BiR MoR MeNeKŞe

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Göl Olmak

GÖL OLMAK
denizkumfo1.jpg

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle:

“Acı” diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

“Tadı nasıl?”

“Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak.

“Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam,

“Hayır” diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

“Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”
 

Savm

Profesör
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
3,874
Tepkime puanı
76
Puanları
0
“Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”


Arzucum Çok Güzel Bir Paylaşım Olmuş Teşekkürlerimi Bir Borç Bilirim ..Göl Olabilmek Ümidi İle İnşaALLAH ..:)




Selam ve Dua ile...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
AFFETMENİN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI

Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.” Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

“Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”

Bazı öğrenciler torbalarına üçer–beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

“Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. hep yanınızda olacaklar.”

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

– “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.”

– “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.”

– “Hem sıkıldık, hem yorulduk...”

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyilikti
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
BUDA GEÇER


Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye
varır...
Karsısına çıkan insanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve
yatacak yer
verecek birileri olup olmadığını sorar...


Köylüler, Derviş’e, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin
küçük
olduğunu söylerler ve Sakir diye birinin çiftliğini tarif edip,
oraya
gitmesini salik verirler...


Derviş yola koyulur, yolda birkaç köylüye daha rastlar... Onların
anlattıklarından, Sakir'in, o yörenin en zengin kişilerinden biri
olduğunu
öğrenir...


Bölgedeki ikinci zengin ise, Haddad isimli bir başka
çiftlik sahibidir... Derviş, Sakir'in çiftliğine varır... Çok iyi
karşılanır... İyi misafir edilir, yer, içer ve dinlenir... Sakir
de, ailesi
de hem misafirperver ve hem de gönülleri zengin insanlardır... Sonra
tekrar
yola koyulma zamanı gelir ve Derviş Sakir'e ve ailesine teşekkür
ederken,
"Böyle zengin bir insan olduğun için hep şükret." der...


Sakir'den ise söyle bir yanıt alır:


"Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz... Bazen görünen, gerçeğin
kendisi
değildir... Bu da geçer...".



Derviş, Sakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu yanıt
üzerine uzun uzun
düşünür... Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Derviş’in yolu
yine ayni
yöreye düşer... Sakir' e uğrayıp, ziyaret etmek ister... Yolda
karsılaştığı
köylülerle konuşurken, köylüler "Haaaa o Sakir mi?.. O iyice
fakirledi,
simdi Haddad'in yanında çalışıyor..." derler.



Derviş, hemen Haddad'in çiftliğine gider... Sakir'i bulur... Eski
dostu
yaşlanmıştır... Üzerinde eski püskü giysiler vardır... Geçen
süre içindeki
bir sel felaketinde bütün sığırları telef ölmüş, evi barkı
yıkılmıştır...
Toprakları da islenemez hale geldiği için, tek çare olarak, selden
hiç zarar
görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'in yanında
çalışmak zorunda
kalmıştır... Bu süre zarfında Sakir ve ailesi, Haddad'a
hizmetkârlık
yapmaktadırlar... Sakir, Derviş’i, bu kez son derece mütevazi olan
evinde
misafir eder... Kit kanaat yemeğini onunla paylaşır...
Derviş, vedalaşırken, Sakir'e olup bitenlerden ne kadar çok üzgün
olduğunu
söyler ve Sakir'den su yanıtı alır:


"Üzülme... Unutma, bu da geçer..."


Derviş, gezmeye devam eder ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra,
yolu yine
ayni bölgeye düşer... Öğrendiklerinden şaşkına döner...

Bir süre önce ölen Haddad, ailesi olmadığından, bütün varını
yoğunu, en
sadik hizmetkârı ve eski dostu Sakir'e bırakmıştır... Sakir,
Haddad'in
konağında oturmaktadır... Kocaman arazileri ve binlerce sığırı
ile yine o
yörenin en zengin insani olmuştur...

Derviş, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini
dile
getirdiğinde yine ayni yanıtı alır:


"Bu da geçer..."


Birkaç yıl sonra Derviş yine Sakir'i arar... Ona bir tepe
gösterirler...
Tepede Sakir'in mezarı vardır ve mezar taşında söyle yazmaktadır:


"Bu da geçer".













Derviş, üzgün bir şekilde, "Allah Allah, ölümün nesi geçecek?"
diye düşünür
ve gider... Ertesi yıl, Derviş, Sakir'in mezarını ziyaret etmek
için geri
döner ama ortalıklarda mezar falan kalmamıştır... Büyük bir sel
gelmiş,
bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Sakir'in mezarından geriye hiç
eser
kalmamıştır...

O yıllarda, ülkenin sultani, kendisi için çok değişik bir yüzük
yapılmasını
ister... Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda
umudunu
tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini
kaptırmasını,
tembelliğe düşmesini önleyecektir... Hiç kimse, sultani tatmin
edecek böyle
bir yüzük yapmayı başaramaz...

Sultanin adamları bir gün bilge Derviş’i bulurlar, yardım
isterler... Sultan
yüzüğe fena halde takmıştır... Derviş, sultanin kuyumcusuna
hitaben bir
mektup yazar... Kısa bir süre sonra, yüzük sultana sunulur...
Sultan
önceleri hiçbir anlam veremez; çünkü son derece sade bir
yüzüktür bu...

Sonra üzerindeki yazıya takılır gözü... Üzerinde biraz
düşünür ve yüzü
aydınlanır... Büyük bir mutluluk ışığı parlar gözlerinde...
Sonunda tam da
istediği bir yüzüğü olmuştur...

Yüzüğün üzerindeki yazı mı?

Şu yazılıdır yüzüğün üzerinde:

"Bu da geçer".
 

Savm

Profesör
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
3,874
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Yüzüğün üzerindeki yazı mı?

Şu yazılıdır yüzüğün üzerinde:

"Bu da geçer".

Büyük bir zevkle okudum ..
Paylaştığınız için çok tşkederim:)
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
SENDE Mİ BENİ UNUTTUN BEY ?

50934172122703312614713.jpg


Son günlerde, bir surat, bir surat ki gelinde,
Çayımı bile yarım dolduruyor bey.
Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da
Duymuyorum ne söylediğini
Ama yine de hissediyorum bey;
Beni bu evde galiba istemiyor artık
Hey gidi günler heeey.
Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı
İki ara bir derede ne yapsın ana bu atsa atılmaz, satsa satılmaz.
Bana artık gizli gizli sarılıyor bey...
Dün akşam uyurken öptü beni biliyor musun?
Nasıl ağırıma gitti nasıl
Artık akide şekeri de getirmiyor.
Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler

çıkarıyormuşum da
Çocuklar iğreniyormuş benden.
Yok,vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey?
Gelin çocuklara masal anlatmamı da yasakladı
Üstelik seninle konuşuyormuşum diye duvardaki resmini biryere sakladı
Olsun,
koynumdaki resminden haberi bile yok!
Yine de beddua edemem bey,
Oğlumun karısı, torunlarımın anası o.
Geçenlerde üst komşular geldi,
Ne konuştuklarını duymayayım diye kapıyı üstüme kilitledi.
Duymadım, duymadım, lakin hissettim.
Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni
Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey,
Ha, sen ne diyorsun bey?
Hani bir görünsen oğluna, ne de olsa babasısın,
Seni dinler.
Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.
Akide şekeri de istemem.
Masal da anlatmam artık çocuklara
Ne olur ayırmasınlar beni bu evden
Yaşayamam nefes bile alamam
Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım?
Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.
Bastonun hala duvarda asılı.
İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı.
Hey gidi günler hey
Hani diyorum bir çağırsan
Yoksa, yoksa sendemi unuttun beni bey
Sendemi unuttun beni bey?


