Hür Adam

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Hür Adam yönetmeni Mehmet Tanrısever, Kanaltürke konuşuyor (Hani şu Nuh Gönültaş'a sinirlenip mikrofonu fırlattığı programda) :

"Bu film, dünyada ilk elliye, Türkiye'de ilk beşe girer. Çünkü kendime GÜVENİYORUM." :blink:

Enaniyete ve kendini şişirmeye bakar mısınız? Allah akıl fikir versin. Bırak da seni başkaları övsün Tanrısever...

Kanaltürk açıklamalarını banttan izlemeye devam ediyorum. Filmimizin sevgili yönetmeni Mehmet Tanrısever, inciler dizmeye devam ediyor:

"Çok para harcadım. Çok. İlk üç gün hasılatı beklediğimin yarısı. Kimse destek vermiyor. Nursi'den yıllardır para yiyen filan gazete destek vermedi. Filan yazarın karnı şişmiş. Filan film, benim filmimin dört katı gişe yapıyor ya... Herkes desteklemek zorunda! MECBUR! Bu filmi muhafazakarlar için yaptım, muhafazakarsan destekleyeceksin... Kendim için çekmedim ya!.. Araplara film çekelim, Afrika'ya film çekelim o zaman ya... Benim param, benim zamanım gitmiş burda! Benim canım yanıyor ya. Yüreğimi koydum. Bir de soruşturma açılıyor. Bir de protosto ediyorlar! Tepem attı. Müslüman birbirine destek vermek zorunda. Bu bir kültür savaşı.

100'e yakın sponsor tespit ettik. Bir tane bile sponsor olan olmadı. Filan filme nasıl sponsor oluyolar ama. Ben mecbur muyum film yapmaya ya. Kültür savaşı. Ülke de olmayalım. Destek verilmeli. Cami ile kilise arasında sıkışanlara sözüm yok. Milli duygulardan habersiz olanlara lafım yok; onlar desteklemezler zaten.

Bu filme giden bir senelik tefekkür sevabı alır. Parası ise bir paket sigara parası yav.

Hizmet için yaptım karşılığını Allah'tan bekliyorum, ama bir Müslüman bir Müslümana yardım etmek mecburiyetindedir. Sahip çıkmaları lazım.

Ben inancımı çekerim. Ben Allahsız Peygambersiz film çekmem. Komünistlerle uğraşıyorum zaten bir de senle uğraşmayayım. Terbiyesiz. Kim bu adam ya. Edepsiz. Ayıp. Sen kimsin de bana yazıklar olsun diyorsun. Davranışın hoşuma gitmiyor. Yardakçılar. Özür dilemezse burdan giderim.
"

Bir haber yorumcusundan:

Mehmet bey dedi ki:

"Ben bu filmin masrafı ile on fabrika kurar, istihdam sağlar, daha fazla kazanırdım"

Bir insan kendi kendini ancak bu kadar rezil edebilirdi. :rtfm: Kendi filmini baltalamak da diyebiliriz. Bu itici tavırdan sonra gideceklerden vazgeçenler de olacaktır. Allah akıl versin.

Bu yönetmen abiyi bu denli hiddetli konuşmasına sebep ne ola ki...
Filim yarışmalarına aday gösterileceğini falan mı düşünmüştü acaba çekerken...
Hareketleri fazlasıyla itici olmaya başlamış,biri uyarsa iyi olur....

ALLAHA EMANET OLUN
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Ali Murat Güven, "mikrofon firlatma" olayının perde arkasını yazdı

Fethullah Gülen, ekibi 4 gün otelde beklettikten sonra filmi izlemiş ve sadece "hayırlı olsun" demiş!

İzleme fırsatı bulanların (en azından ekrana yansıyan kısa bir bölümüne) tanık oldukları üzere, 11 Ocak Salı gecesi Kanal Türk'te yayımlanan "Derin Siyaset" programında, gazeteci dostumuz Nuh Gönültaş ile yapımcı-yönetmen dostumuz Mehmet Tanrısever arasında, her iki taraf açısından da yaşanmasını kesinlikle arzu etmediğim sözlü bir tartışma gerçekleşti.

Normal koşullarda, medya sektörünün profesyonelleri olarak, programa verilen 15 dakikalık arada bizler, yani olayın tarafları ve tanıkları kendi aramızda konuşarak bu meseleyi noktalamış ve programın ikinci bölümüne çıkıp güzel güzel konuşmalarımızı yapmıştık. Benim de bu konuyu ne daha fazla eşelemeye, ne de üzerine uzun uzun yazıp çizmeye hiç mi hiç niyetim yoktu.

Fakat, Müslümanların kendi aralarında yaptıkları kavgalardan rating/tiraj adına medet uman, "magazine susamış" kimi haber portalları ve televizyon kanalları dün sabahtan akşama kadar bu kısa tartışmanın üzerinden cıngar çıkarmaya kalkışınca, olayın merkezindeki tanıklardan biri olarak kamuoyunu aydınlatmam, işin eğrisini de doğrusunu da açıklıkla ortaya koymam farz oldu.

O gece program öncesi ve program sırasında yaşananları sizlere birinci elden aktararak, bu konuda yalan ve yanlışların daha fazla büyümesini engellemek amacındayım.

Programın yapımcı ve sunucusu Tarık Toros'un gönderdiği araçlardan biriyle saat 22.00 sularında, yani programdan 45 dakika kadar önce Mecidiyeköy'deki Kanal Türk binasına ulaştım. Sağolsun, Toros beni kapıda karşılayarak odasına aldı, odaya girdiğimde değerli meslektaşım Nuh Gönültaş'ın daha önceden gelmiş olduğunu gördüm. Kendisiyle selamlaştık ve bir süre hâlleştik. Ardından, programın diğer konuklarından, gazeteci ağabeyimiz Ahmet Tezcan geldi. Hep birlikte lezzetli bir sohbete koyulduk. Programın yayınına çok az bir süre kala, "Hür Adam"ın yapımcı-yönetmeni Mehmet Tanrısever, aynı filmin başrol oyuncusu Mürşit Ağa Bağ ve yardımcı oyuncularından Tarık Tanrısever de kanala ulaştılar.

Yayına kadarki son 15-20 dakika boyunca, Toros'un odasında tam kadro hâlinde gayet neşeli ve dostça bir muhabbet yaptık. Bir süre sonra program asistanlarından bir hanım bizleri teker teker makyaj odasına aldı, makyajlarımızdan sonra stüdyonun hemen yanındaki kafeteryada toplanarak, benim fotoğraf makinemle sayfada görmüş olduğunuz hatıra karelerini çektirdik.

Bu süreçte kimsenin kimseye ne bir garezi, ne de bir laf sokma çabası söz konusuydu.

Buna karşılık, program saatini beklememiz sırasında gerek ben, gerekse diğer bütün konuklar Tanrısever'in son günlerdeki bazı nahoş gelişmelerden dolayı ne kadar gergin olduğunu bizzat müşahade ediyorduk. Zaten, bu durumu salt sezgilerle çözümlemeye de ihtiyaç yoktu; Tanrısever, yüzüne çökmüş olan derin mutsuzluk eşliğinde, filmi için 400-500 bin kişilik bir "hafta sonu başlangıç rakamı" hayâl ettiğini, bunun "Türkiye'de İslâmî duyarlılıklı filmler iş yapmaz" diye düşünenlere anlamlı bir cevap oluşturacağını, hafta başında önüne yaklaşık 240 bin kişilik bir izleyici rakamı geldiğinde de şaşırıp üzüldüğünü anlattı. Ayrıca, İslâmî câmiâda bazı kesimlerin, kendisinin ve ekibinin bütün gayretlerine karşın "Hür Adam"a rezerv koymaya devam ettiklerini belirtti. Bizler ise (sevgili Nuh Gönültaş da dahil) bu başlangıç rakamının aslında hiç fena olmadığını, filmin ilerleyen günlerde "fısıltı gazetesi" yoluyla izleyici sayısını katlana katlana artıracağını vurguladık; dostça yaklaşımlarımızla onun moralini yükseltmek için çaba sarfettik.

Kesin olarak söylüyorum ki o gece o stüdyoya gelenler arasında, niyeti kavga çıkarmak, ortalığı bulandırmak olan bir tek kişi bile yoktu. Fakat, son iki haftadır neredeyse soluk bile almaksızın radyo-TV programlarına katılan, gazetelere, internet sitelerine demeç veren Tanrısever'in, şimdiye kadar kendisinden beklenmeyecek bir başarıyla yürüttüğü "öfke kontrolü"nü artık yavaş yavaş kaybetmeye başladığını hissetmedim dersem yalan olur. Çünkü, Bediüzzaman'a ve "Hür Adam" filmine şiddetle muhalefet eden insanların karşısına haftalardır ardı ardına çıkartılmış, bunların hepsine karşı da (kimi zaman denetlemekte gerçekten zorlandığı) fıtrî hiddetini büyük bir maharetle dizginlemeyi başarmıştı.

Fakat, bütün insanların böylesine ağır baskılara şu ya da bu oranda dayanabilecekleri kritik bir eşik vardır. O gece orada gördüm ki özünde son derece idealist ve romantik bir İslâmcı olan Tanrısever de "Hür Adam" hakkında ardı ardına açılan soruşturmalar, filmi hiç bir mantıklı gerekçe olmaksızın göstermeyi reddeden sinema salonları, tartışma programlarında kendisine karşı sarfedilen (bazıları açıkça aşağılama içeren) tahkikkâr sözler, gazeteler ve internet sitelerinde yayımlanan gerek kendisi gerekse eseri hakkındaki alaycı yazılar gibi bir sürü tetikleyici gerekçeden dolayı artık iyice "dolmuştu."

Hele hele, çok güvendiği "câmiâ"sının, kendisinin ölümüne inandığı ve güvendiği filmine "Eyyvah Eyvah-2" gibi tamamen izleyiciyi kıkırdatmaya, kafasını boşaltmaya yönelik bir komedi gösterisi karşısında ("Beyaz Sinema akımı"nın önde gelen bir yönetmeni olarak cümle âleme caka satmasını sağlayacak) şöyle esaslı bir başlangıç yaptırmamış olması onu daha da kederlendirmişti.

Dediğim gibi, Hacı ağabeyin bu çökük hâli yalnızca benim değil, Nuh Gönültaş ve Ahmet Tezcan'ın da dikkatini çekti. Hepimiz ona mücadelesiyle ilgili desteklerimizi ifade eden gönül alıcı sözler söyleyerek girdik programa...

Program öncesi zaten oldukça keyifsiz durumda olan Tanrısever, programın bir yerinde "Fethullah Gülen cemaatinin 'Hür Adam'a onun umduğu düzeyde destek vermediğini" dile getirince, eski bir Zaman gazetesi yazarı olan Gönültaş da bu duruma kendine göre bir vefâ yaklaşımı içinde tepki gösterdi. İki adam, aslında rahatlıkla ortak bir paydada buluşabilecek türden "kafa dengi" kişiler olmalarına rağmen, saniyeler içinde üst üste binen iğneleyici sözler, küçücük bir kar tanesinin oluşturduğu kocaman çığ misali, stüdyo ortamını maksadı tamamen aşan tatsız tuzsuz bir bir havaya büründürüverdi. Bunun da kusuru her iki tarafa eşit olarak aittir. Çünkü Gönültaş, Tanrısever'i tam olarak dinlemeden, aceleci bir tavırla Zaman gazetesi savunuculuğuna soyundu; Tanrısever de onun daha önce bu filme ilişkin olarak yazdığı iltifatkâr yazılardan habersiz bir biçimde, kendisini "karşıt kamp"ta duran bir kalem erbabı olarak görme aceleciliğine kapıldı.

Diğer konuklar olarak bizim ve program sunucusu Tarık Toros'un bu noktada tartışmayı alevlenmeden yatıştırmada yeterince atik davranamamamız üzerine de hepimizin canını ziyadesiyle sıkan o 30-40 saniyelik sözlü tartışma yaşandı.

Sonrasında ne olduğunu ise yine gözlerimle gördüklerime dayanarak anlatayım.

Programın yayınına ara verildiğinde, duygusal insanlar olarak Tanrısever de Gönültaş da son derece üzüntülü bir durumdaydılar. Önce, Ahmet ağabey ile birlikte meslektaşımızın yanına gittik, ona sakin olmasını, iletişim kopması sonucunda üst üste binen cümlelerin burada toplanma amacımızla son derece ilgisiz bir manzara ortaya çıkardığını, aslında her ikisinin de ortak bir derdi dile getirmekte olduğunu söyledik. Tezcan'a ve bana, "Yahu, ben Tanrısever'e kötü bir şey söylemedim ki... Kendisi, yakın tarihlerde yayımlanmış bütün o destek yazılarımdan habersiz anlaşılan, ben bu filmin karşısında değil, yanında olanlardanım, o yüzden beni kendisine karşıt biri gibi algılamasına çok gücendim" dedi. Bu konuda haklıydı. Fakat, tartışmayı alevlendiren o cümleyi, yani "Siz bu filmi para kazanmak için çekmişsiniz" cümlesini sarfederken de aynı oranda haksızdı. Çünkü Türkiye'de "İslâmî muhtevalı filmler çekerek para kazanmayı hayâl etmek", kuş kadar aklı olan bir adamın yapacağı iş değildir. Hele de 30 yıllık sanayici Mehmet Tanrısever'e nasıl para kazanacağını öğretmek daha da yanlış bir tutum olur. 3 milyon biletle yapım masrafı ancak karşılanabilen bu filmin toplam bütçesi herhangi bir bankada repo edilseydi, hiç kuşkusuz bunca çileye, soruşturmalara, ambargolara, oraya buraya laf yetiştirmelere gerek dahi kalmaksızın, çok daha kolay yoldan para kazanılabilirdi.

Velhasıl, Gönültaş'ın ardından Hacı Ağabey'in yanına gittik. Tanrısever stüdyoyu terk etmeye hazırlanıyordu. Yaşlı gözlerle yüzümüze bakarak, "Çok doluyum arkadaşlar, moralim tahmin edemeyeceğiniz kadar bozuk" diyerek girdi söze, "Her insanın bunalıp sıfırı tükettiği bir an vardır. Bu da benim için böyle bir an oldu. Lütfen hiç kimse kusuruma bakmasın, 58 yaşında bir adam olarak, son haftalarda üzerime binen bunca baskıyı artık taşıyamıyorum. Aynı anda pek çok cephede savaş vermekten gerçekten yorgun düştüm. Bir taraftan inanç ve Bediüzzaman düşmanları saldırıyor, diğer taraftan ise yoldaşlarım dediğim insanlar... Filmimin, haftalardır hayâl ettiğim ölçüde güçlü bir başlangıç yapmaması bana kötü bir darbe vurdu, bu beklenmedik gelişmeden sonra iyice duygusallaştım. Belki de programa hiç gelmemeliydim, fakat gelip de gazeteci arkadaştan bu tür kinayeli sözler duyunca kalbim bir anda sıkıştı. Şu anda da motivasyon açısından sıfırı tüketmiş durumdayım, o yüzden affınıza sığınarak evime gidiyorum!"

Ahmet Tezcan ile birlikte yaklaşık bir 10-15 dakika boyunca Tanrısever'e "cephe"yi böyle bir terk etmenin çok yanlış olacağını anlatmaya çalıştık; üzerindeki maddî-manevî baskının ne denli ağır olduğunu bizlerin de bildiğimizi söyleyerek, bu önemli televizyon programını her ne olursa olsun başarıyla sonlandırmamız gerektiğini anlattık ona...

Bizler konuşurken Tanrısever'in üzüntüden gözlerinden yaşlar geliyordu ve tir tir titremekteydi. Kendisine dostça sarıldım, "Hacı ağabey, adın kadar emin ol ki seni çok seviyoruz ve bugüne kadar beyaz sinema adına yapıp ettiğin bütün o güzellikler için de seninle gurur duyuyoruz" dedim.

Kırgın sinemacı, yaptığımız bu konuşmalar sonrasında bir parça rahatladı ve her iki oyuncusunu da yanına alarak tekrar yayına girdi. İlerleyen dakikalarda başka herhangi bir tatsızlık yaşanmadan, yayın planına harfiyen uyarak programı sürdürdük, sunucu Tarık Toros programı kapatırken de bazı uzlaştırıcı mesajlarla sözlerimizi noktaladık.

Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına da revâ görmeyeceğiz. Aynı şekilde, duygusal açıdan kırılgan olduğumuz bir günde rahatlıkla bizim de başına gelebilecek bir hâli, kardeşlerimizin başına geldiğinde, anlayıştan yoksun ve hoyrat tavırlarla, mahalleyi ayağa kaldıran çığlıklarla karşılamaya hiç mi hiç hakkımız yok.

Sinemacılar, alelâde insanlara göre kat be kat daha fazla duygusal kişilerdir. Zaten duyguları ve tasaları olmasa film falan yapamazlar. Tanrısever, daha bundan aylar önce, tarafımdan düzenlenen "Beyaz Sinemanın 40 Yılı Festivali"ne konuşmacı olarak katıldığında, "Türkiye'deki mütedeyyin kitleden 'Hür Adam' için dua istiyorum, sevgi istiyorum, destek istiyorum" diyerek noktalamıştı oradaki konuşmasını... Salonda bulunanlar da bu sözleri ayakta alkışlamıştı.

Sevgili Nuh Gönültaş ile o gece orada girdiği tartışma, Tanrısever'in bu duygusal çöküş ânının yalnızca bir bahanesidir. O gece stüdyoda karşısında Gönültaş olmasaydı da yakın bir dost olarak ben aynı yönlere doğru çekilebilecek iğneleyici sözler sarfetseydim, rahatlıkla benimle de benzer bir tartışmaya girebilirdi. O yüzden, olgunluklarını iyi bildiğim bu iki yoldaş arasında ilelebet sürüp gidecek bir "kan dâvâsı" doğacağına kesinlikle inanmıyorum. Aksine, herkes şunu iyi bilsin ki bu iki güzel kalpli insanı en kısa zamanda bir acı kahve içip helâlleşmek üzere bir araya getireceğim.

Olay bütünüyle, babam yaşında bir sinemacı olarak Tanrısever'in, üzerine haftalardır sistematik bir şekilde binip duran maddî ve manevî yüklere karşı verdiği doğal ve insanca bir tepkiden ibarettir. Türk televizyonculuk tarihinde, daha önce başka canlı yayın konukları arasında da yaşanmadı mı böylesi tartışmalar? Stüdyoyu terk eden, dahası birbirine tekme-tokat girişen şöhretli insanlar olmadı mı? Defalarca yaşandı benzer durumlar. Bundan hareketle o kişilerin edepsiz kişiler olduklarını iddia etmek abesle iştigaldir. Çünkü her ferdin kendi fıtratına göre şekillenen bir duygusal dayanma eşiği var ve o eşik aşıldığında da ne mantık, ne de canlı yayın kalıyor.

Tanrısever'in Fethullah Gülen Hocaefendi'nin medyasına yönelik sitemlerinin altında yatan, üst üste birikmiş bazı gerekçeleri Gönültaş dahi tam olarak bilmediği için, saygı duyduğum bir vefâ refleksiyle "Zaman-STV medya grubunun filme zaten haftalardır çok yoğun bir destek verdiğini" savundu bu değerli gazeteci dostumuz...

Fakat, onun da süreci tam olarak takip edememekten kaynaklanan bazı önemli bilgi eksiklikleri vardı.

Mehmet Tanrısever, geçtiğimiz ay, yani "Hür Adam"ın kurgusunun tamamlanmasından hemen sonra, henüz dumanı üzerindeki filminin bir DVD'sini cebine koyarak doğruca ABD'ye gitti. Amacı Pensilvanya'da ikâmet eden Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşüp filmi izletmek ve ondan bir dua, ahlâkî bir "olur" almaktı.

"Hür Adam"ın yapımcı-yönetmeni, Hocaefendi'nin danışmanları tarafından Pensilvanya'da tam 4 gün bekletildikten sonra mübareğin karşısına güç bela çıkabildi. Bu ise onun böylesine önemli bir gelişmeyi haber vermek üzere, cebinde hoş bir müjdeyle oraya giderken hiç de umduğu türden bir yaklaşım değildi. Fakat, sırasını bekleme faslını da çok fazla dert etmedi, bunu Hocaefendi'nin yoğun gündemine bağladı ve evde 20-30 kişinin olduğu bir günde, filmi video projeksiyonla Gülen ile ekibine izletti.

Filmin sonunda Hocaefendi'nin yorumu iki cümleden ibaretti:

1) "Hayırlı olsun."

2) "Filmin giriş jeneriğinde bulunan, benim adıma yönelik ithafı oradan çıkartın."

Tanrısever, kendi alanında kültürel ve sanatsal bir devrim olan bu çalışma için "mürşid"inden biraz daha esaslı bir sahiplenme beklerken, Gülen'in konuya ancak bu düzeyde ilgi göstermesi onu duygusal açıdan hırpalayan ilk olay oldu.

Yine de "Bu kadarlık bir destek bile câmiâmız için yeterince anlamlıdır" diyerek Türkiye'ye mutlu döndü, kendisinin talebine aynen riâyet ederek, 35 mm kopyaları basılmaya başlanmış olan filmin giriş jeneriğindeki "Bu film, Fethullah Gülen Hocaefendi ve Nur talebelerine ithaf edilmiştir" cümlesini oradan çıkarttırarak, yerine yalnızca "Bu film Nur talebelerine ithaf edilmiştir" cümlesini koydurdu. Basit gibi görünen bu teknik operasyonun filmin toplam üretim maliyetine katkısı ise neredeyse uzun metrajlı bir belgesel filmin bütçesini bulmaktaydı.

Ardından da filmin kamuoyuna lansman süreci başladı. Zaman gazetesi, STV ve Gülen cemaatinin yönetimindeki diğer medya organları filme ne az ne de çok, orta karar bir sahiplenme içinde yer vermeye başladılar. Oysa, Tanrısever bu yapıtın anılan kesim tarafından "bayraklaştırılacağını" hayâl etmekteydi. Ancak böyle bir şey olmadı; gerek biçimsel özellikleri gerekse tartışmalı içeriği itibarıyla medyaya zaten bolca malzeme sunan bir film olarak, "Hür Adam", sözgelimi bir Hürriyet'ten ya da Yeni Şafak'tan daha fazla yer almadı Gülen cemaatinin medya organlarında...

Ve nihayet gala gecesi... 4 Ocak Salı akşamı Maslak-TİM Gösteri Merkezi'nde düzenlenen gala gecesi için, başta Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı olmak üzere, aynı grubun bütün üst düzey yöneticilerine, yazarlarına ve programcılarına ayrı ayrı protokol davetiyesi gönderildi. Fakat, galada bu kişilerden hiç birini göremedik. Zaman yönetim ekibi, o önemli gecede yalnızca muhabir, fotoğrafçı ve kameramanlarıyla temsil edildi.

Bu ve burada anlatmaya gerek duymadığım diğer bazı "iltimas eksiklikleri", Tanrısever'in maddî değilse bile manevî destek anlamında büyük umutlar bağladığı bu topluluğa adım adım küsmesine yol açtı. Filmin yapım ve gösterim sürecini dikkatle takip eden biri olarak, bütün bu duygusal iniş çıkışları gerek Hacı Fellini'ye, gerekse ekip arkadaşlarına açtığım "Nasıl gidiyor işler? Herşey yolunda mı?" mealindeki telefonlardan dolayı iyi bilmekteyim.

Şöyle kemiklerini çatırdatırcasına dostça, "kardeşçe bir sarılma" isteyen Tanrısever, yanağından alınan küçük bir makasla yetinmek zorunda bırakıldığından dolayı üzgün ve kırgın...

Zaman gazetesinin bu süreçte kendisinin haklılığını kanıtlamak için internet sitelerine ardı ardına dizdiği haberlere diyecek bir sözüm yok. Evet, bu haberler yayınlanmıştır, yayınlanması iyi de olmuştur, hepsi için Allah kendilerinden razı olsun. Özellikle Zaman'da Ahmet Turan Alkan, Mahmut Nedim Hazar ve Hüseyin Gülerce imzalı çok güzel köşe yazıları çıktı. Ancak, gazetenin ve grubun bu girişime kurumsal bakışını yansıtan bir tavır ise başından beri –bilinçli ya da bilinçsiz- eksik kaldı.

Öte yandan, ben de kendi gazetemde konuya ilişkin olarak geçen yaz aylarından beri yayımlanan haberleri, röportajları, köşe yazılarını alt alta dizip buraya yapıştırsam, emin olun Zaman'ın yayımladığı listeden geride kalmaz, hattâ onu geçer. Dediğim gibi, burada kastedilen şey, cemaati de harekete geçirecek ve kafalardaki bazı son pürüzleri izale edecek türden "kesin bir destek"ti. "Hayırlısı olsun"dan daha öteye geçen bir destek...

Bütün okurlarım biliyor ki "Hür Adam" filmini, çekimlerini duyduğum ilk günden beri son derece önemsiyorum ve onu yeniden güçlü bir "beyaz sinema" hareketinin oluşum sürecinde çok değerli bir basamak olarak görüyorum. Dindar bir sinema yazarı olarak, benim konuya en yakın durduğum yer bu... Yoksa, bence gelip geçmiş olan bu basit atışmada ne bütünüyle Nuh Gönültaş'ın yanındayım, ne de Mehmet Tanrısever'in... Filme karşı her ikisinden çok daha korumacı bir tavır içindeyim.

Sonuç olarak, her iki dostumuz da içine sürüklendikleri gergin atmosferin etkisiyle, meseleyi lüzûmundan fazla dallandırıp budaklandırdılar. Ki dediğim gibi, eğer ki ben de Ali Murat Güven isem, bu sayfalara onların tokalaşırken fotoğraflarını koymasını da bilirim!

Müslüman müslümana eften püften nedenlerle düşman olamaz. Bizler kardeşiz ve aynı yolun yolcusuyuz. Bazen, birimizin gardı düştüğünde, boynumuz büküldüğünde, diğerimiz ona başını dayaması için omuzunu hiç tereddütsüz uzatmak zorundadır.

Hacı Fellini, 15 aydır sürüp giden bu savaştan dolayı oldukça yorgun... Hem maddî açıdan yorgun, hem de manevî açıdan... Bir yandan "ne yaparsa yapsın yerin dibine sokmaya and içenler"e laf yetiştiriyor, diğer yandan da "kendi mahallem" dediği bölgedeki bazı çok bilmişlere...

Hayatı boyunca bırakın bir sanat eserine destek olmayı, bir sanat eserini 10 liralık bilet vererek incelemeyi bile zûl gören bazı adam ve kadınlar, milyonlarca dolarlık yapım ve tanıtım maliyeti olan bu film karşısında atıp tutuyorlar. Oysa, aynı filmin yapım sürecinde onlardan bin lira destek istenseydi katiyen vermezlerdi. Nitekim, Tanrısever de program sırasında açıkladı, "100 tane sponsor adayı büyük firma belirlemiştik. İlk 25'ini dolaşıp da bir tek kuruş destek alamayınca bu işten vazgeçtik, tamamen kendi imkânlarımızla yaptık filmi... 'Yahşi Batı'ya milyonlarca dolar dökenler bize zırnık koklatmadılar. O yüzdendir ki 'Ruslarla yapılan savaş' gibi bazı önemli bölümlerde tam olarak arzuladığım planları çekemedim."

Size bu hüzünlü hikâyeyi yine çok meşhur bir "Beyaz Sinema" örneği olan, Mesut Uçakan'ın "Reis Bey"inden aklımda kalmış iki replikle noktalamak istiyorum:

- (Reis Bey'den idam mahkûmuna) "Ağlanacak bir hâldesiniz."

- (Mahkûmdan Reis Bey'e) "Yapmayın Reis Bey, siz ağlamak nedir bilemezsiniz... Eğer ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz."

Ali Murat Güven
Yenişafak
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Çok acayip bir hadiseydi hiç bir anlam veremedim
Tanrıseven Hür Adam filmi için emek ve para harcamışsa bunun karşılığından da insanlar para verip filmini izlemeye gidiyor
Zaman gazetesini neden hedef almış anlamadım
Nuh Göntaş'a sinirlenmesi mikrofonu fırlatması hakikaten acayip bir şeydi.

Dün Filmi izlemek için pendik pendoria avm ye gittim ancak seansların hepsi dolu olduğu için izleyemeden geri döndüm.
Ama Tanrıseven'in bu tavrı beni hayalkırıklığına uğrattı desem yeridir.
Filmi ona rağmen izleyeceğim
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Tanrısever filmin cemaat tarafından yeterince sahiplenilmemesine çok içerlemiş. Özellikle Fethullah Gülen, filmi övücü hiç bir ifadede bulunmamış, sadece hayırlı olsun deyip göndermiş.. Ayrıca yukarıdaki yazıda da anlatılıyor, Zaman gazetesinden ne Ekrem Dumanlı ne de herhangi bir yazar gelmiş galaya.. Tanrısever de üzülmüş elbet.

Ama bence görünüşe aldanmasın. Benim çevremdeki arkadaşlara göre, cemaat filmin izlenilmesini tavsiye ediyor gençlere. Belki bu teşvik olmasa bu kadar bile izlenmezdi..
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Filmin yapımcısı benim de değer veridğim bir insan.Ama o akşam onu tanıyamadım.Belli ki ilk rakamlar onu üzmüş ve kaybetme paranoyasına kapılmış.Nursi Üzerinden bir rant mı bekliyordu yoksa bir onur ve mükafat mı çözemedim.Reis Bey İskilipli Atıf Hoca Minyeli Abdullah bunlar ekol filmler ve onun imzası var.Bu yüzden üstada da ilişmek istemiyorum ama cemaat destek vermedi demesi çok üzücü
Yani buradan daha ne desinler biz çocuklara heber verdik izleyecekler mi desinler..Filmi izlemeye gittim ve izlemeyeden geri döndüm diyorum çünkü salon komple kapatılmış derken otobüs yanaşınca genç üniversiteli hanım kardeşlerimizi görünce filmi neden izleyemediğimi anladım,daha önceden rezervasyon yapmışlar.
BENCE ecele etti sabırlı olması gerekir sadece 238 salonda film gösteriliyor rakam yavaş yavaş artacaktır film 6.gününde ve 350 bini aştı
New York'da Beş Minare 940 salonda aynı anda gösterilmişti bu yüzden ilk izlenme oranları yanıltıcı olur film halen kapalı gişe..
Nuh gönüştaş bugün çok ağır bir yazı yazmış
"meğer hür adam'ı bir despot çekmiş" dedi..bence bu sözü söyletmemeliydi.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Zaman ve Cumhuriyet, Hür Adam'da buluştu

Eleştirdikleri yönler farklı olmasına karşın Zaman ve Cumhuriyet gazeteleri Hür Adam filminin eleştirisinde buluştu.


Dünya Bülteni / Kültür Servisi

Zaman'dan Ali Koca ve Cumhuriyet'ten Alper Turgut Hür Adam'a yönelik eleştirilerde buluştu. Zaman'da Ali Koca'nın Hür Adam'la ilgili eleştirileri şöyle: "Hür Adam, sinematografik kalibresinden daha çok, konu olduğu tartışmalarla hatırlanacak bir yapım. Bediüzzaman'ın hayatından yaklaşık 30 yıllık bir dönemi anlatmak gibi zor bir işe girişen film; kısa bir kesiti, dramatik yapısı sağlam bir hikâyede ele alsa daha verimli olabilirmiş. Bu haliyle film, epik bir uzun metrajdan ziyade biyografik belgesel türüne daha yakın duruyor. Ancak karaktere bürünmedeki gayretiyle takdiri hak eden Mürşit Ağa Bağ'a birkaç kez "davam" dedirtmekle, ciltler dolusu Risale-i Nur'lardan beş-on cümleyi film boyunca tekrar etmekle Üstad'ın 'dava adamı' ruhu perdeye tam anlamıyla yansımıyor. Yönetmenin, günümüz sinema dilinden çok, Beyaz Sinema'nın 20 yıl önceki halini çağrıştıran anlatımı ise seyri zorlaştıran bir diğer faktör.."
Cumhuriyet'ten Alper Turgut ise filmle ilgili pek çok noktayı hatta tamamını eleştirmiş. Onun yazısının giriş bölümü şöyle: "Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi"ye dair ne söylenebilir; bir öz yaşamöyküsünden ziyade, tarikat odaklı, dini motifli, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı bir siyasi propaganda için çekildiği zaten malum iken. Belki, Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir filmin yapamadığı oranda ve günümüz koşullarının da yardımıyla hatlarını gayet belirgin çizdiğini, hedefini direkt belirlediğini vurgulayabiliriz. Elbette, sistem eleştirilebilir, yanlış sorgulanabilir, bir dönem masaya yatırılabilir. Ancak bunca hınç ve öfke niye? Sonuçta; doğruluğu tam olarak kanıtlanmamış bilgilerle bir kurmaca film çekiyorsunuz, hayali de değil, somut olarak algılansın istiyorsunuz. Peki, bu, "mevcut" düşmanlığı körüklemekten öte ne işe yarıyor?"
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Buluştukları tek nokta bu değil kardeş :)
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Zaman ve Cumhuriyet, Hür Adam'da buluştu

Eleştirdikleri yönler farklı olmasına karşın Zaman ve Cumhuriyet gazeteleri Hür Adam filminin eleştirisinde buluştu.


Dünya Bülteni / Kültür Servisi

Zaman'dan Ali Koca ve Cumhuriyet'ten Alper Turgut Hür Adam'a yönelik eleştirilerde buluştu. Zaman'da Ali Koca'nın Hür Adam'la ilgili eleştirileri şöyle: "Hür Adam, sinematografik kalibresinden daha çok, konu olduğu tartışmalarla hatırlanacak bir yapım. Bediüzzaman'ın hayatından yaklaşık 30 yıllık bir dönemi anlatmak gibi zor bir işe girişen film; kısa bir kesiti, dramatik yapısı sağlam bir hikâyede ele alsa daha verimli olabilirmiş. Bu haliyle film, epik bir uzun metrajdan ziyade biyografik belgesel türüne daha yakın duruyor. Ancak karaktere bürünmedeki gayretiyle takdiri hak eden Mürşit Ağa Bağ'a birkaç kez "davam" dedirtmekle, ciltler dolusu Risale-i Nur'lardan beş-on cümleyi film boyunca tekrar etmekle Üstad'ın 'dava adamı' ruhu perdeye tam anlamıyla yansımıyor. Yönetmenin, günümüz sinema dilinden çok, Beyaz Sinema'nın 20 yıl önceki halini çağrıştıran anlatımı ise seyri zorlaştıran bir diğer faktör.."
Cumhuriyet'ten Alper Turgut ise filmle ilgili pek çok noktayı hatta tamamını eleştirmiş. Onun yazısının giriş bölümü şöyle: "Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi"ye dair ne söylenebilir; bir öz yaşamöyküsünden ziyade, tarikat odaklı, dini motifli, Cumhuriyet ve laiklik karşıtı bir siyasi propaganda için çekildiği zaten malum iken. Belki, Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir filmin yapamadığı oranda ve günümüz koşullarının da yardımıyla hatlarını gayet belirgin çizdiğini, hedefini direkt belirlediğini vurgulayabiliriz. Elbette, sistem eleştirilebilir, yanlış sorgulanabilir, bir dönem masaya yatırılabilir. Ancak bunca hınç ve öfke niye? Sonuçta; doğruluğu tam olarak kanıtlanmamış bilgilerle bir kurmaca film çekiyorsunuz, hayali de değil, somut olarak algılansın istiyorsunuz. Peki, bu, "mevcut" düşmanlığı körüklemekten öte ne işe yarıyor?"

Fakat eleştirilerin içeriğine bakınca aynı noktada buluşmaları yadırganacak bir durum değil.
Çünkü bir çok izleyici aynı şeyi düşünüyor film hakkında.. Ben de filmden çıktıktan sonra arkadaşa, "Film değil, Said Nursi'nin hayatını anlatan belgesel olmuş bu.. Tek faydası Said Nursi'yi tanımayanlar az da olsa tanımış olacaklar" demiştim..
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Zaman ve Cumhuriyetin hür adam filmine bakışı aynı olamaz,haksız eleştiri.Filmi izlemedim henüz iş yoğunluğu ama şöyle olsaydı daha iyi olurdu demek ile bu rejim düşmanı dinci bir film demek çok farklı şeyler buluşma değil ayrılık demektir bu.
 

efruz

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ağu 2009
Mesajlar
5,170
Tepkime puanı
735
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Said Nursi filmindeki harika sahneler!

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer'in yazısı:
Hür Adam filmi üzerine
Hür Adam filmi çekimdeyken bir yazı yazmış, filimde Bediüzzaman’ın şahsı ile birlikte eserlerinin şahsından çok nazara verilmesi gerektiğini söylemiştim. Film harika bir film, ben de Atila Dorsay gibi Bediüzzaman 1600 dakikaya da sığmaz diyorum. Ama “daha güzel güzelin düşmanınıdır, hakkı bulduktan sonra ehakta ihtilaf çıkarma” prensipleri mucibince filmi yüz yıllık bir mücadelenin geldiği noktayı belirlemesi yüzünden büyük bir içtenlikle bu dava için çile çeken insanların bir bayramı kabul ediyorum. Bediüzzaman ve Hür Adam filmi ile ilgili oldukça yazı çıktı, yüreğinde insaf taşıyan herkes bir şeyler söylemek istedi. Susanlar sadece aklı selimden uzak, hala kafalarındaki huffaş ülkesinden aydınlık ülkeye gelmek istemeyen garabet insanlar. Çünkü o kadar mantıklı bir görüntü ve izlenimler varki, ikna olmasalar da ilzam olmak durumundalar.
Sıradan bir insanın, gündelik hayatını anlatmayan bir film, bu yönü ile epik, olağanüstü bir film. Çünkü Bediüzzaman en basit ahvalinde bile epik ve olağanüstü bir insan. O su içmek istese talebesi Isparta’nın bir tepesine gidip su getirmek zorundadır. Çünkü o sıradan değildir, her şeyi de sıradan insanlara benzemez. Bir lokma ekmek ile tagaddi eder, onun yarısını da "Vahşi Şaban"a teberrük olarak verir. “Üstadım hepsi bir lokma idi zaten bunun tamamını yesen ne olur ki” der. Vahşi Şaban vahşiliğinden ötürü ayıplanınca “Şaban ben gençliğimde senden daha vahşi“ idim der. Araba ile çıkılamayan dağlara yaşlı halinde yürüyerek çıkar, vuhuş ile ünsiyet içinde yaşar.
Film ironik bir filimdir, neyin ironisidir denirse, neyin değil ki? Bize yutturulan garabet görüntü modernizminin, bir sürü kanun ile bir sürü bez parçası içinde son derece garabet bir modernist tipin modernizminin ironisi. Mehmet Tanrıverdi, (bu soyad da güzel, gerçekten onu bize Tanrı verdi) modernizmin köydeki fantasmagorik temsilcisi adamı konuşturur. Bu sahne Mustafa Kemal ile Bediüzzaman’ın görüşme sahnesinden daha etkili bir okyanus dalgasıdır, ama ifade derinliğinden anlamayanlar o görüşmeye taktılar. Adam “saz çalmayacaksınız, türkü söylemeyeceksiniz, aha bunu çalacaksınız, Mandalin" deyince, öteden biri "yok portakal” der. “Çocukluğumuzun en büyük modernizmi çocukların sırtında mülevves bir emanet gibi taşıdıkları bu mandolindi, bizi modern yapmak isteyenler, çocukların hissesine de bu mandolin düştü der gibi herkese mandolin dersi aldırılırdı, çocuklar akşam eve mutlu, başları yüksekte, mandolin dersi almış ve alabildiğine modern olarak gelirlerdi. Babası evde mandolin çalarak kendini huzursuz eden oğluna “ulan ben senin mandalinanı dağıtırım" der, kafasına vurur. Tanrısever bu Mandolin’in nasıl seçmiş nasıl bu yer altından giden devri hicvetmek için helal olsun bu tasarıma.
Modernizmimizin bu büyük dalgası eserin, nasıl modernizmimizin karikatürünü verdiği çok harika bir şekilde ortaya koyar. İstiklal savaşından ülkesini kurtarıp başı yüksekte çıkmış o köylülerimize karşı birileri yeni bir savaş açmıştır, karikatür modernizmin ruhları ve bedenleri azab içinde bırakan savaşı. Ankara’da okuma yazma seferberliği vardır, bir tahtanın üstünde harfler rakamlar görünür, ikinci okuma yazma seferberliği sadece alfabeyi değil, çağın en büyük eserlerini yazan büyük bir mektebin okuma yazma seferberliği. Dünyadan sosyologlar ve psikologlar gelip Barla’nın köylerinde dolaşıp "bu saf insanları nasıl bir büyük matbaaya çevirmiş bu Bediüzzaman" diye araştırma yapmaları gerekirken, onları başına gönderilen zavallı inzibat ruhlu, yürekleri kararmış garebetler yazılan metinlere karşı savaş açmışlar. O metinler bugün dünyanın dünyevi ve uhrevi mutluluğunun vesikasına dönüşmüş hala onlar bozuk mandolinlerinin sesini dinleye dursunlar. O okuma yazma seferberliğinde Bediüzzaman’ın idareci kimliğini görünce Peygamber Aleyhisselatü Vesselamın Kabe’de gördüğü kendine ve arkadaşlarına yirmi beş yıl zulm eden adamları affederken, “on kişiye okuma yazma öğreten serbet kalacaktır” demesi akla geliyor. Dünyanın rastlanmadık matbaasının bütün üyeleri ellerinde kalemleri ile cennetteler, Isparta, Barla, Eğiridir bütün orta Anadolunun mezarlıkları bu büyük matbaanın izlerini taşırlar mezar taşları üzerinde. Yüz yıldır görülmedik zulümler ne onu ne de eserlerini unutturmadı bu millete. Zülmün topu var güllesi var kalası varsa, hakkın da bükülmez kolu dönmez yüzü vardır.
Bediüzzaman ne kadar ilkeli bir adamdır, hiçbir zaman giyiminden ve fikirlerinden, ideallerinden vazgeçmez. Menfaatleri, küçük sıradan mutlulukların getirdiği mutluluklara ne kadar yabancı. O ne kadar büyük bir direnç, sıradağlar gibi bir ruh, en büyük zulmü görürken bile yine ayakta bir ruh. Bediüzzaman’ın çelikten kişiliği karşısında örümcek ağı gibi sistemin nasıl sırıttığını görmemek mümkün mü.
Filimde en dikkat çekici sahneler geriye dönüş teknikleri ile verilen Bediüzzaman’ın harika hayat ayrıntılarıdır. Ankara’ya, çocukluğuna, Şam’a, Kostruma’ya, savaşa giden sahneler onun ulaşılmaz kahramanlığının belirtileridir. Bediüzaman’ı hep aynı teranelerle suçlayan huffaşlar onun neler yaptığını görsünler. Seller gibi birliğimizi katletmeye gelen zulme uğramış, gözü zulme karşı mukabil bir hareket koymak isteyen ama ileriyi görmeyen insanları nasıl Türk-Kürt kardeşliği adına dizginlemiş, eğer o onların önüne engel değil de onlar ile birlikte olsaydı, olacakların ne kadar kötü şeyler olacağını düşünmezler bu adamlar. Bediüzzaman’ın nasıl kendi bölgesinin insanına sabır ve itidal, mertlik ve birlik ruhu verdiğini görmeyen bu adamlara ne dense yeridir. Eli kolu bağlı zulümden ruhu felcolmuş insanların hırçınlaşması sosyolojik ve psikolojik bir zaruretken onun “Bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar” demesi, inşa edilen evin nasıl zulüm temelleri üzerine konduğunu eniyi eleştiren bir cümledir. Bin yıl islamın bayraktarlığını yapmış bir milletin hukukunu , o milletten birkaç maceracının gönüllerden silmeye çalıştığı bir ortamda, hala o milletin hukukunu görmezlikten gelmeyen, bin yıl bu topraklarda at üstünde şehit olup cennete uçan ecdadın alkışladığı bir adam, Bediüzzaman.
Karşımıza çıkarılan bir kötü adam var, bütün aktörlerin sahneden indirildiği , rejisörden sahneye çık rüşveti ile emir alıp çıkan garip aktörlerin matematik tarihsi serüvenleri. Onlara göre anlatılmış bir hikaye. Antik destan kahramanlarını bile güldürecek garabet büyüklükler üzerine kurulmuş, milletin kahramanlıklarının çalınıp üstüne yamalandığı garabet aktörler. Don Kişot değirmenlerin pervanelerine karşı savaş açmıştı, bunlarda bez parçalarına savaş açtılar. Ama o bez parçaları haysiyet ve onur olarak onları tebcil etti, öbürlerini ise mahcub ve şaşkın. Ermenilere, Ruslara karşı sokak mücadeleleri veren insanları ödüllendirmek için onları vatanlarından sürgün eden, yadellerde yüssüz gözsüz eden karikatür modernizm. Don Kişot berber dükanından şapkaya benzeyen yıkama kabını alır ve kafasına takar, o artık onun şövalye şapkasıdır. Onu büyük bir alayın içine atan traş tası asırlar sonra bizi de harika destansı sahnelere kadir kılar. Ne neymişsin be Don Kişot. Bizim halka savaş açmış Don Kişotlar.
Tarih boyunca zulüm üzerinde kazanılmış saltanatlar vardır, basireti olan devlet adamları böyle medeniyetler tesis etmemişler, çünkü onların backraundunda büyük dini ve kültürel derinlikler vardır. Fatih istanbul’da kurduğu medeniyeti ilk defe Rumlar ve hristiyanlar alkışlarlarlar, bizim filimdeki medeniyet ise insanları çaresiz düşündürür, ağlatır, isyana teşvik eder. Nerde atalar nerde onların torunu dahi olamayacak insanlar. Zülüm üzerine kurulan saltanatlar munkeriz olmuştur tarih boyunca, o saltanatların gölgesinde otlanan menfaat canavarları, birinin kendilerine dokunması ile isyan eder, o insanların karşısına ise zulüm ile elde ettikleri sistemin levhasını koyarlar. Ne garabet bir tarih ve ne garabet bir saltanat hülyası.
Filimde mukayese ile harika yorumlar çıkacak harika sahneler var. Başında sarığını çıkarmaya çalışan adamsıya “Ben sizin ecdadınızın temsilcisiyim“ diyen, eteğinde karıncaların dolaştığı tarifsiz büyük adam, bir sarsıcı cümle ile tedhiş ve zulme dayanan durumları düşünceye sevkeder. Barla’nın dağlarında elli milyon neferi olan bir adam gibi muamele gören yalnız adam, ne kadar adamları ürkütmüş, ne kadar korkulan bir adam. Ama o hiç kimseden korkmamış, başında uçan uçakları kelebekler gibi gören sakin bir büyük adam. Ne derseniz deyin bin yıllık tarihin en büyük adamlarındandır, tarihimizi kurcalayalım var mı onun kadar zulme aklı selimle cevap veren bir adam. Namık Kemal, Nazım Hikmet daha niceleri gördükleri az bir zulüm ile ne hallere düşmüşler, o ülkesini bile terk etmemiş, insanlık tarihinin en büyük eserlerini en büyük matbaası ile tesis etmiş v e onları bütün dünyaya okutur hale gelmiş. Hala utanmadan onu eleştiren hayret verici karanlık aydınlar.
Filmi yorumlamak bütün bir siyasi tarihi bilmeyi gerektirir, mukayeseler için bu gereklidir. Özellikle düzmece tarihin palavralarının nasıl sırıttığını sahneler gösterir.Devlet adamları da büyük insanlar gibi insanlar ile nefes alırlar,etrafından nefes alacağı insanları itekleyen bir mantık oksijensiz kalan insan gibi nefes alamaz ve ölür. Büyük hükümdarların büyük nedimleri vardır, bir küçük dumanlı boru, bir şişe ve cinsi latiften oluşan oksijenli ortamlar zahiren cazib de olsa kısa sürede kişiyi ruhsal yalnızlığının pençesine iter, oksijensizlikten öldürür. Onun kendine reva gördüğünü milletine de reva görmesi milleti de öldürür. Bediüzzaman’ın Ankara’nın evhamı dediği kelime ne kadar manidardır, herkesi memnun eden bir tasarımla oluşan bir kuruluşun korkusu olmaz, ama herkesi susturan bir mantık ile oluşan bir bina sürekli harici nefes ve rüzgardan büyük vehimlere kapılır. Dağdaki bir kasabaya bakanlar, valiler, emniyet müdürleri, uçaklar daha neler uğrarlar, garip adamı kolaçan etmek için. Ama o hep müsbet ve yapıcı olmaya karar vermiş çelikten iradeli , tahriklere kapılmayan adam hep sabreder ve kazanır. Aslında bu bizim tarihimizin en büyük irade savaşları içinde bir olaydır, bu kadar zulme karşı bahar gibi bir meltemsi ruhla tavır alan ilke adamı, sabırla geldi bu günlere, daha nice günlere..
Tek partinin pencereleri tahtalarla kapatılmış ve dünyaya küskün tek odasında yatan tek adamlar, harika bir psikanalitik hikaye . Büyük düşünce adamlarını sahneden, halkı seyirci mahfelinden kovan bir idare , içeri girmeye çalışan seyirciyi zulme maruz bırakıp onları hain ilan eden bir mantık. Bu buraya kadar diyor, artık öyle değil.
Bu filimde görülen bir önemli ayrıntı da Cumhuriyetçilerin heybeden Cumhuriyet karşıtı gösterdikleri Bediüzzaman’a olan borçlarıdır, artık borçları ödeme zamanı geldi. Eğer taze cumhuriyetin gayri memnunları olan doğu ve güneydoğu ahalisinin isyan isteklerinin önünde Bediüzzaman durmasaydı ne olurdu, siyaset teorisi üretenler bunu düşünsünler. Eleştiri dili zerafettir, ama yapılan o kadar mantıksız hareket var ki bazen insan kalemine ve bilgisayarın tuşlarına esir olmaya dayanamıyor. Türklerle Kürtler arasında Allah bu millete büyük bir köprü olan insanı yaratmış, sahilde yalısında realist siyasi fikirler üretmek kolaydır. Ama üzerinize isyan etmiş insanlar geliyor siz onlara aklı selim tavsiye ediyorsunuz, sonra da kalkıp bu adama bilmem neyin karşıtı diyorsunuz. Tarih önünde ayıptır, millet önünde ayıptır, böyle vicdan aranır kayıpdır. Ya Bediüzzaman’ı dinleyip bu ülkede barış içinde yaşayacağız ya da sonu hak gele. 19 yüzyılın başından beri siyaset felsefesi ve teorisi üretiyoruz. Üdeba ve siyasiler, eğer onların ürettikleri siyaset teorisi ve uygulaması derde deva olsaydı, bugünlere gelir miydik. Onların hepsi tahdada sağlayı yapılmayan matematik hesaplarına döndüler, sonra Bediüzzaman koşarak kendi hesabını getirdi, halk ve uyanık , aklı başında aydınlar evet bu dediler. Hasan Cemal’in dediği gibi ”Bediüzzaman’a hayatı zehir ettik de ne oldu, Nurculuğun önünü mü aldık, hayır.”
Mehmet Tanrısever, temsili vakaları iyi seçmiş. Dickens, İki Şehrin Hikayesi romanını yazmadan önce Claude Berdard ona Fransız ihtilali ile ilgili kitaplar vermiş, onları okumuş Fransız ihtilalilin Paris ve Londra’daki yansımalarını yazmış. Ama Dickens çok az temsili vaka seçerek ihtilal havasını yansıtmış, o zaman ki açlığı , şarapçının önünde devrilen bir kırmızı şarap fıçısından dökülenleri halkın yerlere dökülüp çamurlu yalaması olarak anlatır. Mehmet Tanrısever, hangi olayları görsel olarak yansıtacağını iyi seçmiş helal olsun, bravo, o binlerle insanın yapmadığı bir şeyi yaptı. Özellikle yaldızlı ve cafcaflı salonlarda, resmi gazete gibi gazetelerde, vilayet binalarında verilen kokteyllerde büyük reklamlarla büyük çoğunluğa ters düşün uygulamaları kendin söyle kendin dinle reklamları tarzında zoraki hazmeden zevatı namüsait, olayların perde arkasına yansıyan komedi ve karikatürünü şimdi gördüler. Bu yüzden bir yazarı bivakar “Bunu niye yasak etmiyorlar“ diyor. Ne yapsın perde arkasına hiç bakmamış ki .Antuvanet’in “Ekmek yoksa pasta yesinler” demesi gibi bunları tutumu, işte o ekmek bulamayan halk şimdi pastayı ve ekmeği gördü.
Yakup Kadri, Cumhuriyetin salonlarının o salonların uzağında fakir halk tarafından nasıl hayretle seyredildiğini Ankara romanında Panorama’da anlatır. Dönemin açık gözlerinin nasıl devletin imkanlarını çarçur ettiklerini yine Panorama’da anlatır. Mehmet Tanrısever, bunlara değil ama dindar halk kitlesinin nasıl zulme uğrağını ilk defa insanlara açar, evimizin nasıl zulmün üzerine kurulduğunu bize gösterir bizi mazi ile hesaplaşmaya iter. Yüz yıla yaklaşan yeni dünyamızın her gün sarsıntılar geçirmesi belki de üzerine kurulduğu ahların tesiri iledir, çünkü mazlumun ahı arşa çıkar, ne zaman düşer Allah bilir. Gelin toplumsal tevbe edelim, bu sallanmalar bitsin, gemimiz güzellikle yol alsın.
Cumhuriyet tarihinin Ankara mahreçli mahkemeleri vardır, çeşitli isyanlara karşı kurulmuş mahkemeler. Bir de hiç nazara verilmemiş, orta Anadolu’da cereyan eden mahkemeler. Denizli, Afyon, Eskişehir ve diğerleri.Bu mahkemeler fikir ve sanat , edebiyat tarihinin en büyük mahkemeleridir, köylerde yazılan eserlerin nasıl insanlık tarihinin sahifelerine geldiğini anlatan mahkemeler. Nasıl büyük bir iradedir Bediüzzaman’ın ki, nasıl o insanları örgütlemiştir, hayret. Bir yazar sadece bir yazar, siyasete ve sisteme yönelik bir cümlesi yok, ne kahrolsun demiş, ne yıkılsın. Filimde ağırlıklı birinci Sözü üzerinde durulmuş, inşallah Tanrısever Tanrı’yı en iyi anlatan Haşir ve Ayet ül Kübra gibi eserleri sinemaya çeker, asıl Bediüzzaman oralarda, üç ay önce yazdığım Hür Adam'ın çevrildiği dönemdeki yazıda eserlerine nazarı dikkatı çekmek gerektiğini söylemiştim, bu dikkat az da olsa var, ama daha neler olacak göreceğiz, Mehmet Tanrısever gibi büyük bir Bediüzzaman sever olduktan sonra daha neler göreceğiz.
Hür Adam’a devam edeceğiz sağ ol Ali Murat Güven’in “lisanssız Nurcu dediği” Mehmet Tanrısever. Biz lisanslılar sana devrettik lisanslarımızı.
 

Hamra_

Profesör
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
950
Tepkime puanı
229
Puanları
0
Filmi geçen cuma izleme fırsatı buldum...Galasına giden arkadaşlarımızın beğenilerini yoğun bi şekilde ifade etmelerinden olucak ki;büyük bir beklentiyle izleyip pek beğenmedim...

Keşke şöyle ya da böyle olsaydı dediğim çok şey var...
En çok da böyle bir imkan bulunmuşken; aynı cümleleri defalarca söylemek yerine risale-i nur külliyatından daha fazla alıntı yapılıp Bediüzzaman daha iyi anlatılsaydı diye düşündüm...
 

ıtri

Üye
Katılım
30 Ağu 2009
Mesajlar
1,235
Tepkime puanı
153
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Ankara
Arkadaşlar bu kadar uzun yazıları alıntı yapıyorsunuz ,iyi hoş ta kim okur arkadaş bu kadar yazıyı? O kadar yazıyı okudunuz madem özetleyiverseniz mükemmel olurdu.

Hür adam'ı izledim. Kısaca yorum:
1- Film orta bir film. Çok iyi değil. Ama seyredilir.
2- Yönetmen fazla iddialı. Belki iddialı olması iyidir ama eldeki imkan belki bu kadar.
3- Film desteklenmeli idi. Bu hepimizin görevi. ahlaksız filimlere karşı bizim yerimiz neresi?
4- Film özet, veya belgesel gibi. Belki Said Nursi'nin tüm hayatını anlatmak yerine bir kesim hayatını anlatabilirdi.
5- Mustafa Özcan doğruları söylemiş ama büyütmüş. Bence alınmaya, kompleks aramaya gerek yok HÜR ADAM isim olarak iyi.
6- Seyirciye bakıp "hayal kırıklığı" demeyin, bu millet RECEP İVEDİK kepazeliğine layık. Eşcinselliği işleyen cem yılmaz filimi olsaydı daha çok seyredilirdi. Milletin düzeyi düşük.
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Filmi izleyelim arkadaşlar.Muhteşem Yüzyıl için bağırıp çağırdığımız kadar bu filmlere sahiplenerek müsbet hareketin örneğini sergilemek gerek
Film sanat değeri açısından eleştirilebilir elbette ama izlemek için okadar çok sebep var ki
Ben henüz gidemedim
Bir gittim salonlar rezervasyonluydu bilet bulamadık.İş güç kısmetse bu çarşamba
 

Enes

İhvan Forum Üye
Katılım
6 Haz 2006
Mesajlar
14,127
Tepkime puanı
1,240
Puanları
113
Konum
bâbil...
neden bir filmin eleştirilmesi, zayıf noktalarına parmak basılması "bediüzzaman düşmanlığı" gibi algılanır hiç bilmem...

bana göre film fena değil

artıları-eksileri tabii ki var...

ancak irşad terimini kullanmak doğru olursa "irşad" özelliği yok...

üstadı bilmeyene pek birşey anlatamıyor, mübalağalı gibi gelebiliyor...
 

şirine

Doçent
Katılım
25 Ara 2009
Mesajlar
543
Tepkime puanı
114
Puanları
0
Konum
İstanbuL
gerçekten güzel bir filmdi. zaten giden herkes de beğenmiş büyük çoğunlukla ama yine de o insanların düşünce ve yorumlarına bağlı. bilgi yetersiz kalmış olabilir ama güzeldi...
 

Bîçâre

Profesör
Katılım
23 Şub 2008
Mesajlar
951
Tepkime puanı
57
Puanları
0
Konum
Simeranya...
Amacına uygun "uzunca" (160 dk) bir filmdi. Kalite, yönetmenlik, oyunculuk gibi konularda ortalamanın biraz üzerine çıktıklarını söyleyebilirim, fazlası yoktu. Tarihsel geçişler daha itinalı yapılabilir, sürenin uzunluğu daha fazla hadise i...le renklendirilebilirdi, doğa görüntüleri çok hoş olmasına rağmen bazı kapalı çekimlerde sanki 60-70 yıl öncesi değilmiş gibi bir hissiyata kapıldım. Bu tür bir film Türk sinemasında ilk defa çekildi, o sebeple ufak tefek hatalara takılmamak gerekir.

Filmde dört-beş sahne insanı gerçekten duygulandırıyor, seyircilerinde duygulandığını anlamak zor değildi, burnunu çeken az değildi. Biz kışta geldik... diye başlayan cümle filmin öz suyunu oluşturuyor bence, sinemamıza böyle bir eser kazandıranları kutluyorum. O dönem "medeniyetleşme" diye yapılanların çoğu saçmaydı ve insanlar korkularından karşı çıkamıyorlardı. Senfoni dinleme, modern müzik, fötür şapka, Türkçe ezan vs. En önemli medeniyet yapısı ilim ise unutuldu, unutturuldu. Üstadın bu noktada çabası, çektiği çileler, sıkıntıları hissedebiliyorsunuz.

Ve son olarak "Vizontele" filminden bu yana ilk sırada film izleyen birilerini ilk defa gördüm... Ve de "o Tahsin abi nasılsın", "aaa Mustafa Bey de burdaymış", "Ayşe hocaaa, hocam selamun aleyküm" gibi şeyler söyleyenleri... :))

9 Ocak günü yazmıştım bu yazıyı, gişede ne olacağını tam kestiremiyordum. Şu an için 2. haftasında 500 binlerde, gösterimde olduğu salonlar ve izleyici kitlesini düşünecek olursak fena bir sayı değil. Şayet 1,5 milyon bandını aşarsa başarı gelmiş diyebiliriz...
 

Ezrak Yektâ'

NisyanDireniŞ
Katılım
21 Nis 2008
Mesajlar
629
Tepkime puanı
84
Puanları
0
İzlenmeli. Fakat büyük beklentilerle gitmeyin. Daha iyi olacak inşallah...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İslamoğlu 'HÜR ADAM' filmini yorumladı


Mustafa İslamoğlu, Mehmet Tanrısever'in 'Hür Adam' filmi ile ilgili konuştu.



TIMETURK / HABER MERKEZİ

İslam dünyasında saygın bir yere sahip olan Mustafa İslamoğlu Hoca, gelenekselleşen toplantılarında Kur'an ve Sünnet üzerine sohbetlere yer verirken gündemin de nabzını tutuyor. Hür Adam Filmi ile ilgili eleştirilecek bazı noktaların olabileceğini fakat bunların bu emeği ve başrolünü Kur'an'ın oynadığı bir filmi zayi etmeye yetmeyeceğini bildiren İslamoğlu, "gidin ve insanları da götürün" çağrısında bulundu.
Kendisinin galaya davetli olmasına rağmen programı sebebiyle geceye gidemediğini belirten İslamoğlu Hoca filmi izlemek için Akabe Vakfı olarak salon kapattıklarını söyledi.
Halkın inançlarına düşman olan bir grup azgın azınlığın ülkemiz müslümanlarına büyük eziyetler çektirdiğini adeta bir inanç soykırımı yaptığını bir de utanmadan bunu inkar ettiklerini dile getiren İslamoğlu Hoca sert ifadeler kullandığı açıklamasında Hür Adam filmi bu zulmü ortaya seriyor diye konuştu.
Said Nursi’nin, varlığını rabbine adamış bir Kur’an talebesi olduğunu dolayısıyla hayatının örnek alınması gerektiğini belirten İslamoğlu, Hür Adam ile ilgili beğenisini “filmin aslında başrol oyuncusu Üstad değil Kur’andır ben ona çok sevindim” sözleriyle dile getirdi.
Recep İvedik’e 4 milyon kişinin gittiğini aktaran İslamoğlu, Hür Adam filmi için “böyle koca bir emeğin” sinema eleştirilerine kurban edilmemesini isteyerek filmin yapımcısı Mehmet Tanrısever’i tebrik ettiğini sözlerine ekledi.


İşte Mustafa İslamoğlu'nun 'Hür Adam' filmi ile ilgili görüşleri:

VİDEOYU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN
 
Üst