Osman nuri topbaş hoca efendiden hergün bir sohbet

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

gurbet ( devamı )

Zamanımız şâirlerinden Kadir Mısıroğlu, vatandan cüdâ kaldığı zamanlarda yazdığı "Gurbet" isimli bir şiirinde bu gerçekleri şöyle terennüm etmektedir:

Yurda değil, Rabbime
Sekînet âlemine,
Dönünce biter gurbet,
Mutlak olan âkıbet!..
Lâkin o vakte kadar,
Binbir iniş çıkış var!..

Bunca yanlış ve yalan
Arasında tek kalan,
Bir gerçek şudur ancak:
Her fânî bir oyuncak!
Ki, kırılmaya mahkûm!..
İstisnâsız bir hüküm!..
Bir kânûn-i ezeldir,

Meşhûr darb-ı meseldir:
Yeter!..
Tüketme nefes,
"Allâh bes, baakî heves!.."

Rabbimiz, bizleri, bu gurbet diyârında vuslat hâlini yaşamayı nasîb buyurarak cemâlini müşâhede eden sâlihler zümresine dâhil...
osman nuri topbaş
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

Hacc'ın Rûhâniyeti

İslâm'ın beş temel rüknünden biri olan hac, nebîler silsilesinin ilki Âdem -aleyhisselâm-'dan âhırzaman nebîsine kadar yanık gönül terennümleri ve çeşitli ulvî hâtırâlarla dolu hak ve îmân cevherini gönüllerde kemâle erdiren ve mahşerin bir benzerini bu âlemde yaşatarak; "Ölmeden evvel ölünüz!" sırrının hakîkatine vesîle olan ulvî bir ibâdettir.

Hac ibâdetinin dünyevî uhrevî pek çok hikmeti vardır:

Gerçek hac, Allâh'ın sonsuz rahmetinin tecellî ettiği, afv ü mağfirete mazhar olan müslümanların derin bir îmân, vecd ve aşk heyecânı içinde kaynaştığı ihtişamlı mübârek bir ibâdettir.

Hac, Hazret-i İbrâhîm ve Hazret-i İsmâîl -aleyhimesselâm-'ın tevekkül ve teslîmiyyetinden hisse alabilmek, içimizdeki nefs denilen düşmanı ve dışımızdaki şeytanî temâyülleri taşlayabilmek, sınıf farklılığından sıyrılıp kefen iklîmine girerek

Rabbe ilticâ edebilmek, kıyâmetin o dehşetli manzarasının hissiyâtıyla ürpermek, müslümanlar arasındaki uzak ve yabancı toplulukları bir araya getirmek, bir îmân kardeşliği teessüs etmektir.

Diğer mânâda hac, beden elbisesinden sıyrılıp rûhun derinliğine nüfûz ederek nefsânî kasırgalardan kurtulmağa çalışmaktır.

devamı var
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
Nefsin Varlık Hikmeti

Mukaddes Tuva vadisinde Allah Teâlâ, Mûsa (a.s.) ile konuşurken ona, sağ elinde bulunan şeyin ne olduğunu sordu. O da:

"O benim âsâmdır. Ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim. Benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır." (Taha, 18) şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Allah (c.c.):

"Yere at onu, ey Mûsa!" buyurdu. (Taha,19)

Müfessirler,. Mûsa'ya (a.s.) âsâsının yere atılması ile ilgili âyetin işari açıklamasında Hz. Mûsa (a.s.)'nın iç dünyasına aid bir irşad sadedinde olduğunu beyan etmişlerdir.

Mûsa (a.s.), izafetleri (fâni alâkaları) zikredince, Allah (c.c.), bunların atılmasını emretti. Nefs ve nefse bağlantılı olan şeyler, koca bir yılan olarak temessül etti. Mûsa (a.s.)'ya nefsin hakikati gösterildi. Korktu, ürktü ve ondan kaçtı. Ona denildi ki:

"Ey Mûsa, işte bu yılan, Allah'dan başka şeylere bağlılık vasfının ta kendisidir. Bu vasıf şekillenmiş bir sûrette sahibine gösterilince, ondan kaçar."

