Atatürkçülüğün Tanımı

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
zalimlerden yana olmayacağız ama bizim gibi düşünmeyenleride dışlamayacağız. Bu ülkede kemalistler ve dindarlar birlikte yaşamayı öğrenmeliler. Kavgasız, gürültüsüz.
 

yosun

Asistan
Katılım
17 Ara 2006
Mesajlar
278
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Türkler Atatürk'ten yardım diliyor

Financial Times gazetesinde Vincent Boland imzalı ve "Atatürk'ün Gölgesinde" başlığını taşıyan analizde, "Cumhurbaşkanlığı tartışması, ülkenin Kemalist kuruluş ilkelerini, yükselen siyasi İslamla uzlaştırma çabasının son göstergesi" deniyor.

"Tarih boyunca askeri liderler, büyük savaşlar öncesinde Tanrı'dan yardım dilemiştir. Modern Türkiye'de ise Ordu Mustafa Kemal Atatürk'ün adını anıyor. Geçen Cuma günü yaptıkları girişimde de yardıma çağırdıkları Büyük Önder oldu.

"Türkiye, son günlerde Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığına uygun olup olmadığı tartışmasıyla bölündü ve bu durum, Türkiye'nin laik kuruluş ilkelerini ve Kemalist ideolojiyi, demokratik uygulamalar ve giderek daha belirgin gözlenen Müslüman kimliğiyle aynı potada eritip eritemeyeceğine ya da bunu nasıl yapabileceğine ilişkin soru işaretleri uyandırdı.

"Batıda birbirini tamamlar görünen demokrasi ve sekülerlik, Türkiye'de giderek artan ölçüde uyuşmazlık içinde. Bu son kriz de bu anlaşmazlığın son örneği. Vincent Boland, sekülerizmin bir din olarak algılanması fikrinin, bir çelişki gibi göründüğünü ancak Türkiye'deki laiklik anlayışının kavranmasında açıklayıcı olabileceğini belirtiyor.

"Türkiye'nin sorunu, modern sekülerlikle devrimci laiklik kavramlarının çatışması. Fransa'da sekülerlik demokrasiyle eşdeğer. Türkiye'de ise Batılılaşma ve modernlikle tanımlanıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi rektörü Ural Akbulut, bu durumu "Bizim için laiklik olmasaydı, demokrasi de olmazdı. Türkler için önce ulus, sonra laiklik sonra da demokrasi gelir" diyerek açıklıyor.

Yazar Boland, AKP'nin nasıl bir tehdit oluşturduğunun en hararetli tartışmaların konusu olduğunu belirtirken, AKP'nin gizli İslami gündemi olup olmadığına ilişkin yorumları aktarıyor, Türkiye'de bazı çevrelerin ülkenin demokrasiyi laikliğin önüne koymaya henüz hazır olmadığı görüşüne yer veriyor.

Vincent Boland, yazısını Profesör Akbulut'un görüşleriyle tamamlıyor:
"İran'a bakın. Laik bir ülke olduğu zamanı hatırlıyorum. Bir ülkenin ömrü için seksen yıl, çok kısa bir süre."
 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Mustafa Kemal bir ideolog değildi. Pragmatik bir insandı. Baktı ki bir proje yürümüyor, fazla ısrar etmez, hatadan dönerdi. Kâh Kemalizm, kâh Atatürkçülük dediğimiz ideoloji ise daha sonra şekillendi ve katılaştı. Bu ideolojinin esas taşıyıcısı 'bürokratik elit' dediğim zümredir.

Kemalizmin esas amacı, " henüz aydınlanmadıkları " iddiasıyla, geniş halk kesimlerini devletten uzak tutmaktır: "Vergini ver, askere git, bak ne güzel; partilere oy da atıyorsun... Ama gerisine karışma!"

"Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, Mustafa Kemal'in zaferi, Kemalizmin hezimetidir"


EMRE AKÖZ
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İslamı askerle bastırmak felaket

The Guardian gazetesinde yer alan analizde çarpıcı bir iddia yer alıyor. Analizde "Türkiye'de Atatürk'ün mirasının sonsuza dek kendisini koruyamayacağı öne sürülüyor."

Analizi yapan Yazar Victoria Brittain... Bugün gazetede yer alan yazısında Cezayir'i örnek göstererek, kendince Türkiye'ye bir uyarıda bulundu.

Brittain "Türkiye için bir uyarı" başlıklı değerlendirmede, 'siyasî İslam'ı bastırmak için askerî güç kullanmak sadece felaket getirmiştir' diye yazıyor.

Türkiye Cezayir'e benziyor

Analizde dikkat çeken ifadeler şöyle;
"Türkiye'de bugün yaşananlar, on beş yıl önce Cezayir'de yükselen siyasî İslam ve ordu yapılanması arasındaki güç mücadelesiyle endişe yaratacak şekilde paralellik gösteriyor."

"Bu mücadele, Cezayir'i bir şiddet sarmalına düşüren, 200 binden fazla kişinin ölümüne, on binlerce kişinin cezaevlerine konulmasına ve bir milyon kişinin yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmasına neden olan bir askerî darbeyle sonuçlanmıştı."

"Atatürk mirası korunamaz" iddiası

"Cezayir, Türkiye'ye, Atatürk'ün mirasının sonsuza dek kendisini koruyamayacağı yolunda bir uyarı."

