Musa TOPBAŞ Hoca Efendi

dayi

Profesör
Katılım
15 Kas 2006
Mesajlar
1,918
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
69
Mürşidin, mürîdin rûh ve kalbinde tasarruf için kullandığı en müessir ve kestirme vasıta "öz"dür. Bu, "kuddise sirruh" diyerek andığımız velîdeki "sırr"ın kullanılması sûretiyle icrâ edilir. Bu vâsıtanın mâhiyetini ancak onu kullanan bilir. Bu, tasavvufun hâl kısmına dâhildir, kâl (söz) kısmına âit olmadığından kitaplarda yer almaz...alıntı..Talib..


Talib abim...

Mahiyetini bilenler kitaptan değil..Efendisinden bildiler..:)

Efendinin kim olduğunu anlayan Efendisini ÖZleyendir..surette kalmayıp ÖZ,de Efendinin RESULALLAH olduğunu bilmek ÖZüne inmektir..evet kitaplarda yazmaz..satır ilmi değildir..nakil ve HAL iledir..salik bu inanç ile Efendisinin nasihatlerini yerine getirip eksiksiz yaparsa zikrini..bak gör nasıl ÖZler Efendisini:D...

HU..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sevenlerinin dilinden musa efendi

Mânevi Reçeteler

Musâ Topbaş Efendi, hâzık bir tabib (uzman bir doktor) gibi insanların mânevî hâllerine uygun reçeteler yazdığı gibi, umûmî hastalıklara karşı da herkesin rahatça tatbik edebileceği, basit ama isâbetli tesbitler yaparlardı.
Bu nasihat ve reçeteler, üzerinden seneler geçmesine rağmen eskimemiştir. Gâh gönlümüzde, gâh defterler arasındaki bu ölümsüz mânevî reçeteleri de kardeşlerimizle paylaşalım, istedik:

* Gıybet çok mühim bir hastalıktır. Kimsenin arkasından konuşmamalıyız. Öncelikle kendi hatalarımızı araştırmalıyız ve bunları telafi yoluna gitmeliyiz. Kendi nefsimizin eksik ve hatasını görmek bizi başkalarının kusurunu araştırmaktan men etmelidir. Hanımlar dînî mevzûlarda çok gayretlidirler. Yalnız iki husus, onların bu gayretlerini gölgede bırakır; çarşı-pazarda çok gezmeleri ve dilleri!.. Günde üç-beş defa çarşıda pazarda gezenin kalbi dağılır. Böyle kişide huzur hâli nasıl olur?

* Dînî meclislerde dünya kelâmı konuşulmamalıdır. Bu meclisler Allah adının ve âhiretin hatırlandığı yerlerdir. Şayet böyle meclislerde mâlâyânî, dünyevî konular ve maddiyât konuşulmya başlarsa arkasından gıybet ve mâsiyet (günah) gelmeye başlar. İstifade için gelinen bu meclislerden haram işlenerek dönülmüş olur. Böyle Hak meclislerinde âyet-i kerîme, ehâdis-i şerife, evliyâullâh menâkıbı zikredilir. Kişilerin mânevî durumlarına göre bir eser de takip edilebilir. Eğer bu meclisler, âdâbına riâyet edilerek icrâ edilirse insanların mânen büyük derecelere nâil olmasına vesîle olur, biiznillâh!...

* Mânevî yoldan istifâde etmek için az yemelidir. Az yiyen az uyur, az konuşur. Az konuşanın hatası az olur. Akşamları az yemek, teheccüde iştiyakla kalkılmasına vesile olur.

* Güzel ahlâk, yumuşak başlılık, öfkeyi yenmek, hizmetli olmak bu yolun önemli düsturlarıdır.

* İnsan gününü uyku ile doldurmamalıdır. Haddinden fazla uyuyan gün boyu gevşer, üzerine tembellik çöker ve esner durur. Az uyuyan ise zinde kalır, günü bereketli geçer.

* Müslüman, dâima helâli aramalı, ihtiyatla davranmalı ve şüpheli şeylerden uzak durmalıdır.

* Eğer varsa, kaza namazlarına dikkat ve itinayla muntazam olarak devam edilmelidir. Eğer kazalarını tamamladıktan sonra fazladan olarak kaza kılmaya devam edilirse, “nurun ala nur” (nûr üstüne nûr) olur.

* Misafir ağırlamada sınır yoktur. Biri bir kahve verir, ecrini alır. Kimi de imkânı nisbetinde sofralar açar, Allah'tan karşılığını alır. Konya'da Mevlânâ Hazretlerini ziyaret eden fâsık bir kişi dahî niyetine göre bu ziyâretten mânen nasiplenir.

* Üç sınıf insan vardır:
Birincisi, Mevlâ'yı seven ve Mevlâ'nın da kendisini sevdiği,
İkincisi, kötülüğü gürünce kayan, iyiliği görüce düzelen,
Üçüncüsü de katılaşmış olan kalbler!... Rabbim muhâfaza buyursun.

* Boş konuşmayı, laf üretmeyi bırakın!.. İnsanları hayatınızla, yaşantınızla ve hâlinizle irşad edin. * En büyük cevher, zikirdir. Her şey güzel ahlâkta bitiyor. Ahlâk güzelleşirse muâmelât da zevk hâline gelir.
zahide topçu
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
İnsan Âşıksa...

kardeşler yazı biraz uzunca ama inanınki feyiz veriyor


İnsan Âşıksa...

Akhisarlı Hacı Gülten Teyzemiz ömrünü hizmete adamış, zamanında o beldeden bu beldeye koşmuş bir gönül eri hanımefendi!.. Geçirdiği trafik kazası ve ardından yaşamış olduğu felç dolayısıyla, şimdi evinden çıkamıyor. Ama her dâim “hamd” hâlinde ve evindeki çiçeği bile:

“-Bana dost geldi kızım.” sözleriyle sevebilen bir pamuk anne… Nâmahremden hayat boyu sakınıp korunmuş:

“-Kızım, ben bakkala bile derdimi anlatamam, sıkılırım. Nâmahremi görünce konuşamam!..” diyerek mâsumâne anlatıyor hâlini!..

Yürek böyle güzel olunca, Allah Teâlâ da onu güzel gönüllere yakın etmiş. Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Efendi'nin defninde bulunmak dahî nasib olmuş. Şöyle anlatıyor, o tatlı günleri:

“-Çok hâtıralar yaşadık kızım. Sık sık İstanbul'a giderdik; sonra haclar, umreler… Şimdi hepsi gerilerde kaldı.

Mahmud Sâmi Efendi'nin vefâtında Medine'deydik. Zaten son günlerinde rahatsız olduğunu duyduğumuz için sürekli Kur'ân'lar okuyor, duâlar ediyorduk. Vefât ettiklerini duyunca hemen gasledildikleri yere gittik. Çok güzel bir koku vardı bahçede. İki akasya ağacıydı herhâlde, yaşlandık, eskisi gibi hatırlayamıyoruz artık. O ağaçları görünce koku onlardan mı geliyor diye yakınlarına gittim, ama yok, oradan gelmiyordu!.. Sonra bir fırsat oldu, Sâmi Efendimizin gasledildiği odaya yaklaşınca kokunun oradan geldiğini anladık!.. Daha sonraları bu hâdiseyi, şimdi Medine'de yaşıyan Sâmi Efendimizin âşıklarından Pakize Hanımteyze'ye anlatınca, bana şöyle dediğini hatırlarım:

“-Kızım, insan böyle bir Hak dostuna âşıksa, o kokuyu tâ Türkiye'deki evinin odasından da alır!..”

* * *

Büyüklerle hâtıraları çok Gülten teyzemizin! Ziyâret eden kesinlikle gönlü, kulağı boş ayrılmıyor evinden. Bir Pâkize teyzeden, bir de Dürriye Anneden çok sık hâtıralar anlatır… Seçebildiklerimiz:

“-Dürriye Anne vardı, bir de… Büyükler, Pendik'in manevî annesi derlerdi, onun için. Geceleri pek uyumazdı. Ben ne zaman uyanıp kalkmış olsam, onu uyanık görürdüm. Bir gece teheccüde birlikte kalktık. Dürriye Anne:

“-Geç mi kaldık, vah vah!” diyerek ağlamaya başladı. Biz:

“-Yok Dürriye Anne, daha bir saat var sabah namazına!..” dediysek de o ağlamaya devam etti. Belki yarım saat secdede kaldı. Zaten vazifesi duâ imiş. Aslında gece saat birde, bir buçukta ayakta olmaya alışmış, bizim uyandığımız saati geç kalmış kabul ediyor.

Dürriye Annenin beyi hâkimmiş, pek öyle mâneviyâtla alâkası yokmuş… Dürriye Anneyi sinemaya falan götürürmüş. Tabî Dürriye Anne, yumarmış gözünü koyulurmuş zikre. Beyi bir şey sorduğunda da:

“-Evet efendi!” der, beyinin gönlünü kırmazmış. Sonra hâfızlığa başlamış. Beyi duymasın diye de gece çatıya çıkar, sokak ışığında çalışırmış. Böylece sekizinci sayfaya kadar yükselmiş, ama büyüklerin de tavsiyesiyle devam etmemiş. Kur'ân'ı ezber gibi okurdu zaten!

* * *

Mûsâ Topbaş Efendi'nin son yıllarıydı. Ziyâretine gitmiştik. Pek görüşebileceğimizi düşünmemiştik, ama nasib oldu. Her gelene büyük-küçük bir hediye hazırlar verirlerdi. Gelenlerin gönüllerini alırlardı:

“-Gücüm kuvvetim olsa da, Anadolu'dan gelenlere bizzat hizmet etsem!” derlerdi. Öyle kıymet verirlerdi, Allah için birbirini seven ve Allah rızası için ziyâretleşenlere!..

Yanımdaki arkadaşa hediye olarak yelek düşmüştü:

“-Bu kızımız yelek giymez, ama ileride lâzım olur, dursun!” demişlerdi. Ben de içimden:

“-Keşke yeleği bana verselerdi, ben yelek giymeyi severim. Efendimin yeleği diye giyerim!..” demiştim.

Birkaç gün sonra Zâhide hanımla bana bir paket daha göndermişler ve:

“-Gülten hanıma hediyemiz az oldu!” demişler. Paketi açtım baktım, içinden krem bir yelek çıktı! Kendi kendime:

“-Âh Gülten!..” dedim. “Bir de onun gönlünü bununla meşgul ettin, gördün mü?”

Onlar evlatlarının en küçük derdini bile dert ediniyorlar.

Mûsâ Efendi, Mahmud Sâmi Efendi hazretlerini çok severlerdi. Bir soruya cevap verirken hep ondan örnek verirlerdi.

Sâmi Efendi'yle birkaç kez görüşebilmek nasib oldu. O da müstesnâ bir insan-ı kâmildi. Onlar hep hassas yaşamışlar, edeb içinde ömür sürmüşler. Son nefeslerine kadar hep edeb, hep edeb!.. Biz yaşlıyız, bir insan arkasına minder koymayınca sırtı ağrıyor. Onlar hep huzur vaziyetinde, hep dizüstü oturmuşlar. Son yıllarında halbuki çocuk kadar kalmışlar, çok yaşlanmışlardı. Bir gün Melike Hanımdan dinledik hâlini. Sordum şöyle birkaç hâlini anlatsanız, diye… Şöyle anlatmıştı. Yemek yerken arkasına minder koyarlarmış, dayansın, rahat etsin diye, lâkin o öne yaklaşırmış, tâ koltuğun ucuna kadar… Melike hanımlar:

“-Dedeciğim, yaslansanız, yaşlandınız, rahat ederdiniz biraz!” dediklerinde o:

“-Evladım, biz insanız, insan gibi yemek yeriz!” buyurmuşlar. Vefât edene kadar da bu hâlini bozmamışlar. Kızım, biz sabredemiyoruz işte…

* * *

Gülten teyzemiz “Sabredemiyoruz.” der, ama şeker hastalığına rağmen oruç tutardı. Doktor yasağını dinlemeyince rahatsızlığı arttı tabiî.. Tutamadığı orucun gözyaşı gözünden hiç eksik olmadı Gülten Teyzemizin. Her ziyaretine gittiğimizde muhakkak bir ikramda bulunurdu. Hiç bulamadıysa, bastonuna taktığı küçük torbasından şeker ikram ederdi.

Büyüklerin hâliyle hâllenince hep böyle güzellikler yansıyor insandan…Bir gün bir davete biraz geç gelmişti:

“-Kızım, kusura bakmayın, evde yardımcım kırılmasın, dedim. Onunla yedim.” demişlerdi. Ne kadar incelik…

* * *

Allah râzı olsun diyoruz, Gülten teyzemize! Her ziyaretimizde çok yorgun olmasına ve nefes darlığına rağmen ziyaretçilerini hâtıralarından mahrum bırakmayan Gülten teyzemizle ebedî âlemde de hâtıralar paylaşabilmek duâsıyla! Cenâb-ı Hak, bu dünyada da, öte dünyada da bizleri o gönlü güzel, hâli güzel büyüklerimizden ayrı koymasın!... Onların hâllerinden bizlere de in'ikâslar nasib eylesin..

Cenab-ı Hak, ümmeti, böylesi sâlihât-ı nisvândan mahrûm eylemesin!.. Âmin.
Huri Sezen
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
sevenlerinin dilinden musa topbaş efendi

Kalpten Çıkan Kalbi Bulur

Büyüklerin yanında, hizmetinde ve sohbetinde bulunmak, başlı başına bir talim ve terbiye fırsatıdır. Onların oturuşu, kalkışı, hâl ve sözleri insanın o ân farkında olmadığı bir çok kıymetler taşır. Gün gelip de balık sudan ayrılınca onun kıymetini daha iyi anlar.

Biz de hayatımız boyunca pek çok büyük insanla hasbihâl etme ve onlardan feyz alma imkânına kavuştuk, elhamdülillâh… Onlardan devşirdiğimiz güzel ahlâk, düstur ve hakîkatlerin pek çoğundan hayatımız boyunca istifade ettik ve ediyoruz.

Bu yazımızda da o güzel insanlardan biri olan merhûm Mûsâ Topbaş Efendi'nin güzel sözlerinden kıymetli nasihatler seçmeye çalıştık. Yazdıklarımızın başta kendimiz olmak üzere, bütün kardeşlerimize hayır ve bereket getirmesini niyaz ederiz.

* İnsan, Rabbini severse, herkesi sever. Bu sevgi, gün gelir o kadar şiddetlenir ki, merhamet, muhabbet ve tefekkürü, hasta hayvânâta kadar uzanır. Yaratandan ötürü yaratılanlara şefkat ve sevgi gösterir.

*Bir kişinin ahlâkı güzelleşirse, bu hâl onun bütün âzâlarından belli olur. Bunun için insanların gönlüne girmek lâzımdır.

* Dünya işi de gayretsiz olmuyor.

* “Sevgi” çok mühimdir. Başta Cenab-ı Hakk'a, sonra Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimize, daha sonra ise Allah dostlarına muhabbet ve teslimiyet olmalıdır. Sonra diğer sevgiler gönlümüze girebilir.

* Her şeyin başında “Allah rızası” bulunmalı; başka gayelere yer verilmemelidir. İş maddiyâta dökülünce bağlar gevşer. İkinci mevzû “ihlas” tır. Mevlânâ Hazretleri'nin buyurduğu gibi, “Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!..” Kalbinle dilin bir olsun. Arkadan “teslimiyet” gelir. Teslimiyeti olan rahata kavuşur. Teslimiyet ehli, fuzûlî sevinmez, boş yere öfkelenmez.

* Hayatımız hep itidâlli olmalıdır. Hiçbir şeyin aşırısı hoş değildir. Dünyanın gelip geçici bir misafirhâne olduğunu her fırsatta nefse hatırlatmalıdır. Çünkü insan zayıftır, çabuk unutur.

* Bazı hanımlar, gözünün ancak yarısı görünecek şekilde örtünüyor; ama kızı yanında tesettürsüz dolaşıyor. Bundan da hiç rahatsız olmuyor. Bu hâl, ya gafletten ileri gelir; ya da evladını hiç sevmemekten. Kendisi cennete gitmek istiyor da, evladının ateşe düşmesine göz yumuyor. Böyle annelik-babalık olmaz. Anne babalar, çocuklarıyla ilgilenmeli, onların eğitim ve terbiyesini ihmal etmemelidir. Onlara her şeyden önce Allah ve Peygamber sevgisini aşılamalı; evliyaullahı tanıtmalıdır. Aksi hâlde son pişmanlık, fayda vermez.

* Bazıları nasihat ettiğimiz zaman söz dinler gibi oluyor, ama işine gelmeyen bir mevzû oldu mu, onu da gizli gizli yürütüyor. İnsanın gizlisini de, açıktan yaptıklarını da bilen bir Zât -celle celâlühû- var. Kıyâmet günü o zât, içimizden geçenleri bile bize birbir haber verecek!.. Kimden, neyi saklıyoruz? Allah şuur ve basîret versin!..

* Bütün mesele kalbe îmânın yerleşmesi… Nasihatlerin kulaktan kalbe inmesi için, söyleyenlerin de o söyledikleriyle amel etmesi gerekir. Kalpten çıkan söz kalbi bulur. Dudaktan dökülen kulakta kalır.

* Hayatımızı bir nizama koymanın vakti geldi de geçiyor bile… Vaktimizin kıymetini bilmeli, saate riâyet etmeliyiz. Ömürler çok mahdut… Yapacak çok iş var. Gece gündüz çalışsak bile dünyaya ait bütün işleri yoluna koymamız mümkün değil; öyleyse asıl gayretimizi ebedî âlemde karşımıza çıkacak şeylere sarfetmeliyiz.
zahide topçu
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Merhum Musa Topbaş Efendi

Allâh'ın Sevdiği Kullar
Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i kudsîde beyân ederler:
"Allah Teâlâ hazretleri buyurur ki: Kim benim evliyâma düşmanlık ederse, ona karşı harb ilan ederim. Hiçbir kul ona farz kıldığım şeyleri yapmaktan daha sevgili bir şeyle bana yaklaşamaz. Ve kullarım -farzlardan sonra- nafile ibâdetlerle bana yaklaşırlar. Nihayet ben onu severim. Ve ben bir kulumu sevdikten sonra onun işiten kulağı, gören gözü ve tutan eli olurum..." (Zübdetü'l-Buhârî, 1107)
*
Allah dostları, yapmış oldukları ibâdet, yaşamış oldukları istikâmet ve riâyet etmiş oldukları muâmelât ve kul hakkı neticesinde; Allah'ın muhabbetini kazanmış kimselerdir. Allah bizzat sevdiği bu kullarını, mahlûkâtına da sevdirmiş ve onların her hâlinden insanların istifâde etmesini murad etmiştir. Böyle sâlih kulların

yakınlarında bulunup, onların her hâlini müşahade etmek, insan için bulunmaz bir kazanç ve tükenmez bir sermayedir. Nitekim biz de, önce Mahmud Sâmi Ramazanoğlu hazretlerinin mânevî evlâdı olmak, sonra da Mûsâ Topbaş Efendiyi tanımak bahtiyarlığına erenlerdeniz.

Bu yazımızda da Musa Topbaş Efendi hazretlerinin muhtelif vesîlelerle yapmış oldukları sohbetlerinden zihnimde kaldığı kadarıyla aktarmak istiyorum.
*
Bir sohbeti hak ettik
Mûsa Efendi hazretlerinin her sözünde bir ibret ve ikaz vardı. Ailesinden üç kişi bir araya gelse bile fuzûlî konuşulmasına müsaade etmezler ve:
"-Bir sohbeti hak ettik!" derlerdi.
Ağızdan çıkan her cümlenin bir muhasebeyi gerektirdiğinin idrakindeydiler.
*
Az da Olsa, Devamlı
Kendileri mutad olarak, her günün belli vakitlerinde bir miktar Kur'ân-ı Kerîm okurlar, ama Kur'ân-ı Kerîm'i dinlemeyi daha çok severlerdi. Kur'ân'ı dinledikçe huzur buldukları her hallerinden belli olurdu.

Kur'ân-ı Kerîm okumayı teşvik ederler ve:
"-İnsan biraz ihmal ederse, gevşer ve ondan uzaklaşır!.." buyururlardı. Bu yüzden az da olsa, devamlı okumayı tavsiye ederler, Kur'ân-ı Kerim'le ünsiyetin canlı tutulmasını isterlerdi.

Aynı intizamın nâfile ibâdetlerde de olması gerektiğinin üzerinde dururlardı. Bir anda çok fazla nafile ibâdet yapmak yerine, mutad olarak az az yapmanın insanın terakkîsinde daha tesirli olduğunu söylerlerdi. Bu hususta kendisi de:

"-Duhâ namazı iki, dört veya altı rekat kılınabilir, fakir de 4 rekat kılıyorum." derlerdi. Yine Evvâbin namazı ile ilgili olarak:
"-Evvâbin namazı iki de kılınmış, altı da... Biz Mahmud Sâmî Efendimiz'in kıldığı üzere iki rekat kılmaya devam ediyoruz." demişlerdi.
*
Teheccüd Namazı
"-Ne kadar hizmet yaparsak yapalım, virdlerimizi ihmal etmeyelim. Âcil işlerimiz dahî olsa iki rekat kılmamız münâsip olur." derdi.
Uzaktan, Anadolu'dan ziyarete gelenler için, bilhassa teheccüd namazlarına ve dînî meclislere muntazam olarak devam etmelerini tavsiye ederlerdi.

"-Namaz kılıp-kılmayanlar yüzlerinden belli olur, hattâ ibâdetlerini huşû ile yapanlar bile anlaşılır." buyururlardı.

Bir kulun gecesini planlamasıyla ilgili olarak şöyle buyururlardı:
"-Akşam erken istirahate geçmeli, seherde kalkmalı. Vakit çok erkense tekrar yatıp sabah namazına kalkmalı!.. Allâh'ın izni ile bunun neticesinde mânevî olarak büyük derecelere ulaşılır. Bir insan çok uyursa gündüz gevşek olur, esner durur ve üzerinde sıklet hisseder. Fakat az uyuyan daha zinde vücutla, daha çok hizmet eder."

Bir sohbetlerinde de şunları anlatmışlardı:
"Mühim olan ihlâsla niyet etmek ve Allâh'ın huzurunda olduğumuzun şuuruyla hareket etmektir. Allah korusun, işlediğimiz bir kusurdan dolayı ibadetlerde gevşeklik, huzursuzluk ve iç sıkıntısı peydâ olur. Eğer ibâdetlerimizden zevk alamıyorsak, hâlimizi bir gözden geçirmeliyiz.

Virdlerimizi ve ibadetlerimizi yaparken, huşû hâlini muhafaza etmeye çalışmalıyız.
Sıhhatimizin kıymetini de bilmeliyiz. Zira hizmetimizin aksamaması ancak bu sayede mümkündür.

Daima abdestli olmaya özen göstermeli ve fırsat buldukça abdest tazelemeliyiz.
Kaza namazı olanlar, hiç ihmal etmeden bunları îfâya devam etmelidirler.
Az yiyip, az içmeyi kendimize düstur edinmeliyiz. Çünkü bunlar azaldıkça, uyku ve konuşma da azalır."

zahide topçu
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Merhum Mûsa Topbaş Efendi-II

Sâhibu'l-Vefâ
Bir insanın, görmüş olduğu iyilik sebebiyle birisini yâd etmesi, onu hatırlaması kadirşinaslık ve ahlâk güzelliğinden sayılır. İşte vefâ da, insanı güzelleştiren bu ahlâkın bir neticesidir.

Allah dostları, yetiştirmiş oldukları talebelerine ve gönüldaşlarına, Allah'ın yolunu tanıtmakla, dünyâyı gerçek hâliyle gösterip âhirete yaklaştırmakla en büyük iyiliklerden birini yapmaktadırlar. Bu yüzden onlara karşı gösterilecek sadâkât, vefâ ve muhabbet, sâir insanlardan farklı olmalıdır.

Biz bu hâlin en nâdide örneklerinden birini Mûsâ Efendi'de müşâhede etmiştik. Kendileri, mânevî terbiyesinde yetiştikleri Mahmud Sâmî Ramazanoğlu hazretlerini hep büyük bir heyecan ve muhabbetle anarlar; ondan bahsederken âdetâ o mesud günlerin zevkini tekrar tekrar yaşarlardı.

Kendilerine duymuş oldukları bu derin muhabbet ve bağlılık sebebiyle, oturuşları, kalkışları, söz ve sohbetleri Mahmud Sâmî Efendi'ye benzerdi. O, bu hâlleriyle "vefânın sâhibi" olmayı hak etmişti.

Bize Verilen Sır
Mûsâ Efendi, Mahmud Sâmî hazretlerini anlatırken de büyük bir edeb içerisinde bulunurlar ve sanki o an yaşamaktaymış ve yanıbaşındaymış gibi dikkat içinde sohbet ederlerdi. Bir keresinde Mûsâ Efendi, yine Onu anlatırken:

"-Ömrünce kimsenin kusurunu söylememiş, arkasından çekiştirmemiştir. Kendisine emânet edilen sırları titizlikle saklamıştır. Hattâ birgün kendisine bir sır veren kimse, bu sırrı saklamasını sıkı sıkıya tenbih etme ihtiyacı hissetmiş de, merhum Efendimiz:

"-Merak buyurmayın evlâdım, bize verilen sır, bizimle beraber mahşer yerine kadar gider!" buyurmuştur.

Dile Dikkat
Dil, Allâh'ın insana verdiği en büyük nîmet, hem de en büyük imtihandır. Bazen insan diliyle pek çok hayra nâil olabileceği gibi, bazen de dili sebebiyle pek çok hayırdan mahrum kalabilir.

Vaktiyle Ziyâeddin Efendi isminde bir zât vardı. Medîne-i Münevvere'de yaşardı. Şahsen ben de ondan çok istifâde etmiştim. Dâimâ sükût hâlinde idi. Sükût bazen sohbet gibi faydalıdır. Mûsâ Efendi'ye bu zâtın hâlini sormuştum da gülümseyerek:
"-Mühim olan gönle huzurun inmesidir." buyurdular.


Medîne'de bir zât vardı. Pek çok hayırlar yapmış olmasına rağmen, bir zaman diline dikkat etmemesi sebebiyle elindeki bütün amelleri hebâ olup gitmişti. Allâh Teâlâ da müminleri îkaz etmiyor mu? "Sesinizi Allâh'ın Rasûlü'nün yanında yükseltmeyin, sonra farkında olmadan amelleriniz boşa çıkıverir!.." diye!

Bilhassa hanımlar dillerinden çok kaybederler. Her birimiz ağzımıza girene (lokmamıza) dikkat ettiğimiz gibi, ağzımızdan çıkana (sözlerimize) de dikkat etmeliyiz.

Gönlü Allâh'a Tahsis
Musâ Efendi, sohbetlerinin birinde teslimiyetten bahsettiler. Bu yolda sâhip olunması gereken hâli ifâde için İbrahim -aleyhisselâm-'ın teslimiyetini örnek verdiler. Ateşe giderken bile hâlini ancak Allâh'a arz etme ve kullara değil de Allâh'a bağlanma…

"-Nasıl Züleyha annemiz, Yusuf aleyhisselâm'a duymuş olduğu aşk ve muhabbetini dâimâ kalbinde taşımış ve bu muhabbetin îcablarını yapmaya gayret etmişse, bizim de muhabbetimizi kalbimize yerleştirmemiz gerekir. Bu sevgiyi hiç zorlamadan kalbimize yerleştirmeli ve zikirle onu beslemeliyiz." buyururlardı.

"-Gönlümüzü evlât, mal ve aile sevgilerinin esaretinden kurtarıp Mevlâ sevgisine tahsis edeceğiz. Elbette çocuklarımıza, anne babamıza ve zevclerimize karşı muhabbet besleyeceğiz, ama bunlar, Allâh'a olan sevgimizin önüne geçemeyecek…
Allâh için seveceğiz, Allâh için buğz edip nefret duyacağız. Kardeşimizi, kendimize ne kadar tercih ediyorsak o kadar imânımız kemâle ermiş demektir."

zahide topçu
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Merhûm Mûsa Topbaş Efendi - 3

Allâh dostları, Allâh'ın ve Rasûlü'nün ahlâkıyla hâllendikleri için onların her hâli, ayrı bir güzellik, letâfet ve fazîlet ile doludur. Dolayısıyla onlar canlıdan cansıza, insandan hayvanâta kadar her varlığa yüce bir ahlâk mükemmelliği ve ilâhî bir edeb ile alâka gösterirler. Bu vasıfların en yüksek tecellîsine mazhar olan mâneviyâtın zirve şahsiyetlerinden merhum Mûsâ Efendi -kuddîse sirruh- da bütün büyük veliler gibi müstesnâ bir güzel ahlâka sahipti. İşte bu yüce ahlâka şâhid olanların naklettikleri:

Mûsâ Topbaş Efendi'nin gönlü bütün mahlûkâtı kuşatan bir muhabbet ve şefkat kucağıydı. Allâh'ın mahlûkâtını sevmenin bir îman umdesi olduğuna inanır ve sık sık:
"-İslâm dini; Allâh'a ta'zim ile mahlûkâta şefkat ve merhamet üzerine kurulmuştur." buyururdu.

Onun bu engin merhamet ve şefkatinin en güzel misâllerin biri de, bahçesinde sayıları yetmişe ulaşan kedileriydi. Kendisini görür görmez koşuşturan bu hayvanlar, onun etrafında bir sevgi hâlesi oluştururdu. O da her biriyle ayrı ayrı ilgilenir, karınlarını doyurur ve onlarla konuşurdu. Evinden ayrıldığı zamanlarda, bu hayvancağızların ihmal edilmemesini tembih eder ve:

"-Kızım ben sizden bir şey istemiyorum. Kedilerime, köpeklerime iyi bakın, kedilerimin sayısını yetmişten aşağı düşürmeyin." derdi.

Evlerine döner dönmez de ilk fırsatta bahçedeki güvercinlerin, kedilerin ve kuşların yiyeceklerini kontrol eder ve bundan büyük haz duyardı. Onun bu incelik ve şefkati, çevresindekilere de sirayet etmişti.
* * *
İnsan zamanla sevdiği kimseye benzemeye ve onunla aynîleşmeye başlar. Biz, bu hâli Musa Efendi'de de müşâhede ettik. Kendisi nihayetsiz bir sadâkat ve teslimiyetle bağlanmış olduğu Mahmud Sâmî Ramazanoğlu Efendi'ye pek çok husûsiyetleriyle benzemişlerdi. Vefatına yakın zamanlarda, Musa Efendi'yle sohbet etme imkânı bulanlar, bu hâlin yüzüne bile tesir etmiş olduğunu hayretle müşâhede etmişlerdir.
* * *
Allâh dostlarına bu dünya hayatı içinde beden kafesi dar gelir, rûhları beden kafesini terk ettikten sonra daha hür ve mesut olurlar. Bu sebeple Mevlânâ hazretleri, bedenin kafesten kurtulup huzura kavuşacağı ölüm ânını "Şeb-i Arûs: Düğün gecesi" olarak vasıflandırmıştır. Mûsâ Efendi de bazen:

"-Ben de biraz huzur bulsam, dinlensem." diyerek, bu son âna olan istek ve arzularını belli ederlerdi.
* * *
Musa Topbaş Efendi, Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-'ın hayatından pek çok nükteler zikreder; onun cömertlik, muhabbet, sadâkat ve fazîletlerini şöyle anlatırdı:

"-O, Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e olan muhabbet sermayesiyle hicret esnasında "ikinin ikincisi" olmuş, hayatı boyunca sahip olduğu her şeyi İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz'e gönülden hibe etmiştir. Sadâkat timsâli olan bu büyük sahabî, Peygamberimizle aynîleşmenin bir neticesi olarak, Allâh Rasûlü'nün son ânlarında:

"-Bütün kapılar kapansın, Ebûbekir'inki hâriç! " iltifâtına nâil olmuştur.
Daha sonra ise basiret, kudret ve hizmet hayatıyla müslümanların hayatında müstesnâ bir halîfe misâli olmuştur. Bizlerin de bu örnek hayattan olabildiğince istifade etmemiz icab eder. Bu sebeple ashâb-ı kirâmın hayatını anlatan eserleri, husûsiyle Hazret-i Ebûbekir'in hayatını sık sık okuyunuz!.."
* * *
Musa Efendi, bütün mânevî tekâmül ve faziletlerin, ancak Allâh'a ve Onun Rasûlü'ne îmân ve bunun sonrasında da onlara karşı duyulan ihlâs ve muhabbete bağlı olduğunu hatırlatır ve her şeyin başının "sevgi" olduğunu söylerlerdi.
Allâh kendilerinden râzı olsun. Âmin.
Azîz ruhlarına bir Fâtiha-i şerife, üç ihlâs-ı şerif...
zahide topçu
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Allah Dostu, Mahlûkatın da Dostudur 1

-Efendim, Allâh dostlarının pek çok vasıfları var. Bunların içerisinden bilhassa ifade etmek istediğiniz husûsiyet nedir?

-Allâh dostları, insanların en kâmilleridir. Her hâlleri güzellik ve mükemmellik arz eder. Gönülleri, ulvî bir teslimiyet neşvesiyle Allah ve Rasûlü'ne dost olduğu için onlar, bütün mahlûkatla dost olarak yaşarlar.

Bu Hak dostları ki, doğan güneşe, ışık huzmelerinin gurûbda resmettiği rengârenk tablolara, hayrete gark olmuş bir sûrette bakar ve her vesile ile mârifetullâh, yâni vuslat ufkuna kanat çırparlar. Gönüllerindeki merhamet akışları, vahşî hayvanları dahî mûnis hâle getirir. Onlar, bir yılana bile muhabbet dolu gözlerle nazar ettiklerinden, başkalarının duyduğu ürküntü yerine, bu hayvanın derisindeki hârelere, ayakları bulunmamasına rağmen hareketlerindeki sür'at ve cevvâliyeti temâşâ eder de, o hayvanın şahsında ilâhî san'atın meftûnu ve hayrânı olurlar.


-Efendim, bu anlattıklarınıza bir misâl rica etsek?

-Bu hususta pek ibretli sayısız misâller vardır. Muhterem pederim Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-'tan işittiğim büyük Hak dostu Sâmi Efendi Hazretleri ile alâkalı bir hâdiseyi nakledeyim:

Bir hac mevsiminde Sâmî Efendi Hazretleri, Medine-i Münevvere'de kerpiç bir evde kalmaktadırlar. Bir ara evin bir köşesinde oraya çöreklenmiş büyükçe bir yılan görülür. Hazret-i Pîr'in etrafındakiler telaşlanıp yılanı öldürmek isterler. Ancak gönlü, Hâlık'tan ötürü bütün mahlûkâta muhabbetle dolu olan Efendi Hazretleri:

"-Haycancağıza ilişmeyin! O, geldiği gibi gitmesini de bilir..." buyurarak yılanın bertaraf edilmesine mânî olur.

Gerçekten de bir müddet sonra hayvancağız evde bir daha görülmez...
Burada ifade etmek gerekir ki, güneş için ısıtmamak nasıl imkânsız ise, yüksek ruhlar için de mahlûkâta acımamak, onlara merhamet etmemek ve sergiledikleri ilâhî san'at karşısında duygusuz kalmak, öyle imkânsızdır.

-Efendim, Sâmî Efendi gibi sâlihler bu yüce makamlara nasıl eriştiler?

-Hiç şüphesiz selîm bir kalb ile... Zîrâ kalb-i selîm sâhibi olan Hak dostları, kâinatı asıl sanatkârı olan Rabbimiz ve O'nun her biri bir san'at hârikası olan eserleri karşısında hayret ve heyecân duyan bir gönül ile yaşarlar. Kudret-i ilâhiyyenin

tabiatta vücûda getirdiği sonsuz hârikalardaki ilâhî sanatın zevkine ererler. Sermâyesi aynı toprak olan bitkilerin rengârenk yaprak ve çiçeklerine, bunlardaki maddî-mânevî cümbüş, incelik ve derinliklere; ağaçların renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuz farklılık arz eden meyvelerine; ancak bir iki haftalık ömrü olduğu

hâlde, kelebeğin kanatlarındaki hârika desenlere, insanın yaratılışındaki hârikulâdeliğe nazar ederler ve gözün görmesi, beynin idrâk etmesi gibi sonsuz ilâhî hârikalar ve bunların "lisân-ı hâl" denilen sırlı beyânlarına dikkat ederek ilâhî kudret akışları karşısında duygu derinliğine nâil olurlar.


Böyleleri için bütün bir kâinât, artık okunmaya âmâde bir kitap gibidir. Bunlar, satırdaki ilimleri aşmışlar, sadırdaki, yâni gönüllerdeki ilmin sır ve hikmetine ulaşmışlardır. Tıpkı bir zamanlar Selçuklu Medresesi'nde kitaplarına gömülmüş

kendi hâlinde bir müderris iken, gönlü aşkla dolu Şems adlı âşık bir dervişin irşâd nazarlarıyla kıvılcım alıp, aşk ateşiyle yanmaya başlayan Mevlânâ gibi. O Mevlânâ ki, bu sûretle aşk iklîmine yeniden doğduktan sonra, zâhirî ilme âit kitapları ikmâle

ilâveten onların bâtınına da nüfûz etmiş, artık kâinâtın esrar ve nakışlarını okumaya başlamıştır. Ancak bundan sonradır ki, insan, kâinât ve Kur'ân' daki sır ve hikmetleri fâş eden bir feryadnâme olan Mesnevî adlı şâheser vücûd bulabilmiştir.
İşte bu gibi hâllere nâil olabilmek, ancak müminin kalbindeki aşk, istîdâd ve iktidârını inkişâf ettirdiği nisbette mümkündür.

-Efendim, bu inkişâfın şüphesiz birçok yol ve metotları vardır. Bunlar içinde en mühimmi hangisidir?..

-Allâh için bütün mahlûkâta, bilhassa insanoğluna hizmettir. Hizmet, İslâm ahlâkının en esaslı umdelerinden biridir. Gerçek hizmet de, rûh gibi berraklaşarak nefs engelinin aşılması, menfaatlerden vazgeçerek insanların gönüllerine yayılmak

sûreti ile Rabbin aranmasıdır. Menfaat gâyesi güdülmeyen her samîmî hizmet, kulu ilâhî vuslata ileten bir köprüdür. İslâm'da hizmet ahlâkını sembolleştiren müessese de, infaktır. Kâmil mânâda gönle yerleşen Allâh sevgisi, mü'mini, hizmete yönlendirir ve ona merhamet eğitimi yaptırır...
osmannuritopbaş
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Allah Dostu, Mahlûkatın da Dostudur 2


-Biraz daha açabilir misiniz? Nasıl bir merhamet eğitimi bu?

-Bunu İbrahim bin Ethem Hazretleri'ne âid şu kıssa ile anlatayım:
İçlerinde İbrahim bin Ethem'in de bulunduğu üç-dört kişi virane ve kapısı bulunmayan bir mescidde ibadet ediyordu. Bir müddet sonra uyudular. Ancak

üzerlerine örtecek bir şey yoktu ve kapıdan da soğuk ve sert bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Kapıyı kapatacak bir şey bulamayan İbrahim Ethem Hazretleri, bunun üzerine sırtındaki cübbeyi çıkarıp mescidin kapısına gerdi ve o soğukta üstü açık yattı. Arkadaşları kalkıp da İbrahim Ethem Hazretleri'nin cübbesini kapıda görünce hayret ettiler ve:

"Ey İbrahim, neden böyle yaptın?" diye sordular.

O da:

"Dışarıda çok şiddetli bir soğuk ve sert bir rüzgâr vardı. Hasta olmayasınız diye cübbemi kapıdan gelecek soğuğa karşı bir set yaptım. Zîrâ sizlerin hasta olması ile ben sizden daha fazla ızdırap çekerim..." dedi.

Bu kıssa da gördüğümüz gibi Hakk'ın sevgili kulları, kendisine hizmet edilmesini bekleyenler değil, bilâkis ellerinden geldiğince insanlara, hattâ bütün mahlûkâta hizmeti zevk ve lezzet hâline getiren fazîlet sahibi kimselerdir. Onlar, bu hususta bambaşka bir ferâgat ve fedâkârlık rûhuyla nice diğergâmlıkların tezâhür ettiği müstesnâ gönüllerdir. Zîrâ hayatlarına yön veren yegâne düstur:

"Bir kavmin efendisi, onlara hizmet eden kimsedir." hadîs-i şerîfidir.
Aşağıdaki şu ifadeler de, öz olarak hizmetin maddî ve mânevî ehemmiyetini ne güzel sergiler:


"Biz bu yoldaki mesâfeleri, sadece tasavvuf kitaplarını okuyarak değil, okuduklarımızı imkân nispetinde tatbik etmek ve halka hizmetle kat ettik. Herkesi bir yoldan götürürler, bizi de hizmet yolundan götürdüler." (Ubeydullah Ahrar -kuddise sirruh-)

"Hizmet, bir taraftan başkalarına faydalı olmaya vesîle olurken, diğer taraftan da gayret ve ihlâsları nispetinde hizmet edenlerin feyz alıp yükselmelerini sağlar. Böylece belki de kendilerine isâbet eden fâide, hizmetlerinde bulundukları kişilerden daha ziyâdedir."

"Hizmet ehli bir ırmak gibidir ki, uzun yollar boyunca binbir canlıya; insana, hayvanâta, ağaca, güle, sümbüle, bülbüle hayat vererek akıp gider. Bu ırmağın varacağı menzil de Cenâb-ı Hakk'ın ebedî vuslat deryâsıdır..."

"Hizmetteki fazîlet, kendini güçlü-kuvvetli ve sıhhatte gördüğün zaman, şükrâne olmak üzere zayıfların yükünü çekmektir..." (Şeyh Sâdi)
`
"Muhabbetle dolan kalb, affedici olur. Eğer sen, yalnız kuru bir sûretten ibâret olursan, öldüğün zaman cismin gibi isminle de ölürsün. Eğer kerem sâhibi ve ehl-i hizmet olursan, ömrün, cesedinden sonra da fedâkârlığın ve gönüllere girdiğin kadarıyla devam eder... " (Şeyh Sâdi)
`
"Rûhâniyet dolu kalblerden, güzel ahlâk, amel-i sâlih ve mânevî olgunluk tezâhürleri sâdır olur."
`
"Hizmet eden kişinin gönlü, münbit bir toprak gibi olmalıdır. Toprağın üzerinde gezen canlılar, onu çiğner ve cürûfunu da oraya dökerler. Fakat toprak, bu cürûfun hepsini temizler ve sonra çeşit çeşit güzellikte nebatlar bitirerek üzerinde dolaşan bütün mahlûkâtı besler..."
`
"Gönül feyzinden mahrum bir hizmet, çöle dökülen bir kova su misâlidir. Kurak arâziye atılan bir tohum, tarla fârelerinin kursağında yok olmaya mahkûmdur. Gönülle atılan hizmet tohumları ise istikbâlin çınarlarıdır. Bu sebeple hizmet insanı, gönlüne seviye kazandırmak mecbûriyetindedir."
`

"İlâhî aşk iklîminden beslenen hizmet arzusu, kalbde mekân bulduğunda, kulu sonsuzluğun seyyahı eyler. Kalb, Haccâc-ı Zâlim'in katılığından çıkar, Yûnus'un şefkat postuna bürünür. Bu rûh ile sahip olunan ilim, san'at ve ahlâk, mest edici bir ebedîliğe kavuşur."

Bu hususta daha söylenecek çok kelâm-ı kibâr var, ancak şimdilik bu kadarıyla iktifâ edelim...

-Efendim, bu güzel sohbetinizden dolayı candan teşekkürlerimizi arz ederiz.
-Ben de teşekkür ederim. Allâh cümlemize bildiklerimizle amel etmeyi nasip etsin. Âmin.
osmannuritopbaş
 

A.R

Profesör
Katılım
10 Mar 2007
Mesajlar
795
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Allah razı olsun kardeşim, tüm sayfaları okudum hatta alıntılar yaptım çok güzel..

Devamını bekliyoruz inşaAllah..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
amin efendim cümlemizden allah razı olsun .

allahtan mani olmazsa inşallah kardeş.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Merhum Mûsa Topbaş Efendinin İnsanlarla İlişkileri

Kibâr-ı evliyâullâh'ın tâcı Musâ Efendi -kuddise sirruh- yeryüzünde yaşayan bir melek gibiydi. Her hâli sanki Allâh Teâlâ ve Rasûlullâh'ın muhabbetle, aşkının aynası ilâhî ahlâkın nûrâni bir timsaliydi. İşte onu bu güzel hâllerini anlatan birkaç satır:

İnsanlara karşı cömert..

İnsanlara karşı çok cömert, fakat nefsine karşı cimriydiler. Zarûrî harcamaların dışında, lüksü sevmezler, israfın her türlüsünden uzak durulardı. Evlatlarına da bu şekilde cömert olmayı tavsiye ederlerdi.

Kandillerde, Cuma günlerinde ve bayramlarda, âile efrâdına sadaka olarak dağıtmak üzere zarfın içinde para verirler, onları ihtiyaç sahiplerine karşı şefkat ve merhamet sâhibi diğergâm kimseler olmaya yönlendirirlerdi. Sık sık:

"-Cömertliğin zevkini tatmak lazım. Ver, verdikçe onun zevk hâline geldiğini görürsün!" buyururlardı.

Ancak infakta bulunurken onu muhatabın eline değil emâneti sâhibine teslim etme şuuruyla Allâh'a arz ederek verirlerdi. Onun için son derece nezâket ve edep ölçülerine riâyet etmenin yanı sıra, "sağ elinin verdiğini, sol eli görmeyecek" şekilde

vermeye çalışırlardı. Muhtaçların gönüllerini birer yaralı kuş gibi görürler ve izzetlerini zedelememeye dikkat ederlerdi. Âdetâ alacaklıya borcunu ödüyor gibi titiz nâzik ve hassas davranırlar ve muhâtabı o hediyeyi kabul edince sanki kendileri teşekkür etme ihtiyacını hissederlerdi.

Akraba İlişkileri

Akraba ilişkilerinin sağlam tutulmasına çok önem verirler, akraba ziyâretlerine dikkat ederlerdi. Bütün insanlara karşı olduğu gibi akrabalarına da mâneviyâtlarına göre yakınlık gösterirlerdi. Kendilerine kalben yakın olana, kalben iltifatta bulunurlardı.

Hanımına karşı olan muâmelesi de oldukça merhametli, şefkatli ve sevecendi. Bir davet verilecek olsa, önce ailesinin fikirlerine mürâcaat eder, bir seyahate çıkacak olsalar muhakkak sûrette izin alırlardı.

Hanımının hastalığı sırasında onun her şeyiyle ilgilenmiş; sevgisini, muhabbetini, ilgisini üzerinden eksik etmemiştir. Hanımı için hazırlanan yemeklere bakar:

"-Kızım, şundan da koyun, bundan da koyun!" derlerdi.


Yine bu hastalık esnasında, kendilerini neşelendirmek için başucunda sohbet ederler, neşeli şeyler anlatırlardı.

Çocuklarına, torunlarına karşı olan muâmelesinde her ne kadar muhabbet dolu olsa da, laubâli olmayı sevmez; sevgisini saygı çerçevesinde muhafaza ederdi.

Çocukların anne babalarına saygılı davranmalarını, onlara karşı hitaplarına dikkat etmelerini, "sen" değil, "siz" demelerini tenbih ederdi.

Evde hanımların ve kızların başörtülü dolaşmalarını uygun görürlerdi.

Diğer insanlarla...

Hasta ziyaretlerine önem verirlerdi. Bir seferinde, henüz bir ay hizmetinde bulunmuş olan evlâdının rahatsızlıklarını duymuşlar, evlerine kadar gidip onu ziyaret etmişler ve gönüllerini almışlardı.

Başka bir defasında, bir yakınlarının çocuğunun suçiçeği çıkardığını duymuşlar ve havanın soğuk oluşuna aldırmadan, üzerlerini kat kat giyinip onları ziyaret etmişlerdi.

Hediye vermeyi, sünnet olması hasebiyle çok severlerdi. Fakat her konuda olduğu gibi bunda da âdâba dikkat ederler, onu güzelce paketleyerek, karşılarındaki insana en güzel şekliyle sunarlardı. Birisine para verecek olsalar, onu da muhakkak bir zarfa koyarlardı.

Geleneksel Osmanlı sanatlarının yeni nesillerle de yaşatılmasını ister, bu konuda gençleri teşvik ederlerdi. Müsrifliğe çok dikkat etmelerine rağmen, paha biçilmez bir hat koleksiyonuna sahiplerdi. Onlara verilen paraya acımazlardı. Ebediyete irtihallerinden önce bu eserlerin de bir çoğunu eşine dostuna hediye etmişlerdi.

Allah dostlarıyla birlikte olmayı severlerdi.
"-Onlar zümrüd-i ankâdır, evlâdım, çok az bulunurlar!" derlerdi.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Mûsâ Topbaş Efendi

Bir Allah dostundan hâtıralar

Her dakikanın hesabı var!

Vefâtının üçüncü sene-i devriyesini idrâk ettiğimiz Mûsa Topbaş Efendi, manevî eğitimini gerçekleştiren Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -kuddîse sirruh- hazretlerine ayrı bir muhabbet ve vefa göstermiştir. Bu sevgi ve bağlılık, o dereceye ulaşmıştır ki, pek çok hâl ve hareketi, manevî hocasına benzemiş, âdeta onunla aynîleşmiştir.

Mesela, Mahmud Sami Efendi'nin zaman ve kul hakkı üzerindeki ihtimamları, Mûsa Efendi de müşâhade edilmiştir. Kendileri, her fırsatta zamanın ehemmiyetini vurgular, ve:

"-Her dakikanın hesabı var!" buyururlardı.
Bu hususta, yemek yeme, istirahat, ziyaret ve çalışma vakitleri ve hatta misafirlerin geliş ve gidiş vakitleri hep intizamlıydı. Çevresindeki insanların da bu mevzûda dikkatli olmasını tenbih ederlerdi.

Musâ Efendi de, Mahmud Sami -kuddîse sirruh- gibi çoğu kere sükûtu ihtiyâr ederler ve zaruret mikdarı konuşmayı tercih ederlerdi.
Bire yediyüz

Musa Topbaş Efendi, Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetlerden insanları da istifade etmeyi çok sever, her yaştan ve her seviyedeki insana hizmet ve ikramda bulunmaktan zevk alırdı. Tahdîs-i nimet, yani Allah'ın kendi üzerindeki nimet ve

bereketini itiraf sadedinde, yakınlarına:

"-Elhamdülillah, Allah bize bire yedi yüzü gösterdi." buyurmuşlardır. Bu sözleriyle, infak ettikçe, Allah'ın hazinelerinin de kendilerine açıldığını ve Allah'ın Kur'ân-ı Kerîm'de vâd ettiği ikrama nâil olduklarını îmâ etmişlerdi.

Kendileri cömert ve hayır sahibi olduğu kadar, akraba ve çocuklarının da bu rûhu kazanmasını temine çalışırlardı. Çocukların ellerine vermiş olduğu harçlıktan, fakirlere ve muhtaçlara da infak etmelerini teşvik eder, "veren el" olmanın yolunu öğretirdi.

Gönlü kırıklarla birlikte olmak...
Güzel kıssalardan bahsederek bizleri ikaz ederlerdi. Bilhassa Peygamber Efendimizle Hazret-i Ebûbekir Efendimiz arasında geçen şu konuşmayı sık sık hatırlatır ve bütün mazlumların gönlünü almaya teşvik ederlerdi.
Peygamber Efendimiz, Mescid-i Nebevîde namazın ardından ashâb-ı kirâma

dönerek sorarlar:

"-Bu gün içinizden kim cenazeyi teşyî etti?"

"-Bu gün kim bir yetimin başını okşadı, onun gönlünü aldı?"

"-Kim boynu bükük bir hastayı ziyaret etti de onu sevindirdi?"

Her suâlin ardından, sadece Hazret-i Ebûbekir Sıddîk Efendimiz:

"-Ben, Ya Rasûlullah!" buyurdular. Bunun üzerine Peygamberler Sultanı, onun bu hâlini ashâb-ı kirâma örnek gösterdi ve onun gibi olmaya çalışmalarını istedi.


Bütün varlıklar sevgiye muhtaçtır
Çevresindeki herkesle ayrı ayrı ilgilenir ve yanından ayrılanlar, "en çok kendisini sevdiği" düşüncesine kapılırdı. Ziyarete gelenleri eli boş çevirmez, daha önceden itinayla paketlediği muhtelif hediyelerle yola salardı. Onun bu sevgi ve ilgisinden bahçesindeki kedileri de nasiplenirdi. Bizzat elleriyle yiyeceklerini doğrar, her

biriyle tek tek ilgilenirlerdi. Bir seferinde kedilerin bir kısmına yiyecek vermişler, bir kısmını da okşamışlardı. Okşanan kediler, sevinçlerinden akşama kadar bir şey yememişler; diğerleri de her hâllerinden üzüntülerini belli etmişlerdi. Bu hadiseyi bizlere naklettikten sonra, şöyle buyurmuşlardır:

"-İşte böyle bütün varlıklar sevgiye muhtaçtır!"

Dünya ve âhiret dengesi
Mûsâ Efendi, mîzâç olarak îtinâlı, tertibli ve düzenliydi. Dünya hayatları da, iç dünyasının aksetmiş haliydi. Dünya işlerini dahî gelişigüzel yapılmasını istemezler ve:

"-Dünyası güzel olanın ahireti de güzel olur!" buyururlardı.
Aile hayatları da çok düzenli idi. Feride annemizle muhabbetli bir hayat yaşamışlardı. Her şeyi annemizle istişâre ederler, kendilerinin her hâli ile ilgilenirlerdi.

Feride annemiz de tertibli, temiz, zeki bir hanımdı. Çevresine hep hayrı telkin ederler, İslâmî bir yaşantıdan taviz vermemeye çalışırlardı. Yakınları arasında âdil davranmaya çalışırlar ve hakikati söylemekten çekinmezlerdi.

Cenâb-ı Hak'tan bu iki büyüğümüzün temiz ruhlarına rahmetler diliyoruz. Allah, âhirette, bizi de, sevdiği ve sevdirdiği bu kullarıyla birlikte haşr ve cem etsin. Âmin.
Bir Fatiha-i şerife, üç ihlas-ı şerif okuyalım.
zahide topçu
 

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
Rahman sizden binlerce kez razı olsun.her ne kadar önceden okumuş olsamda sizin sayenizde tekrar tekrar okuyup yeni tatlarla ayrılıyorum.itina ile bu sayfayı boş bırakmadığınız için Mevlam razı olsun sizden...
selametle...
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
Rahman sizden binlerce kez razı olsun.her ne kadar önceden okumuş olsamda sizin sayenizde tekrar tekrar okuyup yeni tatlarla ayrılıyorum.itina ile bu sayfayı boş bırakmadığınız için Mevlam razı olsun sizden...
selametle...


AMİN efendim ALLAH cümlemizden razı olsun
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Allah razı olsun tekrar tekrar okumama rağmen inanın riya olmasın her okuyuşumda ruhum gençleşiyor .
 

İsr@

hizmet erbabı
Katılım
4 Kas 2006
Mesajlar
3,080
Tepkime puanı
62
Puanları
0
Yaş
44
Konum
KOCAELİ
bende diğer kardeşlerim gibi bu sayfanın boş kalmamasından çok memnunum Allah ve Rasulü razı olsun KAYS kardeşim okudukça gerisini bekler olduk engin bilgilerini bizlerle paylaştığın için teşekkür ederiz...
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
kardeş allah razı olsun bu yazılar bizim bilgilerimiz değil kardeş
allah razı olsun kardeşlerden yazmışlar bizede kopyalamak kalıyor
eğer sizlerdede böyle yazılar varsa eklerseniz memnun oluruz
allaha emanet olunuz.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
ZİKRULLAH

- Sâdık DÂNÂ


Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur:
"-Beni zikrediniz, anınız ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin ve küfre sapmayın." (Bakara: 152)
"-Allah'ı çok zikret, ve gece gündüz onu tesbih et." (Âl-i İmran: 41)
"-Allah'ı nefsinde, içinde huşu' ve korku ile an, gece gündüz açık gizli onu zikret, sakın gafillerden olma." (A'raf: 205)

"-İman edenlerin kalbleri ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur. Kalbler ancak Cenâb-ı Hakkı anmakla mutmain olurlar." (Ra'd: 28)
"-Onlar ayakta iken, otururlarken ve yanları üstüne yatarken Allah'ı zikrederler." (Al-i imran: 191)

Kudsî hadis-i şerifler:
-Ey Âdem oğlu beni dille zikret ki, ben de seni rızamla zikredeyim.
-Beni kalbinle zikret ki ben de likamla seni zikredeyim. Kendini alçaltarak, küçülterek beni an ki ben de seni yükselterek anayım.

Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurur:
-Allah'ı zikretmeyi seveni, Allah da sever.
-Allah'ı zikredenin kalbinden şeytan kaçar, etmiyeninkine girer.
-Lâilâhe illallah diyenin kalbinden perde kalkar.

Allahü teâlâ buyurur - kudsi hadis-:
Kim benim zikrimle meşgul olur ve bu meşguliyet yüzünden benden bir şey istemeğe vakit bulamazsa, ben ona isteyenlere verdiğimden daha fazîletlisini veririm.

Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurur: (Ebu'd-Derdâ r. anh'den)
-Ey ümmet ve ashâbım! Size amellerinizin hayırlısını, Allah yolunda amellerinizin en temizini, derecelerinizin en yükseğini, altın ve gümüş sadaka vermekden ve düşmanlarınızla karşılaşıb sizin onların, onların da sizin boyunlarınızı vurmalarından (cihaddan) daha hayırlı olanı haber vereyim mi?

Sahabe sordu:
-Nedir o ey Allah'ın Rasûlü?

Rasûl-i Ekrem Efendimiz buyurdu:
-Devamlı Allah'ı zikretmek.

Bir gün Ebu Hüreyre -radıyallahu anh- çarşıya girer:
-Sizi burada görüyorum, halbuki Rasûlullah'ın mirası mescidde taksim ediliyor, der.

Bunun üzerine halk çarşıda işini bırakarak hemen mescide koşar. Fakat ortada bir şey göremeyince, Ebu Hüreyre'ye:
-Biz mescidde taksim edilen bir şey göremedik, derler. Ebu Hüreyre -radıyallahu anh- onlara:
-Ne gördünüz? diye sorar. Onlar da:
-Allah'ı zikreden bir topluluk gördük, derler. Bunun üzerine Ebu Hüreyre -radıyallahu anh-:
-İşte Rasûlullah'ın mirası budur, buyurur.

Ebu Hüreyre -radıyallahu anh- buyurur:
-Yer halkı, gökde yıldızları parlak olarak gördükleri gibi, gök halkı da yeryüzünde zikrullah olan evleri böyle parlak olarak görürler.

Davûd -aleyhisselâm- münacaatında:
-İlâhî! seni hatırlayıb zikredenlerin meclisinden geçib, gafillerin meclisine gitmekde olduğumu gördüğün vakit, oraya gitmeden ayaklarımı kır.
Zira senin böyle yapman, bana bir lütufdur.

Allah Teâlâ buyurur:
"-Rabbini gönlünden, korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam an (zikret), gafillerden olma." (A'raf: 205)

Sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
-Gafiller arasında zikreden, kaçanlar arasında kahramanca harbeden gibidir.

Bir din büyüğü Hoca Ali Râmiteni -kuddise sirruh-'a soruyor:
- "Allah'ı çok çok zikrediniz!" emrinin belirtildiği zikir, lisan zikri midir? Gönül zikri mi?
Buyuruyorlar:
- Başda olan dil, sonda olan gönül zikridir. Başda olan tekellüf ve zahmetle canından serfeder; fakat sonda olan, zikir gönlüne işlediği için bütün uzuvları ve zerreleriyle denizin hakikatına ve çok zikretmek sırrına erişmişdir. Böylesinin bir günlük kârı, başkalarının bir yıllık kazancına eşittir.

Mevlâna Sadeddin Kaşgarî -kuddise sirruh- buyurur:
-Allah ile meşgul olmak âlemde herşeyden kolaydır. Zira insanlar, mevcudlar arasında bir şey bulmak istediler mi? Evvela onu isterler, sonra da bulurlar. Allah'ı ise evvelâ bulurlar, sonra isterler. Eğer bulmasalardı nasıl isteyebilirlerdi?

Ebü'l-Mevâhib -kuddise sirruh- buyurur:
-Bazı zatlar, zikir üzerinde, ihtilâfa düşdüler, bunun üzerine ki acaba hangisi daha faziletlidir? Açıkdan yapılan zikir mi yoksa gizli yapılan zikir mi? Bu hususda benim fikrim sorulursa şöyle derim:
-Henüz bu yola ilk giren, kasvete mağlub olan için, cehren yani açıkdan yapılan zikir daha faziletlidir. Ama cem haline geçmiş; beraberlik âlemine varmış olan için, gizli, sessiz zikir daha faidelidir.

Kadı Iyaz -rahimehullah- buyurdu:
-Zikir iki kısımdır, bir zikr-i kalbî, diğeri de zikr-i lisanîdir. Zikr-i kalbî de iki kısımdır. Birisi zikirlerin en yükseği ve alâsıdır ki, Allah zü'l-celâl hazretlerinin azamet ve celâlini, ceberut ve melekût âyâtını tefekkürdür.

Kıyamet günü olub da, Cenâb-ı Hak mahlûkatını hesaba çektiği vakitde hafaza melekleri, kulun hasenât ve seyyiat defterlerini getirirler. Cenâb-ı Hak buyurur ki;

-Kulumun amâlinden bir amel kaldı mı? Melekler de:

-Ya Rabb! Biz bir şey bırakmadık. Bildiğimiz şeyleri saydık ve yazdık.
O vakit Cenâb-ı Hak ve tekaddes hazretleri buyurur ki:

-Benim yanımda kulumun bir hasenesi vardır. Ben o hasene ile o kuluma mükâfat veririm. O da o kulumun hafî olarak zikridir ki meleklerimin işitmediği bir zikirdir.
 
U

ummuhan

Guest
“Kâmil mü’minler ölmezler! Sadece dünya evinden âhiret yurduna hicret ederler.” H.Ş

Bu mana önderlerinin dünyasından bigane kalmamak dileği ve duası ile.......
 
Üst