Diğer bir işârî mânâda "âsânı at!" diye emrolunması;

Artık sen tevhid sıfatı ile sıfatlanmışsın. Senin bir âsâya dayanman, senin için kendisine dayanacağın, ondan yardım dileyeceğin ve istifade edeceğin bir şey olması, nasıl doğru ve yerinde olabilir?.. Nasıl olur da sen, o âsâ ile şöyle yapıyorum, ondan istifade ediyorum ve onda benim için başka faydalar da var diyorsun?.. Tevhid yolunda ilk adım, sebepleri terkdir. Her türlü talep ve istekten vazgeç şeklinde izah edilir.
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
Nefsin Varlık Hikmeti(devam)

Nitekim Te'vilat-ıNecmiyyede denilmiştir ki:

"Hakk'ın nidasını işiten ve O'nun cemâlinin nûrunu gören kişi, Allah'dan (c.c.) başka dayandığı her şeyi bırakır. Allah'ın fazl ve kereminden başka bir şeye dayanmaz. Nefsin arzularundan sıyrılır."

Yusuf (a.s.), Züleyha'nın desiselerine uğrayınca, kendisinde gayr-ı ilahi bir meyil başladı. O anda Allah (c.c.), Yusuf'a (a.s.) bürhanını gösterdi. Odanın tavanı yarıldı. Ve Hz. Ya'kub'u gördü ki, parmağını ısırıyordu. Bir de yanında bir şahıs peyda oldu. O şahıs:

"Ey Yusuf, sağa bak!" dedi.

"Yusuf )a.s.), sağına bakınca kocaman bir yılan gördü.

Yusuf'a (a.s.), eşyanın hakikati, nefsani fiilerin hakiki suretleri gösteriliyordu. Nefsin fiileri, en çirkin şekilde müşahhas bir hale getiriliyordu. İğreti suretler kaldırılıyor, hakiki vecheler görünüyordu. Ardan perdeler kalkmış, Rabbin ilâhi tecellilerinin ve eşyanın esrarı ayan olmuştu.

Rabbin bürhanı, yani imda-ı ilâhi yetişince, Yusuf (a.s.), nefs ve kadın şerrinden halâs oldu.

Hz. Peygamber (s.a.) buyurur:

"Cennet, nefsin sevmediği şeylerle , cehennem ise, şehvetlerle çevrilmiştir."
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
Nefsin Varlık Hikmeti (devamı)

Nefs engelini aşabilmek, Peygamberlerin ve inkıtasız (kesintisiz) gelen ve varisleri olan evliyaullah'ın elinden tutmak, onlara bey'at etmek ve onların terbiyelerine teslim olmakla mümkün olur. Nitekim Kur'ân'ı Kerîm'de:

"Allah'ın eli, onların eli üstündedir." âyetindeki "onların eli"nden maksad, Allah'a (c.c.) bey'at eden Hz. Peygamber ( s.a.) ile ashabının elleridir. Aynı şekilde ehlullahda, hatta aciz bir dervişde bile, elden ele Rasûlullah'a (s.a.) ve o vasıta ile Allah'a (c.c.) yed-i kudretine ve Hz. Peygamber'in (s.a.) yed-i bey'atine vasıl olan kâmiller de fevkalade işler görülebilir. Fail-i Mutlak, Cenâb-ı Hak'dır. Evliyaullah'da bu tasarrufa mezun ve selahiyeti olanlardır.

Aşkın hakikisi ve mecâzisi vardır. Hakikisi, Allah (c.c.) sevgisinden ibarettir. Mecâzisi ise, mahlukattan birine bağlılıktır. Aşık, tek bir varlığa bağlandığı için, diğer bağlantılardan kurtulmuştur. "Çünkü, sevgiden başka bir şey düşünmez ve görmez.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
allah razı olsun kardeşim paylaşımlar için sağolun
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Hayatimizi Ramazana çevirmek

HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(1)



Ramazan-ı Şerif çok mübârek... Çok kıymetli günler içindeyiz, bu günlerin kıymetini bilmemiz lâzım!..
Cenab-ı Hak, her sene, elhamdulillah böyle bir ay ihsan ediyor ve lütufta bulunuyor. Vaatler çok. Ramazan-ı Şerif, Cenab-ı Hakk'ın bir mağfiret ayı. Hep kullarının bu mağfirete hazırlıklı olması icap ediyor ki, bu mağfiret yağmurundan istifade etsin.
"Önsöz"de, ilk başta peygamberlerin vazifelerini okudunuz. Burada Allah'ın emirlerini tebliğ, insanların iç âlemini düzeltmesi... Yani peygamberler, insan terbiyecileri (mürebbileri)... Onlarla, o terbiyeyle insanlar saâdet buluyor. Ve o terbiyenin neticesinde kulun iç dünyası Kur'ân'ı alıcı hâle geliyor. Diğer kavimlerde kendi kitaplarını, kendi suhûflarını; ümmet-i Muhammed de ise Kur'ân'ı alıcı hâle geliyor.
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(2)


