"Sagligi ve Hayati kolaylastiran güncel haberler burada insallah"

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Faydalanabiliyorsak ne mutlu, sizde sagolun, Allah cümlemizden razi olsun insallah, amin.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Sigara uyuşturuyor

Sigara uyuşturuyor

Sigara, beyinde uyuşturucu etkisi yapıyor...:thinking: :blink:

Amerikalı araştırmacılar, sigaranın beyinde, uyuşturucuya benzer uzun süreli değişikliğe yol açtığını saptadı. Ulusal Uyuşturucu Enstitüsü'nden bir ekibin sigara içen ve içmeyen ölmüş insanların beyinlerinde yaptığı araştırmanın sonucuna göre, sigarayı yıllar önce bırakmış olsalar dahi, içicilerin beyin dokularında değişiklikler olduğu görüldü.

Bruce Hope başkanlığındaki ekip, beyin hücrelerindeki 2 enzimin seviyelerini inceleyerek, sigara içenlerin ve sigarayı bırakmış olanların beyinlerinde bu enzimlerin yüksek seviyede bulunduğunu belirledi. Hayvanlara eroin ve kokain verilerek yapılan önceki araştırmalarda da enzim seviyesinin yüksek olduğunun görüldüğünü hatırlatan Hope, sigara ve uyuşturucunun benzer zarara yol açtığının anlaşıldığını söyledi. Emory Üniversitesi'nden Michael Kuhar da "Veriler, insanların beyninde uzun süreli kimyasal değişiklikler olduğunu gösteriyor." dedi.

Öte yandan Türkiye'de fiyat artışlarına bağlı olarak son yıllarda sigara tüketiminde azalma yaşandığı bildirildi. Sigarayla Savaşanlar Derneği Nevşehir Şube Başkanı Şahin Güneş, artan nüfus göz önüne alındığında tiryakilerin büyük oranda azaldığını, bunda en büyük etkenin fiyatlarda dolar bazında yapılan artışlar olduğunu belirtti.

Son 5 yılda sigara tüketiminde yüzde 10 azalma kaydedildiğini anlatan Güneş, "Türkiye'de 2000 yılında kişi başına yıllık bin 656 adet olan sigara tüketimi, 2004'te bin 512'ye düştü. Son 5 yılda ise yüzde 10 azalma yaşandı. Sigara fiyatlarında dolar bazında yapılan artışlar ve vergilerdeki artış nedeniyle sigaraya harcanan para arttı. Bu da tüketimin azalmasında etken oldu. Türkiye'deki tiryaki sayısının yaklaşık 23 milyon olduğu tahmin ediliyor." bilgisini verdi.

Güneş, geçen yıl Türkiye'de yaklaşık 5,5 milyar paket sigara tüketildiğini, tüketilen sigaranın maddi boyutunun yaklaşık 14 milyar YTL olduğunu da aktardı. Türkiye'deki tiryakilerin 19,5 milyonu 19 yaş ve üstü, 3,5 milyonu ise 11-19 yaş arası genç ve çocuklardan oluşuyor.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Kakao bunamayı önlüyor

Kakao bunamayı önlüyor

Kakaoda bulunan “flavanol”ün, beyine daha fazla oksijen gitmesini sağladığı belirlendi. Amerikan Bilimsel Gelişmeler Derneği’nin yıllık toplantısında bir rapor sunan Nottingham Üniversitesi’nden Ian MacDonald, bir antioksidan olan ve kakao çekirdeğinde bulunan Flavanol’ün, beyine fazla oksijen gitmesini sağlamasının, ileri yaşlardaki bellek sorunlarını azalttığını söyledi.

Harward Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Norman Hollenberg de, Panama’daki Kızılderili kabilesi ‘Cuna’lar üzerinde yapılan incelemelerde, kakaonun doğal biçimini tüketmelerinden ötürü benzer sağlık işaretleri gözlendiğini bildirdi. Çikolatanın tatlı bir gıda olmasından ötürü ortaya çıkan kalori sorunundan ötürü, yoğun çikolata tüketimi tavsiye edilmiyor, kakao öneriliyor. Ancak kakaoların büyük bölümü de, verdiği keskin tattan ötürü, flavanol düzeyi azaltılarak piyasaya sürülüyor. Bu nedenle yurtdışındaki kimi firmalar, flavanol içeriği yüksek çikolataları piyasaya sürecek.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Nane Çayı kısırlık yapıyor!!!

Nane Çayı kısırlık yapıyor!!!:blink:

SDÜ Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tamer Mungan, önce farelerde, sonra da insanlarda Isparta ve çevresinde çay gibi kaynatılarak tüketilen nanenin, rahim içi zarındaki (endometrium) hücreleri tahrip ettiğini, bunun da gebelik olasılığını azalttığını tespit ettiklerini söyledi.

Halkın bitkileri bilinçsiz tüketiminin insan sağlığına etkilerini ortaya koymak için yaptıkları araştırmaya patoloji ve biyokimya bölümlerinin de destek verdiğini belirten Prof. Dr. Mungan, sonucun yılda 10 sayısı çıkan ünlü bilim dergisi Toxicology and Industrial Health de de yayınlandığını kaydetti.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Turşu Sağlığa Zararlı!!!

Turşu Sağlığa Zararlı!!!

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Uzman Diyetisyen Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, turşunun mide kanserine neden olduğunu, kemiklerde kalsiyum birikimini engellediğini, tansiyonu ve insülin direncini arttırdığını belirtti.

Günümüzde her çeşit meyve ve sebzenin her mevsim bol miktarda bulunduğunu ve artık turşu yapmaya gerek kalmadığını dile getiren Doç. Dr. Elmacıoğlu, bir gıda saklama yöntemi olan turşudan zaten tuzu fazla miktarda tüketen Türk toplumunun uzak durması gerektiğini vurguladı. Doç. Dr. Elmacıoğlu, turşunun özellikle tansiyon arttırıcı özelliği bulunduğuna ve insülin direncini arttırmasının bir diğer zararı olduğuna dikkat çekerek, "Ayrıca turşunun mide kanserlerinde önemli bir faktör olduğu belirlenmiştir. Turşu insan sağlığına son derece zararlı. Ancak çok nadiren yemeklerde lezzet faktörü olarak tüketilebilir" dedi.

Turşunun Karadeniz Bölgesi'nde çok sık yapılan kavurmasının haftada birkaç kez tüketildiğini ve turşu kavurmasının kalp damar hastalıklarında risk faktörü olduğunu açıklayan Elmacıoğlu, şunları söyledi:

"Turşuda aşırı miktarda sodyum klorür (tuz) var. Sebze, meyve veya balığın turşu yani salamura olarak muhafaza edildiği antibakteriyel ortam yüksek oranda tuzlu sudur. Yüksek tuz tüketimi de turşunun neden olduğunu söylediğimiz hastalıklara sebebiyet vermektedir. Türk toplumu zaten turşu bile yemese günlük aşırı miktarda tuz tüketiyor. Dünya Sağlık Örgütü bir kişinin günde en fazla 6 gram tuz tüketmesini önerirken, bizim insanımız günde 18 gram tuz tüketiyor. Bir de bunun üzerine turşu yediği zaman nasıl yaşadığımızı söylememize gerek yok. Sebzelerde, meyvelerde ve hayvansal gıdaların kendisinde zaten tuz var. Kısacası turşu tüketmekten vazgeçmeli, bütün gıdaları taze ve çok az miktarda tuz kullanarak tüketmeliyiz."

Elmacıoğlu, gıdaları antibakteriyel ortamda koruyan ve turşu olmasını sağlayan tuzun hayati bir mineral olduğunu, ancak fazla tüketildiğinde fayda yerine zarar verdiğini kaydetti.

24.02.2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Hafızanız Tehlike Altında

Hafızanız Tehlike Altında

Sigaranın zararlarını anlatan bir broşür hazırlayan Sağlık Bakanlığı, sigaranın, herhangi bir rahatsızlık için kullanılan ilaçları zararlı hale getirebileceğine dikkat çekti.

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Bilir tarafından “Sigara veya Sağlık Konusunda En Sık Sorulan 50 Soru ve Cevapları” başlıklı bir broşür hazırlandı.

Broşür, sigara konusunda sık sorulan 50 soruya bilimsel yanıtlar içeriyor. Sağlık Bakanlığı, broşür ile, sigara konusunda toplumsal bilinci üst düzeye çıkarmayı hedefliyor.

SİGARANIN AZI BİLE ZARARLI

Az sayıda sigara içmenin asla zararsız olmadığına değinilen broşürde, içilen her sigaranın insan sağlığına zararı olduğu, otopside, az sayıda sigara içenlerin akciğerlerinde bile bozukluklar saptandığı anlatıldı.

Sigaranın sağlık üzerine olan zararlarının sigara içildiği andan itibaren başladığı belirtilen broşürde, nikotinin vücuda ilk olarak girdiğinde beyin ve sinir sistemini uyardığı, ancak sondaki alınışlarda beyin ve sinir sistemi üzerinde baskılayıcı, uyuşturucu etki gösterdiği ve solunum felci yaparak ölüme bile yol açabildiği bildirildi.

BÜTÜN KANSER ÖLÜMLERİNİN ÜÇTE BİRİNDE SORUMLU

Mentollü sigaraların da sağlık için aynı derecede zararlı olduğu ifade edilen broşürde, sigaranın kanser yaptığının bilimsel olarak kanıtlandığına değinildi. Broşürde "Sigara bütün kanser ölümlerinin üçte birinden sorumludur. Akciğer kanserlerinin ise yüzde 85'i sigara nedeniyle olmaktadır. Bunun dışında sigaranın ağız, boğaz, yemek borusu, gırtlak, mesane, rahim, pankreas, böbrek vb. kanserlerin meydana gelmesinde de rolü vardır" denildi. Broşürde akciğer kanserine yakalanmış olan bir hastanın iyileşme şansının çok az olduğu, akciğer kanserli her on hastadan ancak bir tanesinin 5 yıl yaşayabildiği belirtildi.

SİGARADAN EN ÇOK KALP ETKİLENİYOR


Sigara içen bir kişinin dumanı içine çekmese bile temas ettiği yerlerde (dudak, dil, ağız içi, yemek borusu, gırtlak) tahribata yol açtığı ifade edilen broşürde, dumanın bir bölümünün yine akciğerlere gittiği kaydedildi.

Broşürde, sigaranın insan vücudunda en çok etki yaptığı organların başında kalp geldiği, kalp hastalıkları ve beyin kanaması nedeni ile olan ölümlerin üçte birinin sigaraya bağlı olduğu bildirildi.

"EĞİTİM VE GELİR DÜZEYİ DÜŞÜK OLAN DAHA ÇOK SİGARA İÇİYOR"

Gebe bir kadın sigara içtiği taktirde gebeliğin düşükle veya ölü doğumla sonlanma olasılığının arttığı ifade edilen broşürde, doğum kontrol hapı kullanan bir kadının sigara içmesi halinde kalp hastalığı riskinin arttığına işaret edildi. Broşürde, dolayısıyla faydalı olması beklenen ilaçların zararlı olmasının mümkün olacağına değinildi.

