Ömer ÖNGÜT'ün görüşleri:

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
BU YOLDA İLİM
PERDEDİR


Sofîlerden "İlim bu yolda perdedir" gibi sözler duyarsın ve bunlara inanmazsın. Bu sözü inkâr eyleme ki, doğrudur. Çünkü duygular ve duygu âzâları
vasıtasıylahasıl olan ilimlerle meşgul olur, onlara dalarsan, bundan mahrum olursun.

Kalp bir havuz gibidir, beş duygu âzâsı da havuza dışarıdan akan beş dere gibidir. Eğer havuzun dibinden temiz su çıkarmak istersen, bunun çaresi, havuzdaki bütün suyu boşaltman, sonra bu suların getirdiği siyah çamuru çıkarman ve bir daha pis su gelmemesi için bu yolları kesmen ve havuzun dibini, içinden temiz, berrak su çıkabilecek şekilde yapmandır. Havuz siyah çamur ile dolu olduğu müddetçe içinden duru su çıkması imkânsızdır. Bunun gibi, kalbin içinden gelen ilim, dışarıdan gelenlerden kurtulmadıkça, maksat hasıl olmaz.
Fakat âlim, kendini öğrendiği ilimlerden ayırır, kalbini onlarla meşgul eylemezse, elde etmiş olduğu ilimler ona perde olmaz ve kalb gözünün açılması umulur. Şöyle ki: Kalb hayallerden ve hislerden kurtulunca, eski hayâlleri ona perde olmaz.
İlmin perde olmasının sebebi şudur ki, bir kimse Ehl-i sünnet itikadını öğrenir, münakâşa ve münâzaradaki delillerini de öğrenir, kendini tamamen buna verir ve bundan başka hiçbir ilim yoktur kabul eder, eğer kalbine başka bir şey gelse: "Bu duyduğumun aksinedir. Ona uymayan her şey bozuktur, yanlıştır" derse, böyle bir kimsede, işlerin hakikatinin bilinmesi mümkün olmaz. Çünkü; avâma öğretilen itikad, hakikatin sûretidir, kendisi değildir. Tam marifet olmalı ki, özün kabuktan ayrılması gibi, hakikatler sûretten ayrılsın.
Biliniz ki, mücadele ve münâzara ilmini o itikada yardımcı olarak öğrenene bir hakikat bildirilmez. Çünkü, elindekinin tam olduğunu sanmaktadır. Bu zan ona perde olur. "Bir şeyi öğrendiğine zann-ı galibi olan kimse, bu dereceden mahrum olduğu ekseriya mâlumdur." sözü meşhurdur. Bu da cedel (mücadele-münâzara) ilmine kendini verenlerin hâlidir. O halde, bu zannı silip atana, ilim perde olmaz. O zaman, onda da kalb açılması hâsıl olur. Derecesi çok yüksek olur. Onun yolu daha emniyetli, daha sağlam ve daha doğru olur. Zirâ temeli kuvvetli ilme dayanmayan kimse, ekseriya uzun zaman bâtıl hayallere bağlı kalır ve azıcık şüphe ona perde olur. Âlim ise böyle ziyanlardan emindir. O halde, "İlim perdedir" sözünün mânâsını mükâşefe derecesine ulaşmış bir kimseden duyarsan, böyle bil, sakın inkâr eyleme!
Fakat emir ve yasaklara uymayıp bozuk delillerle haramlara mübah diyen kâfirler ve nefislerine tâbi olan zavallılar, zamanımızda zuhur eyledi. Kendilerinde bu haller aslâ bulunmadığı halde, sofîlerin sekir halinde söyledikleri lüzumsuz, saçma sözlerden bir kaç tanesini alıp kendilerine süs veriyorlar: Yaptıkları iş, her gün yıkanıp taranmak, güzel elbiseler giyip seccadesini yaymak, sonra da ilmi ve âlimleri kötülemektir. Böyleleri öldürülmelidir. Onlar şeytan ahlâklıdırlar, insanları aldatıyorlar.
Allah-u Teâlâ ve Resul'ü -sallallahu aleyhi ve sellem- ilmi ve âlimleri övüyorlar. Bütün dünyayı ilme dâvet ediyorlar. Her şeye mübah diyen bu zavallı, hâl sahibi olmadığı ve ilmi elde etmediği için, onun bu sözü söylemesi nasıl doğru olabilir? Bu şuna benzer: Bir kimse kimyanın altından daha iyi olduğunu, ondan sayısız altın yapıldığını işitir. Altın hazinelerini önüne getirseler, onlara elini uzatmaz ve "Altın ne işe yarar, onun kıymeti nedir ki... Bana kimya lâzımdır ve asıl odur." der. Altını almaz. Halbuki kimyayı da aslâ tanıyamaz, bulamaz. Altın da yapamaz. Çaresiz müflis ve aç kalır. "Ben derim ki: Kimya, altından daha iyidir" şeklinde söylediği sözün sevincinden bağırır ve coşar.
İşte peygamberin ve evliyanın keşfi kimyaya benzer. Âlimlerin ilmi de altına benzer. Kimyaya sahip olan, altına sahip olandan daha faziletlidir.
Fakat burada bir başka incelik daha vardır: Bir kimsede bulunan kimya yüz altından fazla yapmasa, bu kimse kendisinde bin altın bulunandan faziletli olamaz. Kimya kitapları kimyadan bahseder ve onu arayanlar çok olduğu halde, bunun hakikati uzun zamanda bile herkesin eline geçmez. Onu temin etmek isteyenlerin çoğu kalp para elde eder. Mutasavvıfların işi de böyledir. Çok nâdir bulunur. Olan az olduğuna göre, kemâle gelmesi de pek nâdir olur.
O halde, buradan anlaşılmış oldu ki, sofîlerin hallerinden az bir şeyin kendisinde hasıl olduğu bir kimse bütün âlimlerden üstün olamaz. Çünkü bunların çoğu işin başlangıcında kendilerinde bir şey hasıl olduktan sonra oradan düşerler ve yolu tamamlayamazlar. Bazıları da vardır ki bir hâl ve bir hayâl onları kaplar ve fakat onun hakikati, aslâ olmaz. Onlar bunu kazanç sayarlar. Beğenilmeyip atılan şey böyle olmaz. Bahusus uykuda, rüyâda hakikatlar vardır. Fakat mânâsız, bozuk rüyâlar da vardır. Hatta âlimlerin sınırının üstünlüğü, bir kimse içindir ki o, o halde öyle kâmil olmuştur ki diğerlerine çalışarak verilen din bilgilerini o öğrenmeksizin bilir. Bu söz ise nâdir sözlerdendir. Yani bu sözle, ele geçmesi nâdir olan bir makam anlatıldı.
O halde hakiki tasavvuf yoluna ve onların üstünlüğüne inanmalısın. Boyunlarına halka geçmiş bu zavallıların sözü ile, onlar hakkındaki itikadını bozmamalısın. Onların ilmi ve âlimleri yeren ve ayıplayanların ellerinde bir şey olmadığını kabul etmelisin!