Ve şu kâinattaki ibretlerle hikmetler... İlâhî bir sergideyiz ve bu sergideki eşyanın farkına varmamız lazım. İlâhî sanatın farkına varmamız, hikmet demek, hadisenin sırrî tarafıdır. Hâdisenin sırrî tarafını, eşyanın sırrî tarafını kavrayabilmek demek ise:
- Niye yaratıldık?
- Doğumlar niye, ölümler niye?
- Bu kadar mahlûkat niye yaratıldı?
- Niye bunlar doğuyor ve ölüyor? sorularına cevap verebilmektir.
Bunların hepsi bir tefekkürdür ve işin sırrî tarafını anlayabilmek, hikmet tarafına nüfuz edebilmektir. Bu hikmet tarafıyla da Cenab-ı Hakk'a yaklaşabilmek...
Peygamberler, bu hâlin insan terbiyecileri!.. İnsan ruhunu cennete teşne hâline getirirler. İnsanlar, cennete âşinâ hâle gelsin ki, cennete girsin. Lâyık olanı lâyık olduğu yere alırlar. Kimse lâyık olmadığı yere alınmaz. Mesela bir çok mahlûkat, ev ortamında değildir. Onun dışındadır. İnsan ruhu, insan kalbi, o cennete teşne olacak, âşinâ hâle gelecek ki; cennetin farkına varsın, güzellikleri görebilsin. "Cemâlullâh"tan bir nasib alabilsin. Cenab-ı Hakk'ın azametini daha yakından görsün. Daha çok Cenab-ı Hakk'a yaklaşsın.
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(3)

Bir müminin üç hâli olması lazım:
-Birincisi, "ilimsiz olmaz". İlimsiz bir Müslümanlık olmaz. Çünkü din, insanın teneşire kadar hayatını tanzim ediyor. Onun dışında akâid bilmesi lâzım, fıkıh bilmesi lâzım. Dinin emirlerini-nehiylerini iyi bilmesi lâzım. Cenab-ı Hakk'ın Kur'an-ı Kerim'indeki mesajlarını iyi idrak etmesi lâzım. Bakın 6666 ayetten bize gelen mesaj nedir? İlimsiz doğru düzgün bir Müslümanlık olmaz. Daima kayar. Tabiî siz pergeli koyup bir daire çizdiğiniz zaman, ana ayağını sabit bırakmazsanız, devamlı yamuk çizer. İlimsiz de Müslümanlık olmaz. İtikad bozulur. İtikad bilerek-bilmeyerek şirke kadar gider. Onun için ilim şart. İlimsiz olmaz. İlim de kâfi değil. İlimle, o aldığımız ilim iç dünyamızı tezyin etmesi lazım. Nakşolması lazım. Hayat geçmesi lâzım!..
İkincisi, "takvâ hayatı" lazım. Takva hayatı dediğimiz, gönül zenginliği diyelim, dervişlik diyelim, Cenab-ı Hakk'ı unutmama diyelim, ihsân duygusu diyelim. Takva hayatı zarûrî!.. Kur'ân-ı Kerim'dekileri idrak edebilmemiz de ancak takvayla mümkün!.. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'i de anlayabilmemiz, ancak takvayla mümkün. Cenab-ı Hak:
"Allah'tan ancak âlimler korkar." buyuruyor.
Demek ki, davranışlar düzelecek ki, o Allah'tan korkacak. İlim, zihinde kalırsa insan, Allah'tan korkma olmaz. O halde, Peygamber Efendimiz:
"El-ilmü lâ yenfa" buyuruyor: "Fayda vermeyen ilim!.."
İki şeyin tahsilini yapma durumundasınız. Hepimiz öyle.
Birincisi ilmin hakikatini anlayabilme,
İkincisi yaşayabilme!...
Yaşanmayan bir bilgi netice vermez. Zamanla akıldan gider. Hıristiyanlık gibi, Yahudilik gibi. Veya bazı İslam içinden çıkmış mezhepler gibi...
Bu ilim ve takva neticesinde ideal meydana gelmesi lazım. Bir müslümanın davası olması lazım. Bir endişesi olması lâzım...
Üçüncüsü de, bir müminin "havf ve reca, korku ve ümit arasında olması" lâzım!.. İlim ve takva, havf ve recayı vermesi lazım. Bunun neticesinde de "emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker" gelir. İlim ve takva olmadan, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker olmaz.
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(4)

