Ömer ÖNGÜT'ün görüşleri:

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELÂM
İsa Aleyhisselâm, Allah-u Teâlâ'nın İsrâiloğullarına gönderdiği ve mucizevî bir şekilde doğmuş bir peygamberidir. Kudsî ruhla desteklenmiştir ve Allah-u Teâlâ'nın bir kelimesidir. Kendisinden önce Musa Aleyhisselâm'a verilen Tevrat'ı tasdik etmekle birlikte, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmek üzere gelmiş, muhataplarını Allah-u Teâlâ'nın kulluğuna yönelmeye teşvik etmiştir.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm'ın gerçek kişiliğini Âyet-i kerime'sinde şöyle beyan buyurmaktadır:
"Meryemoğlu İsa'ya açık mucizeler verdik." (Bakara: 87 ve 253)
"Ve onu kudsi ruh ile destekledik." (Bakara: 87 ve 253)
Gerek Âyet-i kerime'lerde, gerekse Hadis-i şerif'lerde; hayat menkıbesi anlatılan ulül-azm peygamberlerden birisi de İsa Aleyhisselâm'dır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
"İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa'ya dünyada ve ahirette en yakın olan benim. Bütün peygamberler kardeştir, bir babanın ayrı kadınlardan doğmuş evlatları gibidir. Dinleri birdir." (Buhari. Tecrid-i sarih: 1403)
Hıristiyanlık ve Teslis İnancı:
İsa Aleyhisselâm göğe yükseltildikten sonra Havarîler İsa Aleyhisselâm'ın vasiyeti üzerine dinini yaymaya çalıştılar. İnananlar hayli çoğaldı. Fakat zamanla hıristiyanlar da İsrâiloğulları gibi yoldan çıktılar, tefrikaya düştüler.
Yahudiler İsa Aleyhisselâm hakkında, babasız dünyaya geldiğini bahane ederek zinâ çocuğudur dediler, iftira ettiler. Hıristiyanlardan bir kısmı "İlâh" dediler, bir kısmı "İlâhın oğludur." fikrine saplandılar. Bir başka fırka da "Üçten biridir." demişlerdi.
Kur'an-ı kerim'de Allah-u Teâlâ'nın çocuğu olmaktan münezzeh olduğuna dair beyanlar sık sık ifade buyurulmaktadır:
"Allah çocuk edindi dediler. Hâşâ! O yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir." (Bakara: 116)
Allah-u Teâlâ'nın çocuk edindiğini söylemek, O'nun insanlara benzediğini söylemek mânâsına gelir. O halde hiçbir şeyin kendisine benzemediği Zât-ı Ecell-ü A'lâ'nın çocuk edinmesi aslâ düşünülemez. O, başlangıcı ve sonu bulunmayan yegâne yaratıcıdır.
"Elinizde O'nun çocuk edindiğine dair hiçbir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?" (Yunus: 68)
Allah-u Teâlâ onların ileri sürdükleri iddiâlardan ne kadar uzaktır! Çocuğu olduğunu haber vermediğine veya bu mânâya gelebilecek bir beyan Zât-ı Akdes'inden sâdır olmadığına göre, bu gibi kimseler kuru bir zanna ve kötü bir yalana isnat etmektedirler.
"De ki: Allah'a karşı yalan uyduranlar aslâ iflâh olmazlar." (Yunus: 69)
Korktuklarından emin, umduklarına nâil olamayacaklar, cennete değil cehenneme sevkedileceklerdir.
"Bak! Nasıl da Allah'a yalan yere iftira ediyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter!" (Nisâ: 50)
Bundan başka hiçbir günahları olmasa bile, bu iftiraları onların hepsini gölgede bırakan büyük bir günah olur.
"O hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, mukadderatını tayin etmiştir." (Furkan: 2)
Her şey bütün mukadderatı ile O'nun kudret eli altındadır. Her şeyin bir sınırı ve ölçüsü vardır ki, kul onu aslâ aşamaz. O'nun kudretine ise sınır ve son yoktur. Bunun içindir ki hiçbir şey, yaratılmış olma sınırını aşıp da O'na ortak olmaya güç yetiremez.
"Yahudiler: 'Üzeyir Allah'ın oğludur.' dediler." (Tevbe: 30)
Bu sapkın sözleri ile hıristiyanların: "Mesih Allah'ın oğludur." sözüne bir kapı açmış oldular.
"Hıristiyanlar da: 'Mesih (İsa) Allah'ın oğludur' dediler." (Tevbe: 30)
Başlangıçta bunu söyleyenler bir kısım hıristiyanlar ise de, sonradan hemen hepsi böyle söylemeye başladılar, hatta böyle söylemeyenleri kâfirlikle itham ettiler.
"Bu, daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek geveledikleri sözlerdir." (Tevbe: 30)
Bunlar ehl-i kitaptan olmakla beraber müşriklere benzerler ve müşrik sayılırlar.
"Allah onları kahretsin! Nasıl da uyduruyorlar?" (Tevbe: 30)
Bu iftiralarından dolayı Allah-u Teâlâ'nın ilâhî gadabına maruz kalmışlardır:
"Rahman çocuk edindi dediler." (Meryem: 88)
"Andolsun ki siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız." (Meryem: 89)
"Onlar o Rahman olan Allah'a çocuk iddia ettiler diye, bu sözden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti." (Meryem: 90-91)
"Halbuki Rahman olan Allah'a çocuk isnat etmek aslâ yakışmaz." (Meryem: 92)
Onlar yaratma ile üretme arasındaki farkı anlayamadılar. Doğurma ve doğmanın, her şeyden önce bir yaratmaya bağlı olduğunu düşünemediler.
Hıristiyanlar o ilk günahtan kurtulmak için aklı ve nefsi bu teslis inancına feda etmek gerektiğini ve bu fedâkârlığı yapmanın bu imanın şartı ve kurtuluş sebebi olduğunu iddiâ ederler ki, bütün bunlar Allah inancını hafife almaktan başka bir şey değildir. Büyük bir saygısızlıktır ve küfürdür.
Teslis inancı, hıristiyanlığın kaynağından gelen bir inanç değildir. Tahriften kaynaklanan bâtıl inancıdır.
Hıristiyanlık teslis inancı şu şekildedir:
"Bir ilâh baba'ya inanırız ki, her şeyin mâliki, görülen ve görülmeyen şeylerin yaratıcısıdır. Yine, Rab olan Mesih'e inanırız ki, Allah'ın oğludur ve bütün yaratılmışların ilkidir. Yaratılmış değildir, Baba'nın cevherinden Hak İlâh'tır. O'nun eliyle bütün âlemler vücud bulmuştur. O, herşeyin yaratıcısıdır. Bizim kurtuluşumuz için gökten inmiş, Ruhu'l-Kudüs'ten cesetlenip, insan olmuş, "Meryem" ona hamile olmuş ve bâkire Meryem'den doğmuştur." (Histoire des Sectes Chrétiennes, Sh: 52, 62)
Görüldüğü gibi, hıristiyan kredo'sunda önce, "görülen ve görülmeyen şeylerin yaratıcısı bir ilâh" kabul edilmiş, sonra da "Rab olan Mesih'e inanırız ki, Allah'ın oğludur." denilmiştir. Bu iki söz birbirine zıttır. Çünkü hıristiyanlar, önce bir Allah'a inandıklarını söylüyorlar, sonra da herşeyin Rab İsa'nın eliyle yaratılmış olduğunu belirterek İsa Mesih'i Rab kabul ediyorlar. Hem ilâh baba'ya inanmakla beraber, onu hem ilâh, hem oğul, hem de ruhû'l-kudüs olarak vasıflandırıyorlar. Bunların hangisi doğrudur?
Markos İncili'nde (12/30) "Dinle ey İsrâil! Allah'ımız Rab, bir olan Rab'dır." sözü ile Allah'ın bir olduğu ifade ediliyorken, Matta İncili'nde (28/19) "Şimdi, siz gidip bütün milletleri şâkird edin, onları baba ve oğul ve Ruhû'l-Kudüs ismi ile vaftiz eyleyin." sözü ile de teslise (üçleme) giriyorlar. Böylece "Allah'ımız Rab, bir olan Rab'dır." ifadesiyle tezata, tenakuza, çelişkiye düşüyorlar.
Matta İncili'nin bir yerinde (4/10) "Çekil git şeytan. Tanrın olan Rab'be tap, yalnız O'na kulluk et." denilirken, yine Matta İncili'nin başka bir yerinde (28/17) "İsa'yı gördükleri zaman ona tapındılar." denilmektedir. Bunun hangisi doğrudur. Bu büyük tenakuz, çelişkidir.
Görüldüğü gibi İnciller kendi aralarında büyük tezata düşmektedir. Bir yerde hem "Allah'a tap" deniliyor, diğer bir yerde "İsa'ya tapındılar" deniliyor. Bu nasıl bir çelişkidir. Bu dinin asliyetinin bozulduğu aşikârdır.
Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm hakkında gerçek dışı beyan ve inançlarda ısrar eden ehl-i kitabın bu müfrit telâkkilerini reddeder. Hıristiyanların Allah'ı bırakıp İsa Aleyhisselâm'a tapacak kadar onun hakkında aşırı tazimde bulunmak suretiyle düştükleri durumu anlatarak şöyle buyurur:
"Ey Ehl-i kitap! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin." (Nisâ: 171)
Onu ancak yüksek sıfatlarıyla, güzel isimleri ile nitelendirin. O'na bir eş ve bir çocuk veya buna benzer zatına yakışmayan şeyleri nispet etmeyin.
"Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberidir." (Nisâ: 171)
O sadece Allah-u Teâlâ'nın peygamberlerinden bir peygamberdir, sizin iddia ettiğiniz gibi Allah'ın oğlu değildir.
"Meryem'e ulaştırdığı kelimesidir." (Nisâ: 171)
O'nun taraf-ı izzetinden tecelli eden bir emirdir. "Ol" emr-i şerifiyle var olmuştur.
"Ve O'ndan bir ruhtur." (Nisâ: 171)
Kendisinin yaratmasıyla meydana gelen bir ruhtur. O'nun "Kün" emri ile bir mucize olarak vücuda getirdiği için kendisine bir şeref olmak üzere "Kelimetullah" denilmiştir. Bu ruhun Allah-u Teâlâ'ya izafe edilmesi şerefini yükseltmek içindir. Allah-u Teâlâ onunla bir çok ölü kalplere hayat vermiştir.
Şu halde;
"Allah'a ve peygamberlerine inanın. (Allah) üçtür demeyin." (Nisâ: 171)
Ne "İlâhlar üçtür: Allah, Mesih, Meryem'dir." diye açık bir şirk ile; ne de "Allah üçtür: Baba, oğlu, ruhü-l Kuds üç esas, üç şahıs olarak tek esastır." gibi yorumlu şirk ile "Üç İlâh" anlayışına sapmayınız.
"Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Şüphesiz ki Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter." (Nisâ: 171)
İsa Aleyhisselâm kendisine insan olmanın dışında bir sıfat yakıştırmak isteyenlere kul olduğunu hatırlatmak ihtiyacı duymuş ve:
"Ben ancak Allah'ın kuluyum." buyurmuştur. (Meryem: 30)
Muhataplarına: "Beni ilâh edinin." dememiş:
"Şüphesiz ki Allah benim de Rabb'im, sizin de Rabb'inizdir. O'na kulluk edin. İşte doğru yol budur." buyurmuştur. (Meryem: 36)
Allah-u Teâlâ Tevhid akidesini temelinden yıkan Üç İlâh (Teslis) inancının doğuracağı elim âkıbeti haber vermektedir. Allah'tan başka iki ilâh edinenlerle İsa Aleyhisselâm ilâhî huzurda yüz yüze getirilecekler, Allah'a ve Peygamber'ine iftira edenler hak ettikleri cezayı göreceklerdir.
"Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor! Biz Rahman'dan başka tapılacak ilâhlar kılmış mıyız?" (Zuhruf: 45)
Allah öyle bir Allah'tır ki, İhlâs sûre-i şerif'inde beyan edildiğine göre "Doğmamış, doğrulmamıştır." Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.
Kur'an-ı kerim'inde Hazret-i Allah onlara şöyle cevap veriyor:
"Resul'üm! De ki: O Allah bir tektir. Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." (İhlâs: 1-4)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize hitap ederek bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Rahman'ın çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki elbette ben olurdum.
Göklerin ve yerin Rabb'i, arşın da Rabb'i olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bırak onları! Kendilerine vaad edilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar." (Zuhruf: 81-82-83)
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde Zât-ı akdes'ine kullarından bir parça isnad edenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Kullarından bir kısmı, O'nun bir cüz'ü kıldılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür." (Zuhruf: 15)
O'na çocuk nispet etmek bir küfürdür, küfür ise her türlü nankörlüğün esasıdır.
İsa Aleyhisselâm'ın Kulluğunun
Peygamberliğinin Delilleri:

İsa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'nın kulu ve Resul'üdür.
Yuhanna İncili'nde (6/14) "Gerçekten, dünyaya gelecek peygamber budur." Matta İncili'nde (15/24) "Ben İsrâil evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim." Luka İncili'nde (7/16) "Aramızda büyük bir peygamber ortaya çıktı." ifadeleri ile yine Matta İncili'nde geçen (13/57) "Bir peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir." cümlesi, İsa Aleyhisselâm'ın açıkça resül, elçi ve gönderilmiş bir peygamber olduğunu gösterir. Diğer taraftan bütün bu ifadeler "Allah'ın oğlu." tabirleri (Luka: 9/35, Matta: 3/17, Markos: 1/11, Yuhanna: 1/18) ile tenakuza düşmektedir. İsa Aleyhisselâm için bir yerde "Peygamber" başka bir yerde "Allah'ın oğlu" diyorlar. Böyle bir durum ilâhi bir kitapta ve dinde olmaz.
Kur'an-ı kerim de bu durumu sarih bir şekilde beyan eder. Âyet-i kerime'de onun bir kul ve Allah'ın elçisi peygamber olduğu bildirilmiştir:
"Hani havarilere, 'Bana ve peygamberime iman edin' diye ilham etmiştim. Onlar (da), 'İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol' demişlerdi." (Mâide: 111)
Buna karşı Ey hıristiyanlar! "Mesih nasıl kul olur?" demeyiniz.
"Mesih de, Allah'a yaklaştırılmış mukarreb melekler de, Allah'a kul olmaktan aslâ çekinmezler.
Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna toplayacaktır." (Nisâ: 172)
"O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrâiloğullarına numune kıldığımız bir kuldur." (Zuhruf: 59)
İsa Aleyhisselâm bir beşerdir, insanlara hidayet yolunu göstermek için Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Peygamberlik vazifesi ise halkı Allah'ın birliğine ve yalnız O'na kulluk yapmaya dâvet etmekten ibarettir.
İncil'in Tahrif Edilmesi:
İlâhi vahiy olan semâvi kitaplar her türlü tezat ve ihtilaftan uzaktır. Zira gönderilen elçiye verilen kitap kelâmullah'tır. İncil'in tahrif edilmiş olduğu dört İncil'in bulunmasından, bu incillerin, birbiri ile çelişip tezata düşmesinden, farklı bilgiler vermesinden, alenen anlaşılır.
Yine Matta incilinin amacı; İsa'nın yaşamı, ölümü, dirilişi üzerinedir. Markos en kısa İncil olup, insanların İsa Aleyhisselâm'a gösterdikleri ilgi ve İsâ Aleyhisselâm'ın hayatından çokca bahseder. Luka ise daha kitabının başında amacının İsa Aleyhisselâm'ın yaşamını doğru ve ayrıntılı biçimde anlatmak olduğunu açık seçik ortaya koyuyor. Kitabını Teofilos'a hitaben (Luka: 1/3) yazdığını belirtmesi İsa Aleyhisselâm'a âit olmadığını gösterir. Yuhanna ise incili bizatihi kendisinin kaleme aldığını; "Onun adıyla yaşama kavuşasınız" (20/30-31) diyerek belirtmiştir.
İlâhi vahiy ise ancak Allah'ın kelâmı, sözü, beyanıdır. Peygamber ve ümmetine Allah'ın koyduğu kanunları, emirleri, nehiyleri içerir. Geçmiş peygamberlerden ve ölümden sonrasından haber verir.
Görüleceği üzere bu bahsedilen inciller İsa Aleyhisselâm'dan sonra yazılmış ve onun hayatını kaleme almışlardır. İlâhi vahyin nüshaları karışmış ve fakat İsa Aleyhisselâm'a inen gerçek incil tahrif edilmiştir. İncelendiğinde, akl-ı selim ile düşünüldüğünde bu gerçek açıkça görülebilecektir.
Bir kere inciller, İsa Aleyhisselâm'dan yüzyıl gibi bir zaman sonra yazılmışlardır, İsa Aleyhisselâm'ın dili ile yazılmamışlardır. Hatta Yeni Ahid'de yazıldığına göre İncil yazarları; "Sözlü söylentiyi saptayan ilk hıristiyan topluluğunun sözcülerinden başka birşey değildir..." "İncil yazarlarından herbiri kendi uslûbuna, kendi kişiliğine, kendine özgün dini kaygılarına göre, çevrelerindeki gelenekten aldıkları sözler ile hikayeler arasında bir takım bağlar kurmuşlardır."
Binaenaleyh İsa Aleyhisselâm'a indirilen İncil'in sonradan insan eliyle yazıldığı ve tahrif edildiği anlaşılmaktadır.
İncil'in tahrif edildiğini Kur'an-ı kerim şöyle haber vermektedir:
"Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde 'Bu Allah katındandır.' derler. Onlar bile bile Allah'a iftirâ ediyorlar." (Âl-i imran: 78)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Şimdi siz (ey müminler) bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardır ki, Allah'ın sözünü işitirler de düşünüp akıl erdirdikten sonra bile bile onu değiştirirlerdi." (Bakara: 75)
Tevrat'ın tahrif edildiğine dair ise şöyle buyurulmaktadır:
"Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler ve kendilerine belletilenlerin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan dâima hâinlik görürsün. Onları affet ve aldırma. Şüphesiz ki Allah iyilik yapanları sever." (Mâide: 13)
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm'ın
İncil'de Haber Verilmesi:

Allah-u Teâlâ tarafından Hazret-i İsa Aleyhisselâm'a verilen İncil'in asılları, daha sonraları insan sözü ile karıştırılıp tahrif edilmesine rağmen şu anda mevcut olan nüshalarda Peygamberimiz Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceğine dair bazı işaretlere rastlanmaktadır.
"Bununla beraber ben size hakikatı söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem Tecellici size gelmez. Fakat gidersem onu size gönderirim. Ve o geldiği zaman günah için ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir." (Yuhanna: 16/7-8)
"Size söyleyecek daha çok şeyim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Ama o Hakikat ruhu gelince, size her hakikate yol gösterecek, çünkü kendiliğinden söylemeyecektir. Fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir."(Yuhanna: 16/12-13)
"Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız ben de babaya yalvaracağım ve O size başka bir tecellici, hakikat ruhunu, verecektir; ta ki, daima sizinle beraber olsun." (Yuhanna: 14/15-16)
"Fakat benim ismimle babanın göndereceği tecellici, ruhul-kudüs, O size her şeyi öğretecek ve size söylediği herşeyi hatırınıza getirecektir." (Yuhanna: 14/26)
Bunlar İsa Aleyhisselâm'ın hıristiyanların bugün ellerinde bulunan İncil'deki bizzat kendi ifadeleridir. İsâ Aleyhisselâm yakınlarına kendinden çok daha faziletli bir peygamberin geleceğini ve ona iman etmeleri gerektiğini bildiriyor. Aynı zamanda onun fazilet ve meziyetinin yüksek olduğunu haber veriyor.
Bu sebepledir ki, ehl-i kitap âlimlerinden bazıları, beklenen peygamber geliverince hemen iman ettiler.
"Kendilerine kitap verdiklerimiz (Peygamber'i), kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlara gelince, onlar iman etmezler." (En'am: 20)
Yeryüzüne Geliş:
İsa Aleyhisselâm, Deccal'in fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecek ve icraatlarını gerçekleştirecektir.
İsa Aleyhisselâm'ın halen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek Muhammed Aleyhisselâm'ın şeriatı ile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücadele mücahede edeceğine inanmak farzdır.
Bu husus tevatür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
Ümmet-i Muhammed'in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.
İsa Aleyhisselâm'ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir." (Zuhruf: 61)
İsa Aleyhisselâm'ın yeryüzüne inmesi de kıyametin en büyük ve en bariz alâmetlerinden birisidir. Allah-u Teâlâ kıyametin kopmasından az önce onu gökten indirecektir. Onun belirmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu anlaşılır.
"Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce İsa'ya muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onlara şâhit olacaktır." (Nisâ: 159)
Bu ehl-i kitap, âhir zamanda onun nüzulü esnasında hayatta bulunacak olan kitap ehlidir. Yeryüzüne indiği zaman onun vefatından önce bütün ehl-i kitap iman edeceklerdir. O zaman bütün insanlar İslâmiyet'e nâil olacaklar, bir ümmet halinde bulunacaklardır.
Mehdi Resul ve İsa Aleyhisselâm zamanında gerçeği görererek iman edenler de aynı sözü söyleyecekler. İman ettikçe hatırlanacak.
İsa Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; çok sürmez Meryemoğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır." (Buhari. Tecrid-i sarih: 1018)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz'e İman Etmeyen Cennete Giremez:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim Peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." (Müslim)
Mümin ve muvahhid olmayı arzu eden kimse onun peygamberliğini tasdik etmedikçe, hiçbir iyiliği makbul olmaz, cennete de giremez. Zirâ bütün peygamberler âhir zaman peygamberini tasdik etmişlerdir. Onlara indirilen kitaplar içinde Muhammed Aleyhisselâm'ın peygamberliği açıkça beyan olunmuştur.
Âyet-i kerime'de:
"O daha öncekilerin kitaplarında da vardır." (Şuarâ: 196)
Yani Hakk Celle ve Alâ Hazretleri gerek Tevrat'ta gerekse İncil'de onun fazileti ve meziyetini, daha gelmeden evvel buyurmuş ve duyurmuştur.
Ehl-i kitap bu suretle onun geleceğini biliyordu. Nasibdar olanlar iman şerefiyle müşerref oldular, kibrine yediremeyenler de ebedi hüsrana uğradılar. Çünkü bu hakikat onlara bildirilmişti. Bildirildiğinden ötürü de ebedi hüsrana uğradılar.
Bütün meleklerin, peygamberlerin, ulvî ve süflî yaratılmışların malumu idi. Zamanı ile mekânı ile bilinen bir durumu vardı. Ona iman etmeyenler inat ve hasetlerinden iman etmediler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'-in ism-i şerifleri ve vasıfları Tevrat'ta da İncil'de de yazılı bulunuyordu.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onlar ki yanlarında bulunan Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyarlar." (A'raf: 157)
Yahudiler Tevrat'ta hıristiyanlar İncil'de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler ve onun gelmesini beklediler. Her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve geldiği zaman inanmalarını tenbihledi. Bu sebeple her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamberin Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler. Halbuki onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.
Peygamberler onun gönderileceğini ümmetlerine müjdelediler ve ona tâbi olmalarını emrettiler. Onun sıfatları peygamberlerin kitaplarında, tahrif edilmelerine rağmen hâlâ bulunmaktadır.
Meselâ Matta İncilinde İsâ Aleyhisselâm'ın şu beyanı yer almaktadır:
"O ki, benden sonra gelecek, benden evvel yaratılmıştır. Ben onun papuçlarının bağını çözme hizmetine bile lâyık değilim."
Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm'a mikatte ve Tevrat'ta, âlemlere rahmet olan son peygamberi bildirmiş ve istenilen rahmet ve iyiliğin onun ümmeti için yazılacağını vaad ederek, İsrâiloğullarından ona yetişeceklerin ona iman etmelerini ve uymalarını böylece teşvik etmiştir. Tevrat'tan sonra ve Kur'an-ı kerim'den önce İncil'in geleceğini haber verip açıklamıştır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin peygamber olarak gönderildiği sırada Tevrat'ı ve İncil'i hakkıyla okuyup anlayan kitap ehli, ona uymak sayesinde rahmete nâil olabileceklerini ellerindeki kitaplarında yazılı olarak buluyorlardı.
Yahudiler Tevrat'ta, hıristiyanlar İncil'de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler. Onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar." (Bakara: 146 - En'am: 20)
Âyet-i kerime'de "Seni tanırlar" buyurulmayıp da "Onu tanırlar" buyurulmasında mühim bir incelik vardır.
Şöyle ki; Tevrat'ta "Musa'ya benzer bir peygamber" diye vasıfları anlatılmış bulunduğu için öteden beri ehl-i kitap tarafından: "O peygamber" diye anılır ve böyle tanınırdı. "O" dedikleri zaman bunu anlarlardı. Ancak onun Muhammed Aleyhisselâm olduğunu gösterecek bir belgeye ihtiyaç vardı. Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği apaçık âyetler karşısında o zamanki ehl-i kitap âlimlerinin hiçbir şekilde şüphe ve tereddüdü kalmamıştı. Bunu çocuklarını bildikleri gibi kesin bir şekilde biliyorlardı.
Nitekim Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-, yahudi âlimlerinden müslüman olan Abdullah bin Selâm -radiyallahu anh-e sorduğu zaman şöyle demişti:
"Ben onu oğlumu bildiğimden daha iyi bilirim. Çünkü onda hiçbir şüphe ve tereddüte yer yoktur. Fakat çocuklarımıza gelince, ne bileyim, belki anneleri hiyanet etmiş olabilir."
Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- onun başını öpmüştü.
Bu Âyet-i kerime hususiyetle şunu da ispat ediyor ki, sadece bilmek iman etmek için yeterli değildir. İtaat etmek, boyun eğmek, hakikati gizlemeyip açıktan ikrar ve itiraf etmek de lâzımdır.
Ehl-i kitap âlimleri o peygamberi kalben çok iyi tanıdıkları halde mümin olmamışlar, aksine bile bile gerçeği gizlediklerinden dolayı inatçı kâfirlerden olmuşlardı.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyuruluyor:
"Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler." (Bakara: 146)
Bile bile onun vasıflarını gizleyenler bilginleridir. Bildikleri hakikati avam halktan gizlerlerdi.
"Kendilerini hüsrana uğratanlara gelince, onlar iman etmezler." (En'am: 20)
Beklenen peygamberin Araplar arasından gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler.
İşte ırkçılığın insanlara bu kadar zararı ve tahribatı oluyor, ebedi azaba maruz bırakıyor. Bu inkâr ırkçılıklarından ötürüdür. Gerek yahudi gerekse hıristiyanlardan ancak iman edenler kurtulmuştur.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ

Önce Küçük Alâmetler Zuhur Edecektir:


Öyle bir zamana geldik ki, bütün kötülüklerin bir bir ortaya çıktığı seyyiat zamanını yaşıyoruz.
Ve kıyametin küçük alâmetleri bir bir çıkmaya, zuhur etmeye başlamıştır. Ve bu hal son deccale kadar devam edecektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm’ın yalnız ismi, imanın resmi, Kur’an’dan ise harf ve hurufat kalacak.
Gayretleri mideleri, dinleri para, kıbleleri karıları olacak. Onlar aza kanaat etmeyecekler, çok ile de doymayacaklar.”
İnsanlar bu hâle geldiği zaman bunlar zuhur edecek ve çeşitli ibtilâlara maruz kalacaklar. Bunun içindir ki içki, kumar, fuhuş, faiz, denize çırılçıplak girilmesi, futbol gibi ve buna mümasil küfür âdetlerinin yerleşmesi, bunların yaygınlaşması, hakikatin kalkması ile artık insanlar her şeye müstehak olmuş demektir.
Halk çok bunalacak. Bunun da sebebi küfre boyun eğmeleridir. Bu isyanlarının cezalarını göreceklerdir.

Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsi’de buyurur ki:
“Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor! Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor.” (Taberânî)
İşte bugün medeniyet adı altında kâfir ve münafıkların bu kadar ileri gitmelerine sebep; kadınların çılgın, erkeklerin sarhoş, orta tabakanın şaşkın, zenginlerin azgın oluşundan ve halkın da bölücülerin peşinden koşuşundandır. Allah-u Teâlâ da azap üstüne azap indiriyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemleri ve dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.” (Deylemî)
Böyle zamanda böyle insanlar gelecek ve insanlar da böyle cezalanacak.
Dünya cezaları böyle olduğu gibi, ahiretteki cezaları da ebedî cehennemde kalmalarıdır.
Hak ve hakikatten saptıkları için başlarına bu belâlar gelecek. Başlarındaki âmirler de öyle olacak.
Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Fuhuş ve ahlâksızlık açıkça yapılıncaya ve dirhem ile dinara tapılıncaya kadar, şöyle şöyle oluncaya kadar kıyamet kopmaz.” (Ahmed bin Hanbel)
Bütün bu Hadis-i şerif’ler kıyametin küçük alâmetlerinin bir bir zuhur ettiğini göstermektedir.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
İlmin Ortadan Kalkıp Cehâletin Yerleşmesi:
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İlmin kalkması, bilgisizliğin yerleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinanın aleni yapılması elbet kıyamet alâmetlerindendir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 71)
Zaten ilmin kalkmasından sonra bütün bu haller türedi ve zuhur etti. Bütün bunlar küçük alâmetlerdir.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İlmin azalması, bilgisizliğin çoğalması, fuhşun alana çıkması, kadınların çoğalması, elli kadına bir erkek düşecek kadar erkeklerin azalması kıyamet alâmetlerindendir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 72)
Yetişen âlimler sırf dünyalık elde etmek için yetişti, hakiki âlim yetişmedi.
Zamanımızda Allah için tahsil yapan yok, memuriyet alayım ve geçineyim tahsili var.
İlmin olmayışı ve kötü âlimlerin sebebiyle insanları irşad ve ikaz eden olmayacak. Dolayısı ile fuhuş da alenen olacak.
Öyle harpler olacak ki, bu harplerde çok erkek zâyi olacak. Sayı itibarı ile elli kadın bir erkeğin himayesine girecek. Önümüzdeki harpler Allah-u âlem bunu gösteriyor.
Üçüncü dünya harbi bir âfâttır. Çinlilerin istilası ise bir helâkiyettir.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Allah-u Teâlâ ilmi size ihsan buyurduktan sonra (hafızanızdan) zorla çekip almaz. Lâkin âlimleri, ilimleri ile beraber cemiyet içinden alır, ruhlarını kabzeder. Artık kara câhil bir zümre kalır. Halk bunlardan dini ihtiyaçlarını sorarlar, onlar da (Âyet, Hadis gözetmeden) kendi düşünce ve arzularına göre fetva verip, hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar.” (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 2174)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bid’at sahibi, mânen küçük kişilerin yanında ilim aramak, kıyamet alâmetlerindendir.” (Câmiu’s-sağîr: 2475)
Halk mânen boş olduğu için boş lâfları satın almaktadırlar.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Dünyaya karşı zühd dilde kalmadıkça, takvâ da yapmacık hâline gelmedikçe kıyamet kopmaz.” (Câmiu’s-sağîr: 9856)
Nice müttaki görünen kimseler vardır ki, uzaktan baktığın zaman onu müslümanların en ön safında görürsünüz, fakat takvâ içine nüfuz etmemiştir.
Abdullah bir Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet yaklaştı. Halbuki insanların dünyaya karşı ancak hırsları artıyor, Allah’tan uzaklaşıyorlar.” (Hâkim)
Bu Hadis-i şerif’lere bakan bir ayna gibi kendisini görür, ona göre kendisini ayarlar.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Gök Kubbe Altındaki En Şerli Kişiler:


Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur ki:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.
Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” (Beyhakî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bugünkü mescidleri olduğu gibi görmüşler. Kubbeli kubbeli camiler, yeşil yeşil halılar ne kadar güzel, ne kadar imarlı, fakat içinde adam yok.
Bir Hadis-i şerif’lerinde de buyurur ki:
“İnsanlar mescidlerle birbirine karşı övünmedikçe kıyamet kopmaz.” (Nesâi)
“Ben daha güzel cami yaptım, filân şehir şöyle cami yaptı!..” diyerek, Allah için değil de nam ve şöhret için yapacaklar. Bununla iftihar edecekler.
Tahareti bilmez, istibraya dikkat etmez, daha camiye girmeden abdesti bozulmuştur, abdestsiz namaz kılar.
Kimisi hanımının mehrini vermemiştir, öldükten sonra verileceğini zanneder, kendi âilesi ile zina yapar. Ya fâizcidir, ya bölücüdür. Mescidlerin içi adam dolu, fakat hidayetten mahrum.
Ulemânın durumu ise meydanda. Bunların yaptığı tahribatı hiçbir papaz ve hiçbir kâfir yapamaz. Çünkü onların cephesi var, tedbirini alırsın. Fakat bunlar İslâm gibi göründükleri için, çok büyük tahribat yaparlar. Dinleyenler sözüne inanır, müslümansa İslâm’dan çıkar, kâfir ise zaten küfründe devam eder.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm’ı yaşamak, emr-i ilâhî’yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gökkubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibi sapıklar, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Bu fitneler gökkubbe altındaki en şerli insanlar olan bu zâhirî ulemâdan çıktı. Münâfık âmirlerden de çıktı. Kâfirlerin icraatları ise zaten aleni idi. Ve fakat Allah-u Teâlâ bu fitneyi çıkaranların karşısına, çıkardıkları fitneleri çıkaracaktır. Zira Resulullah Aleyhisselâm’ın bu fitnelerin yine onları bulacağına dair işaretleri bulunuyor.
Hakiki müctehidler ictihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.
Onun içindir ki gökkubbe altında en şerli insanlardır.
Gerek fetvacılar, gerek din kurucular ve gerekse âhir zaman uleması, bunların hepsi bu kapsamın içindedir. Şu kadar var ki bu yaptıkları yanlarına kalmayacak. Bu fitneyi fesadı çıkardılar ve fakat yine onlara dönecek ve bunun zararını onlar çekecekler.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Birbirini Takip Eden Alâmetler:


Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“Devlet malı belirli çevrelerin menfaati yapıldığı, emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı, ilim dinden başka gaye için tahsil edildiği, kişi karısına itaat edip annesine âsi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı, mescidlerde gürültüler başgösterdiği, fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu, şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu, şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği, şaraplar içildiği ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman; işte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.” (Tirmizî: 2308)
Hadis-i şerif’in açıklaması:
“Devlet malı belirli çevrelerin menfaati yapıldığı.”
Devlet malı birkaç şahsın elinde olacak ve bunu istedikleri gibi kullanacaklar. Kim fazla çalarsa o çok rağbet görecek.
Devleti idare edenler, halka âit malları kendi üzerlerinde toplamaya çalışacaklar, halkın kazancını vergiler vasıtası ile ellerinden alacaklar ve bunu rahatça hem yiyecekler hem de yığacaklar. Kendileri büyük refah içinde yaşayıp halk sıkıntı çekecek.
Zâlimin zulmü artacak, mazlum ise inleyecek.
Çünkü onlar Hakk’a yönelmeyecek, halka yönelecek. Her yöneldiği kimse başına kaynar su dökecek. “Yandım!” diyecek, yine ona sokulacak. Niçin? Şaşkın olduğu için.
Fakat hakikat ehli yine kanaat sebebiyle huzurludur. Onlar halka hiç bir zaman rağbet etmezler, Hazret-i Allah’a ve Resul’üne rağbet ederler. Fakat bunlar da pek azdır.
“Emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı.”
Bu kötülük zamanında emanet ganimet bilinecek, onu vermemeye gayret edilecek.
Binaenaleyh böyle bir zamanda çok tedbirli olmak gerekiyor. Çünkü itimat kalkmıştır. Bunun da sebebi kalpte imanın olmayışıdır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Münâfığın alâmeti üçtür: Söylerse yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilirse hıyanet eder.” (Buhârî Tecrîd-i sarîh: 31)
Bundan ötürü bu haller husule gelecek.
“İlim dinden başka gaye için tahsil edildiği.”
İlim Allah için değil, memuriyet için, geçim için tahsil edilecek. Görünüşte ilim tahsil ediyor denilecek, fakat menfaat, nam ve şöhret için tahsil edilecek, onların Allah-u Teâlâ ile ilgileri olmayacak.
“Kişi karısına itaat edip annesine âsi olduğu.”
İşte böyle bir zamanda amellerinin karşılığı olarak Allah-u Teâlâ onların başına kadın idareciler getirir. Bu kötü icraat onların amelidir.
“Dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı.”
Dinden imandan uzaklaşan bir millet, Allah-u Teâlâ’nın her emrini bıraktığı gibi;
“Biz insana anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir.” (Ahkâf: 15)
Emr-i şerif’ini de bırakmıştır. Kalbi tamamen ters döndüğü için, ana-babasına yapamadığını başkalarına yapıyor.
“Mescidlerde gürültüler başgösterdiği.”
Gerçek mânâda tâzim ve saygı kalkacak, herkes aklına geleni söyleyecek. Tabii ki bu söylenenlerin hepsi ahkâma mugayir olacak.
“Fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği.”
Bu seyyiat zamanı öyle bir devirdir ki, baştakiler hep fâsık ve münafık olacak.
“Aşağılık adamın milletin lideri olduğu.”
Halkın içinden asaletsiz, ********, haysiyetsiz insanlar milletin başına geçecekler. Yani ayak takımı başa, baştakiler ayak altına alınacak.
“Şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu.”
O zâlimler başa geldiğinde şerleri çok olacak. Halk korkup menfaatlerinden onlara boyun eğmek zorunda kalacak.
“Şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği.”
O zamanda bunlara itibar edilecek. Bütün fuhuş, fenalık, rezalet alenen meydanda olacak ve bunlara rağbet edilecek. Allah-u Teâlâ onlara lânet eder ve hiçbir surette onlara rahmet nazarı ile bakmaz.
“Ve bu milletin sonunda gelenler, evvel gelenleri lânetlediği.”
Öyle bozuk bir nesil gelecek ki, o kadar asaletsiz türemeler türeyecek ki, ecdadı ile övünmeyecek de içindeki kötülüğü onlara hamledecek, bu asaletsiz ayak takımı onlara hakaret nazarı ile bakacak.
Oysa geçen devirler, değil müslümanları, dünyayı hayrete düşüren en güzel hasletlerle dolu idi. Onlar iman, şecaat, cesaret, adalet, fazilet sahibi idiler.
“İşte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.”
Kızıl rüzgâr, yani insanlar bu hale geldikten sonra harp felâketini bekleyin. Allah-u Teâlâ bu vesile ile intikamını alır ve o milletin helâkına vesile olur. Bu azgınlığın cezası böyle olur.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Kişinin camiye girip de iki rekât namaz kılmaması, tanıdığı kimselerden başkasına selâm vermemesi ve küçüklerin yaşlılara iş buyurması kıyâmet alâmetlerindendir.” (Câmiu’s-sağîr: 8228)
Bunlar küçük alâmetlerdir ve bunlar sıra ile geliyor. Bunlardan sonra büyük alâmetler zuhur etmeye başlar.
Bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet yaklaştığı zaman taylesan giymek çoğalır. Ticaret artar, mal çoğalır, servet sahibi yüceltilir, fuhuş (her türlü kötülük) çoğalır.
Çocuklar yönetici olur. Kadınlar çoğalır. Hükümdar zâlim olur. Ölçü ve tartıda hile yapılır.
O zaman bir adamın köpek yavrusu beslemesi, kendisi için bir evlât büyütmesinden daha hayırlı olacaktır.
Büyüğe karşı saygı, küçüğe merhamet gösterilmeyecektir.
Zina mahsulü çocuklar çoğalır; öyle ki yolun ortasında adam kadının üzerine abanır (zina eder).
O vakitte bulunanların en iyisi: ‘Keşke yoldan ayrılsaydınız!’ derler.
Kurt (gibi) kalpler üzerine koyun postları giyerler.
O vakitte bulunanların en iyisi dalkavuk kimse olacaktır.” (Hâkim, Müstedrek; 3/343 - Kenzü’l-Ummâl: 38501)
Bu Hadis-i şerif’ten işin artık iyice çığırından çıktığı anlaşılıyor.
Fakir der ki: “Öyle bir zamandayız ki doğana sevinmeyin, ölene üzülmeyin.” İşte o gün bugün.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Karşılıksız Kalmayan İsyanlar:
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Şu beş şey sizin aranızda vuku bulsa nasıl olursunuz? Onların aranızda vuku bulmasından veya onlara ulaşmanızdan Allah’a sığınırım.
Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.
Bir topluluk zekât vermeye mâni olduğunda, gökyüzünden gelen yağmur onlardan kesilir. Hayvanlar olmasaydı hiç yağmur yüzü görmezlerdi.
Bir topluluk ölçü ve tartıyı eksik tuttuklarında, kıtlık, geçim sıkıntısı ve zâlim idareci ile cezalandırılırlar.
Âmirleri Allah’ın indirdiğinden başka şeylerle hükmettikle-rinde Allah, onların üzerlerine düşmanları musallat kılar ve ellerinde bulunan şeylerin bir kısmını tüketir.
Allah’ın kitabını ve Resulullah’ın sünnetlerini bir kenara bıraktıklarında, Allah birbirine düşürür.” (İbn-i Mâce: 4019)
Hadis-i şerif’in açıklaması:
“Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.”
Şimdiki zaman tarif ediliyor. Öyle hastalıklar var ki, ismi bile belli değil. Bir ahlâksızlık başgösterdiği zaman Allah-u Teâlâ bir hastalık musallat ediyor.
“Bir topluluk zekât vermeye mâni olduğunda, gökyüzünden gelen yağmur onlardan kesilir. Hayvanlar olmasaydı hiç yağmur yüzü görmezlerdi.”
Zamanımızdaki bütün bölücüler fakirin kapısını kapatıp hakkını gasbediyorlar. Zekâtı kendileri toplayıp, aralarında bölüyorlar. Zekât paraları ile bina kuruyorlar, lüks ve refah içinde yaşıyorlar. Bu ise büyük bir hıyanettir, gadab-ı ilâhî’ye vesiledir.
Bunun içindir ki kuraklık, harp, zelzele gibi çeşitli ibtilâlara, âfatlara bu millet maruz kalabilir.
Ve nihayetinde de Allah-u Teâlâ bunları yapanların kökünü keser. Şimdilik onlara ruhsat veriyor.
Halk hâlâ bunları müslüman zannediyor. Çünkü halk da balık otu yutmuş.
“Bir topluluk ölçü ve tartıyı eksik tuttuklarında, kıtlık, geçim sıkıntısı ve zâlim idareci ile cezalandırılırlar.”
İşte bugün olduğu gibi.
“Âmirleri Allah’ın indirdiğinden başka şeylerle hükmettiklerinde Allah, onların üzerlerine düşmanları musallat kılar ve ellerinde bulunan şeylerin bir kısmını tüketir.”
Aynı bugün olduğu gibi.
“Allah’ın kitabını ve Resulullah’ın sünnetlerini bir kenara bıraktıklarında, Allah onları birbirine düşürür.” (İbn-i Mâce: 4019)
Bugün olduğu gibi müslümanlar paramparça olmuşlar, herkes kendi dinini kendi partisini kuvvetlendirmek ve ayakta tutmak için çalışıyor. İslâm dini umurunda bile değil, İslâm dini ile onun hiçbir ilgisi yok.
Sevban -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Size çullanmak üzere yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi birbirini çağıracakları zaman yakındır.” buyurdu.
Orada bulunanlardan biri:
“O gün sayıca azlığımızdan mı?” diye sordu.
“Hayır! Bilâkis siz o gün çoksunuz. Fakat sizler bir selin getirdiği çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöp durumunda olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” cevabını verdi.
“Zaaf nedir yâ Resulellah?” denildiğinde:
“Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdu. (Ebu Dâvud: 4297)
Ebu Mâlik el-Eş’arî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Benim ümmetimden bazı insanlar muhakkak ki içki içip ona adından başka isim takacaklar. Baş uçlarında çalgılar çalınacak ve şarkıcı kadınlar şarkı-türkü söyleyecekler. Allah onları yere batırsın ve onlardan maymunlar, domuzlar yapsın!” (İbn-i Mâce: 4020)
Geçmiş ümmetlerde bu durum gerçekten olmuştur. Kıyamete yakın dönemde sapıtmış insanların başına bu felâketler gelebilir.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0

burası genel bir konudur. herkes eleştirildiği gibi ömer öngüt te eleştirilebilir. (burası kanarya sevenler derneği değil) ayrıca biz görüşümüzü nazara vermiyoruz. ilim sahiplerinin görüşünü nazara vereceğiz. bu kapsamda; kadir mısıroğlu, ömer öngüt ve hakikat yayınları hakkında diyor ki; “ömer öngüt bir cahil adam. derin devletin adamı. ona göre islami gayret sahibi herkes kafirdir. … kara cahildir ve arkasına taktığı birkaç cahil vardır. bu güdümlü bir adamdır….”

(bu konu ile ilgili aşağıdaki videonun 01:07:37 saniyeden sonrasına bakılabilir)

http://www.youtube.com/watch?v=31g-4yI-ceQ




not1: ömer öngüte göre; “…islami gayret sahibi herkes kafirdir…”. ömer öngüt seveni, fakiri rumuzlu kişinin de, forumda tekfir etmediği kimse de kalmamıştır. bu açıklamalar muvacehesinde @fakiri ile ilgili son sözümüz de şu olsun; armut dibine düşer.

not2: fakiri nin ve fakiri yi kollayanların, derin devlet adamı olduğunu düşünüyorum.


ömer öngütün kim olduğunun ve kime hizmet ettiğinin herkes tarafından bilinmesi elzemdir.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Altı Alâmet:
Avf bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kıyamet kopmadan önce vuku bulacak alâmetlerden altı şeyi sayınız:
1. Benim ölümüm.
2. Kudüs’ün fethedilmesi.
3. Koyun vebası gibi bir hastalıkla insanların kırılması.
4. Mal çokluğu ki, birisine yüz altın verildiğinde onu az görerek öfkelenmesi, memnun olmaması.
5. İstisnasız her Arap evine girecek bir fitnenin yayılması.
6. Sizinle sarı ırk arasında bir barış antlaşmasının yapılması, onların bu barışı bozmaları ve her birinde on iki bin kişi bulunan seksen sancakla gelip size hücum etmeleri.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1313)
İlk iki alâmet gerçekleşmiştir, üçüncü ve dördüncü alâmetler henüz vuku bulmamıştır.
Beşinci ise televizyon vesaire, buna mümasil fitneler her eve girdi. Bu vasıtalarla her rezalet yapılıyor.
Üsame -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Benim gördüğümü görüyor musunuz? Ben sizin evlerinizin arasında fitnelerin yerlerini yağmur yerleri gibi görüyorum.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 889 - Müslim: 2885)
Altıncısı da daha olmadı. Tabii ki İslâm ülkelerinde petrol ve zengin madenler olması sebebiyle, bunu alabilmek için hücum edileceğine işaret ediliyor.
Amma bunu Resulullah Aleyhisselâm görüyordu ve duyuyordu. Âhir zamanda olacak nice hadiseleri daha o zaman bildiriyordu. Büyük ateşler çıkacağını, büyük harpler olacağını, Arabistan üzerine gelecek çeşitli felâketleri bir bir açmıştır.
Kâbe-i muazzama’nın yıkılacağını, Medine-i münevvere’nin nötron bombası ile yok olacağını birer birer haber vermiştir.
Çünkü Allah-u Teâlâ kıyamete kadar ve kıyametten sonra olacak bütün hadisatı ona gösterdi.
Demek istiyoruz ki, o zamanki hüküm kıyamete kadar devam ediyor. Çünkü onun ümmeti kıyamete kadar devam edecektir. Amma o bir fırka, yalnız o bir fırka devam edecektir.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Fâizin Yaygınlaşması:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, fâiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Fâizin kendisini yemese bile tozunu yutacaktır.” (Ebu Dâvud)
Bunun da sebebi, bugün ekseri insanlar fâizle iş görüyor. O alıp vermiyor amma, fâizci ile alış-veriş yaptığı için onun tozu ona dokunacak.

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Müminin Rüyâsının Doğru Çıkması:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Zaman yaklaştıkça müslümanın rüyâsı hemen hemen yanlış çıkmayacaktır. Sizin en doğru rüyâ göreniniz, en doğru söyleyeninizdir.” (Müslim: 2263)
Çünkü doğru söylemeyen bir kimsenin rüyâsında da bozukluk olur.
Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki; rahmani rüyâya o zaman yalan karışmaz, tâbire ihtiyaç göstermeyecek bir açıklıkta olur. Allah-u Teâlâ sâlih kullarına sâdık rüyâlarla ikramda bulunur.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Kötü Âmirlerin Başa Geçmesi:


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki:
“Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz.” (Mecmau’z-Zevâid)
Binaenaleyh başınıza münafıklar geçtiği zaman hayret etmeyin. Bu da sizin ameliniz ve cezanızdır.
İşte Hadis-i şerif:
“Siz ne halde iseniz, başınıza o halde idareciler gelir.” (Deylemî)
Ve onlardan her kötülüğü bekleyin. Çünkü bu kötülüğü başta siz yaptınız. Ki Allah-u Teâlâ böylelerini başınıza verdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında bilgi verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
“Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zattır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir, diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Müslim, Fiten)
İşte o zaman böyle insanlar çok türeyecek. Yani ruhu ölmüş, canlı cenaze.
Siz bunları dıştan dinde kahraman gibi görürsünüz. Oysa ki bunlar sahte kahramandır. Allah-u Teâlâ bunlara hidayet vermemiştir. İmansız olarak yaşarlar, bütün iş ve icraatları gösterişten ibarettir.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî: 2210)
İşte şimdi bu durum mevcut.
Ayak takımının başa, baş takımının ayağa alınması ve bu ayak takımının her türlü kötülüğünü halkın alkışlaması, fakat o şerefli haysiyetli insanların nazar-ı itibara alınmaması.
Mahalle muhtarından tutun da en başa kadar bu silsile böyle olacak.
Neden bu hâl husule geliyor? Halkın Hakk’tan kopmasından, harama irtikap etmesinden, sefalete düşmesinden, maddeye tapmasından ve şöhrete kapılmasından ileri gelir.
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, imamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize karşı kullanmadıkça, dünyanıza şerlileriniz vâris olmadıkça kıyamet kopmaz.” (Tirmizî)
Bu Hadis-i şerif günümüzdeki anarşiye işaret etmektedir.
Aralarındaki iyileri öldürecekler, halk şaşırıp birbirini öldürecek, en kötüler başa geçecek.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“İnsanların üzerine yağmurun bolluğu, fakat verimin azlığıyla aldatıcı yıllar gelecektir. O dönemde yalancı adam doğrulanacak, doğru adam yalanlanacak; hâin adama güvenilecek, güvenilir adam hâinlikle itham edilecek ve kamu işinde rüveybıda (bilgisi kıt) adam söz sahibi olacaktır.” (İbn-i Mâce: 4036)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, öldürme ve zorbalıktan başka yolla devlet idaresine sahip olunamayacaktır. Gasb ve cimrilikten başka yolla zenginliğe, dinden çıkma ve nefsânî duygulara tâbi olmaktan başka yolla da (diğer insanların) sevgisine ulaşılmayacaktır. Kim bu zamana ulaşır ve zengin olması mümkünken fakirliğe sabreder, sevgilerini kazanma mümkünken nefretlerine sabrederse, aziz (onurlu haysiyetli) olmaya gücü yeterken zillete sabrederse, Allah o kuluna beni tasdik eden elli sıddık sevabı verecektir.” (Tahavî)
O Allah-u Teâlâ’yı tercih etmiş, elindeki fırsatı kenara atmış.
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bize:
‘Benden sonra birtakım işler göreceksiniz ki, bunları inkâr edeceksiniz.’ buyurdu.
Orada bulunanlar: ‘O zamanda ne yapmamızı emredersiniz yâ Resulellah?’ diye sordular.
‘Onlara karşı olan vazifenizi yerine getirin, kendi hakkınızı da Allah’tan isteyin.’ buyurdu.” (Buhârî - Tirmizî)
Câbir -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur ki:
“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim: 2923)
Hadis-i şerif’i rivayet eden Câbir -radiyallahu anh-: “Onlardan korunuverin!” buyurmuştur.
İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.
Ebu Zerr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Sizin, benden sonra şu devlet malının kökünü kazıyacak olan imamlara (yöneticilere) karşı durumunuz ne olacak?” diye sordu.
Ben: “Seni hak ile gönderen Zât’a yemin ederim ki kılıcımı omuzuma takıp, sana ulaşıncaya kadar onunla savaşacağım!” dedim.
Buyurdu ki:
“Sana bundan daha hayırlısını söyleyeyim mi? Bana ulaşıncaya kadar sabredersin.” (Ebu Dâvud)
Abdurrahman bin Amr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Yağmurun çoğalıp bitkinin az olması, Kur’an okuyanların çok fakihlerin az olması, idarecilerin çok, güvenilir olanlarının ise az olması kıyametin yaklaştığının delillerindendir.” (Câmiu’s-sağîr: 8234)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri bir Hadis-i kudsi’de şöyle buyurmaktadır:
“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve Meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.
Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse; ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.
Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle beddua etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât’ül-Mesabih: 3721)
Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat, gaflet ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.
Demek oluyor ki; insanlar, yaratıcı ve yaşatıcı olan Allah-u Teâlâ’dan, O’nun emir ve nehiylerinden ayrıldıkları zaman, onlara hakettikleri ceza olarak başlarına zâlim idareci veriyor. Onlar da en şiddetli azap ile halka zulmederler.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Bereketin Azalması:

