izninizle şu alıntıyı paylaşmak istiyorum.. risale-i nuru okuyanlar, niçin okuyularmış bakalım..
Risâle-i Nur, istikbâli de aydınlatan bir Kur’ ân tefsiridir Risâle-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bâhir bir bürhânı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’câz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o güneşin bir şuâı ve mâden-i ilm-i hakîkatten mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesidir.
Şuâlar, s. 577.
***
Lillâhilhamd, Risâle-i Nur, bu asn, belki gelen istikbâli tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalar ile körlere de göstermiş.
Kastamonu Lâhikası, s. 6.
***
Risâle-i Nur’un kitapları birbirine tercih edilmez. Herbirinin, kendi makâmında riyâseti var ve bu zamanı tenvir eden bir mu’cize-i mâneviye-i Kur’âniyedir. ...........
Evet, bu asrın ehemmiyetli ve mânevî ve ilmî bir mürşidi olan Risâle-i Nur, heyet-i mecmuası, sâir şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvâfık ve hakîkat-i ilmiyeye münâsip olarak, birkaç nevîde ve
bilhassa hakâik-ı îmâniyenin izhârında, intişârında azîm kerâmetleri olduğu gibi, üç kerâmet-i zâhiresi bulunan Mu’cizât-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve Ayetü’1-Kübrâ gibi risâleleri dahi, herbiri kendine mahsus kerâmetleri bulunduğunu çok emâreler ve vâkıalar bana katî bir kanaat vermiş. Hattâ sekerâtta bulunan talebeleri,ne îmânını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine ınüteaddit vâkıalar şüphe bırakmıyor Bir saat tefekkür, bir sene ibâdet-i nâfile hükmünde, bir misâli Nurun Hizb-i Ekberi’dir diye müşâhede ettim ve kanaat getirdim.
Kastamonu Lâhikası, s. 9.
Risâle-i Nur tarîkat değil,doğrudan doğruya Kur’ ân’ ın feyzinden mülhem bir hakîkattir
Risâle-i Nur, tarîkat değil, hakîkattir; âyât-ı Kur’âniyeden tereşşuh eden bir nurdur. Ne Şarkın ulûmundan ve ne de Garbın fünunundan alınmış değil, Kur’ân-ı Mu’cizü’1-Beyânın bu zamana mahsus bir i’câz-ı mânevîsidir; menfaat-i şahsiye yoktur.
Kastamonu Lâhikası, s.150.
DİKKAT DAİKKAT DİKKAT!
Risâle-i Nur sâir telifât gibi, ulûm. ve fünûndan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstâdı yok, Kür’ân’dan başka mercîi yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifın yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’ânîden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzûl ediyor.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 79.
Risâle-i Nur, şu zamanın ihtiyaçlarına uygun bir ilâçtır
Hem, yazılan eserler, risâleler-ekseriyet-i mutlakası-hariçten hiçbir sebep gelmeyerek, rûhumdan tevellüd eden bir hâcete binâen âni ve def’î olarak ihsan edilmiş. Sonra bâzı dostlarıma gösterdiğim vakit, demişler: "Şu zamanın yaralarına devâdır." İntişar ettikten sonra ekser kardeşlerimden .anladım ki, tam şu zamandaki ihtiyaca muvâfık ve derde lâyık bir ilâç hükmüne geçiyor.
Mektûbât, s. 363.
BİR ÇOK MAENEVİ HASTALIĞI KÖKÜNDEN İZALE ETMİŞTİR.
***
Esrâr-ı Kur’âniyeye âit yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münâsip bir ilâç, bir merhem ve zulümâtın tehâcümâtına mâruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu îtikâdındayım. Bilirsiniz ki; eğer dalâlet cehâletten gelse, izâlesi kolaydır. Fakat, dalâlet fenden ve ilimden gelse, izâlesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan, ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler kendilerini beğeniyorlar, hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan mâlûm Sözler’i, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini-vermiş tasavvurundayım.
Mektûbât, s. 27.
NİÇİN BU KAADR ETKİLİ?
Risâle-i Nur Kur’ân’ın tesiri büyük hakîki bir tefsiridir
Kur’ân-ı Hakîmin sırr-ı i’câzıyla hakîki bir tefsiri olan Risâle-i Nur, bu dünyada bir mânevî Cehennemi, dalâlette gösterdiği gibi, îmanda dahi bu dünyada mânevî bir Cennet bulunduğunu ispat ediyor ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde mânevî elîm elemleri gösterip,
hasenât ve güzel hasletlerde ve hakâik-i şeriatın amelinde Cennet lezâizi gibi mânevî lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefâhet ehlini ve dalâlete düşenleri o cihetle-aklı başında olanlarını-kurtarıyor.
Ayetü’l-Kübrâ, s.192.
ESKİDEN KÜFÜR VE DALALET BU KADAR YOKTU
Neden, senin Kur’ân’dan yazdığın Sözler’de bir kuvvet, bir tesir var? Ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur. Bâzan bir satırda, bir sayfa kadar kuvvet var; bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor."
Elcevap: Güzel bir cevaptır. Şeref, i’câz-ı Kur’ân’a âit olduğundan ve bana âit olmadığından, bilâpervâ derim: Ekseriyet îtibariyle öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir; teslim değil, îmandır; mârifet değil, şehâdettir, şuhundur; taklit değil, tahkîktir; iltizam değil, iz’andır;tasavvuf değil, hakîkattir; dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır.
Şu sırrın hikmeti budur ki:
Eski zamanda, esâsât-ı îmâniye mahfuzdu, teslim kavî idi.Teferruâttâ, âriflerin mârifetleri delilsiz de olsa, beyânatları makbul idi. Fakat, şu zamanda dalâlet-I fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan,her derde layık devâyı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur’ân-ı Kerîm’in en parlak mazhar-ı i’câzından olan tcmsilâtından bir şûlesini, acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten,
hizmet-i Kur’ân’a âit yazılarıma ihsan etti. Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle en uzak hakîkatler gâyet yakın gösterildi. Hem, sırr-ı temsil cihetü’1-vahdetiyle en dağınık meseleler toplattınldı. Hem, sırr-ı temsil merdiveniyle en yüksek hakîkate kolaylıkla yetiştirildi. Hem, sırr-ı temsil penceresiyle hakâik-ı gaybiyeye, esâsât-ı İslâmiyeye şuhûda yakın bir yakîn-i îmâniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefıs ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhâsıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur’âniyenin lemeâtındandır. Benim hissem yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gâyet aczimle tazarrûumdur. Dert benimdir, devâ Kur’ ân’ ındır.
Mektûbât, s. 365.
Risâle-i Nur’un mesleği sâir tarîkatler, meslekler gibi maâlûp olmayarak, belki galebe ederek, pekçok muannidleri îmâna getirmesi, pekçok hâdisâtın şehâdetiyle, bu asırda, bir mu’cize-i mâneviye-i Kur’âniye olduğunu ispat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle, bu memlekette, bu husûsi ve cüz’î ve yalnız şahsî bizmet veya mağlûbâne perde altında veya bid’alara
müsâmaha sûretinde ve tevilât ile bir nevî tahrifât
içinde hizmet-i dîniye tam olamaz diye,hâdisât,bize kanaat vermiş.
Emirdağ Lahikası-I,s.62.
Risâle-i Nur ispata dayanan bir Kur’ân tefsiridir
Risâle-i Nur, Kur’ân’dan çıkan bürhânî bir tefsir olduğundan Kur’ân’ın nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekrarâtı gibi onunda lüzumlu,hikmetli,belki zarûri ve maslahatlı tekraratı vardır.Hem Risâle-i Nur,zevk ve şevk ile dillerde,usandırmayan,dâimâ tekrar edilen Kelime-i Tevhîdin olmasından,zarûri tekrarâtı kusur değil; usandırmaz ve usandırmamalı.
RÜAYA KERAMETTEN BAHSETMİYORUM.OKUYUN BAKIN RİSALEİNUR NASIL İSPATLAMIŞ İMAN ESASLARINI İNKARA MEYAL BIRAKMAMIŞ.OKUDUKTAN SONRA ŞİKAYETİNİZİ VARSA HAYIR ANLATAMAMIŞ DİYORSANIZ BUYRUN TARTIŞALIM HANGİ KONUYU ANLATAMAMAMIŞRisâle-i Nur ispata dayanan bir Kur’ân tefsiridir
Risâle-i Nur, Kur’ân’dan çıkan bürhânî bir tefsir olduğundan Kur’ân’ın nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekrarâtı gibi onunda lüzumlu,hikmetli,belki zarûri ve maslahatlı tekraratı vardır.Hem Risâle-i Nur,zevk ve şevk ile dillerde,usandırmayan,dâimâ tekrar edilen Kelime-i Tevhîdin olmasından,zarûri tekrarâtı kusur değil; usandırmaz ve usandırmamalı.
Risâle-i Nur’un Husûsiyetleri
Risâle-i Nur îmânî meseleleri aklî ve ilmî delillerle de ispat eder İMAMI RABBANİ ASIRLAR ÖNCE HABER VERİYORU
Müceddid-i Elf-i Sânî İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârukî ders verirken diyordu:
"
Bütün tarîkarların en mühim neticesi hakáik-ı îmâniyenin inkişâfıdır.Ve birtek mesele-i îmâniyenin vuzuh ile inkişâfı,bin kerâmâta ve ezvâka müreccahtır."
Hem, diyordu: "Eski zamanda büyük zâtlar demişler ki,Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemâsından birisi gelecek,bütün hakáik-ı îmâniye ve İslamiyeyi delâil-i alkiye ile kemâl-i vuzuhla ispat edecek. Ben istiyorum ki,ben o olsam, belki( HAŞİYE ) o adamım diye.
HAŞİYE:Zaman ispat etti ki,o adam adam değil, Risâle-i Nur’dur.Belki,ehl-i keşif Risâle-i Nur’u ehemniyetsiz olan tercümanı ve nâşiri sûretinde,keşiflerinde müşâhede etmişler; "Bir adam" demişler
RİSALEİNUR TEFEKKÜRE SEVKEDER
İman ve Tevhid, bütün kemâlât-ı insâniyenin esâsı, mâyesi, nûru, hayatı olduğunu ve Bir müddet tefekkür,bir senelik nâfile ibâdetten daha hayırlıdır.(Hadîs-i şerif: Keşfü’l-Hafâ, 1:1004.)
düsturu, tefekkürât-ı îmâniyeye âit bulunması ve Nakşî tarîkatinde hati zikrin ehemmiyeti ise, bu çok kıymettar tefekkürün bir nevi olmasıdır" diye tâlim ederdi.
Mâdem bu kahraman imam böyle diyor ve mâdem bir zerre kuvvet-i îmâniyenin ziyâdeleşmesi bir batman mârifet ve kemâlâttan daha kıymetlidir ve yüz ezvâkın balından daha tatlıdır; ve mâdem bin seneden beri îman ve Kur’ân aleyhinde terâküm eden Avrupa feylesoflarının îtirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i îmâna hücum ediyor ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir Cennet-i dâimenin anahtarı, medârı, esâsı olan erkân-ı îmâniyeyi sarsmak istiyorlar; elbette herşeyden evvel îmânımızı taklitten tahkîka çevirip, kuvvetlendirmeliyiz.
***
Kur’ân’dan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil, belki kalbî, rûhî, halî mesâil-i
îmâniyedir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlâhiye hükmündedirler.
Mektûbât, s. 340.
Hz. Mevlâna benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nur'u; ben onun zamanında gelseydim Mesnevî'yi yazardım. Onun hizmeti Mesnevî tarzındaydı, şimdi ise Risâle-i Nur tarzındadır."
Bediüzzaman Said Nursî'ye ait olan bu söz, onun hayatının en büyük meyvesi olan Risâle-i Nur külliyatının niçin telif edildiğini ve hangi ihtiyaçlara cevap verdiğini özlü bir şekilde ifade etmektedir. Çağımızın özelliklerini tahlil ve mânevî hastalıklarını teşhis eden Bediüzzaman, "Zaman imanı kurtarmak zamanıdır" formulü çerçevesinde kaleme aldığı Risâle-i Nur'la, bu zamanın manevi ihtiyaçlarına tatminkâr cevaplar veren bir iman hazinesini ortaya koymuştur.
Neden zaman imanı kurtarmak zamanıdır?
Çünkü çağımızda iman, eski devirlerde görülmemiş hücum ve taarruzlarla karşı karşıyadır. Eskiden topluma büyük ölçüde teslimiyete dayalı iman hâkimdi. O itibarla, büyük zâtların sözleri delilsiz olsa bile kabul ediliyordu. Bugün ise materyalist görüşlerin yaygın hale gelmesi sebebiyle, imanı tehdit eden şüpheler birçok zihni meşgul edecek seviyeye ulaşmıştır.Asırlardır Kur'ân aleyhine yığılagelen şüphe, itiraz ve evhamlar, bu asrın çalkantıları içinde yol bulup, çağın modern imkanları da kullanılarak birçok insana mal edilebilmiştir.
İşte Bediüzzaman Said Nursî, bu gelişmelerin, Müslümanların dahi imanını tehlikeye sokacağını görerek, bir sel gibi gelen inançsızlık telkinleri karşısında, doğrudan doğruya Kur'ân'dan ilhâm alarak telif ettiği Risâle-i Nur gibi sağlam bir engeli vücuda getirmekte başarılı olmuştur.
Bu eserlerde,
her insanın zihnini meşgul eden ve modern çağ insanlarının da ilgisiz kalamayacağı, "
Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Bu dünyadaki vazifem nedir?" sorularına doyurucu açıklamalar getirilmekte;
başta Allah'a iman olmak üzere bütün iman esasları izah ve ispat edilmekte;
bu konularda fen ve felsefe adına ortaya konulan şüphe ve sorular ikna edici bir üslupla cevaplandırılmakta;
ilimle dinin uzlaşmazlığı yolundaki iddialar püskürtülerek, ilme din namına sahip çıkılmakta;
İslam'ı dejenere maksadıyla girişilen tahrifatçı tahrip teşebbüsleri boşa çıkarılmakta;
maddeci anlayışa bina edilen medeniyetin insanlığı sürüklediği manevi buhranlar, Kur'ân'ın tevhid ve haşir gibi geniş hakikatlarına dair aklı doyuran, ruhu okşayan, kalbi tatmin eden tatlı izahlarla tedavi edilmekte;
ruhun ve kalbin çalışmamasından doğan sıkıntıların sürüklediği zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük ve başıboşluk hali, Kur'ân mesajıyla ortadan kaldırılmaktadır.
Modern çağ insanının aradığı Kur'ân yorumunu, en mükemmel şekliyle Risâle-i Nur'da bulmak mümkündür. Bu yorum, "ruh-u aslî" yi rencide etmeden, asrın idrakine uygun izahları içeren bir özelliğe sahiptir. Risâle-i Nur, Kur'ân'ın bu asra bakan mesajını anlayıp yorumlama konusunda "tecdid" vazifesini yerine getirmiştir.
Günümüzde Risâle-i Nur birçok dile çevrilmiş; üniversite kürsülerinde tezlere konu olmuş; içerik ve mesajı her geçen gün daha iyi anlaşılmaya başlanmış; insanların ona olan talep ve merakı artmışdır. Bununla beraber, bu büyük küllüyatın kendisinden değil de bilinçsizce, bir araştırmaya dayanmadan derlenmiş bilgiler nedeniyle hakkındaki süpekülasyonlar ve peşin hükümler tam olarak ortadan kalkmamıştır. Nur Web sayfalarının maksadı, çağın iletişim aracı olan internetden faydalanarak, daha fazla insanın bu eserlere ve ilgili araştırmalara doğrudan ulaşmasını sağlamak ve Risâle-i Nur külliyatının yukarıda belirttiğimiz imanı kurtarma amacına elimizden geldiğince vesile olmaktır.
Eevt eğer baştan okumamışsanız sakın buraya atlamayın
şimdi ilk etapta risaleinurun kuranı kerimden ayrılmaz bir külliyat olduğunu belirtiyorum.
Mesela bir elmayı düşünün elmanın mahfazası(koruyucusu) kabuğudur.Kabuğu darbelerden koruru.Evet bu zamanda Alalhın yüce kitapına saldırı vardır.Bunu bizzat mülümanlar yapıyor Geçen bir arkadaşımla konuştuk kafası çok karışık kur'anı sorgulamıyalım mı diyor?Yani fenler kafaları bozmuş.'Bilirsiniz ki; eğer dalâlet cehâletten gelse, izâlesi kolaydır. Fakat, dalâlet fenden ve ilimden gelse, izâlesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan, ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler kendilerini beğeniyorlar, hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan mâlûm Sözler’i, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini-vermiş tasavvurundayım'
Evet bu büyük hastalığı (iman zaafıve imansızlık ) hastalığını teşhis eden asrın doktoru.6 taane imanın esasını ispatlamıştır.Evet ispatlarken sadece kaynak olarak kur'anı almıştır.'Risâle-i Nur sâir telifât gibi, ulûm. ve fünûndan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstâdı yok, Kür’ân’dan başka mercîi yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifın yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’ânîden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzûl ediyor.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, s. 79.
Evet risaleinur kur'an için vardır imanın esaslarını ispatlar.
Kur'an asıl kaynağımızdır.Risaleinur ise kuranın mucizevi bir kitap olduğunu ispatlamakla beraber diğer iman rükünlerinide ispatlamıştır.Müracaat nur küliiyatı okuyun bir okumaktan zarar gelmez ispatlayabilmiş mi?Ki ispataldığına dair milyon vardır.Bir kısım çok inatçı Münkiri sustururken bir çok kafirin ihtidası nurlarla olmuştur.Evet ilk etapta soruluyor Allah var mı?
İspatlayın.Çünkü çağımzıı ispatçılık çağı.Bakın ispatlamak için ne kadar çok uğraşıyorum.Eevt ehrkes mutmain olmak ister.Derken aklıma düzceli Mehmetin kitabı geldi rica ediyorumAllah rızası için okuyun sadece bir örnek
http://www.islamiforum.com/index.php?showt...=düzceli+mehmet
(bu adresten indirin)
evet size sorum olacak
'
Ban ispatlayın Allahın kainatı yarattığını .Evet sipatlayın farzedin ki ben (maazallah münkirim)Ve bu soruyu soruyorum.Cevap bekliyorum.Banane inanamıyorsan inanma diyecekmisiniz?Yoksa tamam hatce cevaplıyorum mu diyecksiniz?
Eevt eğer cevplıyaazasanız ki böyle bir eser de var ve okumamışsanız bile bile yüz çevirmişseniz(itham etmiyorum)Acaba düşünün bir sorumlu olmaz mısınız?
Evet ispat etmeden nübüvveti anlatamaz.Akşama kadar anlatsın.Şimdi tamam diyorsunuz bu eserlerin hakkaniyetini ispatla diyeceksinizi.Gerçekten bu esere ihtiyaç var.Aacba bu ihtiyacımı giderebilecek miyim?
Diyormusunuz?Evet risaleinurda ceavabı var diyorki akti deilileri risaleinura delildir.Risaleinurun hakkaniyetini risaleinur ispatlar.Eevt kati delileri ve milyonlar o delillere karşı teslim oluşu risaleinurun hakakniyetini ispatlar.Evet birinin iamnının kurtulamsına vesile olmak.Allahu ekber!
Ki bu tefsir saysinde bir çok muhtedi olmuştur.Bu eseer ispatlaryla kendini ispatladığı gibi.
MANEVİ DESTEKÇİLER
H.z. alinin tevccühüne de mazhar olmuştur(müarcat 8ŞUAkerameti aleviye)
VE KURANIKERİMDEN 33 İŞARET ÇIKARILMIŞTIR(MÜRACAAT 1,ŞUA)
vE GAVSUL AZAMDA 8,LEMADA BU ESER İLTİFAT ETMİŞLERDİR.eĞER NASIL İLTİFAT ETTİKELRİNİ GÖRMEK İSTİYORSANIZ MÜRACAAT()
Bununla berAber siz şöyle diyebilirsinizi?Nerden bielim bu işaretler doğru.Szidem ricam sikkei tasdiki gaybiyeyi okuyun.Ama durun önce sikkeitasdiki gaybi okumayın önce nuru okuyun ki nuru anlayın ki değerini anlayın ki SİKKEİTASDİKİ GAYBİ' nin niçin yazıldığını anlıyasınız
Haydi diyelim ki diyorsunzu biz böyle manevi delilelere inanmöıyoruz.Ben de diyorum ki risaleinur ispatlarıyla kendini ispatlıyor.Evet bir örnek oalark 6.meselyi buraya koyuyorum devam edeceğim inşallah
Altıncı Mesele
Risale-i Nur’un çok yerlerinde izahı ve kat’î hadsiz hüccetleri bulunan iman-ı billâh rüknünün binler küllî bürhanlarından birtek bürhana kısaca bir işarettir.
Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar" dediler.
Ben dedim:
Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir.
Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.
Hem, meselâ, nasıl bir harika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor; şeksiz, bir fabrikatörü ve maharetli bir makinisti tanıttırır.
Öyle de, küre-i arz denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbâniye ne derece bu insan fabrikasından büyükse, mükemmelse, o derecede, okuduğunuz fenn-i makine mikyasıyla, küre-i arzın Ustasını ve Sahibini bildirir ve tanıttırır.
Hem meselâ, nasıl ki, gayet mükemmel bin bir çeşit erzak etrafından celb edip içinde muntazaman istif ve ihzar edilmiş depo ve iaşe ambarı ve dükkân şeksiz, bir fevkalâde iaşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir.
Öyle de, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede muntazaman seyahat eden ve yüz binler ve ayrı ayrı erzak isteyen taifeleri içine alan ve seyahatiyle mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen biçare zîhayatlara getiren ve küre-i arz denilen bu Rahmânî iaşe ambarı ve bu sefine-i Sübhâniye ve bin bir çeşit cihazatı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ı Rabbânî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise, okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i iaşe mikyasıyla, o kat’iyette ve o derecede küre-i arz deposunun Sahibini, Mutasarrıfını, Müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir.
Hem nasıl ki dört yüz bin millet içinde bulunan ve her milletin istediği erzakı ayrı ve istimal ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve talimatı ayrı ve terhisatı ayrı olan bir ordunun mucizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün o ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzakların ve çeşit çeşit eslihalarını ve elbiselerini ve cihazatlarını, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak verdiği o acip ordu ve ordugâh, şüphesiz, bedahetle o harika kumandanı gösterir, takdirkârâne sevdirir.
Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve her baharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yu Sübhânîde nebatat ve hayvanat milletlerinden dört yüz bin nev’in çeşit çeşit elbise, erzak, esliha, talim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, birtek kumandan-ı âzam tarafından verilen küre-i arzın bahar ordugâhı, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacağınız fenn-i askerî mikyasıyla dikkatli ve aklı başında olanlara o derece küre-i arzın Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdesini hayretler ve takdislerle bildirir ve tahmid ve tesbihle sevdirir.
Hem nasılki bir harika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler. Yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedahetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mucizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir.
Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı kozmoğrafyanın dediğine bakılsa küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir; o derecede, sizin okuduğunuz veya okuyacağınız, fenn-i elektrik mikyasıyla, bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nuranî yıldızları şahit göstererek tanıttırır, tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir.
Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırında bir kitap ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur’âniye yazılmış. Gayet mânidar ve bütün meseleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde maharetli ve iktidarlı gösteren bir acîp mecmua, şeksiz, gündüz gibi kâtip ve musannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâallah, bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir.
Aynen öylede, bu kâinat kitab-ı kebîri ki, birtek sayfası olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatasız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misaldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmetü’l-eşya ve mektepte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet geniş mikyaslarıyla ve dürbün gözleriyle¦bu kitab-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır, Allahu Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhânallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillâh senâlarıyla sevdirir.
İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünûndan her bir fen, geniş mikyasıyla ve hususi aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla bildirir, sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.
İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan çok tekrarla, en ziyade -1- ve -2- âyetleriyle Hàlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektepli gençlere dedim. Onlar dahi tamamıyla kabul edip tasdik ederek "Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-ı hakikat bir ders aldık. Allah senden razı olsun" dediler.
1 Gökleri ve yeri yarattı. En’âm Sûresi, 6:1.
2 Göklerin ve yerin Rabbi. Ra’d Sûresi, 13:16.
SZİ KENDİNİZ ALAHI BU KADAR KATİ BİR ŞEKİLDE ANLATABLİYORSANIZ BUYRUN OKUMAYIN ANLATIN ANLATIN ANLATIN İSPATLAYIN