ALLAH’IN İLK YARATTIĞI ŞEY NURUMDUR." sözüne !
Allah’ın ilk olarak Peygamber Efendimizin (s.a.v.) nurunu yaratmış olduğu, sabit bir gerçek olmadığı gibi, bunu belirten hiçbir sahih rivayet de yoktur. Bilâkis, Allah’ın ilk yarattığı şeyin "kalem" olduğuna dair hadisler vardır. Ebu Davud’un Sünen’inde
Ubade b. Samit’ten naklen Resulullahın şu hadisi zikredilir:
"Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kaleme 'Yaz!' dedi.
Kalem: 'Ya Rabbi, ne yazayım?' dedi.
Allah: 'Kıyamet kopuncaya kadar olacak her şeyin kaderini yaz!' buyurdu." ( Ebû Dâvud, Sünnet, 17/4700.)
Hadisin son kısmı Tirmizî’de:
"Kaderi, olanı ve ebede kadar olacak olanı yaz!" şeklindedir. ( Tirmizî, Kader, 16/2244; Tefsîr, 66/3537. Tirmizî, hadis için "hasen-sahîh-garîbtir" demiştir.)
İlk yaratılan şeyin "akıl" olduğu yönünde rivayetler varsa da, bunların hepsi asılsız, yalan ve uydurmadır.
( Aliyyu'l-Karî, Esrâru’l-Merfû‘a, 143-144; 154-155, Suyûtî, Leâli’l-Masnû‘a, 1/129-130.)
Yaratılışın Başlangıcı
Allahu Teala, cemâlinin nurundan ilk önce Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in nurunu yarattı. Bu, bir hadis-i kudsi’de şöyle bildirilmiştir:
“Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’i yüzümün nurundan halk ettim.”
Bu durumu, Peygamber Efendimiz de şöyle beyan etmektedir:
“Allah, önce ruhumu yarattı... Allah, önce nurumu yarattı... Allah, önce Kalem’i yarattı... Allah, önce Aklı yarattı...”
Bunların hepsinden tek şey murad edilmektedir: Hakikat-i Muhammediye, yani Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in gerçeği. Durum böyle olunca, ona birtakım adlar takıldı.
Nur (ışık) dendi. Çünkü o, celâl sıfatı altında saklı karanlıklardan saftır. Bunu Hak Teala haber verdi: “Allah tarafından size Nur, her şeyi açık anlatan kitap geldi,” (Maide, 5:15).
Akıl dendi. Çünkü her şeyi idrak ederdi.
Kalem dendi. Çünkü ilim onunla yayıldı.
Ruh-u Muhammedî, olanların özü, kainatın öncesi ve aslıdır. Bunu Peygamber Efendimiz şöyle anlatır: “Ben Allah’tanım, müminler de bendendir.”
Abdülkadir Geylani Hazretleri
Sırrü’l Esrar’dan
AYRICA....
Kütüb-ü Sitte’den Tirmizi’de de geçen, “Ben Peygamber iken Adem (a.s.) henüz ruh ve cesed arasında idi” hadisi; pek çok kaynakta yer alan, “En evvel Cenab-ı Hak benim nurumu yarattı” veya “Ey Cabir! Cenab-ı Allah her şeyden evvel senin Peygamberinin nurunu kendi nurundan halketti” hadisi; keza kudsi bir nur halinde sulbden sulbe ve alından alına intikal eden Nur-u Muhammedi hakkındaki hadis veya hadisler; “Sen olmasaydın cenneti halketmezdim.”; yine “Sen olmasaydın cehennemi yaratmazdım” hadisi; “Ya Muhammed sen olmasaydın, ben dünyayı halketmezdim” hadisi aynı manaya kuvvet vermektedir.
Mezkur hadislerin kaynakları Badıllı’nın Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları adlı çalışmasında detayıyla gösterilmektedir.
Keza, konumuz olan “Levlake” hadisi sadece Acluni’nin Keşf-ül Hafa’sında değil, Aliyyu’l Kari’nin, Suyuti’nin, Şevkani’nin kitaplarında, Mevlana Halid’in Divan’ında, İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ında yer almaktadır.
Hal böyle iken hadisin zayıflığını bile kabul etmeyerek uydurma olduğunu, hele hele Allah ve Peygamber adına yalan söylendiğini beyan etmek, insaf ve izan ile bağdaşmasa gerektir.
Bu Hadis-i Kudsi, Risale-i Nur’un pek çok yerinde geçmektedir.7 Mesela, Emirdağ Lahikası’nda şöyle der:
“Hem mesela, (Sen olmasaydın, sen olmasaydın kainatı yaratmazdım) beyanında ‘Bu hitap zahiren Hazreti Peygamber Aleyhissalatü Vesselama müteveccih ise de, zımnen hayata ve zevilhayata (canlılara) racidir (bakar).’ fıkrası tadile muhtaçtır. Çünkü, külli hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kainatın hayatı, hem İsm-i Azamın teceli-i azamının mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kainatın çekirdek-i aslisi ve gaye-i hilkat ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder.”8
Yani, Hz. Peygamber (a.s.m) kainat denen ağacın asli bir çekirdeği, yaradılış gayesi ve kemale ermiş bir meyvesidir. Nasıl ki, hayat kainattan süzülmüş; bitki ve hayvanlar hayattan süzülmüş; peygamberler insanlardan süzülmüş; Habibullah (a.s.m) da peygamberlerden süzülmüş son ve mükemmel bir hülasa (Mustafa), bir meyvedir. Bir elma ağacına baksak görürüz ki, o bir elma çekirdeğinden büyümeye başlamış, kökleri, gövdesi, dalları ve yapraklarıyla elma meyvesine yönelmiştir. Bütün işleyişi, hizmeti ve maksadı elmaya doğru olup o meyveyi verir. İşte Efendimiz (a.s.m) de kainat ağacının hem çekirdeği hem de ekmel bir meyvesidir ve bütün astronomi, fizik, kimya, biyoloji, tarih, sosyoloji gibi bilimler bize bu hakikati zımnen veya zahiren söyler. Çünkü kainat hayata, hayat insana, insan ise en önemli ve güzel insana (a.s.m) bakar ve hep birlikte Allah’a (cc) yönelirler.
Allah varlığı, yokluktan; organik maddeleri, inorganik maddelerden; bitkileri, organik maddelerden; hayvanları, bitkilerden; insanları, hayvanlardan; peygamberleri, diğer insanlardan; ulu’lazm olanları diğer peygamberlerden; Muhammed Mustafa’yı, (s.a.v.) diğer ulu’lazm peygamberlerden üstün tutmuştur. Böyle bir derecelendirme sadece manevi değil, fizik alemde de (Kimya, Biyoloji, Tarih, Psikoloji, Sosyoloji) görülmektedir. Fıtri Şeriat da, kelami Şeriat da böyledir.
Şimdi, Cenab-ı Hak Rafi (yücelten, izzet ve şeref veren), Müzil (alçaltan, zillet veren) isimleriyle böyle bir derecelendirme yapıp, zirvesine de Habibullah’ı koymuş ise, yaradılışın gayesi ve neticesi o olmaz mı? Mahlukatını böyle derecelendirip en tepesine Habibini koyduğunda mabudiyetten uzaklık ve mahlukiyette eşitlik formülü değişir mi? Değişmez, çünkü derecelendiren, alçaltan ve yükselten odur.
Bu hadis-i kutsi, Risale-i Nur’da lafzen yer almakla birlikte, pek çok yerde de şerh ve izah sadedinde mana olarak geçmektedir.9
Elhasıl; Hz. Peygamberin (s.a.v) peygamberliği kainatın his, şuur ve aklından süzülmüş en safi bir hülasadır. (Sözler, s. 103) O, ekmel-i külldür, (Muhakemat, s. 35) ekmelü-r resuldür. (İşarat’ü’l İcaz, s. 53) Hayattan ve kainatın ruhundan süzülmüş hülasatü’l hülasadır. (Sözler, s. 103)
Binaenaleyh burada, levlake sırrında, aşırı bir yüceltme yoktur, Kur’an, Sünnet ve hayatla zaten yüceltilmiş olanın yüceliğini teyit, tespit ve kabul vardır, o kadar.