Vehhabilik-Yeni selefiye dosyası

Luha

Üye
Katılım
6 Ağu 2010
Mesajlar
95
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
34
Konum
sirişk-i medine
Arkadaş tasavvufsuz tarikat,tarikatsız tasavvuf olmaz. Bu şahıs yani İbni Teymiye madem mutassavvıf, hangi tarikata bağlıydı ve şeyhi kimdi?

Yukardaki soruyu sana sormadım?Cümle mühendisine sordum. Sende alakasız cevap vermişsin.

Arkadaş tasavvufsuz tarikat,tarikatsız tasavvuf olmaz.bunu neye göre söyluyorsunuz...
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
yukardaki yazı alıntı.. alıntı demeyi unutmuşum...yanlışlar olabilir..düzeltirseniz sevinirim kardeş bende ögrenmek isterim hakikati...

Arkadaş yaptığın alıntı yanlış demedim. Benim sorumla ilgisi yok dedim.
 

Luha

Üye
Katılım
6 Ağu 2010
Mesajlar
95
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
34
Konum
sirişk-i medine
Diyorsunki:
"İbni Teymiye’nin sözlerinden, Peygamber Efendimiz’den dünyada şefaat istemenin caiz olduğu kanaatinde olduğu anlaşılmaktadır."

Şefaat bu dünyada değil ahirette olacak.




Peygamber efendimizin şefaati

Sual: Peygamber efendimizin şefaati nasıl olacak?
CEVAP
Kabirden önce Resulullah efendimiz, üzerinde Cennet elbisesi ile kalkacak. Burak üzerinde, elinde liva-ül-hamd isimli bayrakla mahşer yerine gidecek, peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracak, hepsi, beklemekten çok sıkılacak, önce peygamberlerden Hazret-i Âdem, sonra Hazret-i Nuh, sonra Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’ya gidip, hesaba başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri, birer özür bildirerek, Allahü teâlâdan utandıklarını söyleyecekler, şefaat edemeyecekler, sonra Resulullah efendimize gelip yalvaracaklardır.

Önce, Onun ümmeti, Sırattan geçip Cennete girecektir. Sonra bütün peygamberler şefaat edecektir. (Buhari)

Peygamber efendimizin şefaati şöyle olacak:
1- Makam-ı Mahmud şefaati ile, mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.
2- Çok kimseyi, sorgusuz, sualsiz Cennete sokacaktır.
3- Azap çekmesi gereken müminleri azaptan kurtaracaktır.
4- Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
5- Sevapla günahı eşit olup, Araf’ta bekleyen kimselerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir.
6- Cennete girmiş olanların derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir.

Şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin kişi sorgusuz, sualsiz Cennete girecektir.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(Peygamberlerin sonuncusu gibi bir şefaatçi olmasaydı, bu ümmetin günahları kendilerini helak ederdi. Bu ümmetin günahları çok ise de, Allahü teâlânın af ve mağfireti de sonsuzdur. Allahü teâlâ, bu ümmete af ve mağfiretini o kadar saçacak ki, geçmiş ümmetlere böyle merhamet ettiği bilinmiyor. Doksandokuz rahmetini, sanki bu günahkâr ümmet için ayırmıştır.

Allahü teâlâ, af ve mağfiret etmeyi sever. Günahı çok olan bu ümmet kadar af ve mağfirete uğrayacak hiçbir şey yoktur. Bunun için, bu ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu. Bunların şefaatçileri olan Peygamberleri, peygamberlerin en üstünü oldu.

İmanlı ölen herkese şefaat
İmanını muhafaza ederek ölen herkes şefaate kavuşacaktır. Duha suresinin (Elbette Rabbin sana [şefaat hakkı ve pek çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın) mealindeki beşinci âyet-i kerimenin tefsirinde Resulullah efendimiz (Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı olmam) buyurdu. Şefaate kavuşabilmek için de imanlı ölmek şarttır. İmanlı ölenler de ebedi kurtuluşa kavuşmuş demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette şefaat edeceğim. Ya Rabbi, kalbinde hardal zerresi kadar iman olanları Cennete koy diyeceğim. Bunlar Cennete girecekler. Sonra, kalbinde az bir şey olanlara, Cennete girin diyeceğim.) [Buhari]

(Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.) [İbni Mace]

(Ümmetimden, şirk üzere ölmeyen herkese Allah’ın izni ile şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]

(Kıyamet günü en önce ben şefaat edeceğim.) [Müslim]

(Her peygamberin, müstecab
[kabul olan] bir duası vardır. Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım.) [Buhari]

(Benden önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şeyden biri şefaattir. Şirk üzere ölmeyen
[imanla ölen] herkese şefaat edeceğim.) [Bezzar]

(Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.)
[İmam-ı Ahmed, Nesai]

Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince, Hazret-i Ebüdderda, (İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı) diye sual etti, (Evet, onlara da şefaat edeceğim) buyurdu. (Hatib)

(Günahı çok olanlara şefaat edeceğim.) [Hatib]

(Nefslerine aldananlara şefaat edeceğim.) [Deylemi]

(Kıyamette, kum sayısından daha çok kimseye şefaat ederim.) [Taberani]

(Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.)
[Buhari]

(Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.)
[Şir’a]

(Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır.) [Tirmizi]

(Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim halde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, "Ya Rabbi ümmetim ümmetim" derim. Rabbim "Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?" buyurur. Ben de "Ya Rabbi onların hesaplarını çabuk gör, sıkıntıdan kurtulsunlar" derim. Cehennemliklerin listesi bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik "Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın" der.)
[Beyheki, Taberani]

(Rabbin sana
[ahirette çeşitli nimetler, şefaat izni] verecek, sen de hoşnut, razı olacaksın) mealindeki Duha suresi beşinci âyet-i kerimesi inince, Resulullah efendimizin, (Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı oldum demem) diye söylediği tefsirlerde bildirilmiştir. (Tibyan)

Not:
Geniş bilgi için, Vehhabilik maddesinde, Şefaat Müslümanlara Vardır bahsinde, Resulullah Efendimizin Şefaati kısmına bakınız.

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=442



kaynak olarak gösterdiginiz site objektif bi site değil her neyse konu bu değil bi şey sorabilir miyim şefaat nedir..
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Arkadaş tasavvufsuz tarikat,tarikatsız tasavvuf olmaz.bunu neye göre söyluyorsunuz...

Bu sözü günümüz için söyledim.


İlk mutasavvıflar, düşünce ve tecrübelerini, çevrelerinde toplanan insanlara aktarmakla birlikte, bugünkü anlamda birer tarikat kurmamışlardı. Kendilerine şeyh, şeyh-i sohbet ve üstad; çevresine toplananlara da sahip deniliyordu. Bir tasavvuf okulu, tasavvuf hareketi sayılabilecek bu kümelenmeler, daha sonraları tarikat olarak adlandırıldı.


Bu soruyu Cümle mühendisine sormuştum. Ama oda cevap olarak diyecekki:"İbni Teymiye ilk mutasavvıflardan"O nedenle tarikatı yok şeyhide yok"







Soru: TARİKAT



Yol, yollar.

Tasavvufta, Allah'a ulaşmak için
tutulan yol. Bu yol boyunca yapılan yolculuk bir şeyhin öncülüğünde gerçekleşir.
Her yolun, kurucusu, öncüsü tarafından belirlenen birtakım kuralları, töreleri
vardır. Hicri 6. (M. 12) yüzyıldan başlayarak çok sayıda tarikat kurulmuş ve
bunlar şubelere, kollara ayrılarak bütün İslam dünyasına yayılmış ve günümüze
kadar gelmişlerdir.

Mutasavvıflara göre Allah'a ulaşan yollar sayısızdır.
Herkesin vuslatı ayrı ayrı kural, yöntem ve yollarla gerçekleşebilir. Esas olan
yönelmedir. Örneğin Kâbe'nin belirli bir yanında bulunmak değil, ona yönelmek
önemlidir. Kâbe'ye ulaştıran bu yöneliştir. Bu nedenle mutasavvıflar, "Allah'a
ulaşan yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır" (Necmeddin Kübra), "Allah'a
ulaşan yollar yaratıkların sayısıncadır" (Ebu Bekir Talemsani) ve "Allah'a
ulaşan yollar yıldızların sayısıncadır" (Ebu'l-Hasan Müzeyyin) derler. Bu
düşüncelerini de "Bizim yolumuzda mücahede edenleri biz yollarımıza ulaştırırız"
(Ankebut, 29/69) ayetine dayandırırlar.

İlk mutasavvıflar, düşünce ve
tecrübelerini, çevrelerinde toplanan insanlara aktarmakla birlikte, bugünkü
anlamda birer tarikat kurmamışlardı. Kendilerine şeyh, şeyh-i sohbet ve üstad;
çevresine toplananlara da sahip deniliyordu. Bir tasavvuf okulu, tasavvuf
hareketi sayılabilecek bu kümelenmeler, daha sonraları tarikat olarak
adlandırıldı. Tasavvuf tarihine ilişkin kaynaklar bu anlamdaki ilk tarikatlar
olarak Muhasibiye (Haris Muhasibî, ö. 243/857), Kassariye (Hamdun Kassar, ö.
271/884), Tayfuriye (Bayezid-i Bistam, ö. 234/848), Cüneydiye (Cüneyd-i Bağdadî,
ö. 297/909), Nuriye (Ebu Hüseyin Nuri, ö. 295/907), Sehliye (Sehl bin Abdullah
Tustarî, ö. 283/896), Hakimiye (Hakim Tirmizî, ö. 285/898), Harraziye; (Ebu Said
Harraz, ö. 277/890), Hafifıye (Ebu Abdullah bin Hafif, ö. 372/982), Seyyariye
(Ebu Abbas Seyyarî, ö. 982) anarlar.

Kurumlaşmamakla birlikte
düşünceleriyle daha sonra gelişen tasavvuf hayatı ve kurulan tarikatları önemli
ölçüde etkileyen bu oluşumlardan sonra H. 6 (M. 12) yüzyıldan başlayarak gerçek
tarikatlar doğdular. Bu tarikatlarla kurucuları da şöyle sıralanabilir: Yeseviye
(Ahmed Yesevî, ö. 562/1166), Kadiriye (Abdülkadir-i Geylanî, ö. 562/1166),
Rifaiye (Ahmed Rifaî, ö. 578/1182), Medyeniye (Ebu Medyen Şuayb bin Hüseyin, ö.
590/1193), Kübreviye (Necmeddin Kübra, ö. 618/1221), Sühreverdiye (Ebu Hafs Ömer
Suhreverdî, ö. 632/1234), Çeştiye (Muinuddin Hasan Çestî, ö. 633/1235), Şazeliye
(Ebu'lHasan Şazelî, ö. 656/1258), Bektaşiye (Hacı Bektaş Veli, ö. 669/1270),
Bedeviye (Ahmed bin Ali Bedev, ö. 675/1276), Desukiye (İbrahim Desukî, ö.
693/1293), Mevleviye (Mevlana Celaleddin Rumî, ö. 672/1273), Sadiye (Saduddin
bin Musa Cebbavî, ö. 700/1300) Nakşibendiye (Bahauddin Nakşibendî, ö. 791/1388),
Halvetiye (Ömer bin Ekmeluddin Lahicî, ö. 800/1397) ve Bayramiye'dir (Hacı
Bayram Veli, ö. 833/1429).

Kuralları, yöntemleri farklı olsa da bütün
tarikatlarda ortak olan öğeler vardır. Zikir (Allah'ın isimlerinin anılması),
çile ve seyr-u süluk (mutasavvıfın Allah'a doğru yaptığı manevi yolculuk)
bunların başında gelir. Pir, pir-i sani, şeyh, halife, derviş, mürid, inabe
(tövbe ederek Allah'a yönelme), biat (şeyhe bağlanma), silsile, rabıta, kollara,
şubelere ayrılma, istigase (şeyhten yardım isteme), tevessül (şeyhi aracı kılma)
gibi insanî; şiilik etkisi, işrakilik, batınilik, hurufilik, ricalu'l-gayb
(evreni yöneten veliler) inancı, çeşitli adab ve erkân, melamet gibi
fikrî-manevî; vakıf, tekke, dergah, özel giysiler, tarikat ve tarikatlara özgü
kimi eşya ve ortak dil gibi maddi öğeler de tüm tarikatlarda gözlenen ortak
özelliklerdir.

Her tarikatta kurucu şeyh pir olarak anılır. Eğer
tarikatın adab ve erkânı sonraki şeyhlerden birisi tarafından belirlenmişse, bu
kişiye pir-i sani (ikina pir) denir. Tarikat örgütlenmesinin merkezinde şeyh
bulunur. Bu şeyh tarikatın kurucusu değilse, onun ya da onu izleyen şeyhlerin
halifesidir. Her şeyhin Hz. Muhammed'e uzanan bir silsilesi vardır. Her silsile,
geriye dogru, birbirinden icazet alan kişiler halinde ehl-i beyt imamlarına,
onlardan genellikle Hz. Ali'ye, bazan da Hz. Ebu Bekir'e ulaşır ve böylece Hz.
Peygamber'e bağlanır. Silsilesinde Hz. Peygamber'den sonra Hz. Ali'nin yer
aldığı tarikatlara Alevî; Hz. Ebu Bekir'in yer aldığı tarikatlara da Bekrî
tarikat denir. Kimi zaman silsilede birbirini hiç görmeyen, aralarında zaman
farkı bulunan kişiler peş peşe gelir. Bu durumda, önceki kişinin sonrakini
ruhaniyetiyle eğittiği kabul edilir. Bu durum üveysilik olarak
tanımlanır.

Tarikat etkinlikleri tekke, zaviye, dergâh, hankah, asitane
gibi adlarla anılan yerlerde yürütülür. Her tarikatın asitane adıyla anılan
merkez tekkesi, tarikat pirinin bulunduğu ya da gömülü olduğu tekkedir. Tarikata
girmek isteyen talibler biat ve inabe adı verilen bir törenle şeyh tarafından
tarikata kabul edilir. Talib, bu kabulden sonra mürid olarak tarikatın kural ve
yöntemlerine göre eğitilerek manevi yolculuğunu (seyr-u süluk) tamamlar.
Tarikatın bu kural ve yöntemlerine adab ve erkân denir. Tarikat eğitimini
tamamlayan mürid, şeyhin halifesi olma ve onun adına tarikat etkinliğini
sürdürme hakkı kazanır. Tarikatlarda eğitimin başlıca yöntemi zikir ve çiledir.
Her tarikatın tac, hırka, kemer ve benzeri giysileri de diğerlerinden
ayrıdır.

Tarikatlar düşünce sistemleri, zikir biçimleri ve yöntemlerine
göre çeşitli sınıflara ayrılırlar. Düşünce sistemleri bakımından tarikatlar
ba-şer' ve bîşer' olarak ikiye ayrılırlar. Ba-şer' (makbul, hak, ortodoks)
tarikatlar denildiğinde Kadiriye, Nakşibendiye, Mevleviye gibi sünnî tarikatlar
akla gelir. Hurufiye, Kalenderiye, Haydariye ve sonraki Bektaşilik gibi kimi
tarikatlar da bî-şer' (merdud, batıl, heterodoks) tarikatları
oluşturur.

Zikir biçimleri açısından tarikatlar dörde ayrılırlar: Kıyamî
tarikatlar (turuk-ı kıyamiye), kuudî tarikatlar (turuk-ı kuudiye), hafî
tarikatlar (turuk-ı hafiye) ve cehrî tarikatlar (turuk-ı cehriye). Kadirler,
Mevlevîler, Halvetler gibi zikirlerini daha çok ayakta yapan tarikatlara kıyami
tarikatlar; Nakşibendîler ve Melamler gibi oturarak yapanlara da kuudî
tarikatlar denir. Nakşibendîler gibi zikirlerini ses çıkarmadan, gizlice yapan
tarikatlar haf tarikatlar; Kadirler gibi sesli olarak, açıktan yapanlar da cehri
tarikatlar adını alır. Ama bu ayrım çok kesin değildir. Çünkü zaman zaman aynı
tarikatın hem oturarak, hem ayakta (Halvetlik gibi), hem gizli, hem de açık
zikir yaptığı (Bayramlîlik gibi) görülebilmektedir.

Tarikatlar yöntemleri
bakımından da farklı sınıflamalara tabi tutulur. Bunlardan en yaygın olan
sınıflamaya göre tarikatlar yöntemleri bakımından tarik-i ahyar, tarik-i ebrar
ve tarik-i şuttar denilen üç sınıfa ayrılır. Tarik-i ahyar (hayırlıların yolu),
Allah'a ibadet ve takva ile ulaşmak isteyenlerin yoludur. Bu yolu tutanlar oruç,
namaz, hac ve Kur'an okuma gibi ibadetleri çok yaparlar. Bu yol Allah'a ulaşmak
için çok uzun bir süre çalışmayı gerektirir. Bu nedenle, bu yolla Allah'a
ulaşanların sayısı çok azdır. Tarik-i ebrar (iyilerin yolu), Allah'a mücahede ve
riyazetle ulaşmak isteyenlerin yoludur. Bu yola girenler, iyi huylar edinmeye,
gönlünü arındırmaya, kalbini temizlemeye, iç dünyalarını imar etmeye önem
verirler. Bu yolla Allah'a ulaşanların sayısı önceki yola göre daha fazladır.
Tarik-i şuttar (coşkuluların yolu), Allah'a aşk, cezbe ve muhabbetle ulaşmak
isteyenlerin yoludur. Tarik-i sairin de denilen bu yol, iradeye bağlı bir ölüm
üzerine kurulmuştur. Başlıca ilkeleri tövbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet,
sürekli zikir, Allah'a teveccüh, sabır, murakebe ve rızadır.

Tarikatlar,
kuruluşlarından itibaren yalnız dinî, tasavvufi bir örgütlenme halinde
kalmayarak sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal ve askeri birer kurum olarak
önemli görevler yaptılar. Ancak 20. yüzyıla doğru eski saflıklarını kaybettiler.
Bu nedenle, son dönemlerde şiddetli eleştirilere hedef oldular.

Ahmet
ÖZALP


http://www.canim.net/islam/cevaplar-1943.html
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Arkadaş tasavvufsuz tarikat,tarikatsız tasavvuf olmaz. Bu şahıs yani İbni Teymiye madem mutassavvıf, hangi tarikata bağlıydı ve şeyhi kimdi?

İbn-î Teymiyye bir kitabında "Şeyhimiz, Efendimiz Abdulkadir Geylani" diye bahseder ayrıca bir kaç yerde yine Geylani KS'nin büyüklüğünü ve ilmini anlatır. (Mecmua Feteva, Riyad Baskısı,10:455-548 )

İbn Teymiyye, Abdulkadir Geylânî’ye toz kondurmadığı gibi Fütûhu’l gayb isimli eserini de şerh etmiştir. Bu nedenle kendisine bir sufî olarak bakanlar olduğu gibi ‚Kâdirî hırkası‛ giydiğini söyleyenler de vardır.
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
kaynak olarak gösterdiginiz site objektif bi site değil her neyse konu bu değil bi şey sorabilir miyim şefaat nedir..

Diyorsunki:
"İbni Teymiye’nin sözlerinden, Peygamber Efendimiz’den dünyada şefaat istemenin caiz olduğu kanaatinde olduğu anlaşılmaktadır."

Şefaat bu dünyada değil ahirette olacak.

Yukardaki yazıyıda cümle mühendisine yazmıştım.



Madem sordun cevabını verelim.

Ahiret günü bir kısım günahkâr mü`minlerin afvedilmesi ve itâatli mü`minlerin de daha yüksek mertebelere ermeleri için, Peygamberimizin ve diğer büyük zâtların Allah Teâlâ`dan niyâz ve istirhamda bulunmalarıdır. Peygamberimiz (asm), sair peygamberlere verilmemiş büyük bir şefâatin sâhibidir. Bu büyük şefâatini, Mahşer günü insanlara ait muhakeme ve muhasebenin bir an evvel yapılıp insanların mahşerin dehşetinden bir an önce kurtulmalarını te`min yolunda kullanacaktır. Onun bu şefâatine "Şefâat-i uzma" denir. Ve Peygamberimizin hâiz olduğu bu büyük imtiyaz ve yüksek şefâat makamına ise, "Makam-ı Mahmûd" adı verilir. Peygamberimizin (asm) bütün insanlığı alâkadar eden bu büyük şefâatinden ayrı, ümmeti hakkında hususî şefâatleri de olacaktır.

http://www.sorularlaislamiyet.com/index.php?s=article&aid=3051
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Diyorsunki:
"İbni Teymiye’nin sözlerinden, Peygamber Efendimiz’den dünyada şefaat istemenin caiz olduğu kanaatinde olduğu anlaşılmaktadır."

Şefaat bu dünyada değil ahirette olacak.




Peygamber efendimizin şefaati

Sual: Peygamber efendimizin şefaati nasıl olacak?
CEVAP
Kabirden önce Resulullah efendimiz, üzerinde Cennet elbisesi ile kalkacak. Burak üzerinde, elinde liva-ül-hamd isimli bayrakla mahşer yerine gidecek, peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracak, hepsi, beklemekten çok sıkılacak, önce peygamberlerden Hazret-i Âdem, sonra Hazret-i Nuh, sonra Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’ya gidip, hesaba başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri, birer özür bildirerek, Allahü teâlâdan utandıklarını söyleyecekler, şefaat edemeyecekler, sonra Resulullah efendimize gelip yalvaracaklardır.

Önce, Onun ümmeti, Sırattan geçip Cennete girecektir. Sonra bütün peygamberler şefaat edecektir. (Buhari)

Peygamber efendimizin şefaati şöyle olacak:
1- Makam-ı Mahmud şefaati ile, mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.
2- Çok kimseyi, sorgusuz, sualsiz Cennete sokacaktır.
3- Azap çekmesi gereken müminleri azaptan kurtaracaktır.
4- Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
5- Sevapla günahı eşit olup, Araf’ta bekleyen kimselerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir.
6- Cennete girmiş olanların derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir.

Şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin kişi sorgusuz, sualsiz Cennete girecektir.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(Peygamberlerin sonuncusu gibi bir şefaatçi olmasaydı, bu ümmetin günahları kendilerini helak ederdi. Bu ümmetin günahları çok ise de, Allahü teâlânın af ve mağfireti de sonsuzdur. Allahü teâlâ, bu ümmete af ve mağfiretini o kadar saçacak ki, geçmiş ümmetlere böyle merhamet ettiği bilinmiyor. Doksandokuz rahmetini, sanki bu günahkâr ümmet için ayırmıştır.

Allahü teâlâ, af ve mağfiret etmeyi sever. Günahı çok olan bu ümmet kadar af ve mağfirete uğrayacak hiçbir şey yoktur. Bunun için, bu ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu. Bunların şefaatçileri olan Peygamberleri, peygamberlerin en üstünü oldu.

İmanlı ölen herkese şefaat
İmanını muhafaza ederek ölen herkes şefaate kavuşacaktır. Duha suresinin (Elbette Rabbin sana [şefaat hakkı ve pek çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın) mealindeki beşinci âyet-i kerimenin tefsirinde Resulullah efendimiz (Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı olmam) buyurdu. Şefaate kavuşabilmek için de imanlı ölmek şarttır. İmanlı ölenler de ebedi kurtuluşa kavuşmuş demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette şefaat edeceğim. Ya Rabbi, kalbinde hardal zerresi kadar iman olanları Cennete koy diyeceğim. Bunlar Cennete girecekler. Sonra, kalbinde az bir şey olanlara, Cennete girin diyeceğim.) [Buhari]

(Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.) [İbni Mace]

(Ümmetimden, şirk üzere ölmeyen herkese Allah’ın izni ile şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]

(Kıyamet günü en önce ben şefaat edeceğim.) [Müslim]

(Her peygamberin, müstecab
[kabul olan] bir duası vardır. Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım.) [Buhari]

(Benden önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şeyden biri şefaattir. Şirk üzere ölmeyen
[imanla ölen] herkese şefaat edeceğim.) [Bezzar]

(Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.)
[İmam-ı Ahmed, Nesai]

Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince, Hazret-i Ebüdderda, (İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı) diye sual etti, (Evet, onlara da şefaat edeceğim) buyurdu. (Hatib)

(Günahı çok olanlara şefaat edeceğim.) [Hatib]

(Nefslerine aldananlara şefaat edeceğim.) [Deylemi]

(Kıyamette, kum sayısından daha çok kimseye şefaat ederim.) [Taberani]

(Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.)
[Buhari]

(Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.)
[Şir’a]

(Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır.) [Tirmizi]

(Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim halde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, "Ya Rabbi ümmetim ümmetim" derim. Rabbim "Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?" buyurur. Ben de "Ya Rabbi onların hesaplarını çabuk gör, sıkıntıdan kurtulsunlar" derim. Cehennemliklerin listesi bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik "Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın" der.)
[Beyheki, Taberani]

(Rabbin sana
[ahirette çeşitli nimetler, şefaat izni] verecek, sen de hoşnut, razı olacaksın) mealindeki Duha suresi beşinci âyet-i kerimesi inince, Resulullah efendimizin, (Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı oldum demem) diye söylediği tefsirlerde bildirilmiştir. (Tibyan)

Not:
Geniş bilgi için, Vehhabilik maddesinde, Şefaat Müslümanlara Vardır bahsinde, Resulullah Efendimizin Şefaati kısmına bakınız.

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=442


Dinimizislam.com sitesinin muteber olmadığını ve bu sitenin varyantlarından birisi olan Mehmet Ali Demirbaş'ın müfteri bir kimse olduğunu Dr. Ebubekir Sifil Hocamız nakletmektedir. Üstâd Necip Fazıl'ın Hüseyin Hilmi Işık hakkında çok güzel tespitleri bulunmaktadır.

Mesela, “Felaket-i Ebediyye”de Tekbirimizin büyük bestekarı Itri Efendi’ye bile çamur atılıyor, “dine bid’at karıştırmakla” itham ediliyordu. Itri’nin Tekbire musiki katmasını bid’at sayanlar, Müslümanların parasıyla kurulan televizyonun ekranına etini teşhir ederek geçinen hatunları dizmekte beis görmedi.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Bu sözü günümüz için söyledim.

O zaman İbn-î Teymiyye'nin hangi tarikata bağlı olduğunu niçin soruyorsunuz? Mutasavvıf olmak için tarikat şartı mı var? Ya da İbn-î Teymiyye'yi çağdaş alimlerden falan mı zannediyorsunuz? Tasavvufun tarikatlarla başladığını iddia ediyorsanız, bu durumda Asr-ı Saadet'te tasavvuftan hiç bahsedemezsiniz...
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Dinimizislam.com sitesinin muteber olmadığını ve bu sitenin varyantlarından birisi olan Mehmet Ali Demirbaş'ın müfteri bir kimse olduğunu Dr. Ebubekir Sifil Hocamız nakletmektedir. Üstâd Necip Fazıl'ın Hüseyin Hilmi Işık hakkında çok güzel tespitleri bulunmaktadır.

Mesela, “Felaket-i Ebediyye”de Tekbirimizin büyük bestekarı Itri Efendi’ye bile çamur atılıyor, “dine bid’at karıştırmakla” itham ediliyordu. Itri’nin Tekbire musiki katmasını bid’at sayanlar, Müslümanların parasıyla kurulan televizyonun ekranına etini teşhir ederek geçinen hatunları dizmekte beis görmedi.

Hz.Ali'nin sözünü bir kere daha yazyım." Doğru söz nereden gelirse gelsin alınız.Söyleyene değil söylenen söze bakınız."

Yukarda alıntı yaptığım yazının neresi yanlış. Sağlam hadislerle desteklenmiş. Ayrıca müzik konusu tartışılır? Yani ilahilerde defin dışında enstrumnlar kullanılırmı yoksa kullanılmazmı?
Ayrıca sorularla islamiyet sitesindede şefaatın, ahirette olacağı yazıyor.

http://www.sorularlaislamiyet.com/in...ticle&aid=3051
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0

O zaman İbn-î Teymiyye'nin hangi tarikata bağlı olduğunu niçin soruyorsunuz? Mutasavvıf olmak için tarikat şartı mı var? Ya da İbn-î Teymiyye'yi çağdaş alimlerden falan mı zannediyorsunuz? Tasavvufun tarikatlarla başladığını iddia ediyorsanız, bu durumda Asr-ı Saadet'te tasavvuftan hiç bahsedemezsiniz...

İlk mutasavvıflar, düşünce ve
tecrübelerini, çevrelerinde toplanan insanlara aktarmakla birlikte, bugünkü
anlamda birer tarikat kurmamışlardı. Kendilerine şeyh, şeyh-i sohbet ve üstad;
çevresine toplananlara da sahip deniliyordu. Bir tasavvuf okulu, tasavvuf
hareketi sayılabilecek bu kümelenmeler, daha sonraları tarikat olarak
adlandırıldı. Tasavvuf tarihine ilişkin kaynaklar bu anlamdaki ilk tarikatlar
olarak Muhasibiye (Haris Muhasibî, ö. 243/857), Kassariye (Hamdun Kassar, ö.
271/884), Tayfuriye (Bayezid-i Bistam, ö. 234/848), Cüneydiye (Cüneyd-i Bağdadî,
ö. 297/909), Nuriye (Ebu Hüseyin Nuri, ö. 295/907), Sehliye (Sehl bin Abdullah
Tustarî, ö. 283/896), Hakimiye (Hakim Tirmizî, ö. 285/898), Harraziye; (Ebu Said
Harraz, ö. 277/890), Hafifıye (Ebu Abdullah bin Hafif, ö. 372/982), Seyyariye
(Ebu Abbas Seyyarî, ö. 982) anarlar.

Tasavvuf,Allaha giden yol ise,tarikatlarda tasavvuf okulu kabul edersek,o zaman peygamberimiz(s.a.v) dönemindeki suffe mektebinede tasavvuf okulu diyebiliriz.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Hz.Ali'nin sözünü bir kere daha yazyım." Doğru söz nereden gelirse gelsin alınız.Söyleyene değil söylenen söze bakınız."

Yukarda alıntı yaptığım yazının neresi yanlış. Sağlam hadislerle desteklenmiş. Ayrıca müzik konusu tartışılır? Yani ilahilerde defin dışında enstrumnlar kullanılırmı yoksa kullanılmazmı?
Ayrıca sorularla islamiyet sitesindede şefaatın, ahirette olacağı yazıyor.

http://www.sorularlaislamiyet.com/in...ticle&aid=3051

1- Hem Hz Ali'nin sözünü söyleyeceksiniz, hem de dinimizislam.com sitesini referans göstereceksiniz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...

2- Hüseyin Hilmi Işık ve tayfası Müslümanların parasıyla kurulan televizyonun ekranına etini teşhir ederek geçinen hatunları dizmekte beis görmedi. Müzik konusu tartışmalı, TGRT'nin yaptığı bu iğrençlik tartışılmaz derecede büyük bir vebaldir...

3- Şefaatin ahirette olacağına itiraz etmedik, paylaştığımız yazı da söylediklerimizle çelişmiyor...

4- "Hüküm ancak Allah'ındır" ayeti de haktır; ancak Hariciler bu ayeti delil göstererek Hakem olayında her iki tarafı da tekfir ediyordu. Yazdığınız hadisler sahih olabilir; ama TGRT ekibinin hadisleri hükümleri yorumlama yöntemleri son derece yanlıştır. Hele bu kimse müfteri Mehmet Ali Demirbaş ise...
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Ayrıca müzik konusu tartışılır? Yani ilahilerde defin dışında enstrumnlar kullanılırmı yoksa kullanılmazmı?

İlahilerde "enstrüman" yani çalgı aleti kullanmak çirkin bid'atdır; küfür olduğunu söyleyen alimler vardır. Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi'nde şöyle yazılı:

"İmam Kurtubi rahmetullahi aleyh buyurdu ki: Teganni etmek def ve dümbelek çalmak ve raks etmek icma ile haramdır. Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed bin Hanbel mezheblerinde haram olduğunda ittifak vardır...Teganni ile diğer çalgılar, saz, ney, zurna ve kaval aynı şeydir."


Mehaz: İmam-ı Birgivi, Risale-i Birgivi (Birgivi Vasiyetnamesi), Bedir Yayınevi, İstanbul, 1992; s.42.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Tasavvuf,Allaha giden yol ise,tarikatlarda tasavvuf okulu kabul edersek,o zaman peygamberimiz(s.a.v) dönemindeki suffe mektebinede tasavvuf okulu diyebiliriz.

Ashab-ı Suffe madem tasavvuf okulu, başında hangi mürşid-î kamil bulunuyordu? İbn-î Teymiyye'nin şeyhini soran birisine de böyle bir soru sormayı yadırgamamak gerek...
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Vehhabilik-İbni Teymiyye münasebeti hakkında birkaç iktibas yapalım.

Hindistan'ın büyük alimlerinden allâme Muhammed Abdurrahman Silhetî, 1882 senesinde basılan kitabında şöyle diyor:

İbni Teymiyye, Vehhabîlerin büyüğü ve öncüsüdür. O şeyh-ül-islam değil, bid'at ve âsâm, yani sapıklık ve günahlar şeyhidir, önderidir. Vehhabîlerin bozuk itikadlarından ilk konuşan odur. Ve aslında, bu bozuk, sapık fırkayı ortaya çıkaran odur. Zamanından Sultan ikinci Mahmud Han zamanına kadar, zikri ve akideleri gizli kaldı. Sultan ikinci Mahmud Han zamanında, Yemen tarafından [Necd'den] Muhammed bin Abdülvehhab isminde biri zuhur etti. İbni Teymiyye'nin ölümü ile yok olan, üzeri örtülen ve İslam memleketlerinde eli kolu bağlı olan bozuk itikadları körükleyip ortaya çıkardı. Yeni bir din yolu tuttu. Ehl-i sünnet vel-Cema'at mezhebine uymayan bir bid'at kampı teşkil etti. (Seyf'ül Ebrar, s.26)

Hindistanlı Ehl-i sünnet alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul 1849 senesinde telif ettiği eserinde şöyle diyor:

Biliniz ki bu İbni Teymiyye bed mezheb [yolu kötü], nefsine mağlup, Ehl-i sünnetten hariç bir kimsedir. Allahü teala için cihet [yön] söylenir dedi. İmam-ı Sübkî ona reddiye yazdı. Tabakat-ı Sübkî'de bunlar anlatılmaktadır. Sonradan çıkan bu fırkanın [Vehhabilerin] onunla çok uygunlukları ve ilgileri vardır. (Tashih'ül Mesail, s.44)

Günümüz kaynaklarından birkaç ilave:

Molla Sadreddin Yüksel diyor ki:

Türkiye'de bilhassa İstanbul'da kupkuru, tam manasıyla cahil yeni bir gurup türemiştir. Bu gurup kendine selefi ismini vererek, Allahü teâlâya -haşa- cisim ve mekan isnad edecek kadar ileriye giden İbni Teymiyye ve haleflerini örnek aldığını iftiharla söylemektedir. Mezhepleri ve müctehidleri reddediyorlar. (Makaleler, Madve Yayınları: 11, Ekim 1985; s.7)

Halit İstanbullu şu bilgileri veriyor:

Hicri sekizinci asırda yaşayan İbn Teymiyye’nin (v. 728/1328) “ehl-i sünnet kelamına” karşı yönelttiği eleştirileri ve “selef akidesi” başlığı altında “Haşviyye” ile örtüşen görüşleri eski ihtilafların tekrar canlanmasına yol açtığı gibi, günümüzde “selefîyye” olarak isimlendiren ve söz konusu yaklaşımın müdafaasını yapan bir hareketin doğmasına da yol açmıştır. Düşünce ve meyilleri ile “cemaat-ı kübra”dan ayrılan, hatta mizaç ve ahlaki kriterleri itibariyle de farklılık gösteren bu yeni oluşumun selef-i salihinin devamı olduğunu söylemek ilmi verilerle çelişmektedir. Zira varlığını, bid'at olarak nitelediği söz ve fiilleri yok etmek üzerine bina eden bu yeni mezhebin bizzat kendisi bid'attır. Selefilerin mezhepleri devre dışı bırakarak selefe ulaşma gayretleri ise hem sahih senet sistemine engel teşkil etmekte, hem de onların oluşmasını gerekli kılan unsurlara karşı Müslümanları savunmasız bir konuma getirmektedir. Selefiler kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları; “Cebrail risaleti Ali’den kaydırıp Muhammed’e verdi” diyen ve bu yüzden “Cebrail’e söven” “Gulat-ı şia” ile eşdeğer görmekte ve onların adı olan “ehl-i zeyğ” kelimesini Maturidi ve Eşariler için de kullanmaktadır. Tanımlanan anlamda selefiyye’nin kurucusu İbn Teymiyye’dir. Yaşadığı dönemde büyük bir şöhrete kavuşan İbn Teymiyye, Takiyyuddin es-Sübki, İbn Cehbel gibi alimlerin görüşlerini tenkit etmeleri üzerine itibar kaybına uğramış, İbn Kayyım el-Cevziyye (v. 751/1350), İbnu’l-Vezir (v. 840/1436) ve Şevkani’nin (1250/1834) gayretleriyle ancak unutulmaktan kurtulabilmiştir. (İnkişaf Dergisi, No:7)

Recep Yıldız'ın değerlendirmesi şöyle:

Benimsediği usul ve hadiselere yaklaşım tarzı itibariyle bakıldığında İbn Teymiyye’nin seleficiliği ile ulemanın usul ve üslubu arasında tevhit kabul etmez farklar vardır. Bu durumda Onun için insanlara doğru bilgiyi aktaran bir bilgi kaynağı, sapmalarına mani olan bir yol gösterici gibi anlamlara gelen alim ünvanını kullanmak güç bir hal almaktadır. Zira O doğrudan ziyade yanlış bilgiye kaynaklık yapmaktadır. İbn Teymiyye ile başlayan anlayışın müntesipleri, geçtiğimiz yüzyılda “hareket” çapında temsil imkanına ulaşmış, günümüzde ise Sünnet ve Cemaat akidesine sahip alimleri şirk ve küfürle itham eder bir işleve kavuşmuşlardır. Yeni selefiler olarak adlandırılabilecek bu grup İbn Teymiyye gibi tahkik edilmeyen bilgilerle kendileri dışındaki her alimi bidat, şirk ve küfürle itham etmektedir. “Ehl-i Sünnet” akidesine sahip alimleri “ehl-i zeyğ” olarak tanıtan grup, insanların doğru bilginin kaynağına ulaşmalarına engel olmaktadır. Günümüz akademisyenlerinin zihinlerinde oluşan istifhamların önemli bir bölümü söz konusu grubun bilgi tahrifatı ile yakından ilişkilidir. (İnkişaf Dergisi, Sayı:7, Ekim-Aralık 2006)
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
İbn Teymiyye'nin tasavvuf düşmanı olduğu söylenir. Bu doğru değildir. O, hurafe ve bid'at düşmanıdır. Zühd ve takva yolundaki tasavvuf mensuplarına saygılıdır. Cüneyd-i Bağdadî'yi, Abdulkadir-i Geylânî'yi över.

Süleyman Ateş

Bozacının şahidi...?

Süleyman Ateş 10.11.2007 tarihli Vatan Gazetesi'ndeki yazısında Cehennem'in ebedi olduğunu inkar etmektedir. Sözlerini aynen alıyorum:

İnanan hiç kimse cehennemde yıllarca değil, bir an bile kalmak istemez. Çünkü oranın bir anı binlerce yıla bedeldir. Siz eğer rahman ve rahim Allah’ın, her ne suretle olursa olsun suçluları bir yıl değil, bin yıl değil, milyon yıl da değil, milyarlarca, sonsuzca cehennemde cezalandıracağını düşünüyorsanız, buna vicdanen ve gönül rahatlığıyla evet diyebiliyorsanız size söyleyecek bir sözüm yok. Suçluların, cezaları ne kadar uzun sürse de bir gün arınıp çıkacakları sizi rahatsız ediyorsa bu sizin merhamet düşüncenizle ilgili bir sorundur.
...
Yalnız Allah, insanların düşüncesine göre karar vermez, suçlu da olsa kullarının yararına göre karar verir. Benim gönlüm sonsuzca azabı kabul etmiyor ve Allah’ın bu kadar acımasız olacağını asla düşünemiyorum. Allah’ın rahmeti her şeyi kaplamış ve gazabına baskınken nasıl olur da en çok yüz yıl da sürse sonsuzca hayat karşısında bir an gibi kalan şu dünya yaşamındaki suçlar için (tamamı suçla geçmiş olsa da) milyarlarca, hatta sonsuzca azap eder? Nerede kaldı O’nun merhameti? Kur’ân’ın ifadelerini basit mantık oyunlarıyla değil, asıl amacı içinde düşünmek gerekir. Amaç, korkutup insanları kötülükten caydırmaktır.


Süleyman Ateş bu inancında İbni Teymiyye ve İbni Kayyım'ı takip etmiştir. Halbuki, fena-i nar [Cehennem'in son bulacağı] görüşü açık nasslara ve icmâ-i ümmete aykırıdır:

İmam-ı Şarani diyor ki: "Her kim (Cehennem fani olacak) derse, o kimse sahih senedle nakledilen hadisin iktiza ettiği mananın dışına çıkmıştır ve Peygamberin (aleyhisselam) getirdiği ayet-i kerimeler ile Ehl-i sünnetin, adil imamların ittifak ettikleri şeye muhalefet etmiştir. (Resule karşı gelip, mü'minlerin yolundan başka bir yola gideni, o yönde bırakır ve Cehennem'e sokarız; orası ne kötü bir yerdir.) [Nisa 115]"(Muhtasaru Tezkiretil Kurtubi, Bedir Yay., s. 302)

İmam-ı a'zam Ebu Hanife diyor ki: "Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur." (Fıkhu'l Ebsat)

Küfrü açık bir kişiyi (bunu bile bile) Müslüman olarak tanımlamak, İslam alimi diyerek tazim etmek ayrıca küfürdür.
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
1- Hem Hz Ali'nin sözünü söyleyeceksiniz, hem de dinimizislam.com sitesini referans göstereceksiniz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...

2- Hüseyin Hilmi Işık ve tayfası Müslümanların parasıyla kurulan televizyonun ekranına etini teşhir ederek geçinen hatunları dizmekte beis görmedi. Müzik konusu tartışmalı, TGRT'nin yaptığı bu iğrençlik tartışılmaz derecede büyük bir vebaldir...

3- Şefaatin ahirette olacağına itiraz etmedik, paylaştığımız yazı da söylediklerimizle çelişmiyor...

4- "Hüküm ancak Allah'ındır" ayeti de haktır; ancak Hariciler bu ayeti delil göstererek Hakem olayında her iki tarafı da tekfir ediyordu. Yazdığınız hadisler sahih olabilir; ama TGRT ekibinin hadisleri hükümleri yorumlama yöntemleri son derece yanlıştır. Hele bu kimse müfteri Mehmet Ali Demirbaş ise...

Arkadaş bir kere daha yazyım şucu bucu değilim. Ne Hayar Başçı ne Enver Örenci vs.Ben şeriatçıyım.
Ben ne yazmıştım. Hz.Ali'nin sözünü aktarmıştım. "Doğru söz nereden gelirse gelsin alınız.Söyleyene değil. Söylenen söze bakınız"
Dinikonularda hangi cemaat olursa olsun ben doğruları alırım. Zaman zaman Gülen cematinin sitelerindende dini yazılar almışımdır. Bedizüzzamandan da yazılar almışımdır. Burda mesele nedir?
Kuran ve sünnete uyuyormu?

Peki ben şeriatçı olduğumu yazdım. Peki sen kimlerdensin? Hangi cemaati ve hizbi destekliyorsun?
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Bozacının şahidi...?

Süleyman Ateş 10.11.2007 tarihli Vatan Gazetesi'ndeki yazısında Cehennem'in ebedi olduğunu inkar etmektedir. Sözlerini aynen alıyorum:

İnanan hiç kimse cehennemde yıllarca değil, bir an bile kalmak istemez. Çünkü oranın bir anı binlerce yıla bedeldir. Siz eğer rahman ve rahim Allah’ın, her ne suretle olursa olsun suçluları bir yıl değil, bin yıl değil, milyon yıl da değil, milyarlarca, sonsuzca cehennemde cezalandıracağını düşünüyorsanız, buna vicdanen ve gönül rahatlığıyla evet diyebiliyorsanız size söyleyecek bir sözüm yok. Suçluların, cezaları ne kadar uzun sürse de bir gün arınıp çıkacakları sizi rahatsız ediyorsa bu sizin merhamet düşüncenizle ilgili bir sorundur.
...
Yalnız Allah, insanların düşüncesine göre karar vermez, suçlu da olsa kullarının yararına göre karar verir. Benim gönlüm sonsuzca azabı kabul etmiyor ve Allah’ın bu kadar acımasız olacağını asla düşünemiyorum. Allah’ın rahmeti her şeyi kaplamış ve gazabına baskınken nasıl olur da en çok yüz yıl da sürse sonsuzca hayat karşısında bir an gibi kalan şu dünya yaşamındaki suçlar için (tamamı suçla geçmiş olsa da) milyarlarca, hatta sonsuzca azap eder? Nerede kaldı O’nun merhameti? Kur’ân’ın ifadelerini basit mantık oyunlarıyla değil, asıl amacı içinde düşünmek gerekir. Amaç, korkutup insanları kötülükten caydırmaktır.


Süleyman Ateş bu inancında İbni Teymiyye ve İbni Kayyım'ı takip etmiştir. Halbuki, fena-i nar [Cehennem'in son bulacağı] görüşü açık nasslara ve icmâ-i ümmete aykırıdır:

İmam-ı Şarani diyor ki: "Her kim (Cehennem fani olacak) derse, o kimse sahih senedle nakledilen hadisin iktiza ettiği mananın dışına çıkmıştır ve Peygamberin (aleyhisselam) getirdiği ayet-i kerimeler ile Ehl-i sünnetin, adil imamların ittifak ettikleri şeye muhalefet etmiştir. (Resule karşı gelip, mü'minlerin yolundan başka bir yola gideni, o yönde bırakır ve Cehennem'e sokarız; orası ne kötü bir yerdir.) [Nisa 115]"(Muhtasaru Tezkiretil Kurtubi, Bedir Yay., s. 302)

İmam-ı a'zam Ebu Hanife diyor ki: "Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur." (Fıkhu'l Ebsat)

Küfrü açık bir kişiyi (bunu bile bile) Müslüman olarak tanımlamak, İslam alimi diyerek tazim etmek ayrıca küfürdür.

Alakaya maydonoz !!!

Süleyman Ateş, İbn-î Teymiyye'nin Abdülkadir Geylani'ye karşı tutumunu belirtmiştir. Kalkıp İbn-î Teymiyye'nin cennet cehennemin sonsuzluğu konusundaki görüşlerine kendinizce reddiyeler sunmaya kalkıyorsunuz. Ayrıca Süleyman Ateş'in İbn-î Teymiyye'nin Abdülkadir Geylani Hazretleri'ne olan saygısını belirtmesi sizi neden bu kadar rahatsız etti? Mustafa Kara Hoca da Süleyman Ateş ile paralel şeyler söylemektedir. O da mı bozacının şahidi oluyor?

İbn-î Teymiyye'nin itikadî yanlışları olduğu doğrudur. Tasavvufa karşı olduğuna dair İbn-î Teymiyye'nin eserlerinden iktibaslar bekliyorum...
 

GENCAKINCI

Profesör
Katılım
21 Ağu 2009
Mesajlar
1,666
Tepkime puanı
26
Puanları
0
Cümle Mühendisi' Alıntı:
Diyorsunki:

İbni Teymiye’nin sözlerinden, Peygamber Efendimiz’den dünyada şefaat istemenin caiz olduğu kanaatinde olduğu anlaşılmaktadır.

[/LEFT]

Diyorsun. Bu konuda alıntı yapıyorsun .Sonrada diyorsunki "şefaatin ahirette olacağına inanıyorum,itirazım yok"
 
Üst