Not; Geçenlerde mailime gelen bu yazı, bana yaşlandığımda böyle mi olcak veya böyle olmamalı hissini uyandırdı paylaşmak istedim...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
MUTLULUĞUNUZ SEÇTİĞİNİZ KADINDIR

Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış? Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış.

"Bu gençliğin sırrı nedir" diye. İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya…Ama sorular sık, soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.

Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine."Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş. Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.

"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.." Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş. Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da :

" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet" demiş. Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş.Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.

"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş. Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış . Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedicik sormuş.

"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış..

"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!" Dedecik gülmüş.

"Efendiler" demiş

"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu.Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne taşıtttırıyorsun bana defalarca…) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum."

"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız." Demiş.


SENİN NE ANLATTIĞIN DEĞİL,

İNSANLARIN NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR.

SENİ ANLAYAN BİRİNE ANLAT.

ANLAŞILMIYORSAN SUS !! !!



Hayatınız seçtiğiniz kadındır….

Zevkli bir kadına rastlarsanız, ZEVKİNİZ,

bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ,

zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir.


Hayat kat kattır.

Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve

bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.

Ve bugün durduğunuz teras ,

seyrettiğiniz manzara,

gördüğünüz hayat

yanınızdaki kadının terası,

manzarası ve hayatıdır.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
“Allahım! Neden bana cevap vermiyorsun?”

q22wrid5at8wjyyyiii.jpg


Bir gün, bir adam ellerini açıp yalvardı:

“Allahım! Benimle konuş!”

Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde en son şarkısını söylüyordu.

Ama adam çayırkuşuna kulak vermedi, ve devam etti yakarmaya:

“Allahım! Benimle konuş!”

Az sonra hava kapandı, gökgürültüsü ve şimşekle birlikte kuvvetli bir yağmur başladı. Fakat adam dinlemedi, yakarmaya devam etti:

“Allahım! Seni görmeme izin ver!”

O böyle yalvarırken, sağanak yağmur sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını adamın evine kadar taşımaya başlamıştı. Fakat adam bu manzaraya aldırmadı bile. Her gün gördüğü birşey değil miydi bu?

Yalvarmaya devam etti adam:

“Bana bir mucize göster Allahım!”

O böyle yalvarırken, yakınlardaki evlerden birinden yeni doğmuş bir çocuğun ağlayışları geliyordu kulağına. Ama adam bunu da farketmedi.

Üzüntüden ağladı adam:

“Allahım! Cevap ver bana! Burada olduğunu bilmemi sağla.”

O ara, bir kelebek adamın koluna kondu, ama adam öbür eliyle kelebeği iteleyip kovdu. Ve ağlamaya devam etti:

“Allahım! Neden bana cevap vermiyorsun?”

İsmail Örgen
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
o8ioz1ym4lbtv49xfzpi.jpg

Katre-i Matem'den
-derkenar-​

Bir zamanlar yaşlı bir adam ah çekmeyi, gözyaşı dökmeyi âdet edinmişti.

Bir dostu ona bunun sebebini sordu. O da anlattı:

"Ben bir köle tüccarıydım. İstanbul'da, 300 liraya bir cariye satın almıştım. Yüzü aydan aydın, dudağı şekerden tatlı bir dilberdi. İşve ve naz mesleğinde onu yetiştirdim. Çok emek çektim. Çok gayret sarf ettim. Pazara götürdüğümde pazar kızıştı, müşteri çoğaldı, fiyat yükseldi. Satmadım, bekledim. İkindi bereketi, silahlar kuşanmış kara yağız bir delikanlı atının üstünde çıkageldi. Benim kölemi görünce atından indi, yanına yaklaştı, gülümsedi ve "Adın ne?"dedi. Kölemin de ona gülümsediğini gördüm. Delikanlı bana döndü ve fiyatını sordu. "Kendisi tam ayar altın bebektir ve tam ayar bin altın eder." dedim. Hiçbir şey söylemedi. Oralarda biraz gezinip oyalandı. Sonra kölenin avucuna gizlice bir şey verip gitti. Akşam olunca bunun yüz altın olduğunu gördüm. Şaşırmıştım. Ertesi gün kölemin değeri daha da arttı. Ben satmayı geciktiriyordum. O gün ikindi vakti o delikanlı yine geldi. Yine kızın avucuna bir şey bıraktı. Baktım, yüz altın daha. Böyle dört gün devam etti. Beşinci gün delikanlıyı takip ettim. Kaldığı yeri öğrendim. Sordum, soruşturdum. En son atını satmış. Altıncı gün köle pazarına yine geldi. Lakin köleyi yalnızca uzaktan seyretti. O gece kızın elinden tutup delikanlının evine götürdüm. "Benim bu gece acil bir işim çıktı. Bu köleyi sana emanet bıraksam yarına kadar kollayıp gözetir misin?" dedim. Önce kabul etmek istemedi, sonra razı oldu. Ben kaldığım hana döndüm. Gece aralarında nasıl geçer, beraberlikleri ne şekilde yürür diye düşünerek yatağıma oturdum.

Gece yarısına doğru kapım şiddetle yumruklanmaya başladı. Açtım. Kölem ağlıyor ve titriyordu.

"Sana ne oldu; o genç ile aranızda ne geçti?" dedim. Ağlaması durmuyordu.
Neden sonra mırıldandı:

-O genç öldü.

-Bu nasıl oldu peki?

-Sen ayrılınca beni iç odaya aldı. Bana yemek getirdi. Ben yerken o oturup beni seyretti. Elimi yıkamam için leğen getirdi. Sonra bir yatak serdi. Üzerime misk ve gülsuyu serpti. Bana gözlerimi yummamı söyledi. Yumdum. Parmağını yanağıma koydu.

"Subhanallah! Bu ne güzel sevgili; ne etkileyici bir güzellik!" diyor, bunu tekrarlayıp duruyordu. Sonra birden,

"Allah'ım hata ettim, haddi aştım, affet beni!" ve sonra "Allah'a aitiz ve ona döneceğiz!" ayetini okuyarak haykırdı, düştü. Gözümü açıp vücudunu sarstım. Canını Allah'a teslim etmişti.

