvuf erbabının da tesbitidir

diye bir açıklama getirmiştir.. Keza, Elmalılı:

Vesile ile ilgili, İbnü Zeyd de, ‘muhabbet (sevgi) ile Allah'a kendinizi sevdirmeye çalışınız’ demiş ve, ‘Onların taptıkları da Rab'lerine bir yol arar, her biri Allah'a daha çok yaklaşmak için çalışır’ (İsrâ, 17/57) âyetini okumuştur. … Ve şu halde asıl vesile Allah'a yaklaşma kasdı ve sevme arzusudur. … Ve bunda ‘Mümin kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder’ kudsî hadisinin mânâsının yerleştirilmiş bulunduğu açıktır.” diyerek Vesileye Salih amelin dışında Muhabbetullah, güzel ahlâk ve Nafile ibadetler açıklamasını getirmiştir.. Bütün bunlar, tam anlamıyla, ancak ehlinden, ehliyle, ehliyle beraber bulunarak temin edilebilecek hususiyetlerdir ki bilene kesin bir biçimde malumdur..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MANEVİ HASTALIKLARIN NETİCESİ

Musa Topbaş Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki:

* "Maalesef zamanımızdaki zâhid ve âbidlerin çoğunda dahi kötü huy olan tecessüs (ayıb araştırma ve arkadan çekiştirme) görülmektedir. Bu kötü ahlâka mübtelâ olanlar, hallerini düzeltmedikleri takdirde, manen terakki edemezler, Allah Teâlâ'nın nazarından düşerler. Ruhen hasta oldukları için yapdıkları ibâdet ve kulluk vazifelerinin tadını alamazlar."

* "Hakikati ketm etmek, gizlemek şeytanın ahlâkındandır"

* "Günâhların afvolunmayacağını zan etmek, Allah'a suizan etmek olur. Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, kabul edileceğini ümid ederek tevbe edeni affeder."

* Kalb ve gönlümüzü Hak tealâ hazretlerine sımsıkı (elimizden geldiği kadar) bağlayacağız.

* "Hadis-i Şerifte buyruldu 'Mü’min de başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilendir.' "

* "Âhiretde en çok mes’ud olanlar, Allah’ı en çok sevenlerdir. Kul Allah sevgisini ancak dünyada kazanır."


(Kays'tan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - ALLAH'I TANIMAK

Yahyalılı Hacı Hasan Efendi Hazretleri buyurmuşlar ki:

"Sevmek, ‘Ben Allah’ı seviyorum.’ demekle olmaz. Gerçekten Allah (c.c.)’ı sevmek için tanımak (ma’rifet) gerek… Tanıdıkça sevginiz artar, sevdikçe de ma’rifetiniz. Ama her şeyden önce istikamet sahibi olmalıyız. Dosdoğru yolda… Şeriat caddesinde yürümeliyiz. Kur’an ve sünnet çizgilerini takip etmeliyiz. Sakın kerâmet levhaları sizi aldatmasın. Önemli olan istikamettir. Ancak bu yol sizi Allah’a ulaştırır. Ma’rifet ancak bu güzergâhta elde edilebilir…"


Kaynak: http://www.gencislam.com/forum/showthread.php?t=3939&page=2
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RABITA DERSİN EN ÖNEMLİ BÖLÜMÜDÜR

Yahyalılı Ali Ramazan Dinç Efendi Hazretleri buyurmuşlar ki;


"Rabıtasız ders olmaz. Rabıtasız dersi, bir mahalle camiinin imamı da tarif eder. Mürşid-i Kamil, muazzam bir nur olarak tasavvur edilir. Arş-ı Âzam olan kalb-i saadetlerinin altına kalp, bu dünyanın genişliğinde bir kap şeklinde düşünülerek konur. Sâlik, "Ya Rabb! Füyuzât-ı İlâhîni, üstazımın gönlünden, benim kalbime lutfet." diyerek, en az on-on beş dakika kadar tefekkür eder.

