Tam Müzekkin Nüfus - Eşrefoğlu Rumi nin sözleri adam tüm güç kudreti eline almış.allaha bağlanmaya değilde şeyhe bağlanmaya çağırıyor milleti..
böyle müslümanlık olmaz!eleştrilmeliler ,asla kutsanmamalılar..böyle ucuz uçuş kaçış ,ışınlanmalar midemizi bulandırıyır diyebilirim...
Abdulkadir Geylani zamanı ve mekanı kendisine tabi eder döndürürdü yalanı (S.429)
Şeyh ve mürşit olanların, hali ve vakti kendilerine tâbi etmeleri revadır. Zamanı ve mekânı da kendilerine tâbi etmeleri ve fakat kendilerinin zamana ve mekâna tâbi olmamaları lâzımdır.
Nite'kim, bizim şeyhimiz ol Gavs-ür-Rabbani ve Kutb-us-Samedani Sultan Abdülkadir-i Geylânî kaddesallahu sırrahu, zamanı ve mekânı kendisine tâbi eder, döndürürdü. Müritlerinin hallerini, zamanlarını ve mekânlarını da döndürür, kendilerine tâbi ederdi. Zamanı kendisine tâbi etmesi, meselâ on yılda, yirmi yılda hâsıl olacak şeyleri bir saatte eder ve müritlerine de ettirirdi. Mekânı kendisine tâbi etmesi de, bir veya iki yıllık yola bir adımla veya bir hareketle gider, gelirdi. Zamanı kendisine tâbi kılarak, müritlerine tasarruf ederek, müritlerine ve başkalarına döndürüvermesinden bir kaçını söyleyivereyim ki, kalanı da bundan anlaşılsın. Sen de, Velilerden âdete muhalif halleri duyarak inkâra yeltenme! Şunu iyi bil ki, mürşid-i kâmil olanlar diledikleri zaman böyle şeyler yaparlar ve akıllar hayran kalır.
Abdulkadir Geylani Allah'ın vasıflarıyla vasıflanıp kendisine muhalif olan bir danişmende 10 yıllık zaman içinde zaman yaşatması yalanı (S.429-432)
Sultan Abdülkadir-i Geylâni zamanında, ilim ehlinden ulu bir dânişmend kişi vardı. Şeyhin, sultanlığını inkâr ederdi. Bazan şeyhi zemmettiği bile olurdu. Bir cuma günü, şeyhin mescidine geldi, oturdu. Maksadı, Hazret-i şeyh ile müba hese etmek ve aklı sıra ona sataşmaktı., Biraz sonra Şeyh hazretleri de mescide geldiler.Bir çok azizler de o mecliste hazır bulunuyorlardı. Hoş beşten sonra, Hazret-i şeyhe dö nerek şöyle bir sual sordu:
— Yâ Şeyh! Mürşit olan kişiler, zamanı kendilerine tâbi ederek döndürürler ve yıllarca yapılması mümkün olmayacak işleri yaptırırlarmış, doğru mu?
Şeyh Abdülkadir-i Geylânî kaddesallahu sırrahu cevap verip, buyurdu:
— Allahu teâlâ, dervişlere o kadar kuvvet verir ki, 10-15 yılda olacak bir işi , gayet kısa zamanda yaparlar.
Münkir olan zat itiraz etti.
— Ben buna kail değilim ki, zamanı döndürüp kendinize tâbi edebilirsiniz ve 10 - 15 yılda olacak işi bir günde veya bir saatte yapabilirsiniz. Bu, ancak Allahu teşlâya mahsus ve münhasırdır.
Hazret-i Şeyh, tebessüm buyurdu ve:
— Allahu teâlânın tasarruf verdiği öyle kulları vardır ki, ne isterlerse yaparlar, hiç bir şey onlara mâni olamaz. Konuşmanın burasında cuma namazı vaktinin yaklaştığı anlaşıldı, şeyhe seccade çıkardılar. Şeyh kalktı, işaret etti ve o seccadeyi dânişmendin eline verdiler:
— Bunu lütfen siz götürünüz, dediler.
Münkir dânişmend, seccadeyi aldı, omuzuna attı ve mescide gitmek üzere hep birlikte yola çıktılar. Yolda, bir şadırvana rastladılar. Dânişmend, abdest tazelemek istedi, omuzundaki seccadeyi" bir ağaca astı ve şadırvanda abdest almağa başladı. Fakat, ellerini suya vurur vurmaz kendisini bir pazar yerinde ve bir çilingir dükkânının önünde buldu. Bir müddet, çilingirin çalışmasını seyretti, yaptiği işleri çok hoş ve üstadâne buldu, imrendi ve dükkâna girerek:
— Bu sanatı bana da öğretir misin? dedi. Çilingir:
— Görüyorum ki, sen bir dânişmend kişisin. Bu sanatı öğrenip ne yapacaksın?
— Sanat öğrenmek ve işlemek hoşuma gitti. Helâlinden, elimin emeği ile kazanır, ilmimle amel eder otururum, cevabını verince, dört yandan dükkân komşuları geldiler ve dânişmen di, çilingire köle ediverdiler. Dört yıl hizmet etti. Fakat, bu işi o kadar sevmişti ki, ayrılamadı ve dört yıl daha çilingirin yanında çalıştı. Artık, çilingirliği de öğrenmişti. Fakat, ustası ölünce onun dul karısı ile evlenmek zorunda kaldı ve zamanla iki oğlan çocukları oldu. Birisini, mektebe verdiler, diğeri henüz evde kaldı. Bir sabah, yine dükkânına geldi, işine başlamak üzere ateş yaktı, bir demiri ocağa sokacağı sırada, baktı ve gördü ki kendisi şadırvanda abdest alıyor ve şeyhin seccadesi de astığı gibi ağacın üstünde duruyor. Şaşırdı, buna bir mâna veremedi. Alelacele abdest aldı, seccadeyi ağaçtan kaptığı gibi şeyhin ve yaranının peşlerinden koştu ve onlar mescidin kapısından içeri girerlerken yetişti. Şeyhten önce mescide girdi, seccadeyi şeyhin önüne serdi ve geriye çekil mek istedi. Fakat, Hazret-i şeyh kendisini bırakmadı ve yanına aldı. Şeyh ile birlikte iki rekât tahiyye't-ül-mescit kıl dılar. Şeyh, dönüp sordu:
—Nasıl, hâlâ inkârda mısın? Dânişmend, safiyetle cevap verdi:
— Sultanım! Abdest almak üzere sizden ayrıldım. Elimi suya sokar sokmaz, kendimi bir pazarda ve bir çilingir dük kânının önünde buldum. Bu çiligire bakarken, sanatına özen dim ve çırak olarak yanına girerek tam dört yıl hizmet ettim.
Dört yıl sonra, ustam öldü ve ben onun dul kalan karısıyla evlendim. Dükkânı satın alarak oturdum, yıllarca aynı dük kânda çalıştım. O kadından iki çocuğum oldu. Birisini mekte be verdim. Bir sabah yine çalışmak üzere dükkânıma geldim, demiri ocağa koydum ve körüğe el atar atmaz, kendimi yine sizden ayrılıp abdest almağa gittiğim şadırvanda buldum. Abdest aldım, ağaca astığım seccadenizi de omuzuma vurarak peşinizden yetiştim ki, sizler de henüz mescidin kapısına varmıştınız. Bilmiyorum ki, bu ne haldir? Hayal midir, rüya mıdır? Lâkin, doğrusunu söyleyeyim, gönlüm o hatunda ve çocuklarımda kaldı.
Hazret-i şeyh tekrar sordu:
• Bu hal olalı kaç yıl oldu bilir misin?
• Bana kalsa, on yıldan fazladır..
• Öğrendiğin çilingirliği şimdi de işleyebilir misin?
• îşte ellerim şahittir, işlesem elbet işlerim.
• İyi bil ki, bu iş ne hayaldir, ne rüyadır. Gerçekten olmuştur. Namazı kılalım, mescitten çıkalım, adam gönderip karını ve çocuklarını getirtelim.
Hep birlikte cuma namazını kıldılar. Mescitten çıktıktan sonra, o şehre mektup yazdılar ve dânişmendin karısı ile ço cuklarını getirdiler. Münkir dânişmend, iradet getirdi ve şeyh in elini tuttu, tövbe etti ve ölünceye kadar şeyhin hizmetinden ayrılmadı.
Camide abdestini tazelemek için bir müridini mescidin içinden Bağdat'a iki senelik yere atarak abdestini aldırması yalanı (S.432-433)
İşte, mürşid-i kâmilin zamanı döndürmesi böyle olur. Amma, iş bu kadar da değildir. Onlar, mekânı da tayyederler.
Nitekim, Şeyh Abdülkadir-i Geylâni kuddise sırruh, bir gün mescitte halka vaaz ediyordu. Cemaat gayet kalabalıktı. O kadar ki, dışarı çıkmağa imkân kalmamıştı. Dervişlerden birisine, minber dibinde otururken, abdest tazelemek icabet ti. Derhal, Hazret-i şeyhin mübarek yüzüne baktı. Dervişin hali, şeyhe malûm olmuştu. Minberden bir lâhza kaybolur gibi oldu, halk oturup kalktığını zannetti. İşte o bir lâhza içinde şeyh, dervişin elinden tuttu ve mescit duvarından dışarı attı. Derviş, kendisini ıssız ve tenha bir sahrada buldu. Kaba bir ağaç vardı ve bir pınar akıyordu. Hacetini gördü, pınardan abdestini aldı, iki rekât namaz kıldı ve tekrar mescide gitmek istedi. Biraz aşağı doğru yürüdü. Nereye gideceğini bilemedi. Gördüğü ve bildiği bir yer değildi. Biraz durakladı ve etrafına bakındı, karşıdan birisinin gelmekte olduğunu gö rerek ona yaklaştı, yol sordu ve aralarında şöyle bir konuşma oldu:
• Nerelisin?
• Bağdat'ta sultan Abdülkadir dervişlerinden bir dervişim.
• Ne diyorsun? Burası yorga at gidişi ile Bağdat'a iki yıllık mesafededir.
• Peki, ben şimdi ne yapacağım?
• Sen bir kenara çekil, otur. Seni buraya kim gönderdiyse, yine aldırır, hiç merak etme.
Derviş, bir kenara çekildi ve tevekkülle beklemeğe başladı. Tam bu sırada, Hazret-i Şeyh minberden yine elini uzattı ve dervişi alarak mescitte oturduğu yere bıraktı. Ancak, bu hali dervişten başka kimse bilmedi. Çoğu, o dervişi kendileri gibi saatlerden beri ders dinliyor sanıyordu.
İşte, o sultanın mekânı da kendisine tâbi etmesi de böyle olur.
Zira Allah Teala müridlerimden hiçbirisini ateşe koymayacağına dair söz verdi yalanı (S.436)
a) Her kim ki bana intisap ederse, onu kabul eder ona yönelirim
b) Kabirde hiçbir müridimi korkutmamaları için münker ve nekir meleklerini yakaladım yalanı (S.436)
Müridim iyi olmadığı zaman, ben iyiyimdir. Rabbimin izzeti hakkıyçün, ben şarkta bulunduğum halde, elim devamlı olarak garptaki müridimin başı üstündedir. Eğer, onun bir ayıbını sezersem, doğudan elimi uzatır ve onu örterim. Rabbimin izzetiyçün, kıyamet gününde benim bütün müritlerim geçinceye kadar cehennemin kapısında duracağım. Zira, Allahu teâlâ müritlerimden hiç birisini ateşe koymayacağına dair bana söz verdi. Her kim, bana intisap ederse, onu kabul eder ve ona yönelirim. Kabirde hiç bir müridimi korkutmamaları için Münker ve Nekir meleklerini yakaladım.
Tasavvuf dininde müridin iman edeceği 5 şartı yerine getirme farzı (S.438-439)
1) Şeyh edindiği ve müridi olduğu kişiye temiz bir itikatla bağlanmaktır.
• Onun huzurunda, bütün mal ve mülkünden tecerrüt etmektir.
• Sıdk ve gerçekliktir.
• Kendisini şeyhine satılmış bir köle gibi teslim etmek ve o ne dilerse öyle yapmaktır.
• Onun elini tutup tövbe etmek ve bütün mâsiyyetlerden kaçınmak suretiyle, onun muhabbetini gönülde sağlamlaştırmaktır. (O kadar ki, şeyhi kendisine oğlundan, kızından, malından, mülkünden ve kendi nefsinden bile sevgili olmalı, gönlü onun muhabbeti ile dolmalı, ondan ayrılmağa asla razı olmamalıdır.)
Üstadı olmayanın üstadı şeytandır yalanı (S.441)
Üstadı olmayanın, üstadı şeytandır, demişlerdir,
Görmez misin ki, Resul aleyhissalâtü vesselamın dahi üstadı Cebrail aleyhisselâm idi. Tâbiiyinin üstadı ashab-ı kiram idi. Tebe-i tâbiiynin üstadı da, tâbiiyin idi. O zamandan bu zamana kadar hep bu silsile ile gelmiştir. Üstadlık, şakirtlik, şeyhlik ve müritlik böyle sürüp gidecektir. Eğer, taliplerin kökleri kesilse, şeyhlik dahi —Ne'ûzü billah— kesilir ve âlemin nizamı bozulur ve kıyamet kopar. Âlemin nizamına sebep olanlardan birisi de şeyhlerdir. Şeyhler ise, sadık müritlerden hâsıl olur. Sadık müritler ve âşık talipler, şeyhin hükmüne ve terbiyesine teslim oldukları zaman, şeyhin bâtınından onların bâtınlarına hal sirayet eder. Nasıl ki, bir ışık bir ışıktan nur alır. Bir yanan mum, yüzlerce yanmayan mumu uyandırır. Ne zaman ki, ikisinin arasında perde kalmaz ve ikisi buluşurlarsa, şeyhin sözleri müridin gönlüme girerek orada karar eylerse şeyhin sözleri ona nefis haller getirir. Şeyhten müride hal intikal eder. Ne zaman ki, mürid şeyhe güzel bir edeple musahip olursa, kendi nefsini ona teslim ederse, kendi iradesini bırakıp şeyhin iradesi altına girerse, te'lif-i ilâhi olur, şeyh ile kendisinin arasında kalp imtizacı ve ruh irtibatı husul bulur. Mürit de, şeyhi ile kalbi irtibat ve ruhî imtizaç tesis ederek kendi ihtiyarını terketmekle edeplenir ve o mertebeye yetişir ki, şeyhten fehmeylediklerini, Al lahu teâlâdan da fehmeylemeğe başlar.
Şunu iyi bil ki, bütün bu hayırların başlangıcı, şeyhin huzurunu bilmek, ona tâbi olmak ve onun rengine boyanmak tır. Şeyhin huzurunda bulunurken, hiç ses çıkarmadan otur malıdır, hiç bir suretle söz söylememelidir. Meğer ki, şeyhi söylemesi için ruhsat vermelidir ki, bunda dahi elbet bir hikmet vardır, onu ancak şeyh bilir. Mürit, şeyhin huzurunda deniz kenarında oturan ve rızkını bekleyen birisi gibi oturmalıdır. Zira, şeyh bir deryadır ve müridin beklediği de o deryadan baha biçilmez inciler zuhurudur. Onun için, can kulağı ile şeyhini dinlemelidir. Eğer, şeyh konuşmuyorsa, sessizce huzurundan ayrılmalı ve hizmetinde bulunmak için can atma lıdır. Şeyhin başından bir dünya işini alırsa, kendisine de bir çok faydaları olur.
Tam Müzekkin-Nüfus - Eşrefoğlu Rumi – Salah Bilici Kitabevi, İst-1979