Kemalistler Değişime Direniyor!
Modernliğin Osmanlı elit zümresi için en korkutucu yanı toplumların sonu belirsiz ve hiç durmayan bir değişim süreci içinde olduklarını söylemesi ve bunu hayata geçirmesiydi. Tüm beşeri düzenlerin zamandan bağımsız bir norm etrafında şekillenmesini bekleyen Osmanlı tasavvuru için bu gerçekten de büyük bir şoktu. Klasik yönetim anlayışı, konum ve ilişkilerin bir anlamda ‘ilahi’ dengesini yansıtan ‘nizam-ı alem’ fikrinden beslendiği için, her tür değişim ister istemez bir yozlaşmayı da ifade ederdi.
Bugün kemalistlerin değişimi hazmedememesinde Osmanlı’nın nizam-ı alem anlayışının yattığını söylemek birçok kişiye itici gelecektir. Ne de olsa kemalizm tam da bu durağan düzeni başaşağı eden, ülkeyi moderniteye açan ideoloji değil mi? Gerçekten de cumhuriyetin kurucu ideolojisi modernliği öylesine pozitivist bir biçimde yorumlamıştı ki, toplumun hangi yönde, nasıl ve niçin değişmesi gerektiği apaçık bir bilimsel gerçek olarak görülmekteydi. Buna göre halkın dinsel hurafelerin esiri olmaktan kurtulması, laik düşünce ve yaşam tarzını benimsemesi, modernliği tüm görünümü ve sembolleriyle içselleştirmesi beklenmekteydi.
Ancak toplumun dindarlığı nedeniyle kategorik olarak değişime karşı olduğunun varsayılması ve değişimin aciliyeti, sonuçta kemalizmi tepeden inme, baskıcı ve otoriter bir eylem planı içine soktu. Bu ideoloji halk için neyin iyi olduğunu bilenlerin, istese de istemese de halkı o iyiye götürme stratejisi olarak hayata geçti. Dolayısıyla kemalizm değişmeyecek ve değişemeyecek olanın elitist bir otorite tarafından değiştirilmesi projesidir. Değişmeyecek olanın ideolojik olarak, yani dindarlıkla tanımlanması; kemalizmi de dine alternatif bir ideoloji haline getirmiş, söz konusu projenin otoriter zihniyet içinde sunulması ise kısa sürede kemalizmi dini aratmayacak bir dogmaya dönüştürmüştür.
Bu tespit günümüz siyasetini anlama açısından son derece kritik gözüküyor. Nitekim Türkiye’de kendilerini kemalizme yakın hisseden laik elit, ‘değişim’i bir tür kamusal alan gibi algılamakta. Sanki değişim kendi iç mantığı olan ve birçok farklı dinamiğin kesişmesi sayesinde mecrasını bulan bir sosyal olgu değil. Laik elit için ‘değişim’ her yönüyle kontrol edilmesi, denetlenmesi ve belirlenmesi gereken bir ehlileştirme projesi, diğer bir deyişle ‘halkı adam etme’ programı. Bugün AKP iktidarının, hele o partiden birinin Cumhurbaşkanı olacak olmasının yarattığı tepkilerin arkasında, laik elitin bunca zamandır kendini aldatmış olduğu gerçeğini idrak etmesi, ama bunu kabullenememesi yatıyor.
Kemalistler AKP’nin takiye yaptığını söylüyorlar, çünkü dindar kesimin otantik değişimine inanmıyorlar. Ancak daha ilginci dindarların yaşamakta olduğu değişimi görmezden gelmek mümkün olmadığı zaman da, aynen Osmanlı elit zümresi gibi, bu değişimin ‘yanlış ve zararlı’ olduğuna hükmediyorlar. Dolayısıyla da örneğin kadınların hareket alanını genişleten, onları modern hayata sokan başörtüsünü ‘irtica’ olarak algılanabiliyor...
Elit zümrenin bürokratik kanadı ise bir adım daha da ilerde! Onlara göre AKP’li bir cumhurbaşkanı neredeyse bir tür sivil itaatsizlik. Çünkü bürokratik elit açısından demokrasi halkın tercihlerini değil, doğruluğundan kuşku duymadıkları kendi tercihlerini yansıtan bir rejim; ve halk da ancak bu tercihlere uyduğu ölçüde demokrasi içinde yer alabilmekte... Anlaşılıyor ki kemalizm gerçekte demokrasiyi bile, devletin özel alanı olarak tanımlamaktaymış ama biz bunu yeni yeni anlıyoruz...
ETYEN MAHÇUPYAN