"Cezayir'in, Ulusal Kurtuluş Cephesi liderliğinde Fransa'dan bağımsızlığını kazanma savaşı pek çok sömürge ülke için ilham kaynağı olmuştu. Ancak Ulusal Kurtuluş Cephesi, bir ülke yaratmak için gereken siyasî altyapıyı sağlayamadı."

"Demokrasiyi Generaller bitirdi"

"1990'da İslami Selamet Cephesi'nin yerel seçimleri kazanması ardından 1991'de genel seçimlerdeki başarısı bir deprem etkisi yarattı. 70'li yılların ortalarında Cezayir'de yaşamış bir kişi olarak bu aşamada ordunun müdahalesinin, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve laik demokrasiyi korumak için yerinde olduğunu düşünme yanılgısına düştüm."

"Türkiye'de son on yılda ortaya çıkan gelişmiş siyasî İslam Cezayir için doğal bir evrim olarak görülemedi hiç. Doğrusu Cezayir'de demokrasi şansını ortadan kaldıranlar generaller oldu."
 

DJ MESNEVI

Doçent
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
1,462
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Pek cok sacma teorinin temeli olan "ateizm" dir bunun tanımı..
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, danıştay saldırısına atıfta bulunarak, Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her türlü hareketin irtica olduğunu ifade ederek, “'Önem ve öncelik sıralaması zaman içerisinde değişkenlik göstermekle birlikte Türkiye'de irtica tehdidi her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir” dedi.

Yargıtay saldırısına tüm toplum üzüldü bunun ve bunun gibi meçhul kalan saldırıların nedenini bulmamak kimlerin işine geliyor? Bu memlekette cumhurbaşkanını bile seçtirmemeye gücü yetenler meclisi bile çalıştırmamaya gücü yetenler acaba bu meçhul kalan saldırıları niye meçhul bırakıp ta irtica sakızını çiğneyip duruyorlar??? En önemliside Atatürkü kalkan yapıp , yanlışlarına meşruiyet kazandırıyorlar.
 

şifa_

Doçent
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
551
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Tüm DÜNYA İRTİCACI

Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde konuşan Başkan Sumru Çörtoğlu, “Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her türlü hareket irticadır” dedi. “Önem ve öncelik sıralaması zaman içerisinde değişkenlik göstermekle birlikte Türkiye’de irtica tehdidi her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir” iddiasında bulunan Çörtoğlu, din ve vicdan özgürlüğünün “bireyin iç dünyası ile sınırlı olduğu” görüşünü seslendirdi.

Çörtoğlu, ‘’Bu nedenledir ki laiklik, dini kuralları devlet düzeninin dışında tutarak, dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç olmasını önler’’ diye konuştu.

Laik devlet düzeninin olmadığı, din kurallarının toplumsal yaşama egemen olduğu bir ortamda özgürlükten ve demokrasiden söz etmenin imkansız olduğunu söyleyen Çörtoğlu, bu bağlamda, laikliğin eğitimin, kültürün, hukukun, dinden bağımsız olmasını, devletin dine dayalı düşünce ve akımların etkisinden arınması anlamını da taşıyacağını söyledi. Çörtoğlu, laikliğin tanımı, anlamı ve içeriğinin Anayasa’nın başlangıç kısmı ile 2, 4, 14, 15, 24 ve 174. maddeleri ve bu maddelere dayalı Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarında açıkça belirtildiğini anlattı.

“İNKILÂPLARA AYKIRI HER HAREKET İRTİCADIR”

Maksatlı çevrelerce laiklik ilkesine bağlı laikliği koruma ve yaşatma bilincinde olan duyarlı vatandaşlara çeşitli benzetme ve nitelendirmelerde bulunulduğunu söyleyen Çörtoğlu, şöyle devam etti:

‘’İrtica ile mücadelede Cumhuriyetimizin laik yapısının korunmasında dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal amaçla kötüye kullanılmasının önlenmesinde toplumsal duyarlılığı önemsiyor, onu laik devlet düzeninin en büyük teminatı olarak görüyoruz.

Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her türlü hareket irticadır. Önem ve öncelik sıralaması zaman içerisinde değişkenlik göstermekle birlikte Türkiye’de irtica tehdidi her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal birliğine ve bütünlüğüne yönelik her türlü irticai faaliyet üzerinde kararlılıkla durulmalı, bireyin iç dünyasına yönelik olan din ve vicdan özgürlüğünün kamu düzenini bozucu eylemlere dönüşmesine izin verilmemelidir.’’

Çörtoğlu, laiklik ile devletin ve demokrasinin olduğu kadar herkesin dini inanç, vicdan ve kanaat hürriyetinin de korunmasının amaçlandığının unutulmamasını isteyerek, ‘’Bugün eğer vatandaşları din ve vicdan özgürlüğüne sahip demokrat bir Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığından söz edebiliyorsak, bunun laiklik ilkesinin bir eseri olduğu hususunda hiç kimse duraksama yaşamamalıdır’’ diye konuştu.

Çörtoğlu’nun irtica tarifinin ve din ve vicdan özgürlüğü için çizdiği çerçevenin, evrensel ve objektif hukuk anlayışıyla bağdaşmadığı vurgulanırken, hukukî bir zemine oturmayan Atatürk ilke ve inkılâpları kriterinin demokratik hukuk devletinde yeri olmadığına dikkat çekilerek, Başkanın sözlerinin “devrim hukuku” mantığına tipik bir örnek oluşturduğu ifade ediliyor.
 

zaman

Asistan
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
520
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Atatürk Mucizedir

DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’tan Kürt sorunu ve Atatürk hakkında ilginç ifadelerde bulundu. Tuğluk'un en en çarpıcı açıklaması ise, ' K.Irak Misak-ı Milli’nin parçasıdır' oldu.

