ArZu
GülenAy
- Katılım
- 7 Haz 2006
- Mesajlar
- 30,610
- Tepkime puanı
- 2,100
- Puanları
- 0
- Konum
- Kayıp Şehir...
- Web sitesi
- www.arzuzum.blogcu.com
İnsanlar işe gidiyorlardı
YONETİCİNİN NOT DEFTERİ / Dr. Uğur Tandoğan
İnsanlar işe gidiyorlardı. Saat, sabahın altısı idi. Ben ise işe biraz daha erken başlamıştım. Sabahın dördünde kalkmıştım. Sınav okumuş, sonra da sabah sporu için yola koyulmuştum. Ama yanıma işimi de almıştım; düşünüyordum. Aslında bilgi işçisi (knowledge worker) olduğunuzda işiniz hep yanınızdadır. Ondan ayrılamazsınız, işiniz hiç bitmez. Öyküyü bilirsiniz belki. Çiftliğe, amcasının yanına gelen şehirli çocuk sormuş "Amca burada mesai ne zaman başlar?" Amca gülmüş "Uyandığında işin içindesindir çiftlikte." Bilgi işçisi ile çiftçinin bir ortak yanı belki budur. Ağır işçiliktir her ikisi de. "Dünyanın en ağır işçisiyim. Neden mi? Çünkü 24 saat seni düşünüyorum" diyen şairin ağır işçiliğine yakın bir ağır işçilik.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Ben erken uyanmıştım ama sabah benden de erken uyanmıştı. Zaten her zaman sizden daha erken uyanan, elini çabuk tutmuş, sizden daha şanslı birileri vardır bu yaşamda. Sabah erken uyanmış, geceyi bitirmişti. Yağmur da işine erken başlayıp, işini erken bitirenlerdendi; havayı ve sıkıntıdaki ruhları yıkamıştı. Toprak ıslaktı, ağaçların yaprakları ıslaktı. Mis gibi bir toprak kokusu vardı. İşe giden insanları durdurup "Önce şu toprağı, şu "sadık yarinizi" koklayın; sonra işe gidin. Her sevgi doğa sevgisiyle başlar. Önce şu iğde ağacından gelen keskin kokunun da farkına varın; sonra işe gidin" diyesim geldi. Ama beni anlayamazlarsa korkusu ile söylemekten vazgeçtim..
İnsanlar işe gidiyordu. Kimisi arabasında, kimisi de yayan. Yayan gidenler belki arabası olanlara özeniyordu. Arabası olanlar da bir üst model arabası olanlara. İnsanoğlu bu idi; elindekinin değerini bilmeyen, hep daha değişik şeyler arayan. Biraz ilerde koltuk değnekleri ile yürümeye çalışan adamı gördüm. Büyük bir azimle durağa doğru ilerliyordu. Adımlarım yavaşladı, yavaş yavaş geçtim yanından. Bazen insan sağlam bacaklarından dolayı da utanabiliyordu.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Karşıdan gelen genç daha uykusunu alamamıştı; esniyordu. Günaydınım, esnemesine denk gelmişti. Gencin uyanması için gerçekten birisinin ona iyi bir günaydın demesi gerekiyordu. Eliyle ağzını kapatarak bana "günaydın" dedi. Acaba işte uyanacak mıydı? Öylesine bir dünyada yaşıyordu ki, uyanık değil çok uyanık olmalıydı. Öylesine bir rekabet vardı ki, cümle alem onun ekmeği peşinde idi. Acaba o bunun farkında mıydı?