Enes -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Zamanın bereketi azalıp; sene ay kadar, ay hafta kadar, hafta gün kadar, gün saat kadar, saat de ateşte kuru otun yanması kadar kısalmadan kıyamet kopmaz.” (Tirmizî: 2332)
İşte şimdiki zaman... Bereketsiz bir devir. Gece ve gündüzlerin nasıl geçtiği hiç anlaşılmıyor.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Kıtlık ve fitneler yılı; yağmurun yağmaması değil, yağmurun yağıp yağıp da bitki adına birşey bitirmemesidir.” (Müslim)
Hiç hayır olmayacak, hayır kalktığı için yağmur yağsa da bereket olmayacak.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
İnsanların Hayatlarından Bıkarak Ölülere Gıpta Etmesi:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse bir adamın kabrinin yanından geçerken: ‘Keşke onun yerinde yatan ben olsaydım!’ deyinceye kadar kıyamet kopmaz.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2123)
O kadar sıkıntılar olacak ki, pahalılık artacak. Alan alamayacak, satan satamayacak, iki tabaka birden çökecek.
Ceza olarak çok korkunç günler gelecek.
İhtiyaç çok, parası yok. “Ah onun yerinde yatan ben olsaydım da şu sıkıntıyı çekmeseydim!” diyecek.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-in diğer bir rivâyetinde ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, bir adam bir kabrin yanından geçerek üzerine yuvarlanmadıkça ve: ‘Keşke bu kabir sahibinin yerinde ben olsaydım!’ demedikçe dünya bitmeyecektir. Halbuki bu sözü ona söyleten din değil, ancak belâ olacaktır.” (Müslim: 157)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
İşlerin Ehliyetli Olmayanlara Verilmesi:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanındaki cemaate konuşurken bir kimse gelerek:
‘Yâ Resulellah! Kıyamet ne zaman kopacak?’ diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiğinde:
“Sual sahibi nerede?” dedi.
O kimse:
‘İşte buradayım yâ Resulellah!’ karşılığını verdi.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Emanet zâyi edildiği vakit kıyameti bekle!” buyurdu.
O kimse yine:
‘Emanet nasıl zâyi edilir?’ diye sordu.
“İş ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 54)
İşte şimdi tam o zaman.
Üzerine aldığı iş hakkında hiç ilgisi bilgisi olmadığı halde o işin başına geçiriliyor.
Yani daha doğrusu işe adam aranmıyor da, nâehil olduğu halde adama iş veriliyor.
 

ehlinimet

Asistan
Katılım
7 Ocak 2013
Mesajlar
409
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Bu konu okadar mühim bir konu ki:
Şöyle izah edilebilir.Güzel bir söz var
-Oğlum nalı çakarken sağlam çak çivi düşer nal düşer
-Nal düşer at tökezler
-At tökezler komutan düşer
-Komutan düşerse asker gider
-Asker giderse meydan gider
-Meydan giderse memleket gider
-Memleket giderse din gider namus gider. Ehil olmayan bir kişi ye iş verilirse bu haller zuhur eder.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Bu konu okadar mühim bir konu ki:
Şöyle izah edilebilir.Güzel bir söz var
-Oğlum nalı çakarken sağlam çak çivi düşer nal düşer
-Nal düşer at tökezler
-At tökezler komutan düşer
-Komutan düşerse asker gider
-Asker giderse meydan gider
-Meydan giderse memleket gider
-Memleket giderse din gider namus gider. Ehil olmayan bir kişi ye iş verilirse bu haller zuhur eder.

Bir örnek Ömer ÖNGÜT Cemeatinin başındaki kişi EHİL mi.

ki

Ömer ÖNGÜT son kitabında KİMSEYE İCAZET VERMEDİM diye beyanı var bu durumda nasıl cemeatin başında bulunur. @fakiri bir cevaplasada öğrensek.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
@fakiri

Ömer ÖNGÜT e saygına bağlılığına saygım vardır çünkü senin seçimin.

YALNIZ ANLAMADIĞIM NOKTA

Ömer ÖNGÜT son kitabında KİMSEYE İCAZET VERMEDİĞİNİ BEYAN EDİYORDU

Bu beyanını neden yaptı HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZMÜ ?

ve

HALA BU OLUŞUMUN İÇİNDE HANGİ SEBEBLERLE BULUNUYORSUNUZ ?
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Bazı bozguncular, müslümanlar içine nifak sokarak, PAPAZ gibi müslümanları AFOROZ etmektedir. Bir kişinin KAFİR olduğunu söylemek için bile elde İSPAT edici delilller olması gerekmekte iken, milyonlarca müslümanı kafir ilan etmek mümkün değildir.

Ömer Öngüt'ün tekfirleri:
İslam alimlerinden Kur'an Kursu ve İslami yurtların kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan, Said Nursi ve Fethullah Hoca - bu üç hocanın talebeleri- ile sağ partilere - particilik bölücülüktür diye- kafir diye itham ediliyor.. Mahmut efendinin talebelerine ve refah partililere REFAH DİNİNDEN diyerek KAFİR DİYOR .
Ehl-i beyti sevenleri ve alevilere ' kardeşim' diyenleri, KAFİR ilan edenleri kınıyoruz.


Ömer ÖNGÜT'ün temel harici görüşleri:
- Parti, mezhep,cemaat ve tarikata mensup olanlar bölücülükle suçlanıp, kafir ilan ediyor. Oysa kendisi de şeyh ve tarikat olduğunu iddia ediyor.

- Özel okul ve yurtlardaki öğrenciden para almak şirk diyor, oysa okullar nasıl idare edilecek, öğretmenlerin parası nasıl verilecek? Bu hizmet nasıl yürüyecek. kendi de kitaplarını para ile satıyor.

- İslami hizmetler için para toplamak dilencilik diyor. Oysa zekat ve sadaka islamın emri. Para olmadan islama hizmet nasıl yapılacak? peygamberimiz ve 4 büyük halife, zekatları, zekat memurları vasıtası ile toplatırdı. Onlar, dilenci mi?

- Kimseye kafir demiyorum diyor, kitaplarının adı bile tekfir ediyor. (Narcılar, Süleymancı dini, Refah (partisi) dini diyerek ayrı bir din olarak gösteriyor. Alevilere 'Kardeşim diyen Erbakan'ı kafir sayıyor. Yani Alevilere kafir diyor. 70 milyon sünni ve aleviyi toptan kafir ilan ediyor.


- Günah işleyen kafir olmaz, günahkar olur. Mesela faiz yiyen günah işlemiş olur, dinden çıkmaz. 'Gurbetçiler, parasını bankaya yatırmak zorunda kalsa, Zaruret halinde Yabancı bankaya değil, Türk bankasına yatırsın' sözünü bile yanlış yorumluyor. ve bu sözü söyleyene kafir diyor. Gurbetçiler, yabancı bankaya parasını niye yatırsın? Bu bir zaruret halidir.

- Milletini seven ırkçı ve bölücü olur mu? Ata ve Vatan sevgisi imandan değil mi?

- Ömer Öngüt efendi, konu - kişilerle ile ilgili olmayan ayetleri ve hadisleri (kopyala + yapıştır yöntemi ile) yazıyor ve milyonlarca insanı toptan kafir ilan ediyor. Sanki o ayet, küfrüne fetva verdiği o kişi ve cemaatler için inmiş gibi gösteriyor. Halbuki o ayet 14 asır önce inmiş. Bunun adına Allah ve peygamber ile aldatmak deniyor. Allah ve Peygamber böyle dedi diye tekfir ediyor. Halbuki o ayet ve hadisin o konu ile alakası yok. Ayet ve hadisi yanlış yorumluyor. Bunu 'HARİCİ' adı verilen insanlar yapıyor. Haricinin anlamı için sözlüğe bakın lütfen. Kuran ve hadislerin batini (iç) ve Harici (zahiri -dış-görünen) anlamları vardır. Yani bir ayeti yorumlarken, diğer ayet ve hadisleri de gözönüne alıp, ayrıca ayetlerin nuzül (iniş) sebeplerine bakmak lazım, peygamber efendimizin o ayeti nasıl yorumladığına (tefsir ettiğine) bakmak lazımdır. Hz.Ali efendimizi şehit eden HARİCİLER, işte böyle yanlış yorumlardan yola çıkarak türediler. Asıl olan ne harici (zahiri) ne de batini (iç) manalar yükleyerek, aşrırı gitmemektir. Asıl olan ikisinin ortası olan sahabe ve ehl-i beytin yolu olan KUR'AN VE SÜNNET YOLUDUR.

- Erbakan ' ALEVİLER KARDEŞİMİZ' dediği için, Ömer Öngüt, Erbakan'a kafir demiş. Böylece 20 milyona yakın Alevi ve Şii kardeşimiz de toptan kafir yapılıyor.
bu tartışma formuna bakın
http://www.islamiforum.com/Oenguet-Kendisini-Hatemuand39l-evlya-Zannetmekteymi-t17931.html

- Mahmut efendinin talebelerine ve refah partililere REFAH DİNİNDEN diyerek KAFİR DİYOR (HEM DE KİTABIN ADI ÖYLE)

Bu sapkın ifadelerin sahibi şuanda yaşamıyor ama arkasında bu zihniyette bir topluluk bıraktı.
Amacımız o topluluğa hakka davettir.
İslam ne ifratı ne tefriti kabul etmez. Ölçü orta yoldur.

Tekfir dinimizde uygun görülmemiş bir yöntemdir.
Kişi açıktan Allah ve Resulünü ve dinin hakikatlerini inkar etmedikçe kafirlike suçlanamaz.

Artık böyle sapkın düşüncede olanlar varsa bilsinler ki gittikleri yol batıl bir yoldur!

Müslüman emri bil mağruf ve nehyi anil münker yapar, tekfir etmez!
Ves'selam


ömer öngütün kim olduğunun ve kime hizmet ettiğinin herkes tarafından bilinmesi elzemdir.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ

Karanlık Gece Kıtaları Gibi Fitnelerle Karşılaşılması:


Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet kopmazdan önce karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacak. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlar, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabaha çıkar. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar.” (Tirmizî: 2196)
Fitnenin vehametinden insan bir günde bu derece değişiklikler geçirecek, günü gününe saati saatine uymayacak, kalpler bozulacak, iman sâfiyeti kalmayacak.
Bir âhir zaman âlimi veya bir bölücü Allah-u Teâlâ’nın hükmüne aykırı bir söz söylüyor, o da: “Bu doğru söylüyor!” deyip tasdik ediyor, böylece azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini fedâ ediyorlar.
Türkiye’nin bu anki hâli.
Dinden çıkmak kolay oluyor, çünkü bölücüler önünü kesiyor.
Allah-u Teâlâ’nın hıfz-u himayesine tasarruf-u ilâhîsine aldığı kimseler hiç şüphesiz ki bu fitnenin dışında kalacaklardır.
Nitekim Ebu Ümâme -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Birtakım fitneler olacaktır. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabahlayacak ve kâfir olarak akşamlayacaktır.
Ancak Allah’ın, ilim ile (kalbini) ihyâ ettiği kimseler (bu tehlikeden) müstesnâdır.” (İbn-i Mâce: 3954)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerde oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelerin başında dikilirse, fitneler onu yıkar. Her kim o fitneler zamanında sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın.” (Müslim: 2886)
Birçok fitneler zuhur edecek, ediyor da.
Kişi o fitnelerin tehlikesinden ve fitnelere karışanlardan ne kadar uzak durursa onun için o kadar hayırlıdır.
Memlekette herhangi bir karışıklık çıktığında siz uzak durun, o ateşin içine girmeyin. Çok şeyler husule gelecek. O ateş bölücülük ateşidir, harp ateşidir, halkın birbirine düşme ateşidir. Onun için böyle bir şey olduğunda kenarda durun.
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Birtakım fitneler olacaktır. O fitnelerin kapıları başında cehennem ateşine çağırıcı kimseler olacaktır. Bir ağacın kökünü ısırır halde ölmen onlardan birisine tâbi olmandan senin için daha iyidir.” (İbn-i Mâce: 3981)
Fitne dönemlerinde fitne gruplarından uzak durmak en uygun olanıdır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Mutlu kimse fitnelerden uzakta kalandır, mutlu kimse fitnelerden uzakta kalandır, mutlu kimse fitnelerden uzakta kalan ve fitneye maruz kalıp da sabreden kişidir. Fitneye başlayan ve çalışanın vay haline!” (Ebu Dâvud)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Her kim bir soy sop dâvâsına (halkı) teşvik ederek veya bir soy sop dâvâsı için öfkelenerek hak veya bâtıl olduğu bilinmez bir gaye ile körü körüne açılan (gayesi İslâm olmayan) bir bayrak altında (yani toplanan topluluk içinde) savaşırsa o kimsenin öldürülüşü câhiliyet öldürülüşüdür.” (İbn-i Mâce: 3948)
Bu sıkışık durumlarda bir müslümanın memleketinde olması ve memleketinde ölmesi lâzım. Niyeti hâlis ise şehit olur, fakat küffâr bayrağı altında ölürse nasıl olacak, kimin için ölmüş olacak, gidişi nasıl olacak?
Kaçabildiğiniz kadar kaçın, bu fırtınaya tutulmayın!
Kişi yalnız kendisinden mesul değil, çoluk-çocuğundan da mesuldür.
Ebu Bekre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki birçok fitneler olacaktır. Dikkat edin! Sonra bir fitne olacaktır ki; o fitne zamanında oturan kimse fitneye yürüyenden daha hayırlı, yürüyen fitneye koşandan daha hayırlı olacaktır.
Dikkat edin! O fitne indiği veya olduğu vakit; kimin develeri varsa fitneden kaçıp hemen develerinin bulunduğu yere gitsin, kimin koyunları varsa onların yanına varıp meşgul olsun, kimin toprağı varsa toprağına gitsin ve toprağı ile meşgul olsun!”
Bunun üzerine bir kimse:
“Yâ Resulellah! Develeri, koyunları ve toprağı olmayan için ne buyurursun?” diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Kılıcını alır, onun keskin tarafını bir taşla kırar. Sonra kaçabilirse süratle kaçsın!” dedi ve devamla şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Tebliğ ettim mi? Allah’ım! Tebliğ ettim mi? Allah’ım! Tebliğ ettim mi?”
Bunun üzerine bir kimse:
“Yâ Resulellah! Çarpışan iki safa, yahut çarpışan iki gruba zorla götürülürsem ve onlardan biri kılıcı ile bana vurursa veya bir ok isabet edip beni öldürürse ne olur?” diye sordu.
Resulullah Aleyhisselâm:
“Hem senin günahını hem de kendi günahını yüklenir ve cehennemliklerden olur.” buyurdu. (Müslim: 2887 - Ebu Dâvud)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Bu ümmette dört (büyük) fitne olacaktır. Sonuncusunda kıyamet kopacaktır.” (Ebu Davud: 4241)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir diğer Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak öyle bir fitne olacaktır ki, Arap’ın kökünü kazıyacaktır. Bunların maktulleri cehennemdedir. Dilin tesiri, bu fitnede kılıçtan daha şiddetlidir.” (Ebu Dâvud)
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Arapları kaplayan bir fitne olacaktır. Öldürülenleri cehennemdedir. O fitnede dil, kılıç darbesinden daha şiddetlidir.” (İbn-i Mâce: 3967)
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Fitnelerden uzak durun! Şüphesiz ki fitnelerde dil (tesir bakımından) kılıç darbesi gibidir.” (İbn-i Mâce: 3968)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kureyş’ten bazı insanlar (ileride) insanları (fitne ile) ölüme sürükleyecekler!” buyurdu.
Ashâb-ı kiram:
“Yâ Resulellah! Biz o zaman ne yapalım?” diye sordular.
“Keşke insanlar onlardan uzak bulunsalar!” cevabını verdi. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1469)
Zübeyr bin Adiyy -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
“Haccac’dan başımıza gelenler hakkında Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-e şikayet ettik.
‘Sabredin! Çünkü bundan sonra bu şimdikinden daha kötü bir zaman gelecektir, tâ ki Rabbiniz’e kavuşuncaya kadar. Bunu Peygamber’iniz -sallallahu aleyhi ve sellem-den böyle işittim.’ dedi.” (Buhârî - Tirmizî)
Abdurrahman bin Abd-i Rabbi’l-Kâbe -radiyallah anh- şöyle demiştir:
Bir gün Abdullah bin Amr bin el-Âs -radiyallahu anhümâ- Kâbe’nin gölgesinde oturmuş, başında da halk toplanmış iken ben onun yanına vardım. (Bu esnada) Abdullah’dan şunu işittim:
“Biz bir yolculukta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in beraberinde idik. O, bir ara bir konakta konakladı. Bunun üzerine kimimiz kendi çadırını kuruyor, kimimiz ok atışı yapıyor ve kimimiz otlayan hayvanı ile meşgul oluyordu. Bu sırada Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in çağırıcısı: ‘Haydin namaza!’ diye çağrıda bulundu. Biz de hemen toplandık. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ayağa kalkarak bize şu hitabede bulundu:
‘Benden önceki her peygamber üzerine kendi için hayır bildiği şeyleri ümmetine göstermesi ve şer bildiği şeylere karşı onları korkutması şüphesiz ki bir hak bir görev oldu. Sizin bu ümmetinizin âfiyeti (yani dine zarar veren şeylerden selâmette bulunması) evvelinde kılındı. Bu ümmetinizin son kısmının başına belâ ve hoşlanmayacağınız işler muhakkak gelecektir. Sonra öyle fitneler gelecek ki bazısı diğer bazısını hafifletecek (yani sonra gelen fitne bir önceki fitneden şiddetli olacağından öncekini hafif bırakacaktır). Artık mümin kul (bir fitne geldiğinde): ‘İşte beni helâk eden fitne budur!’ der. Bir süre sonra o fitne geçer, bunun arkasından başka bir fitne gelir ve mümin kul: ‘İşte beni helâk edici fitne budur!’ der. Sonra o fitne de açılıp gider. Artık kim cehennem ateşinden uzaklaştırılması ve cennete girdirilmesi kendisini sevindiriyorsa Allah’a ve ahiret gününe iman eder halde iken ölümü gelsin ve insanlara kendisine yapmalarını arzu ettiği şeyleri yapsın.
Kim bir devlet başkanına beyat edip ona elini vermiş (yani seçmiş) ve samimiyetle bağlanmış ise artık olanca gücü ile ona itaat etsin. Şayet bundan sonra başka bir devlet başkanı çıkıp gelir de birincisi ile nizaa kalkışırsa (yani isyan çıkarmak isterse) sonra gelenin boynunu vurunuz.”
Abdurrahman bin Abd-i Rabbi’l Kâbe -radiyallahu anh- demiştir ki:
“Bunun üzerine ben başımı topluluktan ileri sokarak (yani Abdullah -radiyallahu anh-ın yakınına sokularak): ‘Allah aşkına sana soruyorum, bu hadisi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den sen kendin işittin mi?’ dedim. Abdurrahman demiştir ki: Bunun üzerine Abdullah -radiyallahu anh- eliyle kulaklarına işaret ederek: ‘Bunu kulaklarım işitti, kalbim de belledi, iyice belledi.’ dedi.” (İbn-i Mâce: 3956)
Hadis-i şerif’te fitne ve fesadın çoğaldığı zamanlarda müslüman bir kimsenin dikkat edeceği mühim hususlar beyan edilmiştir.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anh-der ki:
“Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında idik. Fitnelerden söz etti, birçok fitneler anlattı. Hatta bir ‘Ahlâs’ fitnesine temas etti.
Dinleyenlerden biri:
‘Yâ Resulellah! Bu Ahlâs fitnesi nedir?’ diye sordu.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-:
‘Ahlâs fitnesi; şiddetli düşmanlık yüzünden insanların birbirinden kaçması ve bir şey bırakmamak üzere mallarının yağma edilmesidir.’ buyurdu ve devam etti:
‘Sonra ‘Serrâ’ fitnesi vardır ki, bunun dumanı Ehl-i beyt’imden olan bir adamın ayakları altından tütecektir. Bu adam kendini benden sanacaktır, halbuki benden değildir. Çünkü benim velilerim ancak takvâ sahibi olan kimselerdir. Sonra insanlar eğri, kaburga kemiği üzerine oturmuş gibi bir adama beyat etmek üzere anlaşacaklardır. (Yani devam etmeyen bir sulh yapacaklardır).
Bundan sonra ‘Duheymâ’ fitnesi vardır. Bu ümmetten kendisine şamar indirmediği bir tek kimse bırakmayacaktır. ‘Hemen bitti, sona erdi!’ denildiği vakit yine devam edecektir.
Bu fitne zamanında kişi sabah mümin akşam kâfir olacaktır.
O kadar ki insanlar iki kısma ayrılacaktır;
Kendisinde nifak olmayan iman grubu ile kendisinde iman olmayan nifak grubu.
Bu fitne meydana geldiği vakit, o gün yahut ertesi gün Deccal’i bekleyin.’” (Ebu Dâvud - Hâkim)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz der ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Bu ümmetin sonunda yere batma, kılık değiştirme ve taşlaşma belâları meydana gelecektir.”
Ben:
“Yâ Resulellah! Aramızda sâlih kullar bulunduğu hâlde helâk olur muyuz?” diye sordum.
“Evet! Pislik meydana çıktığı vakit!” buyurdu. (Tirmizî: 1007)
İmran bin Husayn -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bu ümmette yere batma, kılık değiştirme ve taşlaşma olacaktır.”
Bunun üzerine müslümanlardan bir kimse:
“Yâ Resulellah! Bu ne zaman olacak?” diye sordu.
Buyurdu ki:
“Şarkıcı kızlar ve çalgı âletleri türediği ve şaraplar içildiği vakit!” (Tirmizî: 2309)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Mekke-i Mükerreme,
Medine-i Münevvere:




Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da: ‘Ey müslüman, ey Allah’ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!’ diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır.” (Müslim: 2922)
Allah-u âlem yahudiler Mekke-i mükerreme’ye ve Medine-i münevvere’ye giremeyecek, Medine-i münevvere’ye nötron bombası atsalar gerek. Amma onlar, amma Çinliler. Bütün halk ölecek. Bundan değil müslümanlar, bütün küffar halkı da rahatsız olacak.
Sonra Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. “Burada yahudi var gel öldür!” diye. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Bir zaman gelecek ki Medine hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar işgal edecek.
İnsanoğlundan en son ölecek olan Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Bunlar Medine’ye doğru koyunlarını sürüp gelirken onun perişanlığını görerek korkup, yüzüstü düşerek ölecekler.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 885)
Medine-i münevvere’nin bu metrûk durumu kıyamet saatinin yaklaştığı âhir zamanda meydana gelecektir.
Avf bin Malik -radiyallahu anh- der ki:
“Bir kere Resulullah Aleyhisselâm Mescid-i saâdete girmişti. Sonra bizim yüzümüze bakıp şöyle buyurdu:
Allah’a yemin ederim ki gelecek nesil bu Medine’yi kırk sene kadar zelil bir halde avâfiye bırakacaktır. Avâfiye nedir bilir misiniz? Bakınız ben size söyleyeyim: Kurtlar ve kuşlar!’” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh, C. 6, sh: 235)
Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz’den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bu beyte (Kâbe’ye) bir ordu gaza etmek için mutlaka kastedecektir. Fakat yerin bir çölüne vardıkları zaman ortada bulunanları batırılacak, öndekileri sondakilere haykıracaklar, sonra onlarla batırılacaklar. Ve onlardan haber veren serseriden başka kimse kalmayacaktır.” (Müslim: 2883)
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kapkara, ince bacaklı, koca ayaklı birinin Kâbe’yi taş taş yıktığını görüyorum sanki.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 790)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kâbe’yi Habeşliler’den incecik baldırlı biri harap edecektir.” (Müslim: 2909)
Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki bir ordu (son zamanlarda) şu Kâbe’yi yıkmaya kastedecektir. Nihayet o güruh Beydâ denilen yere geldikleri zaman onların orta tabakası yere batırılır ve önde gidenleri arkadakilere haykırışta bulunur. Sonra onlar da yere batırılır. Artık kaçıp da kendilerinden haber verecek olandan başka hiç kimse kalmaz.” (İbn-i Mâce: 4063)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yere batırılacak ordudan bahsettiğinde Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz:
“Yâ Resulellah! O ordunun içinde (kendilerine katılmaya) zorlanmış kimse olabilir (onun hâli ne olacak)?” diye sordu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Onlar kıyamet günü niyetlerine göre diriltilirler.” buyurdu. (İbn-i Mâce: 4065)
Bu Hadis-i şerif zâlimlerden uzak durmanın, onlarla görüşmekten sakınmanın gerekliliğine delâlet eder. Bâtıl yolda olanların beraberinde bulunanlar iyi niyetli olsa bile felâkete uğrayabilirler.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in uykuda vücudu titredi.
Biz: ‘Yâ Resulellah! Uykun arasında bir şey yaptın ki, evvelce bunu yapmazdın!’dedik.
Bunun üzerine:
‘Şaşılacak şey! Ümmetimden bazı kimseler Kâbe’ye sığınmış olan Kureyşli bir adam yüzünden ona yöneliyorlar. Fakat çöle vardıklarında yere batırılacaklar!’ buyurdu.
Biz: ‘Yâ Resulellah! Şüphesiz ki, yol (çeşitli) insanları bir araya toplar!’ dedik.
Resulullah Aleyhisselâm:
‘Evet! Onların arasında; işi iradesi ile kasıtlı yapan vardır, zorlanmış olan vardır, yolcu vardır. Hepsi aynı azaba düçar olurlar, fakat ayrı ayrı yerlerden çıkarlar. Allah onları niyetlerine göre (kıyamette) diriltir.’ buyurdu.” (Buhârî, Kitâbü’l-Buyû - Müslim: 2884)
Hadis-i şerif zâlimlerden uzak kalmanın lüzumuna işaret etmektedir. Tâ ki suçlulara verilen cezâ, suçsuzlara da isabet etmesin.
Muâz bin Cebel -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Beyt-i mukaddes’in mamur oluşu, Medine’nin harap oluşu demektir. Medine’nin harap oluşu, büyük savaşın çıkması demektir. Büyük savaşın çıkması, Kostantiniye’nin fethi demektir. Kostantiniye’nin fethi de Deccal’in çıkması demektir.” buyurmuş, sonra eli ile kendisine bunu anlattığı zatın uyluğuna yahut omuzuna vurmuş, sonra da şöyle buyurmuştur:
“Bu, senin burada olduğun, yahut senin burada oturmakta olduğun gibi haktır.” (Ebu Dâvûd)
Ebu Bekre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Medine’ye Deccal’in korkusu girmeyecektir. O gün onun yedi kapısında ikişer melek bekçilik edecektir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 890)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Medine’nin girecek yerlerinde melekler beklediğinden oraya tâun ve Deccal girmeyecektir.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 891)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak iman, yılanın deliğine toplandığı gibi Medine’ye akıp toplanacaktır.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 887)
Medine-i münevvere İslâm’ın intişar merkezi olduğundan ve Resulullah Aleyhisselâm’ın orada medfun bulunduğundan dolayı her müslümanın oraya karşı bir muhabbeti, kalbî teveccühü vardır. Bu teveccüh ve muhabbet Asr-ı saâdet’ten beri devam edegelmiştir.
Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Mekke ve Medine’den başka, Deccal’in ayak basmayacağı yer kalmayacaktır. Bunların giriş yerlerinde saf saf melekler bekleyecek; sonra Medine üç defa zelzele ile çalkalanacak ve ne kadar münafık ve kâfir varsa Allah onları Medine’den çıkaracaktır. (Deccal’in yanına gideceklerdir).” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 892 - Müslim: 2943)
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Deccal çıkacak; Medine’ye giremeyip bazı kumluğuna inecek, Medine’den insanların hayırlısı olan bir kahraman çıkarak Deccal’e:
‘Ben şâhitlik ederim ki, Allah’ın elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in haber verdiği Deccal sensin!’ diyecek.
Deccal halka:
‘Ben bunu öldürüp diriltirsem, benim ilâh olduğumdan şüphe eder misiniz?’ diyecek.
Halk: ‘Şüphe etmeyiz.’ diyecekler. Deccal, o kahraman insanı öldürüp diriltecek.
O kimse:
‘Bugün daha iyi anladım. (Sen yalancısın, Deccal’sin).’ diyecek.
Deccal:
‘Onu yine öldürürüm!’ diyecek fakat öldüremeyecek.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 893)
http://www.hakikat.com/dergi/122/bsyz12223.html
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst