"Sagligi ve Hayati kolaylastiran güncel haberler burada insallah"

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
...tip ve hangi bilim dallari olursa olsun insanlara faydali olmak icin vardir degil mi? hic bir doktor yüzde yüz su söyledir su böyledir ve 100% teshis koyamaz, insanlari dikkatli olmaya ve tedbiri elinden birakmamalari icin bu gibi beyanlari yapiyorlar,
onlara buradan cani gönülden tesekkür ediyorum...

ummuhan bacim dogrudur, orta parmağı hafif sağa ya da sola doğru tutulunca herkes de aynı olabiliyor...İşaret ve yüzük parmakları aynı uzunlukta olan kişilerin kalp krizi geçirir denmiyor, rizkin arttigini ve kalp krizi geçirilebilir diye ikaz ediliyor...selametle insallah...
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Şeker hastalığında insüline veda...

Şeker hastalığında insüline veda...

Brezilya'da 1. tip şeker hastası olan 13 kişiye, insülin iğnesi ve başka tedavi kullanmadan, kendi kök hücrelerinin nakliyle uygulanan bir yöntemde başarı sağlandı.

Brezilya'da 1. tip şeker hastası olan 13 kişinin, ensulin iğnesi ve başka tedavi kullanmadan, kendi kök hücrelerinin nakledilmesiyle uygulanan bir yöntem sonucunda sorunsuz yaşadığı, bazılarının sorunsuz yaşanan dönemin 3 yılı bulduğu bildirildi.

Araştırma ekibinden Chicago Northwestern Üniversitesi Tıp Fakültesi'den Dr. Richard Burt, "1. tip şeker hastalığı tedavisinin tarihinde ilk kez hastalar hiçbir tedavi görmeden, hiçbir ilaç kullanmadan normal kan şekeri düzeyine sahip olarak yaşadılar" dedi. Brezilya'nın Sao Paulo Üniversitesi'nde yapılan araştırmada hastalara, kendi kanlarından elde edilen kök hücreler nakledildi.

15 kişi ile başlanan riskli deneyde hiçbir hastanın ölmediği ve hayatlarını tehdit eden kalıcı bir yan etkiyle karşılaşmadığı, ancak yöntemin 2 hastada işe yaramadığı bildirildi. 1. tip şeker hastalığı, vücudun parkreastaki insülin üreten hücreleri öldürmesi ile başlıyan bir bağışıklık sistemi hastalığı. Ensülin tedavisi kan şekeri seviyesi düzenlemek için kullanılıyor. Dr. Burt kök hücre naklinin, vücudun bağışıklık sisteminin pankreasa saldırmasını durdurmak için kullanıldığını belirtti.

UYGULANAN YÖNTEM


Araştırmaya katılan hastaların kan örneklerinden yeni kök hücreler üretildikten sonra, hastalara birkaç günlük yüksek dozlu kemoterapi uygulandı. Bu kemoterapi vücudun bağışıklık sistemini neredeyse tamamen etkisiz hale getiriyor ve böylece hastanın bağışıklık sisteminin, vücudunda kalan az sayıdaki insülin üreten hücreleri yoketmesi durduruluyor. Bundan sonra hastaya nakledilen yeni kök hücreler yeni bir sağlıklı bağışıklık sistemi oluşturuyor. Sağlıklı bağışıklık sistemi ise, artık insülin üreten hücrelere saldırmıyor.

Yöntemin başarılı olması için hastalığın ilk aşamalarında uygulanması gerektiği belirtildi. Hastaların hepsinin yeni şeker hastaları olduğu, ensülin üreten hücrelerinin tamamen yokolmadığını belirten Burt, "zamanlama önemli, eğer uzun süre beklerseniz, vücudun kendisini tamir etme imkanı yokolmuş olur" dedi. Araştırmaya katılan hastaların 3 hafta kadar hastaneye kaldırıldığı, çoğunun mide bulantısı, kusma ve saç dökülmesi gibi belirtiler gösterdiği, bir hastanın zatürre olduğu belirtildi. Doktorların bir hastada yöntem başarısız olunca ilaç kürünü değiştirdikleri ve bu hastanın eskisinden daha fazla insulin kullanmaya başladığı, ikinci bir hastanın durumunun da eskisinden daha kötüye gittiği kaydedildi.

Araştırmayı yapan ekipten Sao Paulo Üniversitesi'nden Dr. Julio Voltarelli, geri kalan 13 hastanın, araştırmadan sonra "ensülin almadan normal yaşamlarına devam ettiklerini" söyledi. Ancak hastaların araştırmaya değişik zamanlarda alındıkları için ensülin kullanmadan yaşamlarına devam edebildikleri sürelerin de değiştiği bildirildi. Araştırmanın Brezilya Sağlık Bakanlığı, Genzyme Şirketi ve kan şekeri ölçme cihazları üreten bir şirket tarafından finanse edildiği bildirildi.

HENÜZ TEDAVİ DÜZEYİNDE DEĞİL


Araştırmanın sonuçları Amerikan Tıp Derneği Dergisi'nde (Journal of the American Medical Association) yayımlandı. Miami Üniversitesi Diyabet Araştırmaları Enstitüsü'nden Dr. Jay Skyler ise, araştırmanın yayımlandığı sayıdaki başyazısında "sonuçları çok heyecan verici ve şeker hastalığı alanında çok ümit verici bir dönüm noktası" olarak niteledi. Ancak bu yöntemin henüz tedavi olarak kabul edilemeyeceği, kök hücre naklinin 1. tip şeker hastaları için standart tedavi yöntemi haline gelebilmesi için, daha büyük hasta grupları ile ve daha ayrıntılı deneyler yapılması gerektiği belirtildi.

Boston'daki Joslin Diyabet Merkezi'nden Dr. Gordon Weir de sonuçları "etkileyici bulmakla" beraber, bu yöntemin işe yaradığını ve güvenli olduğunu söylemek için çok erken olduğunu belirterek, "insanlara bunun bir tedavi olduğunu söylemek için gerçekten çok erken" dedi. Ayrıca kök hücre naklinin zararlarının, bu tür deneylere çocukların dahi edilip edilemeyeceği konusunda da şüpheler yarattığı bildirildi. Kök hücre naklinin muhtemel zararları arasında kısırlık ve geç ortaya çıkan kanser de bulunuyor.

Araştırmayı yapan ekipten Dr. Richard Burt, araştırmanın ABD'li doktorlar ilgi göstermediği için Brezilya'da yapıldığını ve Brezilya'daki etik komisyonları tarafından onaylandığını söyledi. Dünyada 24 milyon kadar kişinin, daha çok çocuklar ve gençlerde görülen 1. tip şeker hastası olduğu belirtiliyor.

11. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yapma Çiçek Kanser Nedeni!

Yapma Çiçek Kanser Nedeni!

Stockholm Üniversitesi'nden Biyolog Robert Farmer, yaptığı açıklamada yapma çiçek kullanımının son derece sağlıksız olduğunu duyurdu. Farmer, günümüzde orta yaş üstü kadınların yapma çiçeğe rağbet ettiklerini belirtirken, yaptığı araştırmaların sonuçlarını açıkladı.

Farmer, evinde yapma çiçek bulunduran kadınların erken menapoza girdiğini ve rahim kanseriyle karşı karşıya olduğunu söyleyerek yapma çiçek üretiminin durdurulmasını istedi.

Ayrıca Farmer, Stockholm Üniversitesi'nin laboratuvarlarında yaptığı incelemede, yapma çiçeğin aynı zamanda strese, strese bağlı baş ağrısına, uykusuzluğa, bulantıya ve kısmen de olsa meme kanserine yol açtığını ortaya çıkardıklarını ifade etti.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Kaçak oda spreyleri ölüm saçıyor!!!

Kaçak oda spreyleri ölüm saçıyor!!!

Sağlık Bakanlığı, izin almadan üretilen ve satılan 'oda ve oto kokuları'nın halk sağlığını tehlikeye attığını belirterek, tüketicileri uyardı.

Hava aromatize edici ürünler olarak adlandırılan 'oda ve oto kokuları'nın bilinçli kullanılması gerektiğini bildiren bakanlık, "Kapalı mekanlar ve araç içinin güzel kokması amacıyla kullanılan bu ürünler, bilinçli kullanılmadığı durumlarda birçok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor" uyarısı yaptı.

Sağlık Bakanlığı, "Bakanlığımızdan izin almadan piyasada satılan, 'oda ve oto kokuları' halk sağlığını riske etmektedir" şeklinde tüketicileri uyardı. Bakanlık, hava aromatize amacıyla üretilen ve satılan bu ürünlerin, denetimleri, ithal ve üretim izinlerinin Sağlık Bakanlığı'nca verildiği belirtilerek, üretim ve ithal ürünlerinin izin aşamalarında bu ürünlerin formülasyon bilgileri, orijinal sertifikaları, literatür bilgileri, analiz sertifikalarının belge bazında Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Genel Müdürlüğü'nce incelendiği kaydetti.

Sağlık Bakanlığı ürünlerin kimyasal analizlerinin Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Laboratuarları'nda yapıldığını ve uygun bulunan ürünlere 'Türkçe Etiket' örnekleri hazırlatıldığını ifade etti.

Bu etiketlerde gerekli uyarıların yer alması sonucunda izinlerin verildiğine dikkat çekilen Bakanlık yetkilileri, şu uyarılarda bulundu:
"Bu ürünlerin terkibinde; esans, alkol, su, aeresollerde itici gaz bulunmaktadır. Bu ürünlere izin verilirken halk sağlığını tehdit edecek hiçbir yardımcı ve etken madde veya toksik madde taşımamasına dikkat edilmektedir.

Bu ürünlerin alınması sırasında, etiket bilgilerindeki uyarıların dikkate alınması, Sağlık Bakanlığı'nın izin, tarih ve sayısının bulunup bulunmadığının kontrol edilmesi ve izin almamış olan ürünlerin satın alınmaması, halk sağlığının korunmasında önem arz etmektedir".

İHA
12. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Bilgisayar hormon düşmanı!

Bilgisayar hormon düşmanı!:blink: :(
Necdet Tunaç'ın haberi

Hayatımızın parçası bilgisayar, el titremesinden, baş ağrısına kadar birçok sağlık sorununa yol açıyor. Yetmiyormuş gibi hormon dengesini de bozuyor.

İş yerinde, evde, kısacası her yerde hayatımıza giren teknoloji harikası bilgisayarın aslında sağlığımızı ciddi anlamda bozduğunu biliyor muydunuz? İçişleri Bakanlığı Araştırma ve Etütler Merkezi'nin yaptığı çalışmaya göre bilgisayarın özellikle gençler ve çocuklar için büyük bir tehdit oluşturduğunu gözler önüne serdi.

Bilgisayar kullanımın neden olduğu sağlık sorunlarının bir kısmının elektromanyetik alandan, bir kısmı da yapılan işin özelliğinden kaynaklandığının anlatıldığı çalışmaya göre şunlar dikkat çekti; "Bilgisayar karşısında saatlerce hareketsiz kalınmakla, genellikle sadece birkaç belirli hareket yapılabilmektedir.

İlk dönemdeki ağrılar, işi bırakıp vücudun dinlendirilmesiyle kaybolurken, ileri dönemlerde dinlenme yoluyla geçmeyip hafif işler bile zorlukla yapılabilir hale gelmektedir." Uzun süre bilgisayar karşısında zaman geçiren insanlarda böbrek üstü bezlerinin aşırı çalışmasına ve fazla miktarda katekolamin salgılanmasına neden olduğunun altı çizildi.

Raporda bununla ilgili olarak şu cümleler yer alıyor; "Katekolamin maddesinin vücutta fazla salgılanması halinde baş ağrısı, sağlıklı düşünememe, olayları kavrayamama, gözlerde ciddi problem, aşırı kilo kaybı ya da obezite sorunları, hormon dengesinin bozulmasını da beraberinde getirmektedir." Klavye ve fare kullanımı yüzünden de el titremesi ve uyuşmaya kadar birçok sağlık problemiyle karşı karşıya kalınabiliniyor.

14. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Kadın tiryakiler artıyor...

Kadın tiryakiler artıyor...

Ülkemizde artık 18 yaşından sonra kadınların yüzde 25'i, erkeklerin ise yüzde 66'dan fazlası sigara içiyor.

Türk Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Nermin Başarer, akciğer ve gırtlak kanserlerinin yüzde 90'ının sigara içmemekle önlenebileceğini bildirdi. Başarer, yaptığı yazılı açıklamada, sigaranın, başta akciğer ve gırtlak kanseri olmak üzere ''boyun, mide, pankreas, mesane ve uterus boyun kısmı kanserleri, kalp damar hastalıkları, beyin kanaması, kronik tıkayıcı akciğer hastalığı, astım, amfizem, gastrit, reflü, erken doğum, erken bebek ölümü, erken menopoz, erken yaşlanma'' gibi bir çok hastalık ve soruna neden olabildiğini hatırlattı.

