Cübbeli Ahmet Hocaefendi'nin 13 Eylül 2012 Perşembe Metris Cezaevinden Sevenlerine Yazmış Olduğu Mektup..
اÙŽلْØ*ÙŽمْد٠لÙلّٰه٠رÙŽبÙÙ‘ الْعÙŽالÙŽمÙينÙŽ، خَالÙق٠الْبÙŽرÙÙŠÙŽّة٠وÙŽكÙŽاشÙÙ٠الْكÙرْبÙŽةÙØŒ ÙˆÙŽالصÙŽّلÙŽاة٠وÙŽالسÙŽّلÙŽام٠عÙŽلٰى سÙŽيÙّدÙÙ†ÙŽا Ù…ÙØ*ÙŽمÙŽّد٠مÙولÙÙŠ النÙّعْمÙŽة٠وÙŽمÙؤْتÙÙŠ الرÙŽّØ*ْمÙŽةÙØŒ ÙˆÙŽعÙŽلٰى أٰلÙÙ‡Ù ÙˆÙŽصÙŽØ*ْبÙه٠الÙŽّذÙينÙŽ Ù‡Ùمْ Ø£ÙŽهْل٠التÙŽّقْوٰى ÙˆÙŽأÙŽهْل٠الْمÙŽرْØ*ÙŽمÙŽةÙ
Efendi kardeşlerim! Bugüne kadar bedenimize hizmete çalıştık, çok yorulduk fakat bir şeye nail olamadık. Kimimiz de tarikata çalışıyoruz diye canımızı çıkarttık ama İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû)nun naklettiği bir beyitte buyrulduğu üzere:
ÙˆÙŽكÙŽمْ Ù…Ùنْ سÙŽائÙر٠سÙŽارÙوا ÙˆÙŽطÙŽارÙوا ÙÙŽعÙŽادÙوا صÙÙْرÙŽ جÙŽيْب٠وÙŽالْيÙŽدÙŽيْنÙ
“Nice seyr-u sülûk yapanlar var ki (manevi yolda) yürüdüler, sonra uçtular ama sonunda cepleri ve elleri boş döndüler” sırrına çarpıldık. Artık bundan sonra hakiki manada ruhumuza hizmet etmeye çalışalım ki insanın hakikati olan bâtınî tarafımıza yatırım yapmış olalım. Şair:
ÙŠÙŽا خَادÙÙ…ÙŽ الْجÙسْم٠كÙŽمْ تÙŽشْقٰى بÙØ®ÙدْمÙŽتÙه٠أÙŽتÙŽطْلÙب٠الرÙّبْØ*ÙŽ Ù…ÙÙ…ÙŽّا ÙÙيه٠خÙسْرÙŽانÙØŸ!
Ø£ÙŽقْبÙلْ عÙŽلÙŽى الرÙّوØ*Ù ÙˆÙŽاسْتÙŽكْمÙلْ ÙÙŽضÙŽائÙÙ„ÙŽهÙŽا ÙÙŽأÙŽنْتÙŽ بÙالرÙّوØ*Ù Ù„ÙŽا بÙالْجÙسْم٠إÙنْسÙŽانÙ
“Ey cismine hizmet eden kişi daha ne kadar uzun hizmetinde yorulacaksın,
Zarar ziyan barındıran şeyden mi kâr umuyorsun?!
Artık ruha yönel ve onun fazîletlerini tamamlamaya çalış,
Çünkü sen cisminle değil, ruhunla insansın”
şiirinde ne büyük bir hakikate temas etmiştir.
Eğer biz bundan sonra kalan ömrümüzü Ehl-i Sünnet’e göre itikadımızı tashih, imanımızı tecdid, amelimizi ıslah, nefsimizi tezkiye ve kalbimizi tasfiye yolunda harcarsak yani şeriat-ı ğarrânın, kendileri üzerine kurulu bulunduğu ilim, amel ve ihlastan ibaret üç sacayağını ikame edersek (dik tutarsak) işte o zaman herkesin ağladığı gün gülenlerden oluruz.
Şair bu hususu şu beytinde ne kadar veciz bir üslupla ifade etmiştir:
ÙˆÙŽلÙŽدÙŽتْكÙŽ Ø£ÙÙ…ÙّكÙŽ ÙŠÙŽابْنÙŽ أٰدÙŽمÙŽ بÙŽاكÙيًا ÙˆÙŽالنÙŽّاس٠Ø*ÙŽوْلÙŽكÙŽ ÙŠÙŽضْØ*ÙŽكÙونÙŽ سÙرÙورًا
ÙÙŽاØ*ْرÙصْ عÙŽلٰى عÙŽمÙŽل٠تÙŽكÙون٠إÙØ°ÙŽا بÙŽكÙŽوْا ÙÙÙŠ ÙŠÙŽوْم٠مÙŽوْتÙÙƒÙŽ ضÙŽاØ*Ùكًا Ù…ÙŽسْرÙورًا
“Ey âdemoğlu! Annen seni doğurduğunda sen ağlıyordun,
Etrafındaki insanlar ise sevinçle gülüyorlardı.
Artık sen öyle bir amel kazanmaya düşkün ol ki,
Öleceğin gün onlar ağladığında sen güleç yüzlü ve sevinçli olasın”
Bu beyti ilk defa 1979 senesinde Rize’de okurken merhum Tahir Büyükkörükçü Hocamız’ın bir vaazında kasetten dinlemiş ve çok etkilenmiştim. Şimdi bu vesileyle tekrar hatırıma geldi.
Bunu kazanmanın sırrı en azından benim yazdığım “İtikad Risalesi”, “Abdest Risalesi”, “Namaz İlmihali”, “Oruç Risalesi”, “Hac Umre Risalesi” ve “Tâdil-i Erkan Risalesi” gibi iman ve amel konusunda telif edilen eserleri okuyup amel etmekten geçer.
Ne zaman öleceğimiz belli değil. Öldüğümüzde imandan ve bu amellerden mesul tutulacağımız muhakkak, doğru hesap verdiğimizde cennete gideceğimiz, muhasebeyi tamam edemediğimizde ise cehenneme gitme tehlikesi mevzu bahistir. Hal böyleyken ne duruyoruz da hâlâ bu vazifeleri ikmale çalışmıyoruz.
Kaza namazları, oruç yahut zekat borcu olan veya hac farz olup da hâlâ gitmemiş olarak yaşayan hem de boş vakit bularak, keyif yaparak, fazlaca uyuyarak, boş konuşarak hayat geçiren kişi daha ne bekliyor da bu vazifelerini yerine getirmiyor, bu borçlarını ödemiyor?!
Yoksa ölüm meleğinin ve yardımcısı melâike-i kirâmın gelip canını almasını, ölüm emrinin gelmesini ve Rabbinin huzuruna perişan bir halde çıkıp imansız ölürse ebedî (süresiz) biz azaba yahut günahkâr ölüp de muvakkat (süreli) azaba uğratılmayı mı bekliyor?! Gerçekten böyle yapanlar herkesten önce kendi nefislerine zulmediyorlar. Bu millet nasıl kâfirler gibi düşünüp onlar gibi yaşamaya başladılar?!
Bugün birçok Müslüman insana ölmeden evvel son isteği sorulsa, bir iman tecdidi, bir tevbe imkanı, yahut kazalarını ödeme fırsatı isteyecek yerde şu artisti tanısam, yok şu arabayı alsam veya şu memleketi görsem gibi fuzuli şeyler isterler. Kaç kişi Allâh korkusundan ve saygısından dolayı kılmadığı namazlar yüzünden Allâh-u Te‛âlâ’nın onları gazapla karşılayacağını düşünür de ölmeden borçlarını ödeme imkanı arar.
Geçenlerde kanser hastası olan 15 yaşındaki bir İngiliz kendisine “Ölmeden önce yapılacaklar” lis¬tesi hazırladı. Listesin¬deki tüm isteklerini 2 yılda tamamlayan bu kişi “Hayattaki en büyük arzularımı gerçekleştir¬dim. Artık ölebilirim” dedi.
İşte di¬leklerinden bazıları; balinaları izlemek, mezuniyet balosuna gitmek, köpekbalıklarıyla yüzmek, Kenya’ya gitmek, labrador şova katılmak, özel bir sinema partisi düzenlemek, kanserlilere bağış yapmak, karavanda yaşamak, iPad almak, Take That’le tanışmak, saçlarını yaptırmak, masaj yaptırmak. İşte bu kişi 2 yılda bunları tamamlamış ve “Dileklerim bitti artık ölebilirim” demiş.
Şimdi bizim Müslümanların birçoğunun da bu misilli istekleri vardır ki ölmeden onlara kavuşmak isterler, kaç kişi “Rabbimin rızasını kazanmadan, kalb-i selim kazanmadan, ilim-amel-ihlası tamamlamadan, nefsimi tezkiye etmeden, kalbimi tasfiye etmeden ölmemem lazım, ölmeden mutlaka kul haklarından sıyrılmalıyım, erbâb-ı hukuktan helallik almalıyım, namazlarımı, oruçlarımı tamamlamalıyım, şimdi Azrail (Aleyhisselâm) gelse hazır olmalıyım, biraz mühlet istemek yerine ‘Nereden kaldın? Ben de seni bekliyordum’ demeliyim” diye düşünür ve beyanda bulunur ki?!
Çoluk çocuğu 5,5 yaşından beri öyle fuzuli bilgilerle uğraştırıyorlar ki öğrendiklerinin birçoğu bırak âhireti, dünyada bile bir işe yaramaz.
Geçen Hasan Pulur: “Tarih öğretmeni, arka sırada arazi olmuş çocuğa sormuş: ‘Kartaca savaşlarını kim yaptı?’
Çocuk: ‘Vallâhi billâhi ben yapmadım öğretmenim’ demiş, zil çalmış. Tarihçi koridorda gördüğü kimyacıya dert yanmış: ‘Yahu çocuk ‘Kartaca savaşlarını ben yapmadım’ diyor.’ Kimyacı gülmüş: ‘Böyledir bunlar, hem yapar hem yapmadım derler’ demiş.
Tarihçi o hızla müdür yardımcısının odasına da dalmış, anlatmış, muavin onu yatıştırmış ve: ‘Sinirlenme, bakanlığa yazar sorarız, onlar bilir’ demiş. Bir ay sonra bakanlıktan resmi yazı gelmiş: ‘Ödenek olmadığından, bu yıl Kartaca savaşları yapılmayacaktır” diye yazmış.
Biraz Hababam sınıfı gibi olmuş ama doğruluk payı da yok değil. Böyle yetişen bir nesilden ölüm kaygısı, Allâh korkusu, âhiret endişesi, kabir hazırlığı ve takva azığı nasıl beklenebilir?!
Rabbim bize ne kolay ve ne güzel bir din vermiş. Geçen bir haberde: “İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan bugün tüm dikkatleri üzerinde toplayan ilginç bir karakter geçti. Hindistan vatandaşı Kapilakham Namah adlı yolcu 11 yıldır indirmediği kolu ve 11 yıldır kesmediği tırnaklarıyla görenleri hayrete düşürdü. Hinduizm inanışının tanrılarından Şiva’ya adayarak sağ kolunu indirmediğini belirten, kolu deformasyona uğrayan Namah ile yolcular fotoğraf çektirmek için birbirleriyle yarıştı” diye yazıyordu.
Adam acınacak halde, onunla resim çektirmeye çalışan bizim millet daha acınacak halde. Adam 11 senedir kolunu indirmemiş, adağının bitmesi için 12 sene daha varmış, bir sevap beklentisi de yok. Rabbimizin:
﴿عÙŽامÙÙ„ÙŽةٌ Ù†ÙŽاصÙبÙŽةٌ﴾
“Çok çalışmışlar, boşuna yorulmuşlar” (Ğâşiye Sûresi:3’den) buyurduğu kullardan olmuş, dünyada da kolu hasta olmuş, belki birkaç sene daha yaşamayacak. Ne olur biz abdest, namaz gibi tertemiz, çok kolay vazifelerimizi seve seve yapsak da:
ï´¿ÙˆÙجÙوهٌ ÙŠÙŽوْمÙŽئÙØ°Ù Ù†ÙŽاعÙÙ…ÙŽةٌ Ù„ÙسÙŽعْيÙÙ‡ÙŽا رÙŽاضÙÙŠÙŽةٌ ÙÙÙŠ جÙŽنÙŽّة٠عÙŽالÙÙŠÙŽةÙï´¾
“Bir takım yüzler de işte o gün pek güzeldir. (Dünyada yapmış oldukları) çalışmalarından pek hoşnuttur. Çok yüksek ve pek üstün bir cennettedir” (Ğâşiye Sûresi:8-10) âyet-i kerîmelerinde methedilen kullardan olsak, işte o zaman hem dünyayı, hem de âhireti kazanan kullardan oluruz. Rabbim cümlemize ömrümüzün her anını yaratılış gayemiz olan ibadet ve kulluk vazifelerimizi icra yolunda geçirmeyi nasip eylesin. Âmîn!
BAZI EHEM TEBLİĞLERİM
1) Ben size içeri girdiğim günden beri Muhterem Fethullah Hoca Efendi’nin nezih cemaatinin bana atılan iftiralardan berî olduğunu bildirmiştim, hatta rüyamda Hoca Efendi’nin bana dua ettiğini gördüğümü anlatmıştım.
Kiminiz benim bunu takiye yollu yaptığımı sanmıştınız. Hatta Mudanya’dan gelen bir cemaat bunu bana bizzat ifade ettiklerinde onlara da “Ben takiyye yapacak adam mıyım?! İnanmadığım bir şeye sizi inandırmaya nasıl çalışırım?!” demiştim.
Zaten Hoca Efendi hakkında: “Ehl-i Sünnet bir âlimdir, ona hüsn-ü zannımız var” buyuran Mahmud Efendi Hazretleri’ne bağlı biri olarak başka türlü bir fikir yürütmem de düşünülemezdi, nitekim evvelce çıktığım Teketek ve Sansürsüz gibi programlarda yapmış olduğum konuşmaları hatırlayanlar buna vâkıftırlar, bilmeyenler bu konuşmalarımı bulabilirler.
İşte 5 eylül çarşamba günü tam da Mudanya’dan gelen arkadaşların ziyaretinin ardından Muhterem Hocamız’ın yakın bir talebesiyle bana hediye gönderdiği “el-Kulûbu’d-Dâria” ve “Beyan” isimli iki eserinin üzerine hatt-ı destiyle ramazan-ı şerifin 12’sinde kaydetmiş bulunduğu şu iki ithaf yazısı, benim bu konuyu doğru anladığımın en bariz şahidi olmuştur.
Muhterem Hoca Efendi Hazretleri “el-Kulûbu’d-Dâria” isimli şaheserinin dîbâcesine yazmış bulunduğu:
“Her zaman Sünnî duygu ve düşüncenin sesi soluğu olmasını bilmiş, aydınlık ruh, Derihşân-ı Seyyidina Hazret-i Yusuf yolunda, Yusuf ‘Âlâ Nebiyyinâ ve Aleyhi’s-salât’ın çilesine mâruz, sıdk-u sebat âbidesi, mübarek ve mümtaz Hocamız Ahmed Efendi Hazretleri’ne en yakın zamanda mübarek irşad vazifelerine dönmeleri dua ve niyazı ile.
Pürkusur ed-Dâ‛î ve’l-Müsted‛î
M. Fethullah Gülen.”
şeklindeki ithâf-ı şâhânesinde bu fakîr-i pür taksîrin Ehl-i Sünnet’in sesi ve soluğu olduğunu beyanla hizmetlerime en kısa zaman içerisinde dönmem için dua ettiğini beyan ediyor ve kendi eşsiz tevazuuyla yazısını “Dua eden ve dua isteyen” tabiriyle bitiriyor.
Kıymetli Hocamız “Beyan” isimli eserinin bidayetinde de:
“Zât-ı âlîlerinizin ilm-ü idrâk ufkuna (ilminize ve derin anlayışınıza) göre olmasa da hüzn-ü mukaddesinizde (kutsal üzüntünüzde) dinlendirici olabilir mülâhazasıyla arz ediyorum. Cüret sayarsanız affımı rica ederim. Kabul buyurursanız, kardeşiniz M. Fethullah Gülen”
şeklinde bir ithaf yaparak kendisinin kelam sahasında imâmü’l-beyan olduğu gibi, fesahat, belagat, hissiyat, tevâzu ve takdirde de âbide bir şahsiyet olduğunu bir kere daha izhar buyurmuştur.
Zât-ı âlîlerine hepinizin şehâdetiyle şükran, ihtiram ve tebcillerimi arz ederim. Hocamızın ithaf yazısında kullandığı üslûba, kelime ve cümlelere dikkat ederseniz benim evvelce çıktığım birçok programda Hoca Efendi’nin şahs-ı âlîleri hakkında kullanmış olduğum hürmet dolu ifadelerde ne kadar haklı olduğumu bugün daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum.
Hediye eserleri getiren Hoca Efendi’nin talebesi sohbetimiz esnasında, Hoca Efendi’nin benim hakkımdaki haberleri izlerken gözyaşlarını tutamadığını ve “Bunca yıl dinimize hizmet etmiş, bunca insanın kalbinde sevgisi yerleşmiş, televizyon kanallarında Ehl-i Sünnet’in görüşlerini kimsenin anlatmadığı şekilde beyan eden, müşârun bilbenân (parmakla gösterilen) bir Hoca Efendi’nin şahsında tekrar İslam’a darbe indirilmek isteniyor, bu iftiraları asla kabul etmem ve inanmam, kurtuluşu için dua ediyorum. Onun hakkında yanlış bir şey duyarsanız sakın bana nakletmeyin, çünkü onun gibi hizmet ehli biri hakkında kalbimde yanlış bir fikir taşıyarak âhirete çıkmak istemem” dedikten sonra kendilerine yönelerek “Siz de dua ediyor musunuz? Öyle umûmi değil, ismen ve hassaten dua edin” buyurduğunu nakletti ki zaten Hoca Efendi’nin ithaf ifadeleri, kendisinde bu hissiyatın hakim olduğunu açıklar mahiyettedir.
Ayrıca hediye eserleri getiren Hoca Efendi kardeş, kendilerinin benim sohbetlerimi takip ettiklerini bildirdi ve “Keşke araya aracı koymadan evvelce de istişarede bulunsaydık” diye hayıflandı.
Bu arada sizlere şunu beyan etmek isterim ki bu fakir kardeşiniz Muhterem Hocamız’ın tazim ifade eden medhiyelerine asla lâyık biri değilim, okuyunca çok mahcup oldum. Hele o hoca kardeş: “Hocamız ‘Acaba bu hediyemizi kabul buyurur mu? Değilse affımızı iste’ diyerek bunları yolladı” diye anlatınca Hoca Efendi’de hâkim olan bu duygusallık ve mahviyet karşısında kendimden utandım. Ama:
«Ø¥ÙÙ†ÙŽّمÙŽا ÙŠÙŽعْرÙÙÙ Ø°ÙŽا الْÙÙŽضْل٠مÙÙ†ÙŽ النÙŽّاس٠ذÙŽوÙوهÙ.»
“İnsanlar içinde fazilet sahiplerini ancak fazilet erbâbı tanır” kaidesince değerli hocamız kendisine münasip bir üslup kullanmış.
Hizmet ettiğim camianın bazı hocaları kıskançlık yüzünden bana bu zulmü reva görürken muhterem Hoca Efendi’nin bana şefkatle yaklaşması beni çok duygulandırmış ve şu yazıyı yazarken hıçkırıklara boğmuştur. Üstadımız Hacı Mahmut Efendi Hazretleri’nin sürekli okuduğu bir beyitte buyrulduğu üzere:
“Ârifin kadrin gene ol ârif olanlar bilir,
Ehl-i ilmin rütbesini bilmez ehl-i inhitât.”
Sakın bu ifadelerimden benim kendimi fazilet ehli biri olarak gördüğüm manası çıkarılmasın, ancak ibare darlığından bu tabiri kullanmak zorunda kaldım. İmâm-ı Şafi‛î (Radıyallâhu Anh)a “Ahmed bin Hanbel seni ziyarete geliyor, sen de onu ziyarete gidiyorsun, hanginiz diğerine daha faziletli olduğu için gidiyorsunuz?” diye sorduklarında:
Ù‚ÙŽالÙوا ÙŠÙŽزÙورÙÙƒÙŽ Ø£ÙŽØ*ْمÙŽد٠وÙŽتÙŽزÙورÙÙ‡Ù Ù‚Ùلْت٠الْÙÙŽضÙŽائÙÙ„Ù Ù„ÙŽا تÙغÙŽادÙر٠مÙŽنْزÙÙ„ÙŽهْ
Ø¥Ùنْ زÙŽارÙŽنÙÙŠ ÙÙŽبÙÙÙŽضْلÙه٠أÙŽوْ زÙرْتÙÙ‡Ù ÙÙŽلÙÙÙŽضْلÙÙ‡Ù ÙÙŽالْÙÙŽضْل٠ÙÙÙŠ الْØ*ÙŽالÙŽيْن٠لÙŽهÙ
“Fazilet kendilerine yakışan yeri terk etmezler,
O beni ziyaret ediyorsa kendi (tevâzu ve) üstünlüğünden,
Ben onu ziyaret ediyorsam, o bunu hak ettiğinden,
Dolayısıyla iki halde de fazilet ona aittir”
buyurduğu gibi burada da naklettiğim “Fazilet ehli birbirini tanır” tabirindeki iki fazilet tarafı da Muhterem Hoca Efendi’ye işaret etmektedir
Bu vesileyle bir kere daha gerçek âlimlerin letâfet, nezâket, tevâzu, müsâmaha ve merhamet cihetleri ortaya çıkmış ve âdây-ı dînin (din düşmanlarının) ilim ehli arasında tutuşturmak istedikleri fitne ateşleri sönmüştür. Rabbim bundan sonra da müfsitlerin yakmak istedikleri tüm ateşleri:
ï´¿ÙƒÙÙ„ÙŽّمÙŽا Ø£ÙŽوْقÙŽدÙوا Ù†ÙŽارًا Ù„ÙلْØ*ÙŽرْب٠أÙŽطْÙÙŽأÙŽهÙŽا اهÙّٰ ï´¾
“Her ne vakit harp ateşi tutuştursalar, Allâh onu söndürdü” (Mâide Sûresi:64’den) kavl-i münîfiyle itfâ buyursun. Âmîn!
Muhterem Hocamız’ın tarafımıza gönderdiği ithaf yazılarından çıkarabileceğimiz bazı hususlar vardır:
a) Evvelce beyan ettiğim gibi Üstadımız Hacı Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin Fethullah Hoca Efendi hakkında sadece ismini söyleyerek hürmetsizlik yapan kişiyi uyarmak üzere: “Fethullah Hoca Efendi diye konuş” buyurmasında ve “Fethullah Hoca Efendi Ehl-i Sünnet ulemâsından okumuştur, batıla sapmaz” buyurmasında ne kadar isabetli olduğu ve hatta keramet izhar buyurduğu ortadadır.
Fethullah Hoca Efendi Türkiye’de bulunduğu zamanlarda Efendi Hazretlerimiz’i İsmailağa Câmii’nde özellikle itikafta bulunduğu günlerde ziyaret ederdi. Efendi Hazretlerimiz de rahmetli Necati Abimiz’le birlikte Hoca Efendi’yi ziyarete İzmir / Bornova’ya gitmişti.
Hoca Efendi yurtdışına gittikten sonra da Efendi Hazretlerimiz’in ziyaretine elçiler göndermiş, hediyeler göndermiş ve göndermiş olduğu bir Mushaf-ı şerifin üzerine Efendi Hazretlerimiz’e tâzim ifadeleriyle dolu bir ithaf yazmıştır.
Kendisine tarikata intisap için soranlara “Mürşid-i kâmil ararsanız Mahmud Efendi Hazretleri’dir, ona intisap edin” dediğini birçok şahitten dinledim. Zaten Hoca Efendi’nin çok değer verdiği hocası Hacı Salih Efendi Hazretleri de kendisi şeyh olduğu halde kendisinden ders isteyenleri: “Mürşid-i kâmil Mahmud Efendi Hazretleri’dir, ona intisap edin” buyurarak Efendi Hazretleri’ne gönderirdi ki ben bunun da şahitlerindenim. Dolayısıyla mürşidimizin kıymetini bilelim.
b) Hoca Efendi’yi yakînen tanıyanların beyân-ı vechile; kendisi yazılarında her kelimeyi özenle seçer ve inandığını yazar, bana göndermiş olduğu ithaf yazılarında seçmiş olduğu kelimeleri Mustafa Hoca Efendi teker teker izah edebilir ama “Sıdk-u sebat âbidesi” sözü bu fakirin en az 35 senedir bütün tehlikeleri göze alarak doğruları söylediğime ve 28 şubat sürecinde çektiklerime dikkat çekmektedir.
Zira birkaç senelik sebatla bu övgüye ulaşılmaz. Televizyon programlarının başladığı 2-3 senelik hizmetle de “Her zaman sünnî duygu ve düşüncenin sesi soluğu olmasını bilmiş” tabiri hak edilmez. Ama elbette ki Hüseyin Gülerce abimden duyduğum “Hoca Efendi ile senin Teketek’teki konuşmalarını dinledik” sözü Hoca Efendi’de bu konuşmalarım sayesinde bir kanaat oluştuğunu gösterebilir. Yine böylece Efendi Hazretleri’nin “Çık, çık. Faydalar olacak” sözündeki keramet ortaya çıkmıştır.
Evvelce de size beyan ettiğim gibi düşmanların beni takibe alıp eziyete başlamaları 20 sene evvelki Külliye açılışıyla başlamıştır ki sonunda bir bahane bularak deprem döneminde beni 2 sene 7 ay 3 gün hapse mahkum etmişlerdir. O zaman beni en büyük tehlike olarak görüp göstermişlerdir.
Bakın Bağcılar’dan yazan Adnan Turan ismindeki kardeşimin yazdıklarına kulak verin, bunu daha iyi anlayacaksınız:
“Hamd âlemlerin Rabbi ve mazlumların yardımcısı olan Allâh-u Te‛âlâ’ya mahsustur. Salât ve selam ümmetin üzerine titreyen Hazreti Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in üzerine olsun. Allâh’ın yardımı Hazreti Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in himmeti ve bütün Allâh dostlarının duası ve himmeti başta Cübbeli Hocamız’a ve sonra tüm sevenlerinin üzerine olsun. Âmîn!
Hocam bunlar bu iftirayla gerçekten bizi çok üzdüler. Allâh da onları üzsün. Senin gibi büyük bir âlime bunu nasıl yakıştırıyorlar?! İnsanın tüyleri ürperiyor. Yusuf (Aleyhisselâm)a atılan iftira bile bu kadar ağır, çirkin ve hayasız değildi.
Bana deseler ki ‘Falan Müslüman zinaya düştü.’ Derim ki ‘Allâh affetsin.’ Üzülürüm ama selamı kesmem. Fakat deseler ki ‘Felan Müslüman kadın ticareti yapıyor.’ Bu adamın yüzüne tükürür selamı da keserim. Bu benim en yakınım da olsa bu benim kendi görüşümdür.
Hocam siz Allâh’ın izniyle nicelerinin hidayetine vesile oldunuz. Bunlar bunu hazmedemiyorlar ve size bu iftirayı atıyorlar. Sizin itibarınızı düşürmek için her yolu denediler ve bir türlü başaramadılar, çünkü kalplere hükmeden Allâh-u Te‛âlâ’dır, onlar değil.
Hocam siz daha önce hapisteyken bir arkadaş sohbet kasetinizi vermişti bana, dinledim çok etkilendim. ‘Bu kimdir?’ dedim. ‘Cübbeli Hoca’ dediler. ‘Nerededir?’ dedim. ‘Hapiste’ dediler. ‘Niye?’ dedim. ‘Bunları anlattığı için’ dediler. ‘Bunlar haktır’ dedim ve sohbet kasetlerinizi dinlemeye başladım. Çok etkileniyordum. ‘Bunun hocası kimdir?’ dedim. ‘Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû)dur’ dediler. ‘Bu böyleyse hocası nasıldır acaba?’ dedim. Merak ettim ve görmek istedim.
İsmailağa Câmii’nde Mahmut Efendi Hazretleri’ni gördüm, inanın ki hocam hayalimdekinden daha nûrâni gördüm. O gün bugündür bu yoldayız, Allâh ayırmasın. Âmîn!
Hocam yani siz bana Allâh’ı tanıttınız, peygamberimi tanıttınız, Allâh dostunu tanıttınız, bize çok şeyler öğrettiniz, Allâh-u Te‛âlâ da sizin bilmediğiniz şeyleri öğretsin size. Âmîn!
Hocam ben belki bir baltaya sap olamadım ama sohbetleri terk etmiyoruz, ya adam oluruz, adam olamasak da ölürüz de bu yolu bırakmayız Allâh’ın izniyle.
Hocam 21 eylülde İbrahim (Aleyhisselâm)ın ateşini söndürmeye giden karınca misali ailemle birlikte orda olacağız inşâallâh. ‘Hocamızı seviyoruz’ diyenlere sesleniyorum, lafla olmaz, seviyorsan ispat et. 21 eylülde Çağlayan’da bekliyoruz, mazeret falan uydurmayın. Ya millet sevdikleri için ne fedâkârlıklar yapıyorlar, siz iki adım atamıyorsanız bir âlimin müdafaası için. İki hocamızı şehit ettiler, bunu da yok etmeye çalışıyorlar ama beceremeyecekler inşâallâh. ‘Kim bir topluluğun sayısını artırırsa o, onlardandır’ hadîs-i şerifini unutmayalım.
Hocam Ehl-i Sünnet hocaların hepsini seviyoruz ama seni daha fazla seviyoruz, gönüllerimizi fethettin hocam, sen hakla batılı ayıran terazimizsin, senin bu dik duruşun bizi cesaretlendiriyor. Hocam bunlar her türlü pisliği yaparken cehennemden korkmuyorlar biz niye hapisten korkalım?! Allâh sana ve bize öyle bir iman versin ki ondan başkasından hiç korkmayalım. Hocam sen bize çok şeyler öğrettin Allâh senin imanını, gücünü, kuvvetini ve ilmini ziyade eylesin. Âmîn!
Hocam söyleyeceğim çok şeyler var ama bu kadarla yetineyim. Fakat şunu da anlatmadan geçmeyeyim; hocam genç bir hafız hoca arkadaş anlatıyordu, on sene önceydi Ankara’da askerlik yapıyordum, beni özel subayların olduğu bir yere göreve alacaklardı, baktım ki komutan beni deniyor laiklikten felan soruyor, ben de uyanıklık yaptım, baktım yoldan bir çarşaflı geçiyor: ‘Komutanım bu çarşaf yasak değil mi?! Bunlar nasıl böyle rahat geziyorlar?! Bunlara böyle izin verilmemeli’ dedim.
Komutan ‘Aferin, gözüme giriyorsun’ dedi ve beni özel subayların olduğu bir yerde görevlendirdiler. Bir ara dediler ki: ‘Size Türkiye’nin en tehlikeli adamını göstereceğiz.’ Ben de kendi kendime dedim ki: ‘Olsa olsa Pkk lideri Apo’yu göstereceklerdir heralde.’ Bir de ne göreyim dev ekranda Cübbeli Hoca’yı göstermezler mi, şok oldum. Neredeyse ‘Cübbeli’ diye bağıracaktım, kendimi zor tuttum. Anladım ki bu hoca boş değil.
Hocam senden korkuyorlar, bu hocanın önünü kesmezsek şeriat gelir korkusuyla her türlü fenalığı yapıyorlar, çünkü sende cevher var. Çünkü siz İslamı canlı tutuyorsunuz, âhireti hatırlatıyorsunuz, Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i ve Allah (Celle Celâlühû)yü hatırlatıyorsunuz.
Bundan daha büyük bahtiyarlık olabilir mi?! Allâh sizi seçti, baksanıza bütün insanlar size dua ediyor. Âliminden tut cahiline kadar, büyüğünden tut küçüğüne kadar. Bu Allâh’ın size rahmeti değil de nedir?!
Hocam Allâh’ın rahmetiyle yürü ve yürüt bizi, yol senindir inşâallâh durmak yok yola devam. Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yoluna, Rabbimizin yoluna, Ehl-i Sünnet yoluna devam inşâallâh.”
İşte bu mektupta o hafız efendinin başına gelen hadiseyi Fetih Mescidi Mahallesi’nin muhtarı Murat Efendi’nin oğlu dahil birçok askerden işittim. Bazı garnizonlarda Apo’nun resmini, Fethullah Hoca Efendi’nin ve benim resmimi yan yana asarak bizi en büyük tehdit olarak gösterdiklerini kaç kişiden duydum.
Merter’de tekstil işiyle uğraşan bir abimin Gürpınar’daki evine gitmiştim. Dönerken oğlu beni evime götürüyordu ki bana Kıbrıs’ta askerlik yaparken bilgisayardan anladığı için ona benim aleyhime bildiri hazırlattıklarını ve bunu 50.000 kişiye brifing olarak ulaştırdıklarını anlatmıştı.
Hakkımda ne andıçlar, ne davalar açtılar, o sıralar DGM benim için suyolu olmuştu. Vatanını milletini seven Fethullah Hoca Efendi gibi, benim gibi adamlarla uğraşanlar, terörü ikinci sıraya itip irticayı birinci tehlike olarak gösterenler şimdilerde gerçeği anladılar ama iş işten geçti. Hoca Efendi tabi ki çok talebe yetiştirdiği için onun hakkında çok daha büyük sinsi planlar hazırladılar.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) müşriklerin kendisini öldürmeye karar verdiklerini öğrenince hiç istemeyerek de olsa Mekke’den hicrete mecbur olduğu gibi Hoca Efendi de bu tehlikeyi görerek hicrete mecbur oldu. Hâlâ da dönmesi için müsait şartlar oluşmadığını geçenlerde ifade etti ki onun bu konularda herkesten daha bilgili ve ihtiyatlı olduğu âşikârdır. Rabbim bir an evvel şartlar oluşup vatan hasretinin son bulmasını nasip yelesin. Âmîn!
8 sene okuttuğum, hizmetlerinde gençliğimi ve sağlığımı tükettiğim bazı hocalar 9 aydır bir kere bile ziyaretime gelmezken, duada ismimi bile anmazken, annemin cenazesinde taziye bile yapmazken bana ismen dua eden ve talebelerine de ismen dua yapmalarını emreden muhterem Fethullah Hocamız’ı biz de ismen dualarımızda zikredelim ki böylece vefamızı göstermiş olalım.
Çünkü Allâh-u Te‛âlâ:
ï´¿Ù‡ÙŽلْ جÙŽزÙŽاء٠الْإÙØ*ْسÙŽان٠إÙÙ„ÙŽّا الْإÙØ*ْسÙŽانÙï´¾
“Güzel amel işlemenin karşılığı, güzel mükâfat vermekten başkası olamaz” (Rahmân Sûresi:60) buyurarak bizi bu güzelliğe irşad buyuruyor.
Bir kardeş bana Nurettin Yıldız Hoca Efendi hakkında bir mektup yazmış, o mektupta şunları kaleme almış:
Hocam bir yıl kadar önce internetten Nureddin Yıldız Hocayı da tanıdım. İlk izlenimim çok aktif, ömrünü hizmete adamış bir ilim adamı, bir hoca efendi olarak gördüm. Hatta Ali Haydar Efendi başlıklı bir ders yapmış, derste ‘Efendi Babamız’ diye bahsetmiş ve İsmailağa Câmii’nde Mahmut Efendi Hazretleri’nden tefsir dinlediğinden bahsetmişti. Sandım ki o dersi izleyince aynı cemaattensiniz. Sonra sizin Nureddin Hoca hakkında bir konuşmanızı buldum, orada da tevessül konusunda reddiye yaptınız Nureddin Hoca’ya.
Şimdi Arifan dergisinin haziran 2012 sayısında bu olaydan yine bahsetmişiniz. Öncelikle şöyle düşünüyordum: “Hocam bağışlayın beni, piyasada hadis tanımaz, çoraba mesh ettiren, gayri Müslimi cennete koyan, imanın şartlarında kendince budama yapan o kadar hoca varken arkasında cemaati olan, hakkı anlatan iki âlim de birbirine destek verse.”
Tevessül konusunda Nureddin Hoca’nın beyanlarına baktım, tam size bildirildiği gibi değil. Bir şirk lafı söylemiyor. Bu beyanları da beni bağışlayın size yazayım, hatta acizane sizden isteğim bir mektupla size yakın bir aracı ile Nureddin Hoca’nın bu görüşünü sorun eğer dergide bahsettiğiniz gibi Ehl-i Sünnet ölçüm cihazlarınız dışına taşmıyorsa biz hadis sünnet bilmez Prof. lara karşı iki ilim adamını dayanışma içinde görmek istiyoruz. Ama arada haber getirenlerin bir yanıltması olmasın ki taşıyor ise bunu tekrar yazın da, biz de bir daha Nureddin Yıldız’ı dinlemeyelim.
Değerli Cübbeli Ahmet Hocam! Bu girişimimi size karşı bir hadsizlik terbiyesizi saymayın. Aşağıda Nureddin Hoca’nın tevessül ile ilgili verdiği beyanları yazıyoruz size.
Soru: Selamun aleyküm. Sizi çok severek dinliyorum, çok sevdiğim bir hocamızsınız. Allâh sizden razı olur inşâallâh. Benim merak ettiğim; ben çocukluğumdan beri hep “Yüzü suyu” hürmetine diye dualar çok duydum ve birçok cami hocası da “Yüzü suyu hürmetine” diye dua eder. İnternette Cübbeli Hoca sizin için “Nureddin Hoca: ‘Yüzü suyu hürmetine dua edilmez, bu şirktir’ diyor” demiş. Bunun gerçekçilik payı var mıdır? Benim merak ettiğim dua ederken yüzü suyu hürmetine dua edilir mi? Gerçekten çok merak ettiğim bir konu ama cevaplamak istemiyorsanız sorun değil. Allâh’a emanet olun. Selamun aleyküm.
Cevap: Selamun aleyküm. Duyduğunuz sözleri ben de medyadan duydum, ne söyledim ne de öyle bir konuyu gündem yaptım. Daha büyük ve daha acil işlerimiz var.
Soru: Tevessül nedir? Yüzü suyu hürmetine istemek de ölçü nedir? Yoksa tamamen böyle bir şey yok mudur?
Cevap: Tevessül, kişinin Allâh’a yakın olmak için başkalarını araya koyması şeklinde yorumlanabilecek bir eylemin adıdır. Asırlardan beri tartışıla gelen konulardan biri de tevessülün caiz olup olmadığı konusudur. Kısacası ümmetimizin geçmiş büyükleri arasında tartışılmış bir konudur bu.
Bizim, böyle ihtilaflı konularda net tavrımız şu olmalıdır; âyet ve hadisle açık bir şekilde sabit olmayan ve ulemânın ya da ehlinin tartıştığı konularda, müminler olarak birbirimizi koğuşturmayız. Batıl ve sapık bir yön olmadığı, açık bir hıyanet kokmadığı sürece birbirimizi mazur görürüz, ihtilaflı bir konudan ötürü kardeşliğimizi zedelemeyiz. İhtilaflı konulardan birini tartışmayı, karşı tarafı itham etmeyi kendine ibadet edineni de cahil veya seviyesiz ve zamansız görürüz.
Ümmetimizin yetecek kadar dış sorunları vardır. İmanı temelden yok sayan bir nesil gelmektedir. Küfür en ağır silahlarıyla imanımıza saldırmaktadır. İç konularımızı öne çıkarıp şeytanı sevindirmenin anlamı yoktur. Tevessül konusunda şu bilgiyi özet olarak kaydedebiliriz:
a) Kişinin Allâh-u Te‛âlâ’nın isimlerinden veya sıfatlarından birine tevessül etmesi. “Senin Rahman ismine sığınırım” şeklinde dua etmesi vardır.
b) Kişinin geçmişteki salih amellerinden biriyle tevessül etmesi. “Felan haccıma, felan sadakama…” şeklinde tevessül etmesi caizdir. Bu konuda sahih ve sarih bir hadis de vardır.
c) Yaşayan salih bir kişiye “Bana dua et, benim için dua et” şeklinde tevessül caizdir.
d) Ölmüş bir salih kişi ile tevessül edilmesi ise ihtilaflı bir konudur. İhtilaflı konulardaki usulümüz de yukarıda söylediğim gibi olmalıdır.
Soru: Selamün aleyküm. Bir hadisin sıhhati ve de bu hadisin tevessüle delil olması hakkında sormak istiyorum. Aşağıdaki hadiste geçen mezkur sahabi radıyallâhu anh’ın “Yâ Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem” dediğinde onun yanında olmadığı da söyleniyor. Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim. Allâh razı olsun.
Hadis şöyle: “Bir âmâ (kör), Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: ‘Yâ Rasûlellâh! Allâh’a dua et de, bana afiyet versin’ dedi. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): ‘İstersen dua edeyim, istersen sabret’ buyurdu. O: ‘Dua et’ deyince, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını ve güzelce abdest aldıktan sonra, iki rekat namaz kılarak: ‘Ey Allâh! Ben Senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan Muhammed peygamberin ile Sana yöneliyorum ey Muhammed! Ben bu isteğimin yerine gelmesi hususunda seninle Rabbime yöneldim. Ey Allâh! Onun benim hakkımdaki şefaatini kabul et’ diye dua etmesini emretti.”
İbni Huneyf (Radıyallâhu Anh) şöyle anlattı: “Vallahi biz henüz meclisten ayrılmamıştık, çok da uzun konuşmamıştık, o âmâ kişi yanımıza geldiğinde sanki
onda hiçbir hastalık yokmuş gibi gözleri açılmıştı.” (İbni Mâce, İkamet:189, no:1385, 1/441; Tirmizî, De‛avât:119, no:3578, 5/569; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:17240-41; 6/106: Taberânî, el-Mu‛cemül-kebîr, no:8311, 9/30; Hâkim, el-Müstedrek, no:1180, 1909, 4/458, 700)
Cevap: Selamun aleyküm. Bu hadis sahihtir. Hadisin etrafında döndüğü konu, tevessül ile alakalıdır. Tevessülü sınırsız bir şekilde kabul edenler için iyi bir belge niteliğindedir. Tevessülü kabul etmeyenler ise bu hadise karşı çıkmamaktadırlar. Çıkmaları da mümkün değildir. Onlara göre ise hadisin getirdiği sonuçlar şöyledir:
1) Ama Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den dua istemiş ve dua isteğinde ısrarcı olmuştur. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de ona dua etmiştir. Duası ile beraber de onun abdest almasını ve namaz kılmasını istemiştir. Böylece âmânın tevessülü “Salih amel” üzerinden olmuştur.
2) Âmânın “Şefaatini kabul et” ifadesinin Arapça anlamı “Duasını kabul et” şeklinde anlaşılır.
3) Bu durum Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in mucizelerinden biridir. Bu da âmânın şifasının, tevessülden önce mucizenin eseri olmasını gerektirmektedir.
Aşağıdaki parantez de uzunca bir mektubunun içinden alıntıdır...
Tevessül: Tevessül örneğine gelince; tevessülün sünnette teşvik edilen bölümü vardır. Bu da kişinin kendi salih amelleri ile tevessül etmesidir. Yaşayan salih bir kişiye tevessül etmenin de örneği vardır. Mezarda yatanlara tevessül etme hususunda ise ağır tartışmalar olmuştur. Bir konuda ümmetin büyükleri arasında tartışma yapılıyor olması, ilk nokta itibariyle o konuda sahih veya sarih bir nassın bulunmadığını gösterir.
Böyle bir durum ise, tartışma yapanların birbirlerini itham etmelerine manidir. Tevessüle de bu zaviyeden bakarız. Mümine “Tevessül edecek amellerin bulunsun, dikkat et” demeyi, “Felana tevessül et” demeye yeğleriz. Bir de bu hususta münakaşayı enerji ve vakit israfı görürüz.
Soru: Hocam, Cübbeli Ahmet Hoca’yı dinlemekte sakınca var mı? Yanlış görüşleri varsa nelerdir?
Cevap: Ben prensip olarak yaşayan şahıslar hakkında konuşmuyorum. Herkesin iyilikleri ve kötülükleri yazılıyor, bizim iyilik veya kötülük iddiamızın ne değeri olur?! Allâh’ın dinine hizmet etmek isteyen ve açık bir hata üzerinde olmayan herkesi hatalarıyla beraber iyi kabul etmemiz takvaya daha uygundur. Bu bölümün cevabından beni muaf tutmanızı rica ediyorum.
Değerli Hocam! Bunlar Nureddin Hoca’ya sorulan sorular ve de kendi cevapları fetvameclisi.com adresinden aldım. Biz avamdan birisi olarak tam anlayamıyoruz. Eğer siz bu “Nureddin Hoca mahzurlu” derseniz ben de şahsım adına takip etmeyecek ve dinlemeyeceğim bir daha.
Kıymetli kardeşim evvela Nurettin Hoca’nın: “Ben yüzü suyu hürmetine diye dua yapmanın şirk olduğunu söylemedim” sözünü duymam beni çok sevindirdi, çünkü bu lafızla dua yapan milyonlarca Müslümanı şirkle yani dinsizlikle suçlamış olsaydı, bu kendisi hakkında büyük bir tehlike olurdu. Bana nakleden kişi onun böyle dediğini nakletmişti ama şimdi senin vasıtanla kendisinin bizzat beyanına şahit olunca artık bunu kabul etmemiz gerekir. Şimdi gelelim bu konun tahliline, bu mevzûyu birkaç yönden ele alayım:
a) Hoca Efendi’nin İbni Huneyf (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edilen hadîs-i şerifi sahih kabul etmesi insaflı davrandığına delalet etmektedir, ancak kişinin kendi salih ameli yahut diri olan salih biri ile tevessülü yani onların yüzü suyu hürmetine Allâh-u Te‛âlâ’dan istemesini ihtilafsız caiz görürken, ölmüş biriyle tevessül konusunu ihtilaflı göstermesi ilmî emanetle bağdaşmamaktadır.
Zira son devrin en büyük ulemâsından olan Merhum Seyyid Muhammed Alevî el-Mâlikî Hazretleri bu konuda yazdığı ve yüzlerce allâmeden takriz aldığı “Mefâhim yecibü en tusahhah” isimli şaheserde: “Vefat etmiş salih kişilerle tevessülün caiz oluşu Ehl-i Sünnet nezdinde ittifaklıdır, bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur” demiştir. Bana şahsen: “İstiğâse konusunda ihtilaf vardır, bana göre o da caizdir ama biz ittifaklı konu olan tevessülü ispata çalışalım, ihtilaflı konuyu millete anlatmayalım” demiştir.
Lakin ben istiğâseyi de meşru gören biri olarak inşâallâh telif etmeyi düşündüğüm “Tevessül ve İstiğase” risalemde o konuyu da delilleriyle ispata çalışacağım. Rabbim bana o eseri hazırlamayı da müyesser eylesin. Âmîn!
Nurettin Hoca’nın dediği gibi “Ölülerle tevessül ihtilaflıdır” ama bu ihtilaf Ehl-i Sünnet ulemâsı arasında değil, sadece Vehhâbi âlimleri tarafından ortaya konulmuş mesnetsiz bir muhalefettir ki onların buna dair hiçbir delilleri yoktur. Buna cevaz veren Ehl-i Sünnet’in delilleri ise çoktur.
Nitekim, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) doğmadan binlerce sene evvel yaratılan Âdem (Aleyhisselâm)ın Allâh-u Te‛âlâ’dan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine mağfiret istediği ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine bağışlandığı Hâkim (Rahimehullâh)ın rivayet ettiği ve sahih olduğunu bildirdiği bir hadîs-i şerifte mezkurdur.
Âdem (Aleyhisselâm) mâlum hatasını işlediğinde, affı için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile tevessülde bulunduğu ve onun hürmetine affolduğu hak¬kındaki hadîs-i şerifi Hâkim “Müstedrek”te sahih olarak ihraç etmiş, Hâfız Süyûtî de “Hasâis-i Nebeviye” isimli eserinde tahriç ve tashih etmiştir.
Kitabının mukaddimesinde mevzu hadisleri rivayet etmediğini belirten Beyhakî “Delâil-i Nübüvve”sinde rivayet etmiş, Kastalânî ve Zürkânî, “Mevâhib-i Ledünniyye”de nakletmiş, Sübkî “Şifâü’s-Sikâm”da, Taberânî “Evsat”ta, Şeyhülislam Belkînî “Fetâvâ”sında, Şeyh ibnü’l-Cevzî “Vefa” isimli kitabının başında bu hadîs-i şerifi irad etmişler, İbni Kesir de “Bidaye” isimli eserinde bunu zikretmiştir. (Rahmetullâhi Aleyhim Ecma‛în)
عÙŽنْ عÙÙ…ÙŽرÙŽ بْن٠الْخÙŽطÙŽّاب٠رÙŽضÙÙŠÙŽ اللّٰه٠تÙŽعÙŽالٰى عÙŽنْه٠قÙŽالÙŽ: Ù‚ÙŽالÙŽ رÙŽسÙول٠اللّٰه٠صÙŽلÙŽّى اللّٰه٠عÙŽلÙŽيْه٠وÙŽسÙŽلÙŽّمÙŽ: «Ù„ÙŽمÙŽّا اقْتÙŽرÙŽÙÙŽ أٰدÙŽم٠الْخÙŽطÙيئÙŽةÙŽ، Ù‚ÙŽالÙŽ: ÙŠÙŽا رÙŽبÙÙ‘ØŒ Ø£ÙŽسْأÙŽلÙÙƒÙŽ بÙØ*ÙŽقÙÙ‘ Ù…ÙØ*ÙŽمÙŽّد٠لÙŽمÙŽا غÙŽÙÙŽرْتÙŽ Ù„ÙÙŠØŒ ÙÙŽقÙŽالÙŽ اللّٰهÙ: ÙŠÙŽا أٰدÙŽمÙØŒ ÙˆÙŽكÙŽيْÙÙŽ عÙŽرÙŽÙْتÙŽ Ù…ÙØ*ÙŽمÙŽّدًا ÙˆÙŽلÙŽمْ Ø£ÙŽخْلÙقْهÙØŸ Ù‚ÙŽالÙŽ: ÙŠÙŽا رÙŽبÙÙ‘ØŒ Ù„ÙØ£ÙŽنÙŽّكÙŽ Ù„ÙŽمÙŽّا خَلÙŽقْتÙŽنÙÙŠ بÙÙŠÙŽدÙÙƒÙŽ ÙˆÙŽنÙŽÙÙŽخْتÙŽ ÙÙÙŠÙŽّ Ù…Ùنْ رÙÙˆØ*ÙÙƒÙŽ رÙŽÙÙŽعْت٠رÙŽأْسÙÙŠ ÙÙŽرÙŽأÙŽيْت٠عÙŽلٰى Ù‚ÙŽوÙŽائÙم٠الْعÙŽرْش٠مÙŽكْتÙوبًا Ù„ÙŽا Ø¥ÙلٰهÙŽ Ø¥ÙÙ„ÙŽّا اللّٰه٠مÙØ*ÙŽمÙŽّدٌ رÙŽسÙول٠اللّٰهÙØŒ ÙÙŽعÙŽلÙمْت٠أÙŽنÙŽّكÙŽ Ù„ÙŽمْ تÙضÙÙÙ’ Ø¥ÙÙ„ÙŽى اسْمÙÙƒÙŽ Ø¥ÙÙ„ÙŽّا Ø£ÙŽØ*ÙŽبÙŽّ الْخÙŽلْق٠إÙÙ„ÙŽيْكÙŽ، ÙÙŽقÙŽالÙŽ اللّٰهÙ: صÙŽدÙŽقْتÙŽ ÙŠÙŽا أٰدÙŽمÙØŒ Ø¥ÙÙ†ÙŽّه٠لÙŽأÙØ*ÙبÙÙ‘ الْخÙŽلْق٠إÙÙ„ÙŽيÙŽّ ادْعÙÙ†ÙÙŠ بÙØ*ÙŽقÙّهÙØŒ ÙÙŽقÙŽدْ غÙŽÙÙŽرْت٠لÙŽكÙŽ ÙˆÙŽلÙŽوْلÙŽا Ù…ÙØ*ÙŽمÙŽّدٌ Ù…ÙŽا خَلÙŽقْتÙÙƒÙŽ.»
Ömer ibni Hattab (Radıyallâhu Anh)dan rivayete göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Âdem (Aleyhisselâm) o hatayı işlediğinde: ‘Yâ Rabbi! Muhammed’in hak¬kı için beni affetmeni Senden isterim’ diye dua edince, Allâh: ‘Ey Âdem! Henüz ben onu yaratmamışken sen onu nasıl tanıdın?’ diye sordu.
O da: ‘Yâ Rabbi! Sen beni (kudret) elinle yaratıp ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın direklerinde:
«Ù„ÙŽا Ø¥ÙلٰهÙŽ Ø¥ÙÙ„ÙŽّا اللّٰه٠مÙØ*ÙŽمÙŽّدٌ رÙŽسÙول٠اللّٰهÙ.»
yazılı olduğunu gördüm. İşte o zaman senin kendi isminin yanına ancak kullarından en sevdiğini(n ismini) katmış olduğunu anladım’ dedi.
Bunun üzerine Allâh-u Te‛âlâ: ‘Ey Âdem! Doğru söyledin şüphesiz ki o, kullarımın bana en sevgilisidir. Bana onun hakkıyla (hürmetine) dua et. Muhakkak ki seni affettim. Muhammed olmasa seni de yaratmazdım’ bu¬yurdu.” (Hâkim, el-Müstedrek, no:4228, 2/672; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5/489; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 1/142)
Bu hadis-i şeriften dolayı Ebu Ca‛fer (Rahimehullâh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzurunda dua ederken, kabr-i şerife doğru yönelmenin hükmünü İmâm-ı Mâlik (Rahimehullâh)a sorduğunda, İmâm-ı Mâlik (Rahimehullâh):
«ÙˆÙŽلÙÙ…ÙŽ تÙŽصْرÙÙÙ ÙˆÙŽجْهÙŽكÙŽ عÙŽنْه٠وÙŽهÙÙˆÙŽ ÙˆÙŽسÙيلÙŽتÙÙƒÙŽ ÙˆÙŽوÙŽسÙيلÙŽة٠أÙŽبÙيكÙŽ أٰدÙŽمÙŽ عÙŽلÙŽيْه٠السÙŽّلÙŽام٠إÙÙ„ÙŽى اللّٰه٠يÙŽوْمÙŽ الْقÙÙŠÙŽامÙŽةÙ.»
“Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) senin ve baban Âdem’in kıyamet günü Allâh’a (yaklaşmak için) vesilesi iken, niçin yüzünü ondan dönüyor-sun?!” diye cevap vermiştir. (Kastalânî, Şerhu’l-Mevâhib, 8/313)
İşte geride zikredilen hadîs-i şerif, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile bu âlem şereflen¬meden önce Âdem (Aleyhisselâm)ın onun hürmetine Mevlâ Te‛âlâ’dan affını iste¬diğini ifade etmekle birlikte, tevessülün sahih olması için hürmetine istenen zatın, Rabbisi katında yüksek makama sahip olması gerektiğini fakat dünya¬da yaşıyor olması şart olmadığını açıkça anlatmaktadır.
Böylece hayatta olmayan kimseyle tevessülün sahih olmayacağını söy-leyenlerin bu sözlerinin, Allâh-u Te‛âlâ’dan gelen bir hidayete dayanmaksızın nefsin hevâsına uyanların sözü olduğu ortaya çıkmış olmaktadır.
Geride zikredilen bu hadîs-i şerif, sünnet-i nebeviyye üzerine emin (gü-venirlik vasfına sahip) olan yüce makam sahibi hadis hafızlarından Hâkim, Süyûtî, Sübkî ve Belkinî (Rahimehümullâh) gibi zatların tashih (sahih olduğunu ifade) ettikleri bir hadis-i şerif olduğundan delil getirilmeye çok müsaittir.
İmâm-ı Beyhakî bu hadîs-i şerifi “Delâilü’n-Nübüvve” isimli eserinde zik¬retmiştir ki, kendisi bu eser hakkında: “Bu kitabı okumaya devam edin, çünkü onun tamamı hidayet ve nurdur” demiştir.
Ayrıca Nureddin Hoca’nın sahih dediği hadîs-i şerifin Tirmizi’de geçen rivayetinde bu hadîs-i şerifin râvisi Osman ibni Huneyf (Radıyallâhu Anh)ın, Hazreti Osman’a arzuhali olan fakat işini gördüremeyen birinin şikayeti üzerine ona bu hadîs-i şerifle amel etmesini tavsiye ettiği, o kişi bu duayı yapınca Hazreti Osman’ın onunla çok ilgilenip işini gördüğü zikredilmektedir ki bu da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile vefatından sonra sahabenin tevessül ettiklerine dair açık bir delildir.
Biz bu konudaki, bu hadîs-i şerifi bizzat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den duyan Osman ibni Huneyf (Radıyallâhu Anh)dan daha iyi bilecek değiliz ya, o bunu Hazreti Osman’ın hilafeti döneminde başkalarına yaptırıyorduysa artık bu konuda ihtilafa mecal kalır mı?!
Yine Ehl-i Sünnet’in bu konudaki delillerinden biri de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, kendisinden önce vefat etmiş bulunan peygamberler hürmetine dua etmesidir ki Enes ibni Mâlik (Radıyallâhu Anh)ın şöyle anlattığı rivayet edilmiştir:
“Ali ibni Ebî Tâlib’in annesi, Esed kızı Fâtıma (Radıyallâhu Anhâ) vefat edin¬ce, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun yanına girip başının yanında oturarak: ‘Ey annem! Allâh sana rahmet etsin. Sen annemden sonra annemdin. Sen aç kalır beni doyururdun. Kendin çıplak kalır beni giydirirdin, ken¬din lezzetli yemekleri yemez bana yedirirdin, bununla Allâh’ın cemalini ve âhiret yurdunu arzulardın’ buyurdu.
Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun üç kere yıkanmasını emret¬ti. Yıkama sırası, içinde kâfur (koku) bulunan suya gelince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu eliyle döktü. Sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) göm¬leğini çıkararak ona giydirdi ve kendi üstündeki bir hırkayla kefenledi, daha sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun kabrini kazdırmak için Üsâme ibni Zeyd, Ebû Eyyub el-Ensârî, Ömer ibni Hattab ve siyah bir köleyi çağırttı.
Onlar kabri kazarlarken lahde varınca Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) eliyle onun lahdini kazmış, toprağını eliyle çıkartmış, kazma işi bitince kab¬rin içine girerek yaslanmış ve: ‘Allâh diriltip öldüren, kendi diri olup ölmeyendir. Senin peygambe¬rin ve benden evvel geçen nebilerin hakkı için Esed kızı Fâtıma annemi af¬fet, ona hüccetini telkin et (meleklere vereceği cevabı öğret), gireceği yeri ge¬niş et. Şüphesiz ki sen, acıyanların en acıyıcısısın’ buyurduktan sonra onun üzerine dört tekbir getirdi. Onu lahdine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Abbâs ve Ebû Bekr es-Sıddîk (Radıyallâhu Anhümâ)yı koydular.” (Taberanî, el-Mu‛cemü’l-Kebîr, no:871, 24/351; Evsat, no:191, 1/152)
Burada düşünmeliyiz ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hadîs-i şerifinde haklarıyla Allâh-u Te‛âlâ’ya tevessül ettiği peygamberler vefat etmiş¬tiler, dolayısıyla hak ve hürmet ile yani diriler olsun, ölüler olsun ehli hak ile Allâh’a te¬vessülün caiz olduğu sabit olmuştur.
Ehl-i Sünnet’ten olan biri Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yaptığı bir iş hakkında caiz midir, değil midir diye ihtilaf eder mi?! Ancak aksi bir rivayet varsa o zaman hangi hadis daha sahih diye ihtilaf çıkar. Konumuzda ise muhalif bir rivayet yoktur.
Bu konuda bir delil de Bilal ibni Hâris (Radıyallâhu Anh)ın yaptığı istiğâsedir. Mâlik (Radıyallâhu Anh)ın şöyle anlattığı rivayet edilmiştir: “Hazreti Ömer devrinde büyük bir kuraklık sebebiyle, insanlardan çoğu helak oldu (hatta vahşi hayvanlar insanlara sığınmaya başladı. Bu arada Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) diğer memleketlerle irtibat kurarak erzak getirtemedi).
Neticede Bilal ibni Hâris el-Müzenî adında bir zat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kabrine gelerek: “Yâ Rasûlellâh! Ümmetin için Allâh’tan yağmur iste, şüphesiz onlar helak oldular” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o kişinin rüyasına girerek: “Git Ömer’e benden selam söyle, yakında sulanacaklarını haber ver ve ona de ki: ‘Çok akıllı ve uyanık olsun (yağmur duası yapmakta gecikme¬sin)’” buyurdu.
Bu adam gidip durumu Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh)a haber verince o ağlayarak: “Yâ Rabbi! Aciz olduğumun dışında elimden gelen hiçbir şeyi ek-sik etmiyorum” dedi.
Bunun üzerine Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh): «Ø§ÙŽلصÙŽّلÙŽاة٠جÙŽامÙعÙŽةٌ» “Namaz toplayıcıdır” diye bağırarak onlara iki rekat namaz kıldırdıktan sonra kalkıp: “Ey insanlar! Al¬lâh aşkına söyleyin benim yaptığım bir işten daha hayırlısını biliyor musu¬nuz?” diye sordu. Onlar: “Allâh hakkı için hayır” deyince, o: “Bilal ibni Hâris şöyle bir şey söylüyor” diyerek onun rüyasını anlattı. O zaman insanlar meseleyi anlayarak: “Bilal doğru söylüyor, yağmur duası yapmakta geciktin, Allâh’tan yardım iste, sonra Müslümanlarla yardım talep et” dediler.
Bunu duyan Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) tekbir getirerek: “Bela son had¬dine ulaştı, artık açılacak, bir topluma talep izni verilirse (isteme kapısı açı¬lırsa) mutlaka onlardan eziyet ve bela kaldırılır” buyurdu.
Sonra insanları yağmur duasına çıkarttı, Abbas ibni Abdülmuttalib (Radıyallâhu Anh) da onunla beraber yürüyerek yağmur duasına çıktı. Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) kısa bir hutbe okuduktan sonra kısaca iki rekat kıldırıp:
«Ø§ÙŽللّٰهÙÙ…ÙŽّ عÙŽجÙŽزÙŽتْ عÙŽنÙŽّا Ø£ÙŽنْصÙŽارÙÙ†ÙŽا ÙˆÙŽعÙŽجÙŽزÙŽ عÙŽنÙŽّا Ø*ÙŽوْلÙÙ†ÙŽا ÙˆÙŽقÙÙˆÙŽّتÙÙ†ÙŽا ÙˆÙŽعÙŽجÙŽزÙŽتْ عÙŽنÙŽّا Ø£ÙŽنْÙÙسÙÙ†ÙŽا،
ÙˆÙŽلÙŽا Ø*ÙŽوْلÙŽ ÙˆÙŽلÙŽا Ù‚ÙÙˆÙŽّةÙŽ Ø¥ÙÙ„ÙŽّا بÙÙƒÙŽ، اÙŽللّٰهÙÙ…ÙŽّ Ø£ÙŽسْقÙÙ†ÙŽا ÙˆÙŽأÙŽØ*ْي٠الْعÙبÙŽادÙŽ ÙˆÙŽالْبÙÙ„ÙŽادÙŽ.»
“Ey Allâhımız! Yardımcılarımız bizden aciz kaldı, gücümüz kuvveti¬miz de tükendi, kendimiz de çaresiz kaldık, senin yardımın dışında bizim hiçbir kuvvetimiz yoktur. Ey Allâhım! Bizi sula, kulları ve şehirleri dirilt” diye dua etti, sonra evlerine dönmeden sellere daldılar. (İbni Kesîr, Bidâye, 7/86; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, Kenzü’l-Ummâl, no:23535, 8/431î; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/575)
Sahih kaynaklarda geçen bu kıssada açıkça görüldüğü üzere, Bilal ibni Hâris (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kabrine gele¬rek kuraklıktan şikayetlenip Allâh’tan yağmur istemesi için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e müracaat etmiş ve icabet olunmuştur. İşte bu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kabriyle tevessül etmenin caiz olduğuna dair açık bir delildir.
Hâfız ibni Kesîr (Rahimehullâh)ın naklettiğine göre Yemame vakasında Müslümanların şiârı (nişanı): «ÙŠÙŽا Ù…ÙØ*ÙŽمÙŽّدÙŽاهْ» “Ey Muhammed yetiş!” sözleriydi. (el-Bidâye ve’n-Nîhaye, 6/324)
Buhârî’nin rivayetine göre Abdurrahmân ibni Sa‛d (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor: “Bir kere Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: ‘En sev¬diğin insanı an’ dedi. O da: ‘Yâ Muhammed!’ deyince bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no:993, sh:262)
Bu şekilde değişik bir rivayet de imam Mücahid (Radıyallâhu Anh) vasıtasıy¬la, İbni Abbas (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledilmiştir.
b) Nureddin Hoca amelle tevessülde ittifak olduğunu kabul ediyor, oysa vefat eden biriyle tevessül eden de ameliyle tevessül etmektedir, ulemâ bu konuyu şöyle açıklamıştır:
Tevessül meselesinde bir takım anlayışsızların muhalefet ettiği konu, tevessül eden kişinin, kendi amelinden başka bir şeyle tevessül etmesi¬dir. Mesela bir kimsenin: “Ey Allâhım! Sana peygamberin Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yahut Ebu Bekr es-Sıddîk ile veya Ömer ibni Hattab ile ya da Osman veya Ali (Radıyallâhu Anhüm) veya her hangi bir veli ile tevessül ederim” diyerek bir takım zatlar ve şahıslarla tevessül etmesi bir takımlarınca kabul edilmemekte ise de, aslında onların bu itirazı ince düşünmediklerinden kay-naklanmaktadır.
Zira biriyle tevessül etmek hakikatte insanın kendi ameliyle tevessül et-mesi demektir ki bu, onlar katında da kabul gören bir şeydir. Eğer inatçı ve itirazcı kimse bu meseleye basiret gözüyle bakacak olsa, elbette hakikat ken-disine parlayacak, bu müşkilat çözülecek ve bu sebeple meydana gelen, Müslümanlar kâfir sayacak derecedeki büyük fitne kaybolup gidecektir.
Şimdi bir şahısla tevessül eden kimsenin hakikatte kendisine mensup olan ameli ile ve bizzat kendi işiyle tevessül etmekte olduğu gerçeğini açıklayalım. Şu bilinsin ki, bir şahısla tevessül eden (onun hürmetine Allâh-u Te‛âlâ’dan bir şey isteyen) kimse, o kişi hakkında hüsn-ü zanda bulunarak onun iyiliğini, faziletini, Allâh’a yakınlığını kabul ettiği için onu sevmiş demektir ya da o şahsın Allâh-u Te‛âlâ’yı sevdiğine ve onun yolunda hakkıyla cihat ettiğine inanmıştır veyahut Allâh-u Te‛âlâ’nın onu sevdiğine itikat etmiştir.
Nitekim Mevlâ Teâlâ:
ï´¿ÙŠÙØ*ÙبÙّهÙمْ ÙˆÙŽيÙØ*ÙبÙّونÙŽهÙï´¾
“O (Allâh-u Te‛âlâ) onları sever, onlar da O’nu severler” (Mâide Sûresi:54’den) kavl-i şerifiyle yarattığı kulları içersinde, bir takım sevdiği kullar bulun¬duğunu açıklamıştır.
Bu mesele ince düşünüldüğünde tevessül eden kimsenin, kendisiyle te-vessül ettiği kimse hakkındaki o sevgi ve inancının bizzat kendi ameli oldu¬ğu anlaşılmış olur. Zira o, onun kendi itikadı ve inancı olduğundan ona aittir, o inançtan mesul olacak ve o sevgisinden dolayı sevap alacak olan bizzat kendisidir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):
«Ø£ÙŽÙْضÙŽل٠الْأÙŽعْمÙŽال٠اÙŽلْØ*ÙبÙÙ‘ ÙÙÙŠ اللّٰهÙ.»
“Amellerin en üstünü Allâh için sevmektir” hadîs-i şerifinde sevginin, amellerin en faziletlisi olduğunu beyan ederek sevgiyi amel saymıştır.
Dolayısıyla “Falan dostun hürmetine Senden istiyorum” diyen kimse, sanki: “Yâ Rabbi! Ben falan kulunu seviyorum, onun da Seni sevdiğine, Sana karşı samimi olduğuna ve senin yolunda cihat ettiğine inanıyor, Senin de onu sevdiğini ve ondan razı olduğunu itikat ediyorum. Benim ona karşı olan sevgim ve onun hakkındaki inancım vesilesiyle Senden şöyle şöyle yapmanı diliyorum” demektedir.
Velakin tevessül edenlerin ekserisi, gökte ve yerde kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allâh-u Te‛âlâ’nın ilmiyle yetinerek bu kadar açıklama yap-maya gerek duymamaktadır.
Bu izahtan açıkça anlaşıldığına göre “Ey Allâhım! Nebin Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile Sana tevessül ederim” diyenle, “Allâhım! Peygamberine olan sevgimle Sana tevessül ederim” diyen eşittir. Çünkü birinci ifadenin sahibi de ancak peygamberi sevip ona inandığı için bu tevessüle teşebbüs etmiştir. Eğer peygambere karşı sevgi ve inancı olmasaydı onunla tevessül etmezdi.
Ümmetin diğer velileri hakkında söylenecek söz de budur. Çünkü masumluk, dörtten fazla kadınla evlenme, uykusunun abdest bozmaması gibi kendisine has olan konuların dışında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında caiz olan hususlar, ümmetin velileri hakkında da caizdir. Artık insaf eden bir kişi “Vefat etmiş kişilerle tevessülde ihtilaf var” nasıl diyebilir?!
c) Netice olarak bu kardeşime derim ki; konu Nureddin Hoca’nın dediği gibi ümmetin büyükleri arasında büyük tartışmalara sahne olmamıştır. Bu iddiayı yapan kişi o büyüklerin kim olduğunu ve onların vefat eden büyüklerle tevessülü caiz görmeyen görüşlerinin hangi kaynaklarda geçtiğini açıklamak zorundadır. Bakın ben size şu kısacık mektupta bile ne kadar delil yazdım, ayrıca bunca sahih hadîs-i şerif varken:
ï´¿ÙˆÙŽابْتÙŽغÙوا Ø¥ÙÙ„ÙŽيْه٠الْوÙŽسÙيلÙŽةÙŽ﴾
“Ona (sizi yaklaştıracak) vesile arayın” (Mâide Sûresi:35’den) âyet-i kerîmesi vesile aramayı bize emrederken ve burada geçen “Vesile” kelimesi amellere de, şahıslara da, ölülere de, dirilere de şâmil umûmi bir ifadeyken, hiçbir büyük âlim bu konuda muhalefet edemez. İngilizlerin oyuncağı olmuş Abdülvehhab yahut onun torunlarından Binbâz veya herhangi bir canbaz bu konuda huccet kabul edilemez.
Dolayısıyla Nureddin Hoca’nın “Biz amelle tevessülü yeğleriz” sözü kendi tercihi olmakla beraber şu anda kendisinin kendi amelleriyle tevessülü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine dua yapmaya tercih ettiğini ortaya koymaktadır, kendisinin alın yazısı diye tabir edilen “Kader” Allâh-u Te‛âlâ’nın “Arş üzerine istivâsının” manası ve “İsa (Aleyhisselâm)ın bedeniyle kıyamete yakın ineceği” gibi akaid metinlerinde yer alan mütevatir inanç konularındaki görüşlerini bilmediğim için sadece vefat etmiş insanlarla tevessülü ihtilaflı görüp amel etmemesi hasebiyle Ehl-i Sünnet dairesinden çıkmayacağını bildirir, kaderi inkar eden Mustafa İslamoğlu ve İsa (Aleyhisselâm)ın nuzûlü gibi mütevatir akideyi reddeden Mustafa Karataş misali kimseler hakkında kullandığım “Sohbetini dinlemeyin” fetvasını Nureddin Hoca hakkında söylemediğimi ifade eder, kendisinden istifade tercihini sana havale ederim, bütün cemaatime de benim ilmî reddiyelerimi reddiye yapılan şahıslara hakaret malzemesi yapmamalarını, ilmî reddiye ile şahsi hakareti özenle ayırmalarını vasiyet ederim.
3) Bu bapta bana kendi eserlerini hediye olarak irsal eden bazı zevata ve müesseselere teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.
Daima yanımda yer alan Marifet Derneği’ne, kötü günümde desteklerini esirgemeyen İsmailağa Vakfı’na, Mektup Dergisi’ne, annem için taziye yayınlayan Aydınlık ve Baran dergilerine, Gureba Dergisi’ne, hizmetlerini dergilerinden okuduğum İddef derneğine, Ehl-i Sünnet çizgisindeki “Maruf 2” isimli eserini gönderen İdris Yılmaz kardeşime ve “Tahrif Hareketleri” isimli eserini üzerine “Aziz dava arkadaşım Ahmed Hoca kardeşime! Allâh kurtarsın” diye yazıp gönderen Kadir Mısıroğlu abime ve Ehl-i Sünnet yayınlarıyla mümtaz olan merhum Hüseyin Hilmi Işık Hoca Efendi’ye ait Hakikat Yayınları’ndan çıkan bir koli kitap getiren Tgrt’nin müdürü Nuh Albayrak abime, Reşahat ve Mârifetnâme gibi istediğim eserleri temin eden Avukat Fevzi Efendi kardeşime, Kağıthane Belediyesi’nin şaheser yayınlarını getiren Avukat Ayhan Medik Beyefendi’ye ve isimlerini unutmuş olabileceğim diğer mühdîlere şükranlarımı arz eder, hepimize sırat-ı müstakim üzere afiyetle uzun yıllar hizmetler nasip etmesini Cenâb-ı Mevlâ’dan niyaz ederim.
Bu vesileyle Çavuşbaşı’ndan Tüfen soyadındaki hanım kardeşimin gönderdiği hediyelerin ulaştığını bildirir, bana kitap, takke, tespih gibi hediyeler gönderenlerin tümüne teşekkür eder, Rabbimden her birerlerini benim tarafımdan hayırla mükâfatlandırmasını talep ederim.
4) Bu ayki Arifan Dergisi’nde benim bu suçlamalardan uzak olduğuma dair bazı belgeler bulunacağından her biriniz mutlaka çevrenizde bu konuda en ufak bir tereddüdü olana dahi bu dergiyi ulaştırmayı niyet edin, Rabbim de size âhirette cehennemden beratlar ihsan eylesin. Âmîn!
5) Ne demişler:
“Bir insanı fark etmek için 1 dakika,
Onun hakkında fikir üretebilmek için 1 saat,
Ondan hoşlanabilmek için 1 gün,
Onu sevebilmek için 1 hafta lazımmış,
Ama onu unutabilmek için 1 ömür yetmezmiş”
Siz de beni bir ömür tanıdınız, 9 ayda unutacak değilsiniz ya, inşâallâh 21 eylül cuma günü saat 10’da Çağlayan’a gelmeniz unutmadığınızın ispatı olacak. Geçende rüyamda mahkememe gelmekle ilgili:
ï´¿ÙÙŽرÙØ*ÙŽ الْمÙخَلÙŽّÙÙونÙŽ بÙÙ…ÙŽقْعÙŽدÙÙ‡Ùمْ Ø®ÙÙ„ÙŽاÙÙŽ رÙŽسÙول٠اهÙّٰn ÙˆÙŽكÙŽرÙÙ‡Ùوا Ø£ÙŽنْ ÙŠÙجÙŽاهÙدÙوا بÙØ£ÙŽمْوÙŽالÙÙ‡Ùمْ ÙˆÙŽأÙŽنْÙÙسÙÙ‡Ùمْ ÙÙÙŠ سÙŽبÙيل٠اهÙّٰا ÙˆÙŽقÙŽالÙوا Ù„ÙŽا تÙŽنْÙÙرÙوا ÙÙÙŠ الْØ*ÙŽرÙÙ‘ Ù‚Ùلْ Ù†ÙŽار٠جÙŽهÙŽنÙŽّمÙŽ Ø£ÙŽشÙŽدÙÙ‘ Ø*ÙŽرًّا Ù„ÙŽوْ ÙƒÙŽانÙوا ÙŠÙŽÙْقÙŽهÙونÙŽ ÙÙŽلْيÙŽضْØ*ÙŽكÙوا Ù‚ÙŽلÙيلًا ÙˆÙŽلْيÙŽبْكÙوا ÙƒÙŽثÙيرًا جÙŽزÙŽاءً بÙÙ…ÙŽا ÙƒÙŽانÙوا ÙŠÙŽكْسÙبÙونÙŽ ÙÙŽإÙنْ رÙŽجÙŽعÙŽكÙŽ اللّٰه٠إÙلٰى Ø·ÙŽائÙÙÙŽة٠مÙنْهÙمْ ÙÙŽاسْتÙŽأْذÙŽنÙوكÙŽ Ù„ÙلْخÙرÙوج٠ÙÙŽقÙلْ Ù„ÙŽنْ تÙŽخْرÙجÙوا Ù…ÙŽعÙÙŠÙŽ Ø£ÙŽبÙŽدًا ÙˆÙŽلÙŽنْ تÙÙ‚ÙŽاتÙÙ„Ùوا Ù…ÙŽعÙÙŠÙŽ عÙŽدÙوًّا Ø¥ÙÙ†ÙŽّكÙمْ رÙŽضÙيتÙمْ بÙالْقÙعÙود٠أÙŽوÙŽّلÙŽ Ù…ÙŽرÙŽّة٠ÙÙŽاقْعÙدÙوا Ù…ÙŽعÙŽ الْخÙŽالÙÙÙينÙŽ﴾
“O (ilahi hikmet neticesi, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in müsaadesiyle Tebûk seferinden) geri bırakılmış kimseler Rasûlüllâh’ın ardında(n cihada gitmeyip geride) oturmalarıyla sevindi(ler) de, mallarıyla ve canlarıyla Allâh yolunda cihat etmelerini hoş görmediler ve (birbirine): ‘Bu sıcakta (gazâya) çıkmayın’ dediler.
(Habibim!) De ki: ‘(Cihada çıkmamanız sebebiyle düşeceğiniz) cehennem ateşi hararet bakımından daha şiddetlidir.’ Eğer (bu gerçeği) iyice anlamakta bulunmuş olsaydılar (elbette azıcık bir rahatlığı sonsuz azâba tercih etmezlerdi).
Artık onlar (dünyada) biraz gülsünler, (âhirette ise) çokça ağlasınlar. Kazanmakta bulunmuş oldukları(kötü) şeylere karşılık tam bir ceza olarak.
Eğer Allâh seni (Tebûk seferinden sağ salim olarak kurtarıp) onlardan bir fırkaya döndürecek olur da, onlar senden (başka bir gazâya) çıkış için izin isterlerse, sen de ki: ‘(Yaşadığım müddetçe) benimle beraber (hiçbir sefere) asla ebediyyen çıkmayacaksınız ve benimle birlikte hiçbir düşmana karşı kesinlikle savaşmayacaksınız.
Çünkü siz ilk seferde (benimle gelmeyip) oturmaya razı oldunuz. Öyleyse (bundan böyle) geri kalan (kadınlar ve çocuk)larla birlikte siz de oturun” (Tevbe Sûresi:81-83) âyet-i kerîmeleri okundu, çok ilginç hele son âyet-i kerîme bana inşâallâh çıkıp da yeniden hizmete başladığımda o gün oturup gelmeyenlere “Evvelce oturmayı seçtiniz, artık benimle birlikte bir faaliyete gelmeyin” dememi öğütler gibi bir mana ilham ediyor.
Meşru mazereti olanlar müstesna ama derstir, sohbettir, kendi işindir, bunlar mazeret olmamalı, çünkü İslamiyet bize her an için bir vazife tayin etmiş ve ehemmi mühimme takdim etmemizi yani zamana zemine ve ihtiyaca göre hareket etmemizi emretmiştir, o saat birlik görünerek Ehl-i Sünnet düşmanlarının hilelerini iptal zamanıdır ki o vakit ondan efdal hangi amel olabilir. Mesele o saatte oraya yetişebilmek için niyetlenmek ve gereken vasıtaları kullanmaktır. Sünnet bunu iktiza etmektedir.
Nitekim “Şifâ-i Şerif” şerhlerinde zikredildiği üzere; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dünya işlerinde şartlar neyi gerektiriyorsa ona göre hare¬ket eder, davranışları muktezayı hale göre olur, farklı biçimler ortaya koyar, hale uygun olan neyse onu ya¬pardı.
Mesela evine yakın bir yere giderken eşeğe binerdi. Zira yakın yere giderken eşeğe binip inmek ko¬laydır. Allâh’ın elçisi eşeğe binmek suretiyle ki¬birli olmadığını, tevazu tercih ettiğini ümmetine göstermiştir.
Uzun bir sefere çıkıyor¬sa deveye binerdi. Çünkü deve sabırlı, çok yük ta¬şıyabilen ve yolculuğun sı¬kıntısına dayanıklı bir hay¬vandır.
Bir savaşa gidiyorsa, savaşmakta kararlı ve azimli olduğunu göster-mek için katıra binerdi.
Nitekim katır inadın, ısrarın ve sebatın sembolüdür. Sa¬vaşta bile geri dönüp kaç¬mayan bir hayvan olduğu için Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona binmeyi uygun görmüş, bu tavrıyla o savaşı kazanmaya ne kadar is¬tekli ve ka¬rarlı olduğu¬nu da göstermiştir. Süratle yapılacak bir iş varsa, yardım isteyen biri¬nin imdadına hemen koş¬mak gerekiyorsa o zaman ata binerdi ve bu maksatla beslediği bir atı vardı.
Demek ki sünnet neymiş? Şartlara uygun hareket etmekmiş, bazen bir amel kendinden daha üstün amelden efdal olur. Niçin? O saat ona ihtiyaç duyulduğu için. Mesela hac ve umre en makbul ibadetlerden ama yolda çok muhtaç birini görünce parayı ona tasadduk edip evine dönmen daha efdal olabilir.
Nitekim nakledildiğine göre; Abdullâh ibni Mübarek hacca giderken, Küfe’ye uğrar. Orada bir mezbelede, kadının birinin kaz yolduğunu görür. İçine kazın ölü olduğu şüphesi düşer ve kadının yanında durup: “Ey kadın! Bu hayvan ölü müdür, yoksa kesilmiş midir?” di¬ye sorar. Kadın: “Ölüdür. Onu çocuklarımla birlikte yemek istiyorum” der. “Allâh-u Te‛âlâ ölüyü haram kılmıştır. Sen bu memlekette ölü eti yiyorsun” der. Kadın: “Ey adam! Benden uzaklaş” der.
Abdullâh ibni Mübarek (Radıyallâhu Anh) devamlı ola¬rak kadına, ölü etinin haram ol¬duğunu söyler ve üzerinde ısrarla durur. Kadın: “Benim küçük çocuklarım vardır. Üç gün oldu, onlara yedirecek bir şey bu¬lamıyorum” der.
Bunun üzerine Abdullâh ibni Mübarek (Radıyallâhu Anh) kadını orada bırakıp gider. Sonra katı¬rına yiyecek, giyecek yükleyip, kadının evine gelir. Evin kapısını çaldığında, kapıyı kadın bizzat açar. Katırı dehleyip kapıdan içeri sokar ve kadına: “İşte sana yiyecek, giyecek. Katırı ve üstünde yüklü olanları al, senin olsun” der.
Sonra hac mevsimi geçene kadar, ta ki haclar memleketlerine dönünceye kadar orada kalır. Hacılar dönmeye başladığında o da onlarla birlikte döner. İnsanlar gelip kendisini tebrik etmeye başlarlar. O insanlara “Ben bu sene hac etmedim” der içlerinden bir adam: “Sübhânellâh. Biz Arafat’a giderken, yiyeceklerimizi sana bırakma¬dık mı?! Sonra onu senden Arafat’ta aldık’ der. Başka bir adam da: “Filan yerde bize su içirmedin mi?!” der. Daha başka birisi: “Sen bana şunu şunu satın almadın mı?!” der.
Onlara: “Ben sizin söylediklerinizden bir şey anlamıyorum. Ben bu sene hac etmedim” diyorum der. Sonra gece olduğu vakit uyur rüyasında birisinin kendisine şöyle dediğini görür: “Ey Abdullâh! Allâh-u Te‛âlâ senin sadakanı kabul buyurdu. Sana benzer bir meleği gönderip, o melek senin yerme hac-cetti.”
İşte gördünüz mü? 21 eylül cuma sabah 10’da Çağlayan’da bulunmanız da mazluma destek ve zulmü gidermek niyetiyle olacağından o vakit yapacağınız diğer salih amellerden kat kat üstün olur inşâallâh.
Haftaya inşâallâh size orada hangi zikir ve duaları yapmanızı istediğimi maddeler halinde zikrederim, siz de not alıp amel edersiniz inşâallâh. Mâzereti olup gelemeyecek olanlar da bulundukları yerde kolaylarına geleni yaparlar, herhalde beni sevenler Hrant Dink için toplananlardan az olmazlar. Rabbim gözden, nazardan ve kötü tahriklerden cümlemizi ve cemaatimizi muhafaza buyursun. Âmîn!
Maalesef bizim Müslümanlar bile gavurlara verdikleri değeri hocalara vermezler. Mîlat gazetesinde Hrant Dink cinayeti ile Hızır Ali ve Bayram Ali hocalarımızın cinayetlerine verilen cılız tepkileri kıyaslayan Yakup Köse, çifte standarta dikkat çektiği yazısında bakın neler kaleme almış:
“Cumhuriyet’in kurulmasından bugüne işlenmiş siyasi cinayetleri bir bir sıralıyorsunuz da, Türkiye’nin en büyük camialarından birine karşı yürütülen tasfiye operasyonu kapsamında işlenen iki suikastten bahsetmemeniz ilginç değil mi?! Sahi size de bu tavrınız ilginç gelmiyor mu?!
Hakikaten merak ediyorum, sizlerin fail-i meçhul listesine girmek için kriterler nelerdir? Bir zahmet açıklarsanız, bundan sonra (Allâh muhafaza) suikastte uğrayacak hocalarımız sizlerin kriterlerine göre ölmeye çabalarlar!
Evet niyetim samimiyet sorgulamasıydı. Sapmaz çizgilerden bahsedip, gerektiğinde bu sapmaz çizgiler için Müslüman kardeşlerinin kalplerini kıranlar, söz konusu Müslümanlar olunca sapmaz çizgiler nedense sapıyor! Nedense…
Sapan çizginizi biri fâş ettiğinde de başlıyorsunuz viyaklamaya: ‘Onu onla karşılaştırma, bunu bunla karşılaştırma.’ Tamam karşılaştırmayalım da sen de iki dakika çizgilerine sahip ol, ayrımcılık yapma!
Malumunuz cami içerisinde şehid edilen iki hocamızın sizlerin sözlerine, yazılarına ihtiyacı yok ama sizlerin o şehidlerden bahsetmenize ihtiyacınız var; çünkü âhiret var!”
Eline sağlık, ne güzel yazmış. Bizim cemaat de hoca kıymeti bilmez. Evvelce bazı ham sofular kürsüde cezbeye gelip bazı kasideleri makamla okuduğu için şehit Bayram Hocamız hakkında “Tarikattan çıktı” diyorlardı. Kimileri de onu vakfa ait evden çıkarmaya zorladılar, sonra şehit olunca kıymetinden bahsetmeye başladılar.
Merhum Osman Bölükbaşı’nın dediği gibi: “Bizim millet adamı kâfir diye asar, şehit diye cenaze namazını kılarlar.” Onun daha ne hikmetli sözleri vardı; “Teravihi arkamda kılıyorsunuz, fitreyi başkasına veriyorsunuz”, “Şakşaklar bize, reyler başkasına” gibi mitingine gelip de kendisine rey vermeyenlere sitem ederdi.
Sakın siz de bu kadar sohbetimi dinleyip de mahkemede desteğe gelmeyenlerden olmayın, varsa bir kıymetim sahip çıkın ama öldükten sonra değil!
6) Benim resmi internet sayfalarımın adresleri, facebook sayfası için; facebook.com/cubbelihoca571 twitter sayfası için; twitter.com/cubbelihoca571 şeklindedir. Bu adresteki sayfaları Sultangazi’den Selçuk kardeşimiz yönetmektedir ve benim kontrolümün altındadır. Benden izinsiz hiçbir şey paylaşılmamaktadır, benimle ilgili haberleri bu sayfalardan takip edebilirsiniz. Burada yapılan bütün paylaşımlara bizi sevenler itibar etsinler.
Mehmet Talu Hoca Efendi’nin mübarek annesinin vefatını büyük bir üzüntüyle duymuş bulunmaktayım. Hoca Efendi’nin yetişmesinde büyük emeği hasebiyle dinimize hizmeti geçmiş bulunan bu annemize Rahman Te‛âlâ’dan bol rahmetler, mağfiretler ve yüksek dereceler, Talu Hoca Efendi’ye de sabır ve sevaplar niyaz ederim. Ruhu için bir kelime-i şahadet okuyalım buyurun.
Somuncu Baba lakaplı Sadık kardeşimizin beni çok seven ve vefat edene kadar bana dua eden kıymetli annesi vefat etmiştir. Merhûmeye Cenâb-ı Mevlâ’dan kuşatıcı rahmetler ve geniş lütuflar niyaz eder, kederli ailesine sabırlar ve ecirler talep ederim. Ruhu için bir kelime-i şehadet okuyalım buyurun.
Ayrıca Bakırköy diş merkezinin doktoru ve aile dostumuz doktor Mustafa Efendi’nin annesi kulağı iyi duymadığı için kulaklıkla benim sohbetimi dinlerken Rahmân’a yürümüştür. Kıymetli annemize Rabbimizden üstün mağfiretler ve yüce rahmetler niyaz eder, Mustafa Efendi kardeşimize de Cenâb-ı Hak’tan sabr-ı cemîl, ecr-i cezîl dilerim. Ruhu için bir kelime-i şehadet okuyalım buyurun.
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi'nin Resmi Sayfaları..!
Resmi facebook adresi:
http://www.facebook.com/cubbelihoca571
Resmi tiwtter adresi:
https://twitter.com/cubbelihoca571
http://www.hurriyet.com.tr/fethullah-gulen-den-cuppeli-ahmet-e-2-kitap-2-mesaj-21443396