Üsve-i Hasene En Güzel İnsan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( AHDE VEFÂSI )

İbn-i Abbâs hazretleri; "Kim ahdini bozarsa, Allâh mutlaka ona bir düşman musallat eder." (Muvatta, Cihâd, 4) demek sûretiyle sözüne sâdık olmayanların, Allâh Teâlâ ve kulları tarafından sevilmeyeceğini ve musîbetlere mâruz kalacağını bildirmiştir.

Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm 'de, va'dine sâdık olduğunu, verilen bir sözün, katında asla değişmeyeceğini bir çok defâ beyân buyurur.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashâbından birinin cenaze namazını kıldırdıktan sonra şöyle duâ etmiş ve Allâh Teâlâ'yı ehl-i vefâ diye vasıflandırmıştır:

"Allâhım! Falan oğlu falan Sana emânettir ve Sen'in teminâtın altındadır. Artık onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru. Sen sözünde duran ve hamde lâyık olansın..." (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 54-56)

Duâda geçen "Ehlü'l-vefâ" ifadesi Allâh Teâlâ'nın ahdine sâdık ve her türlü övgüye lâyık olduğunu, verdiği emânı geri almayıp gereğini yerine getirdiğini, iyi davrananları mükâfatlandırdığını, hakkı ve haklıyı dâima gözettiğini anlatmaktadır. Yüce Rabbimiz bu sıfatını kullarında da görmeyi sevdiği için:

"Bana olan ahdinize vefâ gösterin ki ben de size olan ahdimi îfâ edeyim!" (el-Bakara 2/40) buyurarak onlara da ahidlerini yerine getirmelerini emretmektedir.

Allâh Teâlâ 'nın en kâmil kulu olan ve O'nun emirlerine herkesten daha sıkı sarılan Resûl-i Ekrem Efendimiz, kulun Allâh ile olan mîsâkına sık sık temas ederek, Seyyidü'l-İstiğfâr diye meşhûr duâsında:

"- Allâhım! Ben Sen'in kulunum. Gücüm yettiği kadar ahdine ve va'dine sadâkat gösteriyorum!" (Buhârî, Deavât, 16) diye istiğfâr ederdi.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( AHDE VEFÂSI )

O Mübârek Peygamber, Rabbi'ne olan ahdine sâdık kaldığı gibi diğer insanlara verdiği sözden de hiçbir zaman caymamıştır.

İbn-i Abbas , Efendimiz'in hayâtını en ince teferruatına kadar müşâhede etmiş bir kimse olarak şöyle demektedir ; "Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir şey söylediğinde, onu muhakkak yapardı." (Buhârî, Şehâdât, 28)

Allâh Resûlü, hayâtı boyunca iş ortaklarına, ticârî münâsebetlerdeki muhâtaplarına ve diğer insanlara karşı son derece dürüst davranmıştır. Üstelik ahde vefâ, nübüvvetten önceki dönemde de onun en bâriz vasfı olmuştur.

Bir kimseye söz verdiğinde, onu ne pahasına olursa olsun yerine getirmiştir. Abdullâh bin Ebi'l-Hamsâ -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor; "Bi'setten önce Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile bir alış veriş yapmıştım.

Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va'd ederek gittim. Fakat verdiğim sözü unutmuşum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Beni görünce sâdece:

«Ey delikanlı! Bana eziyet ettin, üç gündür burada seni bekliyorum.» buyurdu." (Ebû Dâvûd, Edeb, 82)

Habîb-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in bu bekleyişi, borcunu alabilmek için değil, verdiği söze sadâkatinden dolayı idi.

Onun ahdine vefâ göstermesi o derece zirveleşmiştir ki düşmanları bile bu rahmetten istifâde etmişlerdir.

Huzeyfe -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

"Babam Hüseyl ile beraber yola çıkmıştık. Kureyş kâfirleri bizi tuttular ve:

- Siz muhakkak Muhammed'in safına katılmak istiyorsunuz, dediler. Biz de:

- Hayır, Medine'ye bu sebeple değil, başka bir iş için gidiyoruz, dedik. Bunun üzerine bizden, Efendimiz'in safında yer alıp onunla birlikte savaşmayacağımıza dâir Allâh adına söz aldılar. Medine'ye gelip durumu Resulullah'a arzedince Âlemlerin Sultânı Efendimiz:

«- Haydi gidin. Biz onlara verdiğiniz sözü tutar, onlara karşı Allâh'tan yardım dileriz!» buyurdular . İşte benim Bedir Harbi'ne iştirâk etmememin sebebi budur." (Müslim, Cihâd, 98)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( AHDE VEFÂSI ]

Verilen sözden caymanın Müslümana yakışmayacağını gösteren bir diğer misâl de Hudeybiye Musâlahası'nın yapıldığı sırada yaşanmıştır. Hudeybiye Musâlahası'nın şartlarından biri, Mekke'den Medîne'ye ilticâ eden kişilerin iâde edileceği şeklinde idi.

Anlaşmanın imzalanacağı bir anda Kureyş temsilcisi Süheyl bin Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayaklarındaki zincirleri sürüyerek yavaş yavaş Peygamber Efendimiz 'in yanına geldi.

Ebû Cendel -radıyallâhu anh- Müslüman olduğu için müşriklerden çok işkence görmüştü. Bir fırsatını bularak ellerinden kaçmış ve kendini Müslümanların arasına atmıştı.

Süheyl, anlaşma gereğince ilk iâde edilecek kimsenin oğlu olduğunu söyledi ve elindeki sopayla Ebû Cendel'in yüzüne vurdu. Olan biteni hüzünle takip eden Rahmet Peygamberi Efendimiz, Ebû Cendel'in anlaşma hârici bırakılmasını, onu kendisine bağışlamasını Süheyl'den ricâ etti.

Ancak taş yürekli müşrik buna yanaşmıyordu. Ebû Cendel -radıyallâhu anh- de müşriklere teslim edilirken feryatlarla Müslümanlara yalvarıyor ve yardım istiyordu. Müslümanlar onun hâline dayanamayıp ağlamaya başladılar.

Allâh Resûlü Ebû Cendel'i teselli ederek:

"Ey Ebû Cendel! Biraz daha sabret, katlan! Allâh Teâlâ 'dan bunun mükâfâtını dile! Hiç şüphesiz yüce Allâh sen ve yanında bulunan zayıf, kimsesiz Müslümanlar için bir genişlik ve çıkar yol yaratacaktır. Biz şu kavimle bir barış anlaşması yapmış ve bu yolda kendilerine Allâh'ın ahdiyle söz vermiş bulunuyoruz. Onlar da bize Allâh'ın ahdiyle söz verdiler. Sözümüze vefâsızlık edemeyiz. Zirâ verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz!" buyurdu. ( İbn-i Hanbel, IV, 325; İbn-i Hişâm, III, 367) 1
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( AHDE VEFÂSI )

Ebû Cendel'in yaşadığı üzücü hâdise çok geçmeden Ebû Basîr'in de başına geldi. Müşrikler onu da geri istediler. O da yolda giderken kendisini götüren iki kişiden Huneys'i öldürdü, diğerini elinden kaçırdı.

Ebû Basîr Huneys'in elbisesi, eşyası ve kılıcını aldı, Allâh Resûlü'ne getirdi ve:

- Yâ Resûlallâh! Bunların beşte birini ayır, kendin için al, dedi. Efendimiz :

"- Ben bunun beşte birini aldığım zaman, onlarla yapmış olduğum muâhedeye riâyet etmemiş olurum. Fakat senin tutumun da öldürdüğün adamın eşyâsı da seni ilgilendirir." buyurdu. (Vâkıdî, II, 626-627)

Hayber savaşı sırasında, Yesâr adlı çobanın başından geçen şu olay da câlib-i dikkattir.

Nakledildiğine göre, yahudi ileri gelenlerinden birinin koyunlarını güderek geçimini sağlayan Yesar, Hayber Gazvesi'nin cereyân ettiği günlerde kale içinde adı sıkça geçen Allâh Resûlü ile görüşebilmeyi çok arzulamış ve bir sabah kaleden çıkıp koyunlarını güderken onunla karşılaşmıştı.

Efendimiz'le kısa bir sohbetten sonra Yesâr İslâm'ı kabul etti. Allâh Resûlü onun ismini Eslem yaptı. Daha sonra çoban elindeki koyunları ne yapması gerektiğini Peygamber -aleyhisselâm- ' a sordu. O da:

"- Onları geri çevir ve kovala! Şüphen olmasın ki hepsi de sâhiplerine döneceklerdir." buyurdu. Eslem bir avuç çakıl alarak koyunlara doğru attı ve; "Sâhibinize dönün! Vallâhi bundan sonra ebediyen sizinle beraber olmayacağım." dedi. Koyunlar toplu olarak gittiler, sanki onları sevkeden birisi varmış gibi kaleye girdiler. Çoban da Müslümanlarla birlikte savaşmak için kaleye doğru ilerledi. 2(İbn-i Hişâm, III, 397-398; İbn-i Hacer, el-İsâbe, I, 38-39)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( AHDE VEFÂSI )

Burada Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, koyunlara ganîmet olarak el koymak yerine, sürüyü geri göndererek çobanın sâhibine verdiği sözü tutmasına imkân sağlamıştır.

Hâdisenin savaşın uzadığı ve Müslümanlar arasında erzak sıkıntısının baş gösterdiği bir zamana tesadüf etmesi, Efendimiz'in sergilediği ahde vefânın anlamını daha da derinleştirmektedir.

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in bu hassasiyetini müşâhede eden ve bizzat yaşayan ashâb-ı kirâm da onun ahdini yerine getirmek için gâyet titiz davranmışlar ve bu güzel ahlâktan en büyük payı almışlardır. Câbir -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

"Bir gün Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- bana:

«- Eğer Bahreyn'den zekât malı gelirse sana şöyle şöyle doldurup veririm.» buyurdu. Fakat Efendimiz vefat edene kadar Bahreyn'den mal gelmedi. Daha sonra mal geldiğinde Ebûbekir -radıyallâhu anh-:

- Allâh Resûlü'nün birine va'di veya borcu varsa bize mürâcaat etsin, diye ilân etti. Bunun üzerine huzuruna vararak, «Peygamberimiz bana böyle böyle demişti.» dedim. Ebûbekir elini ganimet malına daldırıp bir avuç aldı. Bunları sayınca 500 (dînar) olduğunu gördüm. O zaman Ebûbekir bana, «Bunun iki mislini daha al!» dedi." (Buhârî, Kefâlet, 3)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( AHDE VEFÂSI )

Allâh Teâlâ'nın hoşnutluğunu celbedecek ve Kelâm-ı İlâhî ile ifade edilecek kadar sâdıkâne ve samîmî bir ahde vefâ misâlini de Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

"Amcam Enes bin Nadr Bedir Savaşı'na katılamamıştı. Bu ona çok ağır geldi:

- Ey Allâh'ın Resûlü! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allâh Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı elbette görecektir, dedi. Uhud Gazvesi'ne katıldı. Müslüman safları dağılınca, -arkadaşlarını kastederek- «Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı sana özür beyan ederim.», müşrikleri kastederek de «Bunların yaptıklarından da uzak olduğumu bildiririm.» deyip ilerledi.

Sa'd bin Muâz'la karşılaştı ve:

- Ey Sa'd! İstediğim cennettir. Ka'be'nin Rabbi'ne yemin ederim ki Uhud'un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alıyorum, dedi. Sa'd daha sonra olayı anlatırken; «Ben onun yaptığını yapamadım, ya Resûlallâh!» demiştir.

Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk. Vücûdunda seksenden fazla kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu kimse tanıyamadı. Sâdece kızkardeşi parmak uçlarından tanıdı. Şu âyet amcam ve amcam gibiler hakkında nâzil oldu:

«Mü'minler içinde öyle yiğitler vardır ki Allâh'a verdikleri sözlerine sadâkat gösterdiler. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı, şehit düştü), kimi de (sırasını) beklemektedir. Bunlar aslâ sözlerini değiştirmemişlerdir.» (el-Ahzâb 33/23) " (Buhârî, Cihâd, 12)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( AHDE VEFÂSI )

Görüldüğü gibi ashâb-ı kirâm Allâh'a ve Resûlü'ne verdikleri sözlere son derece ehemmiyet atfetmişler ve ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çalışmışlardır. Buna güç yetiremeyenler de "Hiç olmazsa yolunda ölürüm." hikmetini tasdik eden davranışlar sergilemişlerdir.

Berâ bin Ma'rûr -radıyallâhu anh- bunlardan biridir. Akabe Bey'atı'na on iki temsilciden biri olarak katılan Hz. Berâ, hac mevsiminde Mekke'ye geleceğini Peygamber Efendimiz 'e va'd etmişti.

Ancak hac mevsimi gelmeden ölüm döşeğine düştü. Bu durumda âilesine:

- Allâh Resûlü'ne olan va'dim dolayısıyla beni Ka'be'ye doğru çeviriniz. Çünkü ben ona gelmeyi vaat etmiştim, dedi ve böylece hem hayattayken hem de öldükten sonra Ka'be'ye yönelenlerin ilki oldu. Resûl-i Ekrem Efendimiz Medine'ye geldiğinde ashâbıyla birlikte Berâ bin Ma'rûr'un kabri başına gitti. Saf bağlatıp cenâze namazı kıldırdı. "Allâh'ım onu affet! Ona rahmet et ve ondan hoşnud ol!" diye duâ etti. (İbn-i Abdilber, I, 153; İbn-i Sâ'd, III, 619-620)

İslâm ahlâkının en mühim esaslarından biri olan ahde vefâ en güzel şekliyle Fahr-i Âlem Efendimiz'in şahsında yaşanmış ve onun fiil, söz ve hâllerinde sergilenmiştir.

Âlemlere rahmet olan Efendimiz'in bu güzel ahlâkına sıkıca sarılmak, bütün insanlığın huzûr ve emniyetinin sağlanması yönünde atılan en mühim adım olacaktır. Dünyâ ve âhiretin mutluluğu bu esaslara bağlıdır.

..::Usve-i Hasene::..
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Rızk-ı maksûma kanâatdir meâli hikmetin
Gâh hırs-ı nev-şîkâr ile şikâr elden gider. 1
Ziyâ Paşa

Kanâat, elde olana râzı olmaktır. Azla yetinmek, ihtiyaçları asgarî ölçüde karşılayabilecek maddî imkânlarla iktifâ etmek, başkalarının elindeki şeylere göz dikmemek ve fazla kazanma hırsından kurtulmak, kanaatin insandaki tezahürleridir.

İnsanları yaratan Allâh Teâlâ, onların rızıklarını da tekeffül etmiştir. "Yeryüzündeki bütün canlıların rızkı sâdece Allâh'a âittir." (Hûd 11/6) buyurarak, kullarının bu konuda endişelenmemelerini istemiştir.

Ancak birçok hikmete binâen rızkı, kulları arasında farklı farklı taksim etmiş, kimine az kimine ise çok vermiştir. İşte kanâat burada ortaya çıkmaktadır.

Kendisine az verilen buna râzı olacak, mal çokluğuna tamah ederek haksız kazanç yollarına sapmayacaktır. Zengin de cimrilik ve açgözlülükten kaçınarak malının hakkını verecektir.

Kanâat, sâdece fakirlere mahsus bir haslet değildir. Bu husûsta zenginler, çoğu zaman fakirlerden daha muhtaç duruma düşmektedirler.

Çünkü mâl arttıkça berâberinde mal sevgisi, hırs ve tamah da artmaktadır. İnsan, bütün yakınlarına yetecek kadar mal kazansa bile, bununla yetinmeyerek daha fazla kazanmaya ve mal yığmaya çabalar.

Bu hırs, mâlik olduğu zenginliği gözüne az gösterir ve böylece malından hakkıyla istifâde etmesine mâni olur.

Yunus Emre şöyle der:

Kem tamahlık eyleme
Aklın sana yâr ise!

İster fakir olsun ister zengin, kanâate sâhip olmayan kimseler dünyânın câzibesine kapılır, âhiret hazırlığını unutur ve iki cihanda da kaybedenlerden olurlar.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Mevlânâ -kuddise sirruh- böyle kimselere şu nasihatte bulunur:

"Rızıklar denizini bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su... Harîslerin, dünyayı çok sevenlerin göz testileri hiç dolmaz. Sedef, kanâatkâr olmazsa içinde inci meydana gelmez." ( Mesnevî , beyt: 20-21)

Testisini taşırdığını fark etmeden daha çok su alma hırsına kapılan kimse, hem yaratılış maksadını unutur hem de yanlış yollara sapar ve kendisini mahveder.

Cenâb-ı Hak ; "İnsanları ve cinleri, yalnızca bana kulluk etmeleri için yarattım. Onlardan ne herhangi bir rızık ne de beni doyurmalarını istiyorum!.. Şüphesiz Allâh, bol bol rızık veren ve çok kuvvetli olandır." (ez-Zâriyât 51/56-58) buyurmak sûretiyle bu davranışın yanlışlığını belirtmektedir.

Bu sebeple İslâm ahlâkının en mühim esaslarından biri olan kanâati, Peygamber Efendimiz övmüş ve teşvik etmiştir. Bir kimsenin malı ne kadar olursa olsun gerçek zenginliğin kanâat olduğunu bildirmiş (Buhârî, Rikak, 15), nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut olan kimseye dünyanın bütün iyiliklerinin verilmiş bulunduğunu söylemiştir. (Tirmizî, Zühd, 34)

Diğer bir rivâyette de Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen ve elindeki nimete karşı Allâh'ın kanâat sâhibi kıldığı kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir." (Müslim, Zekât, 125)

Sevgili Peygamberimiz, kanâati şükrün en ileri derecesi olarak görmüş ve kanâatkâr olan bir kimsenin, insanların en çok şükredeni olacağını beyân buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Zühd, 24)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Başka bir hadîs-i şerîfinde de şükür ve sabır ehlini şöyle tavsif etmiştir:

"Dindarlıkta kendinden üstün olana bakıp ona uymak, dünyalıkta ise kendinden aşağı olana bakıp, Allâh'ın kendine verdiği üstünlüğe hamdetmek.

Böyle yapanları Allâh, şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de dindarlıkta kendinden aşağı olana, dünyalıkta ise kendinden üstün olana bakar da elde edemediğine üzülürse, Allâh onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz." (Tirmizî, Kıyâmet, 58)

Diğer taraftan sâhip olunan malların hesâbını vermek gerektiğini hiçbir zaman unutmamak lâzımdır.

Cenâb-ı Hak, kullarına ihsân ettiği her nimetin nerede ve nasıl kullanıldığını soracaktır.

Bu nedenle malın çokluğu mes'ûliyetin ağırlığını da berâberinde getirmektedir.

Bu husûstaki en güzel ölçüyü şu hadîs-i şerîf te görmekteyiz:

"Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka vermen senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, bu senin için zararlıdır. İhtiyâcın kadar mala sâhip olmaktan dolayı Allâh katında sorumlu tutulmazsın..." (Müslim, Zekât, 97)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

İnsanlar belki almanın daha hayırlı olduğunu sanırlar. Oysa vermek daha hayırlı ve daha üstündür. Aslında vermek kanâat ehli olmaktan kaynaklanır.

Kanâatin ne olduğunu bilmeyen bir kişi, dünyaya sâhip olsa dahî, kimseye bir çöp bile vermek istemez.

Böyle bir şey aklından bile geçmez. Çünkü bu bir ruh ve gönül terbiyesini gerektirir.

Mevlânâ, kanâatin kimseye zarar vermediğini, Allâh'ın lütuf ve ihsânlarının her canlıya yetecek kadar bol olduğunu ve kulları üzerine sağanak hâlinde yağdığını ne güzel ifâde eder:

"Kanâate ermekle hiç kimse canından olmadı. Hırs ile de hiç kimse sultân olmadı. Allâh ekmeği domuzlardan, köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur insanların kazancı değildir. Sen nasıl rızka düşkün, rızkı arayan bir âşık isen rızık da sana âşıktır. Sen rızkın peşinde koşmasan da o senin kapına gelir. Fakat sen onun peşinde koşarsan, başına belâ olur, sana ızdırap verir." ( Mesnevî , beyt: 2398-2401)

Allâh Teâlâ kullarının kanâat ehli olmalarını istediği için, verdiğine râzı olmayarak diğer insanlardan bir şeyler isteyen kimseleri sevmemektedir.

İhtiyâcını Allâh'a değil de kullara açan bir kimse, fakirliğini daha da artırmış demektir. İffetli davranıp da Allâh'a yalvaran kimse ise zenginliğin kaynağını bulmuştur.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Nitekim Resulullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

"Dilenmekten sakınmak isteyenleri Allâh iffetli kılar. Halka karşı tok gözlü davranmak isteyenleri de Allâh, insanlara muhtaç olmaktan kurtarır." (Buhârî, Zekât, 18) Hakîm bin Hizâm -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

"Birgün Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den bana (ganimet mallarından bir miktar vermesini) istedim, verdi. Bir daha istedim, yine verdi. Tekrar istedim, tekrar verdi. Sonra şöyle buyurdu:

«- Ey Hakîm! Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan kimse gibidir. Veren el, alan elden daha hayırlıdır.» Bunun üzerine ben:

- Ey Allâh'ın Resûlü! Seni hak din ile gönderen Allâh'a yemin ederim ki yaşadığım sürece senden başka kimseden bir şey kabul etmeyeceğim, dedim."

Gün geldi, Hz. Ebûbekir ganimet malından hisse vermek için Hakîm'i çağırdı. Fakat Hakîm onu almaktan kaçındı. Daha sonra Hz. Ömer kendisini, bir şeyler vermek için davet etti. Hakîm yine kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

- Ey Müslümanlar! Sizi Hakîm'e şahit tutuyorum. Ben kendisine şu ganimetten Allâh'ın ona ayırdığı hissesini veriyorum, fakat almak istemiyor, dedi. Netîce itibariyle Hakîm, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in vefatından sonra, ölünceye kadar kimseden bir şey kabul etmedi. (Buhârî, Vesâyâ, 9)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Kanâat eden azîz olur. Kanâat, sâhibine öyle bir izzet bahşeder ki onun gönlüne hiçbir dünyâlık muhabbeti giremez.

Tamahkâr kimse ufacık bir menfaat için başını verirken, kanâat sâhibi fakîr, altınla dolu bir hazîne bile bulsa, şerefi uğruna ona dönüp bakmaz.

Hırsından ve tama'ından her haram şeye atılan, onu elde etmeye çalışan varlıklı kimselere "dilenci" denilir.

Kanâatkâr olmak ve dilencilikten kurtulmak için Resûl-i Ekrem Efendimiz, bizlere şu çâreyi sunmuştur:

"Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olan birini görünce, nazarını hemen kendisinden aşağıda olana çevirsin." (Buhârî, Rikâk, 30) Bu davranış, Allâh'ın üzerimizdeki nimetini küçük görerek sıkıntıya düşmememiz için en müessir çâredir. Zîrâ üzüntü ve mutsuzluğun başlıca sebeplerinden birisi de kanâatsizliktir.

Resûl-i Ekrem Efendimiz her husûsta olduğu gibi kanâat mevzûunda da bizim için en güzel örnektir.

O, eline geçen yığın yığın malları vakit geçirmeden infâk etmiş, ihtiyâcından fazlasını yanında alıkoymamıştır.

Bu sebeple sık sık; "Allâhım! Muhammed âilesinin rızkını ihtiyaç miktârı kadar ver." diye duâ etmiştir. (Müslim, Zekât, 126)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Kanâati en güzel şekilde yaşayan Efendimiz , zaman zaman ashâbından, kimseden bir şey istememek üzere söz almıştır.

Sevbân -radıyallâhu anh- şöyle anlatır; "Bir defâsında Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

«- Kim bana, halktan hiçbir şey dilenmeyeceğine dâir söz verirse, ben de ona cenneti garanti ederim.» buyurdu. Bunun üzerine:

- Ben söz veriyorum, dedim."

Hadîsi rivâyet eden sahâbî, Hz. Sevbân'ın bu olaydan sonra hayâtı boyunca hiç kimseden bir şey istemediğini bildirmektedir. (Ebû Dâvûd, Zekât, 27)

Şeyhülislam Yahya Efendi, kuru ekmeğe kanâat etmek gibi bir nimetin, insanlardan müstağnî olmak gibi bir râhatın olmadığını ne güzel ifâde eder:

Nân-ı huşk ile kanâat gibi bir nimet mi var
Künc-i istiğnâ gibi bir kûşe-i râhat mı var!

Kanâat, kalbî bir hâdisedir. Kanâat sâhibi olmak, bir kimsenin aç kalmasını veya çalışmayı terk etmesini gerektirmediği gibi hakkı olan şeyleri almasına da mâni değildir. Peygamber Efendimiz bu husûstaki ölçüyü en güzel şekilde ortaya koymuştur.

Ömer -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

"Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- arada sırada bana gâzilik bahşişi verirdi. Ben de kendisine:

- Bunu benden daha fakir birine verseniz, derdim. Allâh Resûlü de cevâben:

«- Sen bunu al. Göz dikmediğin ve istekli de olmadığın halde sana gelen böylesi malı al. Kendine mâl et, istersen onunla tasaddukta bulun. Fakat böyle olmayan bir malın da peşine düşme!» tavsiyesinde bulunurdu." (Buhârî, Zekât, 51)
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Aynı hayat şartlarına farklı iki bakış açısını önümüze seren şu hadîs-i şerîf de oldukça câlib-i dikkattir:

"...Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil'in durumunu öğrenmek üzere Mekke'ye geldi. Fakat İsmâil'i evde bulamadı. Gelinine:

- İsmâil nerede diye sordu. Hanım:

- Rızkımızı temin etmek için avlanmaya gitti, dedi. İbrâhim -aleyhisselâm- geçimlerinin ve durumlarının nasıl olduğunu sordu. O:

- Çok kötü durumdayız. Büyük bir sıkıntı ve darlık içindeyiz, diye hâllerinden şikâyet etti. Hz. İbrâhim de:

- Kocan gelince ona selâmımı söyle; kendisine hatırlat da kapısının eşiğini değiştirsin, dedi. İsmâil eve gelince, bir şeyler olduğunu sezdi ve hanımına:

- Ben yokken eve biri mi geldi? diye sordu. O da:

- Evet, yaşlı bir adam geldi, seni sordu, ben de söyledim. Nasıl geçindiğimizi öğrenmek istedi. Ben de büyük bir geçim sıkıntısı çektiğimizi anlattım, dedi. Hz. İsmâil:

- Peki, sana bir şey tavsiye etti mi? diye sordu. Hanımı:

- Evet, sana selâm söyledi ve kapısının eşiğini değiştirsin, dedi. İsmâil:

- O gelen benim babamdır. Bana senden boşanmamı emretmiş. Haydi âilenin yanına dönebilirsin, dedi. O kadını boşayıp Cürhümlüler'den bir başka kadınla evlendi.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Allâh'ın dilediği kadar bir zaman geçtikten sonra İbrâhim tekrar oğlunun evine geldi. Fakat İsmâil'i bulamadı. Nerede olduğunu sordu.

Hanımı:

- Rızkımızı temin etmeye gitti, dedi. İbrâhim -aleyhisselâm- :

- Geçiminiz, haliniz nasıl, diye sordu. Kadın:

- Çok iyi durumdayız. Rahat ve bolluk içindeyiz, diyerek Allâh'a hamd ü senâda bulundu. Konuşma şöyle devam etti:

- Ne yiyorsunuz?

- Et yiyoruz.

- Ne içiyorsunuz?

- Su.

O zaman Hz. İbrâhim, «Allâhım, etlerine ve sularına bereket ver!», diye dua etti. Sonra da:

- Kocan eve gelince selâmımı söyle ve kendisine hatırlat da kapısının eşiğine sâhip olsun, dedi. İsmâil -aleyhisselâm- dönünce:

- Eve gelen oldu mu, diye sordu, Hanımı:

- Evet, güzel görünümlü bir ihtiyar geldi, seni sordu, ben de anlattım. Geçimimizi öğrenmek istedi, ben de çok iyi olduğunu söyledim, dedi. İsmâil:

- Sana bir tavsiyede bulundu mu, diye sordu. O da:

- Evet, sana selâm söyledi ve kapının eşiğine sâhip olmanı emretti, dedi. İsmâil -aleyhisselâm- :

- O benim babamdır. Evin eşiği de sensin. Babam seni hoş tutmamı, seninle iyi geçinmemi emretmiş, dedi." (Buhârî, Enbiyâ, 9)

İbrâhim -aleyhisselâm- Hz. İsmâil'in ilk hanımının kanâatsizliğine hükmetmiş ve âile hayatının devâmı, saâdet ve selâmeti için fertlerin her yönüyle güzel ahlâk sâhibi olmaları gerektiğine işâret etmiştir. Buna halel getirecek düşünce ve davranışlardan kaçınılmasını istemiştir.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Mevlânâ hazretleri ne güzel söyler; "Allâh'ın, has kullarını dâvet ettiği kanâat ziyâfetinden uzak kalan kimse, padişah bile olsa dilenci gibi aç gözlüdür. Sen, Allâh'ın verdiklerine râzı olmadıkça, rahat etmek, kurtulmak ümidi ile nereye kaçsan, orada karşına bir âfet çıkar, bir belâ gelir sana çatar." ( Mesnevî , beyt: 588-590)

Kanâat, dünyâ malı yüzünden gelebilecek bir çok belâ ve musîbetlerden sâhibini muhâfaza eder. Îmânına ve mâneviyâtına kuvvet vererek metânetini artırır, dalâletten koruyarak istikâmet üzere devâm edebilmesini kolaylaştırır.

Allâh'ı ve O'nun kullarını daha çok sevebilme ve yardımlarına koşabilme olgunluğunu kazandırır. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu hasletlere mâlik olan bir genci, çok beğenmiş ve taltif etmiştir.

Asr-ı saâdette vukû bulan bu hâdise özetle şöyledir:

Efendimiz 'i ziyârete gelen Benî Tücîb heyeti yurtlarına dönmek istediklerinde, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bunlara, diğerlerine verilen bahşişlerden daha fazla verdi ve:

"- Sizden, bahşiş verilmeyen kimse kaldı mı?" diye sordu.

- Evet, yaşça en küçüğümüz olan bir genci binitlerimize bakmak üzere bırakmıştık, dediler.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Allâh Resûlü:

"- Onu da gönderiniz!" buyurdu. Onlar binitlerinin yanına dönünce, gence:

- Resûlullah Efendimiz'in yanına git de hediyeni al! Biz bahşişimizi aldık ve kendisine veda ettik, dediler. Genç, Peygamber Efendimiz'in yanına gelince:

- Yâ Resûlallâh! Ben, Ebzâ oğullarından bir kimseyim. Biraz önce senin yanına gelen, dileklerini yerine getirdiğin cemaattenim. Benim talebimi de yerine getirir misiniz, dedi.

Habîb-i Ekrem Efendimiz:

"- Senin arzun nedir?" diye sordu. Genç:

- Yâ Resûlallâh, benim dileğim arkadaşlarımınki gibi değildir. Onlar İslâm'ı özleyerek geldiler, zekâtlarını da sürüp getirdiler. Fakat, sen Allâh'a beni mağfiretine mazhar kılması, rahmetiyle muâmele etmesi ve bir de kalbime zenginlik vermesi için duâ et, dedi.

Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz:

"Ey Allâh'ım! Onu affet ve rahmetinle muâmele eyle! Kalbine de zenginlik ver!" diye dua ettikten sonra, ona da ötekiler gibi bahşişinin verilmesini emir buyurdu.

Benî Tücîb heyeti yurtlarına döndüler. Bunlardan bir cemaat hac mevsiminde Minâ'da Peygamber Efendimiz ile buluştu.

- Biz Ebzâ oğullarıyız, dediler. Vefâ sâhibi olan Efendimiz -aleyhisselâm- :

"- Geçen sene sizinle birlikte bana gelen genç ne yapıyor?" diye sordu.

- Yâ Resûlallâh! Yüce Allâh'ın verdiği rızka ondan daha kanâatlisini görmemişizdir. İnsanlar dünyayı aralarında bölüşecek olsalar, o genç ona hiç iltifat etmez, dediler. Bu sözleri sevinçle dinleyen Efendimiz, Allâh'a hamdetti ve o genç için hayır temennîlerinde bulundu.
 

kays

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2006
Mesajlar
9,264
Tepkime puanı
38
Puanları
0
Konum
Kayseri
osman nuri topbaş hocaefendinin kaleminden

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN s.a.v. AHLÂKÎ FAZÎLETLERİ ( KANÂATİ )

Bu genç, davranışlarıyla kavmi arasında bir fazîlet timsâli olmuştur. Dünyaya değer vermeyen ve Allâh'ın kendisine verdiği rızka en çok kanaat eden bir kul olarak hayâtını sürdürmüştür.

Peygamber Efendimiz'in vefatı üzerine Yemen halkının İslâm'dan döndükleri sırada da, onlara Allâh'ı ve İslâm'ı hatırlatmaktan geri durmamış; onun sayesinde kavminden bir tek kişi bile İslâm'dan dönmemiştir.

Daha sonra Ebûbekir -radıyallâhu anh- o genci araştırmış, hâlini sormuş ve o bölgedeki vâlisine bir mektup yazarak gence hayırla muâmele etmesini tavsiye etmiştir. Radıyallâhu anhüm. (İbn-i Kayyım, III, 54-55; İbn-i Sa'd, I, 323)

Kanâat, kuvvetli bir îmân ve Allâh Teâlâ 'ya sonsuz bir güvenin tezâhürüdür. Bu özelliğinden dolayıdır ki Yüce Rabbimiz tarafından sevilen ve methedilen bir haslet olmuştur.

Nihâyetinde kanâat, elinde olanla yetinmek, başkasının malına tamah etmemektir. Çünkü hırsa kapılan insanlar ellerindekini de kaçırdıklarının farkında değildirler. Mecelle'nin şu maddesi konumuzu gâyet net olarak özetlemektedir:

"Kim bir şeyi vaktinden evvel isti'cal eyler ise mahrûmiyetle muâteb olunur."

Dipnotlar:
1.Allâh Teâlâ 'nın "hayr-ı kesîr" olarak tavsîf ettiği hikmetin esas mânâsı, taksim olunan rızka kanâat göstermektir. Zaman olur insan, yeni bir av yakalama hırsıyla elindeki avı kaçırır.

http://www.usveihasene.com/ic_kanaati.htm]..::Usve-i Hasene::.
.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Sevgisini ve şefaatini diliyorum, bir de ahlakı ile aklanabilmeyi elbette....
 
Üst