Atatürk ölümsüzdür

Aysel Tuğluk, Atatürk’le ilgili olarak da şunları yazdı: "Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir. Türk halkının ortak bilincinde Sevr ve büyük kurtarıcı imgesi çok güçlü bir enerjiyle ortaya çıkmaya başladı."
 

zaman

Asistan
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
520
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Günümüz Kemalistleri geçmiştekilerden çok daha doğmatik

Bir ülkede aydının tek vasfı laiklik hassasiyeti olursa, orada nasıl bir toplumsal yapı inşa edilir?

Elbette devlet merkezli, otoriter ve ideolojik zihinler toplumsal alanı tek tipleştirerek oradaki alabildiğine zengin anlamlar dünyasını ötekileştirirler. Ötekileşen her yapı merkezden itilir ve önce tanımsız, ardından da mekansız kalır.

Bu tür toplumlarda büyük dönüşümler değil büyük bunalımlar, krizler ve darbeler yaşanır. aslahatçıların çoğaldığı ortamın temelinde duran esasında bir aydın sapmasıdır. Her şeyi laikliğe indirgemeci aydının yanılgısıdır, dini her türlü terakkiye mani görme saplantısı…Toplumsal gerçekliğin sesi olmayan aydınların başını çektiği bir sapma yaşadı Türkiye.

Gerçekte aydın toplumsal vicdanın sesidir. Onların olmadığı yerde komiteci ve jakoben tipler aydın rolüne soyunurlar, rol çalarlar.Onlar sustuğunda ya da susturulduğunda, toplumun sürükleneceği mecrayı kestirmek güçleşir.

Salon aydını olup da, brifinglerde emir alan, yeni roller kapan kimi aktörlerin içten ihanetleri, demokrasi mücadelemize bir büyük kırılma olarak geçti 28 Şubat süreci. Susan toplumlar tehlikelidir. İfadesizlik, iradesizliği sürüye dahil olmayı beraberinde getirir.

Konuşmayan toplumlar güdüleriyle hareket ederler ve yığınlar halinde farklı mecralara kolayca yönlendirilirler. Akıllı devletler, toplumdaki dinamizmi yaşatmak için aydınlarına hür ortamlar hazırlar. Çünkü hürriyetin olmadığı yerde eleştiri ve beğeninin anlamı kaybolur.

Türk aydını kendine sıra dışı bir misyon biçmiş durumda.. Aydının toplumda bir çeşit öncülük rolü oynaması gerektiğine inananlardanım. Aydın üstüne vazife olmayan şeylerle uğraşan kişidir. İşini yapan adam aydın değildir. Aydınların toplumda yeni fikirleri ortaya atmak, tartışmak, eleştirmek gibi işlevleri olmalı. Toplumsal kurumlar arasında bileşik kaplar kanununa inanıyorum. Türkiye'nin milli geliri, adaleti, Silahlı Kuvvetler'i, üniversitesi böyleyken, aydınları da işte böyle olur.

ATATÜRK AYDIN DEĞİLDİ

Atatürk nasıl bir aydındı?

Aydın deyince daha çok düşünce planında bir şey akla geliyor. Atatürk kendinden önce bu toplumda geliştirilen fikirleri biliyordu ve bir anlamda o fikirlerin bir ürünüydü. Meşrutiyet yıllarında tartışılan şeyleri cumhuriyet yıllarında cesaret ve cüretle yürürlüğe koydu, ama bu onu aydın yapmaz.

Otuz yıl önce yazdığınız bir makalede Kemalizm'i bir tür 'Yeni İslam' olarak tanımlıyorsunuz. Hâlâ aynı şekilde mi okuyorsunuz?

Bu düşüncem kuvvetlenerek devam ediyor. Günümüzün Kemalistleri geçmiştekilerden çok daha dogmatik, çok daha köşeli. Dinde inançlar tartışılmaz. Kemalizm de sanki dini dogmalarmış gibi bilimi tartışılmaz hale getirdi. Burada bir çelişki var. Adnan Adıvar, 1950'de benzer şeyler söylemiş: “Şimdi yeni düşünce, eskiden İslam dogmasının tuttuğu yeri tutuyor. Bundan ötürü, Türkiye'nin düşünce tarihinde, özgür ve eleştirici bir ruhun, İslamcı ve Batıcı düşünüşler arasında sahici bir etkileşim olmasını sağladığı herhangi bir düzenin varlığına işaret etmek hâlâ olanaksızdır.”

ARKAMDA BIRAKACAĞIM BİR DİKTATÖR MANZARASI

Bugünkü sol aydınların, sol siyasetin açmazı bu dogmatik düşüncede mi aranmalı?

Türkiye'de kendilerini sol olarak tanımlayanlar Kemalizm'le hiçbir şekilde dürüstçe hesaplaşmadılar. Atatürk'ün her yaptığı doğruydu yaklaşımı yanlış. Resmi tarih çok tek yönlü. Mesela 1925'te Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek çıkarılan Takrir -i Sükûn Kanunu bir dönüm noktası. Fethi Okyar, Serbest Fırka dönemini anlatırken yazıyor: “Mustafa Kemal bana dedi ki: Gençliğim Abdülhamit baskıcılığına karşı bir isyan hareketleriyle dolu geçti, bugün bir yere geldik, gözlerimi kapatsam arkamda bırakacağım bir diktatör manzarasıdır.” Arkamda bırakacağım diktatörlüktür diyor, yani gidişattan Atatürk de rahatsızdı… Değişme süreci içinde, bir çok yerlerde modernlik adına, modernliğin ruhuna aykırı baskılar görüldü. Siyaset biliminde “Savunmacı çağdaşlaşma” diye bir kavram da icat ettiler. Toplumdaki egemen sınıfın kendi konumlarını sürdürebilmek için toplumu değiştirmeleridir yapılan. Cumhuriyetle birlikte ortaya çıkan Türk tecrübesi de böyle görülebilir.

O yapı bugün de devam ediyor mu?

Kendi hakimiyetlerinin devam etmesi çatışması sürüyor. Aydın geleneğimizde sorunlar var, güçlü bir “lejyoner” damar yaşıyor. Yani “kiralık asker, paralı asker.”


BİZDE AYDIN DEVLETTEN YANA


Aydınlar devlet memuru gibi mi?

19. Yüzyıl'da bizim aydınlar ülke içinde çalışamadıkları için Fransa, İngiltere, İsviçre'ye gidiyorlar. Aynı dönemde oralarda Rus devrimciler de var. Rus devrimcilerin amacı çarlığı yıkmak, bizimkilerin amacı devleti kurtarmak. Türkiye'de anarşist fikir gelişmedi, herkes “bu devlet nasıl ıslah edilir” diye baktı, karşılığında da devletten sürekli bir şeyler beklendi. Devleti sorgulama geleneği yok aydınımızda. Hikmet-i hükümet denince, hemen itaatkar yurttaşlar oluyoruz.

Yakın tarih bizde 'kurtarıcılığı' kuva-i milliye hareketlerini besliyor mu?

Kuva-i milliye muhataralı bir terim. Gerilla hareketini çağrıştırıyor. Bugünlerde işsiz kalan emekli askerler ordu saflarında alıştıkları sloganları sivil toplum içinde örgütlemeye kalkıyorlar ki, bunun kesinlikle devlet tarafından önlenmesi gerekir. Kızılelma Koalisyonu, Kuva-i Milliyeciler falan işin karikatürü gibi… “Ulusal çıkarlar” diye sunulan şeyler aslında ulusal çıkar değil, belirli bir düşünceye ve ideolojiye bağlı insanların çıkarıdır.

Bir yazarın fikirlerinden dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalması nasıl bir mesaj veriyor ötekilere?

O ülkenin çok aleyhinedir. Aydınların ana dili konuştukları ülkede yaşamaları çok büyük bir mutluluktur. 1980'ten sonra üniversite tasfiyesi olacağını öğrenince -daha önce yurt dışında yaşamak zorunda kalan- Niyazi Berkes'e mektup yazdım, oralarda bir iş bulabilir miyim diye. Aramız pek iyi değildi ama insani bir mektup geldi; “başınıza böyle bir şey gelirse çok üzülürüm, ama bir yolunu bulun ülkenizde kalın. Ben ülkemden çıktığım için çok pişmanım.”


Prof. Dr. Mete Tunçay
 

öggeş

Asistan
Katılım
12 May 2007
Mesajlar
884
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
38
Birileri hep aynışeyleri yazmaya usanmıyor dah bir hafta olmadı aynı konu aynı yazı. yine ardından tartışmalar heralde bunu bilerek yapıyorlar.
...
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
ATATÜRKÇÜLER ISRARLA TÜRKİYEYE İRTİCANIN GELECEĞİNİ VE TEDBİR ALINMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYORLAR. Atatürkçü düşünce derneği başkanıda bunu söylüyor ama sonra dönüp diyorki, AB yi bırakıp İranla bazı ortaklıklar kuralım diyor. Buna şaşırıyorum. Bizlere kötüledikleri iranla birliktelik -müttefiklik yandaslık tan bahsediyorlar bunlar gerçekten dengesizler.
 

SirayeT

Asistan
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
215
Tepkime puanı
0
Puanları
0
YUNANİSTAN'DA ATATÜRK İLE İLGİLİ YENİ İDDİALAR

Yunanistan'da, Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatı ile ilgili çeşitli iddiaların yer aldığı "Mustafa Kemal: Selanik'te Yaptıkları ve Yaşadıkları" adlı bir kitap yayınlandı.

To Vima Gazetesi'nde özeti yayınlanan kitap, Atatürk'ün doğumundan Selanik'ten ayrılana kadarki hayatı hakkında bazı teferruatlar veriyor. Kitabın yazarı Hristos Hristodulu, Atatürk'ün yaşadıkları konusunda tarihi açıdan doğruluğu ispat edilemeyecek çeşitli iddialarda bulunuyor. Kitapta, Atatürk'ün Selanik'in Langada semtinde doğduğu belirtiliyor ve çocukluk yıllarında kız kardeşi Makbule ile beraber hem inek sağdığı hem de tarla ektiği kaydediliyor. Kitapta ayrıca Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım ile eğitimi konusunda kavga ettiği belirtiliyor.

Kitaba göre Atatürk modern eğitim almak isterken, annesi dini eğitim almasından yanaydı. :)))Kitabın sayfalarında, "Genç Mustafa Kemal Cafe Sandan'a çok sık giderdi. Oralarda alkol bolluğu vardı. Duman dolu yerlerdi. Ve kadınlar erkeklere dostluk ederdi. Mustafa Kemal daha çok Kristal, Olimpos ve İonia'ya giderdi. Orada arkadaşları ile tavla oynar, meze yer ve bol bol bira ve rakı içerdi. Mustafa Kemal gece boyunca rakı ile keyfe gelir, sabaha kadar dans ederdi" gibi iddialar yer alıyor. Yazar Hristodulu kitabında, Atatürk'ü Adana'da 1917 yılında ziyaret eden Yunan iş adamı Prodromos Bodosakis'in Mustafa Kemal için 'dinamik, aynı zamanda içki içmeye dayanabilen bir şahıs' olarak bahsettiğine de yer veriyor.

Kitapta Atatürk'ün Selanik'te bazı Yunanlı diva şarkıcılar ile yaşadığı maceralar olduğu da iddia ediliyor. Ancak kitapta bu iddiaların doğruluğu konusunda hiçbir belge bulunmuyor. Exantas yayınlarından çıkan 244 sayfalık kitap, satılmaya başlandı.

Atatürkün normal bir insan olduğunu kabul edemeyip ona tapınanlara duyurulur!
 

Özduygu

Doçent
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
652
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Atatürkçülük adına , Atatürkün kemiklerini sızlatacak şekilde hırsızlık ve uğursuzluk yapanlar, Atatürkçülük maskesi altında devleti soyup soğana çevirenler, alıştıkları keyfi düzenlerini kaybedenler, çıkarlarını kaybedenler, halkı 2. sınıf vatandaş olarak görenler, mevcut ve gelecek yönetimlere sırf kendi menfaatleri için karşı çıkanlar lartık dürüst olsunlar. Millet son yaşanan olaylardan sonra gerçek yüzünüzü gördü.

Elit ve atanmış tabaka , artık halk adına halka rağmen iş yapmayın Masum halkı cumhuriyet ve laiklik elden gidiyor diye kandırmayın Halk biliyorki çıkarlarınız elden gidiyor. Yeter artık SÖZ MİLLETİNDİR Milletin iradesi üstünde hiçbir güç yoktur. "Egemenlik kayıtsız ve şartsız Milletindir ATATÜRK" Atatürk hayatta olsaydı sizin bu millete karşı yaptığınız zorba ve baskıcı hareketinizden dolayı kahrından ölürdü.
 

DJ MESNEVI

Doçent
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
1,462
Tepkime puanı
3
Puanları
0
ataturku ilahlastırmıs artk adamlar..

Herifler istedigi yerleri egip büküyolar. karı gibi siyaset yaparlar..

sordunmu delikanlıyız derler ama gercekleri sadece kendilerinin söyledikleri kanısı üstünde dururlar..
 

Özduygu

Doçent
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
652
Tepkime puanı
2
Puanları
0
SON BÜYÜK ATATÜRKÇÜMÜZ SİSİ. Kim olduğunu bir araştırın.

CHP den adaymış. Meclisimizin ilk travestisi olacak. Ekranlara çıkınca Atatürk hakkında döktürüyor maşallah. Atatürkün kemikleri sızlıyordur ya .Atatürkü savunmak bunlra kaldı. Hani Atatürkü kötüleme kampanyasımı varda ikide bir çıkıp onu savunuyorlar çok şaşırıyorum. O Türkiyenin ortak değeridir. Onların malı değil.
 

şifa_

Doçent
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
551
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Askeri yönetimde Atatürkçülük dersi

Atatürkçülüğün ihyası için (!) askeri darbeyi savunanların tam olarak neyi savunduklarını anlamak için, Ülkücü bir arkadaşımın trajikomik bir 12 Eylül hatırasına müracaat edelim:
Mamak Askeri Cezaevi… Tutuklular, her öğünden önce, yemeğe hak kazanmak için Atatürkçülük imtihanından geçmek zorunda. Soruları, eline tutuşturulan kitapçığı hıfzetmiş uyanık bir onbaşı soruyor. Cevapsız kalan her soru için tutukluya sopa atılıyor.
- Söyle lan, Atatürk ne yaptı?
- Vatanı kurtardı komutanım.
- Başka ne yaptı?
- Cumhuriyet Halk Fırkası'nı kurdu komutanım.
- Başka?
- Padişahlığı kaldırdı komutanım.
- Başka?
- Cumhuriyeti kurdu komutanım.
- Başka?
- Halifeliği kaldırdı komutanım.
- Başka?
- Harf İnkılabı yaptı komutanım.
- Başka?
- Takvimi değiştirdi komutanım.
- Başka?
- Tekke ve zaviyeleri kapattı komutanım.
- Başka?
- Şapka İnkılabı yaptı komutanım.
- Başka?
- Laikliği getirdi komutanım.
- Başka?
- Eee…
- Çabuk söyle lan!
- Eee…
KÜT!
- Tamam, buldum komutanım, Atatürk Orman Çiftliği'ni kurdu komutanım.
- Başka?
- Başka… eee…
KÜT!
- Söylesene lan, Atatürk başka ne yaptı?
- Eee… Hareket ordusuyla Selanik'ten İstanbul'a gelmişti komutanım…
- Başka?
- Eee…
-KÜT!
- Şey… eee… İzmir kurtarıldığında Yunan bayrağının çiğnenmesine müsaade etmemişti komutanım…
- Başka?
- Başka?
KÜT!
- Söyle, başka ne yaptı Atatürk?
- 10 Kasım 1938'de öldü komutanım.
- Başka?
- Başka bir şey yok komutanım.
- Nasıl yok?
KÜT!
- Atatürk başka bir şey yapmadı mı lan?
- Eee…
KÜT!
- Çabuk söyle, yoksa kırarım kemiklerini. Başka ne yaptı Atatürk?
- Vallahi bilmiyorum komutanım.
- Yuh sana! Çocukken dayısının çiftliğinde karga kovalamadı mı lan?
- Kovaladı komutanım.
- Eee? Hani başka bir şey yapmamıştı?
KÜT!
- Öğrendin mi şimdi?
- Öğrendim komutanım.
- Neymiş?
- Çocukken dayısının çiftliğinde karga kovalamış komutanım.
- Aferin. Git şimdi al yemeğini.
HAKAN ALBAYRAK
 

Özduygu

Doçent
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
652
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Üniversitenin görevi “Atatürkçü yetiştirmek” değildir

Boğaziçi’nin rektörü Ayşe’ye saldırmışlar. Yeni duydum.

Çünkü Boğaziçi, Orhan Pamuk’a fahri doktora vermiş. (Mimar Sinan, “Fethullahçı” Hilmi Yavuz’a verince kimse ağzını açmamış ama, hayret!)

Bir kız öğrenci “türbanla gitar” çalmış (Ahmet Hakan gibi bir şey olsa gerek), bir folklor topluluğu da bildiğimiz Bitlis oynamış (peşmergeye benziyorlarmış, herhalde güneydoğu folklor oyunları smokinle oynanmalıdır, çağdaş Türkiye’ye yakışan budur.)

Kavga şuradan çıkıyor: “Kaliteli” üniversitelerimizde liberal bir hava esiyor, kelek olanlarda faşizm kokusu var.

Çocukların ÖSYS tercihlerinde hangilerini üst sıraya yazdıklarına bakarsanız, toplumun özlemini de anlayabilirsiniz tabii. Bu özlem, 12 Eylül döneminde “dizayn edilmiş” üniversite kalıbına uymuyor.

Fakat bürokratik oligarşi, her çocuğu aynı tornaya sokup Taptuk Emre tekkesinin değnekleri gibi birörnek odunlar çıkarmak için direniyor.

Profesör Ayşe Soysal, “Boğaziçi Türkiye için biraz fazla özgür kaldı” demiş. Kibar kadındır, “iki numara büyük geldi” dememiş. Oysa çok iyi hatırlayacaktır, otuz yedi yıl önce, Ayşe ve ben orada okuduğumuzda da öyleydi, eski Robert College.

Oysa Türkiye’yi Boğaziçi’nin düzeyine çekebilseydik memleket

kurtulacaktı.

YÖK, çekemezsin diyor.

YÖK Yasası’na göre, üniversiteler, “Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, aile, ülke ve millet sevgisiyle dolu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren” öğrenciler yetiştirmekle yükümlüdürler.

Buna göre, yabancı uyruklu bir öğrenci bizim üniversitelerimizde ya okuyamaz, ya da gizli servislerimize ajan olarak girer.

Bekâr kalması da son derece sakıncalıdır, “aile sevgisi” direktifine uymaz.

Ya da bu yasayı yumurtlayanlar, Tuzla Piyade Okulu’yla üniversiteyi karıştırmışlar!

Üniversitenin görevi Atatürkçü yetiştirmek değildir. Aslına bakarsanız, üniversitenin birinci görevi öğrenci yetiştirmek, birilerini meslek sahibi yapmak, onlara para kazandırmak, askere gittiklerinde yedeksubay olmalarını sağlamak falan da değildir.

Üniversite bilim üretir ve bunu öğrencilerine aktararak bilimi kimin “işe vurmaya yetkili” olacağını saptar. Doktor yetiştirmez, tıp bilimini kimin özümseyip kimin özümseyemediğine ve bunu kimin uygulayabileceğine karar verir.

Ama bizde üniversite, azıcık sosyal bilimler dışında hiçbir bok üretemez.

Çünkü yüksek lisedir.

YÖK, yeni çıkardığı bir yönetmelikle, kendi yasasında yer alan, yukarıda da zikrettiğim ilkelere ters düşen yabancı diplomaları da denk saymıyor, tanımıyor ve onaylamıyor. Öğrencinin, dışarıda, YÖK’ün hoşuna gitmeyecek “herhangi bir ders almış” olması yeterli, seçmeli meçmeli de olsa... Diplomanın kendisi, seçilen bilim alanı falan önemli değil, bir tek ders yeterli!

Örneğin Harvard’ı bitirseniz, orada cinsel sapmalar üzerine bir psikoloji dersi aldıysanız, sizin diploma bizim burada paçavra. Çünkü “Türk aile mefhumuna” uymaz.

Elbette bu yönetmelik El Ezher ya da Tahran Üniversitesi gibi yerlerde okuyan “potansiyel El Kaide militanlarını” ufalamak üzere çıkarılmış ama yarın bir manyağın bunu benim dediğim düzeye çekmeyeceği ne malum?

Buna göre, kurtuluş savaşımızın karşı cepheden görünüşünü, Yunan ordusunun harekât planını da inceleyemezsiniz, vatana ihanet olur.

Ben de ayvayı yedim Ayşeciğim, çünkü 1972-73 ders yılında, rahmetli Profesör Ali Alparslan’dan (o zamanlar doçentti) hem merak ettiğim için, hem de not ortalaması yükseltmek amacıyla “Osmanlıca” dersi almıştım! Eski yazıyı da bayağı sökmüş, dili çok koyu olmamak şartıyla Osmanlı metinlerini şakır şakır okumaya ve de kendim de yazmaya başlamıştım... Gitti çöpe bizim kapı gibi Boğaziçi diploması! O dersi almama izin veren bizim Mantikas’ın (eski kayıt işleri müdürümüz) elleri kırılsaydı!... Fakat adamcağız günün birinde Türkiye’nin böyle cılkının çıkacağını nereden bilebilirdi?

Sevgili bürokrasi, buna da faşizm denir, zarar yok.

Nasıl olsa yakın zamanda bunu açık açık da uygulayacaksınız, Bahçeşehir’i, Boğaziçi’ni falan kapatırsınız, Ayşe de evinin kadını olur. Baksanıza, “ben aslında yemek yapmayı severim” demiş, bu hıyar toplumda üniversite yönetmekten o da memnun değil.


ENGİN ARDIÇ
 

Kıble

Üye
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
52
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Atatürk, bu Kemalistleri sopayla kovar

AB reformları Kemalizm'in bir devamıdır, 2000'lerdeki versiyonudur. Üstelik bu sahte Atatürkçüler antiemperyalizm kavramını da saptırdılar. Uluslararası ilişkilerden hiç anlamadıkları için 'AB ve ABD emperyalizmine karşıyız' diyorlar.
Hiç farkında değiller, bizi ABD'nin korkunç tekeline mahkûm ediyorlar.

Efendim, bunlar Batıcı değil. Bunlar Kemalist değil. Bunlar statükocu.
Bir yanda, 'laiklik elden gidiyor' korkusu yaratarak kitleleri, diğer yanda da 'milliyetçilik ve ulusalcılık'la seçkinleri tahakküm altında tutmaya çalışıyor bunlar. Laikliği bir din gibi algılıyorlar.


M. Kemal'in sözleriyle Muhammed'in hadisleri, Anıtkabir'le Kâbe, Nutuk'la Kuran arasındaki paralelliği görmüyor musunuz? Muhammed'in hadisleri hadis-i sahih, hadis-i gayri sahih diye ikiye ayrılır. M. Kemal'in de sözleri ikiye ayrılıyor. Mesela, 'Beni Türk hekimlerine emanet edin, komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir' sözlerinin sonradan uydurulduğu anlaşıldı. Böyle memleket idare edilir mi? M. Kemal gelse bu Kemalistleri sopayla kovalar.

BASKIN ORAN
 

Sayha

Asistan
Katılım
19 May 2007
Mesajlar
306
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Kemalizm=Baas mı?

Perinçek'in iddiası şu: “Kemalizm üç aşağı, beş yukarı Baas rejimidir..” Baas rejimi ise Saddam ve Hafız Esad rejimidir.. Yine Perinçek'in bir diğer iddiası da “Mao Çin'de ne yaptı ya da yapmak istedi ise, Mustafa Kemal burada onu yaptı ya da yapmak istedi..” İzleyin bakın bakalım sizde nasıl bir düşünce oluşacak.. Perinçek Ulusalcı bir Kemalist.. Ona göre Abdullah Öcalan Türkiye için tehdit ya da tehlike değil..

Perinçek, oyunuzu CHP ye vermiyorsanız MHP ye verin diyen çevreden bir isim.. MHP lideri elinde yağlı urganla çıkıp şov yapıyor. Ama öte yandan Kızılelma koalisyonunun bir diğer lideri, Apo'yu Türkiye için tehdit ve tehlike olareak görmüyor.


Bana kalırsa Perinçek de, Bahçeli de oynanan oyunun farkında, bu işin aslını biliyorlar.. Apo'nun kim olduğunu, PKK nın ne zaman, nasıl, ne için kurulduğunu da..

Perinçek de, Bahçeli de rol yapıyor ama bazan işler böyle karışıyor..Ha, size Baas'la ilgili bir internet adresi vereyim de lutfen bir bakın. En azından Kemalizmin ne olup olmadığını bir kenara bırakalım da, bu gün Kemalist geçinenlerin Kemalizmi savunuyormuş gibi gözükürken Türkiye'de nasıl bir rejim kurmak istediklerini görün.

Baas rejimi bir diktatörlük rejimidir. Hristiyan Arapların liderliğindeki İslâm karşıtı Arap Milliyetçiliğine dayanan bir rejimdir. Her fırsatta Arapları aşağılayanların, hatta Suriye'ye karşı Türkiye'yi kışkırtmaya çalışanların Kemalizmi diktatöryal bir Arap sosyalist rejimi ile özdeşleştirmeleri size garip gelmiyor mu?MHPlilere sormak gerek, bu işin (Perinçek'le ittifakın/CHP ile ittifak kurmanın) neresinde Türklük var, neresinde İslâmlık var?

Perinçek ve Bahçeli'yi bir araya getiren, MHP ile CHP'yi aynı zeminde buluşturan derin gerçek ortaya çıkmadan, Türkiye'yi bu hallere düşüren derin sır ortaya çıkımayacaktır..

Perinçek'in solculuğu ya da İP Genel Başkanlığı ile Bahçeli'nin Milliyetçiliği ya da MHP Genel Başkanlığı bir kadro planlamasıdır.. Bir kariyer planlamasıdır.. Bu planlamayı yapanlar, bu kişileri farklı kadrolara tayin etselerdi, yine değişen bir şey olmayacaktı ve herkes kendine düşen rolü aynı şekilde oynamaya devam edecekti..

Apo'nun peşindeki Kürt, Bahçeli'nin peşindeki Türk'ün buluşma noktası neresidir dersiniz?

Selam ve dua ile.
ABDURRAHMAN DİLİPAK
 

Özduygu

Doçent
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
652
Tepkime puanı
2
Puanları
0
'Ortodoks Kemalizmin inatçı bekçisi...'


Sami SEULÇUK'un yazısı
STAR
Anayasa Mahkemesinin karar(lar)ı sonrası dış dünyada oluşan izlenimler/kanılar

Anayasa Mahkemesinin (AYM) karar(lar)ı sonrası dış basında yazılanlar, söylenenler, yıllardır hukukun üstünlüğü için çırpınan Türk halkını; bütün dünyada, özellikle AB ve demokratik ülkeler karşısında güç durumda bırakmıştır.

İşte birkaç değerlendirme: ‘Kendilerini ulusun kurtarıcısı olarak sunan askerler, (cumhurbaşkanı) oylamasının geçersizliği konusunda bütün ağırlıklarını ortaya koydular (...) Uyarı, (AYM’nin) on bir üyesini baskı altına almıştır. Bunlardan yedisi generallerin yakını olan Cumhurbaşkanı tarafından atanmıştır (...) Ordunun bildirisi Yüce Mahkemeyi etkilemiştir. Karar, Türk yargı sistemine ve demokrasiye ağır bir darbe, hukuk devleti ve yargıya inancın örselenmesi, azınlığın çoğunluğa baskısı, Anayasaya aykırı, Türkiye’de yüce yargının her zaman Ortodoks Kemalizmin inatçı bekçisi olduğunun kanıtıdır(...) ‘Gül’ün adaylığına karşı ordunun demokratik olmayan ve yargının karar darbesiyle peçelenmiş müdahalesi...’ (Türkiye-AB Komisyonu Karma Parlamento Eşbaşkanı Joost Lagendijk ile yazarlar M. Nureddin, Thierry Oberlé, Sophie Shibab vb.).

Dikkat ediniz. Bu görüşlerde beş noktaya parmak basılıyor:
1-Ordunun müdahalesi. 2-Yargı kararının; a-ordunun baskısıyla ve b-ortodoks bir ideolojiyle verildiği. 3-Yargının kararıyla ordu müdahalesinin meşrulaştırılmak istendiği. 4-Yargıya güvenin yitirildiği.

Hukuka bağlı bir devlet, uygar bir toplum, bu yargıları çürütmek zorundadır. Bu yargılardan en acımasızı, kanımca Atatürkçülük ile ilgili olanıdır.

O Atatürk ki, Atatürkçülüğü şöyle özetlemiştir:
‘Ben değişmez bir düstur/dogma bırakmıyorum. Dogmacılık, sürgit değişen bilime aykırıdır. Bilimi izleyenler, beni izlemiş olurlar’.

Değişen bilim ise elbette hiçbir zaman katı bir ideoloji değildir. Eğer Atatürk, yargının hukuka (bilime) göre değil, kendisine mal edilen tutucu bir ideolojiye ve yerindelik ölçütüne göre karar verdiği izlenimini görseydi, hiç kuşkusuz kahrolur, kıyameti koparırdı.

Hukuka kıymak, bilimi izlememektir; Atatürkçülüğe de kıymaktır. Geliniz. İkisine de kıymayalım.

Türkiye’de üstünlerin değil, hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğunu kanıtlayalım. Yargı/yargıç, elbette kimsenin aracı olamaz. Türkiye’de de olmamıştır. Olamaz da. Çünkü yargı, devletin her türlü işlemlerini, bireylerin eylemlerini hukuk süzgecinden geçirerek, sistemi arındırır/meşrulaştırır.

Yargının bağımsız/yansız ve hukuka bağlı olmadığı izlenimini uyandırması bile sistemi kirletmeye yeter.

Yargı(çlar) dahil, başına buyruk olanları hukukun içine çeken biricik güç, yansızlıktan ve nesnellikten sapmayan bağımsız yargıdır.

Başı darda olanların/ezilenlerin iki sığınağı vardır: Nesnel hukuk ve onu yaşama geçirebilen yargı.

Bu sığınaklardan yoksun toplumlarda hiç kimse yarınından emin olamaz; ‘Berlin’de yargıçlar var’ diyemez.

Diyemezse tartışma rejimin içinden üzerine kayar. Bilgi çağını yakalamalıyız. Ülkemizi, ‘bilim başka, uygulama başka’ aldatmacasıyla kendilerini avutanların, bilimi küçümseyerek sözde Atatürkçü geçinenlerin diyarı olmaktan çıkarmalıyız.

Hukuk, binlerce yıllık incelemelerin, deneyimlerin ürünüdür. Hukuk dili, binlerce beyinden damıtılan süzme kavramlar dilidir. Kullanırken onların içeriklerini ve sınırlarını iyi bilmezsek, kuşkulanıp bilgimizi denetlemeden uygulamaya geçersek, kesinkes yanılırız.

AYM, bu yüzden yanıldı. Daha önceleri Yüce Mahkemenin doyurucu ve çığır açıcı bir gerekçeyle karşımıza çıkmasını dilemiştim.

27 Haziran 2007 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan karar, bu dileğimi gerçekleştirmek şöyle dursun, beni düş kırıklığına uğrattı. Hukukun temel kavramlarının içleri boşaltılmış, ilkeleri dışlanmıştı.

Hele hele temel gerekçeyi beslemek savıyla yazılmış, uydurma kavramlar ve dil yanılgılarıyla sakatlanmış ‘ek(lemleme) gerekçeler’, bu düş kırıklığımı, umutsuzluğa dönüştürdüler.

Ülkem ve yargı adına kahroldum.
 
Üst