Kulak burun boğaz hastalıklarında kanser ve kanser dışı, sinüzit, farenjit, reflü, horlama gibi hastalıklarda en büyük etkenlerden birinin sigara olduğunu vurgulayan Başarer, alkol alımının, sigaranın zararlı etkilerini körüklediğini, özellikle ağız boşluğu ve yutak kanserli hastalarda bu iki etkeni birlikte saptandığını dile getirdi.

-GIRTLAK KANSERİ BİRİNCİ SIRADA


Prof. Dr. Başarer, İstanbul Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı'nda son 5 yılda cerrahi tedavi uyguladıkları 453 vakalık seride, hastaların yüzde 16'sını kadın, yüzde 84'ünü de erkek hastaların oluşturduğunu belirterek, bu tedaviler içinde gırtlak kanserinin 293 vaka ile birinci sırada yer aldığını ve bu hastaların yüzde 100'ünün uzun yıllar sigara içen kişilerden oluştuğunu bildirdi.
Ağız boşluğu kanserinin 143 vaka ile ikinci sırada yer aldığını ve bu hastalarda sigara ile birlikte alkol alımına sıklıkla rastlandığını ifade eden Başarer, 453 vakalık serinin tümünde yüzde 90'dan fazla oranda sigaranın birinci etken olarak görüldüğünü kaydetti.

Söz konusu hastalarda kansere rastlanma sıklığında, birinci sırayı 50-60 yaş arasının, ikinci sırayı 60-70 yaş ve üçüncü sırayı da 40-50 yaş arasının aldığını vurgulayan Nermin Başarer, ''Akciğer ve gırtlak kanserlerinin yüzde 90'ı sigara içmemekle önlenebilir'' değerlendirmesinde bulundu. Başarer, sigaranın özellikle insan organizmasının tümüne zarar verdiği, hayat kalitesini bozduğu, erken ölümlere neden olduğunu kaydetti.

Türkiye'nin şu anda sigara üretim ve tüketiminde dünyada 6. sırada bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Başarer, 1970-1990 yılları arasında gelişmiş ülkelerde sigara kullanma oranı yüzde 25 azalma gösterirken, geri kalmış ülkelerde ortalama yüzde 10, Türkiye'de ise yüzde 13 civarında artış göstermesinin, özellikle genç nüfusu açısından ''çok vahim'' olduğunu bildirdi.

Başarer, şu görüşleri dile getirdi: ''Türkiye genelinde yüzde 50'ye yakın bir sigara içme oranı var. Türkiye'de ve gelişememiş ya da gelişmekte olan ülkelerde sigara reaktif döneme girdi. Ülkemizde artık 18 yaşından sonra kadınların yüzde 25'i, erkeklerin ise yüzde 66'dan fazlası sigara içiyor."

13. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yeditepe’den çığır açacak buluş

Yeditepe’den çığır açacak buluş...

Yeditepe Üniversitesi, biogenetik alanındaki çalışmalarıyla Amerika ve Avrupa’daki pek çok üniversiteyi geride bıraktı. Peki çığır açan bu buluş ne?

Ayçe Tarcan'ın haberi

Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü öğretim görevlilerinden Doç Dr. Mustafa Çulha’nın geliştirdiği buluş sayesinde dünyadaki bir çok salgın hastalık ve biyoterörizme yol açan biyolojik maddeler 10 saniye gibi çok kısa bir sürede teşhis edebilecek.

3 yıl önce, 20 milyon dolar yatırımla Yeditepe Üniversitesi’nde nano teknoloji ve genetik çalışmalarına başladıklarını söyleyen Çulha, “Dünyada çığır açacak buluşumuzla İngiliz, Belçika, Hollanda ve ABD’li bilim adamlarının önüne geçtik” dedi.

10 SANİYEDE TANI

Normal yöntemlerle, SARS, Kuş Gribi, şap, tüberküloz gibi insan sağlığı için çok tehlikeli olan salgın hastalıkların tanısı 48 saat ile bir hafta arasında değişiyor. Doç. Dr. Mustafa Çulha’nın geliştirdiği yöntemle bu süre 10 saniyeye iniyor. Yeni tekniği nanobiyo teknoloji kullanarak geliştirdiklerini söyleyen Çulha, “10 saniyede direkt örnekten mikroorganizmanın tanısını yapabiliyoruz. Tanıyı hızlı bir şekilde koymak pek çok hastalıkta hayati bir önem taşıyor. Eğer hastaya hangi ilacı vereceğinize karar veremezseniz, hastayı kaybedersiniz” dedi.

PATENT BAŞVURUSU

Yeni tekniğin patentini almak için başvuru yaptıklarını söyleyen Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Fikrettin Şahin ise deriden insan kemiğine, kıkırdaktan hücreye kadar tıbbi alanda kullanılan çok sayıda malzemeyi üretebildiklerini söyledi.

TERSİNE BEYİN GÖÇÜ


Devlet bursuyla ABD’ye giden Mustafa Çulha (sağda) ve Fikrettin Şahin, Türkiye’ye dönünce Yeditepe Üniversitesi‘nde dünyanın sayılı genetik ve nano teknoloji laboratuvarlarından birini kurmuşlar. Çulha, ABD’de göğüs kanserinin erken tanısı, biyosensörler ile biyomühendislik alanlarında çalıştığını söylüyor.

TÜRK MARKALARINA AR-GE DESTEĞİ

Türk şirketleri için de AR-GE yaptıklarını söyleyen Fikrettin Şahin, “Yeditepe Üniversitesi’nde Biyoteknoloji Enstitüsü’nü kurduk. Enstitümüz sağlıktan gıdaya, endüstriden tarıma kadar çok farklı alanlarda hizmet verecek. Klinik genetikten gen terapi ve kök hücre araştırma ve tedavilerine kadar pek çok alanda dünyada çığır açacak buluşlar üzerinde çalışıyoruz. Türk insanının kalıtsal hastalıklarını tespit etme şansına sahip olduk” dedi. Türklere özgü genetik hastalıkların tanısı ile genetik hastalıkların araştırma çalışmaları da yapılacağını söyleyen Şahin, Türk şirketlerine de araştırma ve geliştirme konusunda destek verdiklerini de ifade etti.

16. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Acıyı azaltacak yeni aşı takvimi!

Acıyı azaltacak yeni aşı takvimi!

Sağlık Bakanlığı, aşı takvimindeki menenjit ve çocuk felci aşılarını difteri-boğmaca-tetanoz karma aşısıyla birleştirdi. Artık şişlik, yüksek ateş, huzursuzluk şikayetleri azalacak.

Aşı takvimindeki menenjit ve çocuk felci aşılarını difteri-boğmaca-tetanoz karma aşısıyla birleştirme kararı alan Sağlık Bakanlığı, şişlik, yüksek ateş, huzursuzluk ve devamlı ağlama gibi şikayetlere neden olan rutin kullanımdaki ''tam hücreli'' boğmaca aşısı yerine, yan etkileri daha az ''asellüler'' boğmaca aşısı uygulayacak.

Sağlık Bakanlığınca, yarın başlayacak Aşı Haftası çerçevesinde bağışıklama çalışmalarına hız verildi.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, yayınladığı genelgede, il sağlık müdürlüklerinden Ev Tespit Formu (ETF) ve aşı kayıtlarının gözden geçirilip aşısız veya eksik aşılı çocukların tespit edilmesini istedi.

Sağlık kurumlarına başvurularda da çocukların aşılama durumlarının sorgulanarak, eksik aşıların tamamlanması gerektiğini bildiren Akdağ, ulaşılması zor gruplara yönelik çalışma yürütülmesini de istedi.

Akdağ, gezici ekiplerin saha taramaları yoluyla aşılama hizmetine ulaşamayan gruplara ulaşarak, eksik aşılı çocukların aşılanması gerektiğini de belirtti.

AŞI TAKVİMİ


Türkiye'de uygulanan çocukluk çağı aşı takvimi ise şöyle:

-BCG: 2. ayın sonunda bir doz
-DBT: 2., 3. ve 4. ayların sonunda birer doz, 16-24 ay arası rapel (tekrar) doz
-Hib: 2., 3. ve 4. ayların sonunda birer doz, 16-24 ay arası rapel doz
-OPV: 2.,3. ve 4. ayların sonunda birer doz, 16-24 ay arası ve ilköğretim 1. sınıfta rapel dozlar
-KKK: 12. ayda bir doz ve ilk öğretim 1. sınıfta rapel doz
-Hepatit B: Doğumda, 1. ve 6. ayların sonunda birer doz, ilköğretim 8. sınıfta rapel doz
-Td: İlköğretim birinci ve 8. sınıflarında
-Kızamıkçık: İlköğretim 8. sınıfta

AŞILAR HANGİ HASTALIKLARDAN KORUYOR

Ülkede geçen yıldan itibaren uygulanmaya başlanan yeni aşı takvimiyle halen yapılmakta olan aşılar şu hastalıklardan koruyor:

-DBT (karma) aşı: Difteri-Boğmaca-Tetanoz
-OPV (Polio) aşısı: Çocuk felci
-Hepatit B aşısı: Hepatit B'ye bağlı B tipi sarılık, siroz ve karaciğer kanseri
-Hib aşısı: Hemofiluz influenza tip b'ye bağlı menenjit, zatürre ve orta kulak iltihapları
-BCG aşısı: Verem
-KKK (Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık) aşısı: Doğumsal kızamıkçık sendromu, kabakulak, kızamığa bağlı zatürre, orta kulak iltihabı ve SSPE (subakut sklerozan panensefalit)
-Td aşısı: Tetanoz ve difteri.

GENİŞLETİLMİŞ AŞI PROGRAMI
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Turan Buzgan, bir bebeğin ilk yaşının sonuna kadar 1'er doz BCG ve KKK, 3'er doz DBT, polio aşısı, hepatit-B ve Hib aşılarının tamamını alması gerektiğini bildirdi.

Aşılarını uygun sayı ve aralıklarla almayan çocukların yeterince korunmadığına dikkati çeken Buzgan, ülkede aşıyla her yıl yaklaşık 40-50 bin bebeğin ölümünün engellendiğini kaydetti.

Bütün çocukların doğar doğmaz takvime uygun bir şekilde aşılanmaya başlaması gerektiğini kaydeden Buzgan, bunun yanında doğurganlık çağındaki kadınların tetanoza, riskli gruptaki erişkinlerin ise hepatit B, difteri, tetanoz ve gribe karşı aşılanmasının gerekli olduğunu belirtti.

''BEBEKLER ARTIK DAHA AZ SIKINTI ÇEKECEK''
Buzgan, aşı takvimindeki Difteri-Boğmaca-Tetanoz (DBT) karma aşısının menenjit (Hib) ve çocuk felci (OPV) aşılarıyla birleştirilmesi kararı alındığını ifade etti.

Çocuk felci aşısının halen bebeklik döneminde 4 doz halinde ağızdan uygulandığını kaydeden Buzgan, yeni uygulamayla ilk 3 dozun DBT ve Hib aşılarıyla birlikte enjekte edileceğini, kalan son dozun ise yine ağızdan verileceğini bildirdi.

Birleştirme kararı alınan aşılar için ihale sürecinin başlatıldığını, uygulamaya bu yıl içinde geçilmesinin planlandığını belirten Buzgan, şunları kaydetti:

''Birleştirilen aşılar, tıpkı Avrupa ülkelerindeki gibi 5'li kombinasyon şeklinde bir enjeksiyon içinde dolu olarak alınacak. Bebeklerimiz uygulanacak enjeksiyon sayısı azalacağı için artık daha az sıkıntı çekecek. Ayrıca şişlik, yüksek ateş, huzursuzluk ve devamlı ağlama gibi şikayetlere neden olan rutin kullanımdaki tam hücreli boğmaca aşısı yerine, yan etkileri daha az asellüler boğmaca aşısı uygulanacak. Bu aşının etkinliği aynı olmakla birlikte yan etkileri daha az.''

AŞILAR ÜCRETSİZ
Bağışıklama takvimindeki aşıların illerde Bakanlığına bağlı sağlık ocakları, sağlık evleri, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri, devlet hastaneleri, toplum sağlığı merkezleri ve aile hekimliği birimlerinde ücretsiz uygulandığını hatırlatan Buzgan, ayrıca, ücretsiz uygulamak ve düzenli kayıt bildiriminde bulunmak şartıyla isteyen özel sağlık kuruluşlarına aşıların yine Bakanlığı tarafından ücretsiz verildiğini belirtti.