Allah’ın feyzinin, rahmetinin, bereketinin, lütuf ve inayetinin, Peygamberimiz (s.a.v.)’in kalb-i saadetlerine, oradan da yarım hilal şeklinde tasavvur edilen mânevî halkanın en sonunda oturan Mürşid-i Kâmil’in kalbine aktığını farz ederek, gönlünü İlâhî çeşmeye açar sâlik

Mürşidin sûretini hatırlamaktan maksat, Allah (c.c.) ve Rasûlü (s.a.v.)’nün ahlakıyla ahlaklanmaktır. Üsve anlamında, hareketi bir başkasınca taklit edilen kimse manasına gelen rabıta, Peygamberimiz (s.a.v.)’in ve Allah (c.c.)’ımızın muhabbetinde yok olmaktır. Rabıta hâlinde bir mürid, Esad-ı Erbili (k.s.)’nin sadrından yukarısını yeşil bir nur hâlinde görünce Pîr Efendimiz: "Bu hâl fenâ fir’-Rasûl (Rasûlullah’ın aşkında yok olma) hâlidir." buyururlar.

Kendisini, su üstünde saman çöpü veya ağaç yaprağı gibi, seccade üzerinde kaybolmuş bir vaziyette bilmektir ğayb hâli. Bir derviş rabıta yaparken, ğaybet hâli zuhur edince, Şah-ı Nakşbend (k.s.): "Bize rabıtayı bırak, yedi kat semayı yok bilerek gönlünü, Arş-ı Azam’a aç." der. Bu kelamla o dervişin, fenâ fi’llah (Allah’ın muhabbetine kavuşma) saadetine erişeceğini müjdeler. Cenâb-ı Hakk’ın Musa (a.s.)’ya konuştuğu gibi: "Ey Rabbine itaat edip huzura eren nefis! Hem hoşnut edici, (O’na teslim olup, O’nu görüyormuş gibi ibadet eden, ihsan sahibi bir mü’min olarak) hem de hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına gir. Ve (Şeytanın hilesine aldanmayan, ihlaslı, samimi kullarım arasına girerek) Cennetime gir." (Fecr: 27-30) Cemalime ve Zâtıma er hitabının muhatabı olmaya başlar. Hakk’dan gayri her şeyi bırakır. Ömrünü hebâdan, ilmini riyadan, nefsini ve ehlini ateşten, dilini gıybetten, namusunu haramdan korur.

Kelime anlamı alaka kurmak demektir. Istılahi anlamı ise; gönlü, Allah ve Rasûlü (s.a.v.)’ne teslim edecek olan Mürşid-i Kâmil’in kalbinin altına koyup, nurun doğduğu iki kaşı arasına gözleri dikmektir. Bütün tefsircilere göre: "Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınıza karşı sebat gösterin, nöbet bekleyin, Allah’dan gereğince korkun ki kurtuluşa eresiniz." (Al-i İmran: 200) ayetinde belirtilen "râbitû", rabıta edin, nöbet tutun kelimesi, memlekete düşmanın girmemesi için sınır boylarında karakol bekleme anlamına geldiği gibi, içte de nefis ve şeytan’ın hilesine karşı, mürşid-i kamile yapılacak rabıtayla, Mevlâ’nın hıfz ü himayesine, korumasına girmektir.

"Ey inananlar! Allah’dan korkun, O’na yaklaşmaya yol arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz." (Maide: 35) ayetinde belirtilen vesilelerin en büyüğünden biri de rabıtadır. Habibullah (s.a.v.), Allah’ın nurundan halk olunduğu için, O’nun yoluna davet eder insanları. Kamil mü’minler de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in nurundan halk olunduklarından, Efendimiz (s.a.v.)’in ve Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine eriştirmek için tâbilerine rabıtayı tavsiye ederler. Ebû’d-Derdâ (r.a.)’dan rivayetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Davud’un duasındandır; O şöyle derdi: "Allahım! Senin sevgini, beni sevgine ulaştıracak ameli Senden diliyorum. Allahım! Sevgini kendi nefsimden daha sevimli kıl! Malımdan, çoluk çocuğum ve soğuk sudan bile daha sevimli kıl!" (Tirmizi)

"Onlar öyle topluluktur ki, onlarla oturan şaki olmaz (Rahmetten mahrum kalmaz).” (Buhari, Daavat) "İnsanların bazıları zikrullahın anahtarıdır. Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatır." (Suyûti, el-Camiu’s-Sağir, I, 377) "Kişi sevdikleriyle beraberdir." (Buhari, Müslim) "Mü’min mü’minin aynasıdır." (Ebu Davud, Edeb) "Kişi dostunun dini üzeredir (huyu üzeredir). O halde kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin." (Tirmizi, Zühd, 45) Hadis-i şerif’leri ve daha sayamayacağımız kadar çok ayet ve hadisler rabıtanın meşruluğunu ve ehemmiyetini bildirir. Allah’ın muhabbetinin dışında gönlünde, hiçbir şey kalmayan ârif-i billah, "De ki, işte benim yolum, (iman ve ihlas)’dır; basiret üzere (ihlas ve samimiyetle, Allah’ın rızasını gözeterek) Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar beraberiz." (Yusuf: 108) emr-i celilesine mazhariyetle, rabıta-i mürşid vasıtasıyla kulları Hakk’a davet eder. "


Kaynak:http://www.firaset.net/alemdar/web/haber_detay.php?haber_id=66
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Eklemişsin üstadım, bu iletiyi yeniden düzenleyip bendekini sileyim.. :D Allah razı olsun.. Şeref bulduk, Ali Ramazan Efendiyle..
 

Bedrin_Aslanı

Profesör
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
1,792
Tepkime puanı
3
Puanları
0
√ Ebû Yezîd-i Bestâmî(37) [H. 188–261] hazretlerinin, “Men lem yekün lehû şeyhun fe şeyhuhû şeytânün”(38) sözleri...

√ Hz. Mevlânâ’nın (M. 1207-1273),

“Zânki bâ aklî çû aklî cüft-i şüd
Mâni‘ bed fiil ve bed güft-i şüd”

(İki akıl birleşirse, yani biri diğerine yardım ederse, hem kötü iş hem de kötü sözlere mânî olur) beyti...

√ İmâm Bûsîrî (M. 1213-1296) hazretlerinin, Kasîde-i Bürde’de zikrettiği,
“Men lî bireddi cimâhın min gavâyetihâ / Kemâ yüraddü cimâha’l-hayli bi’l-lücüm”(39)

beyti de gayet açık delillerdir. Yani tasavvuf kitaplarında geçen bu sözler de, yine bir mürşid-i kâmile râbıtanın lüzûmuna delâlet etmektedirler.

√ İmâm Şa‘rânî (M. 1492-1565) hazretleri, Nefehât-ı Kudsiyye’sinde zikrin âdâbını sayarken buyururlar ki:

“Zikrin âdâbının yedincisi, müridin zikir esnâsında mürşid-i kâmili iki gözünün önünde hayâl etmesidir... Rabb’imiz Teâlâ’dan feyz alabilmenin menşei ve âdâbının başı budur.”

√ Âllâme Seyyid Şerif Cürcânî (M. 1340-1413) hazretleri, Şerhu Mevâkıf’ının sonunda, “Mürşidân-ı kirâmın sûretleri, müridine zuhûr eder... Onlar da, mürşidin o sûretinden feyz alırlar” diye îzahta bulunur.

√ Molla Câmî (M. 1414-1492) ve İsmail Hakkı (1653-1725) kaddesallâhü esrârahümâ hazretleri de bu hususu, “Zikrin iki yolu vardır ve bu iki yoldan birisi râbıta yoludur” diye beyan buyururlar.

√ Ebû Saîd Hâdimî kuddise sırruhü’s-sâmî (40) hazretleri ise bu mevzû ile alâkalı olarak yazdıkları risâlelerinde, “Fe-yetehayyelü sürete’n-Nebiyyi (s.a.v.) ev sûrete şeyhihî (Mürid, Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) Efendimiz’in veya şeyhinin sûretini tahayyül eder, hayâlinde canlandırır)” diye kaydederler ki, hepsi de râbıtanın varlığını, meşru‘iyetini ve hatta lüzûmunu ifade etmektedir


(38) Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, demek olan bu sözün mânâsı şudur: Hidâyet yönünde, Allâh’a götüren yolda yürümek için bir rehberi-kılavuzu olmayanın, dalâlet yolunda rehberi şeytandır. Kendisine Peygamber’i (s.a.v.) ve onun vârisi olan âlimleri rehber edinmeyen, şeytanı ve şeytanlaşmış kimseleri önder edinir. Zira Hakk’ı bâtıldan ayırmak hususunda, akıl, tek başına kâfi değildir. Mutlaka vahye dayanan bir rehbere ihtiyacı vardır.

(39) Meâli: Zaptedilemeyecek derecede azgın ve sert başlı bir atın dizginler ile durdurulduğu gibi, nefsin azgınlığından ileri gelen itâatsizliğine mâni olabilmeyi benim için kim tekeffül eder? Yani, öyle bir zâta bağlanmak isterim ki, nefsime bir gem vurup onun inat ve itâatsizliğine son versin, demek istiyor.

(40) “Allah Teâlâ onun, yüksek ve yüce sırrını mübârek ve mukaddes kılsın” mealinde bir duâdır. Ehl-i Sünnet’e mensup Müslümanlar arasında, bu ve buna benzer sözler, evliyâullâha saygı ve hürmet ifadesi olarak kullanılır.
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Ayeti kerimeleri siyak-sibak ilişkisi içerisinden çıkartmak, nazil olduğu dönemin vahiy-vakıa ilişkisini gözardı etmek, ayetin nüzul sebeplerini gözetmemek ve ayetlerden tekil sonuçlar çıkartarak tasavvufi yorumlara açık bir hale getirmek, bizi hatalı bir Kur'an anlayışına götürecektir. Vesselam.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RESULULLAH'A UĞRAMAK

Yahyalılı Hacı Hasan Efendi Hazretleri buyurmuşlar ki:

"Yavrularım! Kuzularım! Bu menzillerin Allah (c.c.)’a açılan kapısı Rasûlullah (s.a.v.)’tır. O (s.a.v.)’nu sevmeden, O (s.a.v.)’nu hoşnut etmeden içeri giremezsiniz.

Daha doğrusu Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gerçek mânâda ümmet olmadan Allah (c.c.)’ı râzı edemezsiniz. Çünkü O (s.a.v.), bütün âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı iki cihan güneşidir. Sevgililer sevgilisidir. Özelde bütün velîler, sâlihler, sâdıklar, âşıklar ve genelde bütün insanlık O’nun nûru ile aydınlanır. Bütün peygamberlerin peygamberi, nebîlerin serveri, insanlığın yegâne önderi, eşsiz modeli Muhammed Mustafâ (s.a.v)’dır…
"
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Hacı Hasan Efendi (k.s.): -"Evladım siz Allah'a sevgili olun. Bizde sizi sevelim."
Hacı Hasan Efendi Allah yolunda sarf edilen maddiyattan ziyade, salih amele ve gayrete çok önem verirdi.(A.Razaman Dinç)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - ABDULHAKİM EFENDİDEN ..

Abdülhakim Arvasi Hazretleri buyurmuşlardır:

"Muhammed aleyhisselam dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç bir insanın O'nu methedecek gücü yoktur. Hiç bir insanın O'nu tenkit edecek iktidarı yoktur."

"Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür."

"Evliyanın sözünde Rabbani tesir vardır."

"Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz."

"Hak'dan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur."


Kaynak: http://forum.halidiye.com/index.php?topic=158.0;topicseen
 
Üst