Ömer ÖNGÜT'ün görüşleri:

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR



Rızâ İstersen
İncitme Hiçbir Canı:


Otomobil ile yolda giderlerken önlerine bir yılan çıkmış. Bir kardeş: "Efendim! Yılan öldürmenin sevap olduğunu söylüyorlar, ne buyurursunuz?" diye sormuş
Buyurmuşlar ki:
"Sevap istersen öldür yılanı,
Rızâ istersen incitme hiçbir canı."
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR


Kendisi Daha Güzel!

- Efendim, Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin kitapları nasıl?
- "Kitapları güzel, kendisi daha güzel!"
- Siz okuyor musunuz?
- "Kendisi daha güzel!"
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
icon1.png


YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR


Kendisi Daha Güzel!

- Efendim, Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin kitapları nasıl?
- "Kitapları güzel, kendisi daha güzel!"
- Siz okuyor musunuz?
- "Kendisi daha güzel!"
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR


Alışmamışız!


Mübarek sırtı kıbleye gelecek şekilde tam oturacaklardı ki;

"Biz şuraya oturalım, alışmamışız." buyurdular ve karşıya oturdular.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR


İnce Bir İrşad:

Abdest alacaklardı. Bu arada kendilerine meyve ikram edildi.
"Efendim, abdestsiz yenmez demiyoruz, her zaman yeriz korkusuyla yemiyoruz." buyurdular.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR



Anlatmak İşlerine Gelmiyor!

Muhalif ve muarız gruplardan birisi Efendi Hazretleri'nin iç durumunu öğrenmek maksadıyla istihare yapmış. Zât-ı âlileri'ni Lâfza-i celâl ile işlemeli bir kaftan giymiş olarak görmüş. Herkes hayranlıkla bakıyormuş. Bu rüyâsını bir kardeşimize anlatmış ve "Ben onun iç yüzünü öğrenmek istedim, Cenâb-ı Hakk da böyle gösterdi. Bunu sadece sana anlatıyorum, başka kimseye de anlatmadım" demiş.
Zât-ı âlileri'ne arz edildiğinde şöyle buyurdular:
"Anlatmak işlerine gelmiyor, çünkü birisi duyarsa belki uyanır.
Hazret-i Allah bunu ona kasten göstermiş. O rüyâ ile onu mesul edecek. "Sen benden hakikati öğrenmek istedin değil mi? Ben de sana gösterdim, niye çevreni uyarmadın?" Diye mesuliyetleri çok büyük olacak.
Biz O diyoruz, başka bir şey demiyoruz. Bunun sırrı burada toplanıyor. O tecelli ediyor da kabuğu gösteriyor. Çünkü başkası onu göremez kabuğu görür."

Not: Bu menakıb söz ve kişi anlamayan vahşilere hassaten duyrulur.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR

Her Şey Yalnız Allah İçin Olmalı:


Bizim yolumuzda yeme-içme, maksat-menfaat yoktur. Bize yemek-içmek için gelenler gelmesinler. Onlar bizden, biz onlardan uzak olalım. Bu temel üzerine bina kurmaya başlarsak sonu çok rahat olur.
Yük olmamalı, maksat-menfaat olmamalı, her şey yalnız Allah için olmalı. Mevlâ bir kulunu hizmet için ileriye sürmüşse, bir ömür boyu onun şükrü eda edilemez. Onun ikram ve ihsanı çok büyüktür. Bundan nefse paye çıkarmak, menfaate tevessül etmek, O'nun ikramını basit ve adi şeylerle değiştirmek demektir. Padişahlar padişahı yetmez mi sana?
Bir boğaz için hiçbir zaman hiç kimseyi rahatsız etmeye hakkımız yok. Nihayet bir karın doyurmak değil mi? İnsan zeytin-ekmekle de doyar. Ve onu veren Allah'a şükretmek gerek. Bu yolda yük olmak, âlemin sırtından geçinmek yok; gaye, maksat, menfaat yok... Bunlardan birisi girerse, Hazret-i Allah lütfunu çeker alır. Bu aklınızda kalsın.
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,770
Tepkime puanı
985
Puanları
113
Babadan Oğula Süren Saltanat:
Günümüzde görülüyor ki Allah yolunu âlet ederek saltanat sürenler bulunmaktadır. Şöyle ki; babaları şeyhmiş, oğluna “Sen şeyhsin!” demiş, o da şeyh olmuş. Babadan oğula geçen padişahlık gibi bu ilâhî yolu saltanata çevirmişler. Ya babası tayin etmiş, ya abisi tayin etmiş, ya annesi tayin etmiş. “Al bu sürüyü sen de güt!”
Allah-u Teâlâ onu lâyık görseydi, o makama tayin ederdi. O lâyık görmemiş, annesi babası lâyık görmüş.
Bir Mürşid-i kâmil’e eğer emredilmişse yerine bir veya daha fazla halife bırakabilir ve ilân eder. Herkes nasibini arar. Aksi halde birçok mürşidler yerine vekil bırakmadan gitmişlerdir. Allah ehlini Allah-u Teâlâ tayin eder. O bir emanet-i ilâhî’dir, kime dilemişse ona verir, kişinin burada hükmü yoktur. Bu noktada arzu ile hareket edilmesini hoş görmüyoruz, tasvip de etmiyoruz.
Mânevî vazife, miras dışarıya gitmesin diye kızını çok yakınına verdiği gibi verilmez. Ancak emirle olur.
Eğer sana bu vazife verilmişse, kimin malını kime veriyorsun? Verilmemişse kime ne vermeye kalkıyorsun?
Mesela her an ahirete intikal etmemiz imkân dahilinde olduğu halde biz hiç kimseyi tayin etmiş değiliz. Ben hükümsüz ve değersiz bir mahlûkum, tayin etmeye sahib-i salâhiyet değilim. Eğer ben tayin edersem Allah-u Teâlâ’nın önüne geçmiş olurum. Gelenlerin eşkiyalığını yapmış ve ebedî hayatlarının katline vesile olmuş olurum. Allah ve Resulü’nün nâmına iş görüyorum. Diledikleri kadar tutarlar, diledikleri zaman alırlar.
Diyeceksiniz ki insanlar onu nasıl bilip tanıyacaklar?
Yüksek voltajlı bir ampul düşünün. “Ben ampulüm.” demiyor amma, yandığı zaman ışığı her tarafa yayılıyor. Hakk’ın tayini ile irşad memuru olan bir Mürşid-i kâmil de böyle bilinir.
Bunlar Allah-u Teâlâ’nın emrini, hükmünü tebliğ ederler. Hiçbir zaman kendini ortaya koymazlar, değersiz ve hükümsüz olduğunu bilirler.

Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ ile İsa Aleyhisselâm arasında geçecek olan muhavere Kur’an-ı kerim’de beyan buyurulmaktadır:
“Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi beni insanlara: ‘Beni ve anamı Allah’tan başka ilâh edinin.’ dedin?’ demişti.” (Mâide: 116)
Nefsini ilâh edinen ve halkı da taptıranlara Allah-u Teâlâ: “Bana mı taptın, nefsine mi taptın? Halkı bana mı bağladın, puthaneye mi koydun?” diye soracak, o zaman ne cevap verecekler?
Bunlar gerçekten Allah yolunu âlet ederek saltanat kurmuşlar, babadan oğula, oğuldan kardeşe geçiyor ve bu böyle sürüp gidiyor. Halbuki Allah yolunun rehberini ancak O tayin eder. Seni kim tayin etti? Senin babanı kim tayin etti?
Bu tayinler, Mürşid-i kâmil’e ulaşmak isteyen bir kimsenin yolunu kestiği için onun mânevî katline vesile olur. Kendilerini yaktıkları gibi başkalarını da yakarlar.
Bunlar şeyhlik kisvesiyle yol kesicidirler, Allah ehlini arayanların yollarını keserler. “Allah ehli biziz!” derler. Allah yolundan alıkoyarlar. Yollarını kestikleri insanları kendi puthanelerine götürürler ve hayvan mesabesinde olan insanları, o ahıra tıkarlar. “Siz burada tapının durun!” derler. O da onu hakikat zanneder, ibadet ettiğini zanneder, tapınır durur. “Hakikat ehli midir, değil midir?” diye katiyyen aramaz. Çünkü o puthanede olduğu için o saltanat süreni hoş görür, hakikatı göremez ve arayamaz.
Maksadı etrafı dağılmasın, servet yıkılmasın, nam, şöhret, menfaat gitmesin.
Onlar o puthaneyi korudukları gibi, o ahıra girmeyenleri küçümser ve ayıplarlar. “Bizim şeyhimiz böyledir, bizim yolumuz böyledir!” diyerek kendi yollarına, kendi şeyhlerine dâvet ederler. Şayet ağlarına düşen olursa onu da puthaneye sokarlar, o da o ahıra girer.
Nefsini ilâh edinenler, halkı da nefis putuna taptırıp puthaneye sokanlar, bu ulvî yolu bu hale koydular.
Onları puta, dergâh gibi görünen yerleri puthaneye benzetmemize hiç hayret edilmesin. Ben bunun böyle olduğunu biliyorum, onlar ise cehenneme girince öğrenecekler.
Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanırlar.” (K. Hafâ)
Zira onlar kendi nefsine tapıyorlar ve başkalarını da taptırıyorlar. Allah yolunda tahtını kurmuş ve saltanat sürüyorlar.
Nefis putunu ilâh edinip halkı kendilerine taptıranlar bu büyük cürümlerinin hesabını hiçbir zaman veremeyecekler, Allah-u Teâlâ’nın suâlini cevapsız bırakacaklar, cezaları ile başbaşa kalacaklar.
Seni bu âlî ve ulvî makama kim tayin etti? Ey dinini dünyaya âlet eden, koyun postuna bürünen kurtlar!
Gün gelecek, bu şeyhlik saltanatı sona erecek.
Bugün ahıra bağladıklarını, yarın önlerine geçerek cehenneme götürecekler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır.” buyuruyor. (Mülk: 2)
Sonra ne olacak? Akibetini hiç düşündün mü?
Sana soracak:
“Bu iş ve icraatları benim iznimle, emrimle mi yaptın, yoksa nefsini ilâh edindin de şeytan mı bunları sana emretti?
Nefsini ilâh edinmekle bana meydan mı okuyordun?”

İsa Aleyhisselâm ulül-azm bir peygamber olduğu halde Allah-u Teâlâ’nın hitâb-ı ilâhî’sine şöyle cevap verdi:
“Hâşâ! Seni tenzih ederim. Hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, şüphesiz sen onu bilirsin.” (Mâide: 116)
Âyet-i kerime’nin devamında ve mütebâki Âyet-i kerime’lerde onun bu husustaki selis beyanı, bir ibret numunesi olararak beşeriyete sunulmaktadır.
Çünkü o Yaratan’ını çok iyi biliyordu. Ey ehl-i dalâlet! Siz nasıl yakıştırdınız?
Hakikat ehline gelince; onlar İsa Aleyhisselâm’ın buyurduğu tutumdadırlar, onun söylediği gibi söylerler.
Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetimin âlimleri benî İsrail’in peygamberleri gibidir.” buyurmuştur. (K. Hafâ)
Hakikat ehli onlara vâristirler. Bunlar ancak Allah-u Teâlâ ve Resulullah Aleyhisselâm tarafından tayin edilir, onlarla desteklenirler, onlar namına iş görürler.

not:harika bir yazı. allah razı olsun.
 

ŞehbaL

Kıdemli Üye
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
7,330
Tepkime puanı
643
Puanları
0
Konum
Ankara
üyelerimize not:

BurasıÖmer ÖNGÜT hocayı sevenlerin, O'nun sözlerini paylaştığı mekandır. Kavga çıkartmak için yazacak olduğunuz mesajlar silinecektir. Her başlıkta kavga ettiğimiz yetmiyormuş gibi bu tür başlıklarda da kavgaya lüzum yok.

hayırlı forumlar diliyorum :gul
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
YAŞANARAK KALEME DÖKÜLEN
HUSUSİ VE UMUMİ HÂL VE HATIRALAR

Allah Yolu:

Efendilerimiz bu yolu Allah yolu diye tertemiz bırakmışlar. Şahsın ismi geçmemeli, bunu şahsa maletmemeli.
Cenâb-ı Hakk bir mahlûkunu kölelik şerefine nail ederse, ondan daha büyük fazilet yoktur. İkinci bir isim takmak bize çok acaip geliyor.
Bunun içindir ki sırası geldikçe size arzediyoruz. Elimden gelse ismimi değil cismimi de kazıyacağım diye.
Ad yapıp çığır açmayın. Yol Allah'ındır, dilediğine verir. Bölücülükten tefrikadan çok çekinin. Birçok insanların böyle helâk olduğunu gördüm ve görüyorum.
Meselâ bir gurup çıkmış, o muhterem hocaefendinin yolundan ayrılmışlar. Hiçkimseyi vekil bırakmadığı için, mebus seçer gibi reyle seçmişler.
Bölücülükten çok çekindiğimizden, böyle hadiselere meydan vermemek için tedbir mahiyetinde bunları söylüyoruz. Yoksa Hazret-i Allah nasıl murad etmişse öyle yapar.
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Bazı bozguncular, müslümanlar içine nifak sokarak, PAPAZ gibi müslümanları AFOROZ etmektedir. Bir kişinin KAFİR olduğunu söylemek için bile elde İSPAT edici delilller olması gerekmekte iken, milyonlarca müslümanı kafir ilan etmek mümkün değildir.

Ömer Öngüt'ün tekfirleri:
İslam alimlerinden Kur'an Kursu ve İslami yurtların kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan, Said Nursi ve Fethullah Hoca - bu üç hocanın talebeleri- ile sağ partilere - particilik bölücülüktür diye- kafir diye itham ediliyor.. Mahmut efendinin talebelerine ve refah partililere REFAH DİNİNDEN diyerek KAFİR DİYOR .
Ehl-i beyti sevenleri ve alevilere ' kardeşim' diyenleri, KAFİR ilan edenleri kınıyoruz.


Ömer ÖNGÜT'ün temel harici görüşleri:
- Parti, mezhep,cemaat ve tarikata mensup olanlar bölücülükle suçlanıp, kafir ilan ediyor. Oysa kendisi de şeyh ve tarikat olduğunu iddia ediyor.

- Özel okul ve yurtlardaki öğrenciden para almak şirk diyor, oysa okullar nasıl idare edilecek, öğretmenlerin parası nasıl verilecek? Bu hizmet nasıl yürüyecek. kendi de kitaplarını para ile satıyor.

- İslami hizmetler için para toplamak dilencilik diyor. Oysa zekat ve sadaka islamın emri. Para olmadan islama hizmet nasıl yapılacak? peygamberimiz ve 4 büyük halife, zekatları, zekat memurları vasıtası ile toplatırdı. Onlar, dilenci mi?

- Kimseye kafir demiyorum diyor, kitaplarının adı bile tekfir ediyor. (Narcılar, Süleymancı dini, Refah (partisi) dini diyerek ayrı bir din olarak gösteriyor. Alevilere 'Kardeşim diyen Erbakan'ı kafir sayıyor. Yani Alevilere kafir diyor. 70 milyon sünni ve aleviyi toptan kafir ilan ediyor.


- Günah işleyen kafir olmaz, günahkar olur. Mesela faiz yiyen günah işlemiş olur, dinden çıkmaz. 'Gurbetçiler, parasını bankaya yatırmak zorunda kalsa, Zaruret halinde Yabancı bankaya değil, Türk bankasına yatırsın' sözünü bile yanlış yorumluyor. ve bu sözü söyleyene kafir diyor. Gurbetçiler, yabancı bankaya parasını niye yatırsın? Bu bir zaruret halidir.

- Milletini seven ırkçı ve bölücü olur mu? Ata ve Vatan sevgisi imandan değil mi?

- Ömer Öngüt efendi, konu - kişilerle ile ilgili olmayan ayetleri ve hadisleri (kopyala + yapıştır yöntemi ile) yazıyor ve milyonlarca insanı toptan kafir ilan ediyor. Sanki o ayet, küfrüne fetva verdiği o kişi ve cemaatler için inmiş gibi gösteriyor. Halbuki o ayet 14 asır önce inmiş. Bunun adına Allah ve peygamber ile aldatmak deniyor. Allah ve Peygamber böyle dedi diye tekfir ediyor. Halbuki o ayet ve hadisin o konu ile alakası yok. Ayet ve hadisi yanlış yorumluyor. Bunu 'HARİCİ' adı verilen insanlar yapıyor. Haricinin anlamı için sözlüğe bakın lütfen. Kuran ve hadislerin batini (iç) ve Harici (zahiri -dış-görünen) anlamları vardır. Yani bir ayeti yorumlarken, diğer ayet ve hadisleri de gözönüne alıp, ayrıca ayetlerin nuzül (iniş) sebeplerine bakmak lazım, peygamber efendimizin o ayeti nasıl yorumladığına (tefsir ettiğine) bakmak lazımdır. Hz.Ali efendimizi şehit eden HARİCİLER, işte böyle yanlış yorumlardan yola çıkarak türediler. Asıl olan ne harici (zahiri) ne de batini (iç) manalar yükleyerek, aşrırı gitmemektir. Asıl olan ikisinin ortası olan sahabe ve ehl-i beytin yolu olan KUR'AN VE SÜNNET YOLUDUR.

- Erbakan ' ALEVİLER KARDEŞİMİZ' dediği için, Ömer Öngüt, Erbakan'a kafir demiş. Böylece 20 milyona yakın Alevi ve Şii kardeşimiz de toptan kafir yapılıyor.
bu tartışma formuna bakın
http://www.islamiforum.com/Oenguet-Kendisini-Hatemuand39l-evlya-Zannetmekteymi-t17931.html

- Mahmut efendinin talebelerine ve refah partililere REFAH DİNİNDEN diyerek KAFİR DİYOR (HEM DE KİTABIN ADI ÖYLE)

Bu sapkın ifadelerin sahibi şuanda yaşamıyor ama arkasında bu zihniyette bir topluluk bıraktı.
Amacımız o topluluğa hakka davettir.
İslam ne ifratı ne tefriti kabul etmez. Ölçü orta yoldur.

Tekfir dinimizde uygun görülmemiş bir yöntemdir.
Kişi açıktan Allah ve Resulünü ve dinin hakikatlerini inkar etmedikçe kafirlike suçlanamaz.

Artık böyle sapkın düşüncede olanlar varsa bilsinler ki gittikleri yol batıl bir yoldur!

Müslüman emri bil mağruf ve nehyi anil münker yapar, tekfir etmez!
Ves'selam

burası genel bir konudur. herkes eleştirildiği gibi ömer öngüt te eleştirilebilir. (burası kanarya sevenler derneği değil) ayrıca biz görüşümüzü nazara vermiyoruz. ilim sahiplerinin görüşünü nazara vereceğiz. bu kapsamda; kadir mısıroğlu, ömer öngüt ve hakikat yayınları hakkında diyor ki; “ömer öngüt bir cahil adam. derin devletin adamı. ona göre islami gayret sahibi herkes kafirdir. … kara cahildir ve arkasına taktığı birkaç cahil vardır. bu güdümlü bir adamdır….”

(bu konu ile ilgili aşağıdaki videonun 01:07:37 saniyeden sonrasına bakılabilir)

http://www.youtube.com/watch?v=31g-4yI-ceQ




not1: ömer öngüte göre; “…islami gayret sahibi herkes kafirdir…”. ömer öngüt seveni, fakiri rumuzlu kişinin de, forumda tekfir etmediği kimse de kalmamıştır. bu açıklamalar muvacehesinde @fakiri ile ilgili son sözümüz de şu olsun; armut dibine düşer.

not2: fakiri nin ve fakiri yi kollayanların, derin devlet adamı olduğunu düşünüyorum.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Teravih kaçkını-hadis munkiri !
Senin mick'ini ŞEYTANINSADIKKULU olarak değiştiriyorum.

Doğrusu ve yakışanı bu çünkü ...
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,770
Tepkime puanı
985
Puanları
113
Şeytan Şeyhleri:
Şeytan namına çalışanlar, şeytanın hizmetçileridirler. Şeytan namına çalışırlar, şeytanın yapamayacağını şeyh kisvesi altında bunlar yapar.
Halk bunları görüyor ve irkiliyor, nefret edip tiksiniyor. “Tarikat bu mudur?” diyor. Tarikat-ı aliye’nin nezafetini kaybettirenler, tasavvuftan soğutanlar, İslâm’dan uzaklaştıranlar işte bu şeytan şeyhleridir.
Çünkü onlar Allah yolunun eşkiyalarıdır, yol kesicidirler. Allah yolunu ve Allah ehlini arayanların yollarını kestiler. Hem kendileri kesildiler, hem de yol kestiler. Ruhlarını öldürdüler, ebedî hayatlarını katlettiler.
Ağına düşürdüklerini çalıştırıyorlar, soyuyorlar ve kendileri yiyorlar. Bütün maddi ihtiyaçlarını bu şekilde temin ediyorlar. Her türlü nam, menfaat, şan, şöhret ve şehvetlerini bu yolla tatmin ediyorlar. Bunların hepsi şeytanın askeridir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Direk olmuş keresteler.” buyuruyor. (Münâfikun: 4)
Mevkileri güzel, saltanatları yerinde, kisveleri herkesi imrendirir, fakat hepsi de cehennem direğidir.

O nefsini ilâh edinmiş ona tapınıyor. Gelenler de onun putuna taptığı için puthane oluyor, onları puthaneye sokmuş oluyor.
Hep onu överler, hep onu methederler. Hiçbir hakikatı görmezler ve görmek de istemezler. Yalnız ve yalnız kendilerinin hakikat ehli olduğunu zannederler.
Onlar niçin bu hataya düştüler?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sâdıklarla beraber olunuz!” diye emir buyuruyor. (Tevbe: 119)
Mürşid-i kâmil’i bulmayanlar gerçek mürid olamazlar. Her ne kadar çalışsa da, bir gayret içinde bulunsa da faydası pek azdır, niyetine göre, ihlâsına göre istifade eder. Çünkü onlar bu emr-i ilâhî’yi dinlemediler, hakikatı aramadılar ve hakikatı bulamadılar.
Mürşid-i kâmil hükümsüz ve değersiz olduğunu bilir, hüküm ve değerin yalnız Allah-u Teâlâ ve Resul’de olduğunu görür. Kendisinin bir resimden, bir maskeden ibaret olduğunu, bir paçavradan ibaret olduğunu hem bilir, hem görür.
Fakat nefsine tapınanlar bunu görmek şöyle dursun; ilâhlık dâvâsına halel getirir diye, işitmek bile istemez.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.” (Zuhruf: 37)
Ve dolayısıyle hiçbir söze ve hiçbir hakikate de yanaşmazlar.
Nitekim insanların pek çoğunun durumu böyledir. Hakikatı aramadıkları için zandan kurtulamazlar.
Şimdi bu sözlerimize hayret edersiniz, ahirette aynel-yakîn karşılaştığınız zaman ne kadar haklı olduğumuzu görürsünüz. Nedamet çok, faydası hiç yok!
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,770
Tepkime puanı
985
Puanları
113
Tasavvuf Taassubun Ötesindedir:
“Benim mürşidimden başka mürşid olamaz.” diyen kanaat sahiplerine gelince; onlar taassub ehlidirler, zihniyetleri dardır. Tasavvuf ise taassubun ötesindedir.
Bir ağacın, yalnız kendisinin meyve verdiğini zannetmesi ne kadar gülünçtür. Halbuki bu toprak onun gibi ne ağaçlar yetiştiriyor. Kim ki “Benim yolum budur, başkasınınki değildir.” derse, o çok iyi bilsin ki Hakikat yolundan ayrılmıştır. Kişinin ancak “Benim yolum çok güzeldir.” demesi kadar salâhiyeti olabilir. “Benimki hak, diğerleri bâtıldır.” demeye hiç kimse sahib-i selâhiyet değildir. Hakikat yolunda olan bir kimseye “Sen o yolu bırak buraya gel.” demek edebe uygun değildir. Herkes bir noktada toplanamaz. Kimisi gülü, kimisi karanfili sever, kimisi de sümbülden hoşlanır. Allah-u Teâlâ kişiye nasibini nereden ayırmışsa, o nasibini oradan alacak. Gel demek için Levh-i mahfuz’daki takdiri bilmek şarttır. Kişi bunu zannına göre söylüyorsa, o bir tahripçidir, yol kesicidir. Ekilmiş bir kimse koparılmışsa, kurumasına sebep olunur ve bunun zararları pek çoktur. En mühimi, mâneviyatını söndürmüş, ebedî hayatını öldürmüş olur. Daha ileriye giderse Allah-u Teâlâ ile karşı karşıya kalır.
Bir hayvan önüne gelen otu koparır. Fakat insan olan bunu yapabilir mi? Aradaki fark işte bu kadar büyüktür. Mesuliyeti ise daha da ağırdır.
Biz yalnız şunu işaret ederiz. Dalâlette gördüğünüz kimseyi dalâletten kurtarmaya çalışın. Hiçbir zaman ekilmiş bir kimseyi koparmayın, yerinde besleyin. Takviyesini yapıp, yerinde sağlamlaşmasına gayret edin. Koparmak mı? Asla! Hayvan koparır, insan ise su döker.
Allah-u Teâlâ müminlerin kardeş olduğunu beyan buyuruyor. Ayrılık neden gelsin, niçin kardeşçe sevişilmesin? Bu bölücülükler nefislerin hamlığından, ruhen tekâmül edemeyişlerinden ileri geliyor.
Bugün herkes “Benim yolum” diyor. Hatta o kadar ileriye gidiyor ki, sadece kendi yolunu hakikatta görüyor.
Bu husus çok incedir, hiçbir ehl-i kemâl gayriye tecavüz etmez. Bunun iç sırrı şudur: Allah-u Teâlâ bir kulunu vazifelendirmeyi murad etmişse, ona tâbi olacak olanları Levh-i mahfuz’da beyan eder. Hılkiyetini de ona göre yaratmıştır. Meselâ bir vasıtada yüz beygir gücünde motor bulunur, birinde onbin beygir, birinde yüzbin beygir gücünde motor bulunur. Her biri gücüne göre yük çeker. Allah-u Teâlâ bir Mürşid-i kâmil’e ezelde kaç kişiyi ihsan etmişse, ona göre güç de vermiştir.
Onun için dikkat edilirse, mürşidi olmuş ve ölmüş hiç kimseye katiyyen gel denilmiyor. “Gel” deyicilerin durumunu buradan anlayın.
Hâl böyle iken “Benim müridim çok olsun.” diye hareket etmek çok yanlış bir şeydir. Yanlışlığı şuradan gelir ki, ya bir varlık kokusu vardır, ya menfaat arzusu vardır, veya “Olayım” gayesi vardır. Evvela benlik giriyor.
İkincisi, Allah-u Teâlâ aldıkları o kişiye ezelde nasip ayırmamışsa, ona kim ne verebilir? Aldıkları kimselerin eğer başka yerden nasipleri varsa, nasiplerinden mahrum etmiş oluyorlar. Bir de: “Ben daha iyiyim.”diye ehil bir yerden koparırlarsa, mânevî hayatlarını katletmiş olurlar. Bu bir mânevî hayat katli olduğu için, katlettikleri kimselerin başları bu “Gel!” deyicilerin torbalarından çıkacak. Katlolunan da gider, katleden de katlettiği kimselerin mesuliyetini çeker.
Bunun içindir ki, Hakk’a dayanan; Hakk’ın ezelî taksimine göre hareket edip, icraatını tanzim eder, gayriye tecavüz etmez. İntisablı olsun olmasın, “Nasibi burada mı?” diye daima istihareye başvurur.
Derler ki: “Efendim o mürid beni bulamaz!” Dikkat buyurun, aşılayıcı rüzgar halkediyor, tozları çiftleştiriyor, meyve oluyor. Senin mi rolün var o çiftleşmede? Bütün mahlukâta Rezzâk-ı âlem rızık veriyor, sen mi yardım ettin O’na? Sen çık aradan! Sahib-i hakiki nasıl dilerse öyle yapar.
Bir kardeşin arabası ile gidiyorduk. Oğlu küçük olduğu için: “Baba, arabayı ben yürüteyim.” dedi. Direksiyon çocuğun elinde, fakat babası yürütüyor. Uzaktan gören çocuk yürütüyor zanneder. Çocuğun orada hiçbir rolü yok. Babası bıraktığı anda mahvolur. Mürşid de böyledir. “Yürütüyorum” dediği anda helâka mahkûm olur. Allah-u Teâlâ yürütüyor, karşıdan gören de mürşid yürütüyor zanneder.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek: “Bu Allah yoludur.” buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdikten sonra: “Bunlar da yollardır. Bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer şeytan bulunur.” buyurdular ve:
“Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın. Allah size bunları sakınasınız diye vasiyet etmiştir.” (En’am: 153)
Âyet-i kerime’sini okudular. (Dârimî, Sünen)
Bize bu yolu Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- göstermiştir. Yol olarak da onun yolu vardır. Bütün insanların Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in yolunda bulunması icabeder.
O yol bir Cadde-i kübrâ’dır, çok geniş ve dümdüzdür. Zâhirî kısmı, daha ilerde bâtınî kısmı, daha ilerde ledünî kısmı vardır. Böylece kısım kısım birbirinden geçer. Hepsi o yol üzerinde bulunur ve hepsi hakikat üzerindedir. Allah-u Teâlâ’nın emir buyurduğu, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in açtığı yoldur. Bütün müslümanlara şâmildir, şahsa ait değildir.
Fakat kim ki :“Benim yolum yoldur, başkasınınki yol değildir.” derse, o iyi bilsin ki Hakikat yolundan sapmıştır. Artık Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin işaret ettiği o ayrılan diğer yollarda gider de gider ve “Benim yolum yoldur.” der. Hakikaten onun yolu yoldur amma, yetmişiki yoldan birisidir. Artık o istikamette değildir. Fırka-i nâciye’den ayrıldığını çok iyi bilmesi lâzımdır.
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,770
Tepkime puanı
985
Puanları
113
NUMUNE BİR NEFİS TEZKİYESİ
Aziz Mahmud Hüdâyî -kuddise sırruh-:
Milâdî 1541 yılında Şereflikoçhisar’da dünyaya geldi. Medrese tahsilini İstanbul’da tamamladı. Hocası Nâsırzâde ismindeki zât Edirne’ye müderris, Mısır ve Şam’a kadı tayin edildiği yıllarda onu da yanından ayırmadı. 1573’te Mısır’dan dönüşünde Bursa Ferhâdiye medresesine müderris ve Câmi-i Atik mahkemesi’ne nâib tayin edildi. Üç sene sonra, hocasının vefatı ile Bursa kadılığına getirildi.
Kadılığı esnasında bir gece rüyasında kıyametin koptuğunu, sırat ve mizan kurulduğunu, sâlih kişiler olduklarını zannettiği pek çok kimsenin, hususiyetle çok sevdiği hocası Nâsırzâde’nin de cehennemlikler arasında bulunduğunu gördü.
Bu korkunç rüyanın verdiği dehşet ve teessür içindeki günlerde mahkemeye bir dâvâ getirildi.
Boşanma dâvâsı ile huzuruna gelen bir kadın, kocasının her sene Hacc’a niyet ettiği halde gitmediğini ve o sene yine Hacc’a niyet ettiği halde gitmediğini ve o sene yine Hacc’a niyet edip eğer gitmezse kendisini üç talâkla boşayacağını söylediğini, fakat arefe gününe kadar gitmediği halde kurban bayramı günlerinde birkaç gün ortadan kaybolduktan sonra meydana çıkarak Hacc’a gidip geldiğini söylemek suretiyle yalan konuştuğunu, bu itibarla talâkın gerçekleşmesini istedi.
Yanında bulunan kocası ise, arefe gününe kadar memleketinden ayrılmadığını kabul etmekle beraber, Hacc’a gidip geldiğini, hatta orada görüştüğü arkadaşlarından dönüşlerinde şâhitlik yapmalarının istenebileceğini söyleyerek talâkın gerçekleşmediğini savundu.
Dâvâ, kadı Mahmud efendi tarafından hacıların dönüşüne kadar tehir edildi.
Hacılar döndükten sonra ise, kocanın iddiasında doğru olduğu hacı arkadaşlarının şâhitlikleri ile anlaşıldı. Bunun üzerine kadı Mahmud efendi talâkın vâki olmayacağına dair hükmü ilân etti.
Kararı açıklamakla beraber bu işin nasıl olduğunu ve gidiş-gelişin ne şekilde gerçekleştiğini adamdan gizlice öğrenmek istedi.
O da eskici Mehmed dede adı ile anılan bir zâtın mânevî delâletiyle tayy-i mekâna nâil olduğunu söyleyince, Hüdâyî -kuddise sırruh- Hazretleri Mehmed dedeye başvurarak inabe talebinde bulundu.
Mehmed dede ise: “Nasibin bizden değildir, Hazret-i Üftade’dendir, varın ona müracaat edin.” deyince dünyevî meşgalelerini terkederek Üftade -kuddise sırruh- Hazretlerine intisab etti.
Hazret-i Üftade -kuddise sırruh- ondan; önce mal ve mülkten, ikinci olarak memuriyetten feragat etmesini ve üçüncü olarak da nefsini ayaklar altına almasını istedi. O da bütün bunları tereddütsüz kabul ederek şeyhinin irşad halkasına katıldı.
Şeyhine verdiği sözleri yerine getirerek önce mal ve mülkünü fakirlere dağıttı, sonra da memuriyeti terk etti. Arkasından da nefsini ayaklar altına alabilmek için çok sıkı bir riyazete başladı.
Hazret-i Üftade -kuddise sırruh- bir gün müridine:
“Haydi evlâdım! Bir sırık ciğeri omuzuna alarak Bursa sokaklarında dolaşıp satmalısın.”
Diye emretmiş, Hüdâyî -kuddise sırruh- Hazretleri de hiç tereddüt etmeden sırığı samur kürkün üzerine almış ve Bursa sokaklarında: “Ciğerci... Ciğerci!...” diyerek satmaya başlamıştı.
Bu hâli gören ahâli: “Kadı çıldırmış!” diyerek aleyhinde bir sürü dedikodular uydurdular. Fakat o, bu şekilde nefsini kırıp ruhunu yükseltmek için, bu söylenenlerin hiç birine aldırmadı.
Hüdâyî -kuddise sırruh- Hazretleri ciğer satma vazifesini kemâl-i ihtimamla yerine getirdikten sonra onu dergahın helâlarını temizlemeye memur etti. Bir gün abdesthaneleri yıkarken kulağına davul-zurna ve dümbelek sesleri geldi. Meğer kendisinin yerine, yeni tayin olunan kadı geliyormuş ve halk onu karşılamakla meşgul imişler. Hazret halkın bu âdetini bildiği için, sesleri duyunca kendi kendine:
“Yeni kadı geliyor hâ!... Biçare Mahmud, sen böyle bir mesleği bıraktın, şimdi abdesthanelere hizmetkâr oldun!”
Diyerek nefsinin iğfaline kapıldı. Hatırından bir an bunlar geçince derhal toparlandı ve:
“Mahmud! Sen şeyhine, nefsini ayaklar altına alacağına dair söz vermedin mi?”
Diyerek kalbinden geçen bu hâle tevbekâr olmuş ve elindeki süpürgeyi atarak taşları sakalıyla süpürmeye başlayacağı bir anda şeyhi yetişmiş ve:
“Evlâdım! Sakal mübarek şeydir, onunla böyle bir şey yapılmaz.” diyerek omuzundan yakalamış, sonra da:
“Maksat bu mertebeyi atlatmaktı.” buyurmuş, sâdık müridini içeriye alıp dergâha götürmüştü.
Kemâliyet lâf ile değil, yaşama iledir. Bunlar bu yolda hep birer vartadır, birer imtihandır. Şeyhine karşı teslimiyet ve merbudiyet sayesinde bu imtihanlar atlatılabilir. Bütün bunlar ilâhî takdirin tecelliyâtıdır. Allah-u Teâlâ bu lütfu ona bahşedecekti, takdirinde vardı, imtihanın neticesinde takdir olunan bu lütfa nâil oldu.
Hüdâyî -kuddise sırruh- Hazretleri şeyhinin taht-ı terbiyesinde her geçen gün mânevî tecellilere nâil oluyor, ruhu olgunlaşıyordu. Nefsini tezkiye ile kalbini tasfiyeye muvaffak olan Hazret, artık nebâtâtın bile tesbihini duyar hâle gelmişti. Üç yıl gibi kısa bir zamanda seyr-ü sülûk’unu tamamladı ve irşada mezun oldu.
Şeyhinin vefatından sonra Rumeli’ye gitti. Trakya ve Balkanlarda bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a geldi. Bu arada Üsküdar’da kendi dergâhını inşa etti.
Halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir sahası meydana getirdi. Dergahı her zümreden insanlarla dolup taştı. Akın akın gelenler, hasta kalplerine şifâ olan sohbetlerine kavuştular. Devrin padişahları ona hürmette kusur etmediler.
Milâdi 1628 yılında seksenyedi yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Cenazesi büyük bir merasimle kaldırılmış ve zâviyesinde bizzat kendisinin yaptırdığı türbeye defnedilmiştir.
Hususiyetle mensupları, sevenleri ve türbesini ziyaret edenler hakkında:
“Denizde boğulmasınlar, âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler ve imanlarını kurtarmadıkça gitmesinler.”
Şeklindeki duâsı, türbesini ziyaretçisi en çok olan türbeler arasına sokmuştur.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hazret-i kur'an'da yahudilerin hıristiyanların ve münafıkların içyüzü

HAZRET-İ KUR'AN'DA YAHUDİLERİN HIRİSTİYANLARIN VE MÜNAFIKLARIN İÇYÜZÜ

"İnsanlar İçerisinde, Müminlere En Şiddetli Düşman Olarak Yahudileri Bulursun." (Mâide: 82)
"Sen Onların Dinlerine Uymadıkça Ne Yahudiler Ne De Hıristiyanlar Aslâ Senden Hoşnud Olmazlar." (Bakara: 120)
"Varlığım Kudret Elinde Olan Allah'a Yemin Ederim ki, Bu Ümmetten Yahudi Olsun Hıristiyan Olsun, Kim Benim Peygamberliğimi Duyar da Benim Getirdiğime İman Etmeden Ölürse, Mutlaka Cehennemliklerden Olur." (Müslim)
İlâhî Hükümler Böyle Olduğu Halde; Bu Hükümleri Beğenmeyenlerin Durumu İse Şudur:
"Onlar Ne Sizdendir, Ne De Onlardan." (Mücadele: 14)

"Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah yahudileri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah'ın yarattığı yaratıklardan arkasında bir yahudinin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı hiçbir şey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın müslüman kulu! İşte bu bir yahudidir. Gel de onu öldür!' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan olacaktır. (Yalnız Gargad ağacı bu hükmün dışındadır. Çünkü bu ağaç onların ağaçlarındandır, konuşmayacaktır.)" (İbn-i Mâce: 4077)
İsrail demek, Amerika demek, Amerika demek, hıristiyan âlemi demek. Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demek. Bütün dünya bunlardan ikrah etti. Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar. Müslümanların cezası bitince onların cezası başlayacak. Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır var. İşte dünya böyle tutuşacak."
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Yahudilerin Filistin'deki müslümanlara mütemadiyen saldırması, çocuk-kadın demeden insanları pervasızca katletmesi kendi tıynetlerinin icabındandır. Karşısında bir kuvvet bulmadığı müddetçe bu tıynetini sergilemekten çekinmez. Nitekim çekinmiyor da.
Bunların bu düşmanlığı nereden geliyor?
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim'inde yahudi ve hıristiyanların küfrünü, İslâm'a ve müslümanlara olan düşmanlıklarını haber vermiş, küfürden ve bu küfür ehlinden korunmamız için bize Âyet-i kerime'lerinde emir ve nehiyler beyan buyurmuştur..
Nitekim Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisâ: 101)
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Yahudi ve hıristiyanlar küfürde ve İslâm düşmanlığında ortaktırlar. Bir ve beraberdirler.
Bununla beraber yahudilerin İslâm düşmanlığı hıristiyanlardan da putperestlerden de daha şiddetlidir. İslâm'ın ve müslümanların en büyük hasmı bunlardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
Buna mümasil birçok Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ gerek yahudi, gerek hıristiyan olsun bu küfür ehlini bize tanıtmıştır.
Nitekim yahudi ve hıristiyanlar tarih boyunca İslâm'a ve müslümanlara düşmanlık etmişler, hasım kesilmişler, İslâm'ı ve müslümanları yok etmeye çalışmışlardır. Her türlü katliamı, soykırımı sergilemişler, putperestlerle işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir. Haçlı seferlerinde, Kudüs'te, Anadolu'da, Endülüs'te her türlü vahşeti yaptıkları gibi yakın tarihte Kıbrıs'ta, Bosna'da, ve halen Filistin'de, Arakan'da ve daha pek çok yerde bu böyledir.
Bunların, bu küfür ehlinin durumu budur.
Bu küfür ehlinin küfrünü ve düşmanlığını kabul etmemek onlara sevgi beslemek Allah-u Teâlâ'nın hükmünü inkâr etmek demektir.
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin." (Mümtehine: 1)
İlâhî hüküm budur.
İman ile küfrü ayıran Allah-u Teâlâ'dır:
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)
"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)
Allah-u Teâlâ'nın hükmü ve tecellisi budur. İman ile küfrü ayırdığı gibi müminlere ayırmalarını emretmiştir.
İmanın en sağlam kulpu Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir." (Ebu Dâvud)
Binaenaleyh imanın alâmetlerinden birisi de, Allah düşmanlarına karşı dostluk ve sevgi göstermek değil, onlardan nefret etmektir.
"Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz." (Mümtehine: 1)
Onlar Allah-u Teâlâ'yı da, O'nun Peygamber'ini de ve o Peygamber'e indirilen kitabı da inkâr ederek küfür içinde yaşamaktadırlar.
Allah-u Teâlâ'ya, O'nun dini din-i İslâm'a ve Hazret-i Allah'a iman eden müslümanlara hasım kesilmeleri küfürlerinin icabatındandır.
Bu Hazret-i Allah'a hasım kesilenleri hasım kabul etmek, iman-küfür berzahını muhafaza etmek iman ehli olmanın icabatındandır.
Herkes bu aynada kendisine bakabilir. İmanı muhafaza edenlerden mi, yoksa küfre meyledenlerden mi? Buradan anlayabilir.
Bu emr-i ilâhi'yi dinlemeyenlerin, cehennemdeki feryatlarını da dinleyen bulunmayacaktır.
Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır." buyuruyor. (Mâide: 51)
Dünyada onları dost edinen, onlarla beraber olan, ahirette azapta da onlarla beraberdir, onlarla beraber haşrolunur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Kişi sevdiğiyle haşrolunur." (Keşf'ül-hafâ)
Gayemiz iman ile küfrü ayırt etmek, Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutları muhafaza etmektir. Bu hudutları kaldırmaya çalışan kâfirlere ve münafıklara fırsat vermemektir.
Günümüzde Yahudiler:
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyânkâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler gönderceğini beyan buyurmaktadır:
"Rabb'in yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." (A'raf: 167)
Bu Âyet-i kerime'lerde yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.
Yahudiler eski geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmışlar, karşılarındaki en büyük düşmanın İslâm ve müslümanlar olduğunu nesilden nesile sürdüregelmişlerdir.
"Zira hiçbir yahudi yoktur ki müslümanı öldürmek niyetinde olmasın." (İbn-i kesir)
Bugün rahmetli ll. Abdülhamid Han'ın reddettiği yahudilerin çirkin teklifinden sonra yahudiler İngilizler'in yardımıyla 1945'te Filistin'deki müslümanları gerek yok ederek, gerek sürgün ederek mukaddes topraklara yerleşmişler ve müslüman ülkelerin ortasında çıbanbaşı olmuşlardır.
Öyle ki 20. yüzyılın yahudi devleti olan İsrail en güçlü silahlara en güçlü istihbarata en güçlü teknolojiye müttefiki olan ABD'nin yardımıyla ulaşmıştır.
Velhasıl, bugün müslümanların en büyük başbelası olmuştur. Filistin'deki müslüman katliamı hergün devam etmekte, dünyadaki müslüman mezalimlerinde yahudi İsrail'in rolü bulunmaktadır.
Arapları birbirine düşürmeyi başarmış, müslüman devletlerin birlik olmasını engellemek için her türlü fitneyi yaymıştır.
Hülâsa-i kelâm;
Yahudiler Resulullah Aleyhisselâm zamanından bugüne kadar İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar. Ve düşmanlıklarını sürdürmeye devam edeceklerdir.
Müslümanların, düşmanlarını iyi tanımaları şarttır.
Hıristiyanlıktaki Yahudi Nüfuzu:
Dikkat edilirse hıristiyan ülkeleri ve hususiyetle Amerika, İsrail vahşet ve soykırımına sessiz kalmakta hatta el altından desteklemektedir.
"Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)
Hadis-i şerif'te de "Küfür tek millettir." buyurulmaktadır.
Hıristiyanlar küfürde yahudilere ortak oldukları için icraatları da ortak oluyor.
Asr-ı saadette Arabistan yarımadasındaki Arap kavimlerini kışkırtarak müslümanlara karşı ortak bir hareket tertip edilmesinden haçlı seferlerinin arkasındaki finans desteğine kadar birçok olayda bu ihanet ve fesatın izleri vardır.
Avrupa reformistlerinin birçoğu, materyalistlerin dört elle sarıldığı Evrim teorisinin atası Darwin, Rus sosyalist ve devrimcilerinin tamamına yakını, faşizm ideologlarından bir kısmı, insanlara hayvan ahlakını tavsiye eden sosyolog(!)ların mühim bir kısmı yine yahudidir.
Yahudilerin bu tahribatları yanında ülkeleri ve devletleri sinsice kontrol etmeye dönük faaliyetleri de tarih boyu devam etmiştir. Özellikle Avrupa'da "Saray Yahudileri" denilen sınıflar oluşmuş, birçok yahudi de din değiştirerek gizlice gayesine devam etmiştir. Şu hakikat iyice ortaya çıkmıştır ki din değiştiren yahudilerden büyük kısmı siyaset ve dünya menfaati gayesi güderek böyle bir yol izlemiş, gizlice kendi dinini yaşamaya devam etmiştir. Nitekim bu din değiştirenlerin büyük kısmı İsrail'de yahudi muamelesi görürler.
Ortaçağ'da memuriyet işlerinde ve sarayda etkinlik kurmaya çalışan yahudiler 1700'lü yıllarda faaliyetleri artan gizli cemiyetler ve mason teşkilatları vasıtası ile yahudi olmayanları da kendi gayeleri doğrultusunda kullanmaya başlamışlardır. Sermayenin çok büyüdüğü ve şirketleşmenin yayıldığı son devirlerde -özellikle sanayi devriminden sonra- para ve sermaye üzerindeki kontrollerini artırmaya önem vermişlerdir. Bu şekilde ortaya çıkan tiröstler (küresel ekonomide tekel haline gelen şirketler) vasıtası ile dünya siyaseti üzerinde söz sahibi olur hale gelmişlerdir. BM, NATO, AB gibi birçok uluslararası kuruluşun temelini kendi çıkarları doğrultusunda inşa etmeye çalışmışlar, ancak gün gelip işlerine yaramaz hale gelince yıkmak için gerekeni yapmaktan da kaçınmamışlardır.
Özellikle son yüzyıllarda cereyan eden siyasî hadiselerde yahudi rolünü şöyle özetlemek mümkündür: Yap-Boz...
Bu "Yap-Boz"un sebebi yahudi siyasetinin yıllar içinde değişmesidir.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki yahudi siyaseti Filistin topraklarına mümkün olduğunca çok yahudiyi yerleştirmekti. Bu gaye önünde engel kim varsa yıkılması gerekiyordu. Birinci Dünya Savaşı bu süreci hızlandırdı. Osmanlı Devleti yıkıldı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda bu siyasi hedef özellikle İngiltere'nin yardımı ile amacına ulaşmıştı.
Sırada yahudi devletinin kurulması vardı. 2. Dünya Savaşı akabinde bu siyasi gaye de gerçekleşti. Sonraki soğuk savaş yılları İsrail varlığının pekiştirilmesine hizmet eden yıllar oldu.
Sırada Vadedilmiş Topraklar ve Dünya Krallığı var. Bu sefer siyasi hedef büyük. Hadiseler de buna göre büyük planlanıyor. Irak'ta ateş başladı. Çok daha büyüklerini bekleyin. Bu yıkıcı nükleer silahlar patlayacak. 3. Dünya Savaşı ve çok büyük afatlar ile dünya dümdüz olacak. Kıyamet Alametlerini haber veren Hadis-i şerif'lere baktığımızda bunları görüyoruz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsra: 58)
Binaenaleyh bunların hepsi Hazret-i Allah'ın takdiri ile oluyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyorlar:
"Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah yahudileri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah'ın yarattığı yaratıklardan arkasında bir yahudinin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı hiçbir şey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın müslüman kulu! İşte bu bir yahudidir. Gel de onu öldür!' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan olacaktır. (Yalnız Gargad ağacı bu hükmün dışındadır. Çünkü bu ağaç onların ağaçlarındandır, konuşmayacaktır.)" (İbn-i Mâce: 4077)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da: 'Ey müslüman, ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!' diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır." (Müslim: 2922)
Allah-u âlem yahudiler Mekke-i mükerreme'ye ve Medine-i münevvere'ye giremeyecek, Medine-i münevvere'ye nötron bombası atsalar gerek.
Amma onlar, amma Çinliler. Bütün halk ölecek. Bundan değil müslümanlar, bütün küffar halkı da rahatsız olacak.
Sonra Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Ve bugünler çok yakın, çok yakın. Ben 80 yaşımda olduğuma kendim inanamıyorum. Bütün bu hadiselerin oluşu, bitişi 40 sene sürecek. Demek istiyoruz ki, bundan sonra harpler var, darpler var, üzüntüler var, sıkıntılar var, hüzünlü seneler var.
Mühim hadiseler olacak, mühim hadiseler doğacak ve büyük kanamalar olacak. Vakit bekleniyor. Ne zaman? O bilir. Allah'u-âlem doğacak hadiseler çok kan dökülmesine vesile olur.
Ben dünyayı harap olmuş bir ev olarak görüyorum. Ne zaman çöktürecek, onu O bilir.
Bu isyan cezasız kalmaz, vakit geldi. Allah'ım beterinden korusun. Bakalım Allah-u Teâlâ ne gösterecek.
İsrail demek, Amerika demek, Amerika demek, hıristiyan âlemi demek.
Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demek.
Bütün dünya bunlardan ikrah etti. Müslümanların cezaları var, cezalarını çekiyorlar. Müslümanların cezası bitince onların cezası başlayacak.
Amerika'nın daha bu bölgede işi var. Irak'tan sonra sırada; İran, Suudi Arabistan, Mısır var. İşte dünya böyle tutuşacak.
Amerika dört devleti gözüne kestirdi; Irak, İran, Suudi Arabistan ve Mısır.
Amerika'nın bütün gayesi petrolü elde etmek, dünyayı elde tutmak. Ondan sonra büyük bir patlak verecek, dünya kaynayacak.
Allah'ımız sonumuzu hayırlı etsin."
Yahudilerin tarih boyunca müslümanlar üzerindeki entrikaları hiç bitmemiştir.
Ülkemiz üzerinde de bu böyledir. Bugün Irak Kürtlerine sinsice destek veriyorlar. Yarın yahudi aleni olarak karşımıza dikildiğinde kimse şaşırmasın.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyankâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler göndereceğini beyan buyurmaktadır:
"Rabb'in yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." (A'raf: 167)
Bu Âyet-i kerime'de; yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine, bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.
Hepsi Hazret-i Allah'ın ruhsat vermesi ile oluyor. Bugün müslümanlar isyan ve günahının cezasını çekiyor. Hiç şüphe olmasın bu devreden sonra da bunlar isyan ve azgınlıklarının cezasını daha dünyada iken çekecekler. Böylece dünyanın son devresi tamamlanmış; her şey yaşanmış ve bitmiş olacak.
Bu iman ile küfrün harbidir. Küfür ehli hakiki müslümanlara hiçbir zarar veremez:
"Onlar incitmekten başka size herhangi bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girişecek olsalar bile, arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez." (Âl-i imran: 111)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin
"Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin, Hıristiyanların ve
Münafıkların İçyüzü" İsimli Eseri:

Muhterem, merhum Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri tebliğ ve irşadla geçen 85 yıllık ömr-ü sââdetlerinde gönüllere Allah ve Resul'ünün sevgisini yerleştirmeye, İslâm ahlâk ve yaşayışını yaymaya gayret etmişlerdi. Aynı zamanda içinde bulunduğumuz ahir zamanın fitneleri ile mücadele etmişler, hükm-ü İlâhî'yi ortadan kaldırmaya matuf söz ve hareketlere karşı eserler neşrederek büyük bir mücadele ve mücahede yapmışlardı.
Zira bu gibi fitneler müslümanların imanlarına tasallut eden büyük bir afattır.
Bunlardan birisi de yahudi ve hıristiyan gibi küfür ehlinin küfrünü hoş görme fitnesidir. Zira gerek Kuran-ı kerim'de, gerek Hadis-i şerif'lerde, gerekse asırlar boyu gelmiş-geçmiş bütün İslâm âlimlerinin eserlerinde; yahudi ve hıristiyanların küfür ehli oldukları; onların bu küfrünü inkâr etmenin, onların bu küfrünü hoş görmenin, "Onlar da cennete girecek, onlar da tevhid ehli!" demenin de kişiyi küfre sokacağı, kâfir yapacağı açık seçik olarak beyan edilmiş iken küffarın küfrünü hoş görmek bugün moda oldu.
Allah-u Teâlâ'nın hükmünü beğenmeyerek bu fitneye kapılanlar müslüman iken münafık oldu.
Dış düşmanın da teşviki ile bu fitne dünyada ve memleketimizde moda oldu. Riyaset, ikbal ve menfaat peşinde olan pek çokları bu modaya ayak uydurdu.
Kitabullah'ın hükmüne rızâ göstermeyenleri dost edinmenin insanı İslâm hudutları haricine çıkaracağı kesinlikle bilinmelidir. Bir müminin her şeyden önce dininde ve imanında samimi olması gerekir. Küfre rızâ küfürdür.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hayat-ı saadetlerinde bu gibi fitnelere karşı şiddetli müdahaleleri olmasaydı, herkes "İslâm budur" zannedecek, din ortadan kalkacaktı.
Bugün bu fitneler devam etse bile, müslümanlar biliyor ki bu söz ve icraatlar İslâm'da yoktur. İslâm bu fitnelerden uzaktır. Hüküm Allah'ındır. İman Allah'ın hükmüne teslim olmakla mümkündür.
Din nasihattır. Bu hakikatlerin hatırlatılması da müslümanların vazifesidir. Biz de bu vazifeyi yapabilmek gayesi ile bu dergimizde Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hazret-i Kur'an'da Yahudilerin, Hıristiyanların ve Münafıkların İçyüzü" isimli eserindeki bu hakikatleri öz olarak duyurmaya çalışacağız inşaallah.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
"İBRAHİM NE YAHUDİ NE DE HIRİSTİYANDI.
FAKAT O ALLAH'I BİR TANIYAN DOSDOĞRU BİR MÜSLÜMANDI."
(Âl-i İmran: 67)
İsrâiloğulları İbrahim Aleyhisselâm'ın soyundan geldikleri için, imamet ve risâlet makamına kendilerinin müstehak olduklarını iddia ediyorlardı. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde onların bu iddialarını reddetmiş, dini hükümlere muhalefet edenlere o nesebin hiçbir fayda vermeyeceğini duyurmuştur.
İsrâiloğulları bozulup dinlerini kaybedince yahudiliği, daha sonra da hıristiyanlığı icâd etmişlerdi.
Daha sonra Allah-u Teâlâ imameti İsrâiloğulları'ndan almış, İbrahim Aleyhisselâm'ın soyunun diğer koluna vermiş; âlemlere rahmet olarak müjdelenen son peygamber, İsmail Aleyhisselâm'ın neslinden gelmiştir.
Âhir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm, Tevhid inancı esasına dayanan İbrahim Aleyhisselâm'ın dinine tâbi olmakla vazifeliydi.
Nitekim Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resul'üm! Sonra da sana 'Doğruya yönelen İbrahim'in dinine uy! O müşriklerden değildi.' diye vahyettik." (Nahl: 123)
Allah-u Teâlâ'nın Resul'üne tavsiyesi şüphesiz ki ümmetine de tavsiyesi demektir.
Görülüyor ki bu din-i mübinin temeli, İslâm ümmetinin atası olan İbrahim Aleyhisselâm'a kadar uzamaktadır.
Beşeriyette Tevhid esası İbrahim Aleyhisselâm'dan önce de mevcut olmakla beraber, asıl yeryüzüne yerleşmesi kendisinden sonra olmuştur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için hiçbir zorluk yüklememiştir." (Hacc: 78)
İbrahim Aleyhisselâm Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin cedd-i âlâsı ve babası bulunduğundan, ümmetinin de babası sayılır. Bir peygamberin ümmeti, o peygamberin evladı hükmünde olduğu gibi, o peygamber de ümmetinin babasıdır.
Bunun içindir ki İbrahim Aleyhisselâm'a Kuran-ı kerim'de oldukça geniş yer verilir.
İbrahim Aleyhisselâm'ın yahudi veya hıristiyan olduğunu iddiâ eden ehl-i kitap hakkında nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
"Ey ehl-i kitap! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat da İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmez misiniz?" (Âl-i imran: 65)
İbrahim Aleyhisselâm'a dair bu iddialarını isbat edecek Tevrat'ta İncil'de hiçbir bilgi yoktur. O, bu kitaplar gönderilmeden çok önce yaşamıştı.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlara, onların torunlarından olmalarına rağmen, onlarla aralarında hakiki bir bağ olmadığı gibi, böyle bağ olduğunu iddia etmeye haklarının da olmadığını, iftihar ettikleri geçmişlerinin yolundan ayrılmakla yaptıklarının karşılıklarını göreceklerini Âyet-i kerime'sinde beyan buyuruyor:
"Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size âittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz." (Bakara: 134 ve 141)
Kur'an-ı kerim'in on yerinde İbrahim Aleyhisselâm'ın milletinden ve hanif olduğundan söz edilir.
İbrahim Aleyhisselâm'ın dinine tâbi olan ancak Muhammed Aleyhisselâm'dır ve ona iman edenlerdir:
"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, bu peygamber (Muhammed) ve müminlerdir. Allah müminlerin dostudur." (Âl-i imran: 68)
Allah-u Teâlâ onların İbrahim Aleyhisselâm hakkındaki iddialarını yalanlayarak Âyet-i kerime'sinde ulûl-azm peygamberlerden İbrahim Aleyhisselâm'ın "Ne hıristiyan ne de yahudi" olduğunu, "Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman" olduğunu haber veriyor:
"İbrahim ne yahudi ne de hıristiyandı. Fakat o Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi." (Âl-i İmran: 67)
Allah-u Teâlâ dinini bütün dinlerden üstün kılmıştır.
İslâm geldikten sonra ne yahudiliğin, ne hıristiyanlığın, ne de diğer dinlerin hükmü kaldı. Hiçbirisi de İslâm'ın karşısında tutunamadı.
O günden itibaren bütün âleme karşı şu hakikat tamamen açıklık kazandı ki; Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Aleyhisselâm Allah'ın peygamberidir.
İsrâiloğulları Üç Peygamber Diliyle Lânetlenmişlerdir:
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İsrâiloğullarından küfre sapanlar hem Dâvut'un hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir." (Mâide: 78)
"(Musa dedi ki:) Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah'ım?" (A'raf: 155)
Yahudiler tarihte "Peygamberlerini öldüren kavim" olarak tanınmaktadır.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere, haksız yere peygamberlerini öldürenlere ve insanlardan adâleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele!
Onların yaptıkları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur." (Âl-i imran: 21-22)
Diğer bir Âyet-i kerime'lerinde ise şöyle buyuruyor:
"Her ne zaman onlara hoşlarına gitmeyen hükümlerle bir peygamber gelmişse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler." (Mâide: 70)
"Resul'üm! De ki: Şayet siz gerçekten inanmış kimseler idiyseniz, daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" (Bakara: 91)
İmanınızda samimi iseniz onları niçin öldürdünüz? İnandığınız Tevrat bunu yasak kılmamış mıydı? Ecdâdınızın bu cinayetlerini doğru bir davranış gördüğünüz için, siz de onlar gibi câni hükmünde bulunmaktasınız.
Yahudiler peygamberlerini böylece haksız yere öldürdükleri gibi, bu zamanın kâfirleri de Allah-u Teâlâ'nın seçkin âlimlerini, nur saçan kandillerini, peygamber vekillerini öldürdüler. Yahudiler peygamberlerini öldürüyorlardı amma peygamber vekillerini de kâfirler öldürdü.
Gayeleri din-i İslâm'ı yıkmak ve yok etmekti.
Yahudiler mukaddes bir istirahat günü istemişlerdi. Allah-u Teâlâ bunun üzerine haftanın altı gününü iş günü, yedinci cumartesi gününü de sadece din işleri ile uğraşmaları ve gönüllerinde dini şuuru sağlamlaştırmaları için mukaddes bir tatil günü yaptı. O gün çalışmak, balık avlamak ve yemek yasaktı.
Bu husus Kur'an-ı kerim'de şu şekilde açıklanmaktadır:
"Onlara şu deniz kıyısındaki şehrin durumunu sor! Hani onlar cumartesi yasaklarına saygısızlık edip ilâhi sınırı aşıyorlardı. Cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak sürü halinde akın akın yanlarına geliyordu. Diğer günler ise gelmiyorlardı.
Biz onları yoldan çıkmaları sebebiyle böylece imtihan ediyorduk." (A'raf: 163)
Allah-u Teâlâ bu günahkâr yahudileri itaatsizlikleri sebebiyle maymun şekline çevirmiştir:
"İçinizden cumartesi günü azgınlık edip haddi aşanları elbette biliyorsunuz. Biz onlara 'Aşağılık maymunlar olunuz!' demiştik." (Bakara: 65)
Bir Âyet-i kerime'de de bu husus yeniden hatırlatılıyor. Bu cezanın sadece maymunlaşma ile değil, domuzlaşma ile de ilgili olduğu belirtiliyor:
"De ki: Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğunu size haber vereyim mi?
Onlar Allah'ın lânetlediği, gazap ettiği, içlerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı kimselerle tağuta tapanlardır.
İşte onlar mevki bakımından daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha çok sapmış bulunanlardır." (Mâide: 60)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"İsrâiloğullarından bir ümmet kayboldu, hayvan sûretine çevrildi. Bilinmez ki o topluluk ne fenalık işlemiştir. Fareyi bunlardan sanıyorum. Çünkü o deve sütü konunca içmez, koyun sütünü içer." (Buharî Tecrid-i sarih: 1364)
İsrâiloğullarına devenin eti ve sütü haram kılınmıştı.
Çünkü onlar haram olan bazı şeyleri helâl sayıyorlardı. Bu yüzden Allah-u Teâlâ ceza olarak onlara helâl olan şeyleri bile haram kılmıştır.
Âyet-i kerime'lerde buyuruluyor:
"Yahudilerin yaptıkları zulümden, birçok kimseleri Allah yolundan çevirmelerinden, menedildikleri halde fâiz almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden dolayı kendilerine helâl kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de elem verici bir azap hazırladık." (Nisâ: 160-161)
"Biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı." (Nahl: 118)
Yahudilerin hak ettikleri bu cezaların bir ibret ve öğüt kılındığı beyan buyurulmaktadır:
"İşte biz bu (maymunlaşma cezasını), kendi devirlerinde yaşayıp hadiseyi bizzat görenlere ve sonradan gelecek olanlara bir ibret dersi, takvâ sahibi müminlere de bir öğüt yaptık." (Bakara: 66)
Âyet-i kerime'lerden açıkça anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ'nın lânet ve gazabına uğrayan yahudiler, hayvan şekline dönüştürülmüşlerdir.
Bir insanın şeklinin değiştirilip hayvan şekline konmasına "Mesh" denir. Eski milletlerde bu değişme olurdu. Resul-i Kibriya -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âlemlere rahmet olduğu için, Hazret-i Allah onun hürmetine zahiren sıfat değiştirmeyi bu ümmetten kaldırmıştır. Bu sıfatlar örtü altında kaldı. Şimdiki zamanda da hayvani sıfatlar mevcuttur. İnsan hangi sıfatta öldüyse o sıfatta dirilecek. Herkese saldıranlar köpek şeklinde, nankör insanlar kedi şeklinde, herkese düşmanlık yapanlar ise yılan suretinde mahşere çıkacaklar. Hayvan suretinde dirilecek amma; Hazret-i Allah dünyadaki şeklini yüzüne verecek, kim olduğu şeklinden tanınacak. Hayvani sıfatlardan arınanlar ise insan şeklinde ve sıfatında olacaklar.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Devrinde
Yahudilerin Durumu:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in âlemlere rahmet olarak gönderildiği yıllarda Arabistan'ın her tarafında yahudi bulunmasına rağmen, Mekke'de hemen hemen hiç yoktu. Mekke devrinde iken müslümanların düşmanı yalnız müşriklerdi. Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli yahudilerle müslümanların içindeki münâfıklar da bu düşmanlığa katıldılar.
Medine'nin yarısı yahudi idi. Resulullah Aleyhisselâm, putperestlerden daha çok yahudilerin hücum ve saldırısına maruz kaldı.
Kudüs'ün yıkılması üzerine Rumlar tarafından tecavüze uğrayan yahudiler, Hicaz bölgesine sığınarak bu bölgenin yerli halkı haline gelmişlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye teşriflerinde; Kaynuka, Nadir ve Kureyza oğullarına mensub üç yahudi kabilesi vardı. Her kabile kendi başına müstakil bir topluluk teşkil ediyordu. İktisâdi yönden Medine'de hakim durumda idiler. Medine etrafında kuvvetli kaleler içinde yaşıyorlardı.
Yahudiler kendi ırk, soy ve kültürleriyle iftihar ederler; Araplara vahşi ve câhil gözüyle bakarlar, onlara hayvanca muamele yapmayı âdeta bir hak sayarlardı. Mallarını çeşitli hile ve bahane ile yemeyi âdet edinmişlerdi. Yahudi din adamları ve ulemâsının bir bölümü falcılık ve bir takım sihir, büyü ile ilgileniyor, Araplar'ı kandırmaya çalışıyorlardı.
Yahudiler maddî refah açısından çok güçlüydüler. Araplar'ın bilmedikleri bazı sanat ve hünerleri biliyorlardı, ticaretin çoğu ellerinde idi. Etraf memleketlerden gıda maddeleri getirirler, oralara hurma götürüp satarlardı. Hayvancılık yaptıkları gibi, dokuma imalatı da yapıyorlardı. Kaynuka oğulları kuyumculuk, demircilik, çanak çömlek imalatında mahir idiler.
Ticarette doğruluk ve dürüstlük ancak kendi ırklarından olanlarla yapıldığı zaman geçerli idi. Kendilerinden olmayanlarla yaptıkları ticaret ve diğer muamelelerde sahtekârlığın her türlüsünü icrâ etmekten çekinmezlerdi.
En büyük işleri tefecilikti. Borç para verip karşılığında çok yüksek fâiz alırlardı. Fâizler çok yüksek, ödeme şartları çok ağır olduğu için, yahudilerden bir defa borç almış olan Araplar bir daha yakalarını kurtaramazlar, fâiz ödemekten ana parayı ödeme fırsatı bulamazlardı. Araplar'ın yahudilere böylesine bağlanması, onlara karşı kin ve nefretlerini artırmıştı, bu baskıdan bir an evvel kurtulma çarelerini arıyorlardı.
Yahudiler ise maddî menfaatlerini korumak maksadıyla Araplar'ın hiçbir zaman birlik ve beraberlik içinde olmalarını istemiyorlardı. Zira Araplar arasında birlik kurulduğu takdirde, yahudilerin sahip bulundukları verimli topraklardan, bağ ve bahçelerden, mamur beldelerden sürüleceklerini biliyorlardı. Yahudiler ayrıca kendi can ve mal güvenliklerini koruma altına almak için, güçlü olan Arap kabileleri ile ittifak kurup onların himayesine girerlerdi. Böylece güçlü olan bir başka Arap kabilesinin tecavüzlerinden korunmuş olurlardı.
Bekledikleri Peygamberi
Bile Bile İnkâr Ettiler:

Evs ve Hazreç kabileleri, yahudilerle bazen anlaşır bazen bozuşurlardı. Ne zaman araları açılsa yahudiler: "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir, gölgesi üzerimize düştü. O gelince biz ona tâbi olacağız, sizin kökünüzü kazıyacağız." derlerdi. Ayrıca: "Ey Allah'ımız! Tevrat'ta özelliklerini yazılı bulduğumuz âhir zaman peygamberi hürmetine bize yardım et!" diye duâ ve istimdat ederlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm Medineliler'le konuşup onları İslâm'a dâvet edince birbirlerine: "Vallahi bu size yahudilerin, geleceğini haber verdikleri ve bizi korkuttukları Peygamber olsa gerek! Sakın yahudiler ona tâbi olmakta bizi geçmesinler." demişlerdi. Çünkü yahudilerin böyle bir beklenti içinde yaşadıklarını biliyorlardı.
Aslında yahudiler Resulullah Aleyhisselâm'ın geleceğini ve vasıflarını "Kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlardı." Fakat tıynetleri icabı olsa gerek ki "Ne zaman bir Peygamber gelip de gönüllerinin hoşlanmadığı bir şey getirse ona karşı büyüklük tasladılar. Peygamberlerinin kimini yalanladılar, kimini öldürmekten çekinmediler." Resulullah Aleyhisselâm'ı da çekemeyecekleri tabiî idi. "Bile bile ona düşmanlık edeceklerdi." Kıskançlık ve hasetlerinden, kin ve düşmanlık etmeye başladılar.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Yanlarında bulunan (Tevrat'ı) tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri kâfirlere karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, tanıdıkları ve bekledikleri (o Kur'an) kendilerine gelince, bu defa onu inkâr ettiler.
İşte bundan dolayı Allah'ın lâneti kâfirlerin üzerinedir." (Bakara: 89)
Bunun içindir ki bunlar melun oldular.
Medineli müslümanlar yahudilerin bu kadar merakla ve heyecanla bekledikleri Peygamber'i kabul etmek yerine, ona karşı çıkmalarını, onun en azılı düşmanları olmalarını bir türlü anlayamıyorlardı.
Hatta Muaz bin Cebel -radiyallahu anh- gibi bazı müslümanlar yahudilere şöyle dediler:
"Ey yahudiler! Allah'tan korkun ve İslâm'a girin. Bizler müşrik iken siz bir peygamber gönderileceğini bize bildiriyor ve bu vasıfları ile bize onu tanıtıyordunuz."
Fakat onlar itiraz ettiler. "Bizim kendisinden söz ettiğimiz kişi bu değildir." dediler. Onun gelmesiyle Araplar'ın üstünlüğünün sona ereceğine ve kendilerinin iktidar ve ikbal sahibi olacaklarına kesinlikle inanan yahudiler sabahtan akşama kadar: "Geliyor... Gelmek üzeredir..." gibi laflarla onun geleceğinden sözedip dururlardı. Fakat o gelince bütün bunları unutup insanlıktan çıktılar. "Vakti geldi" dedikleri Peygamber için "Hayır! Beklediğimiz bu değildir, daha onun vakti gelmedi, bu bizden değildir." dediler.
Yahudilerin ileri gelenlerinden birinin kızı, diğerinin de yeğeni olan Hazret-i Safiye -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz şöyle buyurmuştur:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine'ye hicret edince babamla amcam onu görmeye gittiler ve kendisiyle uzunca müddet sohbet ettiler. Eve döndüklerinde amcam: 'Bu gerçekten, kitaplarımızdaki haberi verilen peygamber midir?' dedi. Babam: 'Evet, vallahi o aynı peygamberdir!' diye cevap verdi. 'Sen buna inanıyor musun?' diye sorduğunda: 'Evet!' dedi. 'O halde ne yapmalı, niyetin nedir?' dedi. Babam: 'Yaşadığım müddetçe vallahi ona muhalefet edeceğim.' dedi."
Gerçek apaçık meydanda iken, bundan daha çirkin bir kıskançlık olamaz. Çünkü böyle bir inatlaşma ve kıskançlık doğrudan doğruya zât-ı ulûhiyete karşı bir itirazdır.
Yahudiler bu şerefli Peygamber'i tasdik edip destek olacak yerde inkâr etmek suretiyle, nefislerini çok kötü bir bedelle satmış oldular:
"Nefislerini ne kötü şeye değişip sattılar! Allah'ın, kullarından dilediğine lütfundan (kitap) indirmesine hased ederek Allah'ın indirdiğini inkâr ettiler ve bu sebeple gazap üstüne gazaba uğradılar.
Küfredenlere kahredici bir azap vardır." (Bakara: 90)
Yahudiler beklenen Peygamber'in geldiğini bildikleri halde, onun kadr-ü kıymetini düşürmek için, devamlı olarak karışık sorular sormaktan, kasıtlı bir takım itirazlar ortaya koymaktan geri durmuyorlardı.
Müslümanları dinlerinden soğutmak ve uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar, âyetlerin mânâlarını bozacak şekle sokuyorlar, dilleri sürtmüşcesine kelimeleri yanlış söylüyorlar, bir gün müslümanlığa girip ertesi günü çıkıyorlardı. Gayeleri müslümanlığı küçük düşürmek, müminleri şaşırtmak, kalplere şüphe ve fesat tohumları saçmaktı.
İslâm düşmanlığı o kadar ileri gitmişti ki, ehl-i kitap'tan oldukları halde putperestliği müslümanlığa tercih bile ediyorlar, müşriklerin daha doğru yolda olduklarını söylüyorlardı.
Özelliklerin En Kötüleri:
Kur'an-ı kerim'de çeşitli Âyet-i kerime'lerde yahudilerin özellikleri beyan buyurulmaktadır:
"Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı diğer insanlardan, hatta müşriklerden de daha düşkün ve hırslı görürsün." (Bakara: 96)
"Onlardan her biri ömrünün bin yıl olmasını ister." (Bakara: 96)
"Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler." (Bakara: 95)
"Onların içinde öylesi var ki, ona bir dinar versen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemez." (Âl-i imran: 75)
"Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Eğer öyle olsaydı, insanlara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi." (Nisâ: 53)
"Onlar yeryüzünde durmadan fesat çıkarmaya koşarlar." (Mâide: 64)
"İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün!" (Mâide: 13)
"Sen kendileriyle andlaşma yaptığın halde, onlar her defasında hiç çekinmeden andlaşmalarını bozarlar." (Enfâl: 56)
"'Kitap ehli olmayan Arapların ve sâir kimselerin (hakkını yemekten dolayı) üzerimize bir sorumluluk yoktur.' derler." (Âl-i imran: 75)
"Onlardan bir çoğunun, kâfirleri dost edindiklerini görürsün!" (Mâide: 80)
"Kitap ehlinden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler." (Bakara: 105)
"'Sayılı birkaç gün dışında cehennem ateşi bize dokunmaz.' derler." (Bakara: 80 - Âl-i imran: 24)
"'Biz nasıl olsa bağışlanacağız.' diyorlar." (A'raf: 169)
"'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz.' (derler.)" (Mâide: 18)
"Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek isterler." (Tevbe: 32)
"İnsanlar içerisinde, müminlere en şiddetli düşman olarak yahudileri bulursun." (Mâide: 82)
"Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar." (Âl-i imran: 118)
"Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar." (Âl-i imran: 118)
"Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır." (Âl-i imran: 118)
"Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
"Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnud olmazlar." (Bakara: 120)
"'Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın!' (derler.)" (Âl-i imran: 73)
"Onlar Allah'tan bir gazaba uğramışlardır." (Âl-i imran: 112)
"Onlara alçaklık damgası vurulmuştur." (Bakara: 61 - Âl-i imran: 112)
"O yahudiler nerede bulunurlarsa bulunsunlar, zillet altında kalmaya mahkûmdurlar." (Âl-i imran: 112)
"Verdikleri kesin sözü bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık." (Mâide: 13)
"İnkârları yüzünden Allah onlara lânet etmiştir." (Nisâ: 46)
"Allah onlara gazap etmiştir." (Mâide: 80)
Ayrıca;
Bakara sûre-i şerif'inin 94. Âyet-i kerime'sinde; âhiret yurdundaki nimetlerin bütünüyle kendilerine âit olduğunu iddia ettikleri,
76. Âyet-i kerime'sinde; münafıklarla İslâm'a karşı işbirliği yaptıkları,
97. Âyet-i kerime'sinde; Kur'an-ı kerim'i indirdiği için Cebrâil Aleyhisselâm'a düşman oldukları,
61. Âyet-i kerime'sinde; nankörlükleri, haksız yere peygamberlerini öldürdükleri, isyana daldıkları, mütecaviz oldukları,
246. Âyet-i kerime'sinde; dönek oldukları,
Mâide sûre-i şerif'inin 79. Âyet-i kerime'sinde; iyiliği emredip kötülükten sakındırmadıkları,
A'raf sûre-i şerif'inin 146. Âyet-i kerime'sinde; her âyeti görseler yine de inanmadıkları, doğru yolu görseler onu yol edinmedikleri, azgınlık yolunu gördüklerinde onu yol edindikleri... beyan buyurulmaktadır.
Yahudilerin tarih boyunca müslümanlar üzerindeki entrikaları hiç bitmemiştir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri muhtelif aralıklarla bu isyankâr millete azapların en kötüsünü tattıracak kimseler göndereceğini beyan buyurmaktadır:
"Rabb'in yeminle şunu bildirdi:
Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." (A'raf: 167)
Bu Âyet-i kerime'de; yahudilerin kıyamete kadar tarih sahnesinden silinmeyeceğine, zaman zaman aynı azgınlıklarını devam ettireceklerine, bu yüzden de sık sık azaba uğratılacaklarına işaret vardır.
Peygamberlere Yapılan İftiralar:
Yahudiler Tevrat'taki tahribatları sayesinde birçok Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz'e iftirada bulunmuşlardır.
Bu ifadeler bugünkü muharref Tevrat'ta geçmektedir. Bu hakaret ve iftiraları İslâm tamamıyla reddetmektedir. Çünkü Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz seçilmiş, muhafaza edilmişlerdir. Her hususta doğru sözlüdürler. Aslâ yalan söylemezler. Her türlü itimada haiz olup istikametten ayrılmazlar. Masumdurlar, günah işlemezler. Son derece iffet ve ismet sahibidirler. İnsanların en zekisi ve en akıllılarıdırlar. Kuvvetli bir iradeye sahiptirler. Allah'tan aldıkları emir ve nehiyleri insanlara bildirirler.
Âyet-i kerime'de:
"Onları emrimizle doğru yolu gösterecek rehberler kıldık." buyuruluyor. (Enbiya: 73)
Onlar en yüksek ahlâka ve vasıflara sahiptirler.
Âyet-i kerime'lerde:
"Onlar bizim katımızda seçilmişlerden ve hayırlılardan idiler." (Sâd: 47)
"O peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği doğru yolu tutup onlara uy, o yoldan yürü." buyuruluyor. (En'am: 90)
Muharref Tevrat'ta (Tekvin: 3/22-23) Nuh Aleyhisselâm'a, (Tekvin: 12/14-19) İbrahim Aleyhisselâm'a, (Tekvin 19/30-36) Hazret-i Lût Aleyhisselâm'a, (Tekvin 12/10-13, 20/1-3) İshak Aleyhisselâm'a (Tekvin: 35/22) Yakub Aleyhisselâm'a, (Çıkış: 32/1-4) Hazret-i Harun Aleyhisselâm'a, (II. Samuel: 11-13/10-12) Hazret-i Dâvud Aleyhisselâm'a, (I. Krallar 11/4) Süleyman Aleyhisselâm'a iftira etmişlerdir.
Ve buna benzer birçok ifade muharref Tevrat'ta mevcuttur.
Allah'ın bu sevgili kullarına isnat edilmek istenen çirkin iftiralar, ancak hak vasfını kaybetmiş bir kitapta bulunabilir.
Tevratın Tahrip ve Tahrif Edilmesine Misaller,
Tevrattaki Tenakuzlar:

"Ve Rabbin sözüne göre, Rabbin kulu Musa orada Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarında Beyt-Poer karşısındaki derede onu gömdü, fakat bugüne kadar kimse onun kabrini bilemez." (Tesniye: 34/5-6)
Allah-u Teâlâ yaşayan Hazret-i Musa Aleyhisselâm'a böyle hitap etmez. Demek ki Tevrat sonradan yazılmıştır.
"Ve İsrâiloğulları, Moab ovasında, otuz gün Musa'ya ağladılar ve Musa için yas ağlama günleri tamam oldu." (Tesniye: 34/8)
Musa Aleyhisselâm daha hayatta iken İsrâiloğulları onun ölümü için yas tutmuştur. Öte yandan Tekvin (14/14) Hakimler (18/2) cümleleri karşılaştırıldığı vakit bu daha açık görülebilir. Tekvin'de geçen "Dan" bir şehir adıdır ve Musa'dan seksen sene sonra bu ismi almıştır.
İşte bu Yahudiler'in Tevrat'ı sonradan elleriyle yazdıklarını gösterir.
Eski Ahid'deki tahrif unsurlarından biri de içinde bulunan çelişik ifadelerdir.
Tekvin'in ilk babında Allah'ın insanı kendi suretinde erkek ve dişi olarak aynı anda; Tekvin (1/27)de ise önce erkek ve onun kaburga kemiğinden kadını yarattığı ifade ediliyor.
Tufan hadisesi anlatılırken, bir yerde Tufan'ın 40 gün, diğer bölümde 150 gün sürdüğü ifade ediliyor. (Tekvin: 7/4,12,17,24)
Nuh Aleyhisselâm'ın gemisine getirilen hayvanların her cinsinden Tekvin 6. bab da 2, Tekvin (7/9,10,14,16) ise 7 çift alındığı söylenmektedir.
Allah, İsrâiloğullarının sayımı için II. Samuel'de (24/1-6) Davud Aleyhisselâm'ı görevlendirmekte; I Tarihler'de (21/1-7) aynı konunun, şeytanın tahrikiyle olduğu belirtilmektedir.
II. Samuel'in 24. bölümünde "vilâyetimizde yedi sene kıtlık" denirken I. Tarihler'in 21. bölümünde "üç sene kıtlık..." denilmektedir.
I. Krallar'ın beşinci bölümünde: "Süleyman'ın işte çalışan kavmin üzerine hükmeden, işin başında bulunan üçbin üçyüz baş kâhyaları vardı." denilirken, II. Tarihler'in ikinci bölümünde: "Ve onların üzerinde iş başı olan üçbin altıyüz adam saydı." deniliyor.
İşte Yahudilerin iman ettikleri muharref Tevrat bu ve bunun gibi tutarsızlıklarla doludur.
Hazret-i Musa'ya gelen ilk vahiylerde böyle çelişkiler yoktu. Bunlar sonradan meydana geldi. Allah sözünde böyle birbirine zıt olan, birbirini çürüten ifadeler bulunmaz.
Yahudiler Allah'ın kendilerine gönderdiği kitabı tahrif etmiş, kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirmiş, manalarını saptırmış, gerçekleri ve bu arada Hazret-i Peygamber'in geleceğini müjdeleyen kısımları örtmüş, bozmuş ve inkâr etmişlerdir.
"Kitabı elleriyle yazıp da, sonra onu az bir pahaya satmak için: 'Bu Allah katındandır.' diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Kazandıkları vebalden ötürü vay haline onların!" (Bakara: 79)
"Onlar, ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı ölümü aslâ istemezler. Allah zâlimleri bilir." (Bakara: 95)
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi gizleyenler ve onu az bir pahaya satanlar var ya, işte onların karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır." (Bakara: 174)
Çünkü onlar bile bile gerçeği gizlerler.
"Tevrat indirilmeden önce İsrâil'in (Yakub'un) kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrâiloğullarına helâl idi. De ki: 'Eğer doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun.'
Artık bundan sonra da kim Allah'a yalan uydurup iftirâ ederse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." (Âl-i imran: 93-94)
Resulullah'ın zamanında da ilk anda kötü maksatlarını belli etmeyecek sözler kullanarak onu tahkir etmek ve kinlerini tatmin eylemek yoluna gitmişlerdir.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlardan teşekkül eden ehl-i kitaba seslenerek, kendilerine Muhammed Aleyhisselâm'ı peygamber olarak gönderdiğini haber veriyor:
"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin ardı arkası kesildiği, bir boşluk meydana geldiği sırada size PEYGAMBER'imiz gelmiştir. Gerçekleri size açıklıyor ki, 'Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.' demeyesiniz. İşte müjdeleyici ve uyarıcı geldi.
Allah'ın her şeye gücü yeter." (Mâide: 19)
Bu Âyet-i kerime mucibince Resulullah Aleyhisselâm geldiği halde inanmayan hiçbir ehl-i kitabın kurtulması mümkün değildir.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri onu peygamberlerin arkasının kesildiği bir dönemde; dinlerin değiştirildiği, hak ve hakikatten uzaklaşıldığı, yolların çıkmaza girdiği, putperestlerin çoğaldığı bir devirde gönderdi.
Onun gönderilişindeki nimet, nimetlerin en büyüğüdür.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ümmetten yahudi olsun hıristiyan olsun, kim benim Peygamberliğimi duyar da benim getirdiğime iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur." (Müslim)
Bunların hepsi onu duyduğu halde inkâr ettiler, itiraz ettiler. Bunların hepsinin cehennemlik olduğunu bu Hadis-i şerif beyan eder.
Bir de "Onların da dini hak" diyenler var. Hayır!
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imran: 19)
Bir kimse Hazret-i Allah'a ve Resul'üne iman etmedikçe cennete giremez. Bu Âyet-i kerime ve bu Hadis-i şerif mucibince muhakkak onların hepsinin cehennemde olduğunu görürsünüz.
İsa Aleyhisselâm göğe yükselmeden önce bütün insanlara en büyük müjdeyi vererek şöyle söylemişti:
"Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş Tevrat'ı tasdik edip doğrulayan, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim." (Saf: 6)
Görülüyor ki, Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini bütün peygamberlere ismiyle cismiyle nasıl tanıtmış ve bildirmiştir. Hiçbir yahudinin bu vebal altından kurtulması mümkün değildir. Çünkü açık bir ferman-ı ilâhiye var. Zira Hazret-i Allah ve Peygamber'i bildirip açıklıyor. Yani ben bilmiyordum, duymadım gibi bir itirazı kabul etmek mümkün değildir.
İbn-i Abbas -radiyallahu anh-den rivayet edilen Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Benim ismim Kur'an'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ühîd'dir."
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0

burası genel bir konudur. herkes eleştirildiği gibi ömer öngüt te eleştirilebilir. (burası kanarya sevenler derneği değil) ayrıca biz görüşümüzü nazara vermiyoruz. ilim sahiplerinin görüşünü nazara vereceğiz. bu kapsamda; kadir mısıroğlu, ömer öngüt ve hakikat yayınları hakkında diyor ki; “ömer öngüt bir cahil adam. derin devletin adamı. ona göre islami gayret sahibi herkes kafirdir. … kara cahildir ve arkasına taktığı birkaç cahil vardır. bu güdümlü bir adamdır….”

(bu konu ile ilgili aşağıdaki videonun 01:07:37 saniyeden sonrasına bakılabilir)

http://www.youtube.com/watch?v=31g-4yI-ceQ




not1: ömer öngüte göre; “…islami gayret sahibi herkes kafirdir…”. ömer öngüt seveni, fakiri rumuzlu kişinin de, forumda tekfir etmediği kimse de kalmamıştır. bu açıklamalar muvacehesinde @fakiri ile ilgili son sözümüz de şu olsun; armut dibine düşer.

not2: fakiri nin ve fakiri yi kollayanların, derin devlet adamı olduğunu düşünüyorum.


herkesi tekfir eden adama ancak acınır. fakiri de hocası gibi. tekfir etmediği kimse kalmamış. armut dibine düşer.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Kim ki, başkalarını helâk olmuş kabul eder ve görürse, en fazla helâk olmuş olan kişi kendisidir.
(Hadis-i Şerif - Ebu Davud)

@fakiri

Alıntı yaptığım mesajını okuyunca inanamadım kemdime çimdik attım doğrumu okumuşum mesaj fakirinmi diye.

İçinde bulunduğun oluşum kendilerinden başka herkesi HELÂK olmuş olduğunu kabul ediyor ŞİMDİ NE OLACAK ?
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
@fakiri

Alıntı yaptığım mesajını okuyunca inanamadım kemdime çimdik attım doğrumu okumuşum mesaj fakirinmi diye.

İçinde bulunduğun oluşum kendilerinden başka herkesi HELÂK olmuş olduğunu kabul ediyor ŞİMDİ NE OLACAK ?

içinde bulunuduğu olşumu bir yana bırakın, @fakiri nin forumda tekfir etmediği kimse kaldı mı ki? dediğimiz gibi armut dibine düşüyor!!!

şimdi sormak lazım; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu ...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst