Tevil meselesinde, selefi salihinin bu hususta tuttukları iki yol vardır. Biri, kısaca tevil edip çok anlamlara gelebilecek kelimelerin geçtiği müteşabih ayetler için “Bunlara keyfiyetsiz (nasıllık olmaksızın), benzetmeksizin inanırız” gibi sözler kullanıp tam olarak ne manaya geldiğine girmemektir. Diğer yol ise ayrıntılı tevil etmektir ki bu hem İbni Abbas gibi bazı sahabeler hakkında hemde Mücahid, İmam Ahmed bin Hanbel, Buhari ve Süfyan es-Sevrî gibi sonraki gelenlerden bazıları hakkında sabittir.
İbni Abbâsa gelince, İbni Hacer el-Askalânî sahih-i Buhari üzerine yaptığı şerhinde (Fethu’l-Bârî alâ sahihi’l-Buhârî, c.13, s. 428) şöyle demiştir: “(السَّاق) Es-sâk kelimesine gelince
İbni Abbâstan, Allâh’ın şu kavli hakkında: (يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ)
(El-Kalem suresi, 42) şöyle bir söz gelmiştir: “Çetin durumlar ortaya çıkacaktır ve araplar der ki “Çetinleştiği zaman harp baldırın üzerinde başlamıştır”
İşte bundan anlaşılır kı baldır kelimesinin arapçadaki karşılığı olan (السَّاق) (sâk) kelimesi uzuv anlamında değil işlerin zorlaşması anlamında mecazen kullanıldığı da olur. Arapçada (السَّاق) (sâk) kelimesi çok manada kullanılır, mesela ağacın gövdesine de kullanılır.
İbni Abbâs’ın öğrencisi Mücahide gelince, hadis hafızı Beyhakî, “El-esmâu ves-sıfât” isimli eserinin 309. sayfasında Hadis hafızı Ebu Abdullâh ile Ebu Bekir el-Kâdî’nin şöyle dediklerini bildiriyor: Bize Ebu’l-Abbâs Muhammed b. Yakub haber vermiştir ki (ona da) Hasen ibnu Ali ibnu Affân (ona da) Ebu Usâme (ona da) Nadr, (ona da) Mücahidin Allâh Azze ve Cellenin şu kavli için: (فَأَيْنَمَاتُوَلُوا فَثَمَّ وَجْهُ اللهِ) (Manası: Nereye yönelirseniz yönelin Allâh’ın vechi orasıdır) şöyle dediğini haber vermiştir (yani Mücahid bunu demiştir): “Allâh’ın kiblesi (namaz kılacak kimsenin yöneleceği yön), o halde nerede olursan ol doğuda olsun veya batıda olsun ancak oraya (namaz kiblesine) yönelmiş olursun.”
İşte bu ayette manen “Allâh’ın vechi” diye geçen kısım, “Allâh’ın kiblesi” diye açıklanmıştır.
İmam Ahmed bin Hanbele gelince Beyhaki, İmam Ahmedin menkıbeleri hakkında Hanbelden duymuş olan Ebu Amr ibnu Semmâktan naklen Hakimden şunu rivayet etmiştir: İmam Ahmed bin Hanbel Allâh’ın şu kavlini: (وَجَآءَ رَبُّكَ) (El-Fecr suresi, 22) şöyle tevil etmiştir: “Allâh’ın sevabı (mükafatı) gelecektir” Bunun ardından Beyhaki şöyle demiştir: “Bu, üzerine toz konmamış bir isnad’dır” Bunu, İbni Kesir “El-bidaye ven-nihaye” isimli tarih kitabının 10. cildinin 327. sayfasında nakletmiştir.
Beyhaki şöyle demiştir: “Bunda İmam Ahmedin, Kitapta geçen geliş hakkında ve sünnette geçen nüzul (iniş) hakkında cisim olan zatların gelişleri ve inişleri gibi bir mekandan başka bir mekana geçiş anlamında olmadığına inandığına dair bir delil vardır. Bu ayet Allâh’ın kudretinin eserlerinin zuhur edeceğinde ibarettir. Onlar (İmam Ahmedin zamanında, kendisiyle anlaşamayan bir takım insanlar): “Kur’an Allâh’ın kelamı ve zatının sıfatlarından bir sıfatı olmuş olsaydı gelmesi mümkün olmazdı” diye iddia ettiklerinde İmam Ahmed cevaben şöyle demiştir: “Allâh’ın o günde belirmesini murad ettiği kıraatın (ayetlerin kıraatının) sevabı gelecektir. Dolayısıyla bunları belirteceğini, gelmesiyle tabir etmiştir” (İmam Subkinin Seyfus-sakil kitabı için Muhammed Zahid el-kevserinin yaptığı talikatı, s. 120-121)
Buna değinmişken tevile karşı olanları da belirtelim. Vehhabiler tevile karşı çıkarlar hatta tevil inkarcılık derler. Bundan dolayı da tevile eden eşariler ile maturidileri inkarcılar olarak nitelendirirler. Bunu demekle de yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi farkına varmadan sahabelerin büyüklerinden kimine ve selefi salihinin büyüklerinden de kimine laf atmış oluyorlar.
alintidir.