Broşürde, sigara içenlerin içmeyenlere oranla daha erken yaşta yaşamlarını yitirdikleri belirtilirken, sigara tiryakisi olan bir kişinin sigarayı bırakınca terleme, kalp hızının değişmesi, hazımsızlık, uyku bozukluğu, sinirlilik hali gibi belirtiler gösterebileceği, ancak bu belirtilerin bir hafta içinde azalacağı kaydedildi.

Broşürde, sigara alışkanlığının eğitim ve gelir düzeyi az olan kişiler arasında daha fazla olduğu ifade edildi.

Türkiye'de yaklaşık 17 milyon kişinin, yani her beş kişiden ikisinin sigara içtiği bildirilen broşürde, bu oranın erkeklerde yüzde 50-60, kadınlarda da yüzde 20-25 dolayında olduğu belirtildi. "Türkiye'de 17 milyon kişinin günde ortalama bir paket sigara içtiği varsayıldığında, her gün 17 milyon paket sigara içildiği hesaplanır. Sigara içenlerin sigara satın almak için harcadıkları para yılda yaklaşık 25 milyar YTL'dir" denilen broşürde, son yıllarda Türkiye'de sigara kullanımında yeterli olmamakla birlikte azalma görüldüğüne işaret edildi. Broşürde, bu azalmaya rağmen sigarayı içme yaşının da 13'e indiği vurgulandı.

"TİRYAKİLERİN 3'TE 2'Sİ SİGARAYI BIRAKMAK İSTİYOR"

Çeşitli araştırmaların sonuçlarından, sigara içenlerin en az üçte ikisinin sigarayı bırakmak istediğinin anlaşıldığı vurgulanan broşürde, istenirse doktor kontrolünde bırakılabileceğine değinildi.

Bırakıldıktan sonra arada bir de olsa sigara içilmemesi gerektiğine dikkat çekilen broşürde, bir tek sigaranın bile yeniden tiryakiliğe dönüşebileceği bildirildi.

Broşürde pasif olarak sigara dumanına maruz kalan kişilerde de kalp hastalığı, inme ve kanser riskinin arttığına değinilirken, sigara içilen evlerde büyüyen çocuklarda solunum sistemi hastalıklarının daha fazla görüldüğü bildirildi. Tütünü çiğnemekle özellikle ağız boşluğu kanserleri riskinin arttığı ve nikotin kolaylıkla kana karışabildiği ifade edilen broşürde, zarrı bulunmayan sigara olmadığı belirtildi.

"SİGARA İÇENLERDE HAFIZA KAYBI YAŞANIYOR"

Broşürde şu bilgilere de yer verildi:

"Dumanda bulunan katranın içinde 4 bin dolayında kimyasal madde vardır. Bunlar arasında bulunan asitler, alkol aldehitler, ketonlar, siyanür, karbon monoksit gibi maddeler doğrudan zehir etkisi gösterirler ve organlarda tahribat yaparlar. Sigara içenlerde hemoglobinin oksijen taşıma kapasitesi yüzde 2.5 ile yüzde 15 arasında azalır. Bunun sonucunda organlar yeterli oksijen alamazlar. Özellikle beynin yeterli oksijen alamaması sonucu düşünme, karar verme, net görme ve işitme gibi önemli bazı fonksiyonlarında zayıflama olur. Karbon monoksit ayrıca damarlarda kolesterol depolanmasına yol açar. Sık aralıklarla sigara içenlerde görülen sigara dumanına bağlı etkilerin düzelmesi mümkün değildir. Sigarayı bırakanlarda özellikle kalp hastalığı ve kanser riskinde azalma olmaktadır. Sigarayı bıraktıktan sonra bir yıl geçince kalp krizi riski yarıya inmektedir. On yıl sonra ise kalp hastalığı ve kanser riski sigara içmemiş bir kişi ile eşit düzeye yaklaşmaktadır.

"FİLTRE YETERLİ KORUMA SAĞLAMAZ"


Filtreli sigara içenlerde kanser riski filtresiz sigara içenlere göre biraz daha azdır. Ancak hangi tür filtre kullanılırsa kullanılsın kanser olma riski hiçbir zaman ortadan kalkmamaktadır. Bazı ülkelerde nikotin ve katranı azaltılmış sigaralar bir süreden beri denenmektedir. Ancak bu sigaraları içenlerde de risk çok yüksektir. Ayrıca sigara içenler, nikotin ve katranı az olan sigarayı daha fazla sayıda içmektedirler."

Broşürde, tütün tarımı yapılan toprakta, başta tahıllar olmak üzere patates, domates, fıstık vb. pek çok ürün yetişebileceğine işaret edildi.

24.02.2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Nefes Kokusu Evliliği de Etkiliyor

Nefes Kokusu Evliliği de Etkiliyor:pokey:

Samsun Diş Hekimleri Odası Başkanı Abdullah İlker, ağız kokusunun sosyal ilişkileri olumsuz etkilediğini belirterek, "Kötü ağız kokusu, çoğu zaman mahcubiyete, sosyo-psikolojik problemlere sebep olur; hatta evlilikleri bile etkileyebilir" dedi.

Ağız boşluğunda yaşayan bakterilerin artıkları olan sülfürlü bileşiklerin kötü kokuya yol açtığını, ölü veya ölmek üzere olan bakterilerin sülfür bileşikleri açığa çıkardığını ifade eden İlker, bakteri tabakaları ve yiyecek artıklarının dilin arka tarafında biriktiğini, dilin yüzeyi oldukça pürüzlü bir yapıda olması nedeniyle bakterilerin yaşamasına elverişli bir özelliğe sahip olduğunu söyledi. Büyük miktarda sülfür bileşiklerinin dilin arka tarafında kısa sürede ürediğini ve biriktiğini dile getiren İlker, "Eğer diş yüzeyi temizlenmezse kısa sürede bakterilerin yaşamasına elverişli bir hal alır.
İleri derecede dişeti rahatsızlığına sahip olanlarda kişinin kendi başına temizleyebilmesi pek mümkün olmayan, ulaşılamayan alanlar vardır. Derin dişeti cepleri gibi böyle alanlar da kötü kokuya sebep olur. Şanslıyız ki, ağız boşluğundan kaynaklanan kötü kokuların tedavisi kısa sürede sonuç vermektedir ve problem halledilebilmektedir" diye konuştu.

Nefes kokusunun önlenmesi için tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren İlker, "Diş problemleriyle diğer patolojik nedenlerin tedavisini yaptırın. Tam bir ağız muayenesi olun. Koku testleri uygulanabilir ki, bu testlerle uçucu sülfür gazları ve halitosis hastalığının boyutları tespit edilir. İleri dişeti hastalıkları veya diş çürükleri tedavi edilmelidir. Ağız enfeksiyonları yok edilmeli, gömük, sorunlu dişler çekilmelidir. İyi bir ağız hijyenine özen gösterilmeli, dişlerin tüm yüzleri ve dil sırtı temiz tutulmalıdır. Ağız enfeksiyonları tedavi edildikten sonra gargaralar ve diş macunları da yardımcı olabilir.
Ağız kuruluğuna mani olmak gerekli ve bunun için gün boyu su içilmeli. Tükürük salgısını hareketlendirilerek, bakteri oluşumunu önlemek için ağzın oksijen almasına yardımcı olur. Şekersiz sakız çiğnemek bunun en kolay yoludur. Bu arada mentollü pastillere dikkat edilmeli. Kokuyu giderir gibi görünse de kuruluğa neden olur. Su içeriği bol olan domates, kereviz, pırasa gibi sebzeler ve meyvelerden elma muhteşem bir ilaçtır, tüketilmesi gerekli. Yiyeceklerinizin üzerine maydanoz doğranması faydalı olur" şeklinde konuştu.

Sarımsak, soğan ve baharattan kaçınılması, yenecekse pişirerek yenmesinin tercih edilmesi gerektiğini vurgulayan İlker, şunları kaydetti:

"Dilinizin üzerinde biriken bakterileri temizlemek için bir dil raspası kullanın veya fırçalama sırasında dilinizi temizleyin. Kahve taneleri çiğneyin, portakal veya limon kabuğu emin. Alkol ve sigarayı bırakın. Kötü ağız kokusundan şikayet edenler bu konunun üzerine gitmelidir. Çünkü basit bir müdahaleyle bu probleminizden tamamen kurtulmanız mümkün olabilir.
Eğer ağız ve dişlerinize yapılan müdahaleden sonra hala ağız kokusundan şikayetçi iseniz, diğer sebepleri de araştırmak gerekecektir. Kötü ağız kokusu, çoğu zaman mahcubiyete, sosyo-psikolojik problemlere sebep olur, hatta evlilikleri bile etkileyebilir. Bunun için önlemi mutlaka alınmalıdır. Doktor gözetiminde gerekli tedaviler yapılmalıdır."

İlker, ağız kokusunun özellikle sinüs ve akciğer kaynaklı enfeksiyonlar, şeker hastalığı aseton kokusu, karaciğer yetmezliği, metabolizma bozuklukları gibi birçok nedeninin de olabileceğini sözlerine ekledi.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Kanseri ''koklayan'' cihaz

Kanseri ''koklayan'' cihaz

ABD'de akciğer kanserini "koklayarak" tespit eden bir cihaz geliştirildi.

Amerikalı bilim adamları akciğer kanserini koklayarak tespit eden bir cihaz geliştirdiler. 2006 yılında köpeklerin göğüs ve meme kanserini yüzde 99 oranında doğru bir şekilde tespit ettiğinin belirlenmesinden sonra geliştirilen cihaz, kanserli hücreleri belirlediğinde renkli noktalar ile doktora haber veriyor.

"Renkmetre" sensörü olarak adlandırılan cihaz, 36 farklı kokuyu analiz edebiliyor. Farklı kimyasal kokulara programlanmış cihaz, algıladığı kokunun şiddetine göre hangi bölgede, ne büyüklüğünde bir tümörün bulunduğunu ışıklarla bildiriyor.

İngiliz Thorax dergisinin haberine göre Ohio’daki Cleveland Klinik çalışanlarından Peter Mazzone’nin geliştirdiği alet, 122 farklı akciğer ile ilgili şikayeti bulunan hastalar üzerinde denendi. Bu kişilerin 49’u hastalığın erken aşamalarındaydı. 21 kişi ise sağlıklı kişilerdi ve deneye gönüllü olarak katıldılar. Alet yüzde 73.3 başarıya ulaştı.

27 Şubat 2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
35 yaş artık yolun yarısı değil!!!

35 yaş artık yolun yarısı değil!!!:thinking:

Uzmanlar, tıptaki gelişmeler, çevre koşullarının iyileşmesi, yaşam şartlarının kolaylaşması gibi birçok etkenin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ortalama yaşam süresini uzattığını savunuyor.

Uzmanlar, yaşam kalitesinin artmasına paralel orta yaş sınırının 60’a yaklaştığını ifade ediyor.
Mersin Üniversitesi (MEÜ) Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Emin Erdal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tıptaki gelişmeler, çevre koşullarının iyileşmesi, yaşam şartlarının kolaylaşması gibi birçok etkenin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ortalama yaşam süresini uzattığını belirtti.
Geçmişte, hastalıklara karşı çaresizlik, ilacın bulunmaması ve yaşam koşullarındaki olumsuzluklar gibi nedenlerin ömrü kısalttığını anımsatan Erdal, "Bugün tedavisi son derece basit olan hastalıklar geçmişte salgınlarla yüzlerce insanı öldürebiliyordu. Koruyucu aşı olmadığından kızamık, çocuk felci, boğmaca gibi birçok hastalık nedeniyle çocuklar bebek yaşta kaybediliyordu" dedi.

Erdal, tarih öncesi 30, 1940’lı yıllarda 48, 1970’li yıllarda 65, günümüzde 70’i geçtiği belirtilen ortalama yaşamın, 3000 yılında 120 olacağının tahmin
edildiğini vurgulayarak, şunları söyledi:
"Genetik bilimindeki gelişmeler, tıptaki yeni tedavi yöntemleri ve yaşam kalitesinin artması genç, orta yaşlı ve yaşlı tanımlamasını da değiştirdi.

Günümüzde artık, orta yaş sınırı 60’a dayandı. Geçmişte şarkılara bile konu olan ’yaş 35 yolun yarısı’ kavramı da geçerliliğini yitirdi. 45 yaşa kadar genç, 60 yaşa kadar orta yaş tanımlaması daha doğru. Bir kişiye ’yaşlı’ denilebilmesi için ise 60 yaşını geçmesi gerektiği kanaatindeyim.
Tüm bunların yanı sıra, kişi eğer biyolojik olarak tüm fonksiyonlarını yerine getirebiliyorsa çok ileri yaşta olmasına rağmen ’genç’ diyebiliriz. Bunun tam tersi de söz konusu olabilir."

130 YAŞINA KADAR YAŞAM
Prof. Dr. Erdal, bazı genlerin insanların yaşamını uzattığı ile ilgili çeşitli bilimsel araştırmalar da yapıldığını, özellikle hücre yaşlanmasında rol oynayan kromozomların belirlendiğini ve bu kayıpların önlenmesi için çalışmaların yapıldığını ifade ederek, şunları kaydetti:

"Ancak, tüm bu çalışmalar belirli düzeyde kalabiliyor. Çünkü, yasal ve etik sorunlar var. Bunlar olmasa hücre yaşlanmasında rol oynayan kromozomlar sayesinde 120-130 yaşına kadar ömrü uzatmak mümkün olur. Ancak, embriyo üzerinde doğrudan
çalışmak hem etik hem yasal olarak mümkün değil. Öyle inanıyorum ki izin verilse daha uzun yaşayacak olan çeşitli genetik özelliklere sahip insanlar olabilir." Erdal, tedavi yöntemlerindeki gelişim ömrü uzatırken, kozmetik ürünler ve estetik cerrahinin ise uzayan ömrü güzelleştirdiğini kaydetti.

Ergenlik dönemine iyi beslenme nedeniyle çocukların daha erken yaşlarda girmesine de dikkati çeken Erdal, "Henüz 10-12 yaşlarında olmasına karşın karşımıza genç görünümlü çocuklar da çıkmaya başladı. Ancak kolay yaşam nedeniyle sorumluluğu ilerleyen yaşlarda almaları, 30’lu yaşlarda bile çocuk ruhlu gençlerle karşılaşmamıza yol açıyor" dedi.

28.02.2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Ders çalışırken ne yemek gerekiyor?

Ders çalışırken ne yemek gerekiyor?

Ders çalışırken konsantrasyon ve enerjiyi artırmaya yardımcı olabilecek beslenme biçimi var mı? Ne yerseniz kendinizi daha iyi hisseder ve daha iyi çalışırsınız?

Dr. Eren Eroğlu, bir okurun, "Üniversitede yüksek lisans öğrencisiyim. Tezimi hazırlamak için yoğun bir tempoyla çalışmam ve dikkatimi çok iyi toplamam gerekiyor. Sizden öğrenmek istediğim; konsantrasyonumu ve enerjimi artırmaya yardımcı olabilecek beslenme biçimi var mı? Ne yersem kendimi daha iyi hisseder ve daha iyi çalışırım?" sorusu üzerine şu yanıtı verdi:

Uygulayabileceğiniz en kötü beslenme şekli, şekeri yüksek gıdalar yemektir. Glisemik indeksi yüksek olan glikoz ve sakaroz gibi basit şeker içeren gıdalar önce kan şekerinde ani yükselmelere sebep olur. Buna cevap olarak bol miktarda insülin salgılanır. Sonuçta kan şekerinin normalin de altına düşmesi nedeni ile halsizlik ve bitkinlik ortaya çıkar.

Şekerli olmamalarına rağmen beyaz ekmek ve pilav gibi glisemik indeksi yüksek tahıllardan yapılan gıdalar da daha yavaş olmak üzere aynı belirtilere yol açarlar. Bunun yanında karbonhidratlar tek başlarına yenildiğinde 'serotonin' salgısını artırırlar, bu da sizi uykulu yapar. Bir şeyler atıştırmak istediğinizde en iyisi hem protein, hem karbonhidrat hem de biraz yağ içeren yiyecekler seçmektir.

Kuru yemişler, meyveler, yoğurt, peynir, makul miktarda fındık ve fıstık ezmesi iyi bir seçim olabilir. Bir de midenizi hiçbir zaman çok doldurmamaya özen gösterin. :clap2:
 

seyyah_1

Asistan
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
714
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Her Ne Kadar Bazilarini Begenmesemde Genede Harika Bilgiler Var Yani:) Yiğidi öldür Ama Hakkini Ver Demek Bu Oluyor Sanirim
:yahoo:

 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Güzel Bir Hayatin Kapilari

GÜZEL BİR HAYATIN KAPILARI

1. Her insanın esas işi içsel işleridir. Her gün kendini derinleştirmek için kayda değer bir şey yap. Gerçekten istediğin hayata daha fazla sahip olabilmek için, önce hakikatten kimsen o olmalısın.

2. Hayatını olağanüstü bir gelişim okulu gibi gör. Başına gelen iyi ya da zorlayıcı her şey, insan olarak evriminin her aşamasında öğrenmeye en çok ihtiyaç duyduğun dersi sana öğretmek için gönderilmiştir. Bu gerçeği anla ve hep kendine şunu sor: “Benim kişi olarak büyümem açısından, bu kişi ya da olay hangi fırsatı temsil ediyor?” İç huzurun için bu büyük bir kaynak olacaktır.

3. Kendine karşı dürüst ol-en iyi hayat özgün olandır. Kendine asla ihanet etme. Sosyal maskeni çıkar, dünyaya “gerçek sen” i gösterecek kişisel cesarete sahip ol. Dünya bununla daha zenginleşecektir.

4. Unutma ki neyi yansıtırsak o bize geri gelir. Dış hayatlarımız, iç hayatlarımızın ayna imgesinden başka bir şey değildir. Karanlık tarafına ışık tut. Yanlış varsayımların, sınırlayıcı inançların, seni küçük tutan korkuların farkına var, o zaman dış dünyan değişecektir.

5. Biz dünyayı olduğu gibi değil, kendi olduğumuz gibi görürüz. Bil ki her durumda hakikat, senin kendi vitray pencerenden süzülerek gelir- senin kişisel kapsamın. Pencereleri sil, hayatını da temizlemiş olursun. O zaman hakikati görebilirsin.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Antibiyotik'e alternatif geliyor...

Antibiyotik'e alternatif geliyor...

Rus bilimadamları, birçok mikroba karşı kullanılan antibiyotik sınıfından ilaçların alternatifini bulduklarını iddia ediyor. Alternatif ilaçların kaynağı gümüş elementi olacak.

Rus uzmanlar, gümüşten alternatif ilaç ürettiklerini iddia ediyor.

Gümüş elementinin sağlığa yararlı özelliklerini “nanoteknoloji” vasıtasıyla birleştirmeyi başaran Rus bilimadamlarına göre, antibiyotik yakın gelecekte yerini gümüş moleküllerinden oluşturulan ilaçlara bırakabilir.

Zira gümüş molekülleri bağışıklık sistemini kuvvetlendirirken, insan vücudundaki virüs ve bakterileri yok ediyor.

İnsan sağlığı için herhangi bir tehlike arz etmeyen gümüşün en önemli özelliğiyse, mikroorganizmalara barınma şansı tanımaması.

Gümüş bazlı bazı ilaçların, yakında Rus piyasasına sürülmesi bekleniyor.

02.03.2007
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Her gün süt için:

Kemiklerin yapımında rol oynayan kalsiyumun günlük takviyesi için bu çok önemli. Uzmanlar, 40 yaşından sonra herkesin 500 mg. kalsiyum alması (süt ürünü tüketmiyorsanız 1000 mg) gerektiğine dikkat çekiyor. D vitamini içeren preparatlar, kalsiyum takviyesi için ideal. Ancak yan etkilere yol açmaması için önce kalsiyum değerinizi ölçtürmelisiniz.

Bugünü yaşayın:

Uzmanlar, geçmişlerinden pişmanlık duyan kişilerin diğerlerine göre yaklaşık yüzde 25 daha fazla ölüm riski altında olduğunu ve pozitif kişilerden en az iki sene daha az yaşadıklarını belirtiyorlar.

Ömrü uzatmanın yolları:

-Mutlu bir evlilik hayatınız olsun (hayirli ve iki cihanda mutlulugu yakalamak..)
-Sosyal ve kültürel değişimlere uyum sağlayın (islama göre avantajlari ve desavantajlarini arastirip hayatiniza katmak)
-Çevrenizle iyi bir iletişim kurun (etrafiniza tebessüm dagitin, yetimlerin basini oksayin...)
-Hobilere sahip olun (insanlara yardim etmek gibi, vs..)
-Sağlığınıza dikkat edin (azi karar cogu zarar...)
-Gününüzü en iyi şekilde doldurun (fazla kendinizi yormadan ama dizsiplinli bir gün planlayip uygulayin)
-Etrafınızda olan bitenle ilgilenin (etrafimizda ilgiye ve yardima muhtac ama sessiz kalan insanlari farkedip yardim eli uzatmak gibi)
-Doğru ve bilinçli beslenin (doymadan sofradan kalkmak)
-Fiziksel aktiviteyi ihmal etmeyin (özel su sporu yapacagim diye kafayi yormadan, söyle bir köseyi süratle en azindan 20-30 dakika yürümek'te yeterli olur)
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Çörek otu uzmanı ve İşitme sorununa 'vida' ile son!

Çörek otu uzmanı:

Hz. Peygamber’in . ölümden başka her derde deva dediği bu mucizevi tohum, hem tohumu, hem öğütülmüş unu hem de yağı ile birçok derde deva. Başta astım ve polen alerjisi olmak üzere alerjik hastalıklara, saç dökülmesine ve kepeğe karşı da etkili. Yurtdışında, özellikle Uzakdoğu’da özel çörek otu terkipleri, buhuru, yağı, özü, kremi ve damıtılmış konsantreleri revaçta. Ama bizde bir uzmanı bile yok.


İşitme sorununa 'vida' ile son

Hacettepe Üniversitesi’nde uygulanan “Kulak arkasına vida cerrahisi” işitme sorununa son veriyor. Masrafları da SSK ve Emekli Sandığı ödüyor.

Hiçbir zaman duyamayacağım' diye hayata küsenlere müjde. Dünyada 25 bin hastayı sese kavuşturan 'Baha' teknolojisi daha konforlu bir hayat vaat ediyor. Üstelik, kulak arkasına yerleştirilen vida ve işitme cihazı yardımıyla hayatınıza ses getiren teknolojinin tüm masraflarını SSK ve Emekli Sandığı karşılıyor.

Meryem Özkütük 41 yaşında. Doğuştan görme özürlü. Küçük yaşlardan itibaren kulakları da çok iyi duymuyordu. Buna rağmen hayattan umudunu kesmeyen genç kadın, devletin engellilere tanıdığı imkândan yararlanarak, önce Nevşehir SSK Hastanesi'nde, sonra Dr. İbrahim Şevki Atasagun Devlet Hastanesi'nde santral memuru olarak göreve başladı. Fakat hastalıklar Özkütük'ün peşini bırakmadı. Kulakları giderek işitmez oldu. Artık görevini yapamıyor, gözleri de görmediği için yönünü bulmakta da zorluk çekiyordu. Bunalımın eşiğine gelen Meryem Öztürk'ün hayatı, bir arkadaşının Hacettepe Üniversitesi'nde uygulandığını duyduğu 'Baha' teknolojisi ile değişti.

AMELİYAT 1 SAAT SÜRÜYOR

6 ay önce kulak arkasına takılan bir vida ve yeni işitme cihazıyla hayata yeniden tutunduğunu belirten Özkütük, “Şimdi dışarıdaki sesleri rahatlıkla duyuyor, yönünü tayin edebiliyor. Görmeyen biri için ses çok önemli. Psikolojik olarak çok rahatladım. Artık sesleri duyabiliyorum. Adeta dünyaya yeniden geldim" diyor. Hacettepe Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Levent Sennaroğlu ve Almanya Freiburg Üniversitesi klinik şefi Prof. Dr. Roland Laszig, işitme cerrahisinde devrim yaratan Baha yöntemi ile ilgili şu bilgileri verdi:

"Baha cihazı, yaklaşık 1 saat süren ameliyat sırasında, kulağın arka bölümüne yerleştiriliyor. Deri inceltilerek, bu bölgeye işitme cihazıyla iç kulak arasında iletişimi sağlayacak bir titanyum bir vida yerleştiriliyor. Vidaya dışarıdan takılan işitme cihazı ise seslerin daha net bir şekilde duyulmasını sağlıyor. Ancak doğru hastanın bulunması şart. Özellikle ileri derecede duyma sorunu olan hastalarda uygulandığında büyük başarı sağlıyor. Cihaz sudan etkilenmiyor ve gün boyu kullanılabiliyor. İşitmeyi sağlayan alet ise istendiğinde çıkarılabiliyor."
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Kadında küpe deliği neden genişler?

Kadında küpe deliği neden genişler? :confused1:

Kadınların estetik açıdan önemsedikleri küpe deliklerindeki genişlemeye ağır küpelerin yanı sıra küpelerin kulağa takılan kısmına farklı metallerin karıştırılmasının da yol açtığı bildirildi.

Ondokuzmayıs Üniversitesi (OMÜ) Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Karacalar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kadınların küpe deliği genişlemesiyle ilgili sıkça şikayette bulunduklarını, genişleyen küpe deliğine ise estetik yapılabildiğini kaydetti.

Küpe takmanın ilk çağlardan günümüze kadar kadınların hatta erkeklerin vazgeçemediği bir süslenme biçimi olduğunu söyleyen Karacalar, takılan küpeye göre zaman içinde kulak memesindeki delikte genişleme, uzama, yırtılma olduğunu, bunun da estetik açıdan çirkin bir görüntü ortaya çıkardığını belirtti.

Prof. Dr. Karacalar, küpe deliğinde oluşan şekil bozukluklarının sanıldığı gibi tek sorumlusunun ağır küpeler olmadığını vurgulayarak, şöyle devam etti: ''Ağır küpe takmak, küpe deliği estetik sorunlarının görünen suçlusu olsa da küpenin barındaki metale duyarlılık asıl tehlikedir. Küpelerin kulak arkasında kalan sabitleyici parçalarına ya da kulak memesi deliğinden geçen bara güç kazandırmak için bakır, çinko, nikel ya da gümüş karıştırılmaktadır. Esnek olan altına direnç kazandırmak için diğer metallerle karıştırma işlemi yapılması kaçınılmaz gibi.

Farklı metallere bağlı oluşan egzama benzeri deri sorunları kulak memesi deliğini yumuşatmakta ve zamanla küpenin ağırlığının da etkisi ile delikte uzama, kötü şekil ve hatta tamamen ikiye ayrılma sorunu ortaya çıkmaktadır.'' Özellikle nikelin, fazla temasla egzamaya yol açan bir metal olduğunu vurgulayan Karacalar, küpe taktıktan sonra kulak memesi deliğinde sulanma, pullanma, kızarıklık ya da kaşıntı varsa, bu durumda söz konusu kişinin kullanılan metale karşı alerjisi olabileceğini belirtti.

''2 gramlık bir küpenin dahi küpe deliğini genişletme ya da yırtma ihtimali yüksektir'' diyen Karacalar, ''yama testi'' ile kişinin hangi metale alerjisi olduğunun bulunabileceğini söyledi. Kulak estetiği için hassas olunan metali içermeyen küpeler kullanılmasını öneren Karacalar, ''Küpe 24 ayar altın olsa da bar kısmına eklenen metalin ne olduğu soruşturulmalıdır'' dedi.

Genişlemiş küpe deliğine küpe takmaya devam edilmesi durumunda kulak memesinin yırtılacağına dikkat çeken Karacalar, küpe deliği ile ilgili estetik sorunları olanların plastik cerrahi uzmanına başvurmaları gerektiğini hatırlattı.
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Türk doktordan müthiş buluş

Türk doktordan müthiş buluş

Süleyman Demirel Üniversitesi'nde (SDÜ) görev yapan bir Türk doktoru bypas ameliyatlarında damar tutmayı kolaylaştıran bir alet geliştirdi. Buluş açık kalp ameliyatları için büyük kolaylık getiriyor.

SDÜ Şevket Demirel Kalp Merkezi'nde 8 yıldır görev yapan cerrah Doç. Dr. Okutan, koroner bypas ameliyatlarında damar tutucu olarak kullanılan yeni bir tıbbi alet geliştirdi. Açık kalp ameliyatlarında, operasyonun hem daha hızlı hem de kolay bir biçimde yapılmasını sağlayan ve tıbbi literatürde "greft tutucusu" diye adlandırılan alet, kalp damarları ile değiştirilen damarların birbirine eklenmesi aşamasında kullanılıyor.

Bu alet sayesinde bypas ameliyatlarının damar ekleme bölümü daha kolay, daha hızlı ve dolayısıyla daha güvenli bir biçimde gerçekleştirilebiliyor. 20 santimetre boyutunda, paslanmaz çelikten üretilen alet, steril edilerek sürekli olarak kullanılabiliyor. Kendi buluşu olan damar tutucu aleti, bugüne kadar 50'ye yakın kalp ameliyatında başarıyla kullandığını belirten Doç. Dr. Hüseyin Okutan, Türk Patent Enstitüsü'nden patentini de aldığı aletinin hikayesini şöyle anlattı:

"8 yılı SDÜ'de olmak üzere 13 yıldan beri kalp cerrahı olarak pek çok ameliyat yaptım ya da bulundum. Biz cerrahlar, kalp damarları (koroner) ile değiştirilen (bypas) damarların birbirine eklenmesi aşamasında "klemp" diye adlandırılan tutucu aletlerle iki damarı birbirine dikeriz. Bu işlem hem zor ve oldukça zaman alan bir aşamadır.

Ameliyatlar sırasında bu işlemi daha kolay yapabileceğine inandığım bir alet modeli tasarladım. Bu tasarımımı öncelikle makine mühendisi olarak çalışan Erdal Gündüz adlı bir arkadaşımla paylaştım. Onun yardımıyla aletin bir bölümünü ürettik. Daha sonra üniversitemizin CAD-CAM kerkezi uzmanları'ndan Mehmet Sofu, aletin teknik resmini çizerek, eksik olan bölümünü CNC tezgahında imal etti.

Bu aşamadan sonra aleti deneme amaçlı olarak hayvan ameliyatlarında kullandım. Sonuç başarılı olunca normal ameliyatlarda da kullanmaya başladım. Geliştirdiğim aletle bugüne kadar 50'ye yakın ameliyat gerçekleştirdim. Bu arada Türk Patent Enstitüsü'ne başvurarak "Faydalı Model Patenti'ni" aldım. Bu aletin planlanması, üretimi ve patentinin alınması 1.5 yıllık süreyi kapsadı. Şimdi amacım bir prototip olarak kullandığım bu aleti seri olarak üreterek, tüm kalp ameliyatlarında kullanılmasını sağlamaktır."

ZAMAN
 

missilo

Asistan
Katılım
16 Ağu 2006
Mesajlar
914
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
izmir
adınıza yakışır bir konu açmışsınız walla.annem gibisiniz.allah razı olsun.elleriniz dert görmesin...selametle...
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Ergenlik çağının nedeni olan hormon

Ergenlik çağının nedeni olan hormon

Ergenlik çağındaki gençlerin, bu çağa özgü kaygılı ve isyankar davranışlarının nedeninin THP hormonu olabileceği belirlendi.

Yetişkinlerde ve küçük çocuklarda stres nedeniyle salgılanan ve insana sükunet sağlayan THP (allopregnanolone) hormonunun, ergenlik çağındakiler üzerinde ise tam tersi bir etkide bulunduğu sanılıyor.

"Nature Neuroscience" adlı bilimsel derginin bugün yayımlanan yeni sayısında yer alan makaleye göre, fareler üzerinde yapılan deneylerde bu çelişkili etkinin varlığı belirlendi.

Aynı etkinin insanlarda da belirlenmesi halinde ergenlik çağındaki sinirli ve kaygılı davranışların nedeni büyük ölçüde anlaşılabilecek. Araştırmaya katılan New York Devlet Üniversitesi Downstate Tıp Merkezi'nden fizyoloji profesörü Sheryl Smith, ergenlik çağındakilerin her zaman çılgınlık içinde olmadıklarına, sükunet ile kaygı ve öfke arasında gidip geldiklerine dikkat çekerek, "insanlar bu nedenle öfke hormonlarından söz eder" dedi.

Smith, ergenlik çağında bulunanların, stres yaratan gelişmelerle karşılaştıklarında kaygı ve paniğe kapılabildiklerini, bu nedenle yetişkinlerde işe yarayan tedavilerin uygulanması halinde bile gençlerin intihara sürüklenebildiğini ifade etti.
 
Üst