(Kimyây-ı Saâdet. Birinci Ünvan. 15. Fasıl)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
ALLAH-U TEÂLÂ'NIN
ÂLEMLERDE TASARRUF ETTİRDİĞİ KİMSELER


Derinleşenler Kimdir?


A
llah-u Teâlâ "İlimde derinleşmiş" ve ilimden "Zâhirî" ve "Bâtınî" hakiki nasibini almış âlimlerin vasıflarını beyan buyurarak Âyet-i kerime'sinde onlardan haber vermiştir:
"İlimde derinleşmiş olanlar 'O'na inandık, hepsi Rabb'imizin katındandır.' derler. Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar." (Âl-i imrân: 7)
Ulül-elbab iki türlüdür:
Zâhiri ulül-elbâb: Allah-u Teâlâ'nın ilimde derinleştirdiği âlimler. Bunlan şeriatın zâhirine vâristirler. Bu ilim de bir Allah vergisidir.
Bâtınî ulül-elbâb: Allah-u Teâlâ'nın kendinde derinleştirdiği âlimler. Bunlar Hakk'a vâkıftırlar, mârifetullah ehlidirler.
Ezcümle kimi ilme, kimi de Hakk'a vâkıftır. Kimisini ilimde derinleştirmiştir, kimisini Zât-ı akdesi'nde.
Derinleştiren O'dur, fakat "İlimde derinleşmiş olanlar" buyuruyor.
Allah-u Teâlâ dilediği kulunun gönlünü bu şekilde genişletir, nurunu kalbine döker.
Kitap satırları arasında bulunmayan, ancak Allah'a yakın olanların sadırlarında, kalplerinin derinliklerinde gizli bulunan ilim mârifetullah ilmidir.
Sevdiği ve seçtiği kulunu kendisine çeker, yüzüne yüzü ile tecelli eder, dilediğini lütfeder.
Bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurmaktadır:
"Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sanırsınız?"
(Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu:
"Onlara ilk vereceğim şey, nûru kalplerine akıtmaktır. İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler." (Hâkim)
İşte onların "Râsih" oluşu buradan geliyor.
O'nun bildirmesiyle,
O'nun duyurması ile,
O'nun nurlandırması ile ilimde derinleşmiş oluyorlar.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
fakiri bu konu sana kaldı.Bol bol yaz.Kimse okumuyor nasıl olsa...


Her yerde ve her şeyde her zaman olduğu gibi, mahlûkların değil, Halık'ın dediği ve istediği olur.
İşte siz bu hakikata bugüne kadar bir türlü inanmayan kişilersiniz.

:rtfm:
 

bakış

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2009
Mesajlar
4,717
Tepkime puanı
251
Puanları
0
Konum
İstanbul-Pendik
Ben aslında espri için yazmıştım.Senden başka kimse yazmıyor diye öyle söyledim.kalbini kırdıysam özür dilerim...:(:huh:
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
fakiri bu konu sana kaldı.Bol bol yaz.Kimse okumuyor nasıl olsa...

@bakış

Ben okuyorum yanılmışsın.

Fakat hala cevap vermedi Ömer ÖNGÜT kime icazet verdiğini diğer bir sorduğum soru da Şuan başında kim var ve bu kişinin eski görevi neydi ?
 

bakış

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2009
Mesajlar
4,717
Tepkime puanı
251
Puanları
0
Konum
İstanbul-Pendik
@agbi belki adamlar tarikat değil cemaattir.Senin hocanın icazeti varmı?Yokki bir icazet metre ölçelim...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ


Öğretilen İlim:
Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm'ı yaratmadan önce Mele-i a'lâ'da onu anarak yüceltmiş, meleklere haber vererek:
"Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." buyurmuştu. (Bakara: 30)
Melekler Allah-u Teâlâ'nın kendilerine öğrettiği bilgi ile şöyle söylediler:
"Orada bozgunculuk yapacak, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor, devamlı takdis ediyoruz." (Bakara: 30)
Allah-u Teâlâ onların bu suâllerine cevap olarak:
"Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim." buyurdu. (Bakara: 30)
Melekler bir çok şey öğrenmişlerdi. Âdem Aleyhisselâm ise bilgin değildi, bir şey öğrenmemiş, bir öğretici ile de karşılaşmamıştı. Yüzünü Yaratan'a çevirdi, gönlünü her şeyden çevirerek Rabb'ine yöneldi.
"Ve Allah Âdem'e bütün isimleri öğretti." (Bakara: 31)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğuna göre, Allah-u Teâlâ yaratmış olduğu cisimleri ona göstererek, ona eşyanın isimlerini, mahiyetlerini ve hususiyetlerini bir bir öğretti.
Daha sonra meleklere Âdem Aleyhisselâm'ın hepsinden daha bilgili ve anlayışlı olduğunu göstermeyi murad etti ve onları imtihana tâbi tuttu.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Sonra da o eşyayı meleklere göstererek 'Eğer sâdıklardan iseniz, bunların isimlerini bana söyleyin?' dedi." (Bakara: 31)
Melekler, kendilerine has olan ilim ve mârifetlerinin genişliğine rağmen, bu hususta bilgileri olmadığı için cevap veremediler. Allah-u Teâlâ'nın kendilerine öğretmediği hususlarda ilimlerinin hudutlu olduğunu kabul ettiler.
"Sen münezzehsin, seni tesbih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yok. Şüphesiz ki sen her şeyi hakkıyla bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin dediler." (Bakara: 32)
Allah-u Teâlâ meleklerin bu tenzih tesbihinden sonra onun halifeliğe lâyık olduğunu onlara göstermek için Âdem Aleyhisselâm'a şöyle hitap etti:
"Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere haber ver!" (Bakara: 33)
Âdem Aleyhisselâm bu emr-i ilâhi'ye imtisal ederek, Allah-u Teâlâ'nın kendisine bahşettiği ilim sayesinde:
"Vaktaki Âdem bunların isimlerini onlara haber verdi." (Bakara: 33)
Âyet-i kerimesinde beyan buyurulduğu üzere, eşyanın isimlerini teker teker sayıp özelliklerini belirtince Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Size demedim mi ki, ben göklerin ve yerin gizliliklerini bilirim. Açıkladığınızı da gizli tuttuğunuzu da bilirim." (Bakara: 33)
İşte bu ilim de tıpkı Allah-u Teâlâ'nın Âdem Aleyhisselâm'a esmâyı öğrettiği gibidir, yani bu ilim şahsa âit değildir. Allah-u Teâlâ'nın öğretmesi ile bilinir, bir mahlûkun bunları bilmesi mümkün değildir.
Bütün velilerin taksimatı bir yerde toplanınca bu öz husule geliyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah'tan korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur." buyurmaktadır. (Bakara: 282)
Onların ilmi vehbidir. Okumakla, zâhirî ilimlerin tahsili ile bu halin husule gelmesi imkânsızdır, akla bile gelmesin.
Nitekim İbrahim Hakkı -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Vermek isteyince, vermesine hiç kimsenin mâni olamadığı, vermemek isteyince de, vermemesine hiç kimsenin mâni olamadığı Allah-u Teâlâ her ayıptan münezzehtir." (Mârifetnâme)

 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
@agbi belki adamlar tarikat değil cemaattir.Senin hocanın icazeti varmı?Yokki bir icazet metre ölçelim...

@bakış YAZMAK İÇİN YAZMA

F.GÜLEN in oluşumu Bir TARİKAT kolu değil ?

BEDÜZAMAN neden M.sami RAMAZANOĞULLARI Efendime gönderiyordu ? Çünkü Erbili Hz leri İCAZETİ sami efendime vermişti

İCAZET METRE mi ölçelim sözü bir nevi hakarettir TARİKAT a gönül verenler için bence özür dile KOTKU hz lerinde kimden icazaet aldığını öğren mahmud efendinin de.

YAZMAK İÇİN YAZMA LÜTFEN

ADAMLAR DEDİKLERİNin iddiaları TARİKAT KOLU ve silsilesi ERBİLİ Hz lerine dayanıyor iddiaları bu birde etraında oluşumları öğren.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
@bakış YAZMAK İÇİN YAZMA

F.GÜLEN in oluşumu Bir TARİKAT kolu değil ?

BEDÜZAMAN neden M.sami RAMAZANOĞULLARI Efendime gönderiyordu ? Çünkü Erbili Hz leri İCAZETİ sami efendime vermişti

İCAZET METRE mi ölçelim sözü bir nevi hakarettir TARİKAT a gönül verenler için bence özür dile KOTKU hz lerinde kimden icazaet aldığını öğren mahmud efendinin de.

YAZMAK İÇİN YAZMA LÜTFEN

ADAMLAR DEDİKLERİNin iddiaları TARİKAT KOLU ve silsilesi ERBİLİ Hz lerine dayanıyor iddiaları bu birde etraında oluşumları öğren.

agbi, hangi konuya ve yere gidiyorsan oranın içine ediyon içine !!!!
Burası, Ömer Öngüt Efendinin -kuddise sırruh- görüşlerine ait bir yer. Bu konuda yazacaksan yaz, yazamayacaksan -kişisel tartışmaların batsın- eğlenceni git başka yerde yap !
Ne kadar saygısız ve münasebetsiz bir insansın sen !