''AŞI KARTI MUTLAKA SAKLANMALI''
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Klinik Şefi Doç. Dr. Gonca Yılmaz, çocukluk çağında uygulanan aşıların mutlaka aşı kartına kaydedilmesi, bu kartların da saklanması gerektiğini belirtti.

Türkiye'de çocukların sadece yüzde 40'ının aşılarının aşı kartıyla takip edildiğini kaydeden Yılmaz, ''Bağışıklamanın takvime uygun yapılabilmesi için aşı kartı düzenli tutulmalı. Aileler çocuklarını aşıya götürürken bu kartlarını yanlarına almalıdır'' dedi.

Ailelere çocuklarının aşılarını ihmal etmemeleri uyarısında bulunan Yılmaz, aşılanma şansını kaçıran çocukların tespit edilmesi halinde, kalan aşılarının yaşına uygun olarak tamamlanması gerektiğini bildirdi.

Yılmaz, şunları kaydetti:

''Herhangi bir nedenle bir sağlık kuruluşuna başvuran çocuğun buradaki sağlık personelince aşılarının tam olup olmadığına bakılmalıdır. Sağlık personeli çocuğun geçmişte hangi aşılarını yaptırdığını tespit etmeli, eksik aşısı varsa hemen yaşına uygun olan aşısı yapılmalıdır. Aşı kartının düzenli tutulması, bu takibin daha sağlıklı yapılmasını sağlar.''

''HAFİF ATEŞ AŞIYA ENGEL DEĞİL''
Yılmaz, sağlık personelince zaman zaman aşı uygulanmaması gereken durumların yanlış algılandığını ifade ederek, ''Bazı sağlık personeli hafif ateş ya da grip olduğunda çocuğa aşı uygulamayabiliyor. Hafif ateş, grip ve üst solunum yolu enfeksiyonları aşının yapılmasına engel değildir'' dedi

BU YILIN TEMASI: ''AŞILAYIN, ÖNLEYİN, KORUYUN''
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesinin girişimiyle 2005'de düzenlenmeye başlanan ''Avrupa Aşılama Haftası'' çerçevesinde yarın başlayacak Aşı Haftasının teması ''Aşılayın, Önleyin, Koruyun'' olarak belirlendi.

16. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Yemekle İçilen Çay Kansızlık Nedeni!

Yemekle İçilen Çay Kansızlık Nedeni!:blink:

Yemeklerden en az bir saat önce ya da sonra içilmesi gerekiyor.

Adnan Menderes Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdal Beşer, çayın yemekle birlikte tüketilmemesi gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Erdal Beşer, çayın vücuttaki kan düzeyi üzerindeki etkilerini saptamak üzere, 200 üniversite öğrencisi üzerinde araştırma yaptıklarını belirtti.

Prof. Dr. Beşer, öğrenciler arasında çayı hatalı tüketenlerin kan düzeylerinin daha düşük bulunduğunu vurguladı.

Çayın, yemeklerden en az bir saat önce ya da en az bir saat sonra içilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Beşer, "Çay yemekle birlikte tüketilmemeli. Çayın basit bazı kurallara uyulmadan içilmesi halinde başta kansızlık gibi çeşitli olumsuz etkileri görülebilir." dedi.

Prof. Dr. Beşer, yemeklerden bir saat sonra içilen çayın kan düzeyi üzerinde olumsuz etkisi olmadığını belirterek, "Günde ortalama 5-6 fincan şekersiz çay içilebilir. Yaşlılara ve ergenlere günde 1-2 fincandan fazla çay önermiyoruz. Çünkü çayda bulunan kafeinin kalsiyum-mineral dengesi için olumsuz etkileri olabilir." diye konuştu.

Prof. Dr. Beşer, çayın açık ve limonla içilmesini önerdiklerini, mide ülserine yatkın olanların çaydan sakınmaları gerektiğini bildirdi.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
İnek sütü, şeker hastaları için ümit oldu...

İnek sütü, şeker hastaları için ümit oldu...

Arjantinli bilim adamları, sütlerinde insan insülini bulunan klonlanmış ve genetik olarak değiştirilmiş buzağı yetiştirdiler.

Projenin sahibi olan biyoteknoloji şirketi, bilim adamlarının Patagonia 1,2,3 ve 4 adını verdikleri buzağıların yetişkin çağa geldiklerinde bu insan hormonunu üretmeye başlayacaklarını bildirdi.

Şirket yetkilisi Marcelo Criscuolo, genetik olarak değiştirilmiş ineklerdeki insülinin en az yüzde 30 daha ucuza malolacağını, böyle düşük maliyetle çok miktarda insülin elde edilebileceğini söyledi.

Bilim adamları, ineğin sütünden insülin elde etmek için, ilgili insülin genini zerkettikleri yumurtadan elde edilen klonlanmış embriyonları, taşıyıcı ineğin rahmine yerleştirdiler ve buzağılar geçen ay dünyaya geldi. Genetik olarak değiştirilmiş ineğin sütünden insülini çıkarmak için, sütün işlemden geçirilmesi gerektiği belirtildi. İnsülin, 1. Tip ve 2. Tip şeker hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor. Dünyada 200 milyon kadar şeker hastasının bulunduğu tahmin ediliyor.

Arjantinli bilim adamları, sadece 25 insülin üreten ineğin, ülkedeki 1,5 milyon diyabetlinin insülin ihtiyacını karşılayacağını söylüyorlar. İnsülinin ilk kaynağı, inek, at ve domuzların pankreaslarında bulunmuştu. Günümüzde insülinin büyük bölümü genetik değişikliğe uğratılmış bakterilerden elde ediliyor.
18. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Uykuda solunum durması: Uyku apnesi!

Uykuda solunum durması: Uyku apnesi!

Uyku bozuklukları toplumda gün geçtikçe artan önemli sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Kaliteli bir uyku uyumadan ertesi güne sağlıklı ve mutlu başlamamız mümkün olamıyor.

Uyku bozuklukları toplumda gün geçtikçe artan önemli sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Kaliteli bir uyku uyumadan ertesi güne sağlıklı ve mutlu başlamamız mümkün olamıyor. Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor veya varolan uyku bozukluklarını da artırabiliyor.

Uykusuzluk, horlama, uyku apnesi başlıca uyku bozukları olarak bilinse de uykuda bacak hareketler bozukluğu, huzursuz bacak sendromu, narkolepsi, katapleksi, diş gıcırdatma (bruksizm), gece yatağı ıslatma gibi oldukça geniş bir yelpazeye sahip.

Sema Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Ayşe Türközü, Obstrüktif Uyku Apne, uykuda periyodik olarak nefes durmalarından (apne) kaynaklanan bir hastalık olarak tanımlıyor. Bu durum hastanın uyku kalitesini bozarak gün içi uykululuk ve halsizliğe neden oluyor.

Horlama, uykuda nefesin durması, gün içi uykululuk, dikkatte azalma, unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü, gece terlemesi, uykuda boğulur tarzda uyanma gibi başlıca bulgularla karşımıza çıkıyor. Ağır uyku apne sendromunda, ileri dönemde kalp ritim bozuklukları, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon ve inme riskini artırdığı saptanmıştır.

Uyku apnesi oldukça sık görülen bir hastalık. Orta yaş erkeklerde görülme sıklığı %24 iken, orta yaş kadınlarda da %9 civarında. Erkek hastaların %4’ünde, kadın hastalarında %2’sinde uyku apne hastalığına ait gündüz uykululuk, geceleri nefes durması gibi bulgular görülmektedir.

Dr. Ayşe Türközü, hastalık eğer hastanın yaşam kalitesini bozuyorsa veya sağlık riski oluşturuyorsa mutlaka tedavi edilmelidir, dedi. Sağlık riski ise genelde ağır olgularda ortaya çıkıyor.

Eğer uyku apneyi düşündüren bulgularınız varsa uyku çalışması yapılması gerekiyor. Polisomnografi ile beyin dalga aktivitesi, göz hareketleri, kas hareketleri ve solunum eforu değerlendiriliyor. Uyku apne dışındaki hastalıkların tanısında ve tedavinin yönlendirilmesinde kullanılmaktadır.

Uyku apnenin tedavisinde birçok yöntemi kullanılıyor. Tedavi yöntemine hastalığın şiddetine göre karar veriliyor. Hafif şiddette uyku apne hastalarında eğer obezite sorunları varsa kilo vermeleri öneriliyor. Orta şiddetteki olgulara, eğer hasta cerrahi tedaviden fayda görecekse öneriliyor. Cerrahi yöntemlerde, boğazın arka kısmı açık tutulmaya çalışılıyor. Uvula ve nazofarenks bölgesine lazer yöntemi ile farklı cerrahi uygulamalar yapılabiliyor. Ağır şiddette Uyku Apnesinde ise maskeli cihaz kullanımı öneriliyor. CPAP dediğimiz bu cihaz apne esnasında sürekli pozitif basınç uygulayarak hava yolları açık tutmaya çalışılıyor.

Uyku apnesi olan yetişkinler hastaların, iş verimi düşüyor. Yapılan araştırmalar sonucu bu kişilerde tansiyon sorunu ve kalp damar hastalıkları daha çok görülüyor. Beyin felci ve kalpte ritim bozukluğu, depresyon, insülin direnci geliştirme riskleri daha çok görülebiliyor.

Uyku apnesi çocuklarda da görülebiliyor. Büyük bademciği ve geniz eti olan çoçuklarda da horlama ve uyku apnesi gözlenebilinir. Çocuklarda ortaya çıkan uyku apnelerinin erken teşhisi çok büyük önem arzediyor. Çünkü ihmal edilmiş teşhisler büyüme-gelişme geriliği, beynin oksijensiz kalması gibi çok ciddi problemlere veya uzun vadede akciğer ve kalp rahatsızlıklarına yol açabiliyor. Bunun yanında farklı nedenlere bağlanan okul başarısında azalma, öğrenme güçlüğü, sosyal izolasyon, çekingenlik, sinirlilik gibi sosyal problemlerin de ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

18. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Hormonlu gıdaları nasıl anlarız?

Hormonlu gıdaları nasıl anlarız?

Hormon takviyesi özellikle zamansız yetiştirilen ürünlerde çok fazla uygulanıyor. Bu nedenle, artık her mevsim her şeyi bulabiliyor olsak da, meyve ve sebzeleri normal zamanlarında tüketmeye çalışmalıyız.

Bazı sebzelerin tüketilmemesi gereken zaman aralıklarına gelince:

Domates: 15 Ekim - 10 Kasım / 10 Nisan – 5 Mayıs

Patlıcan: 15 Kasım – 15 Mayıs

Kabak: 1 Kasım – 15 Mayıs

Ayrıca meyve ve sebzeler bazı alışılmayan özellikleriyle de size hormon kullanılıp kullanılmadığını belli ederler.

Bunlara dikkat edin:

Domates çekirdeksiz, içi çok sulu ve boş

Kabağın şekli bozuk ve çekirdeksiz

Patlıcanın içi süngerimsi ve çekirdeksiz

Biber aşırı büyük ve etli, çekirdek evi boş, etli kısmı sert

Patates şekilsiz ve yumruları yapışık, içi kara,

Karpuzun çekirdek yerleri boş, ise bu ürünler hormonlu demektir.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Unutkanlığı önleyen besinler...

Unutkanlığı önleyen besinler...

Metropollerde yaşayan insanların sıklıkla karşılaştığı unutkanlık sorunu, bazı besinlerin düzenli kullanımıyla çözülebiliyor.

Protein, karbonhidrat, vitamin ve minerallerden oluşan bir beslenme programıyla beynin performansını artırarak, dikkat ve konsantrasyon açısından güçlendirilebileceğini belirtiyor.

Erken yaşta "Alzheimer" vakalarının son yıllarda giderek artması nedeniyle yapılan araştırmalarda, "kolin" adlı maddenin hafıza depolanmasında önemli rol oynadığı, eksikliğinde ise unutkanlığın oluştuğu ortaya çıktı. ABD'de yapılan bir araştırmada, "Alzheimer" rahatsızlığı ve unutkanlık sorunu bulunan hastalara, kolin açısından zengin olan yeşil yapraklı sebzeler verilmesiyle hastaların gelişme gösterildiği tespit edildi.

Öğrenme yeteneğini geliştiren ve hafıza için hayati önem taşıdığı belirtilen kolin maddesinin doğada en çok anne sütünde bulunduğunu belirten uzmanlar, beynin hafızayla ilgili bölümünün, bebeklikte yeterli kolin alınmasıyla gelişebileceğini belirtiyor.

Gelişmiş ülkelerde bebek mamalarının içerisine konulan kolin maddesi, anne sütünden sonra en çok soya fasulyesi, yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar ve yumurta sarısında bulunuyor. Bu nedenle, unutkanlık ve erken Alzheimer rahatsızlığı için bu besinlerin düzenli olarak bir ya da birkaç öğünde tüketilmesini öneriliyor.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Eğer örtünüze meyve suyu döküldüyse hemen tuz serpin, ilk yıkamada çıkacaktır.

Mutfak eşyalarının üzerindeki etiket izlerini yok etmek için, üzerlerine mobilya cilası serpip yumuşak bir bezle silin.

Lahananın pişerken pek de hoş olmayan bir kokusu vardır. Bunu önlemek için, lahanayı pişireceğiniz tencerenin içine, biraz ekmek içi koymak yeterlidir. Yemeğe karışmaması için, ekmek içlerini küçük, temiz bir torba içinde koymanız, sonra alıp atmanız da size büyük kolaylık sağlayacaktır.

Pilavınızı tekrar ısıtırken, bir kabın içinde ateşe su koyup kaynayınca tencerenizi içine oturtursanız pilavınız taneli kalır ve tazeliğini muhafaza eder.

Ellerdeki sarımsak kokusunu çıkarmak için avucunuza biraz tuz alıp, hafifçe nemlendirdikten sonra iyice ovalayın. Sabunla da iyice yıkarsanız sarımsak kokusunun çıkmış olduğunu göreceksiniz. Hatta soğan ve balık kokusunun da.

Soğan soymaya başlamadan önce parmaklarınızı sirkeye batırırsanız, soğan kokusunun elinize bulaşmadığını göreceksiniz.
 

DaLokay

уüяєкℓєя∂є
Katılım
13 Tem 2006
Mesajlar
6,392
Tepkime puanı
89
Puanları
0
Konum
Göçebe
Web sitesi
www.youtube.com
abla hormonsuz ürün varmı acaba çevrede...

ben pek rastlamadım ama hayırlısı ....o tavsiyelerde işe yarar inşallah böyle bir zamanada..
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
abla hormonsuz ürün varmı acaba çevrede...

ben pek rastlamadım ama hayırlısı ....o tavsiyelerde işe yarar inşallah böyle bir zamanada..

hormonsuz bildigimiz ürünler var elbet ama ne kadar hormonlu ürünlerden saglikli bilemiyorum, cünkü doga kirliliginden dolayi hormonsuz olan ürünlerde bir sekilde zararli hale gelmis olabilir diye düsünüyorum, insallah öyle degildir...

elimizden geldigi kadar dogal, sade yasamaya gayret etmek dogru olur saniyorum, hayirlisi insallah...
.
 

DaLokay

уüяєкℓєя∂є
Katılım
13 Tem 2006
Mesajlar
6,392
Tepkime puanı
89
Puanları
0
Konum
Göçebe
Web sitesi
www.youtube.com
RAŞİTİZİM NEDİR ? önlemleri nelerdir..

21.04.2007

Raşitizme Engel Olmak İçin D Vitamini
Sağlık Bakanlığı Raşitizmi Önleme Bilimsel Kurulu Üyesi Prof. Dr. Behzat Özkan, raşitizm hastalığına yakalanan çocuklarda yapılan araştırmalarda annelerinin yeteri kadar D vitamini almadığının belirlendiğini, özellikle hamile kadınların doğuma üç ay kala D vitamini alması gerektiğini söyledi.

Özkan, yaptığı açıklamada, raşitizm hastalığının, kemik uçlarında D vitamini eksiliği sonucunda kıkırdak dokunun kemiğe ulaşamamasından meydana geldiğini belirtti. Özkan, hastalık sonucunda bacaklarda eğilme ve çarpıklık oluştuğunu söyledi.

Raşitizm hastalığına yakalanan 0-6 aylık bebeklerde araştırma yapıldığını dile getiren Özkan, ''Araştırmalarımızda hastalığa yakalanan bebeklerin annelerinin hamilelik döneminde yeteri kadar D vitamini almadığı ortaya çıktı'' diye konuştu.

Bebeklerin, annelerinin D vitamini deposuyla doğduğunu ifade eden Özkan, şunları söyledi:

''Hamile kadınlar hamileliğinin son üç ayında D vitamini almalıdır. Eğer yeteri kadar vitamin almazlarsa çocuklarında raşitizm hastalığıyla karşılaşılma olasılığı artar. Ayrıca yetişme çağındaki çocuklar 3 yaşına kadar D vitamini almaya devam etmelidir.''
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Avrupa'da en ucuz kullanan 3. ülkeyiz...

Avrupa'da en ucuz kullanan 3. ülkeyiz...

Türkiye İstatistik Kurumu, 2005 yılında Avrupa ülkelerinde en ucuz fiyatlarla ilaç kullanan üçüncü ülkenin Türkiye olduğunu açıkladı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2005 yılında Avrupa ülkelerinde en ucuz fiyatlarla ilaç kullanan üçüncü ülkenin Türkiye olduğunu açıkladı. 25 AB üyesi ülkenin fiyatlarda ortalama 100 olarak belirlendiği çalışmada, Türkiye'nin endeksi 69 oldu.
TÜİK, 2005 Yılı Eczacılık Ürünleri Karşılaştırmalı Fiyat Düzeyi Endekslerini açıkladı. Bu çerçevede, Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (EUROSTAT) ve OECD işbirliğiyle yürütülen Satınalma Gücü Paritesi çalışmaları çerçevesinde, Avrupa Karşılaştırma Programına katılan 37 ülkeden 33 ülke için eczacılık ürünlerine ait karşılaştırmalı fiyat düzeyleri ortaya konuldu.

Çalışma kapsamına, 27 AB ülkesi; 3 aday ülke, 3 EFTA (Avrupa Serbest Ticaret Birliği) ülkesi, ve Batı Balkan ülkeleri dahil edildi.
Karşılaştırmaya katılan ülkeler genelinde eczacılık ürünleri GSYH harcamalarının yüzde 1.5’ini oluşturdu. Eczacılık ürünlerinin hane halklarına yönelik toplam nihai harcamalardaki payı ise yüzde 1.3 olarak belirlendi.

2005 yılı sonuçlarına göre, eczacılık ürünleri için Avrupa Birliği’ne üye 25 ülkenin ortalama fiyat düzeyi 100 iken, 33 ülke içinde İsviçre 187 ile en yüksek, Makedonya 58 ile en düşük fiyat düzeyine sahip oldu. Türkiye’de bu gruba ilişkin fiyat düzeyi endeksi 69 olarak belirlendi.

TÜRKİYE YENİ ÜYE VE ADAYLARIN ARASINDA

2005 yılı eczacılık ürünleri çalışması sonuçlarının verildiği çalışmada, ülkeler AB ortalamasına göre şu altı gruba ayrıldı:
160 ve üzeri: İsviçre ve İzlanda.
115-160 arası: Almanya, Danimarka, Norveç, İrlanda ve İtalya.
100-115 arası: Finlandiya, Hollanda, Avusturya, Malta, Belçika, Lüksemburg ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi.
85-100 arası: İsveç, Portekiz, İngiltere, Fransa ve Slovenya.
60-85 arası: Estonya, Letonya, İspanya, Macaristan, Yunanistan, Hırvatistan, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya, Litvanya, Türkiye ve Polonya.
60 altı: Makedonya.

Ülkelerin önemli bir bölümünün beşinci grupta yer aldığı görüldü. Türkiye'nin de yer aldığı bu grup, genel olarak yeni üye ülkeler ile AB'ye aday ülkelerden oluştu.

25. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
"Sagligi ve Hayati kolaylastiran güncel haberler burada insallah"

Kansere kimyasal koruma...

ABD’de kanser araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ömer Küçük, prostat kanseri olan 15 kişiye üç hafta günde 30 miligram likopen vererek tümörlerini küçülttü.

Kötü beslenme alışkanlıkları ve çevresel etkenlerin kanseri tetiklediği gerçeğinden yola çıkan uzmanlar, kanserden korunmak için besinlerdeki bazı kimyasal maddeler üzerindeki araştırmalarını yoğunlaştırdı.

ABD’de kanser araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ömer Küçük, prostat kanseri olan 15 kişiye üç hafta, günde 30 miligram likopen vererek tümörlerini küçülttü. Uzmanların, soyadaki izoflovanın meme ve prostat, domatesteki likopenin akciğer ve prostat, brokoli ve balıktaki selenyumun da akciğer kanserinin önlenmesindeki etkileriyle ilgili araştırmaları sürüyor.

ABD Wayne State Üniversitesi Karmanos Kanser Merkezi’nde çalışmalarını sürdüren Prof. Ömer Küçük’ün de içinde yer aldığı bir ekip, bazı sebze ve meyvelerin, insanları kanserden koruduğu düşüncesinden yola çıkarak, domatesteki likopen, soyadaki izoflovan, brokoli ve balıkta bulunan selenyumun kanserden korunmadaki etkisini araştırmaya başladı. Prof. Dr. Küçük, antioksidan özelliği taşıyan bu kimyasalların serbest radikallerinin, kanser hücrelerine dönüşmesini engellediğini ve bu düşünceyi doğrulayacak çalışmaların devam ettiğini söyledi.

DOMATESTEKİ LİKOPEN PROSTAT KANSERİNİ KÜÇÜLTTÜ

Prof. Dr. Küçük, hayvanlar üzerindeki denemelerin ardından prostat kanseri olan 30 hastayı 15’erli iki gruba ayırarak araştırma yaptı. Ameliyattan önceki üç hafta boyunca hastaların bir grubuna günde 30 miligram likopen, diğer gruba 200 miligram da izoflovanı tablet halinde verdi. Hastalardan likopen alanlarda prostat kanserinin küçüldüğü ve PSA düzeyinin düştüğü görüldü. Küçük, domatesteki likopenin kanserden korunma ve tedavi edici etkisi üzerinde büyük umut veren araştırmayı, kanser riski çok yüksek 2-3 bin kişide deneyeceklerini vurguladı.

BALIK VE BROKOLİDEKİ SELENYUM

Akciğer kanseriyle ilgili bir başka araştırmada ise hastalara brokoli gibi sebzeler ve balıkta bulunan selenyum veriliyor. Araştırmaya, hastalığa birinci evrede yakalanarak ameliyat olmuş hastaların katıldığını belirten Küçük, bu kişilerde hastalığın tekrarlama riskinin yüksek olduğunu söyledi. Bu riski azaltmak amacıyla başladıkları araştırmaya ABD’deki tüm hastanelerin katıldığını dile getiren Küçük, 1300 hastaya günde 200 mikrogram selenyumu tablet olarak verdiklerini kaydetti. Küçük, dört yıldır devam eden araştırmanın toplam 7 yıl süreceğini ve 700 hastayı daha buna dahil etmeyi planladıklarını dile getirdi.

İŞLENMİŞ DOMATES DAHA ETKİLİ




Prof. Dr. Küçük, araştırmalar tamamlanıncaya kadar kanserden korunmak için herkese, bol miktarda meyve sebze yemesini önerdi. Araştırmalar olumlu sonuçlanırsa sebze ve meyvelerdeki kimyasalların kanserden korunmak için tablet olarak kullanılabileceğini söyleyen Küçük, soyanın kanserden korunmada etkisinin kanıtlandığına dikkati çekti. Küçük, günde 5 miligram likopenin kanserden korunmaya etkisi olduğunu, bunun da günde 1 kilogram domatesin tüketilmesi durumunda sağlanabileceğini kaydetti. Domatesin işlenmesi durumunda likopenin vücuda daha kolay girdiğini vurgulayan Küçük, bu nedenle ketçap ve salçanın da faydalı olduğunu sözlerine ekledi.

27. Nisan 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
"Sagligi ve Hayati kolaylastiran güncel haberler burada insallah"

Aspirin'e ikinci darbe büyük oldu!

Aspirin'in kanı sulandırıp damar tıkanıklığını ortadan kaldırarak felç riskini azalttığı görüşünü çürüten Harvard Üniversitesi’nin araştırmasından sonra dünyanın en eski ilacı bir darbe de Oxford Üniversitesi’nden yedi.


Üniversitenin uzmanları, düzenli Aspirin kullanımının damarları genişletip patlamasına yol açtığı ve felç riskini artırdığını ortaya çıkardı. Felç, iki şekilde oluşuyor.

1’incisi beyne giden damarların tıkanması, 2’ncisi damarların patlayarak beyin kanamasına yol açması. Belli bir dozda Aspirin damarları genişleterek ilk riski azaltıyor. Fazla alındığında da damarları patlatıp felce neden oluyor.

1000 vakayı inceleyen uzmanlar bu riskin önünü almak için düzenli Aspirin içen 75 yaş üzeri kişilerde kanamayla gelen felcin son 25 yılda 10 kat arttığını tespit etti.

2. Mayis 2007
(Alinti)
 
Üst