Cenâb-ı Hak, icmâlen Kur'ân-ı Kerim'i anlatıyor bize...
"Kur'ân-ı Kerim'i mübârek günde indirdi. En şerefli ay Ramazan-ı Şerif. En mühimi Kuran-ı Kerim ile hemhâl olma, hayatımıza geçirebilme mevsimi"...
Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de en çok "er-Rahman" esmâsını bildiriyor. Demek ki kulun cömert olması, diğergam olması lâzım.
"Kendin için istediklerini, kardeşin için de iste!.." buyurulmuş.
İnsanın incelmesi, zarifleşmesi, güzelleşmesi, nefsâni hayatın çirkinliğini bertaraf etmesi gerekiyor.
Peygamber Efendimiz, rivayetlerde, Cebrail ile mukâbele şeklinde, yani Kuran-ı Kerim'i karşılıklı olarak okurlardı.
Peygamber efendimizin cömertliğini Hz. Âişe vâlidemiz:
"-Nasıl bir rüzgârda yağmur damlalarının girmediği bir yer kalmaz, cömertliği Ramazan'da bu şekilde artardı." buyuruyor.
Bu sırf paraya bağlı bir cömertlik değil, her şeyiyle cömertlik, gönül zenginliği...
Yapılan ibâdetlerin, Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını kazanmaya mâtuf olması icab ediyor. Peygamber Efendimizin ibadeti, Ramazan'da çok başkaydı.
"Emr-i bil mâruf ve nehy-i anil münker" içinde olacağız. Ne kadar?! Bu yaygın eğitim dediğimiz, bizden eğitim bekleyen kişilerle ilgileneceğiz. Daha yakından bir buluşma olacak ibadetlerimizle, münâsebetlerimizle, gayretimizle inşallah...
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(5)

Geçen hafta Ramazan âyetiyle, (Bakara 184. ayet) ilgili sohbet etmiştim. Kâf süresinin 19, 16. âyetinden aşağıdaki ayetlerle...
Bu âyette Cenâb-ı Hak, insanla Cenâb-ı Hakk'ın arasındaki münâsebeti bildiriyor. Cenâb-ı Hak ile bizim münasebetimiz ne şekilde olmalı. Cenâb-ı Hakk'ın bizimle arasındaki münasebeti ne şekildedir?
Bir ayet-i kerimede "And olsun ki, insanı biz yarattık ve iç dünyasını en incelikleriyle biliriz. İçinizden geçenleri biliriz." buyuruyor Cenâb-ı Hak!...
"Şah damarınızdan daha yakınız!" buyuruyor.
Demek ki, niyetlerimiz de çok mühim. Allah niyetlerimizi de biliyor. Niyetlerimize göre derece alıyor ya da derece kaybediyoruz. Niyetlerimiz hayır istikametinde ise, dereceleri artıyor. Kötü niyetler varsa derecesi azalmış oluyor.
Bu nasıl ilâhî bir kudret, ilâhî bir güçse, Cenâb-ı Hak her ân içimizden geçenleri biliyor. Bir ayeti kerimede de:
"Sana beni sorarlarsa ben çok yakınım de!.." buyuruyor.
Bu yakınlığın farkında olabilmemiz önemli!..
Allah'a ne kadar yakınız?
Bu bizim davranışlarımızda kendini gösterir. Allah bize şah damarımızdan daha yakın. Ama biz ona ne kadar yakınız. Yakınlığımızı ancak davranışlarımızda gösterebiliriz. Yine Hadid süresinde:
"Allah yaptıklarınızın hepsini görmektedir." buyuruyor. Yine Enfal'de:
"Allah kuluyla kalbi arasına girer." buyuruyor.
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(6)

Hep böyle, âyetler birbirini te'yid ederek geliyor. Cenâb-ı Hak, bizimle beraber, biz ne kadar beraberiz? O ayrı!... İşte bu hâl, imânî kalitemizi gösterir. İmânî kalitemiz nerden belli? Davranışlarımızdan belli.
Yine Lokman süresinin 15. ayetinde Lokman (a.s.) oğluna:
"Ya hayır ya da şer; bir işi, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, çok küçükte olsa yaptığınız iyilik ya da kötülük ve bu bir kayanın içinde de olsa, semada olsa, nasıl olursa olsun. Allah onu senin önüne getirecektir" buyuruyor.
"Farkında olmadığımız iyilik ya da kötülük..." diyor Lokman (a.s.), çocuğuna olan tavsiyesinde, "kayanın dibinde de olsa, semada da olsa, yerin dibinde de olsa, Allah onu senin karşına getirir" buyuruyor.
Demek ki, içimizden geçen hislere kadar devamlı kameraya alınıyoruz. Yine Cenâb-ı Hakk'ın iki meleği, insanın sağında ve ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır. O iki melek yazmasa da, Cenâb-ı Hak bilmiyor mu? Biliyor ama, bu iki meleğin yazması da aynı zamanda bizler için bir sened olacak.
"Kitabını oku!" denilecek.
Meleklerin bunu yazması, Allah'ın aczinden değil, meleklere gücü yeten yine Cenâb-ı Hak'tır.
"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu yazmaya hazır onu gözetleyen iki melek bulunmasın."
Demek ki, hiç yalnız değiliz. İki tarafta iki melek var. İçimizde nefis var. Peşimizde şeytan var. Bir tenhaya çekilmemiz mümkün değil!..
Bu, ihsan duygusu oluyor işte. Ondan sonra ölüm!.. Nereye gideceğimiz de bir muamma, nereye gidileceği bilinmiyor. Azrail ile nerede karşılaşacağız, o da bilinmiyor. O anda bütün dünya perdeleri kapanacak, oradaki perdeler açılacak!..
İnsanın nefsinin mayasında fâniliğe isyan vardır. Fâniliği istememek!.. Ölüm bize ne kadar uzak geliyor. Hatta ana-babalarımız, bir ölüm haberi alındığında hemen:
"-Kaç yaşındaydı?" diye sorarlar. Devamında da:
"-Ne hastalığı vardı?" derler.
Ölümle hastalığın alâkası yoktur. Ölüm ecelledir. Bütün vücut dumûra uğrar, hayat yine devam eder. Âyet-i kerimede büyük ikaz:
"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, işte ey insan bu senin öteden beri kaçtığın şeydir, denilir. " (Kâf, 19)
Çok veciz bir âyet-i kerime... Nereye kaçacaksın, kimin mülkünde yaşıyorsun? Kimin iradesinin dışındasın? Küllî irâdeyi biliyor musun? Küllî irâdeden haberin var mı? Kabirden kaçacak yer var mı?
"Yekulül insanü yevme izin eynel mefar"
"İnsan sorar, bir şaşkınlık içinde, kaçacak bir yer var mı?!"
O halde hayat sınırlı; ölüm vakti meçhul!... Onun için fânîliği unutmamak.
Mevlânâ diyor ki:
"Dünya hayatı rüyada define bulmak gibidir. Ancak sabah kalkarsın bakarsın. Ne define var, ne başka bir şey!.."
İşte hayat da böyle bir define bulmaktır. Birtakım ihtirasların peşinde koşmak, ölümle uyanmak!...
Cenâb-ı Hak, bizim bu uykudan uyanmamızı istiyor.
"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, işte ey insan bu senin öteden beri kaçtığın şeydir denilir. "
"Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz!.." buyruluyor.
Ekseriyetle böyledir. Bunun dışında durumlar da var. Bir karış cennete yaklaşmışken cehenneme; bir karış cehenneme yaklaşmışken cennete girenler de var. Sabah-kâfir, akşam mü'min!...
Genel olarak "Nasıl yaşarsanız..."
Demek "ilim" hayatı zarûrî, "takva" hayatı zarûrî, "emr-i bil maruf" zarûrî.
"Nasıl ölürseniz o şekilde haşr olursunuz."
Bütün hayat, bu son nefeste... Biz hayatımızı göreceğiz.
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(7)

Yasin'in 2. sayfasının sonunda, Habibü Neccar o büyük mükâfatı gördü. Kendini taşlayan kavmine acıdı.
"-Ah!.." dedi. "Keşke dedi kavmim bunu bilseydi. Allah'ın bana olan bu ikramını bilseydi" dedi.
Onun için dünya bir çalışma yeri, bir imtihan yeri. Mevlânâ'nın güzel bir teşbihi var:
"-Bak diyor, misafirhâneyi bilirsin. Misafirhânenin şartlarını bilirsin. Misafirhaneye gelen bir kimse, orada daimî kalamayacağını bilir. 2-3-5 gün kalağım, devam edeceğim der. İşte senin içindeki dünya da bir misafirhanedir. Oraya her gün bazı sevinçler gelir. Bazen de gamlar, elemler gelir!.. Hepsi onların gelip geçicidir. Bu gamlara aldanma!.. Onun için kendini ne boş yere üzüntüye kaptır, ne de sevinçlere!.. Hepsi gelip geçicidir."
Hayatında sevinçli günler oldu, geldi geçti. Birçok üzüntülü günler oldu, geldi geçti. Demek ki, bütün iş, bir imtihan dünyasında olduğunun farkına varmak ve Cenâb-ı Hakk'a olan yakınlığımızı artırabilmek!... Ölümün güzel hâle gelmesi... Ölümü güzelleştirebilme...
Bak Cenâb-ı Hak:
"Bu senin öteden beri kaçtığın şeydir!" buyuruyor.
Bir insana kanser gelse, Allah korusun, deseler:
"-Gözünü ver, kulağını ver, kanser hastalığın geçecek!.."
Herkes hemen razı olur. Serveti olsa, hazineleri olsa hepsini verir:
"-Aman, borçlanayım ama hastalığım geçsin!" der.
İnsan, hep ölümden endişe içinde... Ölüm kimi için ise bir saadet oluyor. Düşündüğümüz zaman hayat öyle bir şey ki, bütün peygamberler şimdi öbür tarafta. Peygamber Efendimiz de orada!... Nasıl istiyoruz âhiret hayatını?!. Kimin yanında olmak istiyoruz? Soruyor Cenâb-ı Hak:
"Size düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?"
"Bir resul, bir peygamber, bir uyarıcı gelmedi mi?" buyuruyor.
Onlar da devam eden âyette:
"Sura üflenir, işte bu geleceği vaat edilen gündür."
Allah'ın vaat ettiği gündür kıyâmet!.. Kur'ân-ı Kerim'de okuyoruz. Kur'ân'ın, şiddetini muhtelif âyetlerle anlattığı büyük hâdise!.. Cenâb-ı Hak, muhtelif âyetlerle defalarca ikaz ediyor. Nasıl büyük bir inkılab!..
Pakistan'da bir deprem oldu. Bir anda 50 bin kişi vefat etti. Hepsinin bir hayali vardı. Kimi ertesi gün tarlaya gidecekti, kimi tarlayı biçecekti, kimi aldığı malzemeyi satacaktı. Kimi hastaydı, tedâvî olacaktı, doktora gidecekti. Kimi doktordu, hastaları tedâvî edecekti ertesi gün. Kimi bir yuva kuracaktı. Hepsinin bir ideali vardı, ertesi güne. Bu iki dakika içinde 50 bin kişinin kaderi birdenbire değişiverdi. Kaçılan ölüm, bir anda karşılarına çıkıverdi.
Onun için uyanık bir dünya hayatı geçirmelidir. Büyüklerin güzel bir tabirleri vardır:
"-İstasyonda uyunmaz!.." diyorlar.
İstasyonda uyumak büyük bir gaflettir. Treni kaçırırsın, uçağı kaçırırsın, otobüsü kaçırırsın, pişmanlık da para etmez kaçtıktan sonra!..
Bu vaat edilen gündür. Kıyameti okuyoruz... Nasıldı âyet-i kerime:
"Vahşi hayvanlar bile toplanacak. İnsandan kaçan hayvanlar insandan kaçmayacak!.."
Öyle dehşetli manzaralar.
Haşr sûresinin o başındaki âyetlere, Abese sûresinin o sonundaki âyet:
"İnsanın en yakınından kaçması..."
Burada en yakın insanlar birbirine sarılır, orada ne dehşetli manzara ki, en yakın olanlar birbirinden kaçacak.
"Dağlar yürütülecek."
Bir depremde her tarafta ne kadar endişe var.
"-Aman bize de gelir mi deprem?!"
Gerçek deprem, en büyük deprem: Ölüm depremi, mezar depremi!..
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
ablam Allah razı olsun çok güzel bir sohbet keşke hergünümizü ramazanmış gibi yaşamayı başarabilsek ne güzel olurdu değilmi?
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(8)