İnsanlar işe gidiyorlardı. Ben onları selamlıyor, günlerini aydın ediyordum. Günaydınımı garipseyen sadece bir kişi oldu. "Bu adam neden böyle içten günaydın diyor?" diye garipsemişti. Halbuki bilseydi benim oldum olası yarım ağızla bir şey söylemediğimi, belki değişik olurdu tavrı diye düşündüm. Davranışlar çağa uymalı, duruşlar sağlam, tamsayı (integer) mantığına uygun olmalı diye düşünürüm. Yani 1 ve 0 gibi. Yani, ya hep, ya da hiç. Örneğin bir şey, ya hakkıyla denmeli, ya da denmemeli. Günaydın deyince de, merhaba deyince de, deymeli dediğine. Günaydınlar karşıdakinin gününü aydınlatmalı, merhabalar içini ısıtmalı.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Uzaktan köprüye baktım. Arabalar iki yöne de akıyordu. Sanki kıtalar cepheye gönderiliyordu. Büyük meydan muharebesine gidiyorlardı. Bütün gün savaşacaklar, sonra yorgun argın yine evlerine döneceklerdi. Her gün askere alınacaklar, her gün terhis olacaklardı. Ama bu kıtalara dahil olamayan binlerce kişi vardı bu ülkede. Acaba bu işe gidenler, her gün işe gitmenin büyük ayrıcalık olduğunun ve bu mutluluğu tadamayan işsizler ordusunun farkında mıydılar?
İnsanlar işe gidiyorlardı. Kimisinin suratı aydınlık, kimisi karanlıktı. Kimisi koşarak gidiyordu, kimisi ayağını sürüyerek. Yaşamın ne kadar kısa olduğu, tüm yolculukların mutlu olması gerektiğinin sırrına varmışlar mıydı acaba o ayağını sürüyenler. "Hem ağlarım, hem giderim mantığı" ile, görücü usulüyle evlenmiş gelin edası ile işe gidenlere hep acımışımdır. Hep şikayet edip sonra da aynı işe gitmek ne kadar acı olmalıydı. İnsan sevdiği işi yapmalı, yaptığı işi sevmeliydi.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Hatta bir kısmı gitmişti bile. Ben sabah turumu tamamladığımda sokaklar daha bir kalabalıklaşmıştı. Kuşlar da iyice işbaşı yapmıştı, bir ağızdan ötüşüyorlardı. Ben de işime devam edecektim; düşünmeye, ağır işçiliğime.
YONETİCİNİN NOT DEFTERİ / Dr. Uğur Tandoğan
İnsanlar işe gidiyorlardı. Saat, sabahın altısı idi. Ben ise işe biraz daha erken başlamıştım. Sabahın dördünde kalkmıştım. Sınav okumuş, sonra da sabah sporu için yola koyulmuştum. Ama yanıma işimi de almıştım; düşünüyordum. Aslında bilgi işçisi (knowledge worker) olduğunuzda işiniz hep yanınızdadır. Ondan ayrılamazsınız, işiniz hiç bitmez. Öyküyü bilirsiniz belki. Çiftliğe, amcasının yanına gelen şehirli çocuk sormuş "Amca burada mesai ne zaman başlar?" Amca gülmüş "Uyandığında işin içindesindir çiftlikte." Bilgi işçisi ile çiftçinin bir ortak yanı belki budur. Ağır işçiliktir her ikisi de. "Dünyanın en ağır işçisiyim. Neden mi? Çünkü 24 saat seni düşünüyorum" diyen şairin ağır işçiliğine yakın bir ağır işçilik.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Ben erken uyanmıştım ama sabah benden de erken uyanmıştı. Zaten her zaman sizden daha erken uyanan, elini çabuk tutmuş, sizden daha şanslı birileri vardır bu yaşamda. Sabah erken uyanmış, geceyi bitirmişti. Yağmur da işine erken başlayıp, işini erken bitirenlerdendi; havayı ve sıkıntıdaki ruhları yıkamıştı. Toprak ıslaktı, ağaçların yaprakları ıslaktı. Mis gibi bir toprak kokusu vardı. İşe giden insanları durdurup "Önce şu toprağı, şu "sadık yarinizi" koklayın; sonra işe gidin. Her sevgi doğa sevgisiyle başlar. Önce şu iğde ağacından gelen keskin kokunun da farkına varın; sonra işe gidin" diyesim geldi. Ama beni anlayamazlarsa korkusu ile söylemekten vazgeçtim..