Not: Bu mesajıma burada cevap verme sakın... Özelden yaz veya başka yerde cevapla...
İnsan olana laf bir kere söylenir !
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Râsih Ulemâ:


Tam bir teslimiyetle Hakk'a boyun eğen râsih âlimler Kur'an-ı kerim'de senâ edilmişlerdir:
"Fakat içlerinde ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler." (Nisâ: 162)
Bu zevat-ı kiram dörde ayrılır:
1. Allah-u Teâlâ'nın ilimde derinleştirdiği,
2. Hilimde derinleştirdiği,
3. Kudsî ruh ile desteklediği,
4. Âlemlerde tasarruf ettirdiği kimseler.
Ebu Derdâ -radiyallahu anh-den, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm'a hitaben:
'Yâ İsa! Ben senden sonra öyle bir ümmet getireceğim ki, onlar sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa Allah'a hamd ve şükrederler. Hoşlanmadıkları bir şeye rastlarlarsa sabrederler ve Allah'tan ecir beklerler. Bunların ilimleri ve hilimleri yoktur.' buyurdu.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
İsa Aleyhisselâm:

'Yâ Rabb'i! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onlardan bu işler nasıl sadır olabilir?' diye sordu.
Cenab-ı Hakk:
'Onlara kendi ilmim ve hilmimden ihsan ederim.' buyurdu." (Ahmed bin Hanbel)
Bu hilimle desteklediği kimselerden dilediğine dilediği kadar salâhiyet ihsan buyurur. O kerametini izhar edebiliyor ve onlardan harikulâde haller husule gelebiliyor.
Kudsî ruh sahipleri ise; bizzat Hazret-i Allah'ın tasarrufu ile, lütuf desteği ile, hükmü ile hareket eder.
Bu hususta İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
"Alsaydı Kudsî ruhtan eğer yardımını,
İsa'dan başkası da yapardı onun yaptığını."
Bu, Allah-u Teâlâ'nın bizzat kudsî ruhla desteklediği kuldur, her velinin işi değildir.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Dünya Mutasarrıfı:

Bir de O'nun tasarruf memurları vardır. Allah-u Teâlâ'nın izniyle tasarruf eder. Bunlar "Dünyada tasarruf memuru"dur, yani "Dünya mutasarrıfı"dır.
Allah-u Teâlâ'nın dünya karnında tekâmül ettirip büyüttüğü kimseler, O'nun veli kullarıdır. Sayıları çoktur ve fakat tasarruf memurları azdır.
Allah-u Teâlâ dilediği kuluna tasarruf salâhiyeti verir. Hem dünyaya, yaratılmış mahlûka tasarruf eder, hem de yakınlarına tasarruf eder. Tâlim ve terbiye için ruhunu yükseltir, tekâmül ettirir. Bu suretle nefis ile mücadelesini kolaylaştırır. Her an ve yönde tasarrufunu yürütür.
Hiç şüphe yok ki bunların hepsi Allah-u Teâlâ'nın iradesiyle, emir ve hükmüyle olur.
O kimse;
Gerçekten bir paçavra olduğunu,
Bir maskeden ibaret olduğunu,
Gerçek mürşidin Hazret-i Allah olduğunu bilir.
Zira onlar:
"Allah göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr: 35)
Âyet-i kerime'sinin tecelliyatına mazhardırlar. O'ndan başka bir varlık olmadığını görürler.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Âlemlerin Tasarruf Memuru:


Bir de âlemlerin karnında tekâmül ettirip büyüttüğü kimseler vardır. Onlar "Âlemlerin tasarruf memuru" olup, "Rahmeten lil-âlemîn"nin vekilidirler. Onlarda Hazret-i Allah tasarruf eder. Onlar o mânevi halin içindedirler.
Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bunlar hakkında buyurur ki:
Her şey her şeyi kuşatmış, O ise her şeyi kuşatmıştır.
Zira Âyet-i kerime'sinde:
"Allah her şeyi çepeçevre kuşatandır." buyuruyor. (Nisâ: 126)
Âlemler de karın içindedir.
Herşeyi çepeçevre kuşatan, mülkünde tasarruf eden Allah-u Teâlâ insanları da çepeçevre kuşatmıştır.
(İsrâ: 60)

O ikinci defa doğmuş oluyor. Herkes bir defa doğar, o ise ikinci defa doğmuş oluyor.
Ana karnındaki çocuğun hükmü ne ise, onların hükmü de budur. Hiç hükmü yoktur.
Buradaki gizli nokta şu ki:
Âlemlerde tasarruf eden Hazret-i Allah'tır, fakat âlemlere onun tasarruf ettiğini gösterir. Onu kukla olarak oraya koymuştur.
O hem bilir, hem görür. Üzerindeki bütün âsârın sahib-i hakiki olan Hazret-i Allah'a âit olduğunu, kendisini tekâmül ettirdiğini ve mânevî olarak beslediğini bilir. Her şeyin O'na muhtaç olduğunu, her şeyin yalnız O'ndan geldiğini bilir, acziyetini itiraf eder, kendisini görmez.
İradesi yoktur ki hareket etsin, arzusu yoktur ki arzu etsin.
O takdir ediyor, O yaratıyor, O donatıyor, O yapıyor. Hep O.
Ana karnındaki çocuktan şu kadar farkı vardır ki; çocuk kimin tekâmül ettirdiğini bilmez, âlemlerin karnında tekâmül ettirdiği kimse ise kimin tekâmül ettirdiğini, yani Allah-u Teâlâ'yı bilir.
Onda Hazret-i Allah tasarruf ettiği için, o âlemlerin mutasarrıfı oluyor.
Bunun ispatı:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir beşer, bir kul idi. Hiçbir şey bilmiyordu. Fakat murad etmiş, onu "Rahmeten lil-âlemîn" kılarak, bütün âlemlere hayat verici yapmış. Kim yaptı bunu? Hazret-i Allah yaptı.
Hep O, fakat perdede dilediğini gösteriyor. Bu diyor. İnsan aslında bir maskedir. Maskeyi takarsan sen varsın, elbiseyi giyersen sen varsın, kaldırırsan O var. Zerreden kürreye kadar bu böyledir. Hazret-i Allah'ı böyle tanıyın.
"Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın tâ kendisidir." (Hacc: 62)
Bu mevzular çok incedir, bu mevzuya dalmayın, aklınızı ve ilminizi sokmayın. Boşluğa düşersiniz.
Bu hususta aklınız ve ilminiz yetmez. Bu bir zehirdir, helâkinize vesile olur.
Okuyun, geçin. İçine dalarsanız, derin olduğu için boğulursunuz.
Nitekim Musa Aleyhisselâm ulül-azm bir peygamber olduğu halde Hızır Aleyhisselâm'ın sahip olduğu ilim karşısında ilmi ve dimağı yetmedi.
Gün gelecek Allah-u Teâlâ Hazret-i Mehdi'yi gönderecek. Bu ilim ona mahsustur, bu ilmi ondan başka kimse çözemez. Bu hakikatleri o çözecek, o anlayacak, tahsilini burada görecek. Onun kitap yazmaya vakti olmayacağına göre, bu külliyat ona hazır bir program olacak, icraatını yapacak.
Muhatab Hazret-i Mehdi'dir. Bizim bütün vazifemiz Hazret-i Mehdi'ye zemin hazırlamaktır ki geldiğinde zemin hazır olsun.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Kendilerinden Sonrası İçin Şöyle Buyurmuşlardı:
"Hiç Şüphe Yok ki Önümüzde Çok Büyük Hadiseler, Çok Büyük Sıkıntılar Olsa Gerek.
Bu Otuz Sene Zarfında Allah'u-âlem Öyle Hadiseler Olacak ki;
Öyle Şiddetli, Öyle Büyük Harpler, Öyle Felâketler, Öyle Zelzeleler Olacak ki Tasavvurun Haricinde Olacak!
Bunun Özünü İsrâ Sûre-i Şerif'inin 58. Âyet-i Kerime'sinde Görürsünüz.
Allah-u Teâlâ Kıyametten Önce Dünyayı Yıkacağını Beyan Buyuruyor."​
"Hiçbir Memleket Hariç Olmamak Üzere,
Biz Onu Kıyamet Gününden Önce Ya Helâk Ederiz
Veya Onu Şiddetli Bir Azapla Cezalandırırız."
(İsrâ: 58)​
"BİZDEN SONRA HER ŞEYİ BEKLEYİN!"
"Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah'a ve Resul'üne yönelmeye ve sığınmaya bakın.
Bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın.
Artık kendinize gelin, dünyanın sonundayız, ona göre kendinizi ayarlayın. Gün bugündür, yarın ne olacağını Yaratan bilir.
Akıllı insan her an Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, sonraya kalanlar donakalır. O zaman herkes inanacak amma, iş işten geçmiş olacak.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Dünyanın geniş vakitlerinde, yani sıhhat ve servet, asayiş ve emniyet gibi istirahat sebepleri mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk'a ibadet ve taat ile kendini takdim et ki, muzayakalı bir zamanda seni lütfu ile yad buyursun." (Ahmed bin Hanbel) Allah-u Teâlâ'ya yönelmekten daha güzel bir kale olmaz, O'nun kalesinin harici boşluktur.
O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye vardır. Bu bir ikazdır, hatırlatmadır, yöneltmedir.
O dilediğine hidayet verir. Dilerse O her felâketten kurtarır."
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
"BİZDEN SONRA HER ŞEYİ BEKLEYİN!"

Âhir zamanda yaşıyoruz. Dünyanın huzuru kalmadı. Afatlar, harpler, karışıklıklar, huzursuzluklar gitgide artıyor. Zira öyle bir seyyiat zamanı ki, dünya kurulalı beri böyle bir devir gelmiş değil. Her türlü kötülüğün anası bu devirde mevcut. Her türlü küfür adeti, her türlü ahlâksızlık, hırsızlık, yalan-dolan, cinayet, fuhuş vaka-i adiye haline geldi. Müslümanlar ahkâmı yaşamaz oldu; faiz, dinden çıkma moda oldu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde adeta bugünleri tasvir edercesine şöyle buyurmuşlardı:
"Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı." (İbn-i Mâce: 4035)
Hadis-i şerif'lerde haber verilen küçük kıyamet alâmetlerinin hepsi zuhur etti. Sıra büyük alâmetlere geldi. Bu büyük alametler de her an cereyan edebilir.
Bu zelzeleler, bu harpler, bu karışıklıklar artarak devam ediyor. Memleketimizde henüz büyük bir şey zuhur etmedi, ancak dünyada birçok memleket halkı nice afatlarla boğuşuyor: Aşırı sıcaklar, yangınlar, seller, depremler, tsunamiler gibi tabî afetler; ekonomik kriz, gıda fiyatlarının artması, susuzluk, kuraklık, kıtlık, açlık gibi geçim sıkıntıları; terör, iç harp, karışıklıklar gibi fitneler; yakıcı silahlarla yapılan harpler; artık neredeyse sıradan haberler haline geldi.
Kibirli insanoğlunun burnu sürtüldükçe sürtülüyor. İşte Japonya. "Şöyle bina yapıyorlar, şöyle teknolojileri var" diyenler şimdi nerede? Hazret-i Allah afat vermeyi dilediği zaman ne kadar sağlam binalar içinde olursa olsun insanın kaçacak yeri yoktur. Âcizdir, hükümsüzdür.
Binaenaleyh bunlar bekleniyordu. Zira Hadis-i şerif'lerde işaret buyurulan hadisât anbean zuhur etmekte, Evliyâullah Hazerâtı'nın ifşaatları bir bir yaşanmaktadır.
Dergimizin kurucusu Merhum Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri husususiyetle bizlere bu günleri duyurmaya ve bu sıkıntılı günlere hazırlamaya çalışmışlar, adeta bir vasiyet makamında Hazret-i Allah'ın duyurduğu birçok haberi bizlere haber vermişlerdi.
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, kitapta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Âyet-i kerime'sini her vesile ile hatırlatır, her bir milletin kıyametten önce bir musibet göreceğini haber verirlerdi.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Âhir Zamanda Gönderilen Üç Merdiven
ve Hürmetine Belâ ve Musibetlerin Tehir Edildiği Zât:



Hadis-i şerif'lerden ve Evliyaullah Hazerâtı'nın ifşaatlarından anlaşılmaktadır ki, âhir son devirde Hazret-i Allah üç merdiven gönderecek. İlki Hâtem-i Veli olan bu Zât-ı âli idi ki geldi vazifesini yaptı. İman kurtarma cihadıyla meşgul oldu, Nûr-i Muhammedî'nin yayılması, Ümmet-i Muhammed'in Allah ve Resul'ünde birleşmesinin gayreti içinde oldu. Mehdi Aleyhisselâm'ın geleceğini, onun öncüsü olduğunu, ona tâbi olmanın kurtulmak için şart olduğunu haber verdi. Bu üç merdivenin diğer ikisi ise Hazret-i Mehdi ve İsâ Aleyhisselâm'dır. (Bu beyanların delillerini, bugüne kadar yaşamış olan yüze yakın evliyaullah hazeratının beyanlarını dergimizde her ay neşrediyoruz.)
Bu zât-ı âli Hazret-i Mehdi'nin ve İsâ Aleyhisselâm'ın zuhurunu, zamanını, yerini, vazifesini haber verdiği gibi, bu iki zâtın zuhuruna kadar yaşanacak büyük hadisatları ve afatları da haber vermişlerdi. buyurmuşlardır.
Zira Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:
"Her asırda benim ümmetimden sabikûn (önde gelenler) vardır ki bunlara büdelâ ve sıddikûn ıtlak olunur (söylenir). Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilâhiye o kadar boldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır." (Nevâdir-ül Usül)
Onlar Hazret-i Allah'ın sevgili kullarıdır, seçtiği, Zâtına çektiği, nurunu akıttığı, kudsî ruhuyla desteklediği ve vazifedar kılıp gönderdiği has ve hususi kullarıdır. Onlar naz makamındadır, insanlığa rahmettir.
Hadis-i kudsî'de ise şöyle buyuruluyor:
"Kulun benimle meşgul olması, en fazla önem verdiği şey olursa, onun arzu ve lezzetini zikrimde kılarım. Arzu ve lezzetini zikrimde kılarsam da o bana âşık olur, ben de ona âşık olurum. O bana, ben ona âşık olunca da, onunla aramdaki perdeyi kaldırırım. Bu hâli onun umumî hâli kılarım. İnsanlar yanıldığı zaman o yanılmaz. Böylelerinin sözleri peygamberlerin sözleri gibidir. Gerçek kahramanlar onlardır.
Onlar öyle kimselerdir ki yer ehline bir cezâ ve azab vermek istediğim zaman onları hatırlarım da azabdan vazgeçerim."
(Ebû Nuaym, Hilye)
Bu Hadis-i kudsî'de bu zâtların manevî yükseklikleri, Allah-u Teâlâ'nın nazargâh-ı ilâhiye'si, tecelliyât-ı ilâhiye'si oldukları ve aynı zamanda rahmet-i ilâhiye'ye vesile oldukları beyan buyurulmaktadır.
Bir Hadis-i şerif'te de söyle buyuruluyor:
"Allah yer ehline azap etmeyi murad ettiğinde onlara nazar eder de, azâbı derhâl onlardan geri çevirir." (el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî, Hâlet Ef. nr.: 198/2, vr. 486a)
İşte Allah-u Teâlâ'nın sevip kendisine seçtiği, onların hürmetine vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetleri geri çevirdiği bu büyük zâtların sonuncusu, yüze yakın Evliyaullah'ın haber verdiği, hakkında kitaplar yazdıkları Hâtemü'l-evliya olan bu Zât-ı âli de 2010 yılının Haziran ayının yirmi sekizi günü ahirete irtihal ettiler. Hadis-i şerif'lerde beyan buyurulan bu hakikatleri kendilerine has üslupları ile şöyle beyan etmişlerdi:
"Binaenaleyh bizim duâmız hep başkaları için, Ümmet-i Muhammed'in iman ve selâmeti için."
"Yâ Rabb'i! Halilullah Mekke için duâ etti,
Yâ Rabb'i! Resulullah Medine için duâ etti,
Yâ Rabb'i! Fakir bu devlet için duâ ediyor, bu devlete zevâl verme!"

"Hazret-i Allah veli kulları sayesinde bu milleti, bu devleti dilediği kadar muhafaza ediyor. İyi kötü, iyi kötü bu veliler sayesinde yürütüyor. Velilerin sonu kesildiği zaman ateş başlar. Öyle bir ateş ki, gide gide Mehdi Aleyhisselâm, İsa Aleyhisselâm'a kadar gider. Deccal çıkar, Çinliler (Ye'cüc, Me'cüc) çıkar. Bu ateşi velileri sayesinde kaldırıyor, çünkü onların yüzü suyu hürmetine indireceği azaptan vazgeçiyor."
"Çadırın direği dururken herkes rahat. Fakat çadırın direği yıkılırsa ne olur bilmiyorum, o zaman her şeyi bekleyin. Allah-u Teâlâ o direkle murad ettiğini tutar. Amma direği alırsa kimi tutar?"
"Dünyanın ömrü kısa, seyyiat zamanı. Sağ olursanız otuz seneye kadar neler göreceksiniz, aklınız almaz"
OmerEfHz.jpg
Bütün ömrü irşad ile, İslâm dini'nin müdafaası ile, iman kurtarma ile geçen Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri vefâtlarından sonra olacak hadiseleri de haber verip ikaz ederek Ümmet-i Muhammed'i Allah ve Resul'üne yönelmeye davet ederlerdi.
Bu vesile ile bu büyük Zât-ı âli'nin duyurmaya çalıştığı bu hakikatleri arzetmeye gayret edeceğiz.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Haber Verilen Hadiseler:

