Hadis-Mantık Çelişkileri

OSMAM11

Kısıtlı Erişim
Katılım
23 Haz 2015
Mesajlar
169
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İSTANBUL

Çok yanlışsın canım..

Bizim kutsal kitabımız KUR'AN-I KERİM ' dir
Biz KUR'AN Müslümanlarıyız..

Sizin kutsal kitabınız hadislerdir, sizler uyduruk hadis Müslümanısınız..
senin namaz kıldığına oruç tuttuğuna da inanmıyorum islama isminle bağlısın o kadar
 

SALİM

Kısıtlı Erişim
Katılım
12 Haz 2015
Mesajlar
309
Tepkime puanı
1
Puanları
0
yok kardeş atatürk islama aykırı bişey dese hemen kabul edersiniz atatürk namaz yok oruç yok içki iç dese sizde dersiniz


Öyle diyeceğimizi nerden biliyorsun...???????

Haaaa hatırladım, hani derler ya:

APTALA MALUM OLURMUŞ...:D
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Peygamberimiz’in sözleri, eğer Kuran-ı Kerim gibi dinin temel bir kaynağı olsaydı; Peygamberimiz, kendinden sonrakilere ulaşması için sahabeden bunların hem yazılmasını, hem ezberlenmesini isterdi. Peygamberimiz’in bunu istemek bir yana, hadislerin yazımını yasakladığını daha önceki bölümlerde gördük. Eğer Peygamberimiz bunların ezberlenmesini isteseydi, sahabenin Peygamber’e en yakın olanlarının; Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin, Zübeyr’in, Zeyd bin Sabit’in, Selman el Farisi’nin onbinlerce hadis nakletmesi beklenirdi. Oysa bu sahabelerin naklettiği iddia edilen sözler çok azdır. Örneğin birazdan göreceğimiz Ebu Hureyre’nin naklettiği iddia edilen hadislerin dörtte biri kadarı bile dört büyük halife ve diğer önemli sahabelerin hepsinin toplamına birden atfedilmez. İşte bu Ebu Hureyre’yi ve İsrailiyat adındaki Musevi hikayelerini ve Mesihhiyat adındaki Hıristiyan hikayelerini dine sokan bazı kişileri bu bölümde inceleyeceğiz. Bunu yaparken, çok fazla miktarda hadis nakleden bu kişilerin binlerce hadisinin hiçbirinin güvenilir olmadığını da anlayacağız. Ayrıca hadisçilerin, hadisleri toplarken, hadis naklettikleri kişileri söyledikleri kadar iyi incelemediklerini bu bağlamda anlayıp, böylece hadisçilerin çalışmalarının tamamının güvenilmez ve şüpheli olduğunu da kavrayacağız. 4. Bölümde hadisleri incelerken, Müslüman olup Peygamber’i gören herkese “sahabe” denildiğini ve her sahabenin kesin adil ve doğru sözlü kabul edilip, sahabelerden her hadisin nakledildiğini gördük. (“Sahabe” kelimesinin bu tanımı benimsenerek yaygınlık kazanmıştır. “Sahabe” kelimesini, sadece Peygamberimiz’in yakın çevresi için kullananlar da olmuştur.) Oysa Kuran, Peygamber’in döneminde birçok münafığın inanmadığı halde kendini inanmış gibi gösterdiğini, birçok zayıf inançlı, inancı oturmamış kişinin, inandıklarını söylemelerine rağmen Peygamber’e zorluklar çıkardıklarını haber vermektedir. Ne yazık ki yüzlerce Kuran ayetiyle çelişen, dine binlerce ilave yapan hadisçiler, bu ayetlerin manasını görmezden gelerek tüm sahabeyi tartışılmaz ilan etmişler, hangi sahabeye uyulursa uyulsun kurtuluşun bulunacağını söylemişlerdir. On iki İmamın masum ilan edilmesinde Şiiler’in hatasını çok iyi tespit eden Sunniler; ne yazık ki bütün bir nesli, hem de Kuran’ın birçok ayetiyle eleştirdiği kişilerin ve hatta münafıkların da içinde bulunduğu belirtilen bir nesli, toptan tartışılmaz ilan ederek, Şiiler’den daha büyük bir hataya düşmüşlerdir. Gelin “sahabe” etiketi verildiği için her sözüne itibar edilmiş olan ve mevcut binlerce hadisi olan Ebu Hureyre’yi inceleyelim ve bu zihniyetin bizi nereye, nasıl götürdüğünü anlayalım.

EBU HUREYRE’YE GÜVENİLMEZSE TÜM HADİS KİTAPLARI GÜVENİLMEZ OLUR


Ebu Hureyre’nin Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kendi anlattıklarından başka bir şey bilinmemektedir. Müslüman olduktan sonra fakirliğinden dolayı Ashabı Suffe’den olduğu kaynaklarda aktarılmaktadır. Müslim’in Fezailus Sahabe’deki 159. bölümünde, Ebu Hureyre’nin sırf karın tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır. İbn Hazm, sırf Baki bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler. Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır.


Ebu Hureyre’nin anlattıklarından, en çok korktuğu kişinin Hz. Ömer olduğunu görüyoruz. Hadis kitaplarında, Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi, hadis naklinden dolayı tehdit ettiği ve tartakladığı anlatılır. Ebu Hureyre: “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanında anlatsaydım değneği ile beni döverdi” der (Ez Zehebi, Tezkiretul Huffaz). Ebu Hureyre’nin şu ifadesi Müslim’de geçer: “Ömer ölünceye kadar ‘Allah’ın Resulu buyurdu’ diyemezdik” (Müslim, 1. cilt). Müslim’i eğer görebilseydik kendisine şöyle sorardık: Ey Müslim, sen Sahihi Müslim diye tüm hadislerinin doğru olduğunu iddia ettiğin bir kitap yazdın, cerh ve tadille kitabında hadis nakledenleri incelediğini söyledin. Ebu Hureyre’yi kendin de görmemene rağmen, onu gören ve halife olan Hz. Ömer’in onu yalancılıkla ithamını, Ebu Hureyre’nin -en azından- şüpheli bir şahıs olması için neden yeterli görmedin? Demek ki senin “sahih” dediğin hadisler, bu kadar sağlam temellere dayanıyor. Ne yazık ki Müslim de “tüm sahabenin yıldızlar gibi olup, hangisine olursa olsun uyulabileceği” şeklindeki asılsız inanca kanmış. Ya da Ebu Hureyre ve diğerlerine gerçekten de sıkı ölçüler uygulansa, elinde hiçbir hadis kalmayacağını gördüğü için ve de özellikle Ebu Hureyre’den hatırı sayılır derecede çok hadis nakledildiği için bu açık gerçekleri görmezlikten gelmiş. Ebu Hureyre’yi yalancılıkla suçlayan bir tek Hz. Ömer değildi. Hz. Aişe’nin de onu defalarca yalancılıkla suçladığını; Ebu Hureyre’ye sahip çıkan hadis kitaplarında bile görebiliriz. Hz. Aişe, Ebu Hureyre’ye: “Sen Peygamber’den duymadığım hadisler rivayet ediyorsun” dediğinde ona edepsizce bir cevap verir: “Ayna ve sürme seni Peygamber’le ilgilenmekten uzak tuttu” (Zehebi, Siyeru Alemin Nubela 2. cilt). Hz. Ali ise şöyle söylemiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hureyre’dir” (İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt). Yine Hz. Ali onun “Sevgili dostum bana haber verdi ki” diye Peygamber’den bahsettiğini duyunca: “Peygamber ne zaman senin sevgili dostun oldu?” diye sormuştur. İbn Mesud gibi meşhur bir sahabe ise onun “Ölü yıkayan ve taşıyan kişi abdest alsın” sözünü kabul etmeyerek hakkında ağır sözler söylemiş ve sonra şöyle demiştir: “Ey insanlar, ölülerinizden dolayı necasete (pisliğe) bulaşmazsınız”



ATIN KANDIRILMASI, HZ. ÖMER’İN DAYAĞINDAN DAHA MI ÖNEMLİ?


Hadisçilerin, hadis nakledilen kişilerin doğruluğunu tespit etmek hususunda ne kadar titiz oldukları şu hikayeyle ispatlanmaya çalışılmıştır: “Meşhur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun bulunduğu yere seyahat eder. O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda ata yiyecek vermediğini görür. Bunun üzerine ‘Atı kandıran insanları da kandırabilir’ diye, onun naklettiği hadisi almaz.” Bu hikayeyi dinleyen bizlerin; “Aman hadisçiler ne titizmiş” deyip, onların yalancı hiç kimseden söz almadıklarını, böylece naklettikleri hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu görmemiz umulmaktadır. Yüzbinlerce hadisten hadislerini seçtiğini söyleyenlerin; “bu şundan, şu ondan, o öbüründen” şeklinde göndermeler yaptıkları hadis nakilcilerinin önemli kısmı, hadis kitapları toplandığında vefat etmişti. Geri kalanların çoğu ise İslam coğrafyasının dört bir yanına dağılmıştı. Bunların hepsini ziyaret etmek ve doğru sözlü olduklarını tespit etmek, özellikle o dönemin ulaşım şartları düşünüldüğünde, mümkün değildir. Ziyaret mümkün olsaydı bile, bu kısa ziyaretler bir insanın ne kadar doğru sözlü olduğunu tespit için elbette ki yetersizdi. Herhalde her hadisçi, atını kandıran bir hadis nakilcisini tespit edecek kadar şanslı değildi! Bizim örneğimiz olan Ebu Hureyre’ye gelecek olursak; atını kandıran hadis nakilcisini kabul etmemekle bir “titizlik gösterisi” sunan hadisçiler, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi iki halifenin yalancılıkla itham ve dayaklarına, Peygamber’in hanımı Hz. Aişe’nin bu şahsın izahlarını reddine rağmen nasıl kendisini güvenilir kabul etmişlerdir? Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Aişe’nin bu tavırları; atın kandırılmasından daha mı az önemliydi?


Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer, Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini, Allah ve Müslümanlar için değil de senin için versinler diye mi geldin?” der (Zehebi, Siyer). Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin aktardığı bir hadiste ise Hz. Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın ve Kitabı’nın düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dinarın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt). Ne yazık ki Ebu Hureyre, Hz. Ömer’in kendisine çıkışmalarını böyle anlatır ama hadisçiler Hz. Ömer’in bu çıkışlarına rağmen, Ebu Hureyre’yi birinci dereceden güvenilir şahıs kabul edip, en çok hadisi ondan nakletmişlerdir. Bir de cerh ve tadil kriterleriyle, güvenilmeyen hiçbir kimseden hadis nakletmediklerini iddia etmişlerdir. Hz. Ömer’in “Allah’ın ve Kitabı’nın düşmanı” ilan ettiği şahsı, “en güvenilirler” arasında kabul eden hadisçilerin, cerh ve tadil uygulamalarının ne kadar güvenilmez olduğu görülmektedir.


EMEVİLER EBU HUREYRE’NİN ALTIN ÇAĞIYDI



Hz. Ömer’in ve Hz. Ali’nin öldürülmelerinden sonra Emeviler dönemi, Ebu Hureyre’nin altın çağı olmuştur. Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir. Muaviye dönemindeki bu ikramlara karşılık İbni Kesir’in “El Bidaye Ve’n Nihaye” eserindeki şu hadisler, Ebu Hureyre’nin nasıl karşılık verdiğini göstermektedir:


Ebu Hureyre rivayet eder ki: “Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: ‘Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla’”


İbni Kesir, El Bidaye Ve’n Nihaye


Ebu Hureyre’den yine şu hadis rivayet edilmiştir: “Allah’ın Resulu şunu derken duydum: ‘Allah, vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye’”


İbni Kesir, El Bidaye Ve’n Nihaye





Tüm bu delillere rağmen “her sahabe doğrudur” yanlış inancının hadisçileri sürüklediği durum ortadadır. Ebu Hureyre kimdir ki Peygamber’in en yakınlarının bile nakletmediği en garip uydurmaları Peygamber’le az görüşmesine rağmen nakletmiştir. Örneğin şu garip hadis, Ebu Hureyre’den gelen mantıksız hadislerin yüzlercesinden biridir:


Ebu Hureyre, Peygamber’in kendisine şunu dediğini nakleder: “Ölüm meleği Musa’ya gönderildi. Musa’nın yanına gelince, O ona vurdu. Melek Rabbinin yanına döndü ve şöyle dedi: ‘Beni ölmek istemeyen birisine gönderdin.’ Allah Musa’nın kör ettiği meleğe gözlerini verdi ve şöyle dedi: ‘Git ve ona elini bir öküzün üzerine koymasını söyle. Elinin kapladığı yerdeki kıl sayısınca ona yıl olarak ömür verildi’ Melek: ‘Evet, Rabbim. Sonra ne olacak?’ Allah: ‘Sonra, ölüm’ dedi.”


Ne yazık ki Ebu Hureyre’yi kurtarma derdinde olanlar, bir yandan böyle bir mantıksızlığı İslam’a fatura edip zarar veriyorlar, diğer taraftan Ebu Hureyre’yi kurtarmak için -hadislerin en büyük kısmını o naklettiğinden aslında hadisleri kurtarmak için- Hz. Musa’yı Allah’ın takdirinden kaçan, meleğin gözüne tokat atıp kör eden bir insan olarak gösteriyorlar. Ebu Hureyre’ye birçok sahabe (Peygamber’i gören Müslüman) muhalefet etmiştir. Örneğin Ebu Hureyre’nin “Av ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürün” hadisine tarla köpeklerini de eklemesi üzerine İbni Ömer, Ebu Hureyre’nin tarlaları olduğu için böyle bir yalanı uydurduğunu söylemiştir (Cemal Sait Aktaş, Hadis Kritiği Makalesi).


Ebu Hureyre’den nakledilen hadislerin eleştirisi için bu kitabın hacmi bile yetersiz kalır. Ebu Hureyre’nin mezhepçi hadisçi din anlayışı için önemini, bu yapının en ateşli savunucularından ve ülkemizin en çok satan kitaplarından “Seadet-i Ebediyye: Tam İlmihal” kitabının yazarı Hüseyin Hilmi Işık şöyle anlatmaktadır: “Ebu Hureyre’yi inkar eden şeriatın yarısını inkar eder, çünkü hükümlerin çıktığı hadislerin yarısını Ebu Hureyre nakletmiştir.” Bize göre itiraf, Hilmi Işık’a göre “şeriata sahip çıkma” olan bu söz, neden Ebu Hureyre’yi bir alt başlık yaptığımızı göstermeye yeterlidir. Allah’a şükür ki dinimiz tek başına yeterli olan Kuran’dadır ve Ebu Hureyre’nin de başkalarının da hadislerine ihtiyacımız yoktur.


İSRAİLİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI


Özellikle Yahudilik’ten İslam’a geçenler, Yahudilik’teki birçok hikayeyi, uydurmayı “hadis” adı altında İslam’a taşıdılar. Bunu İslam’ın saflığını bozmak için yaptıkları görüşü hakim olsa da, eski adetlerinden, eski dinlerindeki inançlardan kurtulamayıp, kendilerince katkı sağlamak veya dinimizi Yahudileştirmek gibi niyetlerle de yaptıkları düşünülebilir. İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde konuyla ilgili şu açıklamaları yapar: “Hadis nakil tefsirleri yanlış doğru, makbul merdud her şeyi içeriyordu. Bunun sebebi şuydu; Araplar ne kitap ne de ilim ehlindendiler. Onlara hakim olan yaşam tarzı bedevilik ve cahillikti. Yaratılışın esrarı, kainatın durumu, vb. konularda bir şey öğrenmek istediklerinde bunu kendilerinden önce Kitap verilenlere sorarlar ve bu konularda onlardan yararlanırlardı. Bunların aralarında Kab el Ahbar, Vehb İbni Münebbih, Abdullah bin Selam vardı. Hadis nakilli tefsirler bu tür kişilerden yapılan nakillerle dolmuştur. Tefsirciler bu hususta gevşek davranmış ve tefsirlerini bunların nakilleriyle doldurmuşlardır.” İbni Haldun’un anlattıklarını, birçok tefsirde gözlemlemekteyiz.



KAB EL AHBAR’A DAYANDIRILAN DİN


Kab el Ahbar İsrailiyat’ı, Yahudi uydurmalarını dinimize en çok sokan kişidir. Peygamberimiz’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ömer dönemlerinden birinde İslam’a girdiği söylenir. İsrailiyat hakkındaki bilgisi ve bitmek tükenmek bilmeyen hikayeleri, onu, devrinde ilgi odağı haline getirmiştir. Peygamber’e iftira ederek söylenen hadislerin birinde “İsrailoğullarından hadis naklinde bulunun, bunda zarar yoktur” denir. Bu hadisi, Abdullah bin Amr’ın naklettiği söylenir. Tirmizi, Ebu Davud, Buhari bu hadise yer vermiştir. Birazdan göreceğimiz gibi Abdullah bin Amr, Kab el Ahbar’ın talebelerindendir. Uyduracakları binlerce İsrailiyat’tan önce bu hadisi uyduranlar, daha sonraki uydurmalarını buna bina etmişlerdir. Kab el Ahbar bunların en önde gelenidir. Kendisi yalnız hadis nakil etmekle kalmamış, daha evvel incelediğimiz Ebu Hureyre’ye, bunun yanında Abdullah bin Amr, İbni Ömer, İbni Abbas gibi şahıslara da ders vermiştir. Böylece uydurmaların yayılması için bu şahısları da kullanmıştır. Ebu Hureyre’ye karşı çıkan Hz. Ömer, aynı tavrı Kab el Ahbar’a karşı da göstermiş ve onu sürgünle tehdit etmiştir. Hz. Ömer’in öldürülmesine kadar fikriyatını yaymakta güçlük çeken Kab, Hz. Ömer’in vefatıyla kısmen ferahlamıştır. Kab’ın tüm bu hareketlerini anlatan Mahmud Ebu Reyye, Kab’ın Hz. Ömer’in öldürülmesinde parmağı olduğunu söyleyerek şu izahları yapar: “Hz. Ömer’in bu dahi Yahudi’yi akıllıca ve ısrarlı bir şekilde izlemesi ve ileride de göreceğimiz üzere bir takım çirkin emellerinin farkına varmasına rağmen, sonunda o dehasının gücüyle Hz. Ömer’in uyanık ve iyi niyetli oluşuna galebe çalmış, gizli ve açık tuzağını kurmaya devam etmiştir. İş, Hz. Ömer’in katledilmesine kadar varmıştır. Elde varolan verilerin hepsi, bu olayın gizli bir cemiyetçe tertiplenmiş olduğunu göstermektedir. Büyük deha Kab’ın da üyelerinden biri olduğu bu cemiyetin başkanı Hürmüzandı. Malum olduğu üzere Hürmüzan Huzistan’ın kralıydı ve Medine’ye esir olarak getirilmişti. Hz. Ömer’i katletme görevi ise Ebu Lülüe’ye verilmişti” (Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması).


Mahmud Ebu Reyye’nin, İbni Kesir’den alıntılarla anlattığı bu ihtimalin kesin olarak doğru olduğunu savunacak durumda değiliz. Fakat Hz. Ömer’in hadisten men ettiği ve ihtimal dahi olsa Hz. Ömer’in ölümünde parmağı olan bir kişiden ve onun ders verdiği Ebu Hureyre ve diğer şahıslardan hadis nakli ne kadar sağlıklı olabilmiştir? Tüm bu şahıslardan İsrailiyatı ve diğer hadisleri nakil edenlerin, hadisleri güvenilir midir? Bu şahıslarda yanılan hadisçilerin, diğer şahıslarda yanılıp yanılmadıklarına nasıl karar verebiliriz? Apaçık Kuran dururken ve Kuran tek başına yeterliyken, hâlâ bu hadislerden medet ummak din adına yapılan bir zulüm değil midir?

KAB KAYNAKLI UYDURMALARA ÖRNEKLER


Bu sorulardan sonra Kab’a geri dönelim. Kab kaynaklı uydurmalar; dünyanın yaratılışı, ahiret manzaraları, Şam şehrinin önemi ve daha birçok konuda kendini göstermiştir:


Bir adam Kab ile karşılaştı. Kendisine selam vererek dua etti. Kab ona “Kimlerdensin?” diye sordu. Adam “Şamlılardanım” diye cevap verdi. O zaman Kab şöyle dedi “Belki de sen, Şamlıların arasından çıkacak ve hesap ile azaba uğratılmayacak yetmiş bin askerden birisin.”


İbni Asakir, Tarih-1





Kab dedi ki: “Allah yeryüzüne baktı ve şöyle dedi; ‘Senin bir bölümüne dokunacağım.’ Dağlar, O’na koşuştu. Kaya aşındı. Allah bu yüzden onlara teşekkür edip ayağını üzerlerine koydu.”


Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması



Hesap için diriltilme ve hesap, Beytul Makdis’ten olacaktır. Beytül Makdis’te gömülü olan azaba uğratılmayacaktır.


Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması



Kab’ın uydurduğu, tefsir ve diğer kitaplarına giren buna benzer uydurmaların bir kısmı kendisinden nakledilse de, talebeleri aracılığıyla nakledilenler, doğrudan kendisinden alınanlardan çoktur. Ebu Hureyre’ye destek veren Muaviye, Kab’a da destek vermiş ve ona kıssa anlatmasını emretmiştir (İbni Hacer, İsabe).



VEHB İBNİ MÜNEBBİH


Kab, İsrailiyat kaynaklı uydurmalarda bir numaradır, onun hemen ardından ise Vehb İbni Münebbih gelir. Kendisi birçok sahabeye atıfla hadis nakletmiş; Ebu Hureyre, İbni Ömer, İbni Abbas da kendisinden hadis nakletmişlerdir. Ahmed Emin şöyle der: “Sıret kitapları, en eski ve en güvenilir olanları da dahil hurafe ve İsrailiyat’tan arınmış değildir. Tam aksine bunların kronolojik sırada en önce gelenleri İsrailiyat’la en fazla doldurulmuş olanlarıdır. İlk ve en güvenilir kaynak sayılan İbni İshak’a bakalım. Bu zatın esas kaynaklarından biri de Yahudilikten İslam’a geçen Vehb İbni Münebbih’tir. İbni İshak’ın ayrıca Hıristiyan ve Mecusi kaynaklardan da büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir” (Ahmed Emin, Duhaul İslam, 2. cilt). Ne yazık ki herkes Ahmed Emin’in tahlil ettiği gibi Vehb’i tahlil edememiş ve bol hadis nakletmek uğruna, doğrudan veya dolaylı olarak aşağıdaki gibi uydurmaları Vehb’den nakletmişlerdir:


Arşı dört melek omuzları üzerinde taşırlar. Her birinin dört yüzü vardır: Öküz yüzü, aslan yüzü, kartal yüzü ve insan yüzü. Her birinin dört kanadı vardır. Bunların ikisi yüzünü kaplar ve arşa bakıp yanıvermesini engeller. Onun azameti gökleri ve yerleri kaplamıştır.


Malti, Kitab et Tenbih



Reşid Rıza, Kab ve Vehb ikilisinin dine zararlarını ve uydurmalarını şöyle anlatır: “İsrailiyat rivayet eden ve Müslümanları kandırıp aldatanların en şerlileri bu ikisidir. Yaratılış, Peygamberler, geçmiş ümmetler, fitneler, kıyamet ve ahiret meseleleriyle ilgili olarak tefsir ve tarih kitaplarında yer almayan hiçbir hurafe yoktur ki üzerinde bu ikisinin imzası olmasın. Bu kişilerin rivayetleri arasındaki Tevrat ve diğer semavi kitaplara dayandırdıklarını iddia ettikleri nakiller, bu kitaplarla çeliştiğinden dolayı, birçoklarının yalan oluşu hususunda kesin hükme vardık. Kuşkusuz önceki alimlerin bunların farkına varması mümkün değildi. Zira onlar Ehli Kitab’ın kitaplarına muttali olamamışlardır. Kuşkusuz bu iki Yahudi’nin rivayetlerinin çoğu İsrailiyat kaynaklı hurafeler olup, tefsir ve diğer sahalarda yazılmış kitapları bulandırmışlardır. Bunlar yüzünden İslam düşmanı mülhidler, İslam’ın da diğer dinler gibi hurafeler ve evham dini olduğunu iddia etmişlerdir” (Reşid Rıza, Mecelletül Menar).



MESİHHİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI



Dinimize sokulan uydurmaların kaynaklarından biri Yahudi kaynaklı İsrailiyat olduğu gibi, bir diğeri ise Hıristiyan kaynaklı Mesihhiyat’tır. Mesihhiyat kaynaklı uydurucuların en önemlileri Temim ed Dari ve İbni Cureyc’dir. Deccaliyet, şeytan, ölüm meleği, cesas, cennet ve cehenneme dair izahlar, Hz. İsa hakkında uydurmalar, Mesihhiyat’tan dinimize devşirilen en önemli uydurmaların başında gelir. Mesihhiyat kaynaklı uydurmalara aşağıdaki hadisleri örnek gösterebiliriz:


Allah Resulü halkı topladıktan sonra şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki sizi korkutmak veya bir şeye teşvik etmek için toplamadım.


Sizi şunun için topladım. Temim ed Dari bir Hıristiyandı. Sonra gelip bana biat ederek Müslüman oldu ve bana şunu anlattı: O, iğrenç cüzzamlı otuz kişiyle bir deniz gemisine binmiş, yolda bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra denizin ortasında bir adaya ulaşmışlar. Güneşin battığı yerde yer alan bu adaya girdiklerinde kendileri kıldan önü arkası ayırt edilemeyen bir hayvan karşılayıp şöyle demiş: ‘Ben Cesase’yim.’ Sonra onlara manastırdaki bir adamı görmelerini önermiş. Temim ve arkadaşları manastıra girdiklerinde yaratılışça daha önce hiç görmedikleri kadar iri ve topuklarından boynuna kadar her yeri demirle bağlı bir adam görmüşler. Adam, onların hikayesini ve Arap olduklarını öğrenince kendilerine birçok soru sormuş. Temim ve arkadaşları da onu cevaplıyorlarmış. Sonunda: ‘Bana ümmilerin Peygamber’inden haber verin ne yaptı?’ demiş. Bunlar da ‘Mekke’den çıkıp Medine’ye yerleşti’ demişler. O, ‘Araplar onunla savaştı mı?’ diye sorduğunda, ‘Evet’ demişler. O zaman o, ‘Peygamber onlara nasıl bir muamelede bulundu?’ diye sormuş. Bunlar da ‘Karşısında bulunan Arapları hezimete uğratarak, kendisine itaat etmelerini sağladı’ cevabını vermişler. O zaman demiş ki: ‘Size kendimden bahsedeyim, ben Mesih’im, bana izin verilme zamanı yaklaştı. Çıktığımda kırk günde yeryüzünü dolaşıp, Mekke ve Medine dışında kırk gece içinde uğramadık köy bırakmayacağım. O iki şehirse bana haram kılınmıştır. Onlardan birine girmek istediğimde elinde kılıç olan bir melek beni karşılar ve bana engel olur.” Bunları zikrettikten sonra Peygamberimiz, asasını minbere vurarak şöyle dedi: “İşte Medine, işte Medine, işte Medine.”


Müslim, Fiten 119; Ebu Davud, K. Melahim 15; İbni Mace, K Fiten 33


Bu hadis Müslim, Ebu Davud, İbni Mace gibi Sunni düşüncenin tartışılmaz ilan edilmiş eserlerinde yer almaktadır. Bu hadislere inananlar; bunları inkar edenleri “Peygamber düşmanı”, kabul edenleri ise “gerçek Müslüman” ilan ediyorlar. Diğer bir Mesihhiyat kaynaklı uydurma hadisi daha inceleyelim:


Şeytan her insanı doğarken yaralar. Ancak Meryem oğlu İsa’yı yaralayamamış, yaralamak için gittiğinde onun örtüsüne vurmuştur.


Buhari, K Bedul Halk; Hanbel



Yukarıdaki hadisle Hz. İsa yüceltilirken, Peygamberimiz’in de içinde olduğu diğer insanlar, “şeytan tarafından yaralanmış” ilan edilirler. Bu hadisten sonra Peygamberimiz’in, kalbindeki şeytanın darbesinden kurtulmak için melekler tarafından beş defa ameliyat edilip kalbindeki siyah pıhtının çıkarıldığına dair yakışıksız hadisler de nakledilmiştir. Kimin tarafından? “En doğru hadis kitabı” Buhari ile Hanbeli mezhebinin kurucusu Hanbel tarafından. Yine de ısrarla savunulan şudur: Hadisleri inkar eden Peygamber’i inkar eder. “En doğru hadis kitabı” ise Buhari’dir. İşte “en doğru hadis kitabı”nın hadisi! İşte Kuran dışında başka hadis (söz) arayanların düştüğü durum!

Kaynak: Kur'an'daki Din
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Hadislerle mantık arasında çelişki olmaz. Kime göre müslümana göre...

Kur'an ile mantık arasında da çelişki olmaz, kime göre müslümana göre...

Müslüman olmayanlara göre, Kur'an'la mantık çelişiktir..!!!!!
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83

Sen, o sözle ne kastedilmiş onu anlamaya çalışacaksın! Anlayamıyor musun, o zaman anlayanlara müracaat edeceksin...

Hele hele bu gibi konuları, dedikodu meclislerinde kelam eder gibi, bir hutbede cum'a cemetine bunu anlatamazsınız. Bunu anlatmanız dahi, kendinizi de anlamadığınızın işaretidir.

Sizin yaptığınız şey,

İlim hassasiyeti değildir, film hassasiyetidir...

Buhari'ye, Müslim'e, Ebu Davud'a hakaret etmektir... Ki aynı mantıkla Kur'an'a dahi hakaret etmeniz mümkündür...

Ne demek istediğimi anlayan anladı!!!
 

garip70

Ordinaryus
Katılım
30 Kas 2009
Mesajlar
2,779
Tepkime puanı
309
Puanları
0
@Lailaheillallah

Sahihi Buhari var elimde. Ayrıca Kütübi Sitteyi'de okudum. Burada getirdiğiniz hadislerin çok büyük bir kısmını ne duydum ne gördüm. Asıl niyetiniz ne? Cevap vermeyeceğinizi biliyorum ama yine de sorayım. Niyetiniz ne?
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Kuran’ın anlattığı İslam’ın ve mezheplerin İslam’ının farkını daha iyi anlamak için somut olarak bazı konuların incelenip bu büyük farkın açığa çıkarılmasının faydalı olacağı kanaatindeyiz. Bu yüzden bu bölümde müzik ve resim gibi birkaç konuyu inceleyip, Kuran’ın anlattığı İslam’ın uydurulan dinden farkını göreceğiz.

TÜM KAİNAT ALLAH’IN SANATI


Allah kendi sanatını ve gücünü kimi zaman dünyamızın hareketlerinde, kimi zaman yağmurda, kimi zaman bir kuşun ötüşünde, kimi zaman bir menekşenin renklerinde gösterir… Kimi zaman ise bir müzik parçası, bir heykel, bir resim de Allah’ın sanatının, ilminin, gücünün göstergeleridir. Her şeyi yaratan Allah, hem evrendeki her şeyin hammaddesinin yaratıcısı, hem de bu hammaddelerin arka arkaya gelip herhangi bir şey oluşturmalarında rol alan fizik, kimya, biyoloji kanunlarının yaratıcısıdır. İnsanlar Allah’ın yarattığı demir gibi hammaddeleri alır, Allah’ın yarattığı fizik ve kimya kanunları çerçevesinde demire şekil verir, fizik kanunları çerçevesinde oluşturulan makinelerle, matematiksel hesaplarla birleşimler yapılır ve arabalar, uçaklar ortaya çıkar. Bunları yapan insan, Allah’ın yarattığı gözleri, beyni ve elleriyle, Allah’ın yarattığı hammaddelerle, Allah’ın yarattığı kanunlar çerçevesinde birleşimler yaptığı için; insanın arabayı, uçağı ve her şeyi icadı, aslında insanın, Allah’ın evrenin içine sakladığı potansiyelleri keşfidir. Aynı şekilde bir müzik parçası; çalındığı enstrümanlarının hammaddesinin ve kendisini meydana getiren notalar ile kelimelerin, potansiyel olarak meydana çıkabilecek olmasıyla, zaten kainatta mevcuttur. Müzisyen, Allah’ın yarattığı kainatta zaten mevcut olanı keşfeder ve şarkılar ile besteler yapar, bunları çalar ve söyler. Kainatın her noktasında Allah’ın varlığının delillerini bulmayı bilen akıl, baktığı kadar görmeyi de bilen göz; müzikte olsun, herhangi bir sanat eserinde olsun Allah’ın varlığının delillerini, Allah’ın yaratışının güzelliklerini görür. Kuran-ı Kerim’in hiçbir yerinde müziğin, heykelin ve resmin yasaklandığına veya kötü bir uğraş olduğuna dair tek bir izah yoktur. Oysa mezheplerin İslam’ı, Allah’ın yaratışındaki güzellikleri, hayatın neşesi, tadı, Allah’ın insanlara rahmeti olan sanatın birçok kolunu yasaklayıp; kendi kısır dünyalarını başkalarına da uygulamak istemişlerdir. Daha evvel gördüğümüz gibi Kuran’da yasaklanmayan her şey serbesttir. Yasak istisnadır, bir yasağın geçerliliği için Allah’ın bir emri, yani Kuran ayeti olması gerekir. Müzik, heykel, resim ve şiirin yasaklığına dair hiçbir ayetin olmaması, bunların serbestliği için yeterli delildir, ayrıca bunların serbest, helal olduğuna dair herhangi bir izaha gerek yoktur, aynı patlıcan yemek için özel bir ayete gerek olmadığı gibi. Kuran’da patlıcanın haram olduğuna dair hiçbir izah olmaması yeterlidir, ayrıca patlıcan yemenin helal olduğuna ilişkin, “patlıcan yiyebilirsiniz” diye bir açıklamaya ihtiyaç yoktur. Şimdi müzikten başlayarak mezheplerin İslam’ında neler uydurulmuş görelim:

MÜZİK DİNLEYENİN BAŞINA GELECEKLER


Musiki dinleyen bir kişiye cennette ruhanileri dinleme izni verilmez.


Kurtubi 14/53


Şarkı kalpte nifak bitirir.


Ebu Davud



Ümmetimden bir topluluk bulunacak saf ve yünlü ipeği, çalgı aletlerini helal edinecekler.


Sahihi Buhari



Allah şarkıyı, onun alışverişini, parasını, öğretmeyi ve dinlemeyi haram kılmıştır.


Muhammed Gazali, Nebevi Sünnet


Bu son hadisi kitabında zikreden Muhammed Gazali (doğumu 1917, Mısır), İbni Hazm’ın da izahlarını delil göstererek, nakilcileri inceleyerek, Ömer’den örnekler vererek; bu hadisin ve evvelki incelediğimiz hadislerin uydurma olduğunu ortaya koyar. Aslında Peygamber’in müzik dinlediğine, müziği teşvik ettiğine dair de hadisler vardır. Fakat birçok mezhep, yasaklayıcı hadislerin etkisinde kalmıştır (Türkiye’de en yaygın ve en çok taraftarı olan Hanefi mezhebi gibi). Bu arada vurmalı sazlarla müziğin helal olduğu, telli ve üflemeli sazların ise haram olduğuna dair mantık dışı birçok izah da mezheplerin temel dini kaynak diye sundukları ilmihal kitaplarında yer alır. “Peygamber zamanında def çalınıyor ve Peygamber de dinliyormuş, demek ki def, darbuka gibi vurmalı sazlar helal; telli, üflemeli sazların ise hepsi haramdır” diyerek, mezhepler, çelişkili açıklamalarını ilmihal kitaplarında halka sunmaktadırlar. “Peygamber zamanının ve yöresinin müziği, def tipi aletlerle yapılıyorsa, değişik kültürlerin kullandığı üflemeli ve vurmalı sazlar da helaldir” şeklinde basit bir mantığı bile çıkartamamaları, mezhep kurucularının kendi kültürlerini din diye yutturma gayretlerini göstermektedir. Sonuç olarak, her konuda olduğu gibi müzik konusunda da Kuran’ı dinin yeterli ve tek kaynağı olarak görmemek, mezhepleri çelişkili izahlara ve kaosa sürüklemiştir. Müzik kadar yoğun olarak karşı çıkılmasa da şiire de karşı çıkanlar olmuştur. Fakat genelde din dışı şiirler, aşk şiirleri kötü görülmüş, yalnız dini şiirlere izin verilmiştir.


Sizden birinizin içinin kusmuk ve kanla dolu olması şiirle dolu olmasından daha hayırlıdır.


M. Mesabih 4/4809



Şiire karşı çıkışlar müziğe olduğu kadar yoğun olmamasına karşın heykele neredeyse tüm mezhepler müzikten çok daha şiddetli bir şekilde karşı çıkmışlardır. Bazı yöneticilerin, tarihsel bir vaka olarak, putperestliğe yol açacağı endişesinden dolayı heykele karşı bir tavır koymuş olmaları mümkündür. Fakat böylesi, Kuran’da yer almayan bir tavır, ancak tarihsel bir yaklaşım olarak değerlendirilmeli ve bu tip yaklaşımlar dinin evrensel hükümleri gibi görülmemelidir. Heykele putperestliğe yol açtığı için karşı çıkıldığı söylenir. Ona bakılırsa Hindular ineğe tapmaktadırlar, bu durumda bütün inekleri öldürmemiz mi gerekmektedir? Mecusiler ateşe tapıyordu, Peygamber tüm ateşlerin söndürülüp bir daha ateş yakılmamasını emretti mi? Güneşe tapanlar olduğu için hiç güneş görmeyen kapalı bir yerde yaşama fikrine ne dersiniz? Kuran’ın hiçbir ayetinde yasaklanmazken, Hz. Süleyman’ın saltanatının bir ihtişamı olarak gösterilen heykele, bu ayetin beyanına rağmen, “haram” denerek nasıl karşı çıkılabilir?



Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kalkmayan kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın. Kullarımdan şükredenler azdır.


34-Sebe Suresi 13






MEZHEPÇİLER HZ. SÜLEYMAN’I NASIL DEĞERLENDİRİYORLAR?


Allah, Kuran’da heykeli gücün ve güzelliğin bir göstergesi şeklinde sunuyorken heykele nasıl karşı çıkılır? Peki, Hz. Süleyman dine titiz değil miydi de yukarıdaki ayetten öğrendiğimize göre heykeller yaptırdı? Bu iddiaları ortaya atanlar, Hz. Süleyman’dan daha mı dindardırlar, yoksa Hz. Süleyman günahkar mı? İnsanlar, Allah’ın indirdiğiyle yetinmeyip kendi kafalarına göre “din” yapınca, ortaya çıkan işte budur; mezheplerin karmakarışık, akıldışı ve uydurmalarla dolu yapıları.


Kim resim yaparsa, Allah ona Kıyamet günü yaptığı resim sebebiyle, resmindekilere ruh üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman resimdekilere ruh üfleyemez.


Buhari, Tabir 45; Nesai, Zinet 114



Köpek ve resim bulunan eve melekler giremez.


Tırmizi 4, No: 2955



Mezheplerin İslam’ında sanata düşmanlığın en yoğun olduğu konulardan biri ise resimdir. Canlı figür çizmek, aynı heykel gibi, Kuran’da bu konuda hiçbir yasak olmamasına rağmen yasaklanmıştır. Tabi bu arada aynı hadisle evde köpek beslemenin yasak olduğu şeklinde bir uydurmayı da İslam’a sokmuşlardır. Mezheplerin bu saçma izahlarıyla alay edenler, şöyle bir soru sorup mezhepçileri dalgaya almaktadırlar: “Azrail de bir melektir, eğer evde köpek besler veya eve resim asarsam, Azrail de evime giremeyeceğine göre, evdeyken ölmemem garanti olur mu?” İslam’ı yanlış tanıtıp insanların dinden uzaklaşmasına sebep olanlar, kendilerine inananları müzik, heykel ve resim gibi Allah’ın kulları için yarattığı güzelliklerden mahrum etmektedirler. Oysa Allah, Kuran’da şöyle buyurmaktadır:


De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?” De ki: “Bunlar dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için Biz ayetleri böyle detaylandırırız.


7-Araf Suresi 32


Kuran’a göre iman edenler Allah’ın yasaklamadığı güzelliklerden faydalanır ve Allah’a şükrederler. Gelenekçi İslam ise sürekli yasaklamada, zorlaştırmada, çirkinleştirmede ve eziyette medet arar. Bu zihniyetin sahipleri, Allah’ın yasaklamadıklarını yasaklayarak insanları Allah’a daha fazla yaklaştırdıklarını, daha takva (daha makbul bir kul) yaptıklarını zannederler. Oysa Allah dinden eksiltmeyi de, dine ilaveyi de kınar. Her iki hareket de Allah’tan olanı insani olanla karıştırmak demektir.


Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez.


5- Maide Suresi 87


HAYATIN RENKLERİNİN DÜŞMANLARI

Allah’ın bu ve benzeri ayetlerine aykırı hareket edilmesi yüzünden dinimiz çok büyük zarar görmüştür. Örneğin müzik hakkında tüm bu kısıtlamalar olmasaydı, İslam âleminden herhalde çok daha fazla müzisyen ve müzik eseri çıkardı. Hıristiyan uydurmacılığı daha ziyade Peygamberleri’ni ilahlaştırarak iş görürken, bizim uydurmacılarımız ise dine ilavelerle dini yozlaştırarak ve hayatı renksizleştirerek iş gördüler. Müzik sayesinde birçok dini mesaj verilip, insanların bilinçaltına birçok gerçek yerleştirilebilirdi. Bizdeki kısıtlı dini müzik eserlerine karşı Hıristiyanların sayısız üretimini ve bunu dini anlatmada nasıl olumlu bir şekilde kullandıklarını dikkate alırsak, müzik yasağının dinimize verdiği bir zararı anlayabiliriz. Aynı şekilde heykel ve sanatın diğer birçok öğesinin yasaklanmaması, Hıristiyanların bu unsurları da kullanıp daha estetik bir yaşam tarzı oluşturmalarını sağlamıştır. Birçok insan Hıristiyan uydurmacılığının inanç alanına soktukları saçma izahlara rağmen, sırf bu daha medeni ve renkli yaşam stilinin etkisiyle Hıristiyan olabilmiştir. Oysa inanç alanını uydurmacılıktan daha sağlam bir şekilde korumalarına rağmen, uygulama alanında kapılarını ardına kadar uydurmalara açan dinimizin mezhepleriyse; daha mantıklı inanç izahlarına rağmen renksiz ve içinden çıkılmaz hayat görüşleriyle birçok insanı dinimizden kaçırmışlardır. Kuran’ın anlattığı din ile uydurulan dinin farkını bilmeyen yığınlarsa, birçok şeye olduğu gibi sanata da düşman çöl bedevisi zihniyetinin sunduğu dini, gerçek din sanıp, ondan uzaklaşmışlardır. Hıristiyanlar nasıl Hz. İsa’yı ilahlaştıran izahları dinlerinden atıp Allah’ın indirdiği şekliyle dinlerini ortaya çıkarmak zorundaysalar, biz de dinimize yapılan bu ilavelerden dinimizi kurtararak mezheplerin, geleneklerin ve uydurmaların İslam’ından Kuran’ın anlattığı İslam’a dönmek zorundayız.


RESSAMLIK PUTPERESTLİKTEN KÖTÜ MÜ?

Sanata “din” adına yapılan zulmü iyice görmek için şu uydurma hadisleri de inceleyelim:


Resim yapanlara kıyamet günü muhakkak azap olunur. Bu kimselere, “Yaptığınız resimleri diriltin” denir.


Süneni İbni Maceh: 2151


Şu resimleri yapanlar yok mu? İşte kıyamet günü bunlara “haydi yaptığınız resimlere can veriniz” diye azap edilir.


Buhari 12


Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacak olan ressamlardır.
İbn Hacer El Heytemi, İslam’da Helal ve Haramlar 2; Buhari, Tesavir 89

Sonuncu hadise göre resim yapmak zinadan, adam öldürmekten, hatta putperestlikten bile daha tehlikeli sayılabilir. Çünkü putperestlerin veya katillerin değil, ressamların en büyük azaba çarptırılacağı, Peygamberimiz’e iftira olarak uydurulan bu hadisle “dini bilgi” diye Müslümanlar’a sunulmuştur. Görüldüğü gibi Kuran dışında dini kaynak kabul etmemenin, herhangi bir mezhebin bağlısı yerine sadece ve sadece -takısız- Müslüman olmanın önemi her delilde bir kez daha anlaşılmaktadır. Ayrılığın iyi olduğunda ayrılığa düşmeyen hadisçiler, en çok azabın kime yapılacağı konusunda da, satrancı sevmeyen birinin şu uydurması sayesinde ayrılmışlardır:

Kıyamette en acı azabı görecek insan satranç oynayan kimsedir.
Hafız Zehebi, Büyük Günahlar

Hafız Zehebi, İbni Abbas’ın, nasıl bir yetimin satranç aletini yaktığını, satranç haram olmasa bu aleti yakmasının mümkün olmayacağını anlatarak; satranç konusunda “dini” bilgiler aktarır. Artık dinimizin içine sokulmuş bunlara benzer saçmalıklardan dinimiz kurtulsun; insanları karanlıklara boğan bu izahların çöl bedevilerinin işi olduğunu, Kuran’ın anlattığı İslam’da bunların olmadığını herkes öğrensin.

De ki: “Size ne oluyor ki Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir kısmını haram, bir kısmını helal yapıyorsunuz?” De ki: “Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”


10- Yunus Suresi 59

Kaynak: Kur'an'daki Din
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Bir evvelki bölümde görüldüğü gibi Allah, Kuran’ın korunduğunu ve içinde çelişki olmadığını söylemektedir. Allah, Kuran’ın çelişkisiz olmasını, Kuran’ın kendi tarafından vahyedildiğine delil gösterir. Buradan dinin kaynağının, çelişkisiz ve korunmuş olması gerektiği sonucu da çıkar. Bu mantıktan hareketle 6. bölümde, hadislerin Kuran ayetleriyle çeliştiklerini ortaya koyup,hadislerin dinin kaynağı olamayacağını gösterdik. Bu bölümde ise hadislerin kendi aralarındaki çelişkilerini de gösterip; hadislerin çelişkili ve korunmamış olduklarını, dolayısıyla dinin kaynağı olamayacaklarını bir de bu yönden gözler önüne sereceğiz. Böylece hadis kitaplarında, doğru ile yalanın ayırt edilemeyecek şekilde karıştıklarını bir kez daha anlayacağız. Herhangi bir hadis Kuran, başka bir hadis ve mantıkla çelişmiyorsa dahi zandır. Din ise aşağıdaki ayetten de anlaşılacağı gibi “zan” üzerine bina edilemez.


Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar.


6- En’am Suresi 116


Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Doğrusu zan gerçek adına hiçbir şey ifade etmez. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını bilendir.


10- Yunus Suresi 36





Ey iman edenler! Zandan çok sakının çünkü zannın bir kısmı günahtır.


49- Hucurat Suresi 12


Ayetlerden insanların çoğunluğunun “zan”na uyduğunu fakat bunun bir şey ifade etmeyeceğini görüyoruz. Dini hadislere bina etmeye çalışmak; dini, “zan” gibi çürük bir temele bina etmektir. Oysa elimizde Kuran gibi her açıdan mucize, korunmuş, çelişkisiz, sapasağlam bir temelimiz vardır. Şimdi de aşağıda vereceğimiz on örnekten hareketle hadislerin kendi aralarındaki çelişkilerini ortaya koyup, başından beri söylediğimiz gibi hadislerin güvenilmezliğini ve dolayısıyla dinin temeli olamayacaklarını farklı bir açıdan görelim:


1- ORUÇLU İKEN KAN ALDIRILIR MI?


1. Çelişik Hadis: “Kan aldırmak, yapanın da yaptıranın da orucunu bozar.”


Tirmizi Oruç 60; Ebu Davud Oruç 28; Buhari Oruç 32


2. Çelişik Hadis: “Peygamber’imiz oruçlu iken kan aldırmışlardır.”


Ebu Davud Oruç 29-30; Tirmizi Oruç 59; Buhari Tıp 11


Peygamberimiz eğer kan aldırmanın orucu bozduğunu söyleseydi, hiç şüphesiz kendisi kan aldırmazdı. Üstelik Kuran’da orucu; yemek, içmek ve cinsel ilişkinin bozduğu geçer. Yani birinci çelişik hadis, ikinci hadisle olduğu gibi Kuran’la da çelişmektedir. Fakat “en doğru” denen altı hadis kitabının üçünden yaptığımız bu alıntılar, çelişik hadislerin “en doğru” kabul edilen kitaplara bile girdiğinin bir delilidir.
3- ORUÇLU İKEN HANIM ÖPÜLÜR MÜ?


1. Çelişik Hadis: “Peygamber oruçlu iken hanımlarını öptü.”


İbn-i Kuteybe, Hadis Müdafası


2. Çelişik Hadis: “Oruçluyken hanımını öpenin durumu sorulduğunda Peygamber; ‘Orucu bozulmuştur’ dedi.”


İbn-i Kuteybe, Hadis Müdafası


Bu hadisler aslında İbn-i Kuteybe’nin dışında kütübü sitte denilen meşhur altı hadis kitabında da vardır. Fakat bu hadislere, İbn-i Kuteybe’nin, çelişik ve mantıksız hadisleri zorlama yorumlarla kurtarmak çabasından ibaret olan eserinde de rastlayabilirsiniz. Eğer hadislerin mantıksızlığını ve çelişikliğini bu hadisleri savunan birinin eserinden öğrenmek istiyorsanız size İbn-i Kuteybe’nin “Hadis Müdafası” kitabını tavsiye ederiz. Bir hadise göre Peygamber oruçlu iken hanımını öpüyor, diğer hadis oruçlunun öpüşemeyeceğini söylüyor. Belli ki bu hadislerden en az biri uydurmadır. İkisini de doğru olarak kabul etmek; Peygamber’i, ne yaptığını bilmez, çelişkili hareketleri olan bir kişi gibi göstermektir. Bu yüzden Peygamber’e en büyük iltifat; hadisleri bir kenara bırakıp din adına yalnız Kuran’ı esas almakla olur.





4- BİR NAMAZ İKİ KERE KILINIR MI?


1. Çelişik Hadis: “Biriniz evinde namazı kılar da sonra namaz kılmakta olan imama yetişirse, onun arkasında namaza dursun. İkinci kıldığı onun için nafile olur.”


İbn-i Kuteybe, Hadis Müdafası


2. Çelişik Hadis: “Bir namazı günde iki defa kılmayın.”


Ebu Davud 2/56


İkinci hadis hem birinci hadisle, hem de Kuran’la çelişir. Kuran’da namaz kılmak övülmüştür. Fazladan kılınan namazın ne zararı olabilir? Kimi durumlarda, kılınacak olan bir namazın kılınmamasına neden olacak bu hadis, kişilerin Allah’ı daha çok anmasını engellemektedir.

6- SU NASIL İÇİLİR?


1. Çelişik Hadis: “Peygamber ayakta su içilmesini yasakladı.”


Ebu Davud 4/No:3717


2. Çelişik Hadis: “Peygamber’i sizin benim gibi ayakta su içerken gördüm.”


Ebu Davud 4/No:3718


Bu örnek hadislerdeki birinci hadis, kendisiyle çelişen ikinci hadis de olmasına rağmen daha çok itibar görmüştür. Günümüzde de geleneksel İslami yaklaşımı benimseyenlerin, suyu oturarak ve üç yudumda içtiklerini ve bundan da sevap beklediklerini görebiliriz.


7- AYBAŞILI KADIN CAMİYE GİREBİLİR Mİ?


1. Çelişik Hadis: “Peygamberimiz caminin bahçesine girerek şöyle dedi: ‘Şurası muhakkak ki cami ne cenabete, ne aybaşılıya helal değildir.’”


Müslim, Hayz 11; Ebu Davud, Taharet 104; Tirmizi, Taharet 101; Süneni Nesei, Hayz 18


2. Çelişik Hadis: “Peygamber’in hanımı anlatıyor: ‘Peygamberimiz, bizden biri aybaşılı olduğu halde, onun kucağına başını koyar ve Kuran okurdu. Bizden birimiz aybaşılı iken camiye gidip Peygamber’e birşeyler götürürdük.’”


Süneni Nesei, Hayz


Bir hadise göre aybaşılı kadın camiye girebilirken, diğer hadise göre aybaşılı kadın camiye giremez. (Aybaşılı kadının ibadetlerden nasıl alıkonduğunu 35. bölümün 2. sorusunda, 36. bölümün namaz kısmında ve 21. bölümde inceleyeceğiz.)


8- HACDA İHRAMLI OLAN EVLENEBİLİR Mİ?


1. Çelişik Hadis: “Peygamber Meymune ile evlendiği zaman her ikisi de ihramlıydı.”


Süneni Nesei, 5-6/179





2. Çelişik Hadis: “İhramlı olan bir kişi (hacda olan) ne evlenebilir, ne kız isteyebilir, ne de başkasının nikahını kıyabilir.”


Nesei 5,6/249


Kuran’da haccın nasıl yapılacağı açıklanmıştır. Kuran ile yetinmeyip, din, hadislere bina edilmeye kalkışılınca ortaya çıkan çelişkiler yumağı ortadadır.


9- ERKEKLERİN BALDIRI GÖZÜKEBİLİR Mİ?


1. Çelişik Hadis: “Baldırları açık olan bir sahabeye Peygamberimiz rastlamış ve ‘Baldırlarını ört. Baldırlar da avret yerlerindendir.’ demiştir.”


Tehzibut Tezhip 2/69


2. Çelişik Hadis: “Peygamber’imiz evde baldırları açık yan üstü yatıyorlardı. Ebu Bekir izin istedi Peygamber hiç istifini bozmadan izin verdi. Ömer istedi aynı şekilde ona da verdi.”


Hanbel 1/71


Hadislerden birine göre baldırları örtmek gerekir. Diğer hadiste ise Peygamber’in yanına birileri gelmesine rağmen baldırlarını örtmediği gözükür. Nitekim bazı mezhepler birinci hadisi alıp erkeklerin dizle göbek arasını örtmelerinin farz olduğu şeklindeki bir uydurma hükmü dine sokmuşlardır.


10- ÖLÜ HAYVANIN DERİSİ NE OLACAK?


1. Çelişik Hadis: “Peygamberimiz; ‘Deri işlendi mi temiz olur’ dedi. Sonra ölü bir koyuna rast geldi ve ‘Onun derisinden faydalansanıza’ dedi.”


Buhari 72/30


2. Çelişik Hadis: “Peygamberimiz ‘Ölü hayvanın ne derisinden ne de sinirinden faydalanınız.’ dedi.”


Hanbel 4/310,311


Kuran’a göre hayvan leşi yemek haramdır. Leşin derisinin haramlığına dair Kuran’da bir ifade yer almaz. Bu konuda alıntıladığımız iki hadisten birine göre leşin (ölü hayvanın) derisi kullanılamaz, diğerine göre ise kullanılabilir.


Elimizde çelişkisiz Kuran varken, çelişkiler yığınına dönmüş hadislerle uğraşmak bizi Kuran’dan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Allah’ın elçisi Peygamberimiz Hz. Muhammed, ahirette toplumundan şu şekilde şikayetçi olacaktır:


Elçi de şöyle der; “Ey Rabbim, benim toplumum bu Kuran’ı devre dışı tuttular.”


25- Furkan Suresi 30

Kaynak: Kur'an'daki Din
 

AlpBilge

Yasaklı
Katılım
1 Şub 2015
Mesajlar
706
Tepkime puanı
33
Puanları
0
"İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Sana onları hak olarak okuyoruz. Hâl böyleyken onlar Allah'ın ayetlerinden sonra hangi hadise inanıyorlar?" (Casiye 6)

"Onlar artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi hadise inanacaklar?" (Mürselat 50)
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir



ÖLÜ HAYVANIN DERİSİ NE OLACAK?


1. Çelişik Hadis: “Peygamberimiz; ‘Deri işlendi mi temiz olur’ dedi. Sonra ölü bir koyuna rast geldi ve ‘Onun derisinden faydalansanıza’ dedi.”


Buhari 72/30


2. Çelişik Hadis: “Peygamberimiz ‘Ölü hayvanın ne derisinden ne de sinirinden faydalanınız.’ dedi.”


Hanbel 4/310,311




Eti yenen hayvanların usulüne göre kesilmesi halinde eti gibi derisinin de dinî bakımdan temiz sayılacağı ve tabaklamaya gerek kalmadan kullanılabileceği hususunda mezhepler görüş birliği içindedirler. Ölmüş veya usulüne göre kesilmediği için bu hükümde olan hayvan derisinin tabaklanmadan kullanılamayacağı konusunda da ittifak vardır.


Hayvan derilerinin kullanılması hususunda en geniş yorumu yapan Hanefî fakihlerine göre eti yensin veya yenmesin domuz dışındaki bütün hayvanların derileri kullanılır. Bir hayvan canlı iken kesilmişse derisini tabaklamaya gerek yoktur. Ölü olarak bulunan hayvanların derileri ise ancak tabaklanarak kullanılır. Bazı hadislerde ölmüş hayvan etinin yenilmesinin haram, derisinden faydalanmanın câiz olduğu ifade edilirken başka hadislerde tabaklamanın deriyi temizlediği bildirilmiştir (Buhârî, “BüyûǾ”, 10; Müslim, “Ĥayz”, 100, 105; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 41; Tirmizî, “Libâs”, 7; Nesâî, “FerǾ ve’l-Ǿatîre”, 4). Bu hadisleri birlikte değerlendiren fakihler, ölü hayvan derisinin tabaklanmakla temizleneceği sonucuna varmışlardır.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir




1- ORUÇLU İKEN KAN ALDIRILIR MI?


1. Çelişik Hadis: “Kan aldırmak, yapanın da yaptıranın da orucunu bozar.”


Tirmizi Oruç 60; Ebu Davud Oruç 28; Buhari Oruç 32


2. Çelişik Hadis: “Peygamber’imiz oruçlu iken kan aldırmışlardır.”


Ebu Davud Oruç 29-30; Tirmizi Oruç 59; Buhari Tıp 11



Bu iki hadisi birlikte değerlendiren bilginlerin çoğu, birinci hadisi “Hacamat yapanın kanı özel alet ile emerken ağzına kaçırabileceği, hacamat yaptıran ise kan verdiği için zayıf düşerek hasta olabileceği için oruçları bozulma tehlikesi ile karşı karşıya kalır.” şeklinde yorumlamış ve ikinci hadisi esas alarak kan vermenin orucu bozmayacağı sonucuna varmışladır. Buna göre, Ramazanda oruçlu iken kan verenin orucu bozulmaz (İbn Kudame, el-Muğni, III, 36).
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir






2. Çelişik Hadis: “Oruçluyken hanımını öpenin durumu sorulduğunda Peygamber; ‘Orucu bozulmuştur’ dedi.”


İbn-i Kuteybe, Hadis Müdafası




Ahmed b. Hanbel ve ibn Mâce'nin Hz. Peygamber'in (s.a.) cariyesi Meymûne'den rivayet ettikleri hadise gelelim. Meymûne şöyle rivayet eder: "Hz. Peygamber'e (s.a.), hem hanımı hem kendisi oruçlu iken hanımını öpen kişinin durumu soruldu: Orucunu bozmuştur, buyurdu."

Hz. Peygamber'in (s.a.) böyle buyurduğu sahih olarak nakledilmemiş-tir. Senedde, Ebu Yezîd ed-Dınnî vardır ki, bu hadisi Sa'd'ın kızı Meymû*ne'den rivayet etmiştir. Dârakutnî, Ebu Yezîd için: "O, tanınmamaktadır ve bu hadis de sabit değildir" demiştir. Buharı ise: "Bu hadisi rivayet et*mem, bu hadis münkerdir, Ebu Yezîd de meçhul bir râvidir." diyor.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir

9- ERKEKLERİN BALDIRI GÖZÜKEBİLİR Mİ?


1. Çelişik Hadis: “Baldırları açık olan bir sahabeye Peygamberimiz rastlamış ve ‘Baldırlarını ört. Baldırlar da avret yerlerindendir.’ demiştir.”


Tehzibut Tezhip 2/69


2. Çelişik Hadis: “Peygamber’imiz evde baldırları açık yan üstü yatıyorlardı. Ebu Bekir izin istedi Peygamber hiç istifini bozmadan izin verdi. Ömer istedi aynı şekilde ona da verdi.”


Hanbel 1/71


Hadislerden birine göre baldırları örtmek gerekir. Diğer hadiste ise Peygamber’in yanına birileri gelmesine rağmen baldırlarını örtmediği gözükür.





Cevap: Örtünme ayeti inmeden öncesiyle indikten sonraki dönemin uygulamalarını birbirine karıştırmayın.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
HACDA İHRAMLI OLAN EVLENEBİLİR Mİ?


1. Çelişik Hadis: “Peygamber Meymune ile evlendiği zaman her ikisi de ihramlıydı.”


Süneni Nesei, 5-6/179





2. Çelişik Hadis: “İhramlı olan bir kişi (hacda olan) ne evlenebilir, ne kız isteyebilir, ne de başkasının nikahını kıyabilir.”


Nesei 5,6/249




Mekke'de ihramlı iken olan yasaklar, Medine'de yasak değildir.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
B



4- BİR NAMAZ İKİ KERE KILINIR MI?


1. Çelişik Hadis: “Biriniz evinde namazı kılar da sonra namaz kılmakta olan imama yetişirse, onun arkasında namaza dursun. İkinci kıldığı onun için nafile olur.”


İbn-i Kuteybe, Hadis Müdafası


2. Çelişik Hadis: “Bir namazı günde iki defa kılmayın.”


Ebu Davud 2/56




n

Namazını kılan kişinin; rastladığı bir cemaate tekrar katılıp onlarla namaz kılması konusunda iki durum söz konusudur. Bunlar:
1. Namazını daha önce tek başına kılmış olabilir.
2. Namazını daha önce cemaatla kılmış olabilir.


Tek başına namaz kıldıktan sonra bir cemaate yetişen kişi onlara uyarak yeniden kılar mı?


Yezid b.el-Esved'den (ra); rivayet edildiğine göre,Peygamber Efendimiz namaz kıldırdıktan sonra, iki kişinin mescidin bir köşesinde namaz kılmayıp oturduklarını gördü. Onlara neden cemaatle beraber namaz kılmadıklarını sorunca, "Biz evimizde kıldık" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (asm) "Böyle yapmayınız. Sizden biri evinde namazı kılıp sonra da imamı namaz kılmamış bir halde bulursa onunla birlikte yine kılsın. Çünkü o kendisi için nafile olur" buyurdu. (Ebu Davud, Salat, Salat, 575; Tirmizî, salât 49; Nesâî, imame 54; Dârimî, salât 97; Ahmed b. Hanbel, 4/161)


Diğer bir rivayete göre, Mihcen (ra), Peygamber efendimizle beraber bir meclisteydi. Bu esnada namaz için kamet getirildi. Allah'ın elçisi (asm) kalktı ve namaz kıldıktan sonra aynı yere döndü. Mihcen orada olduğu halde onunla beraber namaz kılmamıştı. Allah'ın elçisi (asm) ona: İnsanlarla beraber namaz kılmaktan seni alıkoyan nedir? Sen Müslüman olmadın mı? dedi. Mihcen, bilakis Müslümanım ya Rasulallah! Fakat ben namazımı (evde) ailemle kılmıştım, deyince, Peygamberimiz, ona şöyle buyurdu:


(Mescide, cemaate) geldiğinde önceden namaz kılmış olsan bile insanlarla beraber tekrar namaz kıl!
(Nesai 857, Muvatta, Cemaatle Namaz 8)

Şevkânî Neylü'l-Evtâr'da bu iki namazdan hangisinin farz hangisinin nafile olduğu hususunda ihtilâf bulunduğunu söyleyerek bu ihtilafları şu şekilde sıralar:



Haris, Evzâî, Şâfiîlerden bazılarına göre birincisi tek olarak, ikincisi cemaatle kılınmışsa, farz sonradan kılınandır. Hanefî, Şafiilerin cumhuru ve (Mugnî'nin ifadesine göre) Hanbelîlere göre önce kılınan, farz yerine geçer. Şâfiîlerden bazıları, bu iki namazdan hangisi daha kâmil ise farzdır, derken, bazıları da farzın hangisi olduğu belli değildir, Allah dilediğini farz, dilediğini nafile sayar, görüşündedirler.


Bu hadisin zahirinden anlaşılmaktadır ki, kişi hangi namaz olursa olsun, bir namazı tek başına kılar da sonradan cemaate tesadüf ederse, o cemaate iştirak eder. Zira Hadis mutlaktır, herhangi bir namaza işaret edilmediği gibi, hiç bir namaz istisna da edilmemiştir. Hattâbî'nin bildirdiğine göre Hasan, Zührî, Ahmed, İshak ve Şafiî'nin görüşleri bu merkezdedir. Neha'î ve Evzâî'ye göre akşam ve sabah namazları kılınmışsa sonraki cemaate iştirak edilmez, diğerlerinde iştirak edilir. Mâlik ve Sevrî ise, akşam namazından sonra, tekrar cemaate uymanın mekruh olduğunu söylerler.



Hanefîlere göre sabah, ikindi ve akşam namazlarından birini tek olarak kılan bir kimse, sonra bir cemaate tesadüf ederse o cemaate iştirak edemez, diğer namazlarda nafile olarak iştirak edebilir. Abdullah b. Ömer "Akşam namazını yahut sabah namazını kıldıktan sonra imama yetişen kimse onları tek*rar kılmasın." demiştir. (Muvatta, Salatü’l-Cemaa, 3) Bu ifadenin Peygamberimize ait olduğu da rivayet edilir. (bk. Fethu’l-Kadir, 1/412 ) İbnü’l-Hümam, bu hadisin Darakutni tarafından rivayet edildiği bilgisinin olduğunu, ancak onun Sünen’inde bunu bulamadığını, bununla beraber, Garaibu Malik isimli eserinde veya diğer eserlerinden birinde olabileceğini söyler. (bk. Fethu’l-Kadir, a.y.)


"Akşam namazını yahut sabah namazını kıldıktan sonra imama yetişen kimse onları tek*rar kılmasın."
ifadesiyleHz. Peygamber’in (asm) sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindiden sonra da güneş batıncaya kadar nafile, kılmayı yasaklaması
(Buhari, Mevakitü’s- Salat, 30; Ebu Davud, İlim 13) Hanefîlerin görüşünü teyid etmektedir.


Cemaatla namaz kıldıktan sonra başka bir cemaate yetişen kişi yeniden kılar mı?



Süleyman b. Yesâr demiştir ki; Belât'a İbn Ömer'in yanına geldim. Onlar namaz kılıyorlardı. İbn Ömer'e: Onlarla birlikte namaz kılmıyor musun?" dedim. Ben namazımı kıldım. Resûlullah’ın (asm) "Bir namazı bir günde iki defa kılmayınız" buyurduğunu duydum, dedi. (Ebu Davud, Salat, 579)

Anlaşıldığı üzere Süleyman b. Yesâr, Belât denilen yere vardığında, o muhitin ahâlisi namaz kılmakta oldukları halde İbn Ömer (r.a.) namaza iştirak etmeyip bir kenarda oturmakta imiş. Süleyman b. Yesâr bu durumu yadırgayıp niçin onlarla namaza durmadığını sormuş; o da soruyu Hz. Peygamber’den (asm) “Bir günde bir namazı iki kere kılmayınız" hadisiyle cevaplandırmıştır.



İlk bakışta bu hadisle, bir önceki hadisler arasında bir çelişki varlığı zannedilmektedir. Çünkü o hadislerde, evinde namazını kılan kişi bir cemaate eriştiği takdirde, cemaatle birlikte namaz kılmaya teşvik etmektedir. Bu hadis ise, bir namazın aynı günde iki defa kılınamayacağını ifâde etmektedir. Varlığı zannedilen bu çelişki şu şekilde giderilebilir:



Önceki hadislerdeki; cemaate erişildiği zaman kılınacak olan ikinci namaz, kılınmış olan farz namaz değil, nafiledir. Gelen kişi, insanlar namaz kılarken oturmamak ve elde edemediği cemaat sevabına nail olmak için na¬maza durur. Bu kıldığı ikinci namazı nafile olur. Bu hadiste men edilen ise, aynı farz namazı, farz niyetiyle iki defa kılmaktır.
 
Üst