Kölem bunları anlattıktan sonra sabaha kadar ağladı ve gün doğarken o gencin adını sayıklayarak ruhunu teslim etti.

İşte benim bütün bu ağlamalarım günahtan kaçınarak sevgilerine leke getirmeyen o iki âşıkın anısınadır. O iki temiz ve zarif genç gibisini belki bir gün bir yerde buluveririm diye dünyada dolanıp durmadayım. Yaşadıkça bu arayışımı sürdürecek ve böyle öleceğim.. .
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
FIRTINA ÇIKTIĞINDA UYUYABİLİRİM

2xxqnqyoxiffmue69apt.jpg


Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik
satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu.
Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlardı.

Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın
haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi
çiftlik sahibi. 'Sayılır' dedi adam: 'fırtına çıktığında uyuyabilirim.'
Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip çaresiz adamı işe aldı.
Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü
de görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar…

Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina
çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: 'Kalk, kalk!
Fırtına çıktı. Her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.' Adam
yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boş verin efendim, gidin
yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim
ya.'
Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu
kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.

Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: Aaa! Saman balyaları
birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra
koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı
desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı
kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına
yattı. Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini
kapatırken mırıldandı: 'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'

Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), mânen (dua), maddeten (tedbir)
hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz.


KIZGINLIKLA KARAR ALMAYIN, MUTLULUKTAN UÇTUĞUNUZDA SÖZ VERMEYİN. İKİSİ DE SARHOŞLUK ÂNIDIR, AKIL BAŞTA DEĞİLDİR.
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Sevginin gül rengi

76593730.jpg


Ne zaman “bayram” dense
Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde
Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi
Bir yerde sevgiler ağlar benimle


Küçücük bir çocuktum o zamanlar. Yedi veya sekiz yaşlarında. Kokusuna doyamadığım, sıcaklığını doyasıya içime sindiremediğim annemi kaybetmiştim. Saçımı okşayacak bir anam yoktu artık. Ne de sırtımı örtecek şefkatli bir el. Amansız bir hastalık dediler adına, çocuk aklım ermedi. Çocuk aklım ermedi anayı yavrusundan ayıran, eti tırnağından söken, sevgileri linç eden, adına “ölüm” denen bu “göç” ü. Geceler benimle ağladı sessiz sessiz... Günler benimle... Sabahlar benimle...
Bulutlarda yüzü şekilleniyordu sanki anamın gökyüzünde, her özlediğimde baktığım. Yağmur yağmur iniyordu elleri yüzümü okşarcasına. Yağmurun elleri anam kadar sıcaktı... Bir okadar soğuktum ben, bir okadar ürkek, bir okadar masum ve korunmaya muhtaç. Hani yaprağı titrer ya bir çiçeğin; Bilmez niye... Titrer ya içi bir çocuğun, hüzün iner gözlerine ... Üzülür, üşür ve koynuna sokar ellerini ısınmak için. Bir avuç bulamadığından kendine...

Bulutlar ve ben hep aynı yerdeyiz hala. Özlemlerin vuslatında. Kimsesizliğin ayazında...
Bulutlarda bir resim.
Elimden tutuşunu hatırlıyorum bir gün babamın,”Hadi gel” deyişini.”Köye gidiyoruz, ninenler bizi bekliyor, seni oraya bırakacağım” Küçücük yüreğimden taşan acılarımla son bir kez daha bakıp odama selamlıyorum bulutları.
Yeşilin her tonu, göz alabildiğince, sözleşmişçesine, burada toplanmıştı sanki. Adını bilmediğim dünya kadar böcek ve kuş. Gökkuşaği bir halı gibi serilmişti çiçek çiçek... Toprağın sesi yükseliyordu çıplak ayaklarımın altında. Mutluydum...

Bulutlar ve ben hep aynı yerdeyiz hala...
Yaşamımı renklendiren analı kuzuyu orda tanıdım işte, adını Berfin koyduğum. Küçücüktü. Simsiyah gözleri, ağzı ve kulaklarıyla bir sevgi yumağıydı sanki. İçimdeki boşluğu dolduruvermişti bir anda. Hissetmiş miydi ne öksüzlüğümü? Ne zaman dalıp gitsem dünlere, bitiveriyordu yanı başımda türlü türlü oyunlarla. “Al bu kuzu senin olsun, istediğin gibi bak ona” dediler. Dünyalar benim olmuştu sanki. Bir kuzum vardı artık. Yalnız değildim. Ben, kuzum ve de anası...
Sonradan Serfin’ de katıldı aramıza. Serfin: evimizin haşarı bir o kadar da sevimli köpeği.
Artık, Serfin ve Berfin’in bakımları bana aitti. Bu sorumluluk altında her sabah erkenden kalkıyor ellerimle onları doyuruyordum. Ne güzeldi Berfin’in annesinin peşinden koşması! Annesiyle oyunlar oynaması ne güzeldi! Ama, ne yazık ki uzun sürmedi bu “analı kuzu” mutluluğu. Bir eve bir öksüz yetmezmiş gibi acı bir haber dağlayıverdi yeni baştan çocuk yüreğimi. Kuzucuğumun anası yediği bir ottan zehirlenerek ölmüştü.

Ölüm bir kez daha çöreklenmişti kapımıza.
Kuzucuğum öksüz kalmıştı. Daha bir sıkı sarıldım sanki bu olaydan sonra Berfin’e. Ona yalnızlığını unutturmam lazımdı. Öksüzlüğünü... Serfin olayların farkında gibiydi. Ya da bana öyle geliyordu. Ne zaman melemeye başlasa Berfin, hemen onun yanıbaşında bitiverip, bir şeyler yaparak onu neşelendiriyordu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Biz üçümüz üç dost, üç kardeş, üç sırdaş gibiydik. Biraz geç uyansam ikisi birden kapımda bitiveriyordu.

Yemyeşil kırlar bizimdi uçsuz bucaksız.
Bir de bulutlar vardı
Mavi bulutlar
Beyaz bulutlar
Bulutlarda şekiller vardı
Bulutlarda iki resim
Yağmur daha çok yağıyordu sanki
Bulutlar ve ben aynı yerdeyiz hala
Bulutlar kuzum köpeğim ve ben


Bir tatlı koşuşturmaca başladı günlerden bir gün evin içinde. Bir telaş. Çarşı pazar alışverişleri. “Hadi sana bayramlık alalım” dedi ninem. Hep beraber şehire gidip bir şeyler aldık. Çizgili beyaz gömleğim, mavi pantolonum ve yeni Trabzon derbey lastiklerim çok güzeldi. Gül rengi kırmızı kravat ve kurdele de isterim diye tutturdum. Berfin’e, Serfin’e ve bana. Kırmadılar. Aldılar. “Birazda kına alalım” dedi ninem. “Ellerimize yakarız. Berfin’i de kınalarız” Sevindim.
hayvan pazarı dedikleri yer çok kalabalıktı. Hiç bu kadar insanı bir arada görmemiştim. Meydanlar koyun, kuzu ve danalarla doluydu. Kınalanmıştı kimisi, kimisi renk renk boyanmıştı. Bir anlam veremedim. Çocuk yüreğimin coşkusuyla yarının heyecanı sarıvermişti içimi. Yarın bayramdı... Kurban bayramı...

Ne zaman “bayram” dense
Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde
Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi.
Bir yumruk tıkanır genzime, kelimeler titrer
Titrer yüreğim
Bir yerde sevgiler ağlar benimle.
Bulutlar ağlar


Kınalar yakıldı ellerime. Berfin’in başına kınalar yakıldı o gece. Anlayamadığım bir fısıltı vardı evin içinde. Sanki duymamı istemiyorlarmış gibi gizli gizli konuşmalar. Berfin ve Serfin çoktan uyumuştu. Ben de uyumalıyım. Yarının heyecanı daha şimdiden sarmıştı içimi. Ayakkabılarımı sildim, ninemin kınalı ellerimi bağladığı bezlerle, parlattım. Bir daha sildim. Şimdi daha parlak olmuştu. Elbisemi kapının arkasına astım. Gözümün önünde dursun diye. Uyandıkça bakarım. Kırmızı kravatım, iki tane de kırmızı kurdele duruyordu başucumda. Biri benim için, biri kuzucuğum, diğerini de köpeğimin boynuna bağlayacağım.

Kınalı ellerimin kokusu karıştı bahar kokulu odama. Gece bir başka güzeldi sanki. Perdemi araladım, bulutlar yıldızlara bırakmıştı gökyüzünü. Göz kırptı biri, diğeri yer değiştirdi... Kaydı gitti... Tutamadım..

Boğuk bir ulumayla uyandım. Köpeğim, kapımın önünde havlıyordu. Önce ellerimin bağını çözdüm kurumuş kınaları topladım. Kapıyı açar açmaz yatağıma atladı Serfin. Paçamı tutup bir yerlere götürmek istercesine gözlerimin içine baktı. Acı çektiği her halinden belliydi. Daha yataktan kalkmamıştım ki kuzucuğumun acı meleyişini duydum. Birden bahçeye attım kendimi. Kınalı kuzumun gözleri bağlıydı ve sürüklenircesine bir ağacın altına yatırılıyordu. Kocaman bir çukur açılmıştı yanı başında.
Hani titrer içi bir çocuğun, korkar, üşür, üzülür, ağlar ve koynuna sokar ya ellerini, tutacak el, sığınacak kucak bulamadığından kendine... Oradayım işte!

Ninemin sesi duyuldu. “Berfin’i kurban ediyoruz. Sana başka bir kuzu daha alırız sonra. Bugün kurban bayramı”
Toprak kaydı ayaklarımın altından
Bulutlar kaydı ayaklarımın altına
Sesler çığlıklara karıştı
Kızıla döndü yeşil
Ellerimdeki kına sızladı
Kapının arkasındaki gül rengi kravatım
Çaresizliğim büyüdü kocaman çocuk gözlerimde
Hiç bir şey yapamamanın acizliğiyle yandım
Gök yere indi gürültüsüyle
Şimşek şimşek
Yanağımdaki damla utandı
ışıldadı ıslak gözlerim, ve...

Başımı sokup yorganın altına
Yitip giden sevgilere ağladım...


Ne zaman “bayram” dense
Gizli bir körük yelpazelenir yaram üstünde
Tozu gözümü yakar, közü yüreğimi.
Bir yerde sevgiler ağlar benimle.
Bulutlar ağlar


Bulutlar ve ben hep ayni yerdeyiz hala
Bulutlarda üç resim
Haykırabilseydim nefreti
Haykırabilseydim sevgiyi
Anlatabilseydim dostluğu
Yapamadım.


Kara bir bulut gibi çöreklendi o bayram sabahı küçücük yüreğime.
Kimse anlamadı.
Kimseye anlatamadım .
Bayramları neden sevmediğimi...




Nuri CAN
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Dostluk Gülü

db241d06dc7e1de031365da.jpg



“ Güller, laleler, karanfiller bütün çiçekler solar.
Çelik ve demir kırılır.
Ama gerçek dostluk ne solar, ne kırılır”


Bir gün evinizden çıkıp bir gül bahçesine girin, dokunun ellerinizle bir güle. Ama koparmayın sakın, yalnızca dokunun ve okşayın . Sevin, sadece sevin ve sevgisini tutup koyun gönlünüze.
Dalında duran bir gülün nasıl buram buram hasret, aşk en önemlisi de dostluk koktuğunu göreceksiniz.

Güllerin üzerindeki çiy damlalarına bakın! sevinç ve hasret gözyaşlarıdır onlar, dostluk gözyaşlarıdır. Sevdiği için dökülmüştür, dostu için. Sevgiyle okşadığınızda bakın nasıl özlemle yanar elleriniz, yüreğiniz nasıl da aşkla çarpar, sevgiyle tutuşur. Onu koparmaya varmaz eliniz. Kalbiniz titrer.

Dokunun bir güle, koparmayın; sadece dokunun. Ne kadar katı olursanız olun, katı yüreğinizin nasıl yumuşadığını göreceksiniz. Sevginin, dostluğun sıcaklığı kalbinize nasıl dolduğunu hissedeceksiniz.

Ve o an başınızı kaldırıp uçsuz, bucaksız gökyüzüne bakın, göğün mavisindeki ferahlığa. O an belki, sevdalı bir kuş gelip konacak saçlarınıza, ürpererek ve ürkerek gözlerinize bakacak. Avuçlarınızın içine alıp kalp atışlarını dinleyin. Salın sonra gökyüzündeki özgürlüğe ve derin bir nefes alın. Havada özgürce kanat çırpınışının güzelliğini doldurun içinize. Dostluğun, vefanın, sevginin, özgürlüğün eşsiz güzelliğini yaşayın.

“Gül verenin elinde gül kokusu kalır” der bir Çin atasözü. Bende gül koklayanın yüreğinde gül kokusu kalır diyorum. Bir gül ancak bir dostun elinden verilince, iç bayıltıcı güzelliğini algılar ve anlarız. Buram buram kokladığımızda dostluğun ağırlığını hissederiz.

Vefalı bir dostumuzu kaybettiğimizde yada ondan ayrıldığımızda nasıl da sancır yüreğimiz, gecelerce uykusuz kalır gözyaşı dökeriz. Sevgimizin, dostluğumuzun ölçüsünü ancak o zaman anlarız, ama ne yazık ki, bazen iş işten geçmiş olur. Çünkü geç kalmışızdır.

Bilir misiniz? nice köklü dostluklar, ayrılık tokatını beklermiş, anlaşılmak için?. İnsan bazen dostluğun önemini, değerini ve bir dostunu ne kadar çok sevdiğini ancak iş işten geçince anlar.

Balıklar engin denizde suyun kıymetini ancak ondan uzak kalınca farkına varır ab-ı hayatın ne olduğunun.

Dostluklar öylesine güzel, öylesine derin, anlamlı, incelikli, içtenlikli ki; bir güneş kadar sıcak, toprak gibi vefalı, su gibi temizdir.

Vefanın, dilin, duygunun, yüreğin el ele, yüz yüze, iç içe girdiği, gönül gönüle birleştiği, bir gül bahçesinin güneşlenmesidir dostluk. Fırtınalarda, boranda yüreğimizin ısınmasıdır. İşte o nedenle, her şeye rağmen sizinde bir dostluk gülünüz olsun yüreğinizde...

Her şeye rağmen, yaşamak şey güzel yine de. Önemli olan kimseyi düşürmeden, düşmeden, tutunabilmemiz hayatın bir yerlerine. İnsanların biribirini seviyor olması, dostluk kurması ne güzel. Ne güzel karların yağması, karların erimesi, uçuşması kelebeklerin, açması çiçeklerin her bahar ne güzel. Yüreğimizin çarpması sevgiyle, dostlukla, annelerin sevgisi, çocukların gülmesi ne güzel...

Siz de bir güle dokunun ve sadece koklayın göreceksiniz ki, dostluklar, sevgiler ne kadar önemli ve değerlidir.

Dostluk öyle bir şey ki, hep tazelenmek ister. Hatırlanmak ister. "Dostluk gülü dikeniyle avuçlamaktır kanasada"... Dost olun sizde, şu üç beş günlük ömrünüzde kimseye kötülük etmeyi düşünmeyin. Size kötülük etseler bile. Vicdanı rahat, yüreği temiz olun. Dostluğun aydınlığını, sıcaklığını ve lezzetini tadın. İliklerinize dek hissederek yaşayın.

"Dostlarınızla öyle yaşayın ki,düşman olduğunuzda, söyleyecek şeyleri olmasın.
Düşmanlarınızla öyle yaşayın ki, dost olduğunuzda, yüzü kızarmasın."


Yeri geldiğinde sararıp solun, düşen bir kuru yaprak olun, ama asla soldurmayın, sarartmayın dostluk gülünüzü...

“Gülleri dikenleriyle yargılayacağımıza, dikenler içinde böyle bir güzellik bulduğumuz için şükretmeliyiz!..”Unutmayın, hayata hiçbir şeyiniz olmasa dahi, yüreğinizi ısıtacak hep bir dostluk gülünüz olsun...
Dost Kalın...Dostlukla kalın...


Yüreğin Üşüdüğü Gün
Yüreğin üşüdüğü gün
sıcacık bir günü düşün
sıcacık bir bahar gününü
umudun büyüklüğünü
ve sonsuz maviliğini göğün

yüreğin üşüdüğü gün
bir çocuğun gülüşünü düşün
bir çocuğun beyaz düşünü
göveren dal uçlarını
çatlayan tomurcuğu
ve çiçeklenen yerini her öpüşün

yüreğin üşüdüğü gün
bir ormanın gümbürtüsünü düşün
bir ırmağın türküsünü
bulutların beyazlığını
güneşin kızıllığını
ve ısıtan yanını özğürlüğün
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Hazırım senle tüm savaşlara, Her Gün Her Gece

di-YUVJ.gif


BİRBİRİNİ ÇOK SEVEN 3 KELEBEK,BİRGÜN ATEŞİN NE OLDUGU ÜZERİNE TARTIŞMIŞLAR.İLKİ ATEŞE UZAKTAN BAKMIŞ VE "AYDINLATIR" DEMİŞ.İKİNCİ KELEBEK BİRAZ DAHA YAKLAŞMIŞ"ISITIR"YANITINI VERMİŞ.ÜÇÜNCÜ KELEBEK HIZLA ATEŞİN İÇİNE GİRMİŞ VE ATEŞİN GERÇEKTEN NE OLDUGUNU BİR O ANLAMIŞ.AMA GELİN GÖRÜN Kİ BUNU HİÇ KİMSEYE ANLATAMAMIŞ.SEVGİ VE BAGLILIK ATEŞE BENZER.ANLAMAK İÇİN NE BAKMAK NEDE YAKLAŞMAK YETERLİ DEGİLDİR.SADECE YANMAK GEREKİR... :=))))))

di-YUVJ.gif


Acıları kurutmalısın,yüreğindeki sayfalarda.
Umut olmalı,heyecan olmalı kahverengi gözlerinde
Hüzünlerden kederlerden uzak olmalısın
Hayat bulamlısın ,huzur dolmalısın
İşte yaşamak bu,nefes almak bu demelisin
Gözlerimi düşündükce daha fazla sevmelisin
Bende seni senin gibi öyle sevmeliyim.
Korktuğumda sıkıca sarılabilmeliyim sana, Üşüdüğümde soğuktan titredğimde
Sen ısıtmalısın beni yüreğinle
Çocuklaşıp ağladığımda okşamalısın saçlarımı,
Tesellim olmalısın tesellin olmalıyım.
Yüreğinde merhamet düşüncelerinde vicdan olmalı,
Bütün güzelliklere kalbinde yer açmalısın.
Düşenlerin dostu,gülenlerin huzuru
Ağlayan herkesin umudu olmalısın.
Yağmurlar gibi yağmalısın,bir adım gelene,
Şimşekler gibi çakmalısın,karanlıkta gezene
Güneş gibi doğmalısın,garibanın gönlüne,
Yıldırım gibi düşmelisin,zalimlerin üzerine
Sen hep böyle olmalısın.
Ben seni sevdiğimden gurur duymalıyım
Acılara gülümseyebilmelisin
Hayat denizinden attığın her oltaya
Gülücükler takılmalı,umutlar yakalamalısın,
Umutların bugün doğmuş bebek gibi olmalı
Geçen her zaman büyütmeli onları
Bazan küçük bir tebessümün yaşatmalı beni
Bazanda koca bir yürekten akan sevgin.
Sevdamız sınırsız ve ölümsüz olmalı
Biz toprak olsakta sevgimiz dillerde dolaşmalı.
Ne varsa hayata dair paylaşmalısın benimle
Acolarını,sevinçlerini vede korkularını bilmeliyim.
Gözyaşlarımızı gizlemeden ağlayabilmeliyiz,
Sevinçlerimizi paylaşıp gülebilmeliyiz,
Korkularını anlatmalısın hiç çekinmeden
Korktuğunda hiç kimselerin bilmediği sığınağın olmalıyım.
Korkuları birlikte yenmeliyiz.
Sevmediklerini söyleyebilmelisin bana, bende sana
İçimde olmalısın yanımda yoksan bile
Hissetmeliyim varlığını fizanda olsan yinede
Tutkunsam,yanıksam sevdalıysam sana
Bedeli ölüm olmamalı, yaşatmalı beni
Senin vazgeçilmezin ben olmalıyım
Sende benim vazgeçilmezim olmalısın
Paylaşmak istemediğin tek varlık ben olmalıyım
Sen paylaşılmazım olmalısın
Beni herşeyimle kabullenmelisin ben buyum,böyleyim diyebilmeliyim korkusuzca
Hüzünlendiğimde huzur bulduğum kucak,
Mutluluğumda sarıldığım beden olmalısın.
Bütün şarkılarım sana hitap etmeli
İç çekmelerimin nedeni
Şiirlerimin ilhamı
Bütün sohbetlerimin konusu sen olmalısın.
Bir anda dört mevsimi yaşatmalısın bana.
Sevginle kış ortasında baharı getirmelisin,
Beni düşündüğünde güneş doğmalı şehre
Birdaha asla batmamalı.
Bedenimdeki bütün hücrelerimde sen olmalısın.
Damarlarımda sen dolaşmalısın,
Damarlarında dolaşmalıyım kan yerine
Hücrelerinde hissetmelisin beni bende seni
Canım olmalısın sen yaşatmalısın beni
Canın olmalıyım ben yaşatmalıyım seni.
sen ve ben olmamalı Türkçe'de ve diğer dillerde,
Biz olmalıyız yalnızca biz
Tek yürek, tek beden,Tek can olmalıyız.
Ben beni, sende yaşamalıyım
Sende seni,bende yaşamalısın.
Masallar anlatmalısın aşka dair,
Sevdalar işlemelisin yüreğinle yüreğime
Ayrılık kelimesi geçmemeli sözlerinde
Sen saçlarımı okşarken yanımdayken bile,
Yüreğimdeki denizlerden,hasret şiirleri haykırmalıyım
Bütün çılgın dalgalar,fısıldamalı kulağına
Kahverengi gözlerin yaşamamın tek nedeni olmalı
Saçların rüzgar olup göyaşlarımı kurutmalı
Uzaklardada olsak düşünmemeliyiz mesafelerle ayları
Zaman kavramı olmamalı içimizde
Sevgimiz büyümeli sığmamalı yüreğimize
Taşmalıyız ırmaklar gibi
Coşmalıyız ilkbaharda dereler gibi
Çöllerde Vaha olmalıyız
Bozkırlar sevgimizle yeşile dönmeli
Gözlerin karanlıkta ışığım olmalı
Sözlerin bilinmezliklere uçurmalı
Bulmacaların olmalıyım
Beni sen çözmelisin
İpuçların olmalıyımki,rahatlayabilesin
Benim olmalısın baenimsin diyebilmeliyim.
Senin olmalıyım,benimsin diyebilmelisin.
Bütün duyguların bende yoğunlaşmalı
Seviyorsan tek sevdiğin ben olmalıyım
Kızabilmelisin bana bağırıp çağırabilmelisin
Küsebilmelisin bana, arasıra çekip gitmelisin.
Geri bana gelebilmelisin
Yenebilmelisin gururunu
Sevdiğini defalarca söylemelisin
Nefretini bütün açıklığıyla haykırmalısın
Sitem etmelisin edebilmelisin bana
Öfkeni yenebilmek için tokat bile atabilmelisin
Seni herhalinle sevebilmeliyim.
Kölemdir diye tanıtsanda dostlarına
Başım dik ve gururla evet kölenim diyebilmeliyim
eziyet etsende bana, ben seni sevdiğimi söyleyebilmeliyim.
Bir damla suyu bir parça ekmeği
Oturup katıksız yemeliyim senleKimseler bilmemeli açlığımızı bile
Sana ve bana ait ne varsa paylaşmalıyız senle verdiklerinle değil yalın halinlede
Sevmeliyim hissetmeliim seni.Düşüncelerinde yalnızben olmalıyım
Hayalimle yüreğini ben süslemeliyim.
Gözlerindeki aşk kıvılcımıyla yalnız ben yanmalıyım.
Vede benim ateşimle sen yanmalısın
Yüreğinle sarmalı,gözlerinle ısıtmalısın
Tenime her dokunuşunda ben inlemeliyim
Sen hiç tatmadığın kadar haz almalısın
Ve hiç bir zaman doymamalısın bana bende sana doymamalıyım
İhanetlerini aldatmalarını bilmeliyim
Açıkca söylemelisin bana
Bugün A şahsi ile seviştim diyebilmelisin
Fakat o an hayalinde ben olmalıyım
Öptüğün o tenin kokusunda hissetmelisin beni
Bedenine sahip olmalı o her kimse
yüreğin vede aldığın haz bana ait olmalı
Senleyken korkmamalıyım ölümden bile
Senin gibi mert senin gibi erkek olmalıyım
Yiğitliğin destanını öğretmelisin bana
Sonra cahilliğimi yüzüme vurmamalısın
Git dediğinde surat asmadan gitmeliyim
Kal dediğinde ateşinle daha çok yanmalıyım.Allahtan sonra taptığım tek varlığım olmalısın
Yüreğimden gelen sesle erkeğimsin diyebilmeliyim
Böyle sevmelisin beni,bende seni
Senin ruhun bende olmalı
Benim ruhum sende
sen öldüğünde bende yaşamamalıyım
İşte bitanem böyle sevmelisin beni bende seni
Kabülümsün,
Vazgeçilmezlerinle,
Olmazsa olmazlarınla,
bende senin kabulünsem,
Hazırım...
Hazırım senle tüm savaşlara....

di-YUVJ.gif


alıntıdır...
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
“UÇURTMAMI RÜZGÂR YIRTTI ....

di-Q25P.jpg


Bazı güzelliklerin mevsimi olduğuna inanırım. Ancak o mevsimde anlam kazanır o güzellik. Çiçek bahara, sararmış yapraklar güze, karpuz yaza yakışır. Mesela kışın ortasında manavların ortasına kurulmuş kendini ağırdan satan karpuzlara hiç yüz vermem. Yapay gibi gelir bana, plastik gibi görürüm mevsimsiz yapılan her şeyi.

Esip duran rüzgâra da en çok uçurtmayı yakıştırırım. Nazlı nazlı süzülen bir uçurtmanın ardına düşüp gitmek, onunla birlikte süzülmek bulutların arasında; tarifsiz bir mutluluktur. Hiç uçurtma uçurtmamış birine bunun mutluluğunu anlatmak imkânsızdır. Bazıları için boş iş, çocuk işi gibi gelir bu serüven ama benim için en önemli bir uğraştır uçurtma yapmak ve uçurtmak.

Çocukluğumda uçurtma yapmak şimdiki kadar kolay değildi. Öyle ince, hafif çıtalar bulmak, rengârenk kâğıtlarla uçurtmayı süslemek mümkün değildi. Uçurtma için özel ip falan da satılmazdı. Çıta yerine mısır calazı dediğimiz mısırın gövdesini, renkli jelâtin yerine gazete kâğıdını, yapıştırıcı yerine de annemize binbir yalvarmayla hazırlattığımız hamuru kullanırdık. Uçurtmanın kuyruğunu da yine kâğıtlardan yapardık. İpimiz de annemize çaktırmadan aldığımız yorgan iplikleri olurdu.

Adapazarı’ndaydım o zamanlar. Şeker Mahallesinde oturuyorduk ve mahallenin en iyi uçurtmalarını ben yapıyordum. Benim ilk uçurtmamı da babam yapmıştı. Babam nerden öğrenmişti uçurtma yapmayı bilmiyorum ama benim uçurtma ustam babamdı. Bahar rüzgârları başlar başlamaz evimizin bahçesi bir atölyeye dönüşürdü. Eline birkaç parça bir şey geçiren gelirdi bizim bahçeye, uçurtmayı yapmaya başlardık. Sonra doğru tarlalara. O zamanlar sıra sıra apartmanlar doldurmamıştı mahallemizi. Dört bir yanımız tarlaydı. Her yer bizim için oyun alanıydı.

Uçurtmalarımız için tek tehlike düğüm düğüm olan ipimizin kopmasıydı. İp kopup da kaçınca uçurtmamız koşardık peşinden. Stadın yanına kadar giderdi uçurtma. Oraya ulaştığımızda bazen çocuklar uçurtmayı ele geçirmiş olurlar, onlarla giriştiğimiz yoğun mücadeleden sonra birkaç hasarla da olsa alırdık uçurtmamızı. Sonra kaldığımız yerden devam ederdik gökyüzündeki seyahatimize.

Hâlâ yaparım uçurtma. Artık sebep çocuklarım ama şu da bir gerçek ki için için beklerim uçurtma mevsimini. Gökyüzündeki uçurtmaları gören kızımın, “Hadi baba uçurtma yapalım.” demesini beklerim. Özel çıtalarla, renkli kâğıtlarla, sırım gibi ipimizle yaparım uçurtmamızı, bu kez Adapazarı’nın değil Tokat’ın rüzgârına kaptırıp kendimizi, koşarız bir kuyruklu uçurtmanın ardından.

Geçen yaz Adapazarı’na gidince de dayanamayıp yaptım bir uçurtma. Çocukluğumun tarlaları sitelerle dolmuş. Bırakın uçurtma uçurmayı adeta adım atacak yer kalmamış. Şehrin yeni yerleşim yerinde bulduk boş bir alan, saldık uçurtmamızı gökyüzüne. Peşimde çocuklar, yeğenler, mahallenin çocukları. Bizim uçurtmayı geçen yok. Uçurtma uçurmanın keyfini çıkarana kadar süzüldü uçurtmamız.

Artık eskisi gibi değil gökyüzü. Rüzgâr esip durdukça bakıyorum gökyüzüne ama tek uçurtma bile yok. Çocuklar eğlenceyi başka yerlerde arar oldular demek ki. Dijital kuşatma onları da iyice kuşattı. Yıllar var ki misket oynayan tek çocuğa rastlamadım. Yanımdan koşup giden hiçbir çocuğun ceplerinde misket şıkırtısı duyamadım. Ellerinde cdler, dijital ve mekanik bir kurmacada mutlu olmaya çalışan ve kendileriyle yarışan yalnız çocuklar.

Tadı kalmadı dünyanın, bu kesin. Mutlu olmayı bile beceremeden büyüyor çocuklar. Bir uçurtmanın ipine sımsıkı sarılmadan, gökyüzüne bakarak düşler kuramadan, misketlerin şıkırtısını duymadan, toza, kuma belenmeden plastik ve dijital bir fanus içinde birden büyüyor çocuklar.

Çocuklarının elinden tutmalı babalar. Her gün biraz daha kötüye giderken dünya, onlara çocuk olduğunu hissettirmek için vakit buldukça açılmalılar yeşilliklere. Bir çocuğun ne kadar büyük mutluluklara ihtiyacı olduğunu görmek için ve bir çocuğa çocukluğunu yaşatmak için birkaç çıta, renkli bir kağıt ve bir ip yeterli. Her şey bir ipin ucunda saklı. Deneyin ve görün. Çocuklarınızın anlatacağı bir çocukluk anısının olmasını istemez misiniz? Günübirlik telaşlar, bunaltan mesai saatleri, aklımızı başımızdan alan krizler. Biz boğulurken bütün bunların altında cezayı çocuklarımız ödemesin. Düşlerinizi rüzgârlar yırtmadan salıverin uçurtmalarınızı gökyüzüne.


Mustafa Uçurum (Yolcu)
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Bilge kadının taşı

di-1813.jpg


Ağlarda seyahat eden bilge bir kadın, bir dere kenarında değerli bir taş bulmuştu. Ertesi gün kadın başka bir gezginle karşılaştı. Adamın karnı çok açtı. Bilge kadından yiyecek birşeyler istedi. Kadın ona birşeyler vermek için çantasını açtığında değerli taşı gören adam, kadından onu da kendisine vermesini rica etti. Tereddütsüz:

“Olur” dedi kadın.

Aç gezgin, talihin nihayet kendisine yaver gittiğini düşünerek, sevinç içinde ayrıldı oradan. Ancak, birkaç gün sonra o civarlara geri geldi ve bilge kadını bularak, taşı kendisine iade etti.

“Bana verdiğin taşın ne kadar değerli olduğunun farkındayım” dedi adam. “Ama düşündüm ki, sende bu taştan daha değerli birşey var. Bu mücevheri verebilmeni mümkün kılan şeyi bana verir misin?”

İsmail Örgen
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Sarmaşık Gülleri

di-LG19.jpg

Ne zaman güllere baksam, ötelere kanatlanmak geçer içimden. Her gül sanki bir durak gibidir öteler yolculuğunda. Bir bir o güllere basan ruhumun ayakları, gül yaprağından daha narin, kelebek kanadından daha zayıf olarak tırmanır mânâ merdiveninden.

Evet her gül, ayrı bir ismin tecellisi gibi gelir bana. Bir gül Cemil ismini tebessüm ettirir, bir başka gül Hannan ismini. Bir gül Mennan ismini akis akis yayar çevreye. Bir başkası, Deyyan isminden yansıyan şûle gibi tebessüm eder dalların arasından.

Dikenler Celâl, Kahhâr ismini yansıtır.
Sarmaşık güllerine bakınca, ben bir uzun yolculuğu hayal ederim. Basamak basamak çıkılan ve sonsuzluğa uzayan ebedî yolculuğu… Bir çubuğa bağlanmış bu güller, içimizdeki duyguları ne güzel yansıtır. Onların ebet iklimine kanatlanma arzusunu nasıl da dışa vurur.

Sarmaşık, karışık ömür yolcuğunu ve onun girift hallerini ve bazen çözülmez zannedilen bilmeceye benzer zorluklarını hatırlatır bizlere. Onda açan güller ise, “Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.” âyetini fısıldıyormuşçasına, bizlere yer yer tebesessüm ederek çözümleri söyler, kolaylıkları takdim eder, acıların sonunun ferahlama zirveleri olduğunu hatırlatır.
Yıldızları, samanyollarını düşünürüm ben bu gülleri görünce… Öbek öbek yeşil yapraklar arasında, firuze dallar içinde tebessüm eden yıldızlar gibi gül tomurcuklarını seyrederken..

Sarmaşık gülleri, içimizdeki duyguları da dışa vurdurur bir anda. Karmakarışık duygularımızın, çözülmez zannedilen en girift hislerimizin bir anda şifreleri bulunur ve ruh fidanımız tomurcuk vermeye başlar. Hüzün, çanak yaprak gibi sarmıştır tomurcuğun tac yaprağını; ama o, yarılır ve taç yapraklar önce birbirine sımsıkı bir şekilde sarınmış olarak çıkar ortaya… Sonra tebessüm ederler gün gibi, güneş gibi çevreye…

Bir de Peygamberler Peygamberi’ni hatırlatır sarmaşık gülleri bana.
Mekke dönemini, Medine dönemini, Taif’i hatırlatır. Izdırabı yudum yudum içmiş bu mânâ yolcusunun, insana dikenli tarlalar arasından güllerini nasıl taktim ettiğini tedai ettirir. Izdırab ve acı yüklü bir ömrün tomurcuklarını, hak ve hakikatın tohumlarını gönüllere ekişini, dal dal budak budak cennet soluklamasını çağrıştırır.
Sarmaşık gülleri, ötelere yolculuğu ve Hakk’a ulaşmayı da hatırlatır insana. İnsanlığın, mânâ yolcularının, öbek öbek yollara düşüşünü ve göklere doğru ilerleyişini tablolaştırır.
Sevgi ve muhabbet çiçekleridir sarmaşık gülleri. Dört mevsimin dördünde de açar. Onların çiçekleri asla dallardan eksilmez. Yeşil yapraklar üstünde, kırmızı tebessümler asla yok olmaz.Ben asıl, tevazu yüklü gönüllere benzettiğim için severim sarmaşık güllerini. Eğilirler eğilirler aşağılara kadar. Gül verdiği halde, boynu dik olması gerektiği halde bile eğilmesini bilen, hoşgörü ve sevgi insanlarına benzetirim onları. Zafer anında devesinin üzerinde iki büklüm olmuş, ‘Bütün zafer ve fetihler Hak ve hakikatındır.’ der gibi duran ümit yolcusu, iyilik ve af âbidesi Nebi’nin halini sezerim onların duruşunda.İşte en çok sarmaşık güllerini sevişimin sebebi, Gül-ü Muhammedi’yi akislerinde sezişimden ve görür gibi oluşumdandır. O’nun terinin kokusunu onların yapraklarında burcu burcu koklayışımdandır. Onların tebessüm edişinde o Gül’ün silüetini temaşa edişimdendir. Çileli ömür yolculuğu sonunda, başı göğe eren ve Mirâç tâcıyla mükâfatlandırılan bu ulu yolcunun gölgesinin gölgesini, bu güllerde gördüğümden veya temaşâ ettiğimdendir…Sarmaşık gülleri, Gül-ü Muhammedi’ye bir basamaktır, bir uzanıştır, O’na ermek ve ulaşmak için remizdir. Ben bu gülleri onun için severim ve her zaman hayranlıkla ve ibretle onları seyrederim.

Mehmet Erdoğan
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Her ''şer'' de bir ''hayır'' vardır

HER ''ŞER'' DE BİR ''HAYIR'' VARDIR

di-L15VLGL6.jpg



Bir gün haber alırsın;
Arkadaşlarından biri evleniyordur..
Tüm iyi niyetinle belki de sadece latife olsun diye;

Seni de kaybettik dersin...


Ve o an fark edersin ki
Her kaybediş kötü değildir..!


Anlarsın "Her şey de bir hayır vardır" diyeni
Açıklığa kavuşur
“Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır. Sizler bunu bilmezsiniz” ilahi ifadesi....
Tabi ifade zaten açıktır da zihin kapalıdır...
İdrak için sebeplere ihtiyaç duyar bazen...

Sebeplerde yerini bulunca düşünürsün...

"Düşün" diyen Kitab-ı Mukaddes'ten başlayarak..
"Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için
ibretler vardır"(HİCR-75)

Düşündükçe
sevinmeye başlarsın kaybettiklerin için
Kötü anılarını, ölümleri acıları, yanlışları eksikleri...
Hatırladıkça, iyi ki her zaman hatırlamıyorum.

İyi ki bazen kaybediyorum dersin..

Bazen bir dost neler hatırlatır insana..
Hem de
KAYBederken.!!

di-GCGN.jpg


Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı.
İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
Bunda da bir hayır var! Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye dogru patladı ve kralın baş parmağı koptu.
Durumu gören arkadaşı her zaman ki sözünü söyledi:
Bunda da bir hayır var!
Kral acı ve öfkeyle bağırdı:

Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?
Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler.
Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bagladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardi ki, kralın başparmağının olmadığını farkettiler.
Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanlar yemiyordu.
Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler.
Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndügünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.
Haklıymışsın! dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış.
İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.
Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi.
Hayır diye karşılık verdi arkadaşı.
Bunda da bir hayır var.
Ne diyorsun Allah aşkına diye hayretle bağırdı kral
Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.
Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? ...Ve sonrasını düşünsene ?​
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Bir Askerin Acı Öyküsü :(


Askerliğini bitirmiş olan genç askerliğini yaptığı şehirden ailesini aradı:
-Anne... baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum.. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
-Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz, diye cevapladılar.
Oğulları;
-Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.
-Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
-Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum.
-Oğlum, dedi babası, bizden ne istediğini bilmiyorsun.Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var, bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.
Oğlu o anda telefonu kapattı.
Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, polisten bir telefon geldi.Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı...!

Bir çoğumuz bu hikayedeki aile gibiyiz;
Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren ya da yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevemiyoruz. Birçok kişi kendi kadar sağlıklı, güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyor:(
 

ArZu

GülenAy
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
30,610
Tepkime puanı
2,100
Puanları
0
Konum
Kayıp Şehir...
Web sitesi
www.arzuzum.blogcu.com
Bir Bardak Süt...

di-4O16.jpg

Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu
ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.

O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz,
bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek
kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra
"Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?"
diye sordu genç bayana.
Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek,
yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
"Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket
karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize" dedi.
Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size" dedi. Howard Kelly,
evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil,
ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan
bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar
yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da
yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını
kurtarmak için elinden geleni yaptı.

Uzun süren tedaviden sonra
bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya
şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını
asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
"Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.".

Steve Goodier
Çeviri: Nuray Bartoschek
 
Üst