Atatürkçülüğün Tanımı

SirayeT

Asistan
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
215
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Kemalizm ve demokrasi

Yıl 2007... Hálá... Sıkılıp, utanmadan aynı şeyi tartışıyoruz: Demokrasi mi, Kemalizm mi?

Çok uzun zamandır, objektif bir gazeteciliği bırakıp fanatik militanlığı seçen Cumhuriyet gazetesi manşet atmış: Hedefleri Kemalizm. Halbuki... ‘Hedefleri demokrasi,’ manşeti çok daha dürüst olurdu.

Nedir? Kanal 24’de,Yuvarlak Masa Programı’nda ağırladığımız ve anayasa değişikliğini tartıştığımız Prof. Dr. Zafer Üskül bize söylediğini bir kez daha tekrarlamış: - Kemalizm veya başka bir ideoloji anayasada yer almamalı...

Ve devam etmiş: -İdeolojilere yer vermeyen renksiz bir anayasa düşünüyorum. Dün baktım, statüko cephesi avaz avaza.. Neden? Tek parti ideolojisi olan Kemalizm’e karşı çoğulcu, çok sesli ve her vatandaşa eşit mesafede demokratik bir anayasa talep edildiği için.

Ana Britannica Ansiklopedisi’ni alın... Kemalizm maddesini açın... O sizi ‘Atatürkçülük’ maddesine yollayacaktır. Bakın orada ne yazıyor: ‘...Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 tarihli tüzüğünden 1937’de, 3115 sayılı yasayla Anayasa’ya geçirilen ilkeler, Altı Ok, Kemalizm diye adlandırılır.’

Neymiş? Kemalizm, ‘Altı Ok’ demekmiş. Ne zaman anayasaya konuyor? Tek partili dönemde... O zaman sadece CHP var... Başka parti yok. Türkiye güya 1946 yılında çok partili sisteme geçti. Güya diyorum, çünkü 2007’de bile tek parti döneminin ideolojisinin demokrasiyi yere çalması istenmekte... Savunulmakta.

Bu ne demek? ‘Birçok farlı parti olsa da, herkes mecburen ve zorla CHP’li olmak zorundadır’ demek. Medya bunu utanmadan sıkılmadan tartışma konusu yapabilmekte.

22 Temmuz seçimlerinde CHP ne kadar oy aldı? -Yüzde yirmi. Tüm topluma, ‘o partiye oy veren ve Altı Ok’u seçenler gibi düşünmek zorundasınız’ denebilir mi? Anayasa’ya CHP ilkelerini koymak, herkesi ‘zoraki CHP’li yapmakla aynı şey... Bu, demokrasiyle bağdaşabilir mi? Bunu dayatmak...

Bunu tartışmak ayıp değil mi? Kemalizm tek parti ideolojisi olduğu için demokrasiyi içermez... Ama demokrasi doğallıkla Kemalizm’i içerir.. Demokrasilerde CHP gibi Kemalist partiler olur... Ama anayasal maddelerle herkes zoraki CHP’li yapılamaz. Bunun tersini savunanlar, gerçek bir demokraside böyle bir şey olmayacağını bilmiyorlar mı?

Zaten işin en hazin yanı da bu... Bal gibi biliyorlar... Ama sahtekarca davranmaktan kaçınmıyorlar... Bu sahtekarlık bu çağda, demokrasi tercihini açıkça ortaya koymuş bu ülkede ne işlerine yarayacaksa?

‘Kemalizm mi, demokrasi mi?’ tartışmasında hala ‘Kemalizm demokrasiden iyidir’ diyebiliyorlar. Rahmetli Bülent Tanör, on yıl önce TÜSİAD için yaptığı ‘demokratikleşme perspektifleri’ adlı çalışmasında, dünyada anayasasında ‘şahıs adı’ geçen üç ülke olduğunu yazdı.

Türkiye dışında biri İran, diğeri de Kuzey Kore... Benzediğiniz iki ülke zaten anayasamızın durumunu ortaya koymaya yetmiyor mu? Türkiye’de statüko, Mustafa Kemal Atatürk, Kemalizm ve demokrasiyi ‘aynı şey’ gibi sunarak durumu idare etti.

Mustafa Kemal bu toprakların tarihsel bir lideridir... Kemalizm ya da Atatürkçülük, tek parti ideolojisidir... Demokrasi ise çoğulculuktur. Şimdi Zafer Üskül’ü hedef tahtası haline getirmek ne oluyor? Deniz Baykal’ı anlarım... O halktan alamadığı oyu ‘başka yerlerden’ almak peşinde... Demokrasiyle bir ilgisi kalmamış artık.

Ama diğerlerine ne oluyor? Hele daha ilk adımda Zafer Üskül’ü satmaya kalkan AKP’lilere? Anladık politikacısınız, anladık aklınız fikriniz ‘zamanlamada’ ama artık politika değişiyor...

Ve Üskül gibi dürüst, cesur ve açıksözlü insanlar politikaya giriyor. Üskül’e benzemek, onun bilgisine ve cesaretine sahip olmak kolay değil. Ama hiç olmazsa çelme takmayın. O savunduğu doğruyu anlatır. Halk da anlar. Çünkü artık anlatmanın zamanı geldi.

MEHMET ALTAN
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
İslami bir forumda Müslüman olan insanların, ölmüş bir kişi olan Mustafa Kemal'in hakkında 15 sayfa konuşması, içler acısı... Allah, ölmüş biri arkasından böyle konuşan sizleri ve buna sessiz kalıp ''dur'' demeyen bizleri affetsin...
 

CimCime

kaLpsiz
Katılım
19 Haz 2007
Mesajlar
508
Tepkime puanı
39
Puanları
28
Konum
LuLuLu
İslami bir forumda Müslüman olan insanların, ölmüş bir kişi olan Mustafa Kemal'in hakkında 15 sayfa konuşması, içler acısı... Allah, ölmüş biri arkasından böyle konuşan sizleri ve buna sessiz kalıp ''dur'' demeyen bizleri affetsin...

:confused1::confused1::confused1:

herseyi yeniden baslatanda siz olucaksiniz sanirim..
belki bu sefer 20 olur kim bilir ;)
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
E bu söz üzerine tekrar ölmüş biri hakkında konuşmaya başlayan olursa ben onun içinde ki Allah korkusu duygusundan şüphe ederim... Herkes dört dörtlük ya, hep başkalarına bakıp onları eleştiriyoruz bu forumda... Hele bu kişi ölmüş biri olunca ooohh... Galiba herkes Cehennem arzusu içinde.. Hiç mi düşünmez insan ya hû, bu tür konuların gıybete kadar gittiğini... Yazık.. Hala daha konuşulacak öyle mi?
 

sağanak

Paylaşımcı
Katılım
28 Nis 2007
Mesajlar
162
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Kemalizm

Sanırım Cumhuriyet’in en büyük fiyaskosu “eğitim” sistemi oldu. Halkın arasından çıkıp da o halkla ilişkisini kesen bir grubun epey sorunlu iktidarını sürdürebilmek için eğitim tam bir “beyin yıkama” mekanizmasına döndürüldü.

Çocukların “düşünmesini” sağlamak için değil tam tersine “düşünmemesini” ve “devlet, Atatürk, Kemalizm” gibi tabulaştırılmış kavramlara tapınmasını sağlamak için düzenlendi bütün sistem. Sonucunda, “düşünemeyen,” sadece ezberlediklerini tekrarlayan, “kutsallıklarla” zihinleri dondurulmuş bir “okur yazar” zümresi çıktı ortaya.

Burada birçok garip çelişki belirdi. Devleti korumak için yetiştirilen kadrolar, zihinsel bir şokla donduruldukları için daha sonra yönetime geldiklerinde devleti idare edemediler. Devlete tapınanlar, yetersizliklerinden dolayı devleti çökerttiler.
Hukuksuz, darbeci, çeteleşmiş bir yapı çıktı ortaya.

Beyin yıkayarak itaatkar kadrolar yaratma kurnazlığı, devletin yetersiz kalmasına yol açtı. İkinci gariplik ise “okur yazarlar” ile “cahiller” arasındaki tuhaf rol değişimiydi. Eğitim süreçlerinde “düşünme esnekliklerini” yitiren “okuryazarlar” ülkenin en tutucu, en gerici grubu haline gelirken, onlar kadar ağır bir “doktrin” bombardımanına tutulmayan “cahiller” daha esnek, daha değişimci, daha sağduyulu kaldılar.

Okuryazarların “devlet açısından tehlikeli” buldukları her değişimin “cahiller” tarafından desteklenmesinde, sanırım “eğitimsizliğin” bu ülkede büyük bir beyinsel avantaj sağlamasının da rolü büyüktü. “Cahiller,” okuryazarların içine sıkıştıkları dar kalıpların esiri olmuyordu.

Türkiye’de bugün yaşanan ve bizim medyanın asla kavrayamadığı gelişmelere bakarsak, niye “tutucu ve gerici” kadroların çoğunlukla “okuryazarlardan”, değişimcilerin de “cahillerden” oluştuğunu daha iyi anlarız. Medya, Türkiye’yi hiçbir zaman anlayamadı, bugün de anlayamıyor çünkü medyanın da kadroları “eğitimsiz eğitimlilerden” oluşuyor genellikle.

Bütün hayata ezberlenmiş kalıplarla bakıyorlar ve hayatı hiçbir biçimde anlayamıyorlar. Bunun son örneğini Zafer Üskül’ün “anayasadan Kemalizm’i çıkartalım” önerisine medyanın verdiği tepkide de gördük. Ortak sesleri “olmadı hocam” düzeyindeydi. Niye olmadığını açıklayamıyorlardı çünkü bunu açıklayabilecek bir donanımları yoktu.

Geçen gün Mehmet Altan da yazdı. Yeryüzünde içinde “insan ismi” geçen üç anayasa var. Biri Kuzey Kore’de, Kim İl Sung’a atıf yapılıyor. Biri İran’da, Humeyni’ye atıf yapılıyor. Biri de Türkiye’de, Atatürk’e atıf yapılıyor. Atatürk’ü yüceltmek isteyenlerin, Atatürk’ü içine yerleştirdikleri grup bu işte: Kim İl Sung, Humeyni, Atatürk.

Türk “okuryazarlarının” zavallı çelişkisini bundan daha iyi gösterecek bir liste sanırım az bulunur Bizim anayasa, “Atatürk ilkelerine ve Kemalizm’e” dayanıyor. Kemalizm’in ne olduğunu tam olarak kimse anlatamıyor ama bildiğimiz iki gerçek var bu esrarengiz “izm”de, birincisi Kemalizm’de demokrasi yok, ikincisi ordu siyasetin içinde. CHP’nin ideolojisi bu.

Zaten de bu yüzden devlet kadrolarıyla CHP özdeş ve ikisi birlikte diğer partilerle siyasi bir mücadele sürdürüyorlar. Onun için de CHP’nin seçim yenilgisi aynı zamanda devletin yenilgisi olarak algılanıyor. Bir ülkede, devlet siyasi bir parti gibi davranamaz. Öyle davranırsa herkesin değil sadece bir siyasi partinin devleti olur ve kendi halkından kopar.

Aynen bugün olduğu gibi. Devleti yeniden devlet yapmak ve halkıyla barıştırmak için anayasadan Kemalizm’i çıkarmak bunun için gereklidir. Aksi takdirde, devlet, demokrasi isteyen herkesle dövüşmek zorunda kalır ve kaçınılmaz olarak yenilip çöker.

O çok taptıkları devleti kurtarabilmek, onu gerçek bir devlete dönüştürmek, herkesin devleti haline getirmek için anayasadan Kemalizm’i çıkartmak zorundalar. Zafer Üskül, bunu söylüyor. Onlar da “olmadı hocam” diyorlar. Tabii ki sonunda “tarafsız” bir anayasamız olacak.

Devlet olabilmenin başka çaresi yok. Onların bunu anlayabilmesi için Atatürk’ün bir sözünü değiştirerek söylemek gerekecek sanırım, beyinleri aynı konuşma kalıplarının içinde donduğundan başka sözleri pek kavrayamıyorlar çünkü. Efendiler, bu ülke demokratikleşir ama bazı kadrolar değişir.” Bilmem medyanın tepelerindekiler hayatın kendilerine ne söylediğini duyabiliyorlar mı...
AHMET ALTAN
 

zaman

Asistan
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
520
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Zaten de bu yüzden devlet kadrolarıyla CHP özdeş ve ikisi birlikte diğer partilerle siyasi bir mücadele sürdürüyorlar. Onun için de CHP’nin seçim yenilgisi aynı zamanda devletin yenilgisi olarak algılanıyor. Bir ülkede, devlet siyasi bir parti gibi davranamaz. Öyle davranırsa herkesin değil sadece bir siyasi partinin devleti olur ve kendi halkından kopar.
 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Hadi Kemalist olalım…

Kemalizm, Türk siyasetinin “sihirbaz topudur”, el çabukluğuyla kutuya bir kavram koyup yerine bir başka kavram çıkarma hüneridir.

“Kemalizm,” dediklerinde aslında söylemek istedikleri, halkın yönetime karışmadığı, halk tarafından seçilenlerin devletin direksiyonuna asla geçemediği “demokrasisiz” bir toplum projesidir.

Ne olduğu tam tarif edilemeyen “Kemalizm”in ana fikri ülkeyi askerlerin, bürokrasi ve yargıyla elele vererek yönetmesidir. 12 Eylül “yüce” Kemalizm’e bir de cumhurbaşkanını eklemiştir ki…

Süleyman Demirel’le Ahmet Necdet Sezer, 28 Şubat ve 27 Nisan muhtıralarında “Kemalist cumhurbaşkanının” güzide örneklerinin nasıl davranması gerektiğini göstermişlerdir.

Aslında Kemalistleri kutlamak gerekir. İlkeleri arasında demokrasi bulunmayan bir ideolojiyi bu halka “kutsal” bir değer olarak kabul ettirmeleri gerçekten de büyük bir başarıdır.

Halkı dışlayan bir ideolojiyi halka kabul ettirmek için elbette seksen yıllık çarpık bir eğitimin bu ülkenin çocuklarını “düşünmeyen, sormayan, sorgulamayan, itaatkar” kullar haline getirmek için büyük çaba sarfetmesi gerekmiştir.

Biz Kemalizm’in “el çabukluğunu” nerede görürüz peki? Laiklik ve demokrasi kavramlarının yer değiştirmesinde. Eğer siz “bu Kemalizm ne mene bir ideolojidir, ben buna karşıyım” derseniz…

Kemalistler, size “bu adam laikliğe karşı” diye cevap verirler. Siz, Kemalizm’e “demokrasiyi içermediği” için karşı çıkarken, onlar bu karşı çıkışı “laiklik düşmanlığı” olarak sunarlar. En büyük sahtekarlıkları da buradadır zaten.

Türkiye, yüz milyar dolarlık ihracatı, 20 milyar dolarlık yabancı yatırımı, yetmiş milyonluk nüfusu ve Avrupa hayaliyle “demokrasisiz” yönetilemeyecek bir hale gelince Kemalizm de kaçınılmaz olarak tartışma gündeminin tepesine oturdu.

CHP, ordu ve cumhurbaşkanı, “laiklik” diye bağırıyor. Söylemek istedikleri ise, “biz demokrasi istemiyoruz, yönetimi halkın belirlemesine izin vermeceğiz.” Toplum ve aydınlar da “demokrasi” diye bağırıyorlar. Son seçimler CHP, ordu, Çankaya üçgenini siyaset arenasında yerle yeksan etti.

Ama onlar hala dövüşmek istiyorlar. Bu isteklerinin hem kendilerinin hem de ülkenin başına nasıl bir bela sarabileceğini hala fark etmemeleri gerçekten şaşırtıcı.

Ama yeni bir döneme geçerken kavgayı uzatmaya da gerek yok. Onların dediğini yapalım. Biz de Kemalist olalım. Mehmet Altan geçenlerde yazdı. Basit bir şartımız var.

Kemalizm’in altı okundan “devletçiliği” çıkartalım yerine “demokrasiyi” koyalım. Madem ki laikliğe bu kadar tutkunlar ve asıl sorunları sadece ve sadece laiklik, laikliğe karşı çıkmayan böyle bir değişiklikten gocunmamaları gerekir.

Kemalistler, altı oka “demokrasiyi” eklemeye varlar mı? Sanırım bu soru onların sahtekar mı yoksa samimi mi olduğunu ortaya koyacak. Kemalizm’e demokrasiyi ekleyeceğiz, ordu siyasetten çekilecek, halkın iradesi tek ölçü olacak ve hepimiz Kemalizm’i benimseyeceğiz.

Başta CHP yönetimi ve ordu olmak üzere bütün Kemalistlere sorun. Bu değişimi kabul ediyorlar mı. Bu tek soruyla gerçeği göreceğiz. Bakalım neymiş bu Kemalistlerin derdi. Gerçekten laikliği mi savunuyorlar… Yoksa, halkı dışlayarak kendi “hukuksuz iktidarlarını” savunmak için mi Mustafa Kemal’in adını ve Kemalizm’i kullanıyorlar.

AHMET ALTAN
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Bugün Türkiyede var olan İNÖNÜ ATATÜRKÇÜLÜĞÜDÜR.
 

Bîdâr

Aktifleşmemiş
Katılım
31 Tem 2007
Mesajlar
5,222
Tepkime puanı
207
Puanları
0
Boşvermeli AtatürkLe uğraşmayı..Her ne olursa olsun..ölmüş insanın arkasından konuşmak Hoş değil..
 

rota

Doçent
Katılım
15 Nis 2007
Mesajlar
551
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Günümüzde Konuşulanlar Atatürk Değil, Atatürkçülük. Bunun Atatürkle Hiçbir Ilgisi Yok.
 

Bîdâr

Aktifleşmemiş
Katılım
31 Tem 2007
Mesajlar
5,222
Tepkime puanı
207
Puanları
0
ya kısaca olay şu..adamların menfaatLerini çıkarLarını korumak adına uydurdukları kılıf..yada bir kalkan
 

Özduygu

Doçent
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
652
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Atatürkçülük” ne işe yarar?

Semboller “otorite” etkisi yaparken, bireyler o otoriteye uygun harekete geçiyorlar. Buna bağlı olarak, karmaşıklık karşısında aranan çare, “yoğunlaştırılmış” ve “en özet” şekilde kendini gösteren sembolleri taşıyan bir otoritede aranıyor ve “bulunuyor”. Atatürk otoriteyi en yüce referans olarak somutlaştıran kişilik olarak kullanıma sokuluyor ve “kullanılıyor”...

Adeta , Atatürk “kurtarıcı”, bir “peygamber”, bir “mesih” özelliğine bürünebiliyor ya da tarihsel miras, “tarihten alınan ders” bugüne taşınıyor. “Kurtarıcı” özlemi yaşamaya devam ediyor; kurtarıcı üzerine kurulan dinsel retorik “haber veriyor”, “müjdeliyor”...

Bu yeniden üretim sırasında bazı kesimler Atatürk’ü açıkça “peygamber” olarak tanımlarken, başkaları, “peygamber” olarak nitelemeseler de, bir “dinî figüre” yapılabilecek ritüelleri tekrarlıyorlar. Örneğin her Cumhuriyet bayramında “Atatürk’ü çok sevdikleri için” malak kurban ediyorlar..

Herkes Atatürk’ün “kullanıldığını” söylerken, herkes onu “kullanmaya” devam ediyor. Ancak semboller aynı zamanda stratejinin hesaplamadığı şekillerde de kullanılabiliyor. Örneğin, İstanbul Topkapı’da, ayakta yolcu alınmaması kararına karşı direnen minibüsçülerden birinin “Atatürk ne demiş: ‘Birinci vazifen Türkiye Cumhuriyeti’ni korumaktır’. Bunlar (yöneticiler) koruyor mu? Hayır!” demesinde olduğu gibi ya da Bilecik’te bir işyerini soyanların, kaçarken Türk bayrağına “kurtarıcı” olarak başvurmaları gibi...

Başka bir deyişle, Türk bayrağı, Atatürk ya da başka bir sembol taşıdığı içerikten bağımsızlaşıyor, “atfedilen” önemini kaybediyor; bir tür “görüntü”ye, “savunma kalkanı”na, hatta tam tersine “saldırı aracına”, “kamuflaj”a dönüşüyor. Stratejinin kendini görünür kıldığı en güçlü semboller “yaptırım” gücüne de sahipler. “Laik bir ülkeyiz, laik olmak zorundayız yani. Bizimkisi laikçilik yani, laik olmak. Ülkemizde laik olayı var” diyen bir inşaat işçisinin söylediği gibi, bizim ülkemizde Atatürkçülük olayı var; Atatürkçüyüz yani...

Yani bu yüzden, bence Anayasa’da Atatürkçülük dursun... Yerini korumak isteyenlere, önemli kalmak ya da olmak isteyen okumuş yazmışlara, sesini başka türlü duyuramayan garibanlara, kısaca millete faydası dokunuyor hiç yoktan...

Ferhat Kentel
 

Sayha

Asistan
Katılım
19 May 2007
Mesajlar
306
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Atatürk ve Atatürkçülük


Mussolini, Hitler, Lenin, Stalin çağın modasına uydular. Onca kitap yazdılar. Ürettikleri ideolojileri, başka görüşlere soluk almayı yasaklayarak uygulamaya kalktılar. Onlar hem ideokrat, hem diktatördüler.

Oysa Atatürk, asla bir ideokrat olmadı; yapay ve geleceğe kapalı bir ideoloji yaratmaya kalkışmadı.

İşte kendi ağzından söyledikleri:

‘Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir’. ‘Türk ulusunun elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale bilimdir’. ‘Bilim neredeyse oradan alacağız. Ulusun her bireyinin beynine sokacağız’. ‘İzlenen yolun, akılcı, mantıklı ve özellikle bilimsel olması gerekir’. ‘Bilim için sınır ve koşul yoktur’. ‘Öğreti istemem, donar kalırız’. ‘Biz de uygulanamaz düşünceleri, kuramsal bir takım ayrıntıları yaldızlayarak, kitap yazabilirdik. Öyle yapmadık. Ulusun maddî ve manevi olarak çağcıllaşması yolunda eylemi söz ve kuramlara üstün tuttuk’. ‘Ben manevi miras olarak kalıplaşmış hiçbir düstur bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini ileri sürmek, aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olur. Beni izlemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde aklın ve bilimin rehberliğini benimserlerse benim manevi mirasçım olurlar’.

Daha ne desin?

Atatürkçülüğün kılavuzu bilimdir. Kendisi, bir çağcıllaşma biçimidir; bilimin yaşama uygulanmasıdır. Bilimin de, dolayısıyla Atatürkçülüğün de doğasında sürekli evrim vardır.

Öyleyse dünlere bakarak yarınların keşif anahtarlarını sunan, geçmişin değil, geleceğin zaman kipi olan Atatürkçülük; kendisinden başka görüşlere katlanamayan ideolojik algılarla/dayatmalarla güdükleştirilemez, 1930’lara mıhlanamaz. Atatürkçülüğün cumhuriyetten özgürlükçü/çoğulcu/katılımcı demokrasiye doğru ilerleyen saati durdurulamaz.

Evet, Atatürk, bir diktatördü. Eğer, Batı ne yaptıysa benzerini yaparak onda tükenmeden, köksüzleşmeden, ‘halka karşın, halk için’ yukarıdan aşağıya dikey bir devrimle, ‘haraset-i fikriye’yle uygar değerleri ulusal potada eriterek Türk insanının keşfedecekseniz, bir ölçüde baskı yapmayı, çaresiz diktatör olmayı göze alacaksınız, demektir. Ne ki Atatürk, kendisine diktatör denmesine bile katlanamamıştır.

İşte öyküsü:

Cumhuriyet yedi yaşındadır. Atatürk, Yalova’da A. F. Okyar’a şöyle der: ‘Bugünkü manzaramız, diktatörlüktür. Gerçi bir Meclis vardır. Fakat içte, dışta bize diktatör gözüyle bakıyorlar. Geçen yıl Ankara’ya gelen Alman yazarı E. Ludvig, bana yönetim biçimimiz hakkında tuhaf sorular sordu. Diktatörlüğümüze kanaat getirerek geri döndü. Bunu da yazdı (...) Ben Cumhuriyeti kişisel yararım için kurmadım. Hepimiz ölümlüyüz. Ölümümden sonra, arkamda kalacak kurum bir diktadır. Ben ise millete miras olarak, bir dikta kurumu bırakmak, tarihe öyle geçmek istemiyorum’.

Oysa her şey apaçıktır.

Atatürk, izlencesini her zaman TBMM’ye danışarak uyguladı. Bütün umutların söndüğü anlarda, sürekli ‘irade-i milliyeyi hákim ve kuvvay-ı milliyeyi ámil’ kıldı. Bu ‘irade-i milliye’nin içinde, ‘sofralarımızda öküzlerimizden sonra gelen’ kadının yeri yoktu. İlk nüfus sayımında kadınların da sayılmasını isteyen milletvekili TBMM’de konuşturulmamıştı. Ama O direndi, tarihe maruz kalmadı, tarih yaptı, tarih yazdı.

Peki nasıl bir diktatördü Atatürk?

Duverger’nin vurguladığı üzere, ılımlı bir diktatördü. Ölçüsü belliydi: Devrimlerin gerektirdiği oranda yasal yaptırımlara başvurmak.


SAMİ SELÇUK

 

Derin Manâ

Asistan
Katılım
5 Haz 2007
Mesajlar
260
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Atatürk aramıza dönse...

Gazetelere şöyle bir göz attım da... Hala iki konu hararetle tartışılıyor: 1) " Abdullah Gül gibi bir kişinin Gazi'nin makamında oturmaya hakkı yok" diyenler var. 2) Bir de şu talep: "Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan, laikliğe halel geleceğine ilişkin endişe duyanları ikna etsin."

İlk savı öne sürenler daha sert, daha katı, daha saldırgan... Çoğunluğu Kemalist .( Ara notu: ' Atatürkçülük' ile 'Kemalizm' hangi noktalarda aynı, hangi noktalarda farklı? Ciddi biçimde tartışmak gerek.)

Kemalistler önce zihinlerinde bir Atatürk fikri (modeli, vb.) oluşturuyor... Sonra da bu imaja uymadığı için Cumhurbaşkanı Gül'ün Köşk'te yeri olmadığını söylüyorlar.Bu arkadaşların " cumhuriyet " kavramını anlayabildiklerini sanmıyorum. Cumhuriyet; mesela "sultanlıktan", "padişahlıktan" farklı olarak "ailelere", "sülalelere", "hanedanlara" yani özetle " kişilere " bağlı değildir.

Cumhuriyet tam da "kişileri" dışlayan ve onların yerine " ilkeleri " getiren bir rejimdir. Cumhuriyetin Türkiye'deki herkes tarafından benimsenmesinin nedeni budur: Bir hanedana mensup olmayan, diyelim ki köyde doğmuş bir insan dahi, rejimin en yüksek makamı olan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturabilir. Yeter ki anayasada belirlenmiş niteliklere sahip olsun.

Dolayısıyla... Elbette Çankaya'daki makamı oluşturan, yani Cumhuriyet'i kuran Atatürk'tür ama Köşk " onun " değildir. " Köşk makamı herkesindir ve hiç kimsenindir ." Eğer Köşk'ün sahibi olarak illa da bir " özne " arıyorsak, o özne egemenliğin dayanağı olan " millettir ".

Yani " Atatürk'ün koltuğu " lafı, ideolojik çekişmeler içinde söylenmiş boş bir iddiadan ibarettir. Gelin hayal kuralım... Bugün Atatürk yeniden hayat bulsa, mezarından çıkıp aramıza döns e, o koltuğa oturamaz çünkü mevcut anayasaya göre bir kişi tekrar cumhurbaşkanı seçilemez.Atatürk'ün Köşk'e yerleşmesi için önce Meclis'in anayasayı değiştirmesi, sonra da onu tekrar " seçmesi " gerekir.

Atatürk ya da başka bir kişi... Fark etmez: Seçilecek ! Aynı 1923'te olduğu gibi milletin temsilcilerinden onay alacak. Başka yolu yok.Çünkü koltuk kimsenin değil. Seçilenin belirli bir süre için oturup görevlerini yerine getireceği, süresi bitince de terk edeceği bir makam.

Gelelim ikinci noktaya... Ne Abdullah Gül, ne de Tayyip Erdoğan... Ağızlarıyla kuş tutsalar " endişeler içinde kıvranan " yüzde 20'lik kesimi ikna edemezler." Bizi ikna etsinler " diyenler gerçekten ikna olmaya hazır mı sanıyorsunuz? Gül ve Erdoğan karşıtı olan kimi görsem aynı soruyu yöneltiyorum: " Ne yaparlarsa ikna olursunuz? "

Bugüne kadar bir tek somut örnek işitmedim. Lafı eveleyip geveliyorlar.Sadece bir arkadaşım, önce gözlerini tavana dikerek düşündü, ardından da gayet samimi bir şekilde, " Yok abi, ne yaparlarsa yapsınlar, beni ikna edemezler, bunlar İslamofaşist " dedi.Yalnızca benim tanıdıklarım değil... Konuşanları ve yazanları tak ip ediyorum, biri de "nasıl ikna olacağına" ilişkin somut örneğini versin. Yok!

Veremezler de zaten. Bugüne kadar bağırıp çağırdılar. Kendilerini " anti " olmaya bağladılar. Böyle bir durumdaki insan fikrini değiştirir mi? Değiştirmez.Ayrıca ellerinde (daha doğrusu dillerinde ) " takiye " diye sihirli bir kelime var. Hiçbir kurşunu geçirmeyen bir kalkan bu: Hayrünnisa Gül, türbanını çıkarıp atsa, yine de ikna olmazlar, " Takiye yapıyor, emellerine ulaşınca, tövbe edip tekrar takacak " derler.Velhasıl onlar ikna olmaz. Gül ve AKP hükümetini n tek yapabileceği, icraatlarıyla " tarafsız " ya da " kararsız " olanları ke ndi yanlarına çekmektir.

EMRE AKÖZ
 
Katılım
2 Eyl 2007
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Atatürkçülük

ATATÜRKÇÜLÜK Tektir.Yani Sayın İsmet İnönü veya Ali,Veli vb. ATATÜRKÇÜLÜK 'ü diye bir şey yoktur.KEMALİZM ve ATATÜRKÇÜLÜK birbiriyle aynı şeylerdir,tek farkları yazım ve seslendirmedir.ATATÜRK bir Peygamber değildir.Dinle bağdaşan hiç bir toplumsal görevi de yoktur.Gerçekten ATATÜRKÇÜ olanlar da zaten bunu kabul etmelidirler.Ancak her yerde ve her konuda olduğu gibi ATATÜRKÇÜLÜK adı altında bireysel menfaat işleri yapanlarda vardır.Dini duyguları sömürenler olduğu gibi.KEMALİZM sadece Mustafa Kemal
'in yaptıkları demek değildir.Veya 10 Kasım,19 Mayıs vb. günlerde ATATÜRK 'ü anmak değildir.KEMALİZM yeri geldiğinde çöp toplamaktır.Yeri geldiğinde yaşlı veya hasta birini gördüğünde yer vermektir.Her türlü inanca saygı duymak ama sömürüsüne karşı çıkmaktır.Her türlü emperyalzme karşı çıkmaktır.Körler derneğinde kitap okumaktır.Bildiğini paylaşmaktır.Kısacası ATATÜRKÇÜLÜK Aydınlanmak ve Gelişmektir.Sadece Türk'leri değil tüm dünya insanlarını sevmektir.Bu arada ATATÜRK bir diktatör değildir.Tarih iyi araştırılırsa parti kurarken illeri ilçeleri ve bir çok köyleri ziyaret ederek halka danışmıştır.Bunun dışında farkı bir parti kurulması için destekte vermiştir.Laiklik ilkesini Anayasaya koyarken TÜRKİYE CUMHURİYETİ için savaşmış diğer inançlara inananların da rahatça ibadet edebilmesini sağlamıştır.Ayrıca Laiklik ilkesi sadece inanç özgürlüğü demek değildir.Bağımsızlık,bireyin özgürlüğü gibi geniş kavramlarıda içinde barındırmaktadır.Avrupalıların medeniyetinden bahseden arkadaşım.Çok haklısın ama avrupalıların medeniyeti kıyafetleri olarak gösterilseydi.Avrupalılar daha medeni derken yollara nasılsa çöpçüler var diyerek çöp atmadıkları için,yeşil alanlarını yok etmedikleri için,bir bayan gördüklerinde offff yavrum gibi sözcükler kullanmadıkları için,öğretimden çok eğitimi önemsedikleri için.Yöneticileri yanlış yaptığında onu anında topluca protesto edebildikleri için.Ve bunlara yüzlercesini daha ekleyebilirsin.Yani avrupa medeniyetinin kıyafetle pek bir alakası yok toplumsal ve bireysel gelişimle alakalı...Gel gelelim ATATÜRK 'ün koltuğuna.Somut örnek arayan arkadaşım.Bu sözcükte söylenmek istenen şey Görevlerinden biri de emperyalizme karşı savaşmak olan CUMHURBAŞKANLIĞI görevi emperyalzme uşaklık eden birinine verilmemelidir.Somut örnek arayan arkadaşım akp nasıl mı yaranır.Ne zaman gerçek Müslümanlık 'ın gereğini yaparsa o zaman.Anlayamadıysan Kuran-ı Kerim 'in mealini oku ve düşün.Müslümanlık sadece namaz kılmaktan ibaret değildir..! Umarım yazdıklarımdan az da olsa bir şeyler anlar ve olayları biraz daha derinliğine inerek incelersiniz..! Saygılarımla...
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Bilmeden konuşma arkadaşım hoş geldin serbes kürsüde seküler sınıf diye bir konu açtım beklerim.Tekrar hoşgeldin

Birde Ünüversitelerimiz konuma beklerim.
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
03092007369ct8.jpg
 

inkişaf_

Doçent
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
1,124
Tepkime puanı
3
Puanları
0
İçi Boş Dayatma

Nadir Nadi’ye “Ben Atatürkçü Değilim” diye kitap yazdıran sebep, Atatürk’ün arkasına gizlenerek sergilenen riyakârlıklardı.

Uğur Mumcu da, uğradığı menfur suikasttan kısa süre önce çıkan bir yazısında Siyasî Partiler Kanununun, partileri Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olmaya mecbur tutan hükmünü eleştirerek, “Çoğulcu demokrasi resmî ideolojilerle bağdaşmaz” demişti (Cumhuriyet, 5.7.1992).

Yakınlarda ise Ali Sirmen, milletvekillerine ve cumhurbaşkanına metazori okutturulan yemin metinlerini eleştirdi ve “Kaldırın bu yeminleri” çağrısında bulundu (Cumhuriyet, 28.8.07).

Ama buna rağmen “Atatürkçü” kuşatma inatla sürdürülmek isteniyor. Atilla Yayla ve Zafer Üskül olaylarında görüldüğü gibi, en küçük bir dokundurma, derhal organize bir linç hareketini tetiklemenin gerekçesi olarak kullanılıyor.

Ve Kenan Evren piyasaya çıkıyor: “Bizim daha Atatürk’e, Atatürkçülüğe ihtiyacımız var. Hani aradan 300-500 sene geçer, yeni bir âlem oluşur, biz de ona uymak zorunda kalırız; o zaman bazı değişiklikleri anlarım. Atatürk öleli kaç sene oldu ki, ilke ve inkılâplarını anayasadan çıkarıp atıyorsunuz?” (Milliyet, 29.7.07)

Hasan Bülent Kahraman’ın, “Kemalizmin dört devresi” için yaptığı tahlil ise Evren’inkinden çok farklı bir tablo çiziyor (Sabah, 7.8.07):

1.1931-37—tek parti-tek şef.

2. 60’lar—Yön dergisinin militarist Kemalizmi.

3. 80 sonrası—12 Eylül’ü meşrulaştırmak için 30’lara dönüş özlemiyle hazırlanan proje.

4. 95 sonrası—kitleselleştirilen, ama ne olduğu anlaşılmaz, bilinmez hale getirilen Kemalizm.

Kazım Güleçyüz
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
Aramızda hala inönü atatürkçülğünü falan öne sürenler var.

Bakınız, Ortada resmi ideolojinin bir dini var. Bu din Kemalizm dinidir, Bu dinin tanrısı, doğa, Peygamberi Atatürk, mezhep önderide, inönü olmuştur. Bu kadar basit.

Yani inönü inönü diye Atatürkü veya orjinal atatürkçülüğü temize çıakrmanın manası yok.

Nasyonal, laik, marksist bir deolojidir. Dünyadaki bir çok sapkın ideolojiden etilenmiş mutant gibi bişeydir.

Kemalizmmi, demokrasimi, hayır ikiside değil.

Bu şekilde bir demokrasi anlayışı islami açıdan kabul edilemez. İslamda demokrasiye benzeyen ama bir farkla, Hakimiyetin milletn olmadığı, milletin sadece emanetçi olduğu bir düzen. Halk yöneticisini, halifesini, yada şurayı, yada hukuk(şeriat) şurasını seçebilir. Fakat hakimiyet Allahındır, laik bir anayasaya göre değil Allahın hükümelri denetlemesinde çalışan bir sistemdir.

Raşid halifelerimizin seçimini demorkasiyle eşdeğer tutanlar ö günkü sahabelere iftira atmaktadır. demokrasuı şeytan oyuncağıdır. Hiçbir ülkeye refah getirmemiştir.

Biz halkları dört yılda bir seçimlere sokarız. Onların kendi hükümetlerine kendilerinin seçmesine müsaade ederiz, fakat sonunda hangi parti kazanırsa kazansın hakikatte kazanan bizler oluruz. Şayet seçimler sonrası kurulan hükümetler bizim kontrolümüze itiraz ederlerse hemen skandaller çıkarırız ki bu kontrolümüze itiraz edenleri temizleme operasyonudur... (YAHUDİ PROTOKOLLERİNDEN)

Kemalizmin, vahşisi, militaristi yada softu farketmez. Tağut tağuttur, müslümanım diyen tağutu bi araştırmalıdır nedir ne değildir diye. Rabbim bizi şirkten korusun inş...
 
Üst