Mezarda kimlerle komşu olacağız? Arkadan kıyamet depremi, sura üfürülür:
"İşte bu geleceği vaat edilen gündür."
Yine Rabbimiz devamla âyette:
"And olsun ki, sen bundan gafletteydin!.."
Bu kıyamette göreceğin hâdiselerden gafletteydin!. O manzaralardan, neleri görecek orada, melekleri görecek, insan cinsini görecek, şeytanı göreceğiz, nefsi göreceğiz. Bir sürü dünyada görmediğimiz manzaralarla karşılaşacağız orada, ilâhî mahkemeyi göreceğiz.
"Andolsun ki sen bundan gafletteydin."
Derhal biz senin perdeni kaldırdık. Artık gözün keskindir. O gün her şeyi göreceksin. Ama dünyada kalben o işleri görebilmişsen, kalben onu görmüşsen orada göreceksin. Ondan sonra Cenâb-ı Hak, ayette tasvir ediyor:
"Dünyada birbirini fesada götürenler, birbiriyle münakaşaya başlayacaklar."
Cenâb-ı Hak, onlara buyuracak:
"Huzurumda çekişmeyin!.."
Yok kabahat sendendi, yok bendendi; sen beni böyle yaptın!.. Bunun anlamı yok!..
"Ben size bir peygamber göndermiştim!.." diyecek, Cenâb-ı Hak!.. "Benim huzurumda söz değiştirilmez. Dünyada ne yaptınızsa karşılığında o!.. Ben kullarıma asla zulmedici değilim" buyuracak.
Müthiş bir âyet:
"O gün cehenneme doldun mu deriz, cehennem de daha var mı? der."
Hep bunlar, nedir kızım? Cenâb-ı Hak, yarattığı kulu seviyor. Yarattığının cehenneme girmesini istemiyor. Fakat kul:
"-Ben illa ki, cehenneme gideceğim!" derse, o zaman yapacak bir şey yok. Ondan sonra âyet takva sahiplerine geliyor.
"Ve üzlifetil cennet"
"Cennet yaklaştırılır!.." buyruluyor. Kime:
"Lilmuttekîne..."
"Müttekilere, takva sahiplerine cennet yaklaştırılır." Cennet yaklaştırılacak, onlar cennete uzak kalmayacaklar. Cennete dâhil olacaklar.
Cenâb-ı Hak, burada:

"İşte size vaat edilen cennet!.." buyuruyor.
İşte size, dünya hayatında Kur'ân'la, peygamberlerle, kitaplarla, suhuflarla işte size vaat edilen cennet!..
Onlar kimdir?
Bu cennet kimlere aittir?
"Allah'ı bilene, emirlerine riâyet eden, görmediği hâlde Rahman'dan korkan ve Allah'a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur."
Kalbi ilimle dolu ve Allah'a yönlendirilmiş bir kalbe sahip olanlar!...
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
HAYATIMIZI RAMAZANA ÇEVİRMEK(9)


Demek şu kalbin pusulası, rotası daima Rabbe dönük olacak.
"Oraya selametle girin."
"zalike yevmil huruc"
İşte o gün, ebedi hayatın başladığı o gün, ebedî gün olacak. Ebediyet günü olacak. Bir sonsuzluk gününe dönecek o gün. Geriye dönüş yok bir daha. Yine Cenâb-ı Hak, devamında:
"Orada kendi için diledikleri her şey vardır." buyuruyor.
Ne diliyorsan, orada her şey önünde hazır!...
"Dahası da var."
Müfessirler, burada iki türlü mânâ veriyor. Birincisi, insan bu dünyada ne kadar tahayyül etse bile "ruyetullah"ı düşünemez. Allah'ı görebilmenin tadını tatması mümkün değildir. Onun için biliyorsunuz Cenâb-ı Hak, Musa (a.s)'la mukâleme yapacaktı. Konuşacaktı. Onun için Musa (a.s.)'a 30 gün oruç tutturuldu. Ardından 10 gün de ilâve etti. Musa (a.s.) toplam, 40 gün aç bırakıldı. Savm-i visal tutturuldu. Yani iftarsız oruç tutturuldu. İyice nefsânî güçler bitime geldi. Ruhânî güç yükseldi. Ondan sonra Cenâb-ı Hakk ile mukâlemede bulundu. Konuştu ama, bizim gibi sesle değil. Keyfiyeti meçhûl bize!... Bu konuşmanın lezzetinden Musa (as.) kendinden geçti. Dünyada mı, âhirette mi, berzahta mı, nerde olduğunu unuttu. Kendini kaybetti. O hâlde:
"-Ya Rabbi!.." dedi. "İlla Göreceğim!"
Cenâb-ı Hak:
"-Lenterânî" buyurdu.
O ısrardan sonra Cenâb-ı Hak, ona bilmem kaç bin hicap, 70 bin hicap, arasından keyfiyetini bilemediğimiz bir şekilde tecellî etti. Bir nur, bir sızıntı hâlinde bir dağa tecellî etti. O dağ infilâk etti. Musa (a.s.) da düştü bayıldı, tahammül edemedi. O dağın infilak ettiği yerde birdenbire o nurdan pınarlar ve gülistan meydana geldi.
Öyle bir hâle geldi ki, Musa (a.s.)'ı gören insan düşüp bayılıyordu. Musa (a.s.), üç gün üzerine örtü alarak o şekilde dolaştı. Bu dağdaki tecelli, bir zerrenin zerrenin zerresi!..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Gülzar-ı İrfan kardeş sağolun allah razı olsun allah okuduklarımızla amel etmek nasip etsin.selam ve dua ile
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
Canlı Bir Kur'an Olabilmek


İnsan için vaad olunan dünyâ ve âhıret seâdeti, ancak Kur'ân'a râm olabilmek mukâbilindedir. Her hakîkat Kur'ân'da gizli, her seâdet îmânda zâhirdir. Cihânın en hayırlı ve mes'ûd insanları, Kur'ân gölgesi altında toplanan, onun hayat nûru ile nûrlanan ve onda fânî olanlar, yâni canlı bir Kur'ân hâline gelebilenlerdir. Âyet-i kerîmede Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- hakkında buyurulan:

"(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki sen, yüce bir ahlâk üzeresin!.." (el-Kalem, 4) beyânındaki hakîkati anlamak için Hazret-i Âişe'ye:

"-Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in ahlâkı neydi?" diye sorduklarında mü'minlerin annesi, bu yüce ahlâkı şöyle ifâde etmiştir:

"O'nun ahlâkı Hazret-i Kur'ân idi..." (Müslim, Kitâbu's-salât 746)

Bu bakımdan:

"Rahmân (çok merhametli olan Allâh), Kur'ân'ı öğretti. İnsanı yarattı. Beyânı öğretti." (Rahmân, 1-4) âyetlerinin îzâhında:

"Cenâb-ı Hakk, Kur'ân'ı öğretmek için insanı yaratmış ve beyânı da ona Kur'ân'ı anlaması için öğretmiştir." denilmiştir.

Zîrâ Allâh Teâlâ'nın, bu âyet-i kerîmelerde evvelâ Kur'ân'ı öğretmesinden, sonra da insanı yaratmasından bahsedişi, yaratılış hikmetinin mecâzî bir ifâdesidir. Bu ifâdede, insanın hilkat gâyesinin, sırf dîn ve ilim olduğunun bilinmesi ve Kur'ân'a karşı mes'ûliyetin idrâk edilmesi vardır. Çünkü insan denilen bu varlığın haysiyet ve şerefi Kur'ân ile gerçekleşir. Dolayısıyla insana verilen beyân selâhiyeti de, ilâhî tâlimâtı almak, muhabbet, hikmet ve gaybî tecellîlere mazhar olacak canlı bir Kur'ân olabilmek hikmetine binâen ihsân edilmiştir. Çünkü dünyevî ve uhrevî seâdetin esrârı, Kur'ân-ı Kerîm'de dercedilmiş ve o kitab-ı ilâhî bizlere bir hayât kitabı ve bir kurtuluş reçetesi olarak takdîm buyurulmuştur.

 

gülmisal

Üye
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
146
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Allah razı olduğu kullarından eylesin cümlenizi can kardeşlerim :)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

Haccın ruhaniyeti (devamı)

Haccın îfâ edildiği mübârek mekânlar ise, ulvî bir âlemin rûhâniyet iklîmleridir.

Bu mübârek topraklar, Hazret-i Âdem'den bu yana îmânlı yüreklerin rûhâniyetleriyle beslenmiş, âşıkâne gözyaşlarıyla sulanmıştır. Ârifâne hac yapanlar, o mekânlarda bunları ve birçok peygamberin ayak izlerini arar ve bulurlar. Müstesnâ bir feyiz menbaı olan bu kudsî mahaller, nebîler silsilesinin muazzez hâtırâları ile doludur.

Velhâsıl hac farîzası, ferdi, dînin kemâline istikâmetlendiren şümûllü bir ibâdettir.

Hac, insan rûhunun âhengini, iklîmini ve rengini bulduğu, aslî hüviyetini kazandığı, mânevî feyz yağmurlarıyla temizlenip arındığı ve hakîkatine erdiği rûhâniyet tezâhürleriyle dolu bir ibâdettir.

Arafât, bir afv ve ilticâ makâmıdır.

Arafât, kabirlerden kıyâmet sabâhına kalkışı ve fevc fevc mahşer meydanında toplanışı hatırlatır. Bütün kullar, Allâh'ın huzûrunda âciz, muhtaç ve mağmûm bir şekilde afv beklerler. Aynı zamanda bu afv, Hazret-i Âdem ile Havvâ vâlidemizin

Arafât Vâdisi'nde buluşup ağlaşarak istiğfâr etmelerinin bir sembolüdür. Öyle ki, ihsân ve keremi sonsuz olan Cenâb-ı Hakk, onların duâlarını kabûl etmenin yanında, bir de onların neslinden olup kıyâmete kadar her sene aynı gün ve saatta oraya gelip afv taleb edecek olanların kâffesini de afvetmek va'd ve lutfunda bulunmuştur.

devamı var
 
Üst