Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,074
Tepkime puanı
1,775
Puanları
113
Zira rabita muntazam olduktan sonra leatifin zikri intizamini kaybetmez. Adeta insana mürsidinin vazifesini görür.

Okuyoruz (okudugumuzu zannediyoruz) lakin cok ayrintiyida kaciriyoruz. Yada yeterince dikkatimizi vermiyoruz. Mesela yukarida ki cumle ne kadar onemli...

Kardeslerimden bir istirhamim olacak; mumkun ise satir aralarinda muhim gordugunuz cumleleri alinti yapalim insallah. En azindan kendi adimiza soyliyeyim okurken konu harici on sey geciyor aklimizdan ve bazen onem arzedecek cumleleri kacirabiliyoruz. Bu sekilde secici davranir onemli hususlari kardeslerimizle paylasirsak eminim bizim gibi kendi burada gonlu silada kardeslerimizde istifade edecektir. Muhabbetle kalin...
 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
ilginç

"Şaman değil ama, Şamanlığın tesirlerini taşıyacak kadar İslam'dan uzak..."

ÇOK ilginç?
 
M

MEYSEMİ TEMMAR

Guest
İbn-i Teymiyye ve izleyicileri, dünya işlerinde ve diğer konularda "ölülerden" şefaat istemenin şirk olduğu görüşünü savunmuşlar: "

...Kim, 'Allah'a benden daha yakın olduğu için ondan bu işlerde bana şefaatçi olmasını istiyorum ve ben, sultana yakınlarının ve yardımcılarının vasıta kılındığı gibi onu Allah'a vasıta kılıyorum' derse bu, hahamlarını ve rahiplerini dileklerinde kendilerine şefaat edecek şefaatçiler tutan ve Allah'ın, 'Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz...' [87] dediklerini haber verdiği müşriklerin amellerindendir..."[88]

İbn-i Teymiyye'nin bu görüşünün ne kadar tutarsız ve yanlış olduğu açıktır. İbn-i Teymiyye, dua etmeyi ve şefaat istemeyi "Allah'tan başkasına tapmak"la eşit tutmuştur; oysa şefaat ne lügatte ve ne de İslâmî literatürde, ibadet ve tapınmak anlamına gelmiştir. Nitekim insanı şefaat talep etmeye sevk eden etken, puta veya bir insana veyahut müşrikler ve kâfirlerin Allah'a yaklaşmak için aracı kıldıkları diğer şeylere ibadet etmeye sevk eden etkenle eşit değildir.

Daha önce, Ebubekir'in, Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra o hazretin yanına giderek yüzündeki örtüyü açtığını, sonra o hazrete selâm verdiğini ve kendisine dua etmesini istediğini nakletmiştik.

Nitekim aynı olay, ilim şehri olan Hz. Ali'den de nakledilmiştir;[89] o da Resulullah'tan (s.a.a) dua talebinde bulunmuştur. Bütün bunlar, Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra da ondan talepte bulunmanın sakıncasız olduğunu gösteriyor.
Kur'ân-ı Kerim'in; "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma; hayır, (onlar) diridirler, Rablerinin katında rızıklanmaktadırlar." [90] ayeti ve "Allah yolunda öldürülenlere, 'ölüler' demeyin; hayır, onlar diridirler, ama siz farkında değilsiniz..." [91] ayeti üzerinde dikkatle düşünecek olursak, dünya hayatından sonra hayatın sürdüğünü anlarız. Fakat insan maddî varlığıyla bu hayatı idrak edemez, onu hissedemez; bunun hakikatini ancak ölümden sonra anlayabilir.


Allâme Tabatabaî, "Allah yolunda öldürülenlere, 'ölüler' demeyin..." ayetinin tefsirinde şöyle diyor: "Bu ayet açık biçimde insanın berzah âleminde bir tür hayat sürdürdüğünü ortaya koymaktadır. Aynı anlam şu ayet-i kerime tarafından da pekiştirilmektedir: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma; hayır, (onlar) diridirler, Rab'lerinin katında rızıklanmaktadırlar." [92]

Şehit olmayan mümin ölülere gelince; onlar da birçok rivayette kaydedildiği üzere berzah âleminde hayat sürüyorlar; hatta dünyadaki ailelerini bile ziyaret ediyorlar...

Ali b. İbrahim'den, o da İbn-i Ebi Ümeyr'den, o da Hafs b. Bahteri'den, o da İmam Sadık'tan (a.s) şöyle nakleder:

"Mümin, ailesini ziyaret eder; dolayısıyla sevdiği şeyi görür ve sevmediği şey ise ondan gizlenir. Kâfir ise ailesini ziyaret eder ve sevmediği şeyi görür; sevdiği şey ise ondan gizlenir... Onlardan bazıları her perşembe günü akşamı -ailelerini- ziyaret ederler, bazıları ise ameli miktarında ziyaret eder."[93]

O hâlde, dünya hayatını terk edip ahirete göçen, duyan, gören, ve kendilerine kavuşmamış mümin ve şehitler hakkında Allah'a dua edenlerin, onlara dua eden müminlerin dileklerini gidermelerindeki engel nedir? Oysa yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın, keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinçli olarak, arkalarından henüz (şehit olup) kendilerine yetişemeyenlere de korku olmadığına, onların da üzüntüye uğramayacaklarına sevinirler. Allah'ın nimetine, lütfuna ve Allah'ın müminlerin ecrini zâyi etmeyeceğine sevinirler." [94]

Bütün bu açıklamalardan, insanın dünya hayatından göçtükten sonra başka bir hayat süreceği, kâfirin orada azaba uğrayacağı ve acı çekeceği, müminin ise orada nimet içerisinde olacağı, sevineceği, müjdeleneceği ve yine insanın ölünce dünyada yaşayanlarla bütün ilişkilerinin kesildiği görüşünün ne kadar tutarsız olduğu anlaşılmaktadır.

Bu görüş (insan ölünce dirilerle irtibatının kesildiği düşüncesi), ölüleri aracı kılmanın caiz olmadığını söyleyenlerin görüşüdür.

Bu görüş, açıklandığı üzere Kur'ân-ı Kerim'in açık nassına aykırı olması açısından tutarsızdır.

Bu bölümü bitirmeden önce, bu hususta yararlı olacak Resulullah'tan (s.a.a) rivayet edilen şu hadisi aktarmamız uygun olacaktır:

Bedir Savaşı, Müslümanların zaferiyle son bulunca, Resulullah (s.a.a) müşriklerin ölülerinin atıldığı kuyunun başında durarak şöyle buyurdu:

"Ey kuyudakiler! Siz Peygamberin ne de kötü aşireti idiniz! Siz beni yalanladınız, halk ise beni doğruladı; siz beni (yurdumdan) dışarı çıkardınız, halk ise beni barındırdı; siz bana karşı savaştınız, oysa halk bana yardım etti... Acaba Rabbimin size vaat ettiğini doğru buldunuz mu?"[95]


Eğer dünya hayatından göçen bu öldürülen müşrikler duymuyorlardıysa, Resulullah'ın (s.a.a) onlarla konuşması abes olmaz mıydı?! Oysa Resulullah (s.a.a) kendi nefsinden konuşmaz; onun konuşması ilham edilen bir vahiydir.
 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
....
Eğer dünya hayatından göçen bu öldürülen müşrikler duymuyorlardıysa, Resulullah'ın (s.a.a) onlarla konuşması abes olmaz mıydı?! Oysa Resulullah (s.a.a) kendi nefsinden konuşmaz; onun konuşması ilham edilen bir vahiydir.

Zaten Peygamberimizin müşriklerle bir konuşmuşluğu yoktur.
Uydurmadır.
Mezardaki ölü duyar mı ?
Koskoca peygambere yakıştırdığınız şeye bir bakın.
Bu gün böyle bir şeyi iddia edeni tımarhaneye atarlar.

Fâtır 19
19-22 – Görenle görmeyen (âma) bir olmaz.Karanlıklarla aydınlık,gölge ile sıcak,dirilerle ölüler de bir olmaz! (müminlerle kâfirler bir olmaz).Allah, dilediğine hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin.
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Ölüler, elbette işitir


Bu konudaki bazı âyet-i kerime mealleri şöyledir:
(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17) Birileri, ötekileri öldürüyor, Allah, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor.

Aynen bunun gibi aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.
(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18]

(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akıl edemezler, düşünemezler.) [Bekara
171]

Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)
(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.)[İsra 72] (Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.)
(Sağırlara işittiremezsin. Körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.) [Zuhruf 40] Bu âyette işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir.

Kabirlerdekilere işittiremezsin demek de, inatçı kâfirlere işittiremezsin, yani hakkı kabul ettiremezsin demektir. (Beydavi)
(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [cennetle cehennem] bir olmaz.Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn]

Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Haşa bu abesle iştigal olmaz mı? Haşa peygamberimiz cahil mi de kabirdekileri hidayete kavuşturmaya uğraşsın? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

(Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46]

Burada kâfirlerin gözleri değil, basiretlerinin kör olduğu açıkça bildiriliyor. Yani öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde sadece onlar kör, sağır ve dilsiz diye geçiyordu. Bu âyette ise kör demek, maddi gözün olmadığı, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmamalıdır.

(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52, 53] Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir. Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu. Hem de kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari’deki hadis-i şerifte, (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Ölüler de işitir...

Resulullah Efendimiz Bedir savaşı'nda öldürülen müşriklerin ileri gelenlerinden yirmidördü'nün cesedlerinin kör bir kuyuya atılmasını emretmişti. Daha sonra kuyunun başına gelerek:

"Siz Allah'a ve Resulullah'a itaat etseydiniz sevinirdiniz. Biz Rabbimizin bize vaadini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaat etmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu?" buyurdu.

Hazreti Ömer (ra) Efendimiz: 'Ya Resulullah! Kendilerinde hayat eseri bulunmayan şu kokmuş cesedlere mi sesleniyorsun?' deyince şu sözü söylediler:

"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim bu söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Fakat onların bana cevap vermeye güçleri yetmez." (Buhari)
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Mezardaki ölü duyar mı ?
Koskoca peygambere yakıştırdığınız şeye bir bakın.
Bu gün böyle bir şeyi iddia edeni tımarhaneye atarlar.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kabristana gelip:

“Ey mümin cemaatin diyârı! Size selâm olsun. İnşaallah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmüş olsa idik ne kadar sevinirdim.” buyurdu.

Ashâb-ı kiram:
“Yâ Resulellah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediklerinde:

“Siz benim ashâbımsınız. İhvanımız ise, henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdu.

“Henüz gelmemiş olan ümmetinizi nasıl tanıyacaksınız yâ Resulellah?” diye sorulduğunda ise şöyle cevap verdi:

“Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını bilemez mi?”
“Elbette bilir yâ Resulellah!”
“Kardeşlerimiz de yüzleri, el ve ayakları abdest nuru ile parlak olarak geleceklerdir. Ben de havzın başında onları bekleyeceğim.”
(Müslim: 249)


Bu Hadis-i şerif de ölülerin işittiğine dair bir delildir...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İmam Buhari'nin rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte Peygamber Aleyhisselatü Vesselam şöyle huyurmuştur;

"Kıyamet günü güneş insanların üstüne iyice yaklaşır, öyle ki akan terler kulakların yarısına kadar yükselir. İnsanlar bu vaziyetteyken Adem Aleyhisselam'dan yardım isterler, sonra Musa'dan ve sonra da Muhammed Aleyhisselam'dan yardım isterler "

Görüldüğü gibi Resul Aleyhisselatü Vesselam insanların Rableri nezdinde Adem Aleyhisselam'dan şefaat talep etmelerini istiğase, yani yardım isteme olarak isimlendirmiş.

(Muhammed Han'dan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Taberani, el-Mu'cem ül-Kebir ve el-Mu cem üs-Sağir adlı kitaplarında Osman bin Huneyften şöyle bir rivayette bulunuyor:

Adamın biri Osman bin Affan'a bir ihtiyaç için gelip giderdi, fakat (Halife) Osman ne onunla ilgilenir ve ne de adamın ihtiyacını giderirdi. Adamcağız bir gün Osman bin Huneyfle karşılaştığında başına gelen bu durumdan yakındı. Osman bin Huneyf adama;

"Git bir abdest al, iki rekat namaz kıl, ardından şöyle şöyle dua eyle 'Allah'ım,
Peygamberimiz Rahmet Peygamberi Muhammed'i vesile ederek sana yönelip (her şeyimle teslim olup) ve senden niyaz ediyorum; ya Muhammed seni vesile ederek Rabbine şu ihtiyacımın giderilmesi için yalvarıyorum. ' Bundan sonra oraya git, ben de seninle geleceğim
" dedi.

Adam gidip söylenilenleri yaptı ve Halife Osman Radıyallahu Anh'ın kapısını çaldı, kapıcı gelip adamın elinden tutarak kendisini Osman bin Affan'nın yanına götürdü, döşemesinin üzerine oturttu ve ona
"Nedir isteğin" dedi. Adam ihtiyacını söyleyince hemen ihtiyacını karşıladı ve "Senin ihtiyacın olan şeyi ancak şimdi hatırladım" dedi. Sonra Hz. Osman'ın yanından ayrıldı. Adam daha sonra Osman bin Huneyfle karşılaştığında kendisine:

"Allah senden razı olsun, Halife Osman benim ihtiyacımı karşılamıyor ve bana dönüp bakmıyordu, ne zaman ki sen benim derdimi ona söyledin o zaman bu iş bitti"

dedi. Buna karşılık Osman bin Huneyf de şöyle söyledi:


"Vallahi ben seninle ilgili ona hiçbir şey söylemedim, ancak Resulullah Aleyhisselam'a ama bir adamın geldiğinde, kendisinin göz nurunu kaybettiğinden şikayet ettiğinde, Resulullah Aleyhisselatü Vesselam'ın adama, 'Bu haline sabır mı edersin, yoksa dua mı edeyim, hangisini istersin?' deyince adamın, 'Ya Resulullah gözümün görmemesi canıma yetti, elimden tutacak kimse yok' dediğinde Resulullah'ın da kendisine, 'Git abdest al, iki rekat namaz kıl sonra da o duayı oku' dediğine şahit oldum. Adam da söylenilenleri yapmıştı. Vallahi biz bulunduğumuz o meclisten henüz ayrılmamıştık ki adam çok geçmeden yanımıza geldi. Gözleri görüyordu, sanki daha önce hiç kör olmamış gibiydi!.. "

Taberani Mücem'inde bu hadisin sahih olduğunu belirtiyor.

(Muhammed Han'dan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 140-141:

"Bedenin esaretinden, ilgisinden, meşguliyyetinden kurtulan ruhun tasarrufu, kuvveti, nüfuzu, himmeti .. bedenin ilgi ve meşguliyyetleri altında ezilmiş, esir ruhtan çok daha ileri seviyededir. Hakikatte ruh; yüce, temiz, büyük ve yüksek himmetli bir ruh olduğu halde, bedene mahbus iken böyle oluyorsa acaba bedenden ayrıldıktan sonra nasıl olabilir? O halde ruh, bedenden ayrılınca ayrı bir hale, ayrı bir fiile dönüşür. Bedenden ayrılan ruhların, rüyalarda bedene tekrar dönerek bir kişinin, iki kişinin yahut çok az sayıda insanın oldukça kalabalık bir topluluğu hezimete uğratmasıyla ilgili insanların gördükleri rüyalar, tevatür derecesinde çoktur. Resûlullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr ve Ömer'in “radıyallahü anhümâ” ruhlarının, mü'minlerin sayısının azlığı ve güçsüzlüklerine rağmen, kendilerinden sayıları ve hazırlıkları çok olan küfür ve zulüm ordusunu yendikleri, nice rüyalarda görülmüştür."

(Murat Yazıcı'dan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Sünen-i Darimi, 15. Bab, No: 94. (Madve Yayınları, c.1, s. 198):

93. Bize Ebu'n-Nu'mân rivayet edip (dedi ki) bize Sa'îd b. Zeyd rivayet edip (dedi ki) bize Amr b. Mâlik en-Nukri rivayet edip (dedi ki) bize Ebu'l-Cevzâ' Evs b. Abdillah rivayet edip şöyle dedi:

Medinelilere çok şiddetli bir kuraklık isabet etmişti de Hz. Aişe'ye dert yanmışlardı. Bunun üzerine o şöyle demişti: "Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- kabrine bakın ve ondan göğe (doğru) bir delik açın. Öyle ki onunla gök arasında hiçbir tavan kalmasın!" (Râvi) dedi ki, onlar bu (söyleneni) yaptılar. Bunun sonucu öyle bir yağmur yağdı ki nihayet otlar bitti, develer etlenip yağlandılar. Hatta iç yağından (çatlayıp) yarıldılar. Bundan dolayı (bu yıla) "yarık yılı" adı verildi.


(Murat Yazıcı'dan alıntıdır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hikmetli bir Söz:

"Çarşı pazar satıcı doludur, amma mücevher ancak sarrafta bulunur.."

Söyleyene değil söyletene bak..
 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
İmam Buhari'nin rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte Peygamber Aleyhisselatü Vesselam şöyle huyurmuştur;

"Kıyamet günü güneş insanların üstüne iyice yaklaşır, öyle ki akan terler kulakların yarısına kadar yükselir. İnsanlar bu vaziyetteyken Adem Aleyhisselam'dan yardım isterler, sonra Musa'dan ve sonra da Muhammed Aleyhisselam'dan yardım isterler "

Görüldüğü gibi Resul Aleyhisselatü Vesselam insanların Rableri nezdinde Adem Aleyhisselam'dan şefaat talep etmelerini istiğase, yani yardım isteme olarak isimlendirmiş.

(Muhammed Han'dan alıntıdır)

Fatiha 5.

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

5- Biz yalnızca sana ibadet eder ve yalnız senden yardım (istiğase) dileriz.

Fatiha süresi Kurandan değil mi ve bu sure peygamberimize nazil olmadı mı?
Öyleyken nasıl olurda peygamber efendimiz Allahtan başkasına istiğase etmeyi kabul edebilir?

..........

MODERATOR NOTU: lafızlarınızı ithamlardan arındırınız...

OKUYUNUZ
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Peki o mübarek Ayet-i Kerime'de neden "Ben ederim, ben isterim" denilmemiş de "Biz isteriz, biz ibadet ederiz" denilmiştir?

Biraz tefekkür efendim..

Biliyor iseniz de, açıklayınız, ilminizden yararlanalım..
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Er-Risâletü’l-Es’adiyye Fit-Tarîkati’l-Aliyye:


Bismillahirrahmanirrahim
Birinci Fasıl:
TARİKATIN MÂNÂSI VE LÜZUMU BEYANINDADIR
Tariat lügaten “Tarik” gibi “Yol” demektir. Sufiye ıstılahında, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma maksadıyla sülûk olunacak ibadet yoludur.

Nitekim:

“Allah’a ulaşan yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir.”

Lüzum ve vücubu ise Âyet-i kerime ve Ehâdis-i şerife ile sâbit ve müberhendir.

Allah-u Teâlâ:

“Liküllin Cealnâ minküm şir’aten ve minhâcen” buyurmuştur. (Mâide: 48)

“Minhâc”ın mânâsı, lügatte “Münevver bir yol”dur.

Binâenaleyh Fahrüddin-i Râzi Hazretlerinin Tefsir’inden ve diğer tefsirlerden anlaşılacağı vech üzere Âyet-i kerime’nin mânâsı:

“Ey kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vâcip ettim. Evvelâ Şeriat, sâniyen Tarikat.” demektir.

Yine Allah Celle Celâlühu:

“Yâ Muhammed! Söyle, eğer Muhabbetullâhi Teâlâ’yı arzu ederseniz bana tâbi olunuz. Benim sülûk ettiğim şeriat ve tarikat yollarını takip ediniz.” buyuruyor. (Âl-i imrân: 31)

Ve buna mümâsil bir hayli Âyet-i kerime var ise de, iddia edilen şeyin isbâtı için iki âdil şâhid ile iktifâ eyleriz.

Ehâdis-i şerife’ye gelince:

“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka müstesnâ diğerleri hep ateştedir.”

“-Onlar kimlerdir yâ Resulellah?”

“Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” (Ebû Davud)

Hadis-i şerif’te Cenâb-ı Risâletpenah Efendimiz Hazretleriyle Ashâb-ı kiram’ın sülûk ettikleri şeriat ve tariat yollarını iltizam etmeyenlerin azâb-ı cahim ile azap olacakları açıkca beyan buyurulmuştur.
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Sevgi ve teslimiyet kişinin mânevi parasıdır. Bunlar ne kadar çok olursa, mürebbinin nazar ve teveccühünü o nisbette kazanır. O sevgi sayesinde terbiye görür, o sevgi sayesinde terakki eder.

Hatta bazı zevât-ı kiram: 'Nefsi çok zorlamaktansa, Hazreti Allah'ın bir sevgilisinin kalbine girmek daha hayırlıdır.' demişlerdir.

Manevi terakkinin muhabbet ile mümkün olduğu üzerinde bütün evliyâûllah ittifak etmişlerdir.

Nitekim Şeyh Esad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz de "Şeriât infazından sonra en kestirme yol, Râbıta ile alınır." buyurur.
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Mezardaki ölü duyar mı ?

Yunus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri: "Ölenler hayvan imiş, aşıklar ölmez." buyururlar.

Cenâb-ı Fahri Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir'de müşrik ölülerine hitapta bulunduğu zaman Hazreti Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz:

'Ya Resulullah! Şu kokmuş cesetlere mi sesleniyorsun?' dedi.

"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim bu söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Fakat onların bana cevap vermeye gücü yetmez." buyurdular. (Buharî)
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Zaten Peygamberimizin müşriklerle bir konuşmuşluğu yoktur.
Uydurmadır.
Mezardaki ölü duyar mı ?
Koskoca peygambere yakıştırdığınız şeye bir bakın.
Bu gün böyle bir şeyi iddia edeni tımarhaneye atarlar.

Fâtır 19
19-22 – Görenle görmeyen (âma) bir olmaz.Karanlıklarla aydınlık,gölge ile sıcak,dirilerle ölüler de bir olmaz! (müminlerle kâfirler bir olmaz).Allah, dilediğine hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin.

“Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile hararet bir değildir. Dirilerle ölüler de bir değildir. Allah dilediği kimseye işittirir. Sen kabirde olanlara işittiremezsin.” (Fâtır: 19-20-21-22)

Kabirde olanlardan murad ruhu ölmüş olanlardır. Onlar hiçbir hakikati duymazlar.

Mümin imanı sayesinde gölge ve rahat içindedir. Kâfir de inkârından dolayı yakıcı sıcak içinde ve sıkıntıdadır.

Kalpleri iman ile mârifetullah ile diri olan müminlerle, içleri küfür ve isyan zulmetleri içinde kalmış, mânen ölmüş kâfirler müsavi olamazlar.
 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
alıntı....
Kabirde olanlardan murad ruhu ölmüş olanlardır. Onlar hiçbir hakikati duymazlar.


Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile hararet bir ....

körden murad ne,görenden murad ne?
veya karanlıktan murad ne aydınlıktan murad...?
ya gögeden murad nedir,veya hararetten....

Ayet hiç bir şekilde saptırmaya meydan vermemek için somut zıtlıklarla örnekler vermiş ama yine de tevil yapıp HAŞA Allahın anlatamadığı muradına tercüman olmuşsunuz...
pes...
Ruh ölümsüzdür diyordunuz şimdide ölümlü oldular...

 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 140-141:

"Bedenin esaretinden, ilgisinden, meşguliyyetinden kurtulan ruhun tasarrufu, kuvveti, nüfuzu, himmeti .. bedenin ilgi ve meşguliyyetleri altında ezilmiş, esir ruhtan çok daha ileri seviyededir. Hakikatte ruh; yüce, temiz, büyük ve yüksek himmetli bir ruh olduğu halde, bedene mahbus iken böyle oluyorsa acaba bedenden ayrıldıktan sonra nasıl olabilir? O halde ruh, bedenden ayrılınca ayrı bir hale, ayrı bir fiile dönüşür. Bedenden ayrılan ruhların, rüyalarda bedene tekrar dönerek bir kişinin, iki kişinin yahut çok az sayıda insanın oldukça kalabalık bir topluluğu hezimete uğratmasıyla ilgili insanların gördükleri rüyalar, tevatür derecesinde çoktur. Resûlullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr ve Ömer'in “radıyallahü anhümâ” ruhlarının, mü'minlerin sayısının azlığı ve güçsüzlüklerine rağmen, kendilerinden sayıları ve hazırlıkları çok olan küfür ve zulüm ordusunu yendikleri, nice rüyalarda görülmüştür."


(Murat Yazıcı'dan alıntıdır)

Lütfen bir dahi okuyunuz.. Her ruh değil tabi.. Müslümanların, Ariflerin Peygamberlerin Ruhu.. Kafir ve münafıkların değil.. Onlar için Kabir Cehennem Çukuru, hapishane..

Peki o mübarek Ayet-i Kerime'de neden "Ben ederim, ben isterim" denilmemiş de "Biz isteriz, biz ibadet ederiz" denilmiştir?

Biraz tefekkür efendim..

Biliyor iseniz de, açıklayınız, ilminizden yararlanalım..
 
Üst