İnsanlar işe gidiyordu. Kimisi arabasında, kimisi de yayan. Yayan gidenler belki arabası olanlara özeniyordu. Arabası olanlar da bir üst model arabası olanlara. İnsanoğlu bu idi; elindekinin değerini bilmeyen, hep daha değişik şeyler arayan. Biraz ilerde koltuk değnekleri ile yürümeye çalışan adamı gördüm. Büyük bir azimle durağa doğru ilerliyordu. Adımlarım yavaşladı, yavaş yavaş geçtim yanından. Bazen insan sağlam bacaklarından dolayı da utanabiliyordu.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Karşıdan gelen genç daha uykusunu alamamıştı; esniyordu. Günaydınım, esnemesine denk gelmişti. Gencin uyanması için gerçekten birisinin ona iyi bir günaydın demesi gerekiyordu. Eliyle ağzını kapatarak bana "günaydın" dedi. Acaba işte uyanacak mıydı? Öylesine bir dünyada yaşıyordu ki, uyanık değil çok uyanık olmalıydı. Öylesine bir rekabet vardı ki, cümle alem onun ekmeği peşinde idi. Acaba o bunun farkında mıydı?
İnsanlar işe gidiyorlardı. Ben onları selamlıyor, günlerini aydın ediyordum. Günaydınımı garipseyen sadece bir kişi oldu. "Bu adam neden böyle içten günaydın diyor?" diye garipsemişti. Halbuki bilseydi benim oldum olası yarım ağızla bir şey söylemediğimi, belki değişik olurdu tavrı diye düşündüm. Davranışlar çağa uymalı, duruşlar sağlam, tamsayı (integer) mantığına uygun olmalı diye düşünürüm. Yani 1 ve 0 gibi. Yani, ya hep, ya da hiç. Örneğin bir şey, ya hakkıyla denmeli, ya da denmemeli. Günaydın deyince de, merhaba deyince de, deymeli dediğine. Günaydınlar karşıdakinin gününü aydınlatmalı, merhabalar içini ısıtmalı.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Uzaktan köprüye baktım. Arabalar iki yöne de akıyordu. Sanki kıtalar cepheye gönderiliyordu. Büyük meydan muharebesine gidiyorlardı. Bütün gün savaşacaklar, sonra yorgun argın yine evlerine döneceklerdi. Her gün askere alınacaklar, her gün terhis olacaklardı. Ama bu kıtalara dahil olamayan binlerce kişi vardı bu ülkede. Acaba bu işe gidenler, her gün işe gitmenin büyük ayrıcalık olduğunun ve bu mutluluğu tadamayan işsizler ordusunun farkında mıydılar?
İnsanlar işe gidiyorlardı. Kimisinin suratı aydınlık, kimisi karanlıktı. Kimisi koşarak gidiyordu, kimisi ayağını sürüyerek. Yaşamın ne kadar kısa olduğu, tüm yolculukların mutlu olması gerektiğinin sırrına varmışlar mıydı acaba o ayağını sürüyenler. "Hem ağlarım, hem giderim mantığı" ile, görücü usulüyle evlenmiş gelin edası ile işe gidenlere hep acımışımdır. Hep şikayet edip sonra da aynı işe gitmek ne kadar acı olmalıydı. İnsan sevdiği işi yapmalı, yaptığı işi sevmeliydi.
İnsanlar işe gidiyorlardı. Hatta bir kısmı gitmişti bile. Ben sabah turumu tamamladığımda sokaklar daha bir kalabalıklaşmıştı. Kuşlar da iyice işbaşı yapmıştı, bir ağızdan ötüşüyorlardı. Ben de işime devam edecektim; düşünmeye, ağır işçiliğime.