BAHAEDDİN NAKŞİBEND HAZRETLERİNİN İMTİHANI
Hace Muhammed Bahaeddin hazretlerinin muhiblerinden iki talebesi huzurlarına geldiklerinde, "damlardaki hela pisliklerini temizleyin" diye onlara emir etti. Ve dedi ki:
Bir vakit Buhara Medresesinin bütün helalarını temizlerdim.
Bahaeddin Nakşibend hazretlerini Emir Külal -kuddise sirruh- hazretleri yedi sene kadar insanlara hizmet etme vazifesiyle görevlendirdi. Yedi sene tamam olunca bu sefer de hayvanlara hizmet görevi verildi. Bunu da büyük bir aşk ve ihlasla ifa etti. Nerede bir yaralı hayvan görse, ne cins olursa olsun onun yaralarını tedavi eder, temizler, sarar, istirahatini temin ederdi. Bu vazifeyi de uzun müddet başardıktan sonra kendisine üçüncü bir vazife verildi. Yolları silip süpürmek, temizlemek. Bu vazifeyi büyük ihlas engin gönüllülükle yerine getirdi. O kadar kendisini temizliğe vermiş idi ki libasını yani elbisesini temizlemeye vakit bulamıyordu. O zamanlar öyle lastik eldivenler yoktu, elleriyle süpürüyordu. Takriben bu hizmet işi yirmi sene kadar sürmüştü. Sonra bir gün yorgun bir vaziyette geldi. Emir Külal hazretlerinin sohbetinde bulunmağı arzu etmişdi. Emir Külal -kuddise sirruh- sordu:
Bu kimdir?
Bahaeddin'dir, dediler.
Dışarı çıksın, dedi ve dışarı çıkarıldı.
Nefsine zor geldi, ve nefsi serkeşlik etmek istedi. O ise nefsine karşı "Hayır ben bu kapıya Allah rızası için geldim, bu kapı Hak kapısıdır, kat'iyyen ayrılmam" diyerek yüzünü dergâhın eşiğine koydu ve uyudu. Sabaha kadar hayli kar yağmış, başı karın altında kalmıştı. Emir Külal hazretleri sabah namazı için kapıdan çıkarken karın altında olan derviş Bahaeddin'in başına bastı. Onu bu halde görünce çok duygulandı ve onu hane-i seadetlerine götürdü. "Oğlum! Bu hil'at-ı seadet ancak sana layıktır," buyurdu.
İşte böylece erbab-ı sülüke mücahede ve hizmet ateşi lazımdır ki irade altunu süzülerek halis olsun.
İşte bu bir tarikdir ki, kesret-i salat ve sıyam ile olmaz.
Ancak fena'yı tammı tahsil ve halayıkdan alakayı kat' ile olur.
Nitekim Abdülkadir Geylanî kuddise sirruhu hazretleri buyurur ki:
Ey İhvan-ı din! Biz Cenab-ı Hakka gece namazları, gündüz oruçları, ilim tahsil etmek ve talebe okutmakla vasıl olmadık. Lakin Cenab-ı Hakka tevazu, kerem, seha ve selamet-i sadr ile vasıl olduk.
İnsanları mevlasından ayıran, dünya alakası ve nefisdir. Cenab-ı Hakka en büyük perde dünya muhabbetidir. Kerem ve seha ile dünyanın alakası zail olur. Tevazu ile nefsin alakası yok olur. Selamet-i Sadr ile de kalbden masiva zail olur. Böyle olunca kul Mevlasına vasıl olur.
İbn-i Ataullah, Hikem'inde buyurur ki: Kulluğa ters olan vasıfları, beşeri sıfatlarını at ki, ihraç et ki, hakkın nidasına mucib olasın ve hazretine yakın olasın.
Hace Muhammed Bahaeddin hazretlerinin muhiblerinden iki talebesi huzurlarına geldiklerinde, "damlardaki hela pisliklerini temizleyin" diye onlara emir etti. Ve dedi ki:
Bir vakit Buhara Medresesinin bütün helalarını temizlerdim.
Bahaeddin Nakşibend hazretlerini Emir Külal -kuddise sirruh- hazretleri yedi sene kadar insanlara hizmet etme vazifesiyle görevlendirdi. Yedi sene tamam olunca bu sefer de hayvanlara hizmet görevi verildi. Bunu da büyük bir aşk ve ihlasla ifa etti. Nerede bir yaralı hayvan görse, ne cins olursa olsun onun yaralarını tedavi eder, temizler, sarar, istirahatini temin ederdi. Bu vazifeyi de uzun müddet başardıktan sonra kendisine üçüncü bir vazife verildi. Yolları silip süpürmek, temizlemek. Bu vazifeyi büyük ihlas engin gönüllülükle yerine getirdi. O kadar kendisini temizliğe vermiş idi ki libasını yani elbisesini temizlemeye vakit bulamıyordu. O zamanlar öyle lastik eldivenler yoktu, elleriyle süpürüyordu. Takriben bu hizmet işi yirmi sene kadar sürmüştü. Sonra bir gün yorgun bir vaziyette geldi. Emir Külal hazretlerinin sohbetinde bulunmağı arzu etmişdi. Emir Külal -kuddise sirruh- sordu:
Bu kimdir?
Bahaeddin'dir, dediler.
Dışarı çıksın, dedi ve dışarı çıkarıldı.
Nefsine zor geldi, ve nefsi serkeşlik etmek istedi. O ise nefsine karşı "Hayır ben bu kapıya Allah rızası için geldim, bu kapı Hak kapısıdır, kat'iyyen ayrılmam" diyerek yüzünü dergâhın eşiğine koydu ve uyudu. Sabaha kadar hayli kar yağmış, başı karın altında kalmıştı. Emir Külal hazretleri sabah namazı için kapıdan çıkarken karın altında olan derviş Bahaeddin'in başına bastı. Onu bu halde görünce çok duygulandı ve onu hane-i seadetlerine götürdü. "Oğlum! Bu hil'at-ı seadet ancak sana layıktır," buyurdu.
İşte böylece erbab-ı sülüke mücahede ve hizmet ateşi lazımdır ki irade altunu süzülerek halis olsun.
İşte bu bir tarikdir ki, kesret-i salat ve sıyam ile olmaz.
Ancak fena'yı tammı tahsil ve halayıkdan alakayı kat' ile olur.
Nitekim Abdülkadir Geylanî kuddise sirruhu hazretleri buyurur ki:
Ey İhvan-ı din! Biz Cenab-ı Hakka gece namazları, gündüz oruçları, ilim tahsil etmek ve talebe okutmakla vasıl olmadık. Lakin Cenab-ı Hakka tevazu, kerem, seha ve selamet-i sadr ile vasıl olduk.
İnsanları mevlasından ayıran, dünya alakası ve nefisdir. Cenab-ı Hakka en büyük perde dünya muhabbetidir. Kerem ve seha ile dünyanın alakası zail olur. Tevazu ile nefsin alakası yok olur. Selamet-i Sadr ile de kalbden masiva zail olur. Böyle olunca kul Mevlasına vasıl olur.
İbn-i Ataullah, Hikem'inde buyurur ki: Kulluğa ters olan vasıfları, beşeri sıfatlarını at ki, ihraç et ki, hakkın nidasına mucib olasın ve hazretine yakın olasın.