Vird (zikir) ve hatme'nin Kuran ve Sünnette yeri..

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Yanlış cevap toptan kabul edenlerle toptan inkar edenler arasinda belli bir takim özellikler olmali de mi?

Toptan inananlara : #Saldımcayıracibasi, #YattimsagimadondumsolumaBuhariSahidOlsunImanima
Toptan İnkar : #OnlyTheHolyQuranist, #OnlyMuctehidForMeIsIAm
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Ben bir olgu'dan bahsediyorum...

Hz İsa'nın Kur'an'da öldüğüne dair bir bilgi arzediliyor...

Buna inandım demedim bir bilgi paylaşımı bu...

Yani Hz İsa'nın gelip gelmemesi, bu bilgiyi paylaşanın neyine faide sağlayacak ya da zararlı olacak onu anlamıyorum ki bir hinlik yapsın....

Yani görüşler kıyamete kadar olacaktır...

Sen kabüllenme...

Kabul...

Bir de bunun Allah katında değeri vardır onu da bilemiyoruz...
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Manen Mütevatir olan Hadisi şeriflerde, Alemlerin Efendisi aleyhisselam, İsa asm.ın nuzulunu beyan ediyor yani haber veriyor......şimdi bunun anlamlı durum durumdağını kendine sor....gerisi imtihan....

Eğer İsa peygamber gelirse önce sizin cemaatlere el atar demedi deme :)
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Her şeyin değerlendirilmesinin Allah katında da bir değeri vardır...

Bugün birileri Kur'an'da Hz İsa'nın öldüğünü delillendiriyorsa, bu delilin Allah katında da bir değeri vardır bunu bilemiyoruz...

Onu öğreneceğiz Kıyamet'te...

Bu delil Allah katında da makbul bir delil ve değerlendirme de olabilir... Olmaya da bilir...

Hayırlısı...
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
bulmaya çalışayım... mesela İsa asm. ın nuzulunu inkar eder..... kendisine soralım..... @RedveKabul İsa. asm.ın nuzulune iman ediyormusun..?

İsa As.'ın nüzulu, Semada canlı olduğu ve yeniden "ümmet" olarak geleceği, 60 kadar, başka bir görüşe göre 120 kadar Sahabiden nakledilmiştir. Güneş gibi hakikattir. İhtilafsızdır. Bir haberin/sözün tevatur olması için 10 Sahabeden duyulmasını yeterli gören alimler vardır. Bazıları daha azına da tevatür demişler. Eğer bir haber bu kadar Sahabeden duyulmasına rağmen, biri nezdinde şüpheli ya da batıl oluyorsa, böyle bir şaşkınlığa ne diyelim gayri... Bu şahıs, eğer ibadet etmek istiyorsa, gitsin baksın bütün ibadetlerle ilgili rivayetler kaç Sahabeden gelmiş?

Neyse. Sözü çok uzatmanın faydası olmuyor.

Tevatüren (güvenilir çok kişiden) gelmiş bir haberi kabul etmeyen küfre düşer. Çünkü Kitap ve Sünnetin tamamı bize nakledilerek gelmiştir. Dinimizin kendisi tevatürdür. Bu kadar net bir husus. Gerisi herkesin kendi bileceği iş.

Fi emanillah.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Benim için Mahmut Efendi'nin ölümü önemlidir...

Elbet her müslüman uzun ömürlü olsun, dua ederiz, Mahmut Efendi de uzun ömürlü olsun bu yaşın iki mislisi bir hayatı daha olsun şeklinde ona da duacıyız...

Belki bizler ondan evvel de ölürüz...

Allahü alem...

Lakin o günleri görürsek Hz İsa'nın geleceği zor gibi gözüküyor...

Ne alaka? diyecekseniz,

Alakası var diyorum o da bende kalsın...
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Kimilerine gore 4 kimilerine gore de bedir de savasanlar sayisinca denmistir :)

Ama İsa peygamberin tekrar dunyaya gelmesini cok isterim bu ne kadar mümkün Allahualem..
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Henüz gelmedi öyle biliyoruz ama,

Ben en az 4 tane gökten gelen İsa biliyorum...

Daha da gelecek...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
(Maide 117'nin Tefsiri... Farklı Bir Yorum Olarak Oku)


Son ayetteki ifadeye dikkat edelim. Beni vefat ettirince onları gözetleyen sendin.’cümlesinden bu vefat olayının kıyamete yakınn bir zamanda inip ondan sonra gerçekleşmeyeceğini anlıyoruz. „Vefat ettikten sonra, onları (onların şirkini, küfrünü vs.) gözetleyen sendin“ deniyor.


Hz. isa’nin kıyamete yakın bir zamanda geldiğinde vefat etmesinden sonra gözetleme olayının anlamı olurmuydu ? Fakat Hz.isa vefat ettikten sonra ona tabi oldugunu söyleyenler bu hak yoldan sapıyorlar, ayette kasdedilen durum budur, ve bu sapma olayıyla ilgili Hz. isa konuşuyor, kendisini savunuyor...
Ayetin ifadesi bu kadar AÇIK olmasina ragmen insanlar neden baska düsüncelere kendilerini kaptirabiliyorlar anlamakta zorluk çekiyorum. Bizim için belirleyici olan Allah’in kelami degil midir ?
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
(Bu da Ali İmran 55'in tefsiri, farklı bir yorum oku)



Bu ayette de dikkat edilirse, önce vefat ettireceğim sonra kendi katıma yükseltecegim denmektedir. Dolayisiyla burada Hz. isa’nin canlı olarak göge çekilmesi sözkonusu değildir.


Başka bir ayette ise Allah, peygamberi İsa’yı yahudilerin elinden kurtardığını bildirmiştir. Çünkü onlar onu çarmıha germek istiyorlardı.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Bunlar birer görüş ve yorum ama ayet içerikli ve mesajlar da gayet açık...

Ne anladık?

Hz İsa canlı olarak Yahudilerin elinden kurtarıldı...

Hz İsa Allahü Teala tarafından vefat ettirildi...

Hz İsa vefat ettirilince Allah'ın katına yükseltildi...

Ayet bunlardan bahsediyor...

Bunların kesin doğruluğunu Kıyamette öğreneceğiz...
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Ayete rağmen ölmedi diyorlar :)
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
İşte asıl muamma orada gizli...

Kur'an'da aleni olarak ifade edilen beyanların önüne hadis konarak o beyanların ters yüz edilmesine pek anlam veremiyorum...

Recm de öyle...

Recm var hadisler de ama,

Ayetlerde açık:

Hür erkek ve kadınlar: 100 değnek

Peygamber hanımları: 200

Cariyeler (Köleler): 50

Evliler için hüküm yok diyorlar,

Peygamber hanımları evli değiller mi? Cevap var...

Kur'an'da açık hükmün önüne getirilen hadisi pek anlayamıyorum...

Bir şey de demiyorum...
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
yanlış örnekleme oldu, ben Nuh asm.a Peygamber diyenlerdenim...:)

E Ben de, demek ki çok ortak noktamız var oralardan başlayabiliriz.
Meselâ o sohbetin konusu idi, yine burada da zikrediyosun hep, Kainatın yüce efendisi A.S diyosun,
Habibullah, Arapların sevgilerine kullandığı galiz bir ifadeyi Allah için peygamberine kullandırıyorsunuz.
Allah 6000 küsür ayette habibim demeyi unuttu da mı haşa, bunu siz buldunuz demiştim, hâla arkasındayım.
Yine oturursak yine konuşuruz.
Herşey Resulullah A.S'ın rolünün değiştirilmesi ile başlamış, çürümenin kaynağı bu, ki kutsal ruhlarımıza buradan aşk, meşk, keşif kapısı açalım.
Sen bana istediğini söylesen de...
Ben önce Kur'an diyenlerdenim, bu asla tüm pratikte yalnız Kur'an demek değildir, sürekli aynı suçlamayı yapıyorsunuz yanlış, iftira.
Dinin pratiği için yalnız Kur'an değil, ama din için "yalnız Kur'an" temel prensibimiz olmadıkça, İslam Ümmeti 1000 parça, 1000 ayrı düşman şeklinde kendi eli ile La İlahe İllallah diyen kardeşini boğazlayıp, karısını cariye, çocuğunu köle yapan bir zihniyet çıkar ortaya.

Hadis No: 5391-5355 – Mutrıf İbnu Abdillah, babasından naklediyor: “Benî Âmir heyetiyle Resûlullah (a.s)’ın yanına gitmiştik. “Sen bizim efendimizsin!” diye hitap ettik. “Efendi, Allah’tır!” buyurdular. Biz: “Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!” dedik. Bize: “Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi (mübalağalı medihlerde) koşturmasın!” buyurdular.” Ebu Dâvud, Edeb 10, (4806)

Hadis No: 5392-5356-Hz. İbnu Abbâs anlatıyor: “Hz. Ömer’in şöyle söylediğini işittim: “Resûlullah’’ı dinledim diyordu ki: “Hakkımda, Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için “Allah’ın kulu ve elçisi deyin.” Buhârî, Enbiya 44

3994-7200/ 7162 – Ebu Hureyre anlatıyor: “Resülullah buyurdular ki: “Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.” Oradakiler, “Ey Allah’ın Resulü! (Onlar) Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?” diye sordular. Hz. Peygamber: “Bunlar değilse kimler olur?” buyurdular.”

Bak Kur'ana hiç girmedim bile, girsem zaten taban tabana zıt bir Resulullah portresi çıkar karşımıza, asla sizin iddialarınızı doğruluyacak bir peygamber değildir. Ama temel bir çıkış ilkeniz var "Allah bildirirse, Allah isterse" Allah'ın kudreti ile delil getirmek hiç bir akıl sahibinin kullanmadığı bir usûldür, çünkü Allah kudreti mutlaktır ama kudretini ilkelere bağlamıştır, bunu hep atlarız.
Ama ilkelerini bize Kur'anında bildirir, kendini tanıtır, bu tanıtımın dışındaki yakıştırmalarda zulûmdür, iftiradır.

Kur'an açısından bir örnek verelim basit net, anlaşılır.

Ahkaf 8-9

Diyanet Vakfi:Yoksa «Onu uydurdu» mu diyorlar? De ki: Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah tarafından bana gelecek şeyi savmaya gücünüz yetmez. O, sizin Kur'an hakkında yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O yeter. O, bağışlayan, esirgeyendir.
Diyanet Vakfi:De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.

Burada din olarak inkar edilen şeyin Kur'an vahyine karşı itiraz olduğunu bildirdikten sonra, Resulune bırak başkalarına, kendine dahi Allah'ın ne muamele yapacağının kefili olamayacığını söyle diyor...

Bizdeki peygamber algısı ise Aşare-i mübeşşere diye cennet-i Âlâyı garantilemiş insanlara neredeyse Resulullah'ın ellerine ahirette şuraya müracat edin,
siz direk cennetliksiniz diye bir belge verildiği şeklinde lanse edilir, hâlbuki Allah resulune de ki, kendime bile ne yapılacağını bilmem dedirtiyor.
peki Allah'a mı inanalım nakillere mi...?

Peki sorun nerede? Sorun şurada kendi bakış açımı söyleyeyim, Resulullah bir durum, yahut vaziyette, bir sahabesini amelin cennete gitmeye namzet diye övücü ve teşvik edici beyanlarda bulundu ise, bunu bir insan olan Resulullah'ın mülahazası, bir sahabesini teşviki gibi algılamaz,
Resulullah şu kimsenin cenette olduğunu bildirdi diye ilkel bir bakış açısı ve Resulullah'ı yapayanlış konumlandırdığını haykırırcasına,
gayb'tan haber verme olarak nakleder önümüze koyar.

Yanlış algıların büyük kısmının bu şekilde diyalog ve frekans kopukluğundan kaynaklandığını,
tıpkı diğer ümmetler gibi ilkeler ve İslam değerleri üzerinde değil,
kişiler ve bu kişilere atfettiğimiz kutsallık zannının Allah'ın huzurunda aracı edilmesi mantığına dayandırılması üzerinde bina edildiğinden,
halimiz içler acısı...

İslam'ın hukunun ve İslami temel insani değerler açısından en büyük ihlallerin bizzat İslam devletleri açısından yapıldığını düşünüyorum.
Şekiller üzerinde ve küçük hesaplara takık ama, olayın aslını, ilkelerini kaçıran kaba bir toplum olduk çıktık.
Bir sakallı dede doktora gittiğinde, bizim ahmedin tanıdığıydı o arayalımda sabah bizi bekletmesin direkt alsın diyebiliyorsa,
belediye de bir tanıdık var, şurda bir akraba var diye konuya girebilen, kamu ile ticari olarak içli dışlı, belediyeden çıkacak ihaleyi ilk duyan sen isen, ya da tek mesleğin din anlatmak vaizlik tebliğ, ama krallara layık bir hayat sürüyor,
bir ücretlinin bir yılda sigortasını ödeyemeceği arabaya gerine gerine biniyorsan,
o sakalın da, cübben de boştur, çünkü önce İslam'ın istediği insan değildir o, Ahlakını istemediği insanın sakalını, takkesini ne yapsın Allah.

Off off, ne olurdu şu değerlerin içini doldursa idik müslümanlar olarak biz de,
bu gün ayağı çıplak suriyelileri aç sefil araba camı silerken görmeseydik,
Ne olurdu biyoloji, ziraatimiz üzerinde çalışsaydık da bugün yediğimiz ekmeğin %99 'unun genetiği değiştirilip fıtratına müdahele edilmiş
buğday yiyip insanlığın yakında yüzde yüzünün maruz kalacağı diyabet'e müslümanlar engel olsaydı,
ne olurdu dünyada patenti bize ait binlerce teknoloji bize ait olsaydı da İslam'ı yaşantımızda göstermemizle en büyük emri bil mağrufu yapsaydık.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Şimdi buradan bakınca çok uzun olmuş ya hu, her zaman tabletle yazarken iki saat uğraşıyordum, elime klavye geçti diye yazmışımda yazmışım,
okuyanlar hakkını helâl etsin, hayır dua etsin.
 

İlim Talebesi

Yasaklı
Katılım
18 Ağu 2014
Mesajlar
1,630
Tepkime puanı
28
Puanları
0
RedveKabul hirahos abdullah birisi

Darimideki rivayetten açıkça

1-İbn Mes'ud (ra)'ın , açıkça -birisinin komut verip zikir çektirmesi ve bunu dini bir vecibe gibi görmek açısından- bidat olarak gördüğü konuşmalarından açıktır.

2-Ebu Musa El-Eşari (ra) ise : ''Bereket versin ki hayırlı bir iş olarak görünüyordu'' diye ifade ederek bu işte bir beis olmadığını dile getiriyordu.

--

Şimdi 2 Sahabe var.Ve hangisinin görüşüne göre amel edeceğiz.

Burada (Hanefilere göre) tercih meselesi esas alınır.Ebu Musa -El-Eşari ra'ın görüşüne uyanlar olabilir.Fakat onun görüşüne uyanlar için bunun bu haliyle dini bir vecibe , bir sünnet gibi algılanması ve bunu yapmayanların kınanması durumu da yanlıştır.


 

İlim Talebesi

Yasaklı
Katılım
18 Ağu 2014
Mesajlar
1,630
Tepkime puanı
28
Puanları
0
RedveKabul hirahos abdullah birisi Verda


Abdullah b. Mesud'un görüşünü benimseyenler ise bu konuda bunun yapılmaması gerektiğini söylerken , bunun birisinin komut vermesi halinde bidat olacağını , zikir için toplanmanın müstehap (güzel) olduğunu fakat aslen herkesin ferdi (yalnız olarak) parmaklarıyla tesbih çekmesi gerektiğini savunmuşlardır.


قال الشاطبي - رحمه الله - في الاعتصام: إِذَا غَلَبَ الْوَصْفُ عَلَى الْعَمَلِ؛ كَانَ أَقْرَبَ إِلَى الْفَسَادِ،

Şatibi şöyle diyor : Birşeyin Sıfatı , o şeyin uygulamasından üstün olursa o şey fenalık (ve bozulmaya) daha yakın olur.

(Yani , Mesela Zikir çekmek bir vasıftır.Zikir ise tek başına çekilen birşeydir.Bu da uygulamadır.Musannif burada şunu demek istiyor : Zikir Çekme fiili , o işin gerçek uygulama şeklinden üstün tutulursa , o şey bozulmaya ve fesada daha yakın olmuş olur.)

وَإِذَا لَمْ يَغْلِبْ؛ لَمْ يَكُنْ أَقْرَبَ،وَبَقِيَ فِي حُكْمِ النَّظَرِ

Eğer Sıfat , Uygulamadan üstün olmazsa bozulmaktan ve fenalıktan uzak olmuş olur.Bu görüşün hükmü de bakidir.

، فَيَدْخُلُ هَا هُنَا نَظَرُ الِاحْتِيَاطِ لِلْعِبَادَةِ،

Burada ibadet için ihtiyat(tedbir) görüşü devreye girer.

إِذَا صَارَ الْعَمَلُ فِي الِاعْتِبَارِ مِنَ الْمُتَشَابِهَاتِ وَاعْلَمُوا أَنَّهُ حَيْثُ قُلْنَا: إِنَّ الْعَمَلَ الزَّائِدَ عَلَى الْمَشْرُوعِ يَصِيرُ وَصْفًا لَهَا، أَوْ كَالْوَصْفِ

Eğer uygulama benzer şeylerden itibar edilen şeylerin içinde ise , bilin ki o bizim şu dediğimiz yerdedir : Şüphesiz vasfen kendisiyle mümkün olan fazla uygulama, meşru üzeredir.(uygundur).Tıpkı Sıfatta olduğu gibi.


فَإِنَّمَا يُعْتَبَرُ بِأَحَدِ أُمُورٍ ثَلَاثَةٍ

Bu sebeple bir kimse için üç işe bakılır.


إِمَّا بِالْقَصْدِ، وَإِمَّا بِالْعَادَةِ، وَإِمَّا بِالشَّرْعِ

1-Kast (Niyet)
2-Adet
3-Şeriat


أَمَّا بِالْقَصْدِ فَظَاهِرٌ؛ بَلْ هُوَ أَصْلُ التَّشْرِيعِ فِي الْمَشْرُوعَاتِ بِالزِّيَادَةِ أَوِ النُّقْصَانِ

1-Kast , Zahirdir. Onun aslı , ziyadesi ve noksanıyla meşru şeylerde , uygun kılmanın aslıdır.

وَأَمَّا بِالْعَادَةِ؛ فَكَالْجَهْرِ، وَالِاجْتِمَاعِ فِي الذِّكْرِ الْمَشْهُورِ بَيْنَ مُتَصَوِّفَةِ الزَّمَانِ؛ فَإِنَّ بَيْنَهُ وَبَيْنَ الذِّكْرِ الْمَشْرُوعِ بَوْنًا بَعِيدًا، إِذْ هُمَا كَالْمُتَضَادَّيْنِ عَادَةً

2-Adet , Tıpkı Cehr (Yüksek sesle alanen zikrde) olduğu gibi. Ve yaygın zikir için zamanın sufilerinin toplanması gibi.

Şüphesiz onunla meşru olan zikrin arasındaki mesafe uzaktır..Öyleyse bu ikisi genellikle zıttır.


. ، وَكَالَّذِي حَكَى ابْنُ وَضَّاحٍ، عَنِ الْأَعْمَشِ، عَنْ بَعْضِ أَصْحَابِهِ، قَالَ: مَرَّ عَبْدُ اللَّهِ بِرَجُلٍ يَقُصُّ فِي الْمَسْجِدِ عَلَى أَصْحَابِهِ، وَهُوَ يَقُولُ: سَبِّحُوا عَشْرًا، وَهَلِّلُوا عَشْرًا، فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ: إِنَّكُمْ لَأَهْدَى مِنْ أَصْحَابِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَوْ أَضَلُّ، بَلْ هَذِهِ - يَعْنِي أَضَلَّ -، وَفِي رِوَايَةٍ عَنْهُ: أَنْ رَجُلًا كَانَ يَجْمَعُ النَّاسَ، فَيَقُولُ: رَحِمَ اللَّهُ مَنْ قَالَ كَذَا وَكَذَا مَرَّةً سُبْحَانَ اللَّهِ، قَالَ: فَيَقُولُ الْقَوْمُ، وَيَقُولُ: رَحِمَ اللَّهُ مَنْ قَالَ كَذَا وَكَذَا مَرَّةً الْحَمْدُ لِلَّهِ، قَالَ: فَيَقُولُ الْقَوْمُ، قَالَ: فَمَرَّ بِهِمْ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْعُودٍ - رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ - فَقَالَ لَهُمْ: هُدِيتُمْ لِمَا لَمْ يُهْدَ نَبِيُّكُمْ! وَإِنَّكُمْ لِتُمْسِكُونِ بِذَنَبِ ضَلَالَةٍ. وَذُكِرَ لَهُ أَنَّ نَاسًا بِالْكُوفَةِ يُسَبِّحُونَ بِالْحَصَى فِي الْمَسْجِدِ، فَأَتَاهُمْ، وَقَدْ كَوَّمَ كُلُّ رَجُلٍ مِنْهُمْ بَيْنَ يَدَيْهِ كَوْمًا مِنْ حَصَى؛ قَالَ: فَلَمْ يَزَلْ يَحْصبهُمْ بِالْحَصَى حَتَّى أَخْرَجَهُمْ مِنَ الْمَسْجِدِ، وَيَقُولُ: لَقَدْ أَحْدَثْتُمْ بِدْعَةً وَظُلْمًا، وَقَدْ فَضَلْتُمْ أَصْحَابَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عِلْمًا، فَهَذِهِ أُمُورٌ أَخْرَجَتِ الذِّكْرَ عَنْ وَصْفِهِ الْمَشْرُوعِ. انتهى.

Şatibi sözlerine şöyle devam eder : İbn Vaddah'ın , Amaştan , onunda bazı arkadaşlarından anlattı gibi , Abdullah (b.Mesud ra) , Mescidde insanlara birşey anlatan bir adama rastladı.

Adam şöyle diyordu : 10 kere Subhanallah deyin . 10 Kere La İlahe İllallah deyin.

Bunun üzerine Abdullah b. Mesud ra ''Siz Muhammed sav'in Ashabından ya daha iyi yoldasınız ya da daha kötü yoldasınız.

Bilakis daha dalalettesiniz.

(Diğer rivayette) : Bir adam insanları toplar.Ve şöyle derdi : Allah şöyle şöyle , şu kadar Subhanallah diyen kimselere rahmet etsin.Oradakiler Subhanallah derlerdi.

Adam yine : Allah , şöyle şöyle şu kadar Elhamdulillah diyen kimselere rahmet etsin.Oradakiler de , Elhamdulillah derlerdi.

Abdullah b. Mesud ra onlara uğradı ve ''Peygamberinizin tutmadığı bir yoldaki şeye iletildiniz.Artık dalalet günahlarını tutun.

(Diğer rivayette) : Kendisine ''Kufede bir takım insanların çakıl taşlarıyla mescidde tesbih çektikleri '' anlatılınca , kendisi oraya geldi.Orada onlardan her bir kişi önünde çakıl taşlarını kümelemişlerdi.

Bunu anlatan ravi diyor ki : Çok geçmedi , Abdullah b. Mesud onları şöyle diyerek Mescidden çıkardı.''Bidat ve Zulm çıkardınız.Muhammed sav'in Eshabından ilim olarak üstün (mü geldiniz?)

Ardından Şatibi diyorki : İşte bu, zikri meşru vasfından çıkaran işlerdir.

[Şatibi,El-İtisam,sy.504]
 

KAFKAS

Kıdemli Üye
Katılım
3 Nis 2014
Mesajlar
6,397
Tepkime puanı
445
Puanları
83
Konum
İstanbul
ALINTI



HZ. İSA'NIN YERYÜZÜNE DÖNÜŞÜ KURAN'DA HABER VERİLMİŞTİR
Allah, inkarcıların Hz. İsa'yı öldürmelerine izin vermemiş, onu Kendi katına yükseltmiştir. Ve tekrar kıyamet öncesinde yeryüzüne döneceğini insanlara müjdelemiştir. Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşü ile ilgili olarak Kuran'da verilen haberlerden bazıları şöyledir:- Kuran'da Hz. İsa’nın yeryüzüne dönüşünün kıyamet için bir işaret olduğuna dair şöyle bir bilgi verilmektedir:
Şüphesiz o (Hz. İsa) kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Hz. İsa'nın Kuran'ın indirilişinden altı yüzyıl önce yaşadığını biliyoruz. O halde yukarıdaki ayette bildirilen, onun ilk hayatının değil ahir zamandaki dönüşünün kıyamet için bir bilgi kaynağı olacağıdır. Hz. İsa'nın ikinci gelişi hem Hıristiyan hem de İslam dünyasında sabırsızlıkla beklenmektedir. Bu kutlu misafirin yeryüzünü şereflendirmesiyle de çok önemli bir kıyamet alameti daha tecelli etmiş olacaktır.- İsa Peygamberi öldürmek için tuzak kuran inkarcıların onu kesinlikle öldüremedikleri bir ayette şöyle vurgulanır:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi, 157)
- Hz. İsa'nın ölmediği insanların yaşadığı boyuttan alınarak, Allah katına yükseltildiği ayette şöyle bildirilir:
Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
- Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Hz. İsa'ya uyanların kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçirileceği haber verilmektedir.Günümüzden 2000 yıl kadar önce Hz. İsa'ya tabi olan havarilerin hiçbir siyasi güce sahip olmadıkları tarihi bir gerçektir. Bu dönem ile günümüz arasında yaşayan ve kendilerini Hıristiyan olarak adlandıranların ise başta teslis (üçleme) olmak üzere pek çok sapkın inancı savundukları, dolayısıyla gerçek anlamda İsevi olarak tabir edilemeyecekleri de açıktır. Çünkü Kuran'ın birçok ayetinde teslise inananların inkara saptıkları ifade edilir. O halde kıyamet saati öncesindeki bir dönemde, inkarcılara üstün gelecek gerçek İseviler ortaya çıkacak Al-i İmran Suresi'ndeki İlahi vaat de böylece tecelli edecektir. Kuşkusuz müjdelenmiş bu topluluk, Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüyle kendini gösterecektir.- Kuran'da verilen bir diğer bilgi de Hz. İsa'nın ölümünden önce tüm Ehli Kitap'ın kendisine iman edeceği şeklindedir:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona (Hz. İsa'ya) inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o (Hz. İsa) da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Bu ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. İsa ile ilgili olarak henüz gerçekleşmemiş olan üç İlahi vaat vardır. İlk olarak, İsa Peygamberin her insan gibi yaşadıktan sonra öleceği bildirilmektedir. İkinci vaat, tüm Ehli Kitap'ın onu cismani olarak göreceği ve ona yaşarken itaat edeceğidir. Şüphesiz söz konusu bu iki haber de Hz. İsa'nın kıyamet öncesindeki gelişinde gerçekleşecek olaylardır. Ayetteki üçüncü haber olan Hz. İsa'nın Ehli Kitap hakkındaki şahitliği de kıyamet gününde gerçekleşecektir.- Kuran'da Hz. İsa'nın ölümünü açıklayan bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde geçmektedir.
"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa'nın Allah katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra, vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)- Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşüne işaret eden bir diğer ayet şöyledir:
Ona (Hz. İsa'ya) kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 48)
Bu ayette geçen "kitap" kelimesinin neyi ifade ettiğini anlamak için konuyla ilgili diğer Kuran ayetlerine baktığımızda şunu görürüz: Tevrat ve İncil ile birlikte aynı ayette kullanılması halinde kitap, Kuran anlamını ifade etmektedir; Al-i İmran Suresi'nin 3. ayeti buna bir örnek olarak verilebilir. Bu durumda, 48. ayetteki Hz. İsa'nın öğreneceği bildirilen kitap da ancak Kuran olabilir. İsa Peygamberin bundan yaklaşık 2000 sene önceki yaşamında, Tevrat ve İncil üzerine bilgi sahibi olduğu bilinmektedir. Kuran'ı öğrenmesinin ise yeryüzüne yeniden gelişinde gerçekleşeceği açıktır.- Al-i İmran Suresi'nin 59. ayetindeki "şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir" ifadesi de oldukça dikkat çekicidir. Bu ayette iki peygamber arasındaki bazı benzerliklere dikkat çekilmiş olabilir. Bilindiği gibi, hem Hz. Adem hem de Hz. İsa babasızdır. Ayrıca yukarıdaki ayette, Hz. Adem'in cennetten yeryüzüne indirilmesi Hz. İsa'nın ahir zamanda Allah katından yeryüzüne indirilmesine de benzetilmiş olabilir.- Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi 110. ayette ve Al-i İmran Suresi 46. ayette geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…" (Maide Suresi, 110)
"Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa için kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "35 yaş sonrası döneme işaret ediyor" şeklinde çevrilmektedir.Hz. İsa'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbn Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa'nın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa'nın nüzulüne (yeniden yeryüzüne gelişine) dair bir delil olduğunu söylemktedirler. (Faslu'l-Makal fi Ref'I İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal, s. 20)Burada önemli bir konuyu daha hatırlatmakta yarar vardır: Hz. Muhammed Allah'ın insanlara gönderdiği son peygamberdir. Allah Peygamberimiz (sav)'e Kuran'ı vahyetmiş ve kıyamete kadar tüm insanları Kuran'a uymaktan sorumlu tutmuştur. Hz. İsa da ahir zamanda bir mucize olarak dünyaya gelecek, ancak Peygamberimiz (sav)'in de bildirdiği gibi, yeni bir din getirmeyecektir. Peygamberimiz (sav) tarafından insanlığa öğretilen hak din Kuran'da bildirilen İslam dinidir ve Hz. İsa da yeryüzüne ikinci gelişinde Kuran'a tabi olacaktır.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Konu burda daha önce konuşulmuş:

http://www.ihvanforum.org/showthread.php?60994-Tesbih-çekmek-bidatmi-her-iki-tarafın-görşü

Linkten iki yazı. Birincisi @
mucahid_tr den
:

TESBİH ÇEKMEK

Bid’at diyenlerin görüşü:

Boncuklarla olan tesbih bid'attır, çünkü Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in zamanında olmayıp, O'ndan sonra icad edilmiştir. Lugat âlimleri, tesbih'in yeni bir kelime olduğunu ve Arablar'ın bu kelimeyi tanımadığını söylerler. Bu itibarla nasıl olur da, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ashabına bilmedikleri bir şeyi tavsiye eder?

İbn Vaddah el-Kurtubi, (el-bid'a ve'n-Nehyu Anhâ, s. 12) Salet b. Behram'dan rivâyet ettiği bir eserde;

"İbn Mesud boncuklarla tesbih çeken bir kadına uğrar, onları kopartıp atar, sonrada taşlarla tesbih çeken bir adama gelir ve ayağı ile vurur. Ardından şöyle der: "Çok ileriye gittiniz! Karanlık bid'atlara daldınız! Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ashabını ilimde geçtiniz!"

Boncuklarla tesbih çekmek Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yoluna muhâliftir. Bu konuda Abdullah b. Amr şöyle der:

"Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i sağ eliyle (parmaklarıyla hesap yaparak) tesbih çekerken gördüm."[1]

Ayrıca Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bazı hanımlarına verdiği emre de uymamaktadır. Şöyle buyurur:

"Sizlere Subhânallah, Allahu Ekber deyip Allah'ı eksiklikten tenzih etmeyi emrederim. Gaflet edip de Lâ ilâhe İllalâh'ı unutmayın, parmaklarınızla tesbih çekin çünkü onlar sorulur ve konuşturulurlar." Bu hadis hasendir.

Hadisi, Ebû Dâvud ve diğerleri rivâyet etmişlerdir. Hâkim ve ez-Zehebî hadisin sahih olduğunu söylerler. En-Nevevî ve el-Askalâni (Emâli el-Ezkâr, 1/84) ise, hasen hükmünü vermişlerdir.

Diğer taraftan biri gelipte, parmaklar ile olan tesbihin, adet çoğaldıkça sayısının muhafazasını imkânsız olduğunu söylerse, ona şöyle deriz. Bu karmaşıklığa sebeb diğer bir bid'attır. Yani dinimizde gelmediği şekilde, Allah Teâlâ'nın çokça belirli bir sayıda zikredilmesidir. İşte bu bid'at boncuklarla tesbih bid'at sahih sünnette sabit olan en çok zikir adedi yüz'dür. Bunu da adet edinen kişi kolaylıkla, yanlışsız bir şekilde yapabilir. Parmaklarla tesbihin daha faziletli olduğuna ittifak etmelerine rağmen, boncuklarla yapılan tesbih, parmaklarla sünnet olan tesbihi fiilen bitirmiştir. Birde insanlar bu bid'at ile yeni icatlar getirmişlerdir. Tarikatçılar bunu boyunlarına bile asarlar. Şeyhleri olan Abdullah el-Ğumari, tesbihin boyuna asılmasını yazıcının kalemi kulağına koymasına kıyas ederek, bunda bir sakıncanın olmadığını söyler! Boncuklarla tesbih hadisi görüldüğü gibi uydurmadır. Bazıları da hem seninle konuşur hem de elindeki tesbihiyle tesbih çeker. Veya senin sözüne kulak verir. Kimide selâmı teleffuz etmeden tesbihini kaldırarak alır. Bu bid'atın daha birçok yanlışlığı vardır. Şairin dediği gibi: Her türlü hayır selefe uymadadır.

Kabul edenlerin görüşü:

Feyyûmî el-Misbah’da şöyle dedi: “Allah (Celle Celalühü) mahlûkatı ibdâ’ etmekle ibdâ’ etti, onları modelsiz olarak yarattı, demektir. Ebda’tü ve Ebda’tühü onu çıkardım ve ihdâs ettim demektir. Bu mana’dan olarak muhâlif hale bid’at denilmiştir. Bid’at ibtida’dan isimdir. Nasıl ki, rıf’at (yükseklik) irtifa’dan ise, sonra bulunan (bid’atın) dinde noksanlık ve yahut fazlalık olan şeylerde kullanılması galip oldu. Lakin kimi zaman bir kısmı mekruh olmaz ve mübah bid’at olarak isimlendirilir.”

Hafız Ğumârî şöyle diyor: “Yalnız başına terk, kendisiyle beraber, terk edilenin yasaklanan bir şey olduğuna dâir bir nass bulunmadıkça, onun (terk edilen şeyin) haramlığına delâlet etmez. Aksine o işin en fazla, meşru olduğunu gösterir. O terk edilen (yapılmayan) işin mahsurlu oluşu ise tek başına terkten anlaşılmaz.”

من سن فى الاسلام سنة حسنة فعمل بها بعده كتب له مثل اجر من عمل بها، ولا ينقص من اجورهم شيئ ومن سن فى الاسلام سنة سيئة فعمل بها بعده كتب عليه مثل وزر من عمل بها ولا ينقص من اوزارهم شيئ

Kim İslâm’da iyi bir çığır açar da, kendinden sonrakiler onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin sevaplarının aynısı, o çığırı açan kimseye yazılır ve öbürlerinin sevaplarından da hiçbir şey eksiltilmez. Kim de İslâm’da kötü bir çığır açar da kendinden sonrakiler onunla amel ederlerse, onunla amel edenlerin günahlarının aynısı, o kötü çığırı açan kimseye yazılır ve öbürlerinin günahlarından hiçbir şey eksiltilmez.”
[2]

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)’ınbu ne güzel bir bid’attir”, [3] sözü bu türdendir. Bu (terâvîh namazın topluca kılınması) hayırlı fiillerden olunca ve methedilen fiillere dâhil bulununca, onu bid’at diye isimlendirip methetmiştir. Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu bu şekliyle onlara sünnet kılmamıştır.

Onu bazı gecelerde kılmış sonrada terk etmiş, ona devam etmemiş, onun için insanları toplamamıştır. Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) zamanında yoktu. Sadece Ömer (Radıyallahu Anh) insanları onun için topladı ve ona teşvik etti. Bu yüzden ona bid’at ismini verdi. Hâlbuki o gerçekte sünnettir.

Çünkü Aleyhi’ssalatü ve’s-selâm Efendimiz: “Sünnetime ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine yapışınız [4] ve benden sonra iki kişiye Ebû Bekir ve Ömer’e uyunuz” buyurdu.[5] Diğer “Her icad edilen bid’attır” hadisi bu te’vile hamledilir. Sadece şunu murad etmektedir; Şeriatın asıllarına ters düşen, sünnete uymayan şeyler.[6] (İbnü’l Esir’in sözleri burada son buldu.)

Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübahların tamamını işlememiştir. Hatta kendisi işlediği zaman, ümmetine farz olması yahut meşakkatli hale gelmesi korkusuyla bazımendupları kasten terk etmiştir. O yüzden kim Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bir şeyi yapmadı davasıyla, bir şeyin haramlığını iddia ederse, hakkında delil bulunmayan bir şey iddia etti, demektir.

Bida’atle murad edilen, Şeriatın kendisine delalet edeceği aslı bulunmayan şeyler türünden yapılan icadlardır. Şeriat’tan kendisine delalet edecek bir aslı bulunan şeyler ise, lugat olarak her ne kadar bid’at ise de şeriat’ça bid’at değildir.

Nevevî şöyle demiştir: Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in “her bir bid’atsapıklıktır” sözü, sınırlandırılmış bir umûmî hükümdür. Kastedilen bid’atların çoğunluğudur.

Lugat âlimleri demişlerdir ki:Bid’at demek, geçmiş misali olmadanyapılan her biriştir. Âlimlerbid’atın beş kısım olduğunu söylemiştir: Vacip, mendub, haram, mekruh ve mübah. Vacip olanbid’atlerden birisi kelam âlimlerinin mülhid ve bid’atçılara karşı delilleri dizmeleri ve benzerişeylerdir. Mendub olan bid’atlerden biri de ilim kitaplarınıyazmak, medreseleri,tekkeleri ve başka şeyleri bina etmektir. Mübah olan bid’atlerden biri de değişik yemeklerve benzeri şeylerde genişliktir.

Haram ve mekruh olan bid’atler ise açıktır. Bu anlattığım bilinirse, hadisin aslında manası genel olansınırları (başka deliller yüzünden) daraltılan bir hadis olduğunu bilir. Ömer (Radıyallahu Anh)’ın “Ne güzel bid’at” sözü de bunu teyid etmektedir.

İmâm Şafi’i şöyle demiştir: Şeriattan dayanağı olan herşey, selef onu yapmasada bid’at değildir. Zira selefin onunla amel etmeyi terk etmesi, bazen o anda kendileriiçin mevcut olan bir mazeret sebebiyle yahut ondan daha üstün bir şey sebebiyle yahut da onun bilgisi tamamına ulaşmamasısebebiyle olmuş olabilir. (Şafii’nin sözübitti)

İmâm Dârimi, Süneni'den yaptığı bir rivâyette, Ebû Mûsa'l- Eş’arî, Mesciddeellerinde küçük taşlar bulunan insanlardan meydana gelen bir zikir halkası görmüştü.(Birisi), yüz defa tekbir getirin, diyor, yüz defa tekbir getiriyorlardı. Sonrayüz defa lâ ilâhe illallâh deyin diyor, onlar da yüz defa lâ ilâhe illallah, diyorlardı.,

Yüz kere sübhanallah deyin, diyor onlarda yüz defa sübhanellah diyorlardı.Ebû Mûsâ el- Eş'ari bunu hayırlı bir iş, İbn-i Mes'ud da bid’at olarak gördüklerinisöylüyorlardı. Taşlarla topluzikretmeyi bir Sahabi güzel ve hayır diğeri de bid'at ve şer görmüştür.

Yine Sahabilerden bazıları, Kur’ân’ın toplanıp Mushaflaştırılmasını Rasulüllah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından yapılmadığını söyleyerek bid’at diyorlardı.Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ise bid’at olarak görmedi.

Kimi âlimlerden sahabi kavlini hüccet görmediği rivâyet edilse de İslâm âlimlerinin Cumhuru onu delil görüp, bağlayıcı kabulederler. Hanefîler de onlardandır.

Hatta bazı rivâyetlerde, bunu, İslâm âlimlerinin sadece cumhuru değil, hepsi kabul eder. Yalnız bir sahabikavline ters, başka bir sahabi kavli varsa tercihe gidilir, birisi alınır. (Genişbilgi için Menar ve şerhlerine (mesela, Fethu'l-Gaffar'a: 347-348 ve İ'la mukaddimesiKavâid Fi Ulûmi'l-Hadis (85-86-87'e) bakılsın.

Üç: Sufiyye de burada sahâbeden birçoklarının fiilini ve Rasulüllah (SallallahuAleyhi ve Sellem) efendimizin takrirlerini esas olarak, başka birisinin sözünü almamıştır.Başka birçok delilden istifâdeyle Abdullah İbn-i Mes'ud'un değil de, Ebû Mûsâ (r.anh)'ınkanâatini seçmişlerdir.

Evet, Abdullah İbn-i Mesud'un Sünneti muhafazadaki hassasiyeti her türlütakdirin üstündeydi; lakin öte yanda Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'intakrirleri ve sahâbe (Rıdvanullâhi teâlâ aleyhim)'den taşlarla tesbih edenler devardı. Nitekim bu taşlarla zikir hususunda İmâm Celâleddin es-Suyûtî müstakil birrisalede yazmıştı. Ondan istifâdeyle aşağıya birkaç rivâyet alıyoruz.

Birinci Rivâyet: Tirmizî, Hâkimve Taberânî Safiyye (r.anha)'dan rivâyet ettiler.:

Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanıma girdi; önümde tesbih etmekteolduğum dört bin hurma çekirdeği vardı. Nedir bunlar ey Heyey'in kızı? Dedi. Onlarlatesbih ediyorum, dedim. Başında dikildiğimden beri bunlardan daha çok tesbih ettimbuyurdu. (Onu) bana (da) öğret, ey Allah celle celâlühü'nün Rasûlü dedim. Sübhanekeadede mâ min şey'in / Allah'ı yarattığı şeyler şeyler adedince tesbih ederim buyurdu.Bu hadis de sahihtir.(Süyûti)

Burada taşlarla tesbih yasaklanmadığınagöre, onlarla tesbih edilebileceğine dair bir Takriri Sünnet vardır..

İkinci Rivâyet: Ebû Dâvûd, Tirmizî,Nesâi, İbn Mâce, İbnHibbân veHâkim Sa'd İbn-i Ebî Vakkas (r.anh)'den rivâyet etmişler, bu rivâyetin Tirmizî,hasen, Hâkim de sahih olduğunu söylemişlerdir. Sa'd ve Nebi (Sallallahu Aleyhi veSellem) bir kadının yanına girmişler, kadının önünde de hurma çekirdekleri veyaküçük taşlar vardı; tesbih ediyordu. Bunun üzerine Rasulüllah (Sallallahu Aleyhive Sellem)“bundan daha kolay” veya (râvînin tereddüdü) “daha efdal olanı sana habervereyim mi?” buyurdu. Burada da inkar bulunmayıp, takrir vardır.

Üçüncü rivâyet: Ahmed İbn-i Hanbel,ez-Zühd'de Yunus İbnUbeyd'in anasından şöyle dediğini rivâyet etti: “Ebû Safiyye'yi -ki O Rasulüllah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ashabındandı ve komşumuz idi- küçük taşlarla tesbihederken gördüm.”

Bu rivâyet benzer bir lafızla,Hilal el- Haffar'ın Cüz'ünde, Beğavi'nin el- Mu'cemu's-Sahâbe’sinde ve İbn-i Asâkir'inTârih'inde dahi mevcuttur.

Dördüncü Rivâyet: İbn-i Sad veİbn-i Ebî Şeybe el-Musannef'de, Sad İbn-i Ebî Vakkas'dan, taşlarla tesbih ettiğini,rivâyet etmiştir.

Beşinci Rivâyet: Ahmed İbn-i Hanbelde Zühd'de, Ebu'd-Derdâ'nın hurma çekirdekleriyle tesbih ettiğini, rivâyet etmiştir.[FONT=&quot][7]

[/FONT]Hatm-i Hâcegâ'nın halka şeklinde olması ise, sünnet'te yer alan ilim ve zikir halkalarıyla alâkalı nice hadisten alınmıştır. Mesela (Bir): Ebû Vâkıd el-Leysîşöyle dedi:“Biz Rasulüllah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraberken bir de ne görelim ki,üç kişi uğradı. Onlardanbiri, halkada bir aralık buldu veoturdu.[FONT=&quot][8]

[/FONT](İki) “Cennetbahçelerine uğrarsanız (orada) otlanın.” Cennet bahçeleri de nedir? dediler. (Cennet bahçeleri) "Zikir halkalarıdır" dedi.

Rivâyetleri daha da çoğaltmak mümkün ise de, bizce bu, şurada luzumsuzdur.Bütün bunlar Sahâbe (Rıdvanullahi teala aleyhim)'in tatbikatıdır. Bu rivâyetlergöz önünde bulundurularak, Sûfiyye'ce topluca ve tek başına taşlarla zikretmeninbid'at olduğu tarafı değilde, hayır olduğu tarafı tercih edilmiştir.

Şu halde taşlarla zikir Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in takrirlerive sahâbe (Rıdvanullahiteala aleyhim)'in amelinden alınma bir sünnettir. Hasan Sabbah'dan alınma değildir.Biz davamıza dair delil getirdik. Yapıcı birleştirici olmak lazım.

KAYNAK: SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ


[1] Ebû Dâvûd, 1/230; Tirmizî, 4/255 (hasen olduğunu söylemiştir.); İbn Hibban, 2334; Hâkim, 1/547; el-Beyhakî, 2/253; ez-Zehebî'nin de ifâde ettiği gibi hadisin isnadı sahihtir.

[2] Müslim, İlim 15 “Zekat” 69, Tayâlisî, el-Müsned, s. 92 h. No: 670, Humeydî, el-Müsned, c. II, s. 353 h. No: 805, Ahmed b. Hanbel, c. 4 s. 360-361

[3] (Buhârî, Terâvîh Namazı(2010)

[4] (önceki Hadisin kendisi (Ebû Dâvûd ve Tirmizî hadisi)

[5] (Ahmet İbn-i Hanbel (5/382) Tirmizî, Menâkıp (3662,3805) İbn Mâce (97)

[6] (En-Nihaye fi Ğaribi’l –Hadis (1/106, 1/107)

[7](İmâm Celâleddin es-Suyuti, el-Minha Fis-Sibha, el-Hâvî lil-Fetâvâ içinde:2/37-38)

[8] Muvatta (Selam:4) Ahmed (5/219), Buhârî (İlim: 8, Salat: 84), Ebû Dâvûd (Edep:14), Tirmizi (Edep: 12 İstizan:29), Mu'cem:1/503
 
Üst