Hayat-ı saadetlerinde olağanüstü hâller zuhur etmeden önce mutlaka sevenlerine tedbir almalarını söylemişler ve hazır olmalarını ihtar etmişlerdi.
"Bundan sonra hep beklenir, bundan sonra yevmü'l-beter, çünkü rot çıktı." buyurmuşlardı.

Ben hayatta iken Cenâb-ı Hakk sizi korur. Fakat beni aldıkları an, bütün tedbirlerinizi alın, sonrasını bilmiyorum." demişlerdi.

2005 yılında ailecek ziyaret eden kardeşlerimizle aralarında şöyle bir mevzu geçer:
"Değmez kızım, değmez! Halkı bırak, Hakk'a dön! Evine gir, en içteki uçtaki odana gir, ibadetle taatle, ihlâs, teslimiyet, mahviyetle meşgul ol çok az zaman kaldı."
"Ne kadar zaman kaldı efendim?"
"Yedi yıl kadar var."



Ey müslüman! Bunlar tedirgin etmek için değil, tedbire sevketmek için, hazırlık yapman için anlatılıyor. Görülüyor ki, kıymet alâmetleri beliriyor.Ne zaman fırtınanın kopacağını Yaratan bilir., fakat sığınmamız faydalıdır. Yavaş yavaş karışacak, yavaş yavaş kaynayacak, sonra patlayacak ve dünya ateş olacak...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
MUHTEREM ÖMER ÖNGÜT -KUDDİSE SIRRUH- HAZRETLERİ'NİN
HAZRET-İ MEHDİ VE İSA ALEYHİSSELÂM DEVRİNE KADAR OLACAK HADİSELER HAKKINDA
ESERLERİNDE VE BAZI SOHBETLERİNDE GEÇEN BEYANLARI



"İsrâ 58 Âyet-i kerime'si zuhur etmek üzere. Etti edecek. Bu ateş çıktı çıkacak. Her gün bu Âyet-i kerime'yi muhakkak okurum.
Bu zât-ı muhterem tâ o zaman bu hakikati dile getirmiş, kaleme almış. Allah râzı olsun.
Şeyhü'l-Ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü'l-Mekkiye"sinde, Hâtemü'l-evliyâ'nın ve ihvânının Hazret-i Kur'ân'ın hükmüyle yürüyeceklerine ve onu değiştirmek isteyenlerle mücâdele edeceklerine dâir açık bir işâret vererek, onun vazifesi ile Hazret-i Mehdî'nin vazifesi arasındaki bağı gözler önüne sermiştir:
Bizim bu beyanlarımızı çok evvelden gören Mevlânâ Abdurrahmân Câmî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin talebesi Hüsâmeddîn Ali el-Bitlisî -kuddise sırruh- Hazretleri "Şerhu Hutbetü'l-Beyân" isimli mecmuadaki risalesinde Mehdi ile olan ilgimizi şöyle işaret buyuruyorlar:
Allah'ım bu hazırladıkları ateşi birbirine çevir. Ümmet-i Muhammedi affet, muhafaza et, muzaffer et! Hepsi ateşi hazırladılar, bir emr-i İlâhi'ye bakıyor, o emir kibrittir.
Bizi hayatta tuttukça bir şey olmaz. Bizi alırsa çok şey olur. Çok korkunç silâhlar var. İmha edici silâhlar var. Çok az insan kalacak. Rabbü'l-âlemin dünyayı doldurduğu gibi boşaltacak. Bu dünyayı yakacak, yıkacak.
İtimad edin bazen duâ etmeye korkuyorum, o kadar gadaplı. Bazen o kadar gadaplı her zaman değil. Siz uyuyorsunuz, kendi âleminizdesiniz.
Tabii ki fakirin gizli niyazlarımız var, arzularımız var. Bu nuru Hazret-i Mehdi'ye ulaştırmak. Bizi kalemle mücadele ile vazifelendirdi. Binaenaleyh Hazret-i Mehdi bu kitaplarla yürüyecek.
Zaten Hazret-i İsa Aleyhisselâm'la Hazret-i Mehdi birleşecek, ondan sonra bu nur kıyamete kadar gidecek, O'nun seçtiği esastır, halkın seçtiği esas değil.
Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Tâ ki onları, onlardan sonra gelenlere emânet etsin ve kendileri gibi olanların kalplerine nakşetsin."
(Ebû Tâlib el-Mekkî, "Kûtu'l-Kulûb", c. 1, s. 134)"Onun kalbi ise, Mehdî'nin kalbinin de üzerindedir, onun davetçisi olduğunu açıkça ibrâz eder ve hidâyete davet eder."
("Mecmû'a-i Şerhu Hutbeti'l-Beyân li'l-Hüsâm el-Bitlisî", Konya Bölge Yazma Eserler Ktp. Akseki, nr.: 164, vr. 268)"Hatmü'l-velâyeti'l-Muhammediyye, O'nun hükmünün vâki olmasıyla, kendi zamânından sonra Allah'ı bilen birinin yapamayacağı bir biçimde yaratılanları Allah ile bilir. O ve Kur'an ihvânı, tıpkı Mehdî ve kılıç ihvânı gibidir."

("Fütûhâtü'l-Mekkiyye", c. 6, s. 67, Beyrut, 1994) Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri burada Hâtemü'l-evliyâ'nın ihvânını "Kur'an ihvânı" olarak vasıflandırmıştır. Bu ise onun ve ihvânının Kur'an âyetleriyle, yâni Ahkâm-ı İlâhî ile iş ve icraat yapacağına delâlet eder. Onun "Kalem"le yürüttüğü bu mücâdeleyi Mehdî kılıçla devâm ettirecek; yâni o kalemle yürüdü, Mehdî kılıçla yürüyecek. Hazret bu beyanları ile iki vazifeyi birleştirmiş, mütemmim hâle getirmiş oluyor.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Dünyanın Ömrü Pek Uzun Değil!

Bu devir; Hatem-i veli, Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm'ın çıktığı zamanlardır.
Kıyamete çok yakın bir devirde, seyyiat zamanında yaşıyoruz.
Ayet-i kerime'de:
"Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır." buyuruluyor. (Necm: 57)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bir defasında şehâdet parmağı ile orta parmağını yanyana göstererek:
"Ben, kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim." buyurmuşlardır. (Buhârî - Müslim)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kıyametten haber verdikleri gibi kıyametten evvel vuku bulacak hadiseleri, kıyamet alâmetlerini de ümmet-i muhtereme'sine haber vermiştir.
Hadis-i şerif'lerde haber verilen küçük kıyamet alâmetlerinin hemen hemen hepsi zuhur etti. Büyük kıyamet alâmetlerinin yaşanması an meselesi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın bu yaşanacak hadiseleri haber vermesi, onun zaman geçtikçe ortaya çıkan büyük bir mucizesidir. Zira onun 1400 yıl evvel haber verdiği hadiseler günagün cerayan etmektedir.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aramızda iken doğrulup, o günden kıyamete kadar olacak her şeyden bahsetti, kıyamete kadar olacak şeylerden söylemedik bir şey bırakmadı. Bunları belleyen belledi, unutan da unuttu. Şu arkadaşlarım da bunu bilirler. Unutmuş olduğum o şeylerden biri ortaya çıkıp görünce öylesine canlı hatırlıyorum ki, tıpkı kişinin gördüğü bir şahsın yüzünü o şahıs kaybolunca hatırlamadığı halde, daha sonra karşılaşınca hemen tanıyıvermesi gibi." (Buhârî - Müslim)
Resulullah Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın bildirmesi ve göstermesi ile bilerek görerek konuşuyordu.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez." (Fâtır: 14)
O, Allah-u Teâlâ'nın buyurduğunu ve gösterdiğini ümmetine duyurdu. Biz de Allah ve Resul'ünün duyurduğunu size hatırlatıyoruz.
Binaenaleyh artık ahir son zamanda yaşıyoruz. Hazret-i Mehdi'nin zuhuruna çok az kaldı. Allah'u-âlem daha 25-26 yıl gibi bir zaman var. (2006)
Ancak onun zuhuruna kadar çok büyük harpler çok büyük afatlar, çok büyük kargaşalıklar var.
İsrâ sûresi 58. Âyet-i kerime bu haberlerin hepsini içine alır.
Binaenaleyh "Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır."
Dikkat ederseniz hadiseler başladı. Bu zelzeleler, yere batmalar, kılık değiştirmeler şimdiden başladı. Dünyanın birçok yerleri sallanıyor, huzursuzluklar birbirini kovalıyor. Artık bu dalga böyle gidiyor. 1999 yılındaki büyük zelzele hadisenin başıdır, sonu değil.
Onun içindir ki gün bugündür ve bugünün de sonundayız. Dünyanın ömrü pek uzun değil. Fakat insanlar devrenin ucuna geldiğinin farkında değiller. Dünyaya dalacak, dünyaya meyledecek zaman değil. Ancak ihtiyacını, maişetini temin et, borçlu olma, borçlu ölme, ebedî hayatını kazanmak için gayret et!
Öyle bir gündeyiz ki doğana sevinmemeli, imanla göçene üzülmemeli. Bugün böyle bir gündeyiz.
Hazret-i Muâviye -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Belâ ve fitneden başka dünyanın hiçbir şeyi kalmadı." (İbn-i Mâce: 4035)
Harpler, kıtlıklar, kargaşalar, üçüncü dünya harbi, ticaret yollarının kapanması bunların hepsi önümüzdeki senelerde beklenen afatlardır. Resulullah Aleyhisselâm'ın haber verdiği kıyamet alâmetleridir.
Bunları arzediyoruz; irşad ve ikaz için. Tedbir almanız için.
"Tedirgin olmayın, tedbirli olun."
İrşad için kimse gayret etmiyor. Halbuki şu çok yakın zamanda bazı tehlikelerle karşılaşma ihtimalimiz var. Harp tehlikesi var, kıtlık tehlikesi var.
Takdir ne ise o olur!
Dikkat ederseniz bütün dünya sallanıyor, huzursuz! Amma sel, amma rüzgâr, amma afât, amma zelzele, Allah'ım beterinden korusun.
Bu felâketler müslümanlara dünya cezasını çektirir. Ahirette isterse kurtarır amma kâfirin hiç kurtuluşu yok.
Bundan sonra ne olacak, yaratan bilir! Hele büyük şehirlerde yıkım başladığı zaman... Kullar O'nun, mülk O'nun, hepsi O'nun...
"Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır." (Fetih: 14)
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst