Hür Adam

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Gönül kırığı, çizgi kırığı




Çizgi kırığını tamir edelim derken gönül yarası açmışız veya gönül kırığına neden olmuşuz da haberimiz yok. Bu itibarla bazı dostlarım ‘Kul Adam’ yazımda yer alan ‘kompleksli bazı nurcular’ ifadesinden ve ibaresinden dolayı alınmışlar ve özür dilemem hususunda beni dolaylı olarak telkin altında tuttular. Gerçekten de şayet özrüm gönülleri fethedecek ve inşirah verecek ve kırıkları izale edecekse benim namıma en kolay yol ve seçenek binlerce defa özür dilemek olur. Hatadan dönmek fazilettir, neden olmasın? Lakin benim özür dilemem işin özünü değiştiriyor mu? Bahsettiğim ve şikayet ettiğim çizgi kırıklarını tamir edecek mi? Maksadım, kimi Nurcuların gönlünü kırmak değil çizgi kırıklığını tamir etmekti. Eğer çizgi tamiri gönül kırıyorsa bu da işin yan tesiri olmalıdır. Gerçekten de yanlış gördüğüm hususlardan birisi ihlas yerine gücün ve kemiyetin öne çıkartılmasıdır. Kul Adam yazım bu yönde benim ne ilk ne de son mülahazalarımdır. Daha önce de ‘Organik Nurcular’ yazımda aynısından bahsetmiştim.

Benden dolaylı olarak özür beklediklerini ihsas eden kimi arkadaşlar filmi sabote ettiğimi de söylediler. Ben ne filmle ne de sabotajıyla ilgiliyim. Ben olsa olsa duruşu sabote etmiş olabilirim. Benim zaten kastım da buydu. Bununla birlikte, Kul Adam yazımın çıktığı gün beni tek kişi aradı. O da mahzun ve gönlü kırık organik Nurculardan birisiydi ve yazımdan teselli bulmuş ve duygularına tercüman olduğum için de tebrik etmişti. Çizgi kırığı olarak işaret ettiğim anlayıştan o da aynı şekilde muzdaripti.
*
Kanaatime göre, meselenin özü, gönül tamirinden ziyade çizgi tamirine ihtiyaç olduğudur. Elbette kalabalığın da kemiyetin de bir hükmü var. Lakin bu hüküm ceset mesabesindedir. Meselenin ruhu keyfiyet ve muhtevadır. Muhtevayı da bahsettiğim çizgi temsil ediyor. Dolayısıyla Nurcuların alınması değil bilakis bana teşekkür etmeleri gerekir. Zira, algıda bir donukluk ve onun ötesinde bir buzlanma ve kemikleşme yaşanıyor. Lakin pohpohlanmaya alışmış kimi kolektif nefisler muhasebe yerine benden özür bekliyor. Bugün zannediyorum ki, Bediüzzaman bütün bu kemiyete rağmen Himalayalar kadar yalnız ve Ayasofya kadar sahipsiz ve mahzundur. Onu temsil eden çizgi ne kadar bizleri ona götürüyor?

Bediüzzaman’ın yalnızlığı, filme gidenler ve gişe rekorlarına hizmet edenlerin yanında benim durumuma benziyor. Bu hususta yapayalnız olmama rağmen yine de rahatsızlık duyuyorlar, neden acaba? Bu hakikatin gücünden olmasın? Reklamın iyisi kötüsü olmaz babından belki kastetmeden filme yakıt ve katkı sağlamış da olabiliriz. Lakin yine de kimileri gönül kırıklığından dolayı serzenişte bulunuyorlar. Halbuki, kemiyetin sıhhati muhasebe ile kaimdir. Bu açıdan zaman zaman varsa çizgi kırıklıklarını muhasebeye tutabiliyor muyuz yoksa bilmeden kemikleştirdiğimiz kamuoyu algısının ve konformizmin ve populizmin esiri durumunda mıyız? Bu konuda en kırılgan ve zaaf noktalarından birisi, ahlaki zeminini tetkike tabi tutmadan Avrupa Birliği meselesindeki mutlak onaylayıcı tutumdur. Hiçbir kayd-ı ihtiraza mahal vermeden mutlak onay vermektir. Bediüzzaman Asya’dan bahsederken kimi Nurcuların ısrarla Avrupa’dan bahsetmelerini de anlamak kabil değildir. Eksen kayması dediğim şey bu olsa gerektir.

Keza, Bediüzzaman İttihad-ı İslam’dan bahsederken onun muakkipleri olduğunu söyleyen çevrelerin bunun yerine tamamen bütün emellerini ve umutlarını İslam adına Avrupa Birliğine hasretmeleridir. Veya nazarlarında ve fiiliyatta AB karşısında İtihad-ı İslam’ın ya hiç ya da ikinci mesele hükmünde kalmasıdır. Onları tekzip eden hususlardan birisi, 50 yıldır mesafe alamadığımız AB kapısı yerine birkaç yılda şarkta talihimizin dönmesi ve kat ettiğimiz mesafedir. AB daha toparlanmadan dağılma sürecine girse de söz konusu anlayışta herhangi bir tadilata gidildiği görülmüyor.

*
Bu, yaşadığımız hastalığın diğer yüzü veya madalyonun tersidir. Bir yüzünde ulusalcılık diğer yüzünde ise küreselcilik vardır. Kimi Nurcular, İttihadı-ı İslam yönünde küreselleşmeye gidecekleri ve fikri altyapısını hazırlayacakları yerde bilmeden amiyane tabirle başka fikirlerin taşeronluğunu yapıyorlar. Başkalarına ait seküler küreselleşme projelerine alet ve bir nevi manevi dayanağı oluyorlar.

Dolayısıyla bu durumda İslam’ın sıcaklığı kayboluyor yerini kuru bir tarafgirlik hissi alıyor. Bu tarafgirlik hissini zedelediğimden dolayı da söylediklerimden alınıyorlar. Varsın gocunsunlar. Önemli olan, alınma nedeninin benim yanlışımdan kaynaklanıp kaynaklanmadığıdır. Öyle bir şey varsa; kendilerinden binlerce defa özür diliyorum. Ama bu onların çizgi kırıklıklarını tamir etmeyecekse bir yararı yok. Belki hakikatlerine hakikat değil güçlerine güç katacak ve biz de özrümüzle çizgi kırıklarına hizmet etmiş olacağız. Bediüzzaman da bazı yazılarında ihlas, sadakat ve tesanüt sıfatlarına haiz şakirtlerin ‘sülletü’m mine’l ahirin/ ahirdekilerden az bir bölük’ sırrıyla azın azı olacaklarına temas etmektedir. Azların çoğa kalp olması temennisiyle sizleri Bediüzzaman’ın aşağıdaki paragrafıyla baş başa bırakıyorum: “

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez

. Çünkü hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinat ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüt sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar......” Bu azınlığın gücü temsil ettikleri hakikatten ve keyfiyetten ileri gelmektedir.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Hür Adam gişede 'Eyvah Eyvah' dedirtti

Ata Demirer’in senaryosunu yazıp başrolü oynadığı komedi filmi “Eyyvah Eyvah 2”nin ilk 3 günlük gişe karnesiyle rekor kıranlar listesine girdi. Büyük tartışma çıkaran Hür Adam filmi ise gölgede kaldı. İşte 3 günün rapoları



Ata Demirer’in senaryosunu yazıp başrolü oynadığı komedi filmi “Eyyvah Eyvah 2”nin ilk 3 günlük gişe karnesi yapımcısı BKM Film’in yüzünü güldürdü. Haftasonu kapalı gişe oynayan ve bilet bulmanın neredeyse imkânsız olduğu film, 355 kopyayla gösterildiği 700 salonda 3 günde 801 bin 863 kişilik gişe ve 8 milyon 127 bin TL hasılat yaptı. İlk filmi 3 günde 259 bin 225 kişi izlemişti.


Hür Adam’a 239 bin seyirci
Geçen cuma seyirciyle buluşan Mehmet Tanrısever’in Said Nursi’nin hayatının anlatıldığı ve galasında protestoların yaşandığı “Hür Adam” filmi ise ilk 3 günde 239 bin 176 kişi tarafından izlendi. 340 salonda seyirciyle buluşan film, ağırlıklı olarak Bağcılar,?Beylikdüzü, Fatih, Çemberlitaş, Başakşehir, Eyüp, Gaziosmanpaşa, Güneşli, Halkalı, Kartal, Kavacık, Kurtköy, Maslak, Ümraniye, Yenibosna ve Zeytinburnu’ndaki sinemalarda gösteriliyor.


Tüm Zamanların İlk 3 Gün Rekorları:
Film Gişe

1. Recep İvedik 2 1 milyon 209 bin
2. Recep İvedik 3 1 milyon 153 bin 71
3. Kurtlar Vadisi Irak: 1 milyon 99 bin
4. Yahşi Batı 906 bin 663
5. AROG 816 bin 304
6. Eyyvah Eyvah 2 801 bin 863
7. Recep İvedik 791 bin 514
8. GORA: 716 bin 965
9. New York’ta 5 Minare 703 bin 330
10. Asmalı Konak 663 bin 965

Milliyet
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
ONUNLA UĞRAŞACAKLAR!


23229.jpg

Hür Adam ameline etki eder mi?
Bu film çokça konuşulacak, beğenenler, beğenmeyenler, hepsi olacak! Ama bu memlekette Müslüman ve gerçek bir adamı anlatıyor olması..


Bu film çokça konuşulacak, beğenenler, beğenmeyenler, hepsi olacak! Ama bu memlekette Müslüman ve gerçek bir adamı anlatıyor olması, bir müslümanı anlatmaya değer bulması bakımından Türk sinemasına bir düzey atlama imkanını, yolunu sunuyor!
Bismillah her hayrın başıdır
Bir film düşünün; Müslümanca bir şahlanışın kahramanını konu edinen. Bir adam düşünün, ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam diyen.

23231.jpg
Hür Adam filmi, daha vizyona girmeden birçok sahnesiyle gündemi epeyce meşgul etti. Atatürk ile olan sahneden dolayı oldukça ağır eleştiriler aldı ve almaya da devam ediyor. Film, mitolojik bir sahneyle başlarken, tüyleriniz diken diken olmuş, bir yılanın ayı yuttuğuna Kürtçe bir şiarla tanık oluyorsunuz. Kendi toprağımızın, kendi suyumuzun kaynağıyla beslenmiş bir kültürün izlerini burada görebilirken, Said Nursî’nin annesi Kürtçe “Bismillah her hayrın başlangıcıdır” diyerek, filmin mihrakını oluşturuyor.

23233.jpg

Ölümden korkmayan adam



Filmde, Said Nursî hazretlerinin çocukluğundan, gençlik yıllarına hızlıca iniyorsunuz. Üstada ilk önce talebelerine bir medresede ders verirken, sonrasında Şark cephesinde Ruslarla savaşırken rastlıyorsunuz. Esir kampında Rus komutanın sayım yaptığı sırada, bizim ecdadımıza yakışır bir edayla ayağa kalkmayan Üstat, bu toprakların ruhunu o an orada yaşatıyor adeta. Bu yaptığıyla idama mahkûm edilen, idam edilecekken gözlerini kapattırmayan Üstat, cesaretiyle, Rabbime gidiyorum diyerek Rus komutanın bile dikkatini çekiyor. Komutan, Üstadın bu cesaretine karşı haşyete gark oluyor ve idamı durduruyor. Üstadın dediği gibi” Ecel bir keredir”.

Filmin geneli üstadı tanıtmak ve mesaj vermek üzerine kurulmuş. Hüzünlü, duygusal bir atmosferde, kardeşlik barış için çırpınan bir âlimin yaşadığını yine hüzün penceresinden vermeyi amaçlamış. Kardeşlik, barış ve Kur’ân ışığında, zorluklarla tahakkuk eden bir hayatı günün koşullarına göre seyirciye iktibas ettiriyor.

Gizli Zındıklar Komitesi

Dikkatlerden kaçmayan, o günün şartlarında belirli gizli güçlerin varlığı. Film genel olarak bildiğimiz şeyleri, içimizi cız ettirerek anlatırken, burada dikkat çeken unsur üstada çektirilen zorlukların bir takım gizli güçler tarafından yapıldığıydı. Masa etrafında, ellerinde içkilerle dört kişi, üstadı yıllarca bitirme plânları yaparken; aslında Üstad üzerinden Müslüman bir coğrafyayı bitirmenin plânını yapmışlardır. Çünkü Üstad onlara göre de bir “milletin manevi resmi”ydi. Bu manevi kimliğinden dolayı haksız yere suçlanıp tutuklanan, ardından çıkarıldığı mahkemede Gizli Zındıklar Komitesi diye telakki ettiği gizli güçlerin niyetini aşikâr kılıyor.


23234.jpg


Tartışılan sahne: Atatürk ve Said Nursî
Film daha gösterime girmeden, Atatürk’le olan sahnesi hakkında dava açılmış. Gerekçe olarak 'Atatürk'ün manevi kişiliğine hakaret' gösterilmiş. Burada gözlerden kaçan tek ve en önemli şey, o dönemin şartlarıyla sahnenin değerlendirilmemiş olması.
Yönetmenliğini Mehmet Tanrısever’in yaptığı bu film, gişe rekorları kıracak gibi gözüküyor. Görüntü efektlerinde bazı sıkıntıları olsa da, içeriğinin sağlamlığı nedeniyle bu sıkıntıdan münezzeh bir hale geliyor. Yıllar önce üstadın eserlerini bulundurmak bile suçken, bugün böylesine bir filmi büyük bir izleyiciyle izlemek gurur verici bir şeydi.
Hür Adam Soundtrack II
Özcan haklı elbet!
Mustafa Özcan'ın eleştirilerinde de haklılık payı var elbet. Hür Adam başlığı derinlerde bir kompleksi taşıdığı için belki Kul Adam demek daha doğru olabilirdi ama bu ne kadar anlaşılabilirdi, ne denmek istendiği...

Binlerce Hür Adam anlatılmalı!
Yine de bizim insanımızı, değerlerimizi, büyüklerimizi sinema dili ile anlatmak girişimi çok takdire şayan. İnşallah böyle binlerce hür adam sinema dili ile anlatılır. Hem de tüm dünyada sergilernecek şekilde...
Hülasa; günümüzde etkisi hala devam eden bir âlimi tanımak, onun çektiği sıkıntıları yüreğimizde hissetmek ve şükretmek için izlenilesi bir film.
Bu film, Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin bu milletin imanı için yaptığı hizmetlere karşılık bir gönül borcudur.

Allah’ım seni tanıyan zindanda olsa saraydadır, seni tanımayan sarayda olsa zindandadır.


Orhan Özekinci
 
Katılım
22 Ocak 2007
Mesajlar
1,433
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
41
Konum
ankara
Bir zamanlar bırakın kitabını okumayı, ismini anmak bile yasaktı.
Bir insan ister beğenillsin ister beğenilmesin, ister sizin hayat tarzınıza ters olsun ister şiddetli sempatiniz olsun. Tarih sayfasında yeri geçen olayları, İslami hakikatler ve zamanın siyasi tutumunu dile getirip insanlara anlatılması bence çok önemli bir olaydır.
Mesala Hür Adamı hala Şeyh sait olarak bilenler var.
Mesala milli mücadelede yıllarında talebeleriyle gönüllü milis alayı kurup doğuda ciddi bir müdafaa verdiği çoğu genç nesil tarafından bilinmemekte.
Neşrettiği kitaplarıyla iman hakikatlerini zamanın şartları anlayışı ve siyasi durumuna uygun bir şekilde insanlara sunması bile bu film için hüsnü zan etmeye yeterlidir.
Hele uğradığı haksızlıklar sırf birilerine iman hakikatlerini anlattığı için takibe tecride maruz bırakılması vicdan sahibi bir insanın gözyaşlarına sebeb olması gerekir diye düşünüyorum.
Öte yandan; Siname eleştirisi (simana eleştirmeni fehvasınca) zaviyesinden bakıp eleştirmek elbette olumludur. Yapılmalıdır.
Ancak meseleye sadece dünyevi hırs meşrep farklılığından dolayı direkt bir eleşti yapmak hatta bu meseleyi cemaat zaviyesinden bakıp insanları izletmemeye teşvik etmeyi insafsızlık olarak yorumluyorum.

Hele dalga geçerek katılımcılara elbiseden dem vurup meseleye (sözde) sosyetik bir bakış açısıyla başlayıp seviye düşüren vicdansızlığıda Allah'a havale ediyorum.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
ummuhan son dönemde senin yazı ayarın da bozuldu.Sen eskiden böyle saçma sapan yazmazdın :)
Ağabeyler dediklerimiz üstadın halan yaşayan talebeleri,bak bunları kastettim
Ama sen çuval giymeyi retcih edenleri kastediyorsan o da başka mevzuu



şuan çalışıyorum kımetse çarşamba günü filmi izleyeceğim
ilk izleyenlerden de yorumları alabiliriz
Bu başlığı izleyici yorumları olarak da değiştirebiliriz
tekrar tekrar aynı konu için başlık açmak yerine


Ne oldu doğruyu dillendirmek ne zamandan beri saçmalama oldu.... sen bunu o gece orada olup o gece ne giysem diye önceden hazırlanan eşlerine söz geçiremeyen abilerine söyle.... bu tavrın bile o agbilerin kardeşlerinin göstergesi olmuş amman dikkat :)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
kime ne olmuş anlmadım
ama tartışacak bir şey bulmuşsunuz MAŞALLAH
Lütfen şahsileştirmeden ve sokak dili kullanmadan tartışalım sizlere bunun daha çok yakıştığını düşünüyorum
 

Okyanus

Profesör
Katılım
11 Şub 2008
Mesajlar
1,317
Tepkime puanı
163
Puanları
0
Hür Adam Filminin yapımcısı Mehmet Tanrısever canlı yayında yazar Nuh Gönültaş'a mikrofon fırlattı

Said-i Nursi'nin hayatını anlatan Hür Adam filminin yapımcısı Mehmet Tanrısever canlı yayında Bugün gazetesi Yazarı Nuh Gönültaş'a mikrofon fırlattı.
Kanaltürk TV'de yayınlanan Merkez Siyaset Programınında tartışmalara neden olan Hür Adam filmi masaya yatırıldı. Tarık Tosun'un sunduğu programın konukları arasında ise filmin yapımcısı Mehmet Tanrıseven, gazeteci Ahmet Tezcan, Nuh Gönültaş, sinema eleştirmeni Ali Murat gibi isimler vardı.

CEMAAT SAHİP ÇIKMADI

Said-i Nursi'nin hayatını konu alan Hür Adam Filmi'nin vizyona girişinden bu yana yapılan eleştiriler masaya yatırılırken filmin yapımcısı Mehmet Tanrıseven özellikle Nur Cemaatinden destek bulamadığının altını çizdi. Tanrıseven Cemaatin Said-i Nursi'nin fikirleriyle beslendiğini kaydederek zaman gazetesinin kendisine destek vermediğini, manşetten haber bile yapmadığını kaydetti.

VARIMIZI YOĞUMUZU KOYDUK

Zaman gazetisi yazarı Nedim Hazar'ın telefonla katıldığı programda Tanrısever sitemlerini açık sözlülükle ifade ederken şöyle konuştu:
"Biz varımızı yoğumuzu ortaya koyduk bir film yaptık. Koministler sahip çıktı. Bizim camia bu filme sahip çıkmadı" dedi.

EYVAH EYVAH KIYASLAMASI

"Eyvah eyvah" filmiylede gişe kıyaslaması yapan Tanrıseven, "Bizim film 250 bine ulaşmadı, evvah eyvah üç günde 850 bin yaptı. Bize sahip çıkılmadı" diye konuştu.

MİKROFON FIRLATTI

Bu konuşmalarla alevlenen tartışmada Nuh Gönültaş geçmişte zaman gazetesinde yazı yazdığını, zaman gazetesinin bu tarz yapımlara her zaman destek verdiğini söyleyince tartışşma sertleşti. Hamarete varan tartışmalar devam ederken, Tanrıseven ayağa kalkıp elindeki mikrofonu Nuh Gönültaş'a fırlattı. Bunun üzerine program kesilerek reklama girildi.

İMRALIDAN SİNEMALARA TEHDİT VAR

Bu arada program içinde "Hür Adam" filminin Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu illerinde gösterilmediğini söyleyen Ahmet Tezcan ise çarpıcı bir iddiayı gündeme getirdi. Tezcan, filmin Kürt-Türk kardeşliğin idesteklediğini bu nedenle İmralıdan gelen talimatlarla bu illerdeki sinemalarda filmin gösterime giremedeğini kaydetti.

LİDERLER BU FİLMİ İZLEMELİ

Tezcan filmi, başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyip Erdoğan, CHP Lideri Kemal Kılçdaroğlu, MHP Lideri Devlet Bahçeli ile BDP yöneticilerinin ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in mutlaka izlemeleri çağrısında bulundu.
Tezcan, Doğduki sinema salonlarına da çağrıda bulunarak "İmralı iddiasını kabul etmiyorsanız filmi göstererek bunun doğru olmadığını ispat edin" dedi

Kaynak : http://www.internethaber.com/hur-adam-canli-yayinda-mikrofon-firlatti--320723h.htm#ixzz1AnXh94As
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
"Hür Adam" yönetmeni Mehmet Tanrısever'in Bugün gazetesi Yazarı Nuh Gönültaş'a mikrofon fırlatmasını banttan izledim. Hoşuma gitmedi. Yakışmamış.

Bir de hoşuma gitmeyen tarafı: Mehmet Tanrısever, kendine Çağrı filmini rakip olarak seçmişti. En az onun kadar başarı sağlayacağını filan iddia ediyordu. Çağrı, Peygamber efendimizi anlatan bir film ve başarılı bir yapımdır. Daha film gösterime girmeden, üzerinden zaman geçmeden büyük iddialarla ortaya çıkmayı doğru bulmadım. Reklama dönük hareketler gibidir.

Seyredenlerin Filme yaptıkları yorumlara bakarsanız, en az yarısı, senaryoyu cılız ve kopuk buldu, oyunculukları beğenmedi. vs.. Film bir de tartışmalara neden oldu. Filmden çok, bir tek sahnesi konuşuldu. Bir sahne, koca filmi örtüverdi. Şimdi de yönetmenden mikrofon fırlatma hadisesi...

Velhasıl; "Çağrı'yı" bırakınız, "Minyeli Abdullah" kadar başarı yakalayabilirse sevinsinler.
 
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
1,777
Tepkime puanı
67
Puanları
0
Tanrısever saf birisi.. Kalbi temiz manasında.. Fakat cemaat hakkında avam kesimin bilgisi kadar fikri var sadece.. Orada cemaat sahip çıkmadı demedi zaman gazetesinin filmin yeterince reklamını yapmadığından yani gazetenin sahip çıkmadığından bahsetti.. O gazetenin yirmi yıl evvel kağıt parasını ben veriyordum falan dedi.. Zaten sitenin birisinde yapılan yorumlarda fethullah gülenın filmi beğenmediği yarıda kalkıp gitmek istediği falan yazılmıştı ki ben yazanin yalancısıyım, nuh gönül taş a mikrofon atıldığını görmedim gece tekrarını izlediğim için belki o bölüm kesilmiş olabilir fakat ikisi arasında da bir husumet göremedim sonuna kadar izlediğim halde.. Filme gitmeyi hâlâ düşünmüyorum ama gidecek olsam bile tanrıseverin samimiyeti için giderdim.. her ne kadar cemaat hakkında doğru dürüst bir bilgisi olmasa da programda ki feryadı beni üzdü..
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
İnternette araştırma yaparsanız atılan mikrofonu görebilirsiniz kardeş...
Filmin her ne amaçla çekilirse çekilsin,basit diye sıfatlandıracağım filimler kadar ilgi görememesi üzücü...
Ama TANRISEVER'in konuşma tarzı ve hareketleri her şeyden daha üzücü...
Belki de reklam açısından fayda sağlar filime ne dersiniz..:)


ALLAHA EMANET OLUN
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
cemaatin eşrefpaşalılara verdiği destek kadarını en azından vermesi beklenirdi. mehmet tanrısever sinemadan kazanmak, zengin olmak gibi bir amacı olmayan, sadece Allah için, ülke için bi şeyler yapma amacıyla çırpınan bir gönüllü... yaptığı filminin içeriğini bi tarafa koysanız bile böylesine hasbi ve ülkesi için, davası için mesaisi ve servetiyle beraber böylesi azim bir gayretin içinde olan iyi niyetli, temiz yürekli dava adamlarına sahip çıkmak gerekiyor. yanında olmak gerekiyor... herhangi bir cemaatten değilim, lakin bu ülkede cemaate mensup insanların mantığını, mantalitesini çözemedim hiçbir zaman. belki çok acı gelecektir lakin söylemeden sarf-ı nazar edersem içimde ukde olarak kalacaktır: bu ülke insanında cemaate olan aidiyet duygusu islama olan aidiyet duygusundan çok daha önce geliyor, maalesef! öyle olmasaydı eğer kıytırık bir soytarının çektiği fuzuli bir film böyle dava adamlarının ihlas ve samimiyet dolu çalışmalarını üçe katlayabilir miydi hiç?!
 

ibrahimi

Has Uşak
Katılım
19 Haz 2006
Mesajlar
23,463
Tepkime puanı
1,831
Puanları
0
Yaş
37
Konum
forvet arkası
Peygamber Efendimizle s.a.v ile Said-i Nursiyi karşılaştırdıklarını zannetmiyorum.Başarı kavramı senin de bildiğin gibi farklı bir kavram.Çok eski bir filmin başarısı hala daha yakalanımıyorsa bu yapımcıların suçudur.Zaten muhafazakar kesimin film adına yaptığı hiç birşey yokken,bu filmlerin desteklenmemesi abesle iştigal.

İhvan forum olarak destekleyici bir banner hazırlamalıydık destek için.Ama kimse teklif etmedi,bizim de aklımıza gelmedi.Böyle filmlere gitmek destek olmak gerek diye düşünüyorum.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bende kaç gündür onu düşünüyordum Erdem tartışmaya gelince herkes tartışıyor uygulamaya en azından destek olmaya gelince herkes fikirlerini kapı dışarı edip görmemezlikten geliyor.
Genel sorun bu ne kötü söyletiyor insanlar fikirlerine nede iyi bir şey ortaya koymaya yanaşıyor.
Galiba bizler doğrularımızla değil yanlışlarımızla,kabullerimizle değil redlerimizle yaşamaya yaşatmaya alışmışız.
 

HENGAMe

Yeni
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
1,386
Tepkime puanı
268
Puanları
0
Yaş
41
filme gidenlerdenim ve destekleyenlerdenim...
eleştiriecek yönleri var
güzel ve kısır olmuş gibigibi

ve film içinde herhangibir cemaati destekleyici tavır görmedim..üstadın hayatı anlatılıyor ne şu emaat ne bu cemaat..
gitmek istemeyenlerinde kedi hür iradesi
_davam_ dedim gittim
ne yönetmenin hatrına,
nede fethullah gülen hatrına
nede bir başkasının hatrına
sadece ve sadece üstadım onca zulüm ve tahakküm altında davasına sadık kalmış,milletin imanının selameti için
binbir zorluklar altında dini dejenarasyona karşı başını feda etmeye hazırlamış iken
, bizede bu serbesiyette gitmek düşer dedim ve gittim....vesselam
..:)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
HÜR ADAM FİLMİNDE SEYİRCİLERİ SEYRETTİM

YAZAR BÜLENT AKYÜREK, 11 OCAK 2011 23:35

Eryaman’da bir çarşının sinema salonunda gösterime giren “HÜR ADAM” filmine gittik geçen gün.

Filmin başlamasına 1 saat kala çarşıya gruplar halinde kumaş pantolonlu ve bıyıklı ağabeyler, ablalar geldiler. Filmi izlemeden beğendikleri yüzlerinden okunuyordu. Biz, bilet alırken onların 55 bileti tek kalemde aldıklarına şahit oldum.

“Tedbir” olsun diye, sinema salonuna 40 dakika kala girip oturdular. Gözlerinde cihat ışıkları vardı.

Film başlamadan önce “Kurtlar Vadisi Filistin” in fragmanı girince, salonu büyük bir sessizlik kapladı. Tanınmayayım diyerekten ortası olmayan bıyıklarımın içini eşimden kaçırdığım sürmeyle boyamıştım, beremi gözlerime kadar indirip hayatımda ilk kez Polat’ı gördüğüm için sevindim. Ne de olsa Mavi Marmara’nın kitabını yazmıştım, o yiğitler arkadaşımdı.

Nefesler tutuldu, 0-8 yaş grubu için çekilmiş daha çok tiyatral özellikler taşıyan film başlamıştı.

Film boyunca Bediüzamman Said Nursi, kolunda bir sepetle "Kırmızı Başlıklı Kız" gibi oradan oraya gidip durdu. Ses tonu ve diğer seslendirmeler çok kötüydü. Birkaç sahnede Cumhuriyete eleştiri yapıldı diye filmin sonunda neredeyse Atatürk’ün zikir ehli olduğuna yemin edilecekti.

Bu kadar dikkate rağmen, yarın öbür gün birileri çıkıp da dava açmaya çalışırsa tüm gücümle onlara karşı yazılar yazacağımı şimdiden söylüyorum... Asıl ben davacı olacağım, Bediüzamman Said Nursi hazretleri gösterdiğiniz gibi pasif değil, sert bir dava adamıydı...

Üç saatlik filmde kötü adamlar, onu öldürmek isteyip de niçin öldüremediler anlamış değilim, oysa son sahnede hücreye girip "sağlığınız için iğne vuracağız." diye zehirlediler, bunu en baştan yapsalardı mesele biterdi!

Said Nursi’nin parmağındaki (şu an bakkallarda satılan) yara bandı, içinden uçak geçen Tarkan filmlerini hatırlattı. Bediüzamman Said Nursi'den başka kimsenin yaşlanmaması da akıllara durgunluk verecek bir hataydı. Senaryoda Türklere, ilme, bilime, teknolojiye hiç çamur atılmadı.

Son sahnede, çam ağacının üstünde (hatta ucunda) duran Bediüzzaman’ı, "Bad Man"de bile görmek mümkün değil ve niçin böyle bir imaj verilmiş anlayan beri gelsin…

Bu filmin ilk kez yapılıyor olmasının zorluklarını biliyoruz, titreyerek çekildiğibelli oluyor; fakat daha yürekli yazarların kaleminden çıkıp, daha cesur yapımcılarla çekilseydi Bediüzamman Said Nursi, Gandi olmaktan kurtulabilirdi. Böylesine önemli bir zat için en iyi film yapılana kadar bekleyemez miydik? Üstadın çektikleri sinema diliyle anlatılmamış, tam şimdi yapacaklar dediğimiz anlarda "Siz biliyorsunuz zaten, burayı geçelim." taktiği kullanılmış... Söyler misiniz şimdi, onu yeni tanıyacak olan gençler için eksiklik değil mi bu?

Neredeyse her şeye “Tamam” diyen bir adam izlettiler bize. Filmden çıkınca, “Ortam ne olursa olsun, Müslüman çalışıp işine bakmalı, zenginleşmeli” fikri oturuyor beyninize. Zaten konjüktöre ayak uyduran bir topluluk daha pasif olacak bundan sonra, maalesef durum böyle. Yazık olmuş görkemli ve yiğit bir adamın mübarek duruşuna.

Final sonrası filmin jeneriği akarken biz kalkıp dışarı çıktık. Onlar, Pensilvanya’dan “Film tamamen bitmeden koltuklarınızdan kalkmayın” emri almış olacaklar ki 5 dakika sonra 550 kişi bir anda salondan çıktılar.

“Hür Adam” filminde, seyircileri seyrederken şunları öğrendim:

1- Erken girip geç çıkacaksın, Nurculuk buymuş…
2- Üç saat konuşup net mesaj vermeyeceksin.
3- En az 55 kişi olmadan sokağa çıkmayacaksın.
4- Salondan çıkarken “Ben Nurcu değilim” tavrı takınacaksın…

Peki, hiç mi iyi yanı yok bu filmin? Tabi ki var: “Şurayı şöyle, burayı böyle yapsalardı keşke” derken yeni bir film çekmiş oluyorsunuz kafanızda, az şey mi!

O filmi ben yazsaydım, Bediüzamman'ın 1. Meclis'te nasıl bir konuşma yaptığını veya niçin tımarhaneye atıldığını anlatırdım, alem erkek görürdü ama hayırlısı diyelim, yine de yeni bir film yazmak için gidin derim ben ya da sinemada tiyatro izlemek gibi bir fanteziniz varsa hiç kaçırmayın vallahi… Zaten film üç saat. Bir saat önce salona gireceksiniz, bunun dönüşü filan derken 5, 6 saat yapıyor. Evde oturup kombi yaksanız aynı fiyata gelecek, bence gidin, Ruslara doğalgaz ödeyeceğimize Nurcu kardeşlerimize gaz verelim… Yanlış mıyım?

http://www.bulentakyurek.org/yazila...i/274-hur-adam-filminde-seyircileri-seyrettim
 

ibrahimi

Has Uşak
Katılım
19 Haz 2006
Mesajlar
23,463
Tepkime puanı
1,831
Puanları
0
Yaş
37
Konum
forvet arkası
Yapıma eleştiriler elbette olabilir zaten muhafazakar kesimin film yapmayı bilmediğini biliyoruz.Örneği the imam'dır benim gözümde.

Zaten film üç saat. Bir saat önce salona gireceksiniz, bunun dönüşü filan derken 5, 6 saat yapıyor. Evde oturup kombi yaksanız aynı fiyata gelecek, bence gidin, Ruslara doğalgaz ödeyeceğimize Nurcu kardeşlerimize gaz verelim… Yanlış mıyım?

Bülent Akyürek iyi güzel eleştirmiş de,onunla ayrılığımız "sahip çıkmak" konusunda ayrılıyor.Biz değerlerimize sahip çıkmadığımız sürece bu yapıtlar hiç bir yere varamayacak.Yazının sonunu hoş bulmadım.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Hür Adam namaz tabusunu yıktı

Son günlerin en çok konuşulan filmi Hür Adam,’a Namaz Gönüllüleri Platformundan destek geldi. Platform üyelerine göre film, Türk filmlerinde görülen ve sadece cenaze namazıyla sınırlandırılan namaz anlayışını da yıktı.

Şimdiye kadar çekilen filmlerde cenaze namazı dışında, çok az namaz sahnesine yer verildiğini belirten üyeler, Hür Adam'ı yedi namaz sahnesiyle bu filmlerin dışında tuttu.
Filmin “muhteşem ve mesaj yüklü bir yapım olduğunu” belirten NGP üyelerinden ilahiyatçı yazar Ahmed Bulut sinema tarihimizde örneği olamayan namaz sahnelerini çok beğendiğini söyledi.

Bu filme ailece gidilmesi, dost ve akrabaların teşvik edilmesi gerektiğini belirten Bulut: ‘’Başta yapımcı ve yönetmen Mehmed Tanrısever olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik ediyorum” dedi.
MECLİS ZABITLARINA GÖZ ATSINLAR

Hür Adam filminin, henüz gösterime girmeden ve izlenmeden bile büyük bir hizmet ifa ettiğini belirten NGP sözcülerinden araştırmacı yazar Abdullah Yıldız da, yakın tarih tartışmalarına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Maalesef yakın tarihimiz objektif olarak ele alınmıyor. Filmde Said Nursî ile M. Kemal Paşa arasındaki konuşmaya bile tahammül edemeyen sözde tarihçilere bir tavsiyem var: 1920-1923 yılları arasındaki Meclis zabıtlarına bir göz atsınlar. Hatta 1925’teki Takrir-i Sükun Kanunu görüşmelerinde yapılan tartışmaları incelesinler. Dudaklarını uçuklatacak binlerce örnek bulacaklardır. Bana göre film izlenmeden önce bile büyük bir hayra vesile oldu.”

Filmdeki Kur’an vurgusunun ve namaz sahnelerinin çok ibretli ve etkili olduğunu belirten Yıldız, “Yüzlerce mesaj verilmiş.

FİLMLERDE CENAZE NAMAZI DIŞINDA NAMAZ SAHNESİ YOK

Filmi izlemeye doyamadığını belirten NGP üyelerinden ilahiyatçı yazar Cemil Tokpınar ise, herkesin kendi çevresinde filme teşvik için bir seferberlik başlatmasını istedi. Filmi üç kez izlediğini belirten Tokpınar filmin baştan sona mesajlarla dolu olduğunu ve namaz sahnelerinin çok etkileyici olduğunu söyledi.
Bugüne kadar filmlerde namaz sahnesinin çok az yer aldığını belirten Tokpınar, bunların da çoğunun cenaze namazı olduğunu dile getirdi. Tokpınar: “Filmde en az yedi yerde namaz sahnesi var. Kayıkta, idamdan önce, çarşı ortasında, hücrede, hapiste cemaatle, mescit içinde ve mahkemede namaz kılınıyor. Bu sahnelerin bir tanesi için bile bu kadar masrafa değerdi” şeklinde konuştu.

Filmi bir arkadaş grubuyla birlikte izlediklerini ve çok beğendiklerini belirten NGP üyelerinden ilahiyatçı yazar Hasan Hafızoğlu ise: ‘’filmde Said Nursî’nin çok zor şartlarda ve baskı altında yetiştiği ve hizmet ettiği, asil ve dik duruşuyla dünyayı sarstığı gösteriliyor’’ şeklinde konuştu. Hafızoğlu filmin her karesinde Müslüman kesime verilen mesajların olduğunu belirterek, filmdeki namaz sahneleri için ise namaza lakayt olan nesle muhteşem birer ibret olduğunu savundu.

Haber7
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Saîd-i Nursî - M. Kemal Savaşı’nda yeni bir cebhe...

Bugünlerde, ‘Hür Adam’ isimli bir filmle yeniden gündeme taşınan bir konu hakkında, Said Nursî / M. Kemal veya nurculuk/ kemalizm , daha genel çerçevede ise, müslüman halk ile laik kadrolar arasındaki savaşın geçmişinden bir kesite kısaca bakmakta, hâfızalarımızdaki bilgileri yenilemekte fayda var..
T.C. döneminde sahnede elbette her iki tarafta daha başka aktörler de vardır..
Ama bu iki isim, kendi cehahlarındaki sembol isimlerdendir..
Önce, bu iki ismin yaşadığı dönemin, Osmanlı’nın 600 küsur yıllık varlığının çöküşü ve o enkaz üzerinde yeniden bir şeyleri toparlayıp, yeni sosyal düzenler kurma çabaları içinde geçen bir zaman dilimi olduğunu hatırlamalıyız..
O yıkılış döneminde, enkazdaki her bir parçanın yeniden ayağa kalkma çırpınışlarında iç zaaflardan ayrı olarak, dış etken olarak rol almış olan emperyalist odakların müdahalelerini, iki ayrı dünyanın asırlarca süren boğuşmasının bir son hesablaşmasını ve dışardakilerin kendi değerlerini hâkim kılmak için içimizden ortaya çıkan ve aşağılık duygusu ile iyice kuklalaştırılmış kadroların emperyalizmin değerlerine itaat etmeyi varolmanın temel şartı ve de ‘ilerlemek’ zanneden anlayışı ile, buna karşı müslüman halkların direnme çabalarını bir daha hatırlayalım..
*
Filmin konusu olan ‘Hür Adam’la anlatılmak isetenen, Saîd Nursî’dir..
Kimdir / Nurslu Saîd..
Bitlis’in Nurs köyünden Saîd..
İsmindeki Nursî / Nurslu ismi buradan geliyor..
İlk geldiği zamanlarda ve uzunca bir süre, İstanbul’da ‘Saîd-i Kürdî’ olarak anılıyor.. O zamanın İstanbul’unda, onlarca farklı etnisitelere, kavmiyetlere mensub müslüman halkların birbirlerini tahkir etmeden, kavimlerine göre isimlendirmelerinde, hele de o günkü sosyal yapı açısından bir tuhaflık yok..
Sosyal yapı, müslüman olup olmamaya göre şekillenmişti ve aslî ve düzenleyici unsur müslümanlardı ve her dinden teba’, aynı lokomotifin farklı kompartmanlarında seyahat eden yolcular misali, ama, aynı yönde ilerliyorlardı..
Gayrimüslimlerden (hristiyanlar kavimlerine göre rum, ermeni, bulgar, ulah, (romen), sırbdiye, yahudiler de doğrudan yahudi/ mûsevî veya (Batı dillerindeki Juif, Jude/ judisch/ Jew/ Jewish vs. gibi isimlendirmelerden bozma olarak) ‘çıfıt’ diye isimlendiriliyorlardı..
Müslümanlar ise, (Arnavud Receb, Boşnak Tahsin, Laz Ahmed, Çerkez İsmail, Abaza Yusuf, Gürcü Yakub, Kürd Mehmed, Arab Rıza, Tatar Hasan, Acem Şerif vs.. gibi isimlendirmelerle anılıyorlar ve bu durum gaayet tabiî sayılıyordu..Türk kavminden olanlar ekseriyette olduklarından olsa gerek ki, onlar için, herhalde başka özelliklerine göre lakab ve isimler veriliyordu..
Yakışıklı, cerbezeli genç bir kürd molla-hocası olarak geldiği İstanbul’da, Said de işte o dönemde, Saîd-i Kürdî de isimlendirmesiyle kısa zamanda şöhret buluyordu.. Ayrıca, onun çalışma mekânının kapısına, ‘her suale cevab verilir..’ gibi çok iddialı tabelâlar astıdığı da onun hayatını anlatan ve bazı talebelerince yazılan kitablarda anlatılmıştır.. Bunun için kendisine bizzat aldığı ‘Bediî’uz-Zaman / Zamanın Hârikası) gibi bir sıfatı da isminin önüne ekleyebiliyor..
Çoğu insan gibi genç Saîd de, aslında sistemin, rejimin düzgün, ama, toplumun bozuk olduğunu düşünürken, İstanbul’da aslında taa baştan da bir bozulma, çürüme ve kokuşma olduğunu görüyor.. Bu tesbitlerini risalelerinde bir hayal kırıklığı halinde dile getirmiş ve İttihad-Terakkî içindeki bazı müslüman tiplere bakarak, ‘yanlışlıklar ve yanlış tipler de olabilir, biz doğruları alalım, doğru tiplere yardımcı olalım..’ gibi bir mantıkla, o dönemin seçkin müslüman isimlerinden olan Mehmed Âkif, Saîd Halîm Paşa, Elmalılı Hamdi (Yazır) Efendi gibilerle birlikte o camianın içinde yer alır.. Bunların herbirisinde Abdulhamîd’e nefret derecesinde bir düşmanlık da ortak özelliklerdendir, adetâ.. (Ki, Âkif, Tevfik Fikret’in aleyhindeki şiirlerini daha sonra Safahat’ından çıkartmışken ve M. Kemal hakkında da doğrudan hiçbir şey yazmamışken, Abdulhamîd aleyhinde, eleştiri sınırlarını çok çok aşan, ‘Kadınlar gibi ödlekti Hâmid’ gibi hakarete varan mısraların yer aldığı en ağır nitelemeleri çıkarmamıştır.. Elmalılı Hamdi Efendi de aynı durumda olup, Sultan Abdulhamîd’in halifelik ve saltanat makamından azledilmesine dair fetvâyı veren hey’ette yer almayı kabullenebilmiştir..)
Saîd, 1909’daki ve ‘31 / (13 Nisan) Mart Hadisesi’ diye bilinen büyük gaile ve sosyal karışıklıktan sonra, Divân-ı Harb’de idâm talebiyle yargılanırken ve nice yakın arkadaşlarının, verilen idâm kararından hemen sonra avluya çıkarılıp, oracıkta düzenilen halinde dâr’a çekildiklerini mahkeme salonunun penceresinden görerek savunma yapar ve beraet eder..
Ve, ömründe ‘Eski Saîd’ dediği bir dönemi, ‘Euzu billahi min-eş’şeytane ve-s’siyaseh..’ (Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım..) diyerek kapatır ve başka türlü bir siyaset takib etmeye yönelir.. Daha çok, tahsil ve terbiyeye, eğitime ağırlık veren çalışmalar yapılması gerektiğini düşünür ve çalışmalarını bu yönde geliştirir..
Doğu Anadolu’da, özellikle de Van’da bir ‘Medrese-t-uz’Zehrâ’ adında bir Dâr’ul-Funûn / üniversite kurmayı hayal eder.. Bu tahsil yuvasında bütün ilimlerin İslamî bir temel çerçeve okunmasını öngörür..
Bu arada Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında, Şarqî (Doğu) Anadolu’yu işgal etmiş olan Rus Orduları’na karşı yapılan savunma savaşlarında bir milis savaşçısı olarak Rus Ordusu’na esir düşer ve önce Tiflis’e ve oradan da Sibirya’ya gönderilir.. Rusya’da Bolşevik/ komünist İhtilali’nin gerçekleşmesiyle ortaya çıkan büyük karışıklıklar sırasında, oradan bir yolunu bulup kaçar ve Viyana’ya ulaşır ve oradan da İstanbul’a döner..
Ama, artık Osmanlı Devleti son nefeslerini vermektedir.. 465 yıldır Osmanlı’ya başkenttlik yapmış olan İstanbul bile, İngiliz işgaline uğrar.. (Bunun ne korkunç bir yıkım olduğunu kavramakta zorlananlar, o dönemde, Osmanlı güçlerinin zaferler kazanarak ilerleyip sonunda Londra’yı bile işgal etmiş olduklarını hayal edebilirler..)
Savaş’ın son 6 ayında Padişah olan Sultan M. Vahdeddin, M. Kemal isimli paşasını, özellikle de Karadeniz ve Doğu Anadolu’da artan karışıklıkları önlemesi için, geniş yetkilerle Samsun’a gönderir..
Ve, 11 ay sonra da, Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra, Ankara’da yeni bir Meclis kurulması kararlaştırılır ve son Osmanlı Meclisi olan Meclis-i Meb’usân’ın birçok üyesi ile birlikte, Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen yeni meb’usların / temsilcilerin katılımıyla 23 Nisan 1920 günü yeni bir Meclis kurulur Ankara’da..
Saîd-i Kürdî de Ankara’daki bu çalışmalara ilgi gösterir.. Ama, gün geçtikçe, Meclis’te bir lâkaydîlik olduğunu görür, İslamî hassasiyetlere riayet olunmadığını Meclis’in reisi olan M. Kemal’e anlatır.. Bu görüşmenin tartışmaya dönüştüğü de anlatılır..
(Geçenlerde Said-i Nursî’nin ‘M. Kemal’i öven, muvaffakiyeti için dua eden’ bir mektubu yayınlandı..
Hele de kemalistler bunu çok farklı bir şekilde değerlendirmeye kalkıştılar..
Halbuki, aynı dönemlerde, bizzat M. Kemal’in de taa 1922’nin ortalarına kadar, Padişah’a bağlılığını dile getirdiği, ‘hâk-ı pâyine (ayağının tozuna) yüz sürmeye hasret kaldığını’ ifade eden mektubları yok mudur?
Kezâ, daha sonraların hain ilân edilen (Çerkez) Edhem Bey’in bazı isyanları bastırıp Ankara’ya döneceği sırada, Meclis’in kendisini bir beyanname yayınlayarak ve ‘munci-i millet’ (milletin kurtarıcısı) olarak selamladığı da görülmemiş midir?
Onun için bu gibi mektublara itibar etmemek gerekir.. Ölçü, kişilerin son halleridir.. Başlangıçta iyi işler yapmış olan bir kimse, daha sonra çok şerrli işler yapabilir veya tersi.. Bu gibi durumlarda önceki durumlar sadece bir ibret konusu olarak hatırlanabilir..
M. Kemal ile Saîd-i Nursî arasındaki münasebetler de öyle ele alınmalıdır..)
Bazıları ise, böyle bir görüşmenin olmadığını iddia ederler.. Delil olaraka da, M. Kemal’in bu görüşmeden hiç sözetmediğini ileri sürerler.. Ama, M. Kemal ve kemalizmin genel taktiği, ’adem’e/ yokluğa mahkûm etmek’ değil midir? Müslümanlar, son 90 yılın hele de ilk 60-70 yılında, sosyal denklem içinde ne zaman sözkonusu edildiler ve kendilerini ifade edebilmelerine izin verildi ki, ‘irtica, mürteci, yobaz,.’ vs. suçlamalarından gayri..
Ve Saîd-i Kürdî, Ankara’yı terkeder, Kürdistan’a gider.. (O zaman, Kürdistan da deniliyordu, Lazistan da; bazı bölgelere... Bugün İran’da Kürdistan, Azerbaycan, Belûcistan, Türkmen Sahrası, Fars gibi bölge ve eyaletlerin olması gibi.. Sonra bunlar yok sayıldılar.. Ve amma, onun dünyasının, kafasındaki dünya ile taban tabana zıd olduğunu anlamıyacak birisi değildir, M. Kemal..)
Saîd-i Nursî, Kürdistan yöresine gittikten kısa süre sonra, 1925 başında, Şeyh Said Qıyâmı patlak verir, Diyarbekr ve çevresinde.. Said-i Nursî, bu ayaklanmaya sıcak bakmaz.. Dahası, ‘Asırlarca, İslam’ın bayrakdarlığını yapan bir milletin çocuklarına kılıç çekilmez..’ gibi, resmî ideoloji bağlılarını ve kürd olmayan kesimleri sevindiren sözlerle o ‘qıyâm’a kesinlikle karşı çıktığı devamlı vurgulanır..
*
Buna rağmen, M. Kemal ve Saîd-i Nursî iki zıd kutub durumundadırlar artık..
Birisi laikliğin, ateizm (tanrı tanımazlık) ve hedonizm (hazz ve zevkperestlik) ve gücetaparlığın en müfrit bir prototipi durumunda olmaya doğru yol almaktadır.. Osmanlı’nın çöküşünden sonra yaşanan büyük perişanlık döneminde, M. Kemal, A takımında değil, B veya C takımında yer aldığı İttihad- Terakkî’den geri kalan kadroları kendi etrafında toplamak başarısını gösterir.. Çünkü, yapmayı kararlaştırdığı işler konusunda karşı çıkanlar için, ‘bu iş behemehal yapılacaktır, amma, bazı ihtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır..’ şeklindeki ‘nâzik’ yöntem devrededir..
Bu uslûba teslim olanların, M. Kemal’i daha işin başından itibaren yüceltip kutsaması, ve bu durumun hâlâ da devam etmesi bir ayrı konudur..
Ve M. Kemal, önünde hiç bir engel tanımaz; müslüman bir halkın bütün inanç değerlerine ve hayat ölçülerine karşı, dârağaçlarıyla süslediği korkunç bir saldırı başlatır..
*
Saîd-i Nursî ise, kendisini kuşatan güçlerine karşı, İslam’ın motiflerden de faydalanarak geliştirilen sufîlik cereyanları ve ‘cifr’ hesablarına, ‘mehdeviyet’ inancı konusuna kadar uç örneklerden de hareketle bir direniş sergilemeye çalıştı.. Yıllarca, hapishane- hapishane dolaştırıldı, sürgünden sürgüne gönderildi..
Ama, o dönemin bütün İslam-dışı uygulamalarının bekçibaşılığını yapan Mareşal Fevzi Çakmak’ın, çevresine, ‘Said-i Nursî’den zarar gelmiyeceği’ne dair sözler söylediği de, ‘nurcu’ denilen taife arasında yıllarca tekrarlanırdı.. (Ki, ‘M. Kemal’i sevmenin ibadet olduğunu’ söyleyecek kadar tuhaf ve ölçüsüz iddialarda bulunabilen büyük kemalistlerden 3. C. Başkanı Celâl Bayar’ın da, ‘Saîd-i Nursî’nin fikirlerinden devlete zarar gelmiyeceğini’, ancak 1980’lerde itiraf etmesi, ilginçti..)
Bu arada, Said-i Nursî, Demokrat Parti döneminde, Adnan Menderes’e destek vermenin ötesinde, onu bir ‘İslam kahramanı’ olarak bile isimlendirebilmişti..
Ama, kemalist-laik rejim, onu mahkeme-mahkeme süründürüyordu.. Bütün bu yapılanlara karşı, o ise, itiraz ve eleştirilerini, mahkemelerde bile, siyasî iktidarın tepesindeki isme yönelik ‘deccal’ gibi suçlamalarını dile getirmekten geri durmadı ve bu arada, ‘arabca/ farsça/ kürdçe/ türkçe’ karması sayılabilecek bir uslûbla kaleme aldığı ve ‘Risale-i Nûr’ ismi verdiği risaleleri elden ele dolaşmaya başladı..
Bu risaleler, 1955’lere kadar 30 yıl kadar, latin harfleriyle yazılmadı.. Bu, harf devrimine karşı Saîd-i Nursî’nin fiilî bir direnmesi idi.. Bu risalelerin osmanlıca olarak ve arab alfabesiyle yazılmasını bir ibadet aşkıyla yerine getiren ve ‘Yazıcılar’ denilen bir ‘nurcu taifesi’ böyle ortaya çıktı.. Bu yazma eylemine katılmayanlar ise, sadece ‘okuyucular’ olarak isimlendirildi.. Ama, her halukârda, ‘Risale-i Nûr’ları benzersiz /emsalsiz bir Kur’an tefsiri olarak görenler olduğu gibi, ‘Risale-i Nûr’u okuduktan sonra, başka şey okumaya gerek olmadığını söyleyenler de oldu..
Bu yaklaşım tarzının oluşmasında, Üstad’ın, ‘Benim içime böyle doğdu, içimde böyle bir ilham duygusu hâsıl oldu..’ gibi beyanlar yerine, ‘Bana böyle bildirildi, böyle yazdırıldı..’ gibi beyan tarzlarını tercih etmesi de etkili oldu ve bu sâyede, onun sâdık bağlıları, ‘başka hiçbir kaynağa ihtiyaç duymayan fanatik bağlılar’ durumuna da geldi.
Saîd-i Nursî, Mart-1960’ın son haftasında, Ankara’dan Urfa’ya gitti..
(Ankara’da, Anafartalar Caddesi’nde, kaldığı otelden çıkıp, son yolculuğuna doğru, otomobile binmek üzere dışarı çıkarken, müridlerinin etrafını çevirdiği bir sırada, 15-16 yaşında bir genç çocuğun, caddenin karşısındaki bir duvar dibinde bir taşın üzerine çıkıp onu görmeye çalıştığını tasavvur edebilirsiniz.. Kalabalık müridleri, resim çekilmemesi için, şemsiyeler açarlar; ‘üstad’ ise, yüzünü flaşlardan eliyle gizlemeye çalışırdı.. Bu hassasiyeti, kendisinin putlaştırılacağından korktuğu için gösterdiği ve hattâ resimlerini yırtıp attığı söylenirdi..
Ama, şimdi müridleri/ bağlıları, onun hele de oldukça yakışıklı gençlik fotoğraflarını, o tehlike bertaraf olmuş olmalı ki, bol bol yayınlamaktalar..)
Saîd-i Nursî, Mart-1960’ın son günlerinde, uzun ve çetin bir mücadelenin sonunda ve kemalist rejimin onca baskılarına asla eğilmeyen birgerçek ‘hür adam’ olarak Urfa’da vefat etti..
Cenazesi, yüzbinlerce insanın katıldığı bir cenaze namazından sonra toprağa verildi.. Menderes’in İçişleri Bakanı Dr. Nâmık Gedik ise, ‘gerici avı’na çıkmıştı.. Nâmık Gedik, iki ay sonra, 27 Mayıs 1960 tarihinde, bir askerî darbe ile iktidarlarının sona erip, bir çöp arabasına atılarak Harbiye’ye götüreleceğini ve orada, iki hafta kadar sonra ise işkence ile öldürülüp, intihar etmiş gibi gösterileceğini veya intihar edeceğini, o hışımlı günlerinde elbette ki hayal edemezdi..
Ama, daha ilginç olanı ise, mezarı bir ziyaretgâha döndürülen Saîd Nursî’nin gördüğü bu itibarın, ihtilalcileri küplere bindirdiği ve ihtilalden birkaç gün sonra, ihtilalin güçlü albayı olarak ve Başbakanlık vazifesini de fiilen üstlenen Kur. Alb. Alpaslan Türkeş’in bilgisi dahilinde, bir gece mezarının açılıp cenazesinin bir uçakla başka bir yere götürülüp atılması şeklindeki dehşetli zorbalıkla karşılaşılmıştır. TC.’nin kemalist -laik ve de ‘çok aydın, çok hür fikirli’ (!) kadroları, bu korkunç zorbalığı, faşizmin daniskasını sonuç verecek şekilde, bir an bile sorgulayamışlardır ve Türkeş de ömrünün sonuna kadar o konuda susmuştur..
Unutmayalım ki, 1925 Qıyâmı’nın lideri Şeyh Saîd ve idâm olunan bütün arkadaşlarının cesedleri de yok edilmişler ve mezarlarının nerede olduğu bilinmemektedir, hâlâ da.. Keza, 1937- Dersim Ayaklanması’nın lideri Seyyid Rızâ ve oğlu ve diğer arkadaşları da idâm olunduktan sonra, cesedleri yakılarak, geride hiç bir iz bırakılmayacak şekilde yokedilmişlerdir.. Ve tabiatiyle, bütün bunların baş sorumlusu da M. Kemal’dir..
*
Bugün, ‘Risale-i Nûr’ talebeleri/ nurcular, ‘Yazıcılar- Okuyucular’ gibi gruplaşmadan ayrı olarak, daha başka onlarca gruplara ayrıldılar.. Bu gruplardan kimileri türkçü, kimileri kürdçü eğilimlerle, bağlıları arasında kısaca ‘Üstad’ diye nitelenen Saîd-i Nursî’yi kendilerine yakın göstermeye çalışırken; kendilerinden uzaklaşanları da şu veya bu gibi güç odaklarının hizmetine düşmekle suçlayanlar da oldu.. Kimileri, ‘Risale-i Nûr’ların tahrif edildiğine dair ilginç delillerle yıllar süren yayınlar yaptılar.. Hele, ‘Üstad’la hiç görüştünüz mü?’ sualine, ‘Bilirsiniz, Erzurumlular milliyetçi olurlar.. O bir kürd olduğu için, görüşmek imkanım olduğu halde, içimden gelmediği için, hiç görüşmedim..’ şeklindeki beyanları, kendisiyle yapılan röportajlardan medyaya açıkça yansıyan ‘seçkin nurcular’ bile görüldü...
Şimdi, Üstad’ın vefatı üzerinden 50 sene geçmekteyken, hele de kemalist-laikleri çileden çıkaran bir film ile yeniden gündeme gelmesi, son yüzyılın tartışılmasında yeni bir merhale olabilir..


Selahaddin E. Çakırgil
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Hür Adam yönetmeni Mehmet Tanrısever, Kanaltürke konuşuyor (Hani şu Nuh Gönültaş'a sinirlenip mikrofonu fırlattığı programda) :

"Bu film, dünyada ilk elliye, Türkiye'de ilk beşe girer. Çünkü kendime GÜVENİYORUM." :blink:

Enaniyete ve kendini şişirmeye bakar mısınız? Allah akıl fikir versin. Bırak da seni başkaları övsün Tanrısever...

Kanaltürk açıklamalarını banttan izlemeye devam ediyorum. Filmimizin sevgili yönetmeni Mehmet Tanrısever, inciler dizmeye devam ediyor:

"Çok para harcadım. Çok. İlk üç gün hasılatı beklediğimin yarısı. Kimse destek vermiyor. Nursi'den yıllardır para yiyen filan gazete destek vermedi. Filan yazarın karnı şişmiş. Filan film, benim filmimin dört katı gişe yapıyor ya... Herkes desteklemek zorunda! MECBUR! Bu filmi muhafazakarlar için yaptım, muhafazakarsan destekleyeceksin... Kendim için çekmedim ya!.. Araplara film çekelim, Afrika'ya film çekelim o zaman ya... Benim param, benim zamanım gitmiş burda! Benim canım yanıyor ya. Yüreğimi koydum. Bir de soruşturma açılıyor. Bir de protosto ediyorlar! Tepem attı. Müslüman birbirine destek vermek zorunda. Bu bir kültür savaşı.

100'e yakın sponsor tespit ettik. Bir tane bile sponsor olan olmadı. Filan filme nasıl sponsor oluyolar ama. Ben mecbur muyum film yapmaya ya. Kültür savaşı. Ülke de olmayalım. Destek verilmeli. Cami ile kilise arasında sıkışanlara sözüm yok. Milli duygulardan habersiz olanlara lafım yok; onlar desteklemezler zaten.

Bu filme giden bir senelik tefekkür sevabı alır. Parası ise bir paket sigara parası yav.

Hizmet için yaptım karşılığını Allah'tan bekliyorum, ama bir Müslüman bir Müslümana yardım etmek mecburiyetindedir. Sahip çıkmaları lazım.

Ben inancımı çekerim. Ben Allahsız Peygambersiz film çekmem. Komünistlerle uğraşıyorum zaten bir de senle uğraşmayayım. Terbiyesiz. Kim bu adam ya. Edepsiz. Ayıp. Sen kimsin de bana yazıklar olsun diyorsun. Davranışın hoşuma gitmiyor. Yardakçılar. Özür dilemezse burdan giderim.
"

Bir haber yorumcusundan:

Mehmet bey dedi ki:

"Ben bu filmin masrafı ile on fabrika kurar, istihdam sağlar, daha fazla kazanırdım"

Bir insan kendi kendini ancak bu kadar rezil edebilirdi. :rtfm: Kendi filmini baltalamak da diyebiliriz. Bu itici tavırdan sonra gideceklerden vazgeçenler de olacaktır. Allah akıl versin.
 
Üst