Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
allah razı olsun esatullah
evet dayanaksız idaa gecersizdir zanna göre amel işlemek caiz değildir
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Delilsiz mesnedsiz bilgi, İslam'a uygun değildir.. Amenna.. Doğrusu budur..

Delil Kur'an ve Sünnettir.. Onlardan beslenen ulema nakil ve görüşleridir.. Evliyaullahtır.
.
 

Üsve-i Hasene

Asistan
Katılım
21 Haz 2007
Mesajlar
414
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
hirahos abla Allah razı olsun çok güzel bir çalışma hazırlamışsın ben daha konuyu yeni gördüm :) Tasavvufla ilgili büütün soruları anlatan çok güzel bir kitap bir ihvan abimiz, hocamız tarafından hazırlandı. Eykardeşim isimli kitap küçük cep kitapçığı şeklinde 2 seri Oğuz Aydınyol hocamızın .Eğer temin edebilirseniz okumanızı isterim ..
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
İnsanların ihdas ettikleri ve kendilerinden ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan Kur’an-ı Kerim’in getirdiği ve Hz. Peygamberin davet ettiği, (insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar) Hz. Peygamberin Ashab-ı’nın yapmakta devam edegeldikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler bid’atçı ve kendiliklerinden ihdas edicilerdir.” (Ebu Hanife, El-Vasiyye, 79)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Muhammed Esad Erbili (k.s.) Hazretlerinin Size Menemen Vakasindaki Mahkemesi Esnasinda Karar Okunurken çekilen Fotografini Sunuyorum.vesselam


Bu fotoğrafı sunmaktaki amacını da öğrenebilir miyiz gizemli arkladaş ? Cümle alem biliyor ki, Menemen'de İslâm ve Tasavvuf Düşmanlarının senaryoları ile gerçekleştirdiği hadise; 5-6 SAHOŞ ve ESRARKEŞ'in Teğmen Kubilay'ın hunharca şehit edilmsine kadar vardırdığı bir olaydır. Bu olayın akabinde Türkiye'de ne kadar şeyh ve mürşid*-i kamil varsa hepsi sıgaya çekilmiş ve soruglanmaya alınmıştır. Ancak, hedefteki şahıs Erbil'lşi Şeyh Muhammed Esad Efendi (k.s) olduğundan pek çoğu serbest bırakılmış sadece Esad Efendi ve yakınları muhakeme olmuşlardır. Bu olayı gerçekleştirenlerin hepsinin SERSERİ TAKIMI olduğu ve bütün devlet raporlarının resmi belgelere dahi bu şekilde geçtiği bilindiği halde, günahsız insanların yargılandığı bir hakikattir. Konuyu TBMM'si TARAFINDAN yayınlanan MENEMEN HADİSESİ adlı iki cilt kitaptan daha detayınca ve teferruatıyla öğrenebilirsiniz.
 

bilal habeş

Asistan
Katılım
29 Haz 2007
Mesajlar
217
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Bu fotoğrafı sunmaktaki amacını da öğrenebilir miyiz gizemli arkladaş ? .

Benin Esad efendinin resmini avatarımda gösterdiğimi ifade etmeden önce şayet bu yazıdan öncekileri okumuşsan formda Şeyh Esad efendi ile ilgili yazışmalar geçiyor. Bende kardeşlerime Üstadın resmini göstermek üstedim. Ve şu anda da Şehid Şeyh Ahmed Yasin'in fotografını avatarımda sergiliyorum. Allah nasib ederse diğer şehitleri ve alimleri de avatarıma koymak istiyorum. Öyle gizemli falanda değilim, Esad efendide Nakşi-Halidiye kolu içerisindeki önemli yerini almış alim bir zattır. Allah için onu çok seviyorum. Fotoğraftan ne anladığınız size kalmış, fakat üslubunuz çok kötü, keşke üstadlar hakkında bu kadar bilgi sahibi olduğunuz kadar edebtende nasibiniz olsa. Allah'a emanet olun.
 

yüz akı

Profesör
Katılım
28 Şub 2007
Mesajlar
792
Tepkime puanı
114
Puanları
0
Yaş
41
Konum
diyar-ı gül
TASAVVUF

tasavvuf, nihayeti olmayan bir ummandır.Bütün kainatı içine alan ilm-i ilahidir.(marifetullah ilmidir)Bu, tarif edilemez, ancak HERKES NASİBİNE, ANLAYIŞINAA,DERECESİNE GÖRE SÖZ EDER.

Fahr-i kainat efendimiz hz leri bile:

''Ya rab! Ben seni nasıl sena ederim.Sen kendini nasıl sena etdi isen öylesin'' buyurmuşlardır.

SADIK DANA HZ LERİ..
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Hüccet-ül İslâm olduğu halde, İmam-ı Gazali Hazretleri tasavvufa yönelmiş seyr-ü sülûk yolundaki zevki tatdıktan sonra durumunu şu şekilde dile getirmiştir:

“... Sonra kendi durumuma baktım. Bir de ne göreyim! Dünyevî alâkalar içine dalmış batmışım. Bu alâkalar beni her taraftan sarmışlar. Yaptığım işlerimi gözden geçirdim. Onların en güzeli tedris ve tâlim idi. Fakat bu sahada da ehemmiyetsiz, âhiret yoluna faydası olmayan ilimlerle meşgul olduğumu anladım. Tedris hakkındaki niyetimi yokladım. Onun da Allah rızası için değil, mevki ve şöhret kazanmak gayesi ile olduğuna kanaat getirdim. Bu hâlimle uçurumun kenarında bulunduğuma, eğer durumumu düzeltmek için harekete geçmezsem ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim.

Yakînen anladım ki, sufiler hakikaten Allah yolunu bulan kimselerdir. Onların gidişleri, gidişlerin en güzelidir. Gittikleri yol, yolların en doğrusu, ahlâkları ahlâkların en temizidir.

Dünyadaki bütün akıllı insanların akılları, hikmet sahiplerinin hikmetleri, şeriatın bütün teferruatını bilen zâhir ulemâsının ilimleri, onların gidişat ve ahlakından bir şey değiştirmek ve yerine daha iyisini koymak üzere bir araya gelseler, buna muvaffak olamazlar.

Onların zâhir ve bâtınlarındaki hareket ve duyguların hepsi, nübüvvet kandilinin nûrundan alınmıştır. Yeryüzünde ise nübüvvet nurundan başka hidâyet rehberi, nûr kaynağı yoktur.”
(El-munkizu min’ed-dalâl)

 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
........................

Bir sorun var ya anlamadım.. Kaç sefer gönderdim almadı.. Yeni mesajlarda görünmedi.. Sayfayı tekrar açtım, yazı duruyor.. Düzeltme yapamıyorum.. Zannedersem, sunucunun sorunlu olması sebeb..
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
CEZBE, SEKR, VECD, İSTİĞRAK NEDİR? DELİLLERİ NELERDİR? İSLAM KAYNAKLARINDA YERİ VAR MIDIR?

CEZBE: Birinci türü; Kalbin Titremesidir, ulvi duygulara kapılmadır, İrade dışı seslenme ve hareketlerdir; bir türü de "Hakk'ın kulu kendine çekmesi ve aniden huzuruna yükseltmesidir."

SEKR: Kendinden geçme, aşk neticesi manevi sarhoşluk

VECD: Yoğun bir aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, kendini unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.

İSTİĞRAK: Bir şeyi baştan aşağı kaplamak. Tasavvuf erbabının vecde gelip kendinden geçmesi. Hak sevgisi ve duygusunun insanı her zerresine kadar kaplaması.


------------------------------------------

Bazı İslam büyükleri şöyle derler: "Cezbe bir ikramı ilahidir."

Bu ilahi ikrama sahib olan kul, Rabbinin rızasını ve yakınlığını daha çabuk kazanır. Şöyle ki; cezbe kulda bir muhabbet ve aşk ateşi meydana getirir. Bu aşk ateşi sayesinde insan Allah'tan gayrı her şeyi unutur. Kendinden geçerek istiğrak haline düşer. Yani cezbe, ruhun Allah'a çekilmesi ve bu sebeble vuku bulan nefsin ıslahı ve kalbin tasfiyesinde manevi bir ilaçtır.

Şah-ı Nakşibend (k.s.) şöyle buyuruyor:

"Bizim yolumuz cezbe ve sohbet yoludur. Biz müridleri cezbe ile terbiye ederiz. Yolumuzun evveli cezbe, ahiri ise kalb huzuru, sekinet ve vakardır. Yolumuzun başlangıcında müntesiblerde vuku bulan cezbe hali, onları dünya muhabbetinden koparır ve feyz alır bir şekilde kalbin Rabbine yönelmesine vesile olur."

Bir kalb ki cilalanıp feyiz alır hale gelirse o zaman nefs ıslah olma yoluna girmiş demektir. Bu yol cezbe ile başlar, rabıta ve zikir ile devam eder. Şah-ı Nakşibend (k.s.) buyurur:

"Rahman'dan gelen bir cezbe ile yapılan amel, ins ve cinnin (aşksız ve hususuz) ameline denk olur."

AYETLERDE CEZBE

1- "Muhakkak mü'minler o kimselerdir ki Allah'ı zikrettikleri zaman kalpleri titrer." (Enfal/2)

2- "Onlar ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer." (Hac, 35)

3- "Rablerinden korkanların, ondan (bu kitaptan) derileri ürperir. (Ondaki müjde ve tehdidi duyunca tüyleri diken diken olur, sonra Allah'ın feyzi içlerine dolar, huzura ererler), derileri ve kalbleri Allah'ın zikrine yumuşar."(Zümer/23)

Elmalılı Tefsirinde CEZBE

Allah Teala şöyle buyuruyor:

" Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmağa gelip de Rabbi onunla konuşunca:

'Rabbim bana kendini göster, sana bakayım!' dedi. Rabbi buyurdu ki: 'Sen beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni göreceksin!'

Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılınca: 'Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim" dedi
. (Araf, 143),

Elmalılı Hamdi Yazır "Hak Dini Kur'an Dili" adlı tefsirinde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:

"Rabbi Hz. Musa'yı (a.s) doğrudan doğruya fakat perde arkasından kelamıyla mutlu edince bu kelamın şevk ve neşesiyle Allah'ı (c.c.) görme arzusu onda uyandı ve heyecana gelerek "Ey Rabbim bana göster kendini, bakıp göreyim seni", dedi. Yani perdeyi kaldır bana bizzat tecelli et de didarını göreyim diye yalvardı.

Bunun üzerine Allah Zatındaki bütün azamet ve kudreti ile değil, emir ve iradesinden bir parçasının dağa çarpması ile dağ dümdüz oluverdi ve Musa (a.s) baygın düştü." (Hak Dini Kur'an Dili, Cild 4, sn. 129)

PEYGAMBER EFENDİMİZİN ŞAHSINDA CEZBE

Peygamber Efendimizin şahsında cezbenin başlangıcı, Hira dağındaki mağarada itikaf yaptığı günlere rastlar. Peygamber Efendimiz o sıralarda her sene belirli bir ayda, yanına bir miktar azık alarak bu mağarada inzivaya çekilirdi. Her yıl tekrarlanan bu ibadet zinciri içerisinde 40 yaşına bastığı yıl, yine Hira dağındaki mağarasında ibadet yaptığı sırada, aniden Cebrail (a.s) kendine göründü. Cebrail (a.s) Peygamber Efendimize yaklaşarak: "Oku" dedi. Peygamber Efendimiz de: "Ben okuma bilmem!", cevabını verdi. Bu üç defa tekrarlandı. Üçüncü defada Cebrail (a.s) Peygamber Efendimizi iyice kucaklayıp sıkarak "Yaratan Rabbinin adıyla oku..." dedi. O da okudu. Bu kucaklaşma neticesinde Cebrail (a.s) ile Peygamber Efendimiz arasında manevi bir etkileşim oldu, titremeye başladı ve bundan dolayı müşrikler O'na "saralı, hasta" gibi yakışıksız sözler söylemişlerdi.

Burada Peygamber Efendimizin titremesi vecd ve istiğrak halinden dolayıdır. Demek ki bunlar Hz. Peygamber'in (s.a) ruhi hayatında mevcuttur.

Sevgili Peygamberimiz Kur'an'ı okunurken duyduklarında kendilerinden geçer, vecde gelirlerdi. Konu ile ilgili olarak rivayetlerin biri şöyledir:

Resul-i Ekrem (s.a) şöyle buyurmaktadır:

"Hud ve benzeri sûreler beni kocattı." (Tirmizî, Tefsir, 56)

Bu hadis vecd'den haber vermektedir. Zira kocamak, hüzün ve korkudan gelir. Hüzün ve korku ise, vecd demektir.

Rivayete göre: İbn Mesud (r.a.) Resul-i Ekrem'e Nisa süresini okudu da:

"Her ümmetten peygamberlerini şahid getirdiğimiz zaman ve seni de o peygamberlerin sıdkına şahid getirdiğimiz zaman onların halleri nice olur?" (Nisa: 41) ayet-i celilesini okuduğu zaman, Resul-i Ekrem'in gözleri yaş ile doldu ve "Yeter" buyurdu. (Buhari, cihad, 7; Müslim, Salatu'l-Musafirin, 2)

ASR-I SAADETTE CEZBE

Sahabe ve Tabiin de Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini dinlerken vecd'e gelirlerdi. Bu hali yaşayan Sahabe ve Tabiin'den pek çok kimse vardır. Bu halde iken kimi sayha eder (nara atar), kimi ağlar, kimi bayılır, hatta ölenler bile olurdu.

Rivayete göre: Zuhare b. Ebi Evfa Tabiin'in sikalarından idi. İmamlık yapar, Kur'an-ı rikkatle okurdu. Bir gün namaz kıldırırken: "Sur'a üfürüldüğü zaman" (Müddesir/8) ayet-i celilesini okuyunca öyle bir sayha etti ki mihrabta iken hemen düşerek can verdi.

Hz. Ömer (r.a.), bir adamın: "Rabbinin azabı elbette vakidir. Onu defedecek (hiç bir şey de) yoktur." (Tur, 7-8) ayet-i celilesini okuduğunu duyunca olduğu yerde düştü eve götürdüler, bir ay kadar hasta yattı.

İmam Ahmed b. Hanbel (r.a.) Hz. Ali 'den (r.a) şöyle rivayet eder:

"Ben, Zeyd ve kardeşim Cafer (r.anhum) Peygamber'in (a.s.) yanına gittik. Aleyhissalatü vesselam Zeyd'e (r.a.):

'Sen benim kölem ve azadlımsın', dedi.

Bu iltifata mazhar olan Zeyd (r.a.) bir ayağının üzerinde dönüp durdu. Cafer'e de:

"Sen ahlaken ve fıtraten bana benzersin", dedi. O da raksa gelip bir ayak üzerinde dönüp durdu. Bana da:

"Sen bendensin", dedi. Ben de bir ayak üzerinde dönüp durdum.


(www.halidiye.com'dan alıntılanmıştır)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Ömer bin Hattab'dan (r.a.) şöyle rivayet olundu:

Cibril (a.s.) her zaman geldiği vaktin dışında Resulullah'ın yanına geldi. Bunu gören Resulullah (s.a.v.) kalktı:

“Ya Cibril! Neden rengini değişmiş ve solgun görüyorum” dedi. O da;

“Allahu Teala cehennem ateşinin körüklenmesini şiddetli yandırılmasını emretti. Onun heyecanı ile geldim” dedi. Resulullah (a.s.):

“Ya Cibril bana cehennem ateşini anlat” deyince Cibril cehennemi şöyle anlattı:

“Yüce Allah cehennemin yakılmasını emretti. Bin yıl yakıldı bembeyaz oldu. Sonra yine yakılmasını emretti, bin yıl daha yakıldı kıpkırmızı oldu. Tekrar emretti bin yıl daha yakıldı. Simsiyah oldu. O şimdi kapkara ve karanlıktır. Kıvılcımlarının parıltısı gözükmez. Alevi sönmez. Seni hak dini ile gönderen Allah´a yemin ederim ki cehennemden dünyaya iğne deliği kadar bir delik açılsa sıcaklığından yeryüzündeki bütün canlılar ölür. Seni hak din ile gönderen Allah´a yemin ederim ki eğer cehennem zebanisi dünyadaki insanlara gözükse bütün insanlar ölür. Allah´ın kitabında vasfettiği cehennem zincirinin bir halkası dağların üzerine konulsa dağlar ezilir, yere batardı.”

Bunları dinleyen Peygamberimiz (s.a.v.) “Yeter ya Cibril, daha fazla dinlemeye dayanamayacağım. Korkudan kalbim durup öleceğim” dedi. Cibril´e bakıp onun da ağladığını görünce;

“Ya Cibril Allah katında yüce makam ve şerefin varken sende mi ağlıyorsun?” dedi. Cibril de şu cevabı verdi:

“Neden ağlamayım. Ben daha çok ağlamalıyım. Allah´ın ilminde, göründüğüm halden daha kötü bir halde olabilirim. İblis gibi korkunç imtihana çekilmeyeceğimi ne bileyim. O da meleklerdendi... Ne bileyim. Belki Harut ve Marut´un düştüğü akıbete düşerim” deyince Peygamberimiz (s.a.v.) uzun süre ağladı. Cibril ağladı, nihayet onlara şöyle bir ses geldi:

“Ya Cibril, Ya Muhammed (s.a.v.), Allah sizi günah işlemekten ve asi olmaktan emin kıldı.”

Bunun üzerine Cibril yükseldi gitti. Resulullah (s.a.v.) da çıktı. Ensardan bir cemaate uğradı. Gülüyorlar, eğleniyorlardı. Bu hali görünce onlara;

"Arkanızda cehennem olduğu halde nasıl gülüp eğleniyorsunuz. Eğer benim bildiklerimi bilseniz az güler, çok ağlardınız, boğazınızdan yemek ve su geçmezdi. Yollara çıkar Allah´a yalvarırdınız." buyurdu.

(Teberani)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bir eserde rivayet olunmuştur ki;

"Rahman cezbelerinden bir cezbe, ins ve cinnin amellerine müsavidir." (1)

Cezbe, Allah-u Zülcelal tarafından, kuluna bir ikramdır.

Sa’d bin Ebu Vakkas (r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (a.s.v);

"Eğer ağlayabilirseniz, ağlayınız. Eğer ağlayamıyorsanız, ağlamaklı (ağlar gibi) olunuz." (İbn-i Mace)

Bu cezbe, ister namazda ister namaz haricinde olsun; gücü nisbetinde, kişinin, cezbesini tutması lazımdır. Şayet takatinin dışında olan ses ve hareketlere hiç kimse bir şey söyleyemez. Allah-u Zülcelal’in rahmetinin ağırlığına kim dayanabilir ki...

İmam Ahmed bin Hanbel'in "Müsnedi'nde", Hz. Ali (KerremAllahu Veche)'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz (SallAllahu Aleyhi Ve Sellem); Hz. Ali (r.a)'e;

"Sen bendensin." Hz. Cafer'e;

"Senin ahlakın ve yaratılışın, benim ahlakım ve yaradılışım gibi." Hz. Zeyd (r.a)’e de;

"Sen benim azadlığımsın (azad olmuş kölemsin)." (Ahmed b. Hanbel) demiştir.

Bu şekilde söylemesi üzerine, vecd'e (cezbeye) gelip, tek ayak üzerinde dolaşmaya başlamışlardır.

Bu sahabelerin Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda, böyle bir harekette bulunmaları mümkün değildir. Fakat takatlerini aştığı için, kalkıp semaya başlamışlardır.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda, takatin dışında böyle bir olay zuhur ediyorsa, zamanımızda da böyle şeyler zuhur edebilir. Onun için, bu gibi durumlara dil uzatmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Ama özellikle namazda kendini tutması lazımdır. Çünkü namazda iki harf çıkması ya da üç hareket olması halinde namazı ifsad edeceği için, çok dikkatli olunmalıdır.

Namaz dışında gelen rahmet ve feyzin gelmesi halinde, kendini serbest bırakması ve ses çıkacak diye rahmet ve feyzi nehy etmeye çalışmamalıdır. Çıkacaksa ses, o feyz ve nisbetten çıksın.

Kişi kendini sıkıp, Allahu Zülcelal’dan gelen feyz ve berekete engel olmasın...


Kaynak: Seyda Muhammed el-Konyevi kuddisesirruh

http://konyevi.net/yazi_ayrinti.php?yazi_no=352

(1) “Rahmânın cezbelerinden bir cezbe, bütün insanların ve cinnîlerin sevâbları gibidir” hadîsini, Muhammed Emîn-i Tokâdî Hazretleri “Sulûk” risâlesinde bildiriyor. Bu risâle, Süleymâniye, Dâr-ül-mesnevî, 169 numarada mevcûddur. Hadîs olduğu, Ma'rifetnâme’nin 386. sahîfesinde de yazılıdır. “Nefsini tanıyan Rabbini tanır” hadîsini “Künûz-üd-Dekâik’in” 11. sahîfesi yazmakta ve Deylemî’de de bulunduğunu bildirmektedir. “Letâif-ül-Minen’de”, Ebül Abbâs-ı Mürsî'nin bunun hadîs olduğunu bildirdiği ve yaptığı uzun tevîli yazılıdır. “Keşf-ün-Nûr’un” 1. sahîfesi ve “Salât-ı Mes'ûdî” bunun hadîs olduğunu açıkça yazmakta ve “Kendi aczini anlayan, Rabbinin azametini anlar” şeklinde tefsîr etmektedir. İbni Teymiyye’nin ve Zerkeşî’nin ve Abdülkerîm ibni Sem'ânî’nin buna “Yahyâ bin Mu'âz-ı Râzî'nin sözüdür” demeleri, hiçbir esâsa dayanmamaktadır. Bunun hadîs olduğu “Salât-i Mes'ûdî’nin” 13. bâbında da yazılı olduğunu “Fıkh-ı Gîdânî” Fârisî Şerhi bildiriyor.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Teşekkürler hirahos, takip edilmesi gereken konu acaba daha kısa ve okunur yazı olsa okuyan sayısı artar mı ?
 

ravzaa

Üye
Katılım
16 Eki 2007
Mesajlar
81
Tepkime puanı
0
Puanları
0

Tasavvufun Önemi

Tasavvufun insan için önemini ve İslam dininin bir rüknu olduğunu şöyle ifade etmek mümkündür:
Ashab-ı Kiram, tabiîn ve Tebe-i Tabiîn İslam aleminin en hayırlı insanları olarak kabul edilmiş, bunun böyle olduğunu, bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v) açık olarak bildirmiştir:

"İnsanların hayırlısı benim devrimdekilerdir. Sonra bunların arkasından gelenler ve onların arkasından gelenlerdir. Ondan sonra yalan yayılacak, onların sözlerine ve fiillerine itimat etmeyin" (Buhari Kitâb'us-Şehadet Muslim Kitab'ul Fedailis Sahabe)

Bu konu da Abdülaziz Debbağ Hazretleri (ks) de Şöyle buyurmuştur. "Bu insanlar (Ashab-ı Kiram ve Tabiîn) hep Hakk'a bağlı, daima Hak'tan bahseden, uyandıkları zaman zikirle uyanan ve hareketleri ile Hakk'la beraber olan insanlardı. Müstesnası pek nadirdir."

Ashab-i Kiram ve Tabiîn esasen özlerinde saf oldukları için onlarda hayır da çoktu. Vücütlarında, alınlarında, Hakk'ın nuru parlardı. Onlarda ilim zahir olmuş, görünür hale gelmişti. İçtihad derecesine ulaşmışlardı. Bu insanlardan sonra zulmet, Ümmet-i Muhammed'i boğmaya başladı. Niyetler bozuldu ve arzulara fesat karıştı. İşte, bu Selef'in adet ve yaşayışlarından uzaklaşılmaya başlandığı için tasavvuf ve tarikat insanlar için zorunlu hale gelmiştir.

Şer'i sorumluluk iki kısımdır
1-Zâhiri amel,
2-Bâtınî amel,

Zâhirî amel; kişinin cismi ve azalarının yerine getirmesi gerekli emirler ve nehiylerdir. Bunlar, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, zina yapmamak, hırsızlık yapmamak, içki içmemek gibi sorumluluklardır.

Bâtınî amel denilen; Kalbe yönelik olan emir ve nehiyler, birinci kısma binaen daha önemlidir. Çünkü insanın maneviyatı, zâhirî amellerine temel oluşturur. İmansız olarak yapılan ibadetin yerini bulması beklenebilir mi? Bunun için manevi amel, zâhirî amelden daha önemlidir. Nitekim Allah-u Zülcelâl, âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur;

"... Kim Allah'ın Rahmetine müstehak olmak için Rabbiyle karşılaşmayı temenni ediyorsa salih amel yapsın, Allah'a ibadette şirk koşmasın." (Kehf:110)

Allah-u Zülcelâl bu ayet-i kerimede kalbi halis tutmayı emretmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’de Ashab-ı Kiram'a kalbin ıslahını emretmiş ve kalplerini o cihete "teveccüh" ettirmiş, yönlendirmiştir. Bunun için kalbin gizli olan hastalıklardan temiz-lenmesinin gerekliliğini bildirerek şöyle buyurmuştur:

"Uyanık olun, insanın cesedinde bir et parçası vardır. Eğer o et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o fesada uğrarsa bütün vücutta fesada (bozulmaya) uğrar. Dikkat edin o da kalptir." (Buhari; Kitab'ul İman, Müslim; Kitabu'ul Miseka)

Allah-u Zülcelâl'in nazargâhı, yani insanları değerlendirmeye tabi tutarken baktığı yer insanların kalbidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak Allah sizin cesetlerinize, suretlerinize bakmaz. Tam tersine, kalplerinize bakar." ( Muslim; Kitabu'l Ber ve Sıla)

Bu hadis-i şerifte kalbin ıslahı için teşvik, kalbin temizliği için emir vardır. Öyle ise bizlere düşen görev, kalbimizdeki kötü sıfatları izale edip, yerine güzel ahlak ve Allah-u Zülcelâl'in hoşuna gidecek sıfatları yerleştirmektir. Çünkü insanın Allah'a karşı salih olabilmesi için kalbinin ıslah olması şarttır.

Allah-u Zülcelâl bir âyet-i kerimede; "0 gün ne mal, ne de oğullar fayda vermez; Ancak Allah'a selim bir kalble gelen (fayda görür)." ( Şûara: 88-89 )

Başka bir âyet-i kerimede ise; "İnsanların kalplerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerçeğe, içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı, çoğu yoldan çıkmış kimselerdir." (Hadid; 6)

Bunun için insan kalbini kötü sıfatlardan, manevi hastalıklardan temizlemelidir. Bu kalb temizliği de ancak tasavvufu yaşamakla mümkündür.

Tasavvufun ilk şartı, kalbi Allah'ın zatından başka her şeyden temizlemektir. Bunun anahtarı ise kalbi, Allah'ın zikrinde istiğrak (zikir nurunun kalbi kaplaması) haline vardırmaktır.

Evet, şânı anlatıldığı gibi olan bu tasavvuf yolunda, nasıl şüphe izi aranır. Bütün mümin kardeşlerimizi akılları ile şuurlu olarak düşünmeye davet ediyoruz. İslamın temel rükunlarından biri olan "ihsan makamını" yakalamak, ancak onun alameti olan tasavvufla mümkündür.

Tasavvuf, emir ve nehiy tahtında sabretmektir.
Tasavvuf, isterse kovsun, sevgilinin kapısına baş koymaktır.


İhsan: Allah'a sanki görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Zira sen onu görmüyorsan o seni görüyor

Hz. Ömer (r.a.)'in rivayet etmiş olduğu bu hadis-i serifte, Peygamber Efendimiz (s.a.v) bize İslam Dininin üç rükun üzerine olduğunu bildirmiştir:
1. İslam: Zâhirî azalara taalluk eden amellerdir. (namaz, oruç, hac, zekât)

2. İman:
Allah'a meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kaza ve kadere iman etmek gibi kişinin itikadına taalluk eden amellerdir.

3. İhsan: Bu da murakabe ve müşahede'ye taalluk eden amellerdir. Bu ihsan makamı, manevi huşu ve huzur içerisinde Allah'u Zülcelâl'e ibadet ederek kalbin temizlenmesine işaret etmektedir. Bundan dolayı ihsan makamı olmazsa dinin bir kısmını eksik bırakılmış olur.​
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
İnsanların gıdası “Cismânî” ve “Rûhânî” olmak üzere iki kısımdır:

“Gıdâ-i cismânî”, yemek içmek suretiyle beslenmektir. “Gıdâ-i rûhânî” de mâneviyat ile tegaddî etmektir.

Meselâ cismin gıdası olan yiyeceklerden ekmeği tasavvur edelim. Toğrağa ekilir, yağmur yağar, neşv-ü nemâ bulur, buğday vücuda gelir, ondan da ekmek olur. Eğer buğday ekilip de uzun müddet veyahut hiç yağmur yağmazsa tohum neşv-ü nemâ bulmaz, buğday mahsulü de olamaz. Demek ki buğdayı kemâle getirecek yağmurdur. Yağmur olmazsa buğdayın kemâlinin husulü de mümkün değildir. Binâeanaleyh “Cismânî gıda”nın kemâle vusûlü için rahmet-i ilâhîye’ye fevkalâde ihtiyacı vardır. Aksi takdirde helâk olması muhakkaktır.

“Gıdâ-i mâneviye” de füyuzât-ı ilâhiye’ye muhtaçtır. Yani mânevî rahmet-i ilâhiye’ye muhtaçtır. Mânevî rahmet-i ilâhiye de insanların kalbine ifâza olunur.

. Diğer müminler de onlardan biiznilâh-i Teâlâ feyiz alırlar.

Evliyâullah da yağmur gibidir. Maddî yağmur olmayınca hayat-ı beşeriye’nin bekâsı mümkün olamayacağı gibi, mânevî yağmur da olmayınca mükevvenâtın bekâsı mümkün olamaz.

Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:

“Ümmetimin kümmelîni (seçkinleri) yağmur gibidir. Evvelinden mi âhirinden mi hangisinden halkın daha ziyade müstefid olacağı (daha çok istifade edeceği) mâlum değildir.” (Tirmizî)

Bununla beraber her yağmurun zamanına göre faydası olduğu gibi evliyâullah’ın da asra, zamana göre faydaları vardır. İnd-i ilâhî’de herbirinin mevkii vardır. Zaman-ı sâbıkta geçen evliyâullah ile sonradan gelenleri mukayeseye kalkmamalıdır.

Meselâ birkaç asır evvel irtihal buyuran evliyâullah’ı bu zamanda ekseri insanlar tasdik ederler. Bunun sebebi vardır. Zirâ irtihalden sonra irşâd vazifesinden azade kalırlar. Şeytan da onları tasdik etmekten menetmez. Asıl hayatta bulunan irşada memur kâmil velilere tekarrüb ettirmemek için inkâr ettirir. Tekarrübünden mene çalışır. Çünkü müminlerin selâmetini arzu etmez.

Kalbi temiz olursa yani kalpte iman olursa daima ibadet ve taate sevkeder. İnsanlar ekseriyetle “Müminiz” derler. Halbuki müslümandırlar, yani teslim olmuşlardır. Mümin olmak için herhalde imanın kalbe girmesi lâzımdır.

Mümin-i kâmil olanlar Cenâb-ı Hakk’ın doksandokuz sıfatına iman ederler, hiç şüpheleri olmaz. Fakat bazı insanlar: “Cenâb-ı Hakk Ğaffâr’dır” diye ümitlenerek dar-ı ahiret için çalışmazlar. Fakat “Rezzâk” sıfatına imanları olamadığı için "dünyada çalışmayınca aç kalırız.” diye korkarlar. İşte bu müslüman ve müminin işi değildir.

Kezâ dünyada zengin olan kimseler maişet cihetinden korku çekmezler. Çünkü idaresine kâfi nakde (paraya) mâliktir. Fakat fakir olanlar aç kalma tehlikesinden azade kalamazlar, dâima korkarlar. İşte dâr-ı ahiret için zengin olan evliyâullah ile dâr-ı ahiret için fakir olanlar da buna büyük bir misaldir.

Şu halde bir kimse saâdet-i uhreviye’yi temin ederse zevk içindedir. Saâdet-i uhreviye’den mahrum ise fakirdir, daima korku içindedir.

 

Ümmî Ebiha

KuzeyiN Kızı
Katılım
8 Kas 2007
Mesajlar
1,125
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Bir şeyhe varmadan olmaz...
Şeyhe varıp sözün tutmadan olmaz...

Emeğinize sağlık...
Rahman razı olsun...
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
TARİKATLARDA İNTİSAB VE KEMALİYETLERİ ELDE ETMEK USULÜ

Nisbet ve huzuru yani kemaliyetleri elde etmenin dört usulu vardır.

Birinci yol musafaha ve beyat etmekle mümin teslim olduğu şeyhinin emrine girmesiyledir. Giren onun emrinde zikir ve rabıtaya devam eder. Sarık cübbe giymek yani İslami kıyafete girmesi de faydalıdır. Bu yol yalnız nisbet almak içindir. Bilahare şeyhinin emri ile suluka başlar, halini Cenab ı Hakk’a havale eder. Artık bir taraftan Allah’a tevekkül etmekle, diğer taraftan da şeyhinin emri ile azami tedbir alır. Bütün hallerini hatta rüyalarını şeyhine arz eder. Şeyhi de münasib gördüğü en kolay yolla onu yetiştirmeye çalışır.

İkinci yol, ümmet hakkında ittifak etmiş olduğu zevatların kitaplarını okumak nisbet veyahud bereketleriyle şereflenmek yoludur. Buna yalnız nisbet ve bereketlenmek için kitaplarırının ince manalarını tetkik etmeden, mücerred okumakla devam edilir. Tarikat usullerinden haberdar olsun olmasın bu yolla da kemaliyetleri elde etmek mümkündür. Hadis i şerifte ‘ İlme riayetçi olun, ilmi rivayetçilerden olmayın’ buyrulmuştur. Bu yolda başkaları için değil, kendilerine faydalı olanlar yetişir.

Üçüncü yol, dirayetle kitaplarını okumak, kitapların içindekileri inceden inceye düşünmek ile devam edilen yoldur. Bu yolda ikinci yol gibi beyat olmaksızın nisbeti elde etme imkanı vardır. Her iki yolu da Kadiri, Şazeli ve bazı Sıddıkiyye yolundakiler tercih ettiler. Bu iki yolda yetişene ‘ Üveysiyü’l meşreb’ denilir. Şu kadar ki bazı Sıddikiler bu iki yol zor olduğu için tercih etmediler, tercih etmeyenler bu yoldaki tehlikeleri nazarı itibara almışlardır. Bu Abdi Fakirin itikadı da şudur: İntisab ve kemaliyeti elde etmek için birinci yolun tercihi şart değildir deriz. Ekmelü’l alimin Bediüzzaman Hazretleri de ikinci ve üçüncü yolu tercih etmiştir.

Binaenlayh üçüncü yolla devam eden her Müslim, İhyau Ulumi d Din, Kutü’l Kulub, Reşehat, Mektubat-ı Rabbani gibi kitaplara dalıp incelemek ve içindekileriyle amel etmek sayesinde yetişmesi mümkündür.

Şu kadar ki bu yolla sülük edene yedi şart vardır. Bu şartları yerine getirenin ehl i tasavvuftan sayılmasında şüphe olmadığı gibi nisbeti de alırlar. Gavzi Hizani, Şeyh Abdulaziz Mağrabi’nin müşahadesini tevil etmekle şöyle demiştir:


Muşarun ileyh hayattaki kutba beyat etmeyen vefat etmiş zevatlardan faidelenmez demiştir. Fakat iş öyle değil, kemali samimiyetle vefat eden bir zata bağlanan mürid, hayatta olan Gavsın vasıtası olmaksızın vefat eden zatlardan faydalanır ve saliklerin imdadına yetişirler.

1-Okuduğu kitapta anlayamadığı cümle veya kelimeyi işaretleyip bilen bir zata müracaat etmekle tahlil etmektir
2-Kemali muhabbetle virdlerine yagud hizblerine devam etmektir
3-Kemali ihlasla anladığı miktarca okuduğu kitapla amel etmektir. Burada ençok sakınacağı evham, hayal ve rüyadır
4-Kemali zillet ve nefsin kırılmasıyla ruhaniyetlerinden istimdat ederek suluka devam etmektir.
5-Salik hangi velinin tarikatına göre amel ederse o tarikatın edebine, usul ve temel kaidelerine riayet etmesi şarttır. Yani her bir evliyanın meşrebinden bir parça alarak, sonra almış olduğu parçalardan kendine bir yön tayin ederek faydalanamaz. Bu hata bilnetice saliki yoldan çevirip münkir de edebilir.
6-Kat’i bir itikalda okumuş olduğu kitabı, prensip etmiş olduğu tarikatı Cenab ı Hakk’ın rahmet kapılarından birisi olduğuna inanmaktır. Çünkü mürşid olan veli, hayatında Allah’ın halifesidir. Vefatından sonra ise Allah teala onun vekili ve kefilidir. Onun kefili Allah olunca Feyyad ı Mutlak Teala o veli mürşidinyerinde melekler yaratır. Melekler de o velinin yerinde, mezkur velinin tarıkatıyla amel edeni irşad ederler. Yeter ki teslim ve ihlas olsun.
7-İntisab ettiği tarikat meşhur ve mağruf olmasıdır. Yani ümmetçe meşhur olmayanların yolu hak ise de ona suluk edilmez. Mesela , Bazı Geylani Şeyh Abdulkadir, Şahı Nakşibend, Eba Hasan Şazeli, İmam Rabbani ve İmam Gazali (kaddasallahu esrarahum) hazretlerinin kitapları var, meşrebleri meşhur olan bu gibi zatlar hepsi vasıta olurlar. Bu zevatların ittifakıyla tarikatı tevatür derecesini bulan zatı görmemek ve onunla buluşmamak, ittiba etmeye ve nisbeti almaya zarar vermez ednilmiştir.

Şeyh Ahmed Gümüşhanevi kuddise sırruh büyüklerin himmetine sarılan kimsede üç şart varsa o büyüğün ona şefaat etmesi farzdır, demiştir:

a)Emrini yerine getirmek ve amel etmek
b)B) Meşrebini gizlemek ve evhamı sarf ı nazar etmek
c)Nefsini koruduğu gibi büyüğünün de şerefini korumaktır.

Bu üç haslet müridin üzerine farz olduğu gibi bunun mukabilinde şeyhinin üzerinde de üç haslet vacib olur. Bidayette müridini en kolay yolda yürütmek, yahud celb etmek, tebliğde son derece izah etmek ve himmetiyle onu korumaktır. Ancak vefat eden zata intisab eden Allah’a ve Rasulullah’a ve bağlı olduğu ruhaniyete karşı edebi bilmek şarttır. Aksi takdirde fayda elde edilemez buyrulmuştur.

Nisbet almanın dördüncü yolu; diri bir şeyhe intisab etmekle tezhibi ahlak, tevhide fena bulmak için diri şeyhin sohbetine gitmektir. Ümmetten bu yolda tehlike gören hiçbir zat olmamıştır. Sohbet ve mücahede intisab edilen şeyhe hizmet etmekten ibarettir. Sohbet kemal bulunca salik Ceban ı Hakk’ın izin ve iradesiyle kendini kemalata erdirmiş olduğundan, başkaları da hakka davet etmeye hak kazanır.

Bu yol her zamanda revaç bulmuş, Sıddıkiye ve Şazeli meşayıhı tarafından tecrübe edilmiştir. Şazelilerden asrının müceddidi İmam Şerani, ikinci binin müceddidi İmam Rabbani rahimehullah her zamanda bu yolun açık olduğunu ve kıyamete kadar devam edeceğini beyan etmişlerdir.

İmam Rabbani diri bir kediye intisab, vefat etmiş bir arslana intisabdan daha hayrlıdır demekle bu yol ashabı kiramın yoludur, şüphe ve tehlikelerden aridir buyurmuştur.

İmam Şerani de, bir insan 600 kanatla tek başına amel etse bile kemalatı elde etmeye yol bulamaz ve mürşidsiz yola çıkanın evham ve hayal tuzaklarında boğulmasından korkulur. Onun için diri bir şeyhe intisab etmek vaciblerden sayılmıştır. Ben de en son bütün ilim ve bilgilerimi terk etmekle Hace Ali el Havvas’ın kuddise sırruh sohbetine girdim, ondan sonra bu kavmin hakiki olan meşreblerine vakıf oldum. Hatta ilimde tekamül etmeme rağmen Hace’nin sohbetine devam ettikten sonra hiçbir şey bilmediğimi idrak ettim, buyurmuştur.

İmamın sözünden anlaşılıyor ki: Şazeli tarikatının esası Sıddıkiye gibi zahiri ilimleri tahsilden sonra acz ve fakrini idrak etmekle aşka dönmek ve ilmi terk etmektir. Bu yolla birinci yolun arasındaki fark şudur: Bu yolda suluk eden hem kendini yetiştiri, hem de başkasını kemale erdirir. Dördüncü yoldan kemal bulan sadreddi i Konevi ve Şehy ul Ekber şöyle dediler: Herhangi bir şeyh kemalden sonra, kendilerinden daha mükemmel bir şeyhi bulursa kendisi ve müridleri ile beraber, mükemmel olan şeyhe teslim olması vacibdir. Mevlana Halid, halifelerine şu tavsiyede bulunmuştur. Sizden iki halife bir beldede bulunduğunuzda, sizden kamil olan, mükemmel olana teslim olsun. Bu hususta mektubları meşhurdur.

Gavsi Hizani, bir müslümana beyat ve nisbet almaksızın tüm kamil şeyhleri dolaşıp ziyaretlerinde bulunsa bile fayda föremez, intisab ettiği zattan başkasına göz diktin mi o zatın feyz ve nisbet kapısı sana kapatılır diye tasrih etmiştir.

Birgün Hazne’de bulunduğum sırada arap kentli Şeyh Muhammed, Şeyh Masumun sohbetindeydi. Muşarun ileyh Molla Muhammed, sen kubbeye gitmiyor musun diye sordu. O da ona şu cevabı verdi: Ruhum sana feda olsun. Ben kubbe için buraya gelmedim, dedi. Şeyh Masum kuddise sırruh onu da ihmal etme diye emretti. Bu fakirin itikadı da Şeyh Muhammed’in itikadı gibidir.


Edeble Varış Lütüfla Dönüş Dilara Yayınları Üstaz Fakih İsmail Çetin kuddise sırruh.

Nette neşreden: Hak-dilaram
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bu konuya uzun zamandır ara vermiştik.. İnşallah işlemeye devam edelim:

--------------------------------------

Harputlu Osman Bedrettin Hazretlerinin Mürşidi Mardinli es-Seyyid Mahmud Samini Hazretleri buyurmuştur:

Tarikimizin hasılı (özeti), ehl-i sünnet mezhebine mutabık (uygun), akideyi iltizam (gerekli görür), sünnet-i seniyyey-i Ahmediye’ye tabi ve kalbi masivadan pak eyleyüp, maksud-i hakikiye ikbal eylemektir (yönelmektir). Evamiri (emirleri) ciddiyetle tutup, menahiyi (Men edilmiş şeyler, yasakları) terkle tenbih eylerim.

Bir kimse şeriat ile amil olmazsa, tarikata yol bulamaz. Tarikat ile amil olmazsa, hakikata yol bulamaz. Bu derecey-i sülaseyi (üç dereceyi; şeriat, tarikat, hakikat'ı) cem eylemeye marifet-i kamil lazım. Marifet resail mütelaa ile (kitap okuma ile) ele girmez.


http://elazizsamini.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=24
 

muhabbet

Asistan
Katılım
26 May 2007
Mesajlar
494
Tepkime puanı
11
Puanları
0
RABBİM RAZI OLSUN SİZDEN.
BU ARA BU SÖZ İLE İLGİLİ BAZI ŞEYLER AKLIMA ÇOK TAKILDI..
Bir kimse şeriat ile amil olmazsa, tarikata yol bulamaz. Tarikat ile amil olmazsa, hakikata yol bulamaz
 
Üst