Mahmud Samİ Ramazanoglu(k.s) Hazretlerİ

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
musa topbaş efendinin kaleminden

Ramazan oğlu mahmut sami efendinin yaşam tarzı -devamı- 08/12/2009 salı

Safranbolu'lu Hacı Nuri (kudisse sirruh)

Erbilli hazretlerinin kıdemli hulefasından olup gayet zarif ve nazik bir zattı. Sarıyer'de otururlardı.Takriben 1967 senelerinde irtihali dar-ı beka eylemişler ve Sarıyer mezarlığına defnedilmişlerdir.

Muhterem Üstaz hazretleri kıdemli hulefa olması bakımından bayramlarda en evvel kendisini ziyaret ederdi.

Ziyaretine gidenlere ilk suali:

"Benim melek sıfat Sami Efendi'den ne haber getirdiniz?" olurdu.

Mahir İZ (Rahmetullahi aleyh)

Edib, şair, mütefekkir, Mehmed Akif merhum hayranlarından. Te'lif eserleri mevcuddur. İlk devirlerinde tasavvufa karşı olanlardan idi. Mahmud Sami kuddise sirruh'un sohbetlerin-de bulunduktan sonra eski görüş ve fikrinden tamamen dönmüş, hakikati layıkıyla anladığı için, seyrü süluk yoluna ihtiyacını benliğinde hissetmiş, kurtuluş ve rahatlığı muhterem üstazın eteklerine yapışmakta bulmuş ve Hak erenleri yoluna ispat-ı vücud etmiştir. Sözleri:

"O Hazret-i Samî'dir. Biz devri saltanattan beri neler gördük neler, fakat böylesine tesadüf etmedik."

Yavuz Sultan Selim Han

Padişah-ı alem olmak, bir kuru kavga imiş,
Bir veliye bende olmak, cümleden ala imiş,

buyurmuşlardır.

Es'ad Erbili kuddise sirruh, Divanında:

Vardıkda piri kamile taş olsa dil yumuşağ olur
Fir'avn ise nefsin yakın bir mûrdan alçağ olur
Oldunsa vakıf aczine edna amel bir dağ olur
Çürüklerin hep sağ olur, zehrin kamu bal yağ olur
Dağlar yemişli bağ olur cümle cihan bostan sana.

devamı var
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Mahmud Sami Ramazanoğlu

Mahmud Sami Ramazanoğlu
Sâdık Dânâ (Musa Topbaş)



Muhterem Okuyucularımız,
BU mühim yazı dizisini kaleme almamıza cüret etmek mecburiyetinde kalışımızın sebebi, gerek halihazırdaki gerekse istikbaldeki nesle büyük bir Allah dostunu tanıtmak, hakîkî mürşid-i kamillerin ne olduğunu bildirmek ve sevdirmektir. Yoksa bizim yazabildiğimiz deryadan bir katre mesabesinde bile değildir.
Hakikatte Allah dostlarının insanlar tarafından övülmeye, sena edilmeğe ihtiyaçları yoktur. Çünkü ulu Mevlamız Rabbü'l -alemîn Hazretleri, onları sevmiş, derecelerini ali eylemiş; onları seveni de kendisini seviyor saymış... Bu sevilenlerden birisi de Sultanü'1 arifîn Adana'lı Mahmud Sami Ramazanoğlu -kuddise sırruh- hazretleridir.
Her türlü fezail ve kemalatı üzerinde cem'eden bu zat'ta Allah ve Peygamber aşkı o kadar kuvvetli tecellî etmiş idi ki, Rabbımız Teala hazretlerinin izni ile her hal ü hareketleri Kur'an-ı Kerîm ahkamına ve şefiü'l-müznibin olan Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretlerinin adabına ve sünnet-i seniyyesine uygundu.
Bu bakımdan bu büyük velînin menakıbını abdestli olarak, büyük bir saygı, ta'zim ve itina île okuyan veya dinleyen mü'minlerin ma'nen istifade edecekleri muhakkaktır. Çünkü bu menakıb herhangi düzme bir hikaye veya roman değil, ma 'nevî hakîkatlardandır.
Allah Teala ve Tekaddes hazretleri cümlemizi kendisine layık kul, Fahr-i Kainat efendimiz hazretlerine layık ümmet, güzeran etmiş olan cümle büyüklerimizin şefaatlarına nail eylesin, dünya ve ahiret seadetleri versin. Bilerek, bilmeyerek yapmakta olduğumuz hatalarımızı afveylesin.. Cehennem azabından muhafaza buyursun... Amin... Sadık Dânâ
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Doğumları, 1892 Adana.

Vefatları, 1984, Şubat 12, Medine-i Münevvere.. 1404. C.evvel 10, Sabaha karşı saat 4.30 da..
Adana'nın Tepebağ mahallesinde dünyaya gelmişlerdir.. Asil bir soya mensûbdurlar. Ramazanoğullarından, şecereleri Nûreddin Şehîd yoluyla Halid îbni Velîd -radıyallahu anh- hazretlerine dayanır.
Babasının ismi Mücteba, dedesinin Abdürrahman, büyük dedeleri İshak ve Hüseyin Efendilerdir.
Şöyle bir menkıbe anlatılır:
Bir gün Hızır aleyhisselam, evlerinin kapısına gelerek, hizmetçi kadın vasıtasıyla muhterem büyük validemizi kapıya çağırır. Her ne kadar validemiz, kızım ne isterse kendilerine ver tenbîhatında bulundular ise de ziyaretçi; hayır muhakkak kendisi ile görüşmem lazımdır diyerek ısrar edince, mecburen kapının arkasına gizlenirler ve aralarında şöyle bir muhavere geçer:
-"Kızım hamile olduğunu biliyor musun? Senin vasıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak, uzun müddet İslamiyete hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helale dikkatli ol ve ismini de Mahmud Samî koy." müjdesini vermiş ve teberrüken de bir gömlek istemiş ve gömlek getirilinceye kadar kendisi gaib olmuştu. Az sonra, denildiği gibi, bu büyük zat dünyaya teşrîf etmişler, uzun müddet kaliyle, haliyle, adab ve erkanı ve yüksek fıtrî kabiliyeti ile kendini İslamiyetin şerefli, ulvî yoluna vakfetmiş, hayli değerli insanlar kendisinden istifade ve tefeyyüz etmişlerdir.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
MAHMUD SAMİ HAZRETLERİ ŞEMAİL ve AHLÂKLARI :
Uzuna yakın, orta boylu, nahîf bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, çukurca ela gözlü, zayıf olmasına rağmen mütenasib vücüdlu idiler. O nûranî sîması daima değişirdi. Yani şeklini çizmek, tesbît etmek imkansızdı. Sîmalarındaki halavet ve melahatın güzelliği tarif edilemezdi. Orta boylu olmalarına rağmen daima yakınında bulunanlardan uzun ve heybetli görünürdü. Halîm, selîm yumuşak ahlaklı, melek sıfatlı. Yakînen tanıyanlar melek Samî Efendi derlerdi. Sırasına göre gayet şecî ve cesurdu. Yüzleri mütebessim olmasına rağmen, içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Vakar, temkîn ve itidal ehli idi. Nitekim bir şair;
O ki, aleme sultan, veliyy-i alîşandı.
Latif ruhlara rehber, bu ümmete nişandı.
Onda idi tevazu, ahlak edeb ve haya
Benim gücüm elvermez her birini saymaya" demiştir.

Temiz, sade ve düzgün giyinirdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını kulaklarının memesine kadar uzatırdı. Suhuletle, ağır ağır yürürler fakat çok yol kat ederlerdi. Yanındaki refikleri ne kadar uzun boylu olsalar bile kendilerine yetişmek için adeta koşmak zorunda kalırlardı. Nitekim bir şair de kendileri için:
Yavaş yavaş gidişinde tabiî bir sür'at vardı.
Koşar gibi yürüyenler, ondan geri kalırlardı, demiştir.

Pek az yerler, pek az uyurlar, daima sükutu ihtiyar ederlerdi. Zaruret halinde pek kısa kelimelerle muhatablarının seviyesine göre konuşurlardı. Fem-i Saadetlerinden ne bir kelime noksan ne de bir kelime fazla çıkardı. Her mana ve kelimesi yerli yerinde idi. Tane tane, seçkin olarak konuşurlar, mühim olanları üçer kere tekrar ederlerdi.
Sohbet mevzularını, ayet-i kerîme, hadis-i şerîfe, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretlerinin ve diğer enbiya-i izam, ashab-ı kiram ve evliya-yı zevil-ihtiram hazeratının ahlakları, gazaları, Allah yolunda fedakarlıkları, sabır ve tehammülleri, tavır ve hareketleri ve nasîhatları teşkîl ederdi.
Kalb mevzuunda ısrarla dururlar, bilhassa Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretlerinin;
-"Cesedde bir çiğnem et vardır. O salih olursa, bütün cesed salih olur, o fasid olursa bütün cesed fasid olur." diye mevzua girip kalbin nazargah-ı ilahî olduğundan bahsederek, Ka'be'nin banisi İbrahim aleyhisselam, fakat kalbin banîsi Cenab-ı Hak olduğuna işaret ederlerdi.
Bilhassa kendilerinin terbiyesi ile meşgul oldukları kimselerin, noksan hallerini gördükçe üzülürler, fakat yüzlerine karşı ve arkalarından -te'villi sözler bile olsa- bir şey demezlerdi. Her hal ve hareketlerinde nezaket ve nezahet sezilirdi. Bilhassa Hak yolcularının, ihlaslı, müstakim, zekî, nazik, nezîh, edebli, mahviyetli, fedakar, dirayetli, sehavetli, merhametli, herkesle geçimli, hulasa tam manası ile ahlak-ı hamîde sahibi olmalarını arzu ederlerdi. Sohbetlerinde, meclislerinde bulunanlar niyet, nasîb, kabiliyetlerine göre muhakkak ma'nen ve ruhen istifadeli olarak ayrılırlardı. Evradlarını ihlas ve istikamet üzere tatbîk edenlerde adeta gözle görülür şekilde değişiklikler ve inkişaflar olurdu.
Kibrin yerini tevazu ve vekar
İmansızlığın yerini, derin Allah sevgisi, Peygamber sevgisi
Batılın yerini Hak
Hasedliğin yerini merhamet
Cimriliğin yerini sehavet
Anlayışsızlığın yerini fetanet
Tembelliğin yerini dirayet, gayret
Korkaklığın yerini cesaret
Kötü görüşün yerini müsamahalı görüş
Kabalığın yerini nezaket
Dağınıklığın yerini tertiplilik ve nezafet
Bilgisizliğin yerini edeb, irfan
Aceleciliğin yerini itidal ve teenni
İddiacılığın yerini, yerinde uysallık.
Mahlûkat düşmanlığının yerini herkesi hallerine göre sevmek alırdı.

Gene üstaz hazretleri hakkında bir şair der ki:
O irfan diyarının tahtında hükümdardı.
Onda Ebubekr'in (radıyallahu anh) rikkat ve hilmi vardı
Herhangi bir kimseye değse şefkat nazarı
Altık o kutlu kişi olur bal yapan arı...

Muhterem ûstaz hazretlerinin hiçbir fert ile çekiştiklerini, münakaşa ettiklerini, gıybetini yaptıklarını, münazaraya girdiklerini gören işiten yoktu. O büyük Allah velîsinin her an ader bahsine hakkıyla vukufları olduğu için hiç bir kimse hakkında sû-i zanda bulunmazlardı. Settarü'l-uyub (ayıb örtmek) ve afvedicilik Cenab-ı Hakk'ın ulvî sıfatları olduğu için Hakk' ın yüksek seviye deki velîsi olmak sebebiyle bu mühim sıfatlar kendilerinde görülürdü.
Sevenlerini kat'iyyen ümitsizliğe düşürmezlerdi. Huzur-u alilerine gelenler (her ne kadar ihmalci ve hatalı halleri var ise de) büyük bir huzur ve ümit içinde yanlarından ayrılırlardı.
Sükut ve edeb ehlini çok severler, yanlarında yer ayırır, iltifatta bulunurlardı. Bir an olsun, bir mü'minin, bir mahlukun kalbini kırsın, gafilane bir harekette bulunsun vakî değildi. Her hatt u hareketleri ölçülü, nizamlı, yerli yerinde idi. Hulasa asırların yetiştirdiği istisnaî bir şahsiyetti. Seçmelerin seçmesi olan zümrede ne mevcud ise belki, Hâlik Teala ve Tekaddes hazretleri kendisine onlardan daha ziyadesini bahşetmişti. Tam manası ile "eddebenî rabbî" sırrına ermişti.
Makam ehli idi, riyazat ehli idi, keramet ehli idi. Muamelatta yekta idi. Kendilerini ilk ziyaret eden kimsenin ma'neviyatta nasîbi var ise -Cenab-ı Hakk'ın izni ile- bir nazarda kemale erdirir, bambaşka bir aleme daldırır, yani ölmeden evvel, dünyanın ve ukbanın bütün sevgi, meşgale ve isteği kalbinden alınır ve ma'rifet-i ilahiyye sırrı tecellî ederdi. Basar gözü basîrete münkalib olup, Hakk'ı hak, batılı batıl olarak görürdü... Mizacında, ahlak ve muamelatında hayret edilecek inkişaflar olurdu. Hulasa taklîdî îmanın yerini îkan-ı hakîkî alırdı.
Halbuki nice insanların şahsî, kendi gayretleri ile rehbersiz olarak birçok ibadet, riyazet ve zühdleri olur, buna rağmen dünya, mal evlad ve sair sevgileri kalblerinden atamazlar. Hatta bilakis bu dış ibadetleri bazılarını gurura götürür, kendi hatalarını göremeyip başkalarının ayıpları ile meşgul olurlar.
Muhterem ûstaz hazretleri hiç kimseye kızmazlar, hiç kimseden kırılmazlar, hiçbir hareketlerinden dolayı karşılık beklemezlerdi. Kendilerini seven ile yeren nazarlarında müsavi idi. Yeren kimse hatasını idrak edip de ciddî olarak halisane samimiyetle özür dilerse hemen afvederlerdi.
Secde yerine, önlerine bakmaları adetleri idi. Sohbetlerini yüksek sesle yapmamalarına rağmen en uzakta oturan kimse en yakında oturan kimse gibi rahatlıkla mevzuu takib edebilirdi. Sohbetlere bir hafız efendinin okuduğu aşr-ı şerif ile başlanır. Sadat-ı Kiram hazeratının ruhlarına bir fatiha-i şerîfe ile üç ihlas-ı şerîf okunur ve daha sonra mevzua geçilirdi. Bütün konulan kitap ve defterden okumalarına veya huzurlarındaki herhangi bir şahsa okutmalarına rağmen kalb mevzuunda bizzat kendileri irticalen konuşurlardı... ayet-i kerimelerini okuyarak, "Hak teala ve tekaddes hazretlerinin insanları ahsen-i takvim üzere yarattığını" ve "beni Adem'i mükerrem kıldığını" ve "Allah indinde en mükerrem olanların da ittika sahibi"yani Rabbü'l alemin hazretlerini hakkıyla bilen, hakkıyla seven ve gene emirlerini noksan yapmaktan dolayı hakkıyla korkan ve her an Azîmü'şşan' ın emirlerini nefsinde, fîilinde hakkıyla tatbîk eden yani feraiz-i ilahiyyeyi ifa eden, yasaklardan tam sakınıp sünnet-i seniyyeye layıkı vechile ittiba edenlerin olduklarını beyan ederlerdi.
"Sizi abes olarak mı yarattık?"

"İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?"
Halık teala ve tekaddes hazretleri kulunun kendisini bilmesini, azamet-i ilahiyyesi önünde mütevaziane, kırık kalble, ubudiyet vazifesinin gereğinin yerine getirilmesini ister. İnsan yaratanını bildikten sonra O'nun Kur'an-ı Kerimdeki emirlerini yerine getirmekle vazifelidir. Kulluk vazîfesinin ifasında yalnız dıştan yani bedeni ibadetin kafi gelmeyeceğine göre, iç yani gönül alemine yönelmek yani masivadan alakayı kesip ma'rifet-i ilahiyye ilmine yönelmek.
Nitekim Hace-i kainat, eşref-i mahlükat olan Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri Tebük seferinden yorgun, argın, bîtab bir vaziyette döndüklerinde at üzerinde ashab-ı kiram hazeratına hitaben:
-"Küçük, cihaddan büyük cihada geldik" buyurmuşlardır.
Nefisle cihad ibadetlerin en şereflisi ve ehemmiyetlisidir.
Gavsu'l-a'zam Abdülkadir Geylanî hazretleri buyurmuştur ki:
- "Batınî cihad, zahirî cihaddan daha zordur. Zira o, kişinin bizzat kendisindedir,devamlıdır. Batınî cihad, zahirî cihaddan nasıl zor olmasın ki,O nefsin işlemeğe alıştığı haramları bırakmak, Şeriatın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmaktır. Her kim de Allah teala ve tekaddes hazretlerinin her iki cihad hakkındaki emirlerine uyarsa onun için hem dünya hem de ahiret mükafatı hasıl olur.(1)
Ebûbekr Saydalanî kuddise sırruh:
- Ancak nefsin ölümünde hayat vardır, kalbin yaşaması nefsin ölümüne bağlıdır.
- En büyük nimet nefsinden sıyrılıp çıkmandır. Zira seninle Allah arasında en kalın perde nefistir.
- Nefis ile nefisten çıkmak mümkün değildir. Nefisten ancak Allah ile çıkmak mümkündür. Bu ise iradeyi Allah için sıhhatli hale getirmekle olur.(2) buyurmuşlardır.
Dipnotlar :1. el-Fethu'r-rabbanî, Sohbet: 8 2. Tezkiretü'l-evliyâ: 752

Altınoluk Dergisi 1987
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Mahmud Sami Ramazanoğlu
Sâdık Dânâ


Üç İhlas-ı Şerif, bir Fatiha. Böyle hatırlanmak isterlerdi. Ebedî aleme irtihallerinin beşinci yılında, manevî evladları, gönül dostları ve tüm mü 'mirilerin bu ulvî armağanı garik-i rahmet olan ruhlarına göndermeleri dileğiyle...
ALTINOLUK

FAHR-İ KAİNAT EFENDİMİZE BAĞLILIKLARI
Muhterem Üstaz hazretlerinin ahlakı, adabı, her hali, Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerine tamamen, hayret edilecek şekilde uygundu.
Büyük devlet adamı, tarihçi Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya'sındaki Fahri Kainat Efendimizin hilye-i seadetlerine; şair, kemal ehli, Mustafa Asım Köksal beyefendinin İslam Tarihi'ndeki Resûlullah Efendimizin Şemaili şeriflerine tamamen uygundu.
Bu kadar yakınlık bir mevhibe-i ilahîdir, uğraşılarak, çalışılarak kısmen istifade edilebilir.
Muhterem Üstaz hazretleri salat-ü selama çok devam ederlerdi.
Hulasa, yemekte, içmekte, giyim adablarında, yolculuklarında, hazerde seferde, beşerî münasebetlerde aile hayatlarında, namaz, oruç, hac gibi ve sair hususlarda ve sayıya gelmeyen adablarda Fahr-i Kainat Efendimiz hazretlerini nihayetsiz, derin bir aşkla ayna, rehber edinmişlerdi.
Allah Teâlâvetekaddes hazretleri buyurur:
Kim Resûle itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiş olur. (Nisa: 8)
Allahü Teala ve tekaddes hazretleri buyurur: .
Habibim de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçunuzu örtsün, çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir. (Al-i îmran: 31)
Allah'ın seadetine nail olmak isteyen her müslüman, ahlak, ibadet ve muamelatında Fahr-1 Kainat efendimizi taklit etmekle mükelleftir. Sünnet-i seniyyeye mutabık az ibadet, onun yolundan ayrı olan çoktan hayırlıdır.
Allah sevgilileri her umurlarında, sertacü'l-enbiya efendimiz hazretlerinin yolunda, izinde oldukları için zahiren azla büyük derecelere nail olmuşlardır, izinde olmayıp çok yorgunluklara katlananların ise dereceleri geri kalmıştır.
"Hayrül-umuri evsatuha: Her hayır vasat halde bulunmaktadır." Yani ne ifratta ne de tefrittedir.
Bir gurup sahabe geldiler, Resûl-i Ekrem efendimize, ailelerinden ayrılmağa, vakitlerini dünyadan kesilerek namaz oruç gibi ibadetlerle geçirmeğe kararlı olduklarım söylediler, bunlara cevaben Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz:
Benim ahlakıma, ve benim yoluma uygun az amel, benim yoluma uymayan çok bir amelden daha hayırlıdır. Benim ahlakıma ve yoluma uymayan her bir hareket dalalettir, sapıklıktır. Her dalalet de cehennemde olur. Çok kimseler zan ederler ki manen terakki etmek, yalnız fazla ibadetledir. Hayır, hakiki terakkiyat, tam Cenab-ı Hakkın huzuru ilahiyesinde olduğunu bilerek, sünnet-i seniyye gölgesinde, ne yapılması icab ederse onu yapmaktadır. Çok kimseler vardır ki, bunların nafile ibadetleri çoktur. Daimi oruçludurlar, daimi gece namazlarına devam ederler. Fakat harama helale dikkat etmeyip, islamî ahlak ile mütehallik olmağa gayret etmezler, boş zamanlarını dedikodu, gıybet ile geçirirler. Ellerine ne geçerse mideden aşağı indirirler, halbuki bunlar keşke nafile ibadetlerini azaltsalar da ahlaklanma hususunda gayret edib Hak hukuk mevzuunda uyanık olsalar.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri:
Kim ki helal kazanır, helal yer, ehl-i sünnet vel-cemaat yolunda gider, insanlar da kendisinden gelebilecek zararlardan emin olurlarsa mutlaka cennete girer.
Evet büyük velilerin bazıları ömürleri müddetince, uyumamışlar, yememişler, içmemişler, devamlı namaz kılmışlar, oruç tutmuşlar, sair ibadetlerle meşgul olmuşlar. Fakat bu himmet sahibi zümre evvela iç alemlerini, sonra dışlarını Cenab-ı Hakkın izni iletasfiye ve tezkiye etmişler, daha sonra bu ulvî yolda bütün varlıklarından, kesafetlerinden sıyrılarak, yok olmuşlardır.
Hâce-i Kainat efendimiz hazretlerinin hadis-i şeriflerini sıralıyoruz:
Sizden bana en yakın olan kimse beni çokça salat-ü selam ile yad edenlerdir.
Bana salat gönderenlere Cenab-ı Hak sırat köprüsü üzerinde bir nur ihsan eder. Ehl-i nurun ise ehl-i nardan olamayacağı bedîhîdir.
Bana bir defa salat gönderenlere, Cenab-ı Allah on defa rahmet eder.
Bana salat ü selam getirmek köle azad etmekten efdaldir.
Husulü matlubunda duçar usret olan (darda kalan) kimse bana çokça salat-ü selam göndersin, çünkü salat-ü selam kederi izale eder, erzakın çoğalmasına ve müşkülatların halline yegane vesiledir.
Ahlaki yönden ümmetimin bozulduğu bir zamanda, benim ahlakım ile ahlaklanıp, benim gittiğim yolda giden birisine yüz şehid sevabı verilir. (Kenzül îrfan'dan)
Alaeddin Attar kuddise sirruh hazretleri buyurur:
Sünneti kendisine farz edinmeyen her isteklide din eksiktir. Bazı sünnetler Allah'ın Resûlüne farz kılınmıştı. Bütün zahir ve batın safası Allah'ın Resûlüne uymağa bağlıdır, buyurmuşlardır.
Hülasa: Muhabbet-i zatiyye-i ilahiyyeye vüsul, Habib-i Rabbül alemîne ittibasız asla suret bulmaz.
Hazret-i Ömer radıyallahu anh efendimiz buyurur:
Duyduğuma göre, yapılan her hangi bir dua, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e salavat getirilmedikçe yer ve gök arasında mahpus kalır, oradan huzuru ilahîye yükselemez. (Tenbîhü'l-Gafilin)
Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurur: (Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den)
-Benim ahlakım ile ahlaklanınız ve bana salat-selam gönderiniz. Zira bana gönderdiğiniz salat- selam sizin için bir zekattır. Allah'tan benim için "vesile" taleb ediniz.
-Vesile nedir ya Resûlullah?
Fahri kainat efendimiz buyurdular: -Cennette en yüksek derecedir. Ona sadece bir kişi nail olacaktır. Ümid ederim ki o ben olurum. (Tenbîhü'l Gafilin)
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Gözlerimizin nuru Sallallahu aleyhive sellem efendimiz buyurdular:
-Ey ümmetim, Allah'tan korkunuz, devlet başkanına itaat ediniz. Kur'an'ın helal ettiğini helal, haram ettiğini haram biliriz. Misafirleri ağırlamak, ikramda bulunmak fazilettir.Sakın borçlunun evine gitmeyin, ailelerini dövmeyin, meyvesini yemeyin. Ümmetimden bana itaat eden, helal kazanan, şerrinden diğer insanlar emin olan cennete girer, aksini yapan cehenneme gider. Benim sünnetimle amel eden, yüz şehid sevabına nail olur. Tam mü'min, şeriatıma tam uyandır. Benim sünnetimi seven ve onunla amel eden beni sevmiştir ve benimle birlikte cennete girecektir. Sünnetlerime tutku ile bağlanan, ihtirasla bağlanan dünya ve ahret mutluluğuna kavuşur. Beni ana baba ve çocuklarınızdan ve bütün insanlardan fazla sevmedikçe tam mü'min olamazsınız. (Marifetname)
MİSAFİR KABULLERİ
Muhterem Üstaz hazretlerinin çok muntazam, nizamlı, saatli hayatları vardı. Müracaat eden ziyaretçiye kabul saati evvelce bildirilirdi. Misafirin geleceği vakitte giyimli, tertipli bir vaziyette (katiyyen ev hali ile değil) hazır bulunurlardı. Söz verdiği halde vaktinde sebepsiz yere gelemeyenlere çoküzülürler, misafiri kapıda güler yüzle karşılarlar ve karşılarında yer verirlerdi. Ziyaretçi için hangi mevzu, hangi kelam faideli ise o mevzuda konuşurlardı. Kısa bir zaman içinde, ziyaretçi, niyet ve ihlasının ölçüsünde mutmain olmuş bir halde, büyük bir neşe ile huzurlarından ümitli olarak ayrılırdı. Gene vedalaşırken de kapıya kadar geçirirlerdi.
Hatta Ramazan ayında iftar verdiklerinde, sofrada bizzat kendileri hizmet etmek isterler, misafirlerin ısrarları üzerine, gönülleri olsun deye sofradaki yerlerine otururlardı.
Sofraya otururken ve yemekten sonra sıradakileri bekletmemek için ellerini süratle yıkamalarına rağmen, yalnız oldukları zaman yavaş yavaş daha itinalı yıkarlardı. Namazlarım da bekleyen varsa kısa sürelerle kılarlar, yalnız olduklarında dahauzun.
Gelen ziyaretçilere muhakkak bir şey bulur, hediye ederlerdi. Hatta bir saat evvel kendilerine hediye edilen kıymetli bir şeyi, bir saat sonra ki misafirlerine hediye ediverirlerdi.
Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz buyurdular:
Yekdiğerinize hediye veriniz, aranızda muhabbet husüle getiriniz, zira hediye kalpteki muhabbeti çoğaltır.
Gene buyuruyorlar:
Birbirinize hediye veriniz,
Bir gün bir fakir kadın Aişe radıyallahü anha validemize hediye getirmiş, fakat Aişe radıyallahu anha kabul etmemişti.
Bundan haberdar olan Sertacü'l-Enbiya efendimiz mealen:
Ya Aişe keşke kabul etseydin de, daha değerli bir şeyle mukabele etseydin! buyurmuşlardır.
Hediyeleşmek sünneti seniyyedir. Resûlullah efendimize ittibadır.
Bahaeddin Nakşibend kuddise sirruhunun menakıbında geçer. Acele, Derviş Halil kuddise sirruh ile buluşması icab ettiğinde, hemen hediye temin etti, ve beraberinde götürüp Halil Ata'ya takdim etti.
Halk arasında hediye almayanlara müttaki nazarıyla bakılır. Evet bir iki Allah dostu bu adaba riayet etmemişler ise, o kendilerinde zuhur eden istisnaî bir haldir. Hulasa hediyeleşmek Îslam adabındandır. Samimiyet, muhabbet ve yakınlığa bir vesiledir. Hediyeleşmekte de her ibadette olduğu gibi tek gaye Allah rızası olmalıdır.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
ÖĞÜLMEKTEN HOŞLANMAZLARDI
Muhterem Üstaz hazretleri, öğülmekten, sena edilmekten hazzetmezler, hatta üzülürlerdi. Muhatabları kendilerini ne kadar sena ederlerse etsinler, katiyen kendilerine mal etmezler, hemen "Biiznillah" demek suretiyle cevaplandırırlardı. Her medh edildiklerinde "Biiznillah" demekle, her şeyin ancak Hak celle ve ala hazretlerinin izniyle vuku bulduğunu söylerler, ima ederlerdi. Nezaketen muhatablarını incitmemeğe de çok dikkatli olurlardı.
Allahü Teala'nın mütevazı, has kulları ne bahtiyar insanlardır. Onların nazarlarında öğülmek ve yerilmek müsavi olmuştur.
Kendileri öğülmeyi istemedikleri gibi, hiç bir şahsı yüzüne karşı öğmezler, medh etmezlerdi. Hallerine göre iltifatta bulunurlar ve bazen hürmete şayan kimselerin manevî kıymetleri bilinsin diye gıyaben medh ettikleri olurdu.
Bilhassa zamanımızın bazı kişileri, muhatablarını lüzumundan fazla yerli yersiz medh etmekle, onları gurura, ucuba kendini beğenme illetine sevk etmiş oluyorlar. Halbuki bu gibi hareket ve iltifatlar çok hatalıdır. Nefis daima pusudadır. Onların bilmeyerek büyüklenmelerine sebeb oluyorlar.
Muhterem Üstaz hazretleri medh etmenin afetlerine bihakkın vakıf oldukları için evladlarını ne yüzlerine karşı ne de arkalarından öğerlerdi. Ahlak hal ve hareketlerini takdir ettikleri evladlarına güler yüz gösterirler ve onlara daha nazikane muamele ederlerdi.
Onların da kısmı azami, irfan sahipleri oldukları için, bu istisnaî muameleye karşı hatalarını düzeltir, gafil olmaktan kaçınarak büyük samimiyet ve teslimiyet içinde mütevaziyane, üstazlarına olan hizmetlerini ve manevi diğer vazifelerini daha dikkatli, gayretli ve uyanık olarak ifa ederlerdi.
Mürşidi kamillerin bütün gayret ve himmetleri, salikleri şımartmadan, ucub ve kibre düşürmeden, güzel ahlak üzere Halik Teala ve tekaddes hazretlerine vasıl etmektir. Kibir ve ucuba düşenleri, düşmüş oldukları vartadan yani o kötü görüşlerinden kurtarmak çok zordur. Günaha giriftar olup da, hatasını itiraf edenleri Cenabı Hakkın izniyle, suhuletle rah-ı müstakime ilettikleri halde sırasına göre ucub ehlini, benliğinde ısrar edenleri, mürşidi kamiller dahi kurtarmak hususunda müşkülat çekerler. "Çünkü maneviyattan kovulan, yalnız kendi nefsim büyük gördüğü için basireti kapanır, hakikati göremez, hatasını itiraf etme cihetine gidemez. Üstazına karşı da hali değişir, saygı gösteremez "Tıp doktorları da aynıdır. Hasta, ölüm haline gelince, her vasıtaya baş vurulur. Ölmesi mukadder ise, tedbirler faide vermez, önleyemezler. Maneviyat aleminde de Allah muhafaza etsin kalb tam ölmüş ise, ancak Cenabı Hakka iltica edilir.
Kalb Musaffadır, mücelladır. Nazargahı ilahidir. Safiyetini, temizliğini, kaybedince zulmete munkalib olur, sahibinin itikadı bozulur. Her hayrı, tersinden şer olarak görür. Vartaya düştü tabirini semadan yere fırlatılmak manasına almayın, kalbin, gönül aleminden, nuraniyetten süfliyata dönüşünden başka bir şey değildir.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
HELALE ÇOK DİKKATLİ İDİLER
Muhterem Üstaz -kuddise sirruh-1953 senesinde, İstanbul'a teşrif ettiklerinde, Tahtakale semtinde bulunan, kendisini sevenlerden, bir müessese sahibi, kendilerine defterlerinin muhasebeciliğini yapması için, reca ediyorlar.
Muhterem Üstaz-kuddise sirruh- hemen kabul etmemiş, evvela defterlerini tetkik etmişlerdir. Alış verişleri nasıl? Meşru mu? Yoksa karışık mı? Faizle alakası var mı? İhtikarı ve bazı yolsuz hareketleri var mı? Bu hususları iyice tetkik ve tespit ettikten sonra, müessese sahibini yapılması gerekenleri, yerine getirmesi için ikaz etmişlerdir. Tam arzuları, istekleri tahakkuk ettikten sonra, muhasebecilik vazifesini deruhte etmişlerdi.
Muhterem Üstaz kuddise sirruh, kendilerinden nasihat ve öğüt almak için ziyaretlerine gelenlere ilk sualleri, mesleklerini, ve helal haram hususuna dikkatli olup olmadıklarını sormak olurdu, daha sonra başka bilgiler alırlardı.
Bu bilgileri aldıktan sonra, muhataplarına gerekli nasihatları yaparlardı.
Helal kazanç, dinimizin ve dürüst olmanın temeli olmuş oluyor. Bir kimsenin temiz, ihlas sahibi, istikamet ehli olduğunu anlamak ister isek, onun kazancının, alın teri ile, helal olup olmadığına dikkatli oluruz. Bir adamı hazreti Ömer radıyallahü anh'a övüyorlardı. Hazreti Ömer radıyallahü anh hazretleri sordu:
Onunla alış veriş ettiniz mi? Komşuluk, yahut yolculuk yaptınız mı? Sualine hayır cevabını aldıklarında:
Demek sizin o adam hakkında bilginiz yok, buyurmuşlardır.
Bütün Peygamberan-ı izam, sahabe-i kiram, kibar-ı ehlüllah hazeratı hep helal lokma ile gıdalanmışlar, helalden gayrısından kaçınmışlardır.
Bir insanın, müttakî olduğunu, yaptığı nafile ibadetlerle değil, muamelatının temiz, kazancının helal olup, olmadığından anlarız.
Muhterem Üstaz hazretleri, "istikamet farz-ı daim" buyururlardı. Diğer ibadetlerin muayyen zamanları olur. Fakat istikametten bir an ayrılındı mı, insan hem dinini, hem ihlas üzere işlediği amellerini, hem iz'amın, hem de irfanını kaybeder, Allahü Teala muhafaza eylesin! Hüsrana uğrayanlardan olur.
Ali bin Şihab kuddise sirruh derdi ki:
Duyduğuma göre helal yoldan alınan gıda ile gelişen bir bedeni kat'iyyen toprak eritmez... çürütmez... yemez...
Oğlu diyor ki:
Babamın bu sözüne beldesinde bulunan bazı fakîhler itiraz ettiler. Dediler ki:
Bu durum peygamberlere ve şehitlere has bir şeydir. Babam vefat etti. Aradan tam yirmi bir sene geçti. Babamın:
"Duyduğuma göre: helal yoldan alınan gıda ile gelişen bir bedeni kat'iyyen toprak,
eritmez... çürütmez... yemez ..." sözü dillere düştü... yine itirazlar başladı. Gerçeği anlamak ve anlatmak babında, çareyi babamın kabrini açmakta buldular.
Açıp baktıkları zaman: İlk gün koydukları gibi buldular... ve Lahdi yapan mezarcı, o itirazcı fakihlere adam yolladı, çağırttı.
Durumu gözlerinizle görünüz... dedi.
Gördüler; inandılar... Allah'tan bağış talebinde bulunuptevbe ettiler.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
SOHBETLERİ
Sohbetlerde Abdülkadir Geylanî kuddise sirruh hazretlerinin Fethü'r-Rabbani Fütuhü'l-gayb, îmam Gazali hazretlerinin İhyaü'l-ulum, ve Mükaşefetü'l-Kulüb, Ahmed er-Rüfal hazretlerinin, Haletu Ehl-il Hakikati maallah (Onların alemi) îmam Şaranî hazretlerinin Tenbihü'l-Muğterrin, Muhammed b. Abdullah Hanî hazretlerinin Adab, İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin Ruhül-Beyan tefsiri gibi daha bazı değerli eserlerden okurlardı.
Muhyiddin Arabi hazretlerini çok takdir ettikleri halde, onun eserlerinden okumazlardı. Onun büyük ifadelerinden herkes anlayamaz, ancak tam kemale gelmiş yüksek dereceli veliler okuyarak tereddütlerini giderirler.
Bugün tasavvuf kelimesinin (T) sini bilmeyenler okuyorlar, anlayamadıkları için, kendilerine göre mana verip zındıklığa dahi kayanlar olmaktadır.
Allah Teala ve tekaddes hazretleri, her devre göre veliler, mürşidler zuhur ettirmiş ve o zamanın insanlarını onlar vasıtasıyla hidayete ve kemale erdirmiştir.
Hatta Bahaeddin Nakşibend hazretleri:
"Eğer Hallac-ı Mansur bizim zamanımıza yetişmiş olsa idi, onu enelhak demekten alıkoyardık,'' buyurmuşlardır. Ahbaplarımızdan, Adana'lı birisinde bu "enelhak" hali zuhur etti. Vazıyet Muhterem Üstaz hazretlerine bildirildiğinde (Hayır öyle olmaz. "Entel Hak" demesi lazımdır) deyerek "enelhak" demesine izin vermediler. Kısa bir zaman sonra o zatın hararetli hali sükunete döndü, huzur buldu.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
HEP İBADET VE NİYAZ İÇİNDE
Yolculukları pek huzurlu ve nizamlı olurdu.
Bilhassa hareket ve dönüş günlerini pazartesi, yahut perşembe günlerine tesadüf ettirirlerdi. Mecburiyet olmaz ise gece yolculuğuna çıkmazlarda. Yolculuk esnasında en lüzumlu şeyleri yanlarına alırlardı. Valizlerine giyim eşyaları derli toplu, kar gibi beyaz temiz bohçalar içine yerleştirilirdi.
Yolculuğa, karar verilen saatte çıkılır, karar verilen gün ve saatte dönülürdü. En ufak mevzularda bile yol arkadaşları ile istişare ederler, yolculuk esnasında zuhur eden güçlükleri hoş karşılar, en ufak bir üzüntü, sabırsızlık göstermezlerdi.
Yolculuk başlangıçlarında, ayete'l-kürsî ve sefer dualarını muhakkak okurlar, "Dua ibadetin iliği mesabesindedir" buyururlardı.
Kur'an-ı kerîmdeki ayeti kerimeleri, bilhassa Fatiha-i şerîfe ve Ayete'l-Kürsî, Resulü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, ve diğer Peygamberan-ı izam hazeratının dualarına devam ederler, kendileri Arapça yahut Türkçe dua tertip etmezlerdi.
Fesahat ve belagata ehemmiyet vermemelerine rağmen, sözlerinde manevî derinlik ve incelik sezilir, dinleyenleri gaşyederdi. Mıknatısa tutulmuş gibi, ayrılmak istemezlerdi.
Hac yolculuklarının en izdihamlı zamanlarında bile abdestli oldukları halde, ikinci bir namaz için abdestlerini tazelerler ve "nurun ala nur" derlerdi. Abdestlerini de derin bir huşu ve engin gönüllükle, büyük bir îtina ile alırlardı.
Hicaz'da bulundukları vakitler, Beytullah ve Mescidi Nebevî'ye beş vakit muntazam bir şekilde devam ederlerdi. Hemen hemen vakitlerinin çoğunluğunu, namaz, niyazla geçirirler, pek yorgun olarak istirahate döndüklerinde, müracaat edenlerin gönülleri olsun deye, bir miktar sohbet ederlerdi.
Zahiren bedenleri pek zayıf ve nahif ise de, Rabbül alemin hazretlerinin kendilerine bahşetmiş olduğu istisnaî bir mukavemet, dirilik şevk ve huzur içinde, ibadetlerine ara vermeden devam ederlerdi.
Bilhassa son yaşlılık zamanlarında, yatağın örtüsünü açmadan, yorganın üzerine, giyimli olarak uzanıverirlerdi. Yatak içine girmeği, uzanmak ve tekrar giyinmeği, zaman kaybı telakki ederlerdi. Çünkü tam Allah dostları zamanlarını kibrit-i ahmer telakki ederler ve ona göre değerlendirmesini de bilirler. Farz namazlarını vaktinde kılarlar, diğer teheccüd, işrak, duha ve evvabin namazlarını da, farzmış gibi vakitlerinde eda ederlerdi. Sevdiklerine, evladlarına daima dürüst, müstakim olmalarını tavsiye ederler, istikamet ve ihlasın her mü'min üzerinde farz-ı daim olduğunu tekrarlarlardı.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
YARADILANA KARŞI ŞEFKATLERİ
Takriben 1968 senelerinde, Medine-i Münevvere'de hac dolayısıyla merhum Seyyid Ha-sen Efendinin evine inilmişti. Evin yapısı eskimişti. Rutubetli idi. Eski Medine-i Münevvere evlerinin alt katlarında rutubet dolayısıyla, yılan, akrep, kertenkele gibi ürkütücü haşerat eksik olmazdı. Muhterem Üstaz hazretlerinin yatakları, yukarı kata yıkmaları külfetli olması bakımından, alt kata yapılmıştı. Aynı katta bir delik vardı. Bir yılan çıkar, dolaşır, bir müddet sonra, deliğine girer kaybolurdu. Bu vaziyet fakire hayli endişe veriyordu. Nihayet bu vaziyetten dolayı yataklarının birinci kata nakledilmesini düşünerek, kendilerini vaziyetten haberdar etmeği muvafık gördüm, ve vaziyeti anlattığımda en ufak bir telaş göstermeyip:
Kendi haline bırakınız, buyurdular.
Hayvanın itlaf edilmesine öldürülmesine müsaade etmediler.
Çünkü Halik Teala'dan korkan, hiçbirmahluktan korkmaz. En yırtıcı hayvanlar bile Allah dostlarına bir zarar vermezler.
Yine bir hac mevsiminde idi. Muhterem Üstaz ve evladları Mekke-i Mükerreme'de, Beytullah Mescidine yakın, Türkistanlı, Abdüssettar Efendinin Ciyad semtindeki evinde idik.
Efendi hazretlerinin odası, sokağa karşı, refikleri olan, bizlerin ise içe doğru idi.
Bir öğle vakti, bulunduğumuz odanın kapısına kadar teşrif ettiler, ve "Dışarıda birisinin galiba yemeğe ihtiyacı var," buyurdular.
Fakir, hemen verilecek yemekleri hazırlayıp, kapıya çıktığımda kimseyi göremedim. Beklemeyip, gittiğini tahmin ederek geri döndüm. Sekiz on dakika geçmişti ki, tekrar kapıda göründüler. "Tekrar geldi, içeriye bakıyor," buyurdular.
Tekrar yemekleri alıp kapının önüne çıktığımda, dilini dışarıya çıkarıp içeriye bakan hayvancağızı, yani acıkmış olan köpeği gördüm. Hemen yemekleri olduğu gibi önüne boşalttım. Çok acıkmış idi ki, hepsini yeyiverdi.
İşte büyüklerin nezaket ve tevazuu böyle olur. Kelbi, yani köpeği cins ismiyle çağırmamış, kişi tabirini kullanmıştı. Hatta çok zaman hayvanlara, Allah mahluku yerine, Allah'ın kulu tabirini kullanırlardı.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
ESERLERİ:
Muhterem Üstaz hazretleri, bilhassa son senelerdeki her ziyaretimde, büyük göz nuru ve emek vererek te'lif ettikleri sohbet kitaplarının, külliyetli miktarda basılmasını, hatta her evin kütüphanesinde bulunması lüzumunu tekrar ederlerdi. Elhamdülillah bu mühim eserler basılmış ve okuyanların istifadesine sunulmuştur.
Her eser, üçer beşer defa basılmıştır ve basılmaktadır. Bu eserler zahiren tarih ve menakıb kitabı gibi ise de, hakikatte ilmi nafî', yani en lüzumlu bilgilerle mücehhez olup, tefsir, hadîs, siyer, menakıb, askerî, mülkî, iktisadî, ahlakî, içtimaî bahisleri, aynı zamanda tasavvufî, fıkhî, feraizi daha tadad edemeyeceğimiz bir çok mühim konuları kendisinde cem eder.
Yayınlanan eserler aşağıda gösterilmiştir:
1. Hazreti İbrahim aleyhisselam
2. Hazreti Yusuf aleyhisselam

5. Yunus ve Hud Süreleri Tefsiri

4. Bedir Gazvesi ve Enfal Süresi Tefsiri

5. Uhud Gazvesi

6. Tebük Seferi

7. Hazreti Ebûbekir radıyallahu anh

8. Hazreti Ömer radıyallahu anh

9. Hazreti Osman radıyallahu anh

10. Hazreti Ali radıyallahu anh

11. Hazreti Halid îbni Velid radıyallahu anh

12. Ashab-ı Kiram radıyallahu anhüm (1-2)

13. Musahabe (1-6)

14. Mükerrem însan

15. Fatiha Süresi Tefsiri

16. Bakara Süresi Tefsiri

17. Dualar ve Zikirler
Muhterem Üstaz hazretlerinin bu basılan eserlerden başka, yedi, sekiz ciltlik kadar, henüz basılmamış sahife halinde mühim notları mevcuddur. Muhterem Üstaz hazretlerinin, eserlerinin sür'atle basılmasını arzu etmesi, bu asra en uygun bir bilgi hazinesi olduğu içindir.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Sevenlerin Bakışıyla
Çarşambalı Ali Haydar Efendi (kuddise sirruh)
Alim, fazıl, kâmil, zülcenaheyn, her türlü meziyetlere sahipti. Nakşî silsile-i aliyyesi meşayihindendi. 1961 miladi senesinde irtihal-i dar-ı beka eylemişler ve şehitlik mezarlığına defn edilmişlerdir.
Muhterem Üstaz hazretlerine karşı daima şu hitapta bulunurlardı:
Manevi dereceni gizle bakalım! Öldüğüm de cenaze namazımı muhakkak sen kıldıracaksın.
Bir defa Üstaz hazretleri uzun bir yolculuğa çıkmışlardı. Buna pek üzülen, Ali Haydar kuddise sirruh:
Ya benim cenaze namazımı kim kıldıracak? Keşke bu yolculuklarında yerlerine birisini tayin etselerdi de namazımı, o kimse kıldırsaydı, buyurmuşlardı.
Bu sözler üstazın, üstaza ne kadar samimiyetle bağlı ve hürmetkar olduğunu göstermektedir.
Filvaki vefatlarında, Mahmud Sami hazretlerinin, imamete geçmek adetleri olmadığı halde, imamete geçip kesîf bir cemaate cenaze namazlarını kıldırmağı kabullenmişlerdir.
* * *

Safranbolu'lu Hacı Nuri (kudisse sirruh)
Erbilli hazretlerinin kıdemli hulefasından olup gayet zarif ve nazik bir zattı. Sarıyer'de otururlardı.Takriben 1967 senelerinde irtihali dar-ı beka eylemişler ve Sarıyer mezarlığına defnedilmişlerdir. Muhterem Üstaz hazretleri kıdemli hulefa olması bakımından bayramlarda en evvel kendisini ziyaret ederdi.
Ziyaretine gidenlere ilk suali:
"Benim melek sıfat Sami Efendi'den ne haber getirdiniz?" olurdu.
* * *
Mahir İZ (Rahmetullahi aleyh)
Edib, şair, mütefekkir, Mehmed Akif merhum hayranlarından. Te'lif eserleri mevcuddur. İlk devirlerinde tasavvufa karşı olanlardan idi. Mahmud Sami kuddise sirruh'un sohbetlerin-de bulunduktan sonra eski görüş ve fikrinden tamamen dönmüş, hakikati layıkıyla anladığı için, seyrü süluk yoluna ihtiyacını benliğinde hissetmiş, kurtuluş ve rahatlığı muhterem üstazın eteklerine yapışmakta bulmuş ve Hak erenleri yoluna ispat-ı vücud etmiştir. Sözleri:
"O Hazret-i Samî'dir. Biz devri saltanattan beri neler gördük neler, fakat böylesine tesadüf etmedik."
Yavuz Sultan Selim Han
Padişah-ı alem olmak, bir kuru kavga imiş,
Bir veliye bende olmak, cümleden ala imiş,

buyurmuşlardır.
Es'ad Erbili kuddise sirruh, Divanında:
Vardıkda piri kamile taş olsa dil yumuşağ olur
Fir'avn ise nefsin yakın bir mûrdan alçağ olur
Oldunsa vakıf aczine edna amel bir dağ olur
Çürüklerin hep sağ olur, zehrin kamu bal yağ olur
Dağlar yemişli bağ olur cümle cihan bostan sana.
* * *
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
Bayındır'lı Hafız Mustafa Efendi
Reîs-i Hafız-ı Kurra idi. Her hattı hareketi Kur'an ahlak ve adabına uygundu. Mütevazi, alçak gönüllü, yaşlı olmasına rağmen, güler yüz ve tatlı dilli, büyük küçük herkese hizmet ederdi.
Bekir Haki efendi gibi ilmiye sınıfı kendisini çok takdir ederler, severler ve hürmet gösterirlerdi. Üstaz hazretlerine karşı derin sevgisi, teslimiyeti vardı. Bayramda muhterem üstaz, bu zatı da , ziyaret ederdi. Bu ziyaretten çok memnun ve mütehassıs olur, sevincinden deli divaneye döner ve üstaz hazretlerine hitaben heyecanlı heyecanlı, kafesteki kuşun feryadı gibi (Huz biyedî, huz biyedî = Aman efendim, elimden tutunuz, aman elimden tutunuz) deye kendisine hakim olamaz, mükerreren feryat edercesine yalvarırdı.
Molla Ramazan el-Butî (sellemehullah)
Şam-ı şerifde Ekrad mahallesinde ikamet ederler. İlmini, kemal ve faziletini bütün Şam halkı takdir eder ve hürmet gösterirler. Halen hayattadır. Salahiyetli kimseler tarafından Şam'ın kutbu olduğu söylenmektedir. Hem zahir ilmine vukufiyeti vardır hem de batın ilmine. Hemen hemen her sene hacca gelirler. Beytullah'ın Altınoluk tarafında bulunurlar, namazlarını orada eda ederlerdi. Manevî dereceleri yüksek olmasına rağmen, yüksek tevazularından ötürü daima üstaz hazretlerinin üç beş saf gerisinde otururlar, hal dili ile, muhterem üstaz hazretlerine karşı, azami derecede hürmet gösterilmesi gerektiğini ima ederlerdi. Üstaz hazretleri her Şam'a uğradıklarında muhakkak kendilerini ziyaret ederdi.
* * *

Baha Kitabcı
İzmir'in ünlü cildiye mütehassısı idi. Ufak cüsseli gayet sevimli bir hali vardı. Dünya çapında şöhreti haizdi. Amerika'da yapılan tıbbi toplantılar için sık sık kendisine bilet temin ederek, davet ederler, onun da fikirlerini alırlardı. Demek ki bilgisi oldukça genişti.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
ŞEYHLİKDEN DERVİŞLİĞE
Takriben 1962-63 senelerinde, muhterem üstaz hazretleri, Îzmir'de, bir ahbabının evinde misafir idi. Sohbetler biri birini takip ediyor, İzmir'in şöhretli, maneviyata susamış şahısları bu musahabelerden istifade etmek için adeta sıra bekliyorlardı.
Doktor Baha bey de bu ulvî toplantılara devam ediyordu. Üç beş arkadaşı ile beraber geliyor, can kulağı, yani bütün varlığı ile sohbetlerdeki ince manalara dalıyor, kendinden geçiyordu. En sonunda, hakiki bir mürşid-i kamilin eteğine yapışmak ve teslim olmaktan başka bir çare-i necat olmadığını anladı. Halbuki kendisine şeyhi tarafından icazet verilmiş, halifelik vazifesini deruhte ediyordu. Hatta bir hayli de kendisinden ders alanlar olmuştu amma, kendisi bu halinden tatminkar değildi.
Keşfi açıldı, basarı basîrete dönüştü. Hakikati iyice anladı. Kendisine tabi olanları, üstaz hazretlerinin kemaline, hakiki mürşid-i Kamil olduğuna, ikna etti. Hep beraber bu hakiki manevî yolu tercih ettiler.
Bu hakka dönüş de, Cenab-ı Hakkın nusreti efendi hazretlerinin himmeti, kendisinin de ihlas ve hüsnü-zanın samimiyeti sebebiyledir.
SEN ZAMANIN ABDÜLKADİR' İSİN!
Bir ramazan günü, takriben 1972 senelerinde idi. Üstazı sevenlerden birisi, geniş olan evinde,takriben yetmiş,seksen kişilik bir iftar sofrası hazırlamış, vakti değerlendirmek için de bir sohbet yapılmıştı.
Akşama tahminen yarım saat kalmıştı. Sohbetin en heyecanlı yerinde Doktor Baha bey, kendine hakim olamayarak ayağa fırladı. Allahü a'lem Gavsü'l-Azam Abdülkadir Geylanî hazretlerine ait bir menakibdan bahsediliyordu.
Sen, zamanın Abdülkadir Geylanî'si değil misin, deye bir kaç kere bağırdı. Ortalığı bir sessizlik almıştı. Kimsenin konuşmağa mecali kalmamıştı.
Bu hadise üzerine muhterem üstaz hazretleri ellerindeki defteri yüzlerine kapadılar, öylece kaldılar. Çünkü "la" deseler, manevî bakımdan sakıncalı idi, "evet" deseler o da mahviyet, tevazu bakımından noksanlık olurdu. Bir müddet sükuttan sonra sohbete devam edildi, akşam oldu, iftar açıldıktan sonra akşam yemeği yenildi. Biraz istirahattan sonra, teravih namazı vakti yaklaştığı için herkes evlerine, camilere döndüler.
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
NE OLUR SEYRÜ SÜLÜKUMU ŞİMDİ TAMAMLATTIR
O sene Devlethanenin zemin katında, hatimle teravih namazı kılınmakta idi. Cemaat arasında doktor Baha bey de vardı. Namazını müteakip Üstaz hazretleri istirahetlerine çekilirler ve kimseyi kabul etmezlerdi. Buna rağmen Baha bey heyecanını teskin edememişti. Üstazı takip etti. Her ne kadar bu saatte, rahatsız etmesi sü-i edeb olduğu kendisine söylendi ise, onun kulağına hiç söz gitmiyordu. Israrla takip etmişti. Yukarı çıktıklarında şeyhinin eteklerine kapanıyor büyük vecd ve hüzünle "Ne olur artık bugün seyr ü sülükumu tamamlattır," diye ısrarla uzun müddet yalvarmış ve nasıl bir tecelli zuhur ettiyse bilemeyiz, belki de arzusu tahakkuk etmiş ve büyük bir huzur ve neş'e içinde vedalaşmıştı. Aynı gece İzmir'e döndüklerinde bir trafik kazası neticesinde ruhunu Allahü Teala ve tekaddes hazretlerine teslim etmişti.
* * *

Ahmedü'l-Mellah Efendinin dayısı
Tahminen 1967 yahut 1968 senelerinde idi. Şam'da Şam müflisi Ahmed Güftar efendinin, Ahmedü'l-Mellah nâmında bir damadı vardı. Evvelce muhterem Üstazdan manevî ders almıştı. Yakın bir dostumuz hac dönüşü Şam'a uğrayarak kendilerini ziyaret etmişti. Efendimizden alınış olduğu salahiyet üzerine, onunla dersleri hakkında müzakere ettiklerinde, derslerinde gevşeklik ve ihmal gösterdiğine şahid oluyor ve üzülüyor.
Yeğeninin bu ihmalinden haberdar olan Ahmed Mellah'ın dayısı, keşfi açık celalli bir şahıstı. Gazaplı, öfkeli bir halde yeğenine çıkışıyor:
Sen! Öyle bir Allah dostunun vermiş olduğu mühim evradı, nasıl olur da ihmal edersin. Ben geçen hac mevsiminde "Beytullah"ı temaşa ederken büyükçe bir top cesametinde, bir nur'un ağır ağır Beytullah'ı tavaf ettiğini müşahede ettim. Bu nur'un altında bir Allah dostunun olduğunu tahmin ederek tavaf mahalline yaklaştım. Bir de gördüm ki bu nur'un altında bedenen zayıf, nahif ve nazik fakat gayet mehabetli bir şahsın, vakar ve huşu içinde, refikleri ortasında tavaf ettiğini gördüm ve soruşturdum. O gördüğüm, güzelliğini tarif edemeyeceğim şahsın, kibar-ı Ehlullahdan Adana'lı Sultan-ül-Arifin Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretleri olduğunu öğrendim, deyerek yeğenini intibaha yani gafletten uyanmağa davet etmiştir.
* * *
Muhammed Haccar (sellemehullah)
Haleb'li, alim, zahid, maneviyat eldi. Üç oğlunu birden şehid etmişlerdi. Medine-i Münevvere'de mücavir. Her görüştüğümüzde şu aşağıdaki sözü tekrar ederler: "O kadar manevî meclislerde bulundum. Mahmud Sami Efendi Haleb'e uğradıklarında fair hatm-i Hace yaptırmıştı. Ben de bulunmuştum. Bir daha o kadar tesirli ve huşulü bir toplantı göremedim.


Altınoluk Dergisi
 

Ah Min'el AŞK

Kıdemli Üye
Katılım
7 Haz 2008
Mesajlar
5,481
Tepkime puanı
1,108
Puanları
113
Web sitesi
askinelinden.wordpress.com
12 Şubat 2010 28 Safer 1431

Günün Tarihi: Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerinin Vefatı 1984

Gönül İnsanının Ardından


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki, zekâtı verirler;” (Mü’minûn, 1, 2, 3, 4)


Rasûlullah (sav) buyuruyor:

“Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır…” (Tirmizî, Radâ’ 11. Ebû Dâvûd)


Muhterem M. Sâmî Ramazanoğlu Hazretleri; Pek az yerler, pek az uyurlar, dâimâ sükûtu ihtiyar ederlerdi. Zarûret hâlinde pek kısa kelimelerle muhâtablarının seviyesine göre konuşurlardı.

Yolculukları pek huzurlu ve nizamlı olurdu. Bilhassa hareket ve dönüş günlerini pazartesi yahud perşembe günlerine tesadüf ettirirlerdi. Mecburiyet olmaz ise gece yolculuğuna çıkmazlardı. Yolculuk esnasında en lüzumlu şeyleri yanlarına alırlardı. Valizlerine giyim eşyası derli toplu, kar gibi beyaz bohçalar içine yerleştirilirdi.

Yolculuğa, karar verilen saatte çıkılır, karar verilen gün ve saatte dönülürdü. En ufak mevzularda bile yol arkadaşları ile istişare ederler, yolculuk esnasında zuhur eden güçlükleri hoş karşılar, en ufak bir üzüntü, sabırsızlık göstermezlerdi.

Yolculuk başlangıçlarında, Ayetü’l-kürsî ve sefer dualarını muhakkak okurlar, “Duâ ibâdetin iliği mesâbesindedir.” buyururlardı.

Muhterem Üstâz hazretleri yemek hususlarında da çok dikkatli idiler. Yemek evvelinde ve sonunda muhakkak ellerini yıkarlardı. Sofraya gayet ta’zimli olarak iki dizleri üzerine otururlardı. Yerde yemek yemeği tercih ederler, masada hazırlanmış iş onu da kabullenirlerdi. Kat’iyyen arkalarına dayanmazlardı. Önlerine ne konursa onu huzurla yerler besmele ile başlayıp elhamdülillah diyerek bitirirlerdi. [Sâdık Dânâ, Erkam Yay. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu]


Her Güne Kelime

mesâbe: derece, rütbe; kadar
ta’zim: 1. büyükleme, ululama, büyük sayma. 2. saygı gösterme, ikram etme.


"İki Gün Bir Değil" bir ALTINOLUK hizmetidir.


Mevlâ Teala şefaatlerine nail eyleye
 

Erkam.

Kıdemli Üye
Katılım
25 Mar 2007
Mesajlar
8,441
Tepkime puanı
259
Puanları
83
Konum
BURDUR
ZİYARET VE HİZMETLERİ
Muhterem Üstaz hazretleri, her bayram o zamanın hürmete şayan zevatını muhakkak ziyaret ederlerdi. Hacı Nuri efendi, Alasonyalı Cemal efendi, Şeyh Abdülhay efendi, Şeyh Ali Haydar efendi, Şeyh Şefik Arvasi efendi, Şeyh Mehmed Kotku efendi, muhaddis Bekir Haki efendi, ilmiyyeden Ali Yekta efendi, Ömer Nasuhi efendi, Silistreli Süleyman efendi, Bayındırlı Mustafa efendi gibi. Buna rağmen bu isimlerini saydığımız zevat iade-i ziyarete gelemezlerdi. Bir kısmı ihtiyarlıkları hastalıkları sebebiyle, bir kısmı da ihmalleri dolayısıyla.
Muhterem Üstaz gelememelerine üzülmezler, hoş karşılarlar, gene aynı şevkle ziyaretlerine devam ederlerdi. Ziyaret edilenler özür dilerlerdi, cevapları "ziyaret bizim vazifemiz" olurdu. Allah rızası için yapılan ziyaretlerden, hizmetlerden karşılık beklemezlerdi ki, incinsinler.
Dergâhda iken de büyük hizmetler hep Mahmud Sami bey üzerinde imiş. Bahçe tanzimi gelen ziyaretçilerin sıraya konulması, onlara yapılan ikram, hatta pir hazretlerine gelen mektuplara cevaplar ...
Konyalı Mustafa Doğanay amca anlatmışlardır: Dergâhta beraber bulunduğumuz zamanlar, onun hayranı olmuştum. Uyku nedir bilmezdi.. Yapılan yatakların kısmı azamı onun elinden geçerdi. Uyku nedir bilmediği gibi yorulmak da nedir bilmezdi. Hep beraber yatılırdı aynı saatte.
O da bizimle yatar, herkes uyuduktan sonra, kalkar, yeniden abdest tazeler, seccadeleri üzerinde sabaha kadar namaz, tesbih, tehlil, zikrullah, tefekkür ile meşgul olurlardı. İmsakdan evvel bahçeden getirmiş olduğu odunlarla kazanı yakar, yıkanmak ihtiyacında olanların yanlarına gider, sıcak su olduğundan haberdar ederdi. Mülayim, tatlı hattı hareketi ile bütün akranları arasında sevilir ve sayılırdı.
Ancak Halık teala ve tekaddes hazretleri sevdiği kullarının kalbine mahlükat sevgisi veriyor, hizmet ettirme hususunda da aşkını şevkini artırıyor.
Muhterem Üstaz hazretleri ile Ramazan-ı şerifte Medine-i Münevvere'de bulunmuştuk. Dört vakti Mescid-i Nebî'de eda ediyor idi. Akşamları da validemizi yalnız bırakmamak için iftarı Babül Mecid'in karşısındaki kiralanan odalarında açıyorlardı. Fakir, hiç değilse namaz aralarında istirahat ettiklerini tahmin ediyordum. Halbuki bu müddet içinde de validemiz hanıma ev işlerinde yardımcı olduklarını ve kendilerine gelen mektupları bizzat cevaplandırmak için uğraştıklarını öğrendim.
 
Üst