Arkadaş tasavvufsuz tarikat,tarikatsız tasavvuf olmaz.bunu neye göre söyluyorsunuz...
Bu sözü günümüz için söyledim.
İlk mutasavvıflar, düşünce ve tecrübelerini, çevrelerinde toplanan insanlara aktarmakla birlikte, bugünkü anlamda birer tarikat kurmamışlardı. Kendilerine şeyh, şeyh-i sohbet ve üstad; çevresine toplananlara da sahip deniliyordu. Bir tasavvuf okulu, tasavvuf hareketi sayılabilecek bu kümelenmeler, daha sonraları tarikat olarak adlandırıldı.
Bu soruyu Cümle mühendisine sormuştum. Ama oda cevap olarak diyecekki:"İbni Teymiye ilk mutasavvıflardan"O nedenle tarikatı yok şeyhide yok"
Soru: TARİKAT
Yol, yollar.
Tasavvufta, Allah'a ulaşmak için
tutulan yol. Bu yol boyunca yapılan yolculuk bir şeyhin öncülüğünde gerçekleşir.
Her yolun, kurucusu, öncüsü tarafından belirlenen birtakım kuralları, töreleri
vardır. Hicri 6. (M. 12) yüzyıldan başlayarak çok sayıda tarikat kurulmuş ve
bunlar şubelere, kollara ayrılarak bütün İslam dünyasına yayılmış ve günümüze
kadar gelmişlerdir.
Mutasavvıflara göre Allah'a ulaşan yollar sayısızdır.
Herkesin vuslatı ayrı ayrı kural, yöntem ve yollarla gerçekleşebilir. Esas olan
yönelmedir. Örneğin Kâbe'nin belirli bir yanında bulunmak değil, ona yönelmek
önemlidir. Kâbe'ye ulaştıran bu yöneliştir. Bu nedenle mutasavvıflar, "Allah'a
ulaşan yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır" (Necmeddin Kübra), "Allah'a
ulaşan yollar yaratıkların sayısıncadır" (Ebu Bekir Talemsani) ve "Allah'a
ulaşan yollar yıldızların sayısıncadır" (Ebu'l-Hasan Müzeyyin) derler. Bu
düşüncelerini de "Bizim yolumuzda mücahede edenleri biz yollarımıza ulaştırırız"
(Ankebut, 29/69) ayetine dayandırırlar.
İlk mutasavvıflar, düşünce ve
tecrübelerini, çevrelerinde toplanan insanlara aktarmakla birlikte, bugünkü
anlamda birer tarikat kurmamışlardı. Kendilerine şeyh, şeyh-i sohbet ve üstad;
çevresine toplananlara da sahip deniliyordu. Bir tasavvuf okulu, tasavvuf
hareketi sayılabilecek bu kümelenmeler, daha sonraları tarikat olarak
adlandırıldı. Tasavvuf tarihine ilişkin kaynaklar bu anlamdaki ilk tarikatlar
olarak Muhasibiye (Haris Muhasibî, ö. 243/857), Kassariye (Hamdun Kassar, ö.
271/884), Tayfuriye (Bayezid-i Bistam, ö. 234/848), Cüneydiye (Cüneyd-i Bağdadî,
ö. 297/909), Nuriye (Ebu Hüseyin Nuri, ö. 295/907), Sehliye (Sehl bin Abdullah
Tustarî, ö. 283/896), Hakimiye (Hakim Tirmizî, ö. 285/898), Harraziye; (Ebu Said
Harraz, ö. 277/890), Hafifıye (Ebu Abdullah bin Hafif, ö. 372/982), Seyyariye
(Ebu Abbas Seyyarî, ö. 982) anarlar.
Kurumlaşmamakla birlikte
düşünceleriyle daha sonra gelişen tasavvuf hayatı ve kurulan tarikatları önemli
ölçüde etkileyen bu oluşumlardan sonra H. 6 (M. 12) yüzyıldan başlayarak gerçek
tarikatlar doğdular. Bu tarikatlarla kurucuları da şöyle sıralanabilir: Yeseviye
(Ahmed Yesevî, ö. 562/1166), Kadiriye (Abdülkadir-i Geylanî, ö. 562/1166),
Rifaiye (Ahmed Rifaî, ö. 578/1182), Medyeniye (Ebu Medyen Şuayb bin Hüseyin, ö.
590/1193), Kübreviye (Necmeddin Kübra, ö. 618/1221), Sühreverdiye (Ebu Hafs Ömer
Suhreverdî, ö. 632/1234), Çeştiye (Muinuddin Hasan Çestî, ö. 633/1235), Şazeliye
(Ebu'lHasan Şazelî, ö. 656/1258), Bektaşiye (Hacı Bektaş Veli, ö. 669/1270),
Bedeviye (Ahmed bin Ali Bedev, ö. 675/1276), Desukiye (İbrahim Desukî, ö.
693/1293), Mevleviye (Mevlana Celaleddin Rumî, ö. 672/1273), Sadiye (Saduddin
bin Musa Cebbavî, ö. 700/1300) Nakşibendiye (Bahauddin Nakşibendî, ö. 791/1388),
Halvetiye (Ömer bin Ekmeluddin Lahicî, ö. 800/1397) ve Bayramiye'dir (Hacı
Bayram Veli, ö. 833/1429).
Kuralları, yöntemleri farklı olsa da bütün
tarikatlarda ortak olan öğeler vardır. Zikir (Allah'ın isimlerinin anılması),
çile ve seyr-u süluk (mutasavvıfın Allah'a doğru yaptığı manevi yolculuk)
bunların başında gelir. Pir, pir-i sani, şeyh, halife, derviş, mürid, inabe
(tövbe ederek Allah'a yönelme), biat (şeyhe bağlanma), silsile, rabıta, kollara,
şubelere ayrılma, istigase (şeyhten yardım isteme), tevessül (şeyhi aracı kılma)
gibi insanî; şiilik etkisi, işrakilik, batınilik, hurufilik, ricalu'l-gayb
(evreni yöneten veliler) inancı, çeşitli adab ve erkân, melamet gibi
fikrî-manevî; vakıf, tekke, dergah, özel giysiler, tarikat ve tarikatlara özgü
kimi eşya ve ortak dil gibi maddi öğeler de tüm tarikatlarda gözlenen ortak
özelliklerdir.
Her tarikatta kurucu şeyh pir olarak anılır. Eğer
tarikatın adab ve erkânı sonraki şeyhlerden birisi tarafından belirlenmişse, bu
kişiye pir-i sani (ikina pir) denir. Tarikat örgütlenmesinin merkezinde şeyh
bulunur. Bu şeyh tarikatın kurucusu değilse, onun ya da onu izleyen şeyhlerin
halifesidir. Her şeyhin Hz. Muhammed'e uzanan bir silsilesi vardır. Her silsile,
geriye dogru, birbirinden icazet alan kişiler halinde ehl-i beyt imamlarına,
onlardan genellikle Hz. Ali'ye, bazan da Hz. Ebu Bekir'e ulaşır ve böylece Hz.
Peygamber'e bağlanır. Silsilesinde Hz. Peygamber'den sonra Hz. Ali'nin yer
aldığı tarikatlara Alevî; Hz. Ebu Bekir'in yer aldığı tarikatlara da Bekrî
tarikat denir. Kimi zaman silsilede birbirini hiç görmeyen, aralarında zaman
farkı bulunan kişiler peş peşe gelir. Bu durumda, önceki kişinin sonrakini
ruhaniyetiyle eğittiği kabul edilir. Bu durum üveysilik olarak
tanımlanır.
Tarikat etkinlikleri tekke, zaviye, dergâh, hankah, asitane
gibi adlarla anılan yerlerde yürütülür. Her tarikatın asitane adıyla anılan
merkez tekkesi, tarikat pirinin bulunduğu ya da gömülü olduğu tekkedir. Tarikata
girmek isteyen talibler biat ve inabe adı verilen bir törenle şeyh tarafından
tarikata kabul edilir. Talib, bu kabulden sonra mürid olarak tarikatın kural ve
yöntemlerine göre eğitilerek manevi yolculuğunu (seyr-u süluk) tamamlar.
Tarikatın bu kural ve yöntemlerine adab ve erkân denir. Tarikat eğitimini
tamamlayan mürid, şeyhin halifesi olma ve onun adına tarikat etkinliğini
sürdürme hakkı kazanır. Tarikatlarda eğitimin başlıca yöntemi zikir ve çiledir.
Her tarikatın tac, hırka, kemer ve benzeri giysileri de diğerlerinden
ayrıdır.
Tarikatlar düşünce sistemleri, zikir biçimleri ve yöntemlerine
göre çeşitli sınıflara ayrılırlar. Düşünce sistemleri bakımından tarikatlar
ba-şer' ve bîşer' olarak ikiye ayrılırlar. Ba-şer' (makbul, hak, ortodoks)
tarikatlar denildiğinde Kadiriye, Nakşibendiye, Mevleviye gibi sünnî tarikatlar
akla gelir. Hurufiye, Kalenderiye, Haydariye ve sonraki Bektaşilik gibi kimi
tarikatlar da bî-şer' (merdud, batıl, heterodoks) tarikatları
oluşturur.
Zikir biçimleri açısından tarikatlar dörde ayrılırlar: Kıyamî
tarikatlar (turuk-ı kıyamiye), kuudî tarikatlar (turuk-ı kuudiye), hafî
tarikatlar (turuk-ı hafiye) ve cehrî tarikatlar (turuk-ı cehriye). Kadirler,
Mevlevîler, Halvetler gibi zikirlerini daha çok ayakta yapan tarikatlara kıyami
tarikatlar; Nakşibendîler ve Melamler gibi oturarak yapanlara da kuudî
tarikatlar denir. Nakşibendîler gibi zikirlerini ses çıkarmadan, gizlice yapan
tarikatlar haf tarikatlar; Kadirler gibi sesli olarak, açıktan yapanlar da cehri
tarikatlar adını alır. Ama bu ayrım çok kesin değildir. Çünkü zaman zaman aynı
tarikatın hem oturarak, hem ayakta (Halvetlik gibi), hem gizli, hem de açık
zikir yaptığı (Bayramlîlik gibi) görülebilmektedir.
Tarikatlar yöntemleri
bakımından da farklı sınıflamalara tabi tutulur. Bunlardan en yaygın olan
sınıflamaya göre tarikatlar yöntemleri bakımından tarik-i ahyar, tarik-i ebrar
ve tarik-i şuttar denilen üç sınıfa ayrılır. Tarik-i ahyar (hayırlıların yolu),
Allah'a ibadet ve takva ile ulaşmak isteyenlerin yoludur. Bu yolu tutanlar oruç,
namaz, hac ve Kur'an okuma gibi ibadetleri çok yaparlar. Bu yol Allah'a ulaşmak
için çok uzun bir süre çalışmayı gerektirir. Bu nedenle, bu yolla Allah'a
ulaşanların sayısı çok azdır. Tarik-i ebrar (iyilerin yolu), Allah'a mücahede ve
riyazetle ulaşmak isteyenlerin yoludur. Bu yola girenler, iyi huylar edinmeye,
gönlünü arındırmaya, kalbini temizlemeye, iç dünyalarını imar etmeye önem
verirler. Bu yolla Allah'a ulaşanların sayısı önceki yola göre daha fazladır.
Tarik-i şuttar (coşkuluların yolu), Allah'a aşk, cezbe ve muhabbetle ulaşmak
isteyenlerin yoludur. Tarik-i sairin de denilen bu yol, iradeye bağlı bir ölüm
üzerine kurulmuştur. Başlıca ilkeleri tövbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet,
sürekli zikir, Allah'a teveccüh, sabır, murakebe ve rızadır.
Tarikatlar,
kuruluşlarından itibaren yalnız dinî, tasavvufi bir örgütlenme halinde
kalmayarak sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal ve askeri birer kurum olarak
önemli görevler yaptılar. Ancak 20. yüzyıla doğru eski saflıklarını kaybettiler.
Bu nedenle, son dönemlerde şiddetli eleştirilere hedef oldular.
Ahmet
ÖZALP
http://www.canim.net/islam/cevaplar-1943.html