Evliyaullah, Rabıta ve Hadis-i Şerfilerle+Alimlerin Görüşleriyle Tasavvuf

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
SORULDU :

Bir alim Kur'ân'ı, hadîsi, fıkıh ilmini bilir, selefin kitaplarını okursa şeyhe ne hacet?..

BUYURDU: ( Abdulhakîm el-Hüseynî rahimehullah )

Doğru, doğru amma bir eczacı envâi çeşit otları bilir, hangisinden ne gibi şerbet çıkaracağını, hangi hastalığa yararlı olacağını da bilir. Hatta çoğu zaman doktorlara da onu gösterir, doktorlar da onun tahlil, terbiye ve tahrîrine binaen, teşhis ettikleri hastalığa tavsiye ederler.

Fakat eczacı bir hastayı teşhis etmekten acizdir, doktorun reçetesi olmaksızın bir hastaya ilac verse, hele hele ilacın üzerinde reçetesiz satılmaz diye bir kayıd olursa, eczacı o ilacı parasız olarak verdikten sonra hasta o ilacla ölürse cezalanır. Elbette böyle satış yapan cezayı hakeder.

Bununla beraber doktor kendi filmini çekmekten acizdir.

Ondan da aciz olmaz derseniz, iki omzu arasında bir çıban varsa onu tedavi etmekten acizdir.

Alimleri de buna kıyas et.

Kaldı ki insan ahiret yolunda evvela avamdır. Nasıl kendini tedavi edebilir?

Kalbî hastalıkların tedavisi maddi tedaviden daha zordur.

Acaba nazarî olacak tıb ilmini tahsil edene, o oğlun da olsa dimağ ve kalb ameliyatında sen kendini ona teslim edebilir misin?

Fakat tecrübe görmüş ve birçok zamanda muvaffak olan bir doktora kendini tereddüdsüz teslim edersin değil mi?

Bunca vaazlar nasihatleriyle az kimseleri yola getirirler, amma şeyhler öyle değil, pek çok fâsıkları günahtan vazgeçirirler. bu apaçık meydanda bir delildir.

....

Iktibas: Edeble Varis Lutufla Donus, Dilara Yayinlari

(yine talib'den)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Tarikat-ı Muhammediyye'yi Cahiller İnkar Eder:

"Yüce tarîkatlardan bir tarîkata intisâb edenlere yanlış bir yola sapmışlar diye pervâsızca dil uzatmak ne büyük bir cesâret ve ne büyük bir cehâlettir. Çünkü bunlar Allah Allah diyerek Allah'ın yüce adını ya da Lâ ilâhe illallâh diyerek kalbi ve kalıbı ile kelime-i tevhîdi anıyorlar. Tevbe edip istiğfar ediyorlar. Allah'ın zikri ile vakit geçiriyor, beş vakit namazı tertemiz oldukları hâlde cemâate devâm ederek kılıyorlar. Böylesine güzel ve iyi davranışlardan Cenâb-ı Hakk'ın râzı olacağı amellerde bulunmak aklen, örfen, hikmeten ve şer'an suç mudur? Bu hâllerin hangisi şerîata aykırıdır? Bunların hangisi yanlış ise Hoca Efendi, lütfen açıklayıp izâh etsin de istifâde edip faydalanalım.

Dervişlerin muhabbeti cennetin kilididir. Onların düşmanı ise la'neti hakeder, deyiminin ifâde ettiği mânâya göre birçok güvenilir kitaplarda işâreten ya da delâleten yâni îmâ yolu ile değil belki açıkça zikredilip yazılıdır ki, evliyâullah'ın tarîkatını red etmek, - Allah korusun - kötü bir sonla ölüme sebep olur. Siz kulluk vazîfelerinize ibâdet ve tâatlarınıza:

- Kınayıcı hiçbir kimsenin kınamasından korkmadan ve onlara aldırmadan, düstûruna bağlanarak tereddüde düşmeksizin devâm edin.

Tarîkatları inkâr edenler çok yakın bir zamanda tarîkat kurucusu pirlerin şiddetli bir darbesiyle terbiye edileceklerdir. "

Muhammed Es'ad Erbili Hazretleri / Mektûbât / 137. Mektûb.. (Tevekkül'den naklen)
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
"Pes mukarreblere sûfîler derler ve sûfîlere dâhi mukarrebler derler. Ve sûfîlerin şeyhleri kim vardır, âhiret âlimleridir." Müzekki'n-Nüfûs - Eşrefoğlu Rûmî (kuddise sirruh) Tevekkülden naklen iktibas.

Şeyh Sühreverdi Hazretlerinin Avarif'inde de "Mukarrebun" zümresinin Ehli Tasavvuf olduğu bildirilmişti. Bunu da daha önce nakletmiştik.

***

İmam Rabbani Hazretleri buyurur:

Allah'ı zikir etmekte gevşeklik duyarsanız, kalbinizin niçin dağıldığını araştırınız! Bundan sonra, kalbi toparlamaya çalışınız! Boyun bükerek ve ağlayarak, kalbdeki karartının gitmesi için, Allah Teala’ya yalvarınız. Şeyhi, yani zikri öğreten kimseyi, araya koyunuz! Her güçlüğü, her sıkıntıyı gideren, ancak Allah Teala’dır. (Mektubat, 93. Mektup)

***

İMAM AZAM HAZRETLERİNİN BİZZATİHİ TARİKAT SAHİBİ MÜRŞİD-İ KAMİL OLDUĞUNUN KAYNAKLI İSPATIDIR:

METİN

Bu zevat Ebu Hanîfe'de bir şüphe bulsalar ona tabi olmazlar, uymazlar ve muvafakat etmezlerdi.

Üstad Ebu'l Kasım el-Kuşeyrî, mezhebinde son derece salâbetli ve bu tarikatta ileri gelenlerden olduğu halde risalesinde şunları söylemiştir:

«Üstad Ebu Ali ed-Dekkâk'ı şöyle derken işittim:

'Ben bu tarikatı Ebu'l-Kasım en-Nasr Ebâzi'den aldım. Ebu'l-Kasım da ben onu Şiblî'den aldım dedi. O da Sırrı Sakatî'den, o da Mâ'ruf Kerhî'den, o da Davud Tâî'den almış. Davud da ilim ve tarikatı Ebu Hanîfe'den almış' ».

İZAH

Ebu'l-Kasım: İbrahim b. Muhammed en-Nasr Abâzî, Horasan'ın şeyhidir. Mekke'de mücâvir olarak yaşamış ve 357 tarihinde orada vefat etmiştir.

Şıbli: İmam Ebu Bekir Dülef el-Bağdadî'dir. Mâliki mezhebindedir. Cüneyd-i Bağdadî ile sohbet etmiş 334'de vefat etmiştir.

Sırri: Ebu'l-Hasan b. Muglis es-Sakatî'dir, Cüneyd Bağdadi'nin dayısı ve üstadıdır. 257 tarihinde vefat etmiştir.

(İmam Azam) Ebu Hanîfe bu meydanın suvarisidir. Çünkü hakikat ilminin temeli ilim amel ve nefsin tasfiyesidir.

Bunlarla onu bil'umum selef uleması vasıflandırmışlardır. Onun hakkında İmam Ahmed b. Hanbel, «Ebu Hanîfe, ilim, vera', zühd ve âhireti tercih hususlarında kimsenin erişemeyeceği bir mevkide idi. Kadılığı kabul etmesi için kamçılarla dövüldü: Fakat kabul etmedi», demiştir.

Abdullah b. Mubarek de «Uyulmaya Ebu Hanîfe'den daha lâyık kimse yoktur. Zira o İmamdı. Takva sahibi, nezih, âlim, fakih bir zat idi. İlmi öyle açıklamıştır ki onu hiçbir kimse bu derece basiret, anlayış, zekâ ve takva ile açıklayamamıştır» der.

Sevrî'ye birisi «Ebu Hanîfe'nin yanından mı geldin?» diye sormuş da «Gerçekden yeryüzünün en âbid adamının yanından geldim» cevabını vermiş. Bunun misalleri çoktur.

Bunları İbn-i Hacer ve diğer mutemed ulema nakletmişlerdir.

(İbni abidin rahimehullah, reddul muhtar ale'd durru muhtar - mubah olan ilim babından)
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
hirahos artık gelsen de yazsan kardeş buralar boş kalacak yoksa....
 

furkan

Asistan
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
486
Tepkime puanı
21
Puanları
0
Tarikat tevhid ilmini öğrenmek için kurulmuş bir cemiyettir. Hasılı tarikatın varmak istediği nokta tevhiddir.

Cezbetmek, cezbedilmek ve cezbedilenin de kendisini cezbedene muhabbet ve itaati, tarikat denilen yolun esasıdır. Sevgiliye varmak için cezbedenin gittiği yolu takiptir. Fakat bu yolda aşka istidat aynı değildir. Dünyada her şey yanar, taş bile; fakat bir taşın yanış istidadı ile odunun, gazın hele alkolün yanma kabiliyeti bir midir?

Zor bir yol olan tarikatten insanı alakoyan şeytanın “Bu yol kanlı yoldur, burada ölüm vardır” diye bağırışlarıdır. Fakat kişi Hak erbabı ise “Ko ölürsem ben öleyim” der ve bu yolda ilerler. Ancak tarikat gerçeğine sarılan kişinin maddî vücudu önemini kaybeder.

Gerçek tarikat, insanı gönül sahibinin gönlüne götüren yoldur.Çünkü ancak gönül sahibinin gönlüyle insan ahlâkını tasfiye eder.

Tarikat, kendinden sefer edip kendiliksiz kendine gelmek demektir, yani kendini silip kayıtsız şartsız sevgiliye ulaşmaktır.

Tarikat var gibi görünen vücudun yok olduğunu bilmek ve Hakk’ın zenginliğine vâsıl olmasını sağlamaktır.

Tarikat, irfân-ı Muhammedî (her yerde Allah’ı görmek) demektir. Kerâmet göstermek demek değildir. Zaten ehlullahın varlığı kerâmettir. Ayrıca mucizenin iman sebebi olmadığının en büyük delili Ebu Cehildir. İman sebebi olan cinsiyettir. Eğer ruhları aynı cinsten değilse birbirlerine iman etmezler.

Tarikat zikir veya ibadet değildir. Kâmil mürşidi bulup önünde yok olmaktır.

Cemalnur Sargut Hanımefendi
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Tarikat zikir veya ibadet değildir. Kâmil mürşidi bulup önünde yok olmaktır.

Büyük harflerle tekrarlasak mı dedim...


ALLAHA EMANET OLUN
 

furkan

Asistan
Katılım
7 Haz 2010
Mesajlar
486
Tepkime puanı
21
Puanları
0
Maneviyatta da mürşidlerin görevi böyledir. İşte bunun için tarikatlar çok menfaatlidir, bazıları iş hakikattır diyor. Peki hakikat nasıl olur? Hakikat tarikatla olur. Büyükler şeriat, tarikat, hakikat demişler. Hakikat bir cevher gibidir şeriat de bir deniz gibidir. Tarikat da bir vapur gibidir. O hakikat cevheri denizin ortasındadır. Sen araçsız gidemezsin. Ancak bir vasıta ile, bir vapur ile oraya ulaşabilirsin. Tarikat olmazsa hakikat elde edilemez.


Molla Yusuf Arvas Hz.leri

http://www.ihvanforum.org/showthread.php?t=85372&p=806563#post806563
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
SORULDU :

Bir alim Kur'ân'ı, hadîsi, fıkıh ilmini bilir, selefin kitaplarını okursa şeyhe ne hacet?..

BUYURDU: ( Abdulhakîm el-Hüseynî rahimehullah )

Doğru, doğru amma bir eczacı envâi çeşit otları bilir, hangisinden ne gibi şerbet çıkaracağını, hangi hastalığa yararlı olacağını da bilir. Hatta çoğu zaman doktorlara da onu gösterir, doktorlar da onun tahlil, terbiye ve tahrîrine binaen, teşhis ettikleri hastalığa tavsiye ederler.

Fakat eczacı bir hastayı teşhis etmekten acizdir, doktorun reçetesi olmaksızın bir hastaya ilac verse, hele hele ilacın üzerinde reçetesiz satılmaz diye bir kayıd olursa, eczacı o ilacı parasız olarak verdikten sonra hasta o ilacla ölürse cezalanır. Elbette böyle satış yapan cezayı hakeder.

Bununla beraber doktor kendi filmini çekmekten acizdir.

Ondan da aciz olmaz derseniz, iki omzu arasında bir çıban varsa onu tedavi etmekten acizdir.

Alimleri de buna kıyas et.

Kaldı ki insan ahiret yolunda evvela avamdır. Nasıl kendini tedavi edebilir?

Kalbî hastalıkların tedavisi maddi tedaviden daha zordur.

Acaba nazarî olacak tıb ilmini tahsil edene, o oğlun da olsa dimağ ve kalb ameliyatında sen kendini ona teslim edebilir misin?

Fakat tecrübe görmüş ve birçok zamanda muvaffak olan bir doktora kendini tereddüdsüz teslim edersin değil mi?

Bunca vaazlar nasihatleriyle az kimseleri yola getirirler, amma şeyhler öyle değil, pek çok fâsıkları günahtan vazgeçirirler. bu apaçık meydanda bir delildir.

....

Iktibas: Edeble Varis Lutufla Donus, Dilara Yayinlari

(yine talib'den)

senin sorun zaten çelişkili

bir alim kuranı hadisi fıkhı bilip selefin kıtabını okursa ne hacet demişsin iyide alim şeyhin karşılığıdır şeyh= alim aynı şeylerdir
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Nebilerde bir esrar var. Onu Nebi olmayanlar, Veliler dahi bilmezler. O yüzden yüz bin Veli bir araya gelse bir Nebi etmez.

Velilerde bir esrar var. Onu Veli olmayanlar, Alimler dahi bilmezler. O yüzden yüz bin Alim bir araya gelse bir Veli etmez.

Alimlerde bir esrar var. Onu Alim olmayanlar, Avam bilmezler. O yüzden yüz bin Avam bir araya gelse bir Alim etmez.

***

"Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir" H.Ş. buyrulmuştur.

"İnsanlar helak oldu. Alimler müstesna. Alimler helak oldu, amiller (ilmi ile amel edenler) müstesna. Amiller helak oldu muhlisler (ihlas sahipleri) müstesna" H.Ş. şeklinde de buyrulmuştur.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Nebilerde bir esrar var. Onu Nebi olmayanlar, Veliler dahi bilmezler. O yüzden yüz bin Veli bir araya gelse bir Nebi etmez.

Velilerde bir esrar var. Onu Veli olmayanlar, Alimler dahi bilmezler. O yüzden yüz bin Alim bir araya gelse bir Veli etmez.

Alimlerde bir esrar var. Onu Alim olmayanlar, Avam bilmezler. O yüzden yüz bin Avam bir araya gelse bir Alim etmez.

***

"Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir" H.Ş. buyrulmuştur.

"İnsanlar helak oldu. Alimler müstesna. Alimler helak oldu, amiller (ilmi ile amel edenler) müstesna. Amiller helak oldu muhlisler (ihlas sahipleri) müstesna" H.Ş. şeklinde de buyrulmuştur.

biş husben ve mehmetyıldızda da birçok küfür var ! Bunu da iman sahibi olmayanlar bilmez !
 
Katılım
19 Tem 2010
Mesajlar
18
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
ankara
SORULDU :

Bir alim Kur'ân'ı, hadîsi, fıkıh ilmini bilir, selefin kitaplarını okursa şeyhe ne hacet?..

BUYURDU: ( Abdulhakîm el-Hüseynî rahimehullah )
Doğru, doğru amma bir eczacı envâi çeşit otları bilir, hangisinden ne gibi şerbet çıkaracağını, hangi hastalığa yararlı olacağını da bilir. Hatta çoğu zaman doktorlara da onu gösterir, doktorlar da onun tahlil, terbiye ve tahrîrine binaen, teşhis ettikleri hastalığa tavsiye ederler.

Fakat eczacı bir hastayı teşhis etmekten acizdir, doktorun reçetesi olmaksızın bir hastaya ilac verse, hele hele ilacın üzerinde reçetesiz satılmaz diye bir kayıd olursa, eczacı o ilacı parasız olarak verdikten sonra hasta o ilacla ölürse cezalanır. Elbette böyle satış yapan cezayı hakeder.

Bununla beraber doktor kendi filmini çekmekten acizdir.

Ondan da aciz olmaz derseniz, iki omzu arasında bir çıban varsa onu tedavi etmekten acizdir.

Alimleri de buna kıyas et.

Kaldı ki insan ahiret yolunda evvela avamdır. Nasıl kendini tedavi edebilir?

Kalbî hastalıkların tedavisi maddi tedaviden daha zordur.

Acaba nazarî olacak tıb ilmini tahsil edene, o oğlun da olsa dimağ ve kalb ameliyatında sen kendini ona teslim edebilir misin?

Fakat tecrübe görmüş ve birçok zamanda muvaffak olan bir doktora kendini tereddüdsüz teslim edersin değil mi?

Bunca vaazlar nasihatleriyle az kimseleri yola getirirler, amma şeyhler öyle değil, pek çok fâsıkları günahtan vazgeçirirler. bu apaçık meydanda bir delildir.

....

Iktibas: Edeble Varis Lutufla Donus, Dilara Yayinlari

(yine talib'den)
kuranı azimde şöyle denilir''bilenle bilmeyen bir olurmu''
 
Katılım
5 Ocak 2011
Mesajlar
52
Tepkime puanı
0
Puanları
0
''2- "Bir kişinin imanını kurtarmak 10 Veli yetiştirmekten sevaplıdır" sözünün Kur'an, Sünnet ve İcmaya aykırı ve zıt olduğunu, Ehl-i Sünnet çizgisinden ayrılan bir kelam olduğunu bu cihetle ispat edip bu sözü kullananların ne tür bir hata içinde olduklarını göstermeye çalışacağım Allah'ın izniyle..'' demişsiniz...!

ve bihi nesteinu

''Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü'mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü'mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi temin eder. Velayet ise, mü'minin Cennetini genişletir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on adamı vali yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.''
Bu söz ,Bediüzzaman (r.a) ait ve Risale-i nurda geçer..!

Yazınıza cevabımız:

1- Nazar ile niyet mahiyet-i anlamayı ve anlatmayı teğyir eder..!
2- Deracat-ı takdir deracat-ı fehim gibi müteaddid ve müteaffiftir, herkes derece-i fehmine göre takdir edebilir..!
3- Bir kelamın kuvvet ve ulviyetini anlamak için, sözün; 1- mütekellimine 2-muhatabına 3-mevzusuna 4-makamına bakmak gerekir, yoksa sadece söylenen söze bakmak hatadır..!
4-Mürşid-i alim koyun olmalı, kuş olmamalı.!
5-hazm edilmeyen ilim telkin edilmemeli.!
6-İlim malume tabidir...!
mesela: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ شَهِيدٍ Yani: "Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."

Bu Rivayet belirli bir malumun gereği ile muhatablarına verilen ecirlerden bahseder, şer-i bir ortamda veya devlet tebasında 1 sünnete 1 sünnet ecri verilir, Yani savaş olmayan bir ortamda askerin vazifesine verilen manevi ecir başka, düşman hattında sınırda ecir başka,cihada giden askere başka,cihad eden askere başka, ŞEHİD olan askere ise verilen acir başka başka olur.!

Aynına benzer ifadeleri İmam Rabbani r.a mektubatında , şer-i bir devletin kurulması için tasadduk edilen 1 sülüs para veya bir ip ile, şer-i bir devlette asadduk edilen dağlarla paralara ve mallara denk tutar hatta daha üstündür der.!

EDEB YA HU...!

Bediüzzamanın ifadeleri, itikada ters olmadığı gibi, AMELİ BİR HÜKMEDE TERS DEĞİLDİR, sadece EHEMMİYETLİ VE SEVABLIDIR denilmiştir.! Böyle bir cümle ehl-i sünnet dışında olmadığı gibi, hatada olmasa gerek..!

İltibas sebebi: İmam Rabbani r.a gibi ehl-i hakikatin veya ehl-i mutasavvifenin sözlerine sadece SÖZE bakarak mana vermek HATADIR..! O hazretlerin bazı ifadeleri şer-i hükümlerdir, bir kısmı hakikat mertebesinde derslerdir, bir kısmı hafi tarik olan nakişin tasavvuf dersleridir..Bir kısım ifadeler mesleki 8has ve hususi) ifadelerdir..! Birkısım ifadeler bazı meşrebi ifadlerdir, her sözün muhatabına göre mevzunun makamından kaynaklanan ehemmiyeti vardır..!

Bir vakit; şeyh nazım kıbrisi ve bazı mutasavvife Risale-i nurdan bazı ifadeleri veya nur talebelerini eleştiren kelam etmişsede, sonradan kendi ifadeleri ile, Risale-i nurun bir derya ve umman olduğunu, talimin özel bir usul ve eğitim gerektirdiğini, Risale-i nur eserlerinde ehl-i sünnet ölçülerine ters kelam olmadığı da ilan edilmiştir,bunu en son cübbeli ahmed efendide ilan etmiştir..!

Yani: Ehl-i tasavvufa tasavvuf mesleği ile elde eilen velayetin ehemmiyetini anlatırken kullandığınız ifadelere dikkat etmeniz, İman dairesine girmek ile tasavvuf mesleği velayetini mukayese etmemeniz olur, her biri muhatabına ve makamına göre görünür ve görülür..!

Allah sizin gibi gayretli kardeşlerimize ehl-i sünnet mezheb ve mesleklerinin hakikatlerini ve güzelliklerini iltibas etmeden neşr etmeyi nasib etsin amin..!
 

ehlinimet

Asistan
Katılım
7 Ocak 2013
Mesajlar
409
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Tasavvufu inkar edenlerin delilleri Allah-ı inkar edenlerin delillerine eş değerde olan açıklamalara benzer.Ben de bir tasavvuf düşmanı tarikat reddedicisi çarşaf giyen kadınlara karşı düşmanca düşüncelere sahip birisiydim.Tasavvuf bir bala benzese cam kavanozun içindeki balın tadını camı yalayarak elde edemezsiniz.İçini açmadan tadını alamazsınız.benim eski halim gibi inkar eder durursunuz.Halbu ki zikrullah gibi şifa verici bir ilaç içeren mahviyet gibi bir ilimle insanı Hakka karşı derinden bir boyun eğişe yönelten herkesi hoş kendini boş gösteren bu ali yolun kendini bilmez bazılarının laf lakırdısına alması kara cahillikten öte varmaz.
Bir balı tadana bir de kavanozu yalayana bakın farkı zaten hemen görürsünüz irfan ehli iseniz.İrfan ehli olmayana zaten Peygamberin devrinde ki müşriklere benzemek düşer.
 

KUZAT

Profesör
Katılım
14 Şub 2013
Mesajlar
901
Tepkime puanı
43
Puanları
0
Konum
Antalya


... Allah’a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ’yı bilmenin nuruna gark olduğunda olur. Bu kimse, baktığında, Allah’ın kudretinin delillerini görür; dinlediğinde Allah’ın ayetlerini dinler; konuştuğunda, Allah’ı sena eder; hareket ettiğinde, Allah’a kulluk ve hizmet için hareket eder, çalışıp çabaladığında, Allah’a taat için çalışıp çabalar. İşte bu şekilde de, Allah’a son derece yaklaşmış olur. İşte bu şahıs, Allah’ın velîsidir. İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, “Allah imân edenlerin velîsi (yardımcısı)dır. Onları karanlıklardan nura çıkarır” (Bakara 257) buyurmuştur. Durumun da böyle olması gerekir. Çünkü yakınlık, ancak iki taraflı olur.

Muhakkik âlimlerin çoğu “Kıyamet meydanında, mükâfat ehli için bir korku söz konusu değildir” demişler ve görüşlerine hem “Haberiniz olsun ki Allah ‘m velileri için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir” ayetini, hem de “O en büyük korku bunları asla tasaya düşürmez..”(Enbiya. 103) ayetini delil getirmişlerdir.

Haberiniz olsun ki Allah ‘m velileri için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir” “O en büyük korku bunları asla tasaya düşürmez..”

Amin inşallah
 

zülcenaheyn

Asistan
Katılım
2 Tem 2013
Mesajlar
202
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Hazret-i Peygamber Efendimiz s.a.v. devrinde mü'minlerden O'nu s.a.v. görmeden, düşünmeden edemeyenler, yerinde duramayanlar, büyük muhabbet edenler olurmuş. Zaten bu rabıtadır. Arapça bir kelime olunca farklı bir şey gibi mi algılanıyor doğrusu anlamıyorum. Bu kelimeyi kullanmak da şart değil. Olay muhabbet edileni düşünmektir.

Misal olarak eşlere bakalım. Kişi muhabbet ettiği kişinin ahlakı ile ahlaklanır ve ona benzemeye başlar. Çok çift vardır aynı tip giyinen, birbirine benzeyen. Çiftler yaşlandıkça da tamamen birbirine benzer artık.

Enbiya ve evliyaya muhabbet duymak da çok mühimdir. Allah dostuna muhabbet duymak çok mühimdir. Bu ne demektir? Mü'minleri sevmek ve mü'minler arasından Allah'a daha yakîn olanlara muhabbet etmek ne demektir? Bunun cevabını herkes biliyor.

Allah dostlarını seven, onları düşünen, onlarla beraber olmak isteyen, Peygamber Efendimizi s.a.v. düşünen, seven, sünnetine uyan O'nun ahlakından feyz alır ve kendi ahlakı düzelir.

Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyliyeyim diye bir söz vardır. Kötülerle birlikte olursan, kalben onlara yakınlık duyarsan, aklın, fikrin onlarla ise o vakit onların ahlakları ile ahlaklanırsın.

Şeriat'a en iyi bağlananlar, aşkla bağlananlar, sünnete uyanlar, nefsini tezkiye edip Allah'ın nuru ile nurlananlar ve aynalaşanlar enbiyadan sonra evliyadır.

Allah hepsinden razı olsun.

Tasavvufu reddetmek, bir Allah dostunu kabul etmemek elbette kişiyi küfre sokmaz, bunlar farz değildir fakat dikkat etmek gerekir bir Allah dostunu Allah dostu olarak kabul etmeyebiliriz fakat hakaret etmek, sövmek, kötü gözle bakmak, vs. aman aman diyelim, Allah korusun. Tasavvuf işine kişi farzlar, sünnetler uygulandıktan sonra mü'minin istidadı var ise girebilir fakat farz değildir. Tasavvufu her Müslümana farz kılmak da zulümdür. Bir insan zorla bir üst mertebeye geçemez. Tasavvuf dinin sadece nefs teskiyesi, nefsi terbiyesi ile ilgilenir. Dinin birçok kısmı, alanı vardır, tasavvuf sadece bundan ibarettir ki zaten bu da kul için en mühim alandır çünkü en büyük günah olan şirk-i hafi'den kurtarır kişiyi.

Allâh'a emanet.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Hazret-i Peygamber Efendimiz s.a.v. devrinde mü'minlerden O'nu s.a.v. görmeden, düşünmeden edemeyenler, yerinde duramayanlar, büyük muhabbet edenler olurmuş. Zaten bu rabıtadır. Arapça bir kelime olunca farklı bir şey gibi mi algılanıyor doğrusu anlamıyorum. Bu kelimeyi kullanmak da şart değil. Olay muhabbet edileni düşünmektir.

Misal olarak eşlere bakalım. Kişi muhabbet ettiği kişinin ahlakı ile ahlaklanır ve ona benzemeye başlar. Çok çift vardır aynı tip giyinen, birbirine benzeyen. Çiftler yaşlandıkça da tamamen birbirine benzer artık.

Enbiya ve evliyaya muhabbet duymak da çok mühimdir. Allah dostuna muhabbet duymak çok mühimdir. Bu ne demektir? Mü'minleri sevmek ve mü'minler arasından Allah'a daha yakîn olanlara muhabbet etmek ne demektir? Bunun cevabını herkes biliyor.

Allah dostlarını seven, onları düşünen, onlarla beraber olmak isteyen, Peygamber Efendimizi s.a.v. düşünen, seven, sünnetine uyan O'nun ahlakından feyz alır ve kendi ahlakı düzelir.

Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyliyeyim diye bir söz vardır. Kötülerle birlikte olursan, kalben onlara yakınlık duyarsan, aklın, fikrin onlarla ise o vakit onların ahlakları ile ahlaklanırsın.

Şeriat'a en iyi bağlananlar, aşkla bağlananlar, sünnete uyanlar, nefsini tezkiye edip Allah'ın nuru ile nurlananlar ve aynalaşanlar enbiyadan sonra evliyadır.

Allah hepsinden razı olsun.

Tasavvufu reddetmek, bir Allah dostunu kabul etmemek elbette kişiyi küfre sokmaz, bunlar farz değildir fakat dikkat etmek gerekir bir Allah dostunu Allah dostu olarak kabul etmeyebiliriz fakat hakaret etmek, sövmek, kötü gözle bakmak, vs. aman aman diyelim, Allah korusun. Tasavvuf işine kişi farzlar, sünnetler uygulandıktan sonra mü'minin istidadı var ise girebilir fakat farz değildir. Tasavvufu her Müslümana farz kılmak da zulümdür. Bir insan zorla bir üst mertebeye geçemez. Tasavvuf dinin sadece nefs teskiyesi, nefsi terbiyesi ile ilgilenir. Dinin birçok kısmı, alanı vardır, tasavvuf sadece bundan ibarettir ki zaten bu da kul için en mühim alandır çünkü en büyük günah olan şirk-i hafi'den kurtarır kişiyi.

Allâh'a emanet.

Sonunu güzel bağlamışsın kardeş.
Nefis ile mücadelede birbirine destek olan kulların bir araya geldiği topluluk ne güzel bir topluluktur.
Ama nefsimizi bertaraf ettik, artıl felaha erdik bize ve şeyhimize şeytan yanaşamaz diye bir kanı oluşmaya başladığı anda, Allah'tan başkasına izafe edilen bu hamdedicilik şeytanın asıl şirk unsurlarını gizlice dinin en tatlı merhaleleriymiş gibi göstermesiyle sonuçlanır.
Günümüzde örnekleri bol şekilde mevcuttur.

